Kader beni, iki Alman devletinin tam sınırları üzerinde bir kasabada, Braunau am Inn'de



Yüklə 1,96 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə5/30
tarix31.12.2021
ölçüsü1,96 Mb.
#49735
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   30
Adolf Hitler - Menim mubarizem


partinin kurulması için gerekli yolu bulmu  oldu um kanaati  uyandı. 
Bence Prof. Feder'in meziyeti; sermayenin çifte vasfını kesin bir  ekilde açıklamasındaydı. 
Sermaye spekülasyona ve halkın iktisadiyatına ba lı idi. Feder onun ölümsüz  artını da 
açıklıyordu. Menfa-
(
'|t. Bütün esaslı konulardaki iddialarını öyle delillere dayandırıyordu ki, 
kendisini geli igüzel tenkit etmek isteyenler, bunların kuram-olarak yanlı  olduklarını iddia 
etmekten çok, uygulamada im-'kansız olabilece ini söyleyebiliyorlardı. i te ba kalarının 
gözünde "Feder'in ö retiminde zayıf gibi görülen nokta, benim kanaatimce o-j&un kuvvetini 
temsil ediyordu. Bir icraat programı düzenleyen bir kimsenin görevi, bir hususu fiile 
çıkarmanın çe itli imkanlarım tespit etmek de il, durumu fiile çıkarabilir diye açıkça övme ve 
yaymadır. Yani vasıtalardan çok, gaye ile me gul olmalıdır. Bu  artlar altında ise kesin etki 
yapan  ey, bir dü üncenin ilke yönünden do ru olu udur, gerçekle mesinin zorlu u önemli 
de ildir. 
Program yapan kimse, mutlak gerçek üzerinde istinat edecek .' yerde, o sırada uygun olup 
olmayaca ına dikkat ederse yaptı ı program, sa ını solunu yoklayarak yürüyen insanlara, 
yolunu gösteren kutup yıldızı olmaktan çıkar ve yalnız di er benzerleri gibi basit bir reçeteden 
ibaret kalır. Bir hareketin programını düzenleyen kimse, onun gayesini tespit etmeli, siyaset 
adamı da o hareketin haklı görülmesini sa lamalıdır. Demek oluyor ki, program düzenleyen 
kimse, dü üncelerinde sonsuz gerçe e do ru bir yol takip edecek, siyasetçinin hareketleri ise 
daha çok o andaki genel gerçeklere ba lı olacaktır. Birinin büyüklü ü soyut olarak fikirlerinin 
mutlak do ru olu unda, di erininki ise belirli gerçeklerin do ru bir  ekilde tahmin edilerek 
bunlardan faydalanılmasındadır. Program yapan kimsenin seçti i gaye, kendisine karanlıkta 
yol gösteren yıldız olacaktır Bir siyasetçinin de eri, planlarının ve hareketlerinin ba arısı ile, 
yanı bunların gerçe e uygun dü meleri ile ölçülürken, program yapıcısının son dü üncelerinin 
fiile çıkarılmaması da mümkündür. Çünkü insan aklı çe itli gerçekleri dü ünebilir ve 
fevkalade net amaçları seçebilir. Fakat bunların tamamen gerçekle tirilmeleri, insanların ye-
tersiz olu ları yüzünden sonuçsuz kalabilir. Bir fikir mücerret olarak ne kadar do ru ve bu 
yönden ne kadar büyük olursa, eksiksiz olarak gerçekle tirilmesi de do rudan do ruya 
insanlara ba lı oldu u için o nispette imkansızdır. Bundan dolayı program yaratıcısının de eri 
gayelerinin gerçekle tirilmesi ile ölçülemez. Onun de eri gayelerinin insanlı ın geli mesinde 
yaptı ı fayda ve tesirle tespit edilir. E er bu böyle olmasa idi din vazedenlerin en büyük 
adamlar arasında sayılmamaları gerekirdi. Çünkü onların ahlak yönünden dü üncelerinin 
gerçekli i, hiçbir zaman tam olmamı tır. Hatta sevgi dini bile icraatında, o veli varlı ın 
niyetlerinin ancak pek zayıf bir görüntüsünden ibaret kalmı tır. Fakat bu dinin önemi kültürün 
ve ahlakın genel geli mesine verdi i ve verme e çalı tı ı yöndedir. 
Program yaratıcısı ile programı gerçekle tirecek siyaset adamının görevleri arasındaki bu pek 
büyük fark, bu iki meziyetin aynı ki ide birle mesine hemen hiç rastlanmamasının sebebini 


te kil eder. Bu sözüm özellikle de ersiz siyaset adamları içindir. Bunlar sözümona 
mesleklerinde ba arılı olmu lardır. Onların "icraat ve hareketleri bir imkanlar zaafından ba ka 
bir  ey de ildir." i te Bismarck, siyaseti biraz tevazu göstererek bu  ekilde tarif ediyordu. Bir 
siyasetçi, büyük fikirlerden ne kadar uzakla ırsa ba arıları o kadar basit olacaktır. Bunun için 
bu gibi kimseler, ancak gelip geçici  eylerle me gul olacaklar ve eserleri kendileri ile beraber 
topra a gömülecektir. Bu kimselerin eserleri tamamıyla gelecek nesiller için bir de er 
ta ımayacaktır. Çünkü zamanlarındaki ba arı gelecek nesiller için de erli olabilecek 
gerçeklerin, büyük fikirlerin ve bütün önemli konuların bo ulması keyfiyetine dayanmaktadır. 
Gelecek için çok önemli olan gayeler, bu u urda sava an kimseye pek faydalı olmaz. Büyük 
halk toplulukları bunu pek ender anlayabilir. Onlar için, bira ve süt bölgelerinin fiile 
çıkarılmaları, gelece in önemli ve geni  planlarından daha çok takdir görür, i te daima 
budalalıkla akraba durumunda olan gurur ve kendini büyük görmeden dolayı siyasetçilerin 
ço u, büyük halk topluluklarının o andaki geçici sevgilerini kazanmak veya kaybetmemek 
için, gelece in büyük planlarını bir kenara iterler. Bu heriflerin ba arı ve önemleri tamamen 
duruma ba lıdır. Onlar gelece in nazarlarında kendilerini var saymaz. Küçük beyinleri 
bundan hiç rahatsız olmaz. 
Oysa program yaratanlar için i  ba kadır. Onlar için önemli olan daima gelecektir. Bu gibi 
kimseler kendi devirlerindeki halkın minnettarlı ından vazgeçmelidirler. Onların fikirleri 
ölmez oldu u için gelecek nesillerden  an ve  eref toplarlar. Hayatta pek ender olarak, 
program yaratanla siyaset yapan aynı  ahıs üzerinde toplanır. Bu iki meziyet ne kadar samimi 
olursa, o  ahsın icraatına kar ı mukavemet o kadar artar, fakat bu da onu kuvvetlendirir. O 
artık rasgele bir dükkan sahibi için çalı maz, gayet küçük, fakat seçkin ' bir zümre tarafından 
takdir edilen gayelerle me gul olur. Bundan dolayı sevgi ile kin arasında delik de ik olur. 
Ça da larının protestosu ile kar ıla ır. Bir adamın eseri gelecek için ne kadar büyük ve 
de erli olursa, onu anlayan o kadar az olur. Bu durumda mücadele çok çetin olur, ba arı da o 
nispette zor elde edilir. E er yüzyıllar boyunca ba arı böyle bir kimseye gülümserse, 
gelecekteki  an ve  erefin bazı belirtilerine hayatında da sahip olabilir. Bu büyük adamların 
durumları maraton ko ucularına benzer. Ça da ların defne dalından yapılan taçları sadece 
ölmek üzere olan kahramanların  akaklarını ok ar. Dünyanın en büyük mücadele adamları 
bunlardır. Ça da ları tarafından anla ılamayan bu mücadele adamları, fikir ve idealleri için 
kavgaya hazırdırlar. Bunlar günü geldi i vakit halkın kalbine girecek kimselerdir, i te o 
zaman herkes, bu büyük adamlara ça da larının yaptıkları haksızlıkları telafi etmek 
mecburiyetini duyar. Hayatları ve icraatları hassasiyetle ve hayranlıkla incelenir. Sadece 
gerçek büyük devlet adamları de il, bütün büyük ıslahatçılar da bu ekibe dahildirler. Büyük 
Frederic'in yanında, bir Martin Luther ve bir Richard Wagner'de bulunmaktadır. 
Gottfried Feder'in sermayenin faizinin meydana getirdi i esaretin çürütülmesi hakkındaki ilk 
dersini takip etti im zaman, burada Alman milletinin gelece i için önemi gayet büyük nazari 
bir gerçe in söz konusu olması gerekti ini hemen anladım. Borsa sermayesi nin, milli 
ekonomiden kesin bir  ekilde ayrılması, Alman sermayesinin uluslar arası bir hal almadan, 
aleyhinde derhal mücadeleye giri ilmesini gerektiriyordu. Hemen  unu da belirteyim ki, 
sermayeye kar ı yapılan mücadele ile gelecekteki milli ekonominin temellerini sarsmaya 
gerek yoktu. Almanya'nın geli mesi davasını gayet açık bir  ekilde anladı ım için, en zor 
mücadelenin dü man milletlerle de il, uluslararası sermayeye kar ı da olaca ım görüyordum. 
Feder'in derslerinden gelecekteki bu mücadele için en kudretli i aretleri tespit ediyordum. 
lerdeki geli meler, bu varsayımların do rulu unu ispat etti. Bugün, burjuva siyasetimizin 
kurnaz adamları artık bizimle alay edemiyorlar. Bu kimseler e er inkara sapmazlarsa, bugün 
uluslararası sermayenin, sava ı en çok körükleyen etken olmakla kalmayıp kanlı kavga 
bittikten sonra da,  imdi barı ı bir cehennem haline getirmek için çalı tı ını itiraf etmeleri 
gerekir. Uluslararası maliyeye ve borç sermayesine kar ı mücadele Alman milletinin 
kurtulu u ve iktisadi ba ımsızlı ı u rundaki kavgada en önemli hususu te kil etmi tir. E er 


kurs hocası Feder'in fikirlerine itiraz edecek olan varsa, onlara cevabım  öyle olacaktır: 
"Sermayenin birikmesi ile meydana gelen esaretin çürütülmesi" fikrinin tatbik edilmesinden 
do abilecek, korkunç ekonomik sonuçlar dolayısıyla gösterilen endi elerin hepsi önemsizdir. 
Çünkü, bugüne kadar uygulanan iktisadi reçetelerin hepsi Alman milletinin aleyhinde 
sonuçlar vermi tir. Milli banka konusu kar ısında alınan vaziyet ve demiryolu kurulması 
hususunda, Bavyeralı doktorlar meclisinin korkusu tahakkuk etmemi tir. Mesela, buharlı atın 
yolcuları ba  dönmesine u ramamı lardır. Onları seyredenler de hastalı a 
yakalanmamı lardır. Böylece demiryolunu gizlemek için etrafına tahta perde çekmekten 
vazgeçilmi tir. Yalnız, sözümona uzman efendilerin gözlerinde birer gözba ı ebediyen 
kalmı tır, itiraz edenlere ayrıca  unu da hatırlatayım: Her fikir, hatta en kusursuz olanı bile, 
yaratılı ında kendini bir gaye sanırsa, büyük bir tehlike haline gelir. Çünkü, gerçekte o fikir 
bu gayeye ula mak için sadece bir vasıtadır. Fakat, gerek benim ve gerek bütün nasyonal-
sosyalıstlerin nazarında sadece bir mezhep vardır, o da millet ve vatandır. Bizim kavgamızın 
konusu ırkımızın hayatını ve geli mesini sa lamaktır. Görevimiz milletimizin çocuklarını 
beslemek, kanın temizli ini, vatanın ba ımsızlı ını korumaktır. Bu da, milletimizin kainatın 
yaratıcı tarafından kendine verilen kutsal görevi yerine getirmek için, gerekli kıvama 
ula masını sa lamakla ilgilidir. Her dü ünce ve her ö retim, her bilim bu gayenin hizmetinde 
olmalıdır. Her  ey bu yönden incelenmeli, zaman uygun ise yerine getirilmeli, e er de ilse bu 
i e engel olan her  ey ortadan kaldırılma-• ildir. Böylece hiçbir nazariye, ölü bir nazariye 
halinde kaskatı hale gelemez. Her  ey hayata hizmet etmelidir. Gottfried Feder'in fikirleri, 
beni henüz yabancısı oldu um bu konu ile esaslı bir  ekilde me gul olmaya sevk etti. Yeniden 
incelemeye ba ladım. Yahudi Kari Marks'ın bütün hayatı boyunca süren çalı malarının 
niyetini ve mahiyetini gayet iyi anlıyordum.  imdi onun "Kapital"i, tamamen anla ılır duruma 
geldi. Bu sosyal demokrasinin, milli ekonomiye kar ı bir sava ıydı. Bu sava  maliye ve borsa 
dünyasının gerçekten uluslararası ve Yahudi olan sermayenin baskısına zemin hazırlayacak ve 
: fırsat verecekti. Fakat bu dersler, ba ka bir bakımdan bende gayet önemli bir tesir meydana 
getirdi. Bir gün münaka aya girdim. Derslere katılan biri, Yahudileri müdafaaya ba ladı. Ben 
aksini müdafaa 
p
 ettim. Derse katılanların ço unlu u benim fikirlerimi kabul etti. Bunun 
sonucu  u oldu. Birkaç gün sonra Münih'te garnizon vazifesini gören alaylardan birine "e itici 
subay" sıfatıyla girdim. Bu sırada askerin disiplini pek gev emi ti. Askeri disiplin ve itaat 
tekrar yürürlü e konmak üzere te ebbüse geçildi. Askerin, sadece ve sadece milletini ve 
vatanım sevmeyi kendili inden ö renmesi gerekli idi. Ben büyük bir sevinçle ve hararetle i e 
ba ladım.  imdi benim için daha kalabalık bir dinleyici toplulu una söz söylemek, hitap 
etmek fırsatı do uyordu. Eskiden beri hissetti im  ey bugün tahakkuk ediyordu. Ben söz 
söylemesini biliyordum. Sesim küçük bir salonun her tarafından i itilebilecek kuvvette idi. 
Hiçbir görev beni bundan daha çok memnun edemezdi. Çünkü terhis edilmeden önce kal-
bimde pek büyük bir yer i gal eden müessesede, yani orduda faydalı hizmetler yapmak arzusu 
ile yanıp tutu uyordum. Verdi im derslerle yüzlerce arkada ı milletlerine, vatanlarına iade 
ettim. Askeri millile tiriyordum. Bu suretle genel disiplini takviyeye yardımcı oldum. Bu 
vesile ile fikir ve kanaatlerime katılan birçok arkada  ile tanı tım. Bu arkada lar ilerde 
benimle birlikte yeni hareketin çekirde ini vücuda getirmeye ba ladılar.  
 
BÖLÜM 8 
Bir gün,  eflerimden, görünü te siyasi vasfı bulunan "Alman i çi Partisi" ismi altında yakında 
toplanacak olan ve bu toplantısında Gottfried Feder'in konu aca ı olu umun mahiyetini 
anlamak emrim aldım. Benden bu te ekkül hakkında bir rapor istiyorlardı. O sırada ordunun 
siyasi faaliyetlere ve siyasi partilere kar ı ilgi göstermesi normaldi. Çünkü ihtilal askere siyasi 
faaliyette bulunmak hakkını vermi ti. Hatta tecrübesiz oldu u sıralarda ordu, bu hakkı çok bol 
kullanmı tı. Merkez ve Sosyal Demokrasi, ordunun sempatisinin devrimci partiden ayrılarak 
milli harekete do ru teveccüh etti ini gördü ünde, askerden oy kullanmak hakkını aldı ve her 


türlü siyasal faaliyetten askerleri menetti. E er bu manevraya ba vurulmayıp, askerin e it 
hukukunun veya ihtilalden sonra denildi i gibi vatanda  haklarının iptaline gidilmeseydi, 
Kasım Hükümeti birkaç yıl sonra mevcut olmayacak ve haysiyetsizli i devam etmeyecekti. 
Ordu o günlerde milleti, kanını emenlerden ve memleket içindeki ihtilafa çanak tutanlardan 
kurtaracak yolun üzerinde idi. Fakat parti mensuplarının da Kasım katilleri ile bir olup, güle 
oynaya bu hususun lehinde oy kullanmaları ve böylece bir milli geli me vasıtasını tesirsiz 
hale gelmesine yardım etmeleri, Marksizm'e istinat eden dü üncelerin memleketi uçuruma 
götürece ini bize gayet iyi gösterir. Gerçekten fikri sakatlık içinde bulunan burjuvalar, 
ordunun, eski durumuna tekrar kavu arak Alman kahramanlı ına önayak olaca ını 
biliyorlardı. Bunun için merkez ile Marksizm, kendilerine en büyük tehlikeyi olu turan 
nasyonalizmin di ini sökmek istediler. Bu di  kökünden çıkarılıp atılırsa, o zaman ordu bir 
asayi  kuvveti durumuna girecek ve böylece dü mana kar ı sava mak kabiliyetini 
kaybedecekti. Bu durum sonradan tam manasıyla meydana çıkmı tır. 
Bizim sözde milli olan devlet adamlarımız, ordumuzdaki geli menin milli istikametin aksine 
olaca ını dü ünüyorlardı. Gerçi bu imkan dı ı bir  ey de ildi. Çünkü bu siyaset adamları; 
üniforma giyecekleri yerde, birer geveze olup parlamentoya dolmu lardı. Böylece bu 
siyasetçiler, en  erefli bir geçmi in dünyanın en üstün askerleri oldu unu hatırlattı ı 
adamların kalplerinden neler geçebilece i hakkında hiçbir fikre sahip olamamı lardır, i te bu 
ortam içinde ve henüz benim için tamamen meçhul olan bu partinin toplantısına gitmek üzere 
hazırlıklara ba ladım. Ak am Münih'te Sternecker Birahanesi'nin Leiberzzimmer'ine 
giriyordum. "ALMAN  Ç  PART S "nin bu toplantısında yirmi, yirmi be  ki i vardı. 
Toplantıdaki ki ilerin ço unlu u, halkın a a ı tabakalarına mensup kimselerdi. Konferansı 
verecek olan Feder'i kurslar sırasında gayet iyi tanımı tım. Bunun için toplulu u incelemeye 
daha çok önem verdim. Bende etkisi ne olumlu, ne de olumsuz oldu. Öteki kurulu lardan bir 
farkı yoktu. O sıralarda herkes yeni bir parti kurmak istiyordu. Çünkü, kimse bugüne kadar 
olanlardan memnun de ildi. Aynı zamanda kimsenin mevcut partilere güveni kalmamı tı. 
Bundan dolayı bu tip partiler her tarafta mantar gibi bitiyor ve kısa bir zaman sonra kaybolup 
gidiyordu. Te ekküllerin kurucuları, bir parti meydana getirmek, bir hareket yapmaktan aciz 
kimselerdi. Bunun için bu topluluklar gülünç bir küçük dükkan hüviyetinde idiler ve hemen 
daima tabii ve mukadder bir ölümle ortadan kalkıyorlardı. 
Alman i çi Partisi'nin toplantısında 2 saat hazır bulundum. Feder nihayet sözlerini bitirince 
memnun oldum. Artık gitmek istiyordum. Tam bu sırada, serbest münaka a yapılaca ı ilan 
edilince kalmak gere ini duydum. Fakat bu tartı mada da ilgi çekici bir taraf bulamadım. 
Tartı ma renksiz bir  ekilde geçerken söz bir profesöre verildi. Bu profesör, Feder'in 
prensiplerini isabetsiz buldu unu söyleyerek konu maya ba ladı. Sonra Feder'in yerinde bir 
müdahalesi ile birdenbire olaylar zincirine atladı. Sonra bu profesör Bavyera'nın Prusya'dan 
ayrılmasını, ancak bu sayede Alman Avusturya'nın derhal Bavyera'ya iltihak edece ini ileri 
sürdü ve bunun parti programına alınmasını talep etti. Bunun üzerine söz istemekten ve bilgin 
efendiye bu husustaki fikrimi söylemekten kendimi alıkoyamadım. Nihayet ben sözlerimi 
bitirmeden profesör salonu ıslak bir köpek gibi terk etti. Ben konu urken sözlerimi 
salondakiler hayretle dinlemi lerdi. Toplulu a hayırlı geceler dileyerek uzakla aca ım sırada, 
yanıma bir adam sokuldu, kendini tanıttı, ismini tam olarak anlayamadım ve elime küçük bir 
kitap sıkı tırdı. Bu siyasi bir bro ür idi. Okumamı ısrarla rica ediyordu. Bu bro ür ho uma 
gitti. Böylece bu can sıkıcı toplulu u, tatsız toplantılarını takip etmeden daha kolay bir  ekilde 
tanıyacaktım. Fakat  unu da belirteyim ki, elime bro ürü sıkı tıran adam bende olumlu bir 
tesir yapmı tı. Toplantıdan ayrıldım. 
O sırada, ikinci piyade alayının kı lasında, hâlâ ihtilalin izlerini muhafaza eden küçük bir 
odada oturuyordum. Gündüzleri kırk birinci avcı alayında, yahut ba ka alayların toplantı ve 
konferanslarında bulunuyordum. Odamda geceyi yalnız geçiriyordum. Sabahları saat be te 
uyanmayı adet edinmi tim. Dö emenin üstüne kuru ekmekler bırakarak farelerin onları 


yemesini seyrediyor, bu hayvanların birbirleri ile kavga etmelerini seyretmekten 
ho lanıyordum. Hayatımda o kadar yokluk çekmi tim ki, açlı ın ne oldu unu gayet iyi 
biliyordum. Bundan dolayı bu hayvancıkların memnuniyetini de gayet iyi anlıyordum. 
Toplantının ertesi günü yine saat be te uyandım. Farelerin hareketlerim takip ediyordum. 
Tekrar uyuyamadı ım için bir gece evvelki küçük bro ür aklıma geldi. Bu bro ürde i çi olan 
yazar, Marksist ve sendikalist karga alıkların içinden çıktıktan sonra, milli fikirlere nasıl 
döndü ünü anlatıyordu. Konu, bro üre isim veriyordu: "SiYAS  UYANMAM". Okumaya 
ba layınca bu bro ürün sonunu getirdim. Gözlerimin önünden kendi geli memin geçti ini 
gördüm. O gün bu olayları birkaç defa dü ündüm. Bu tesadüfe önem vermek niyetinde 
de ildim. Fakat birkaç hafta sonra bir kartpostal aldım. Hayretler içinde, Alman i çi Partisi'ne 
kaydoldu um haberini ö reniyordum. Beni bu hususta izahat vermek için parti komisyonunun 
bir toplantısında hazır bulunmaya davet ediyorlardı. Bu  ekilde üye kazanmak usulüne çok 
a tım. Kızmak mı, yoksa gülmek mi lazımdı, bilemiyordum. Mevcut bir partiye girmeye 
niyetim yoktu. Kendim bir parti kurmak ve o partinin lideri olmak istiyordum. Sonuç olarak, 
böyle bir davete itibar etmemeliydim. Bu daveti yapanlara yazılı cevap verece im sırada, 
merakım dü ündüklerime ve yapmak istedi ime hakim geldi. Dü üncelerimi sözlü olarak 
anlatmak üzere, ça rılan günde toplantıya gitmeye karar verdim. 
Nihayet çar amba günü geldi. Bu toplantının yapılaca ı bina gayet mütevazı idi. 
Hornstrasse'de otel Vieux Rosenbad. Büyük merasimler hariç, di er zamanlarda buraya hiç 
gelinmez gibi görünüyordu. Bu 1919 yılında normaldi. Çünkü yemek listesi, öteki büyük 
otellerin fiyatlarından çok daha pahalıydı. Bu yüzden bir mü teriyi bile zorlukla 
çekebiliyordu. Bu otelin adını dahi duymamı tım. 
Az aydınlatılmı  bo  bir salondan geçtim, içerde kimse yoktu. Yandaki odaya geçilen kapıyı 
arıyordum. Beni yurt üyesi kar ıladı, havagazı lambasının  üphe uyandıran aydınlı ı altında, 
odada bro ürün yazarı hariç, dört ki i daha vardı. Yazar beni derhal selamladı, partinin yeni 
üyesi sıfatıyla bana ho  geldin temennisinde bulundu. Biraz  a ırmı tım. Benden izahatımı 
biraz sonraya bırakmamı istediler. Çünkü Reich Ba kam henüz gelmemi ti. Biraz sonra o da 
geldi. Sternecker'de Feder'in konferansına ba kanlık eden  ahıstı. Adı M. Harrer idi. 
Di erlerinin de adlarını ö reniyordum. Münih te kilatı ba kanı Anton Drexler idi .Son 
toplantının zabıtları okundu. Muhasip raporunu açıkladı. Parti topluluk olarak yedi mark elli 
feni e sahipti. Rapor üzerinde muhasip güven oyu aldı. Bu husus da zabta geçirildi. Daha 
sonra ba kan; Kiel, Dusseldorf ve Berlin'den gelen mektuplara verilen cevapları okudu. 
Herkes cevapları kabul etti. Gelen tebli  edildi. Mektup teatisinin artması Alman i çi 
Partisi'nin yayılmasının gözle görülür bir i areti oldu u ifade edildi. Bunun üzerine tekrar 
verilecek cevaplar münaka a edildi. 
Acayip, çok acayip bir  eydi. Bu en kötü bir kulübün iç yüzüydü. Buraya girmem lazım 
mıydı? En sonunda sıra gündeme geldi. Gündemde yeni üye kabulü vardı. Yani benim 
durumum görü ülecekti. 
Sorular sormaya ba ladım. Fakat belli belirsiz birkaç direktifin dı ında hiçbir  ey yoktu. 
Program yoktu. Üye defteri, hatta hatta bir mühür dahi yoktu. Yalnız göze çarpan, iyi bir niyet 
ve iyi bir arzunun var oldu uydu. 
Bu gençleri gülünç duruma dü üren  ey, içlerinden gelen sesti. Bu ses, onlara mevcut 
partilerin bu i i ba aramayacaklarını söylüyordu. Partinin makine ile yazılmı  emirlerini 
okudum. Bu emirler de iyi niyetle beraber acz ifadesini buldum. Çok  ey eksikti. Özellikle 
mücadele ruhu yoktu. Bu adamların hissettikleri  eyi anladım. Bu o güne kadar parti 
kelimesine verilen manadan daha fazla bir  ey ve yeni bir hareket arzusu idi. 
Kı laya döndüm. Hayatımın en güç sorunu ile kar ı kar ıya bulunuyordum. Partiye girmeli 
mi, yoksa daveti ret mi etmeliydim? Akıl, ancak ret cevabı verilmesini tavsiye edebilirdi. 
Fakat hissiyatım beni rahat bırakmıyordu. Bu partinin mantıksızlıklarını dü ündükçe 
hissiyatım onların tarafını daha çok ilzam ediyordu. Ertesi günler artık hiç rahat edemedim. 


Lehte ve aleyhte olan mütalaaları tartıyordum. Eskiden beri siyasi bir faaliyette bulunmaya 
kararlıydım. Yalnız bugüne kadar bende bir hamle eksikti. Ben bugün bir i e ba layan, yarın 
onu yarıda bırakan ve mümkünse bir ba ka i e geçen kimselerden de ildim. Bundan dolayı 
karar vermekte güçlük çekiyordum. Kuraca ım müessese ya büyük bir önem kazanmalı, ya da 
ortadan kalkmalı idi. Bunun, benim için kesin bir karar olaca ını, geriye dönülemeyece ini 
biliyordum. O zaman bu geçici bir e lence veya oyun de il, benim için gayet ciddi bir i ti. 
Daha o zamanlar olumlu bir sonuca ula madan, her  eye te ebbüs eden kimselere antipati 
duymaktaydım. Her yerde görülen bu maymun i tahlılar, bence nefret edilecek kimselerdi. 
Ben bu kimselerin hareketlerini tembellikten daha kötü kabul ediyordum. 
imdi, sanki kader parma ı ile i aret ediyor gibiydi. Mevcut büyük partilerden hiçbirine 
girmeyecektim. Fakat bu küçük ve gülünç parti henüz ta  gibi kaskatı bir te kilat haline 
gelmemi ti ve herhangi bir kimse için müessir olma imkanı veriyordu. Bu bakımdan bu 
partide çalı abilmek mümkündü. Hareket ne kadar küçük ve basitse, ona uygun bir  ekil 
vermek de o kadar kolay olur. Bu partide konuyu, yolu ve gayeyi tayin etme imkanı mevcuttu. 
Halbuki büyük partilerde böyle bir  eyi tatbik imkanı olamazdı. 
Bu hususta ne kadar çok dü ünürsem, kalbimde böyle küçük bir hareketle bir gün, milletin 
yükselip geli mesinin tohumlarının atılabilece i kanaati de o kadar kuvvet buluyordu. Eski 
köhnemi  fikirlerle veya son feci olayların suçlusu yeni parlamenter rejime ba lı hareketlerle 
böyle bir ba arı sa lamanın imkanı yoktu. Çünkü yapılacak olan i , seçim için bir slogan 
bulmak de il, yeni bir dünya görü ü tespit etmekti. Fakat bu iste i gerçekle tirmek son derece 
zor olacaktı, i te bu görevi ba arabilmek için çalı maya ba larken, benim ortaya 
koyabilece im vasıf ve meziyetlerim nelerdi? 
Servetsiz, fakir bir insan olu um, bana tahammülü kolay bir dert gibi geliyordu. Bana en güç 
gelen  ey, adı meçhul kimselere mensup ve milyonlarca vatanda  arasında yapayalnız 
olu umdu, öyle bir kimseydim ki, tesadüf benim ya amama müsaade edebilir, yahut 
vücudumu ortadan kaldırır da hiç kimse farkına bile varmazdı. Buna tahsilimin yetersizli i de 
ekleniyordu. Aydınlar adı verilen kimseler, düzenli ö renim görmemi , gerekli olan bilimi 
ö renmemi  bulunanlara sonsuz bir gurur ve azametle tepeden bakarlar. Fakat hiçbir zaman 
u soruyu sormazlar, Bu kimseler neler yapabilir? Onlar yalnız "ne ö renmi tir?" diye 
sorarlar. Bu ö renim görmü  ki iler, çevresi birçok diploma ile çevrili bir aptalı, bu 
ka ıtlardan yoksun zeki bir delikanlıya tercih ederler. 
Böylece, bu ö renim görmü  çevrenin beni ne  ekilde kabul edebilece ini kolayca tahmin 
edebilirdim. Ama bunda aldanmı tım. Çünkü insanları basit ve maddi gerçeklerden biraz 
olsun uzak kalabileceklerini sanmı tım. 
iki gün süren tatsız hülyalardan ve acı dü üncelerden sonra, artık adım atmanın gerekti i 
kanaatine vardım. Bu karar, hayatımın kesin kararı oldu. Artık geriye dönü  yoktu. 
Alman i çi Partisi'ne üye oldum ve artık yedi numara ile muvakkat üye unvanına sahiptim.  
 
 
BÖLÜM 9 
Herhangi bir ismin dü ü ünün derinli i, daima son durumu ile önceki durumu arasındaki 
mesafeyle ölçülür. Bu, milletlerin ve devletlerin dü ü leri için de böyledir, ilk durum, daha 
do rusu ilk yüksek nokta, bu bakımdan kesin bir önem ta ır. Dü en  ey vasatın üstünde ise 
derine dü ü ü veya çökü ü açıkça görmek mümkün de ildir. Halbuki imparatorlu un çökü ü, 
muhakeme yapmaya, dü ünmeye veya hissetmeye kabiliyetli kimseler için pek acı ve o derece 
korkunç görünür. Esasen imparatorluk öyle bir maksimum noktadan dü tü ki, onun bu 
amansız çökü ü ve yıkılması kar ısında bu acıyı tasavvur bile hemen hemen imkansızla tı. 
Eskiden imparatorlu un temeli bütün bir milleti yücelten olayların sihri ile kaplı gibi 
görünüyordu. E i görülmemi  bir ko u ile zaferden zafere geçilirken, çocuklar ve torunlar için 
ölmez kahramanlıkların mükafatı gibi bir imparatorluk geli ti. Bu geli me ister bilinçli, ister 


bilinçsiz olsun bunun önemi yoktu, önemli olan, Alman milletinin hayatı ve devamlılı ı, 
parlamento gruplarının dalaverelerine ba lı olmayan bu imparatorlu un kurulu undaki 
güzellik sayesinde, di er devletlerin üstünde oldu unu hissetmesi idi. 
Esasen prenslerin ve halkın, yeniden Almanların muhte em bir idare ile gelecek için bir 
imparatorluk kurmak ve imparatorluk tacını yüceltmek yolundaki istekleri, parlamentoda 
nutuk atma ve gevezelik yapmakla de il, Paris Cephesindeki ku atmanın gök gürültüsünü 
andıran patlamaları ile ortaya kondu. Bu hareket, bazı katillerle yürütülmedi. Bismarck'm 
devletini kaçaklar, para çekici herif ler kurmadılar. Bu devlet cephede vuru masını bilenlerce 
kuruldu. 
Böyle bir kaynak ve pek eski devletlere pek ender nasip olan tarihi  an ve  eref parlaklı ı 
imparatorlu u çevreliyordu. Sonra gözleri kama tıran parlaklıkta bir geli me ba ladı. Harice 
kar ı sa lanan ba ımsızlık, içerde halkın günlük ekme ini sa lıyordu. Millet dünya nimetleri 
ile bollu un içine gömülmü tü. Devletin ve milletin haysiyeti ve  erefi o zamanın Alman 
halkı ile olan farkı derhal göze çarpan bir ordu ile korunuyordu. Ama  imdi imparatorlu un ve 
Alman milletinin dü ü ü öyle derin olmu tu ki, herkes ba  dönmesine kapılarak, akıl ve histen 
yoksun kalmı tır. Geçmi in ha metini akla getirmenin imkanı yok. Eski devrin büyüklü ü ve 
güzelli i, bugünün sefaleti yanında bir rüya gibi göze çarpıyor, i te bir devrin büyüklü ü, bu 
korkunç çökü ün sebebini aramayı unutturacak kadar gözlerimizi kama tırmı tır. Halbuki bu 
çökü ün sebebi daha önceden herhangi bir  ekil altında mevcuttu. Almanya'yı sadece iyi para 
kazanılan ve harcanan, yalnız bir oturma yeri kabul edenler,  imdiki durumu bir felaket diye 
vasıflandırırlar. Bunların dı ında kalanlar ise, tam tersine, bugüne kadar tahakkuk etmemi  
tahminlerini nihayet meydana gelmi  sayıyorlardı. 
Fakat yıkılmanın sebebi, bundan bir ders çıkarabilecek pek az adam bulunmasına ra men, 
daha önceden ortada idi. î te bugün, böyle bir ders çıkarma a her günkünden çok ihtiyaç 
vardır. Bir hastalık sebebi bilinirse tedavisi de mümkün olur. i te siyasi felaketler kar ısında 
da böyle hareket etmek gerekir. Hiç  üphe yok ki, bir hastalı ın derin sebepleri yerine, ilk 
önce dı tan görünen arazları tedavi olunur. Birçok ki inin, dı tan görünen arazları 
düzeltemeyip, bunları hastalı ın gerçek sebepleri ile karı tırmalarının sebebi i te buradadır. 
Hatta bu gibi kimseler böyle bir sebebin varlı ını inkara bile saparlar. Bundan dolayı  imdi 
aramızdakilerin birço u, Almanya'nın çökü ünü, sonucun do urdu u ekonomik zaruret ve 
yoklu a ba lıyorlar. Gerçi herkes kendi payına dü ene katlanmak zorundadır. Bu, felaketin 
manasını ve geni li ini anlamak bakımından, herkes için kesin ve zorlayıcı sebeptir. Halbuki 
büyük topluluk, siyasi ve kültür yönünden, ırk ve ahlak bakımından bu çökü e pek az ba ını 
çeviriyor. Bu büyük toplulu a dahil olanların pek ço unda his ve akıl yoklu u göze çarpıyor. 
Haydi, çökü  sebepleri hakkında büyük toplulu un bu  ekilde davranmasını kabul edelim. 
Fakat, aydın çevrelerin de bu çökü ü ekonomik felakete ba lamaları ve kurtulu u ekonomik 
bir çözümden beklemeleri, bana  imdiye kadar tedavisi imkansız kalmı  sebeplerden biri gibi 
geliyor. Çökü te ekonominin ancak ikinci ve hatta üçüncü planda kaldı ı, birinci rolü siyası, 
ahlaki ve kan etkenlerinin oynadı ı anla ılırsa, ancak o zaman  imdiki felaketin sebebine 
inilmi  olur. Böylece kurtulu  yolu ve çaresini bulmak imkan dahiline girer. Bunun için 
Almanya'nın yıkılmasının sebeplerinin ara tırılması kesin bir önem ta ır. Gayesi, bizzat 
hezimeti yok etmekten ibaret olan siyasi bir hareketin temelinde bu ara tırmanın sonucu 
vardır. Fakat, geçmi in içinde yapılacak bu ara tırmalar sırasında, göze hemen çarpacak 
sonuçlarla o kadar fark edilmeyen sebepleri birbirine karı tırmaktan kaçınılmalıdır. Bugünkü 
felaketimizin akla kolaylıkla gelen ve dolayısıyla en yaygın olan açıklaması  öyledir: Biz 
ma lup oldu umuz sava ın sonuçlarına katlanmak zorundayız. Yani bu feci durumun sebebi, 
ma lup olunan sava tır, i te bu ahmaklı a inanan pek çok ki i vardır. Fakat, bunu a ızlarında 
yalana dayanak olarak dola tıranların sayıları daha da çoktur. Hükümetin çana ından yutmak 
imkanım bulanların hepsi böyle hareket etmektedir. Devrim taraftarları, sava ın sonuçlarına 
kayıtsız kalan halka kar ı kötü davranmadılar mı? Hatta bu büyük sava ın zaferle sona ermesi 


ile ancak büyük kapitalistlerin ilgilendi i ve Alman halkının ve i çisinin böyle bir  ey 
yapmaması gerekti ini gayet ciddi olarak iddia etmediler mi? Evet, bu dünya barı ı  ak ak-
çıları yok olan  eyin sadece militarizmden ibaret oldu unu ve Alman milletinin en güzel bir 
dirilme olayı için bayram yapabilece ini ilan etmediler mi? Bu çevrelerde dü manın iyilikleri 
takdir edilip, kanlı kavganın bütün suçu Almanya'ya yüklenilmedi mi? Askeri hezimetin bile 
millet için, özel birtakım sonuçlar do uramayaca ı ilan olunmadan böyle bir iddiaya kalkı ılır 
mıydı? i te bütün devrim bu yol üzerinden gidilerek yapılmadı mı? Devrim, zaferi bizim 
bataklıklarımızdan çaldı. Halbuki Alman milleti iç ve dı  hürriyetlerine do ru ancak zaferle 
gidebilirdi. Bedbaht ve aldatılmı  olan arkada lar, sizlere sorarım: Durum böyle de il midir? 
Burada, felaketin sebebini Yahudiler tarafından askeri hezimete ba lanmasında gerçekten bir 
yüzsüzlük vardır. Halbuki Berlin'de, bütün hainlerin merkez organı olarak yayınlanan 
Vorvvarts, bu defa Alman milletinin, bayra ını zafer kazanarak memlekete getirmeye hakkı 
olmayaca ını yazıyordu. Durum böyle iken,  imdi bizim çökü ümüzün sebebi ba ka  ekilde 
görülecekti öyle mi? 
E er bu sayıklamalar ve saçma sözler, tamamen akıllarını kaybetmi  fakat kötü niyet ve her 
türlü sahtekarlıktan uzak kalmı  bir-i Çok kimseler tarafından her tarafa yayılmı  olsaydı, bu 
büyük yalan-r Cllarla mücadele etmenin hiçbir önemi kalmazdı. Ben de bu yolda 
konu maktan kurtulurdum. Gerçi bu münaka alar, davamız için .kavga edenlere bazı deliller 
sa layacaktır. Sözlerin a ızdan çıkar . Çıkmaz de i tirildi i bir devirde, bu deliller bizim için 
faydalı ola-I Çaktır, i te Almanya'nın yıkılmasını ordunun son sava ta yenik dü -(}• me inden 
do du unu iddia edenlere verilecek cevap bunlardır. ı        Hiç  üphe yok ki, sava ın 
kaybedilmesi vatanımızın gelece i ı için olumsuz yönden önem ta ır. Fakat bu kaybedili  bir 
sebep de ildi. O da ba ka sebeplerin sonucuydu. Bu ölüm kalım kavgasının i  anssız bir 
ekilde son bulması üzerine feci sonuçların do ması, koftu niyetli olmayan kimseler için 
gayet açık bir keyfiyet idi. Maalesef  bu durumu anlamayan bazı kimseler ortaya çıktı. Veya 
i in gerçek yönünü bilmekle beraber ;bu gerçe e kar ı önce mücadele ettiler ve Sonra onu 
inkara kalkı tılar. Çok zaman bu herifler, gizli arzuları ı; olduktan sonra, körükledikleri 
felaketin büyüklü ünün çok geç farkına varıyorlardı. 
Biz askerlerin yıkılmasının sorumlulu u, tamamen onlara aittir. ' Dü ünüp söyledikleri gibi 
cephede bir hezimet yoktur. Gerçekte, hezimet onların hareketlerinin sonucudur.  imdi 
iddiaya kalkı tıkları gibi kötü bir kumandanın eseri de ildir. Dü man ordusu da korkaklardan 
kurulmamı tı. Onlar da ölmesini biliyorlardı. Sava ın ilk gününden itibaren Alman ordusuna 
sayıca üstün olan dü man askeri, teçhizat için bütün dünyanın depo ve fabrikalarından fayda-
lanıyordu. Bundan ötürü bütün bu te kilata ve dünyaya kar ı Alman ordusu tarafından dört yıl 
boyunca kazanılan zaferler, bizim kumanda heyetimizin üstünlü ü sayesinde olmu tur. 
Bugüne kadar te kilat ve idare yönünden Alman ordusunun bir e ine dünyada 
rastlanılmamı tır. E er bazı kusurlar olmu sa bunlardan kaçınılması 
imkansızdır. 
Bu ordunun yıkılması, bugünkü felaketimizin sebebi olmamı tır. Bu felaket ba ka cinayetlerin 
sonucudur, i te bu sonucun, daha çok göze çarpan di er bir yıkılmanın sebebini te kil etti i 
söyleniyor. Bu sonuç  u dü üncelerden çıkıyor: Askeri bir hezimet, bu milleti veya bir devleti 
böyle bir çökü e götürebilir mi? Ne zaman dan beri  anssız  ekilde kapanan bir sava  böyle 
bir sonuca sebep olmu tur? Milletler kaybedilen bir sava  sonunda ortadan silinirle ı mi? 
Bunun cevabı gayet kısadır: E er milletler askeri hezimetlerin de, ahlaksızlıklarının kudret 
noksanlıklarının, karaktersizliklerinin ve sözün kısası liyakatsizliklerinin kar ılı ım almı  
olurlarsa, bunun sonucu yukarıda söyledi im gibidir. Ama askeri hezimet bu sebeplerden 
dolayı de ilse, sonuç daha yüksek bir seviyeye do ru yükselmek için bir kamçı yapar. O milli 
hayatın mezar ta ı olmaz. Tarih bir sürü örneklerle bu iddianın do rulu unu ispat eder. 
Alman askerinin hezimeti liyakatsizlikten do an bir felaket de il, ebedi adaletin haklı bir 
cezası idi. Halbuki bu ba arısızlı a liyakatsizli in sebep oldu u söyleniyordu. Yenilgi gün 


gibi ortada durmakla beraber, birçok ki inin gözlerinden kaçan ve bu felaketi ha zırlayan 
gerçek sebepler nedense tespit edilemiyordu. Felaketin sebebi, bünyemizde görülmek 
istenmeyen birtakım zincirleme olayların en çok koku mu  olanının dı arıya vurmasından 
ibaretti, i te bundan dolayı, Alman milletinin bu hezimeti kabullenme  eklini yeniden 
düzenlemeye ba lı olan olayları inceleyiniz. 
Bazı çevrelerde, vatanın u radı ı felaketten dolayı en adi  ekilde ve utanmadan, açıkça 
memnuniyet ifade edilmedi mi? E er kendisi böyle bir cezaya müstahak de ilse, kim bu 
ekilde hareket edebilir? Gerçekten daha da ileri gidilerek cephenin bozulmasında rol 
oynandı ı iftiharla söylenmemi  midir? 
Bunu yapan, dü man de ildi. Hayır, böyle bir utanmanın sorumlulu unu ta ıyanlar 
Alınanlardır. Felaketin bu kimselere haksız olarak darbe vurdu u iddia edilebilir mi? Sava ın 
sorumlulu unu kendi omuzlarına almak ne zamandan beri adet haline gelmi tir? Hem de 
olaylar hakkında her  ey bilindi i halde... 
Hayır, bin defa hayır! Alman milletinin ma lûbiyetinin asıl sebebini birkaç mevziinin askeri 
bakımdan vazifesini yapamamasında, yahut bir taarruzun sonuçsuz kalmasında aramak yanlı  
olur. Çünkü, bir cephe, asker sıfatıyla ma lûp olmadı. Bir cephenin çökü ü de vatanın 
felaketini hazırlasaydı, Alman milleti sava a bütün bütün ba ka bir surette tahammül ederdi. 
O zaman bu hezimetin sonuçlarına di  sıkılarak tahammül gösterilirdi. Tesadüfün hıyaneti, 
yahut kaderin iradesi sonucunda galip gelen dü mana kar ı Alman milleti-: îtin kalbi baskı, 
iddet ve hiddetle dolar, ta ardı, i te o zaman millet, ma lup orduları kar ılar, katlandıkları 
fedakarlıktan dolayı tefekkür eder, onları ba rına basar ve Reich'tan ümidi kesmemeyi tavsiye 
ederdi. Teslim olma bile akılla imzalanır, fakat o sırada kalp gelecekteki bir yükselme için 
çarpmaya ba lardı. E er, biz yenilgiyi iadece kadere borçlu olsaydık, o zaman ne gülünür, ne 
de dans edilirdi. Korkaklıkla iftihar olunmazdı. Cepheden dönen askere hakaret edilmez; 
bayrak ve kokarttan çamura batmazdı. Özellikle, bir ingiliz subayı olan Repington'un "Üç 
Alman'dan bir tanesi haindir." demesine fırsat verilmezdi. Fakat neticede, milletlerin bize 
kar ı olan hürmet ve takdirlerinin son kırıntılarını da yok ettik ve bitirdik, i te, Almanya'nın 
çökü üne sava ın sebep oldu u yalanı en iyi 
bu noktadan çürütülür. 
Bu hezimetin sonucu hiçbir zaman askeri zaaf de ildi. Hayali 
.olaylar, daha sava  çıkmadan önce Alman milletini yiyip bitirmi ti. 
1
 Geleneklerin ve ahlakın zehirlenmesinin, beka içgüdüsünün ve buna ba lı hissiyatın 
azalmasının felaket dolu sonuçları ortada idi. Uzun zaman bu fenalıklar milletin ve 
imparatorlu un temellerini 
oymaya ba lamı tı. 
Bütün bu olanların tek sorumlusu Marksist te kilat ile Yahudiler di. Yalana inandırılan millet, 
vatan hainlerine kar ı aya a kalkacak yegane "tehlikeli davacı" olmak durumundan çıkarılmı  
ve elinden ahlaki hukuk silahları alınmı tı. 
En büyük yalanların daima bir kısmına inanılır. Büyük halk toplulu u, ihtiyari ve  uurlu bir 
ekilde fenalı a atılmaz, fakat kalbinin en derin kö esinin kandırılmasına imkan bırakır. 
Bundan dolayı büyük halk toplulu u, hissiyatının basit sadeli i içinde, küçük bir yalana 
kapılmazsa da, büyük bir yalana aldanır. Genellikle kendili inden küçük yalanlar uydurur, 
buna kar ılık büyük yalanlar uydurmaktan utanır. 
Büyük halk toplulu u böyle bir sahtekarlı ı aklına sı dıramaz, bu i itilmemi  derecede 
terbiyesiz ve sahte açıklamalara inanamaz. Hatta aydınlatılsa bile, yine de  üphelenir ve uzun 
süre tereddüt eder. Ama hiç olmazsa sonunda kendisine sunulan rasgele bir açıklamayı do ru 
olarak kabullenir. 
En adi yalanlar daima bir iz bırakırlar. Bundan aldatma hususunda en yüksek mertebeye 
çıkmı  olanlar, gayet güzel istifade ederler ve bu usulü alçakça kullanırlar. Bu durumu en iyi 
bilenle ı her zaman Yahudiler oldu. Zaten onların hayatları, tek ve büyük bir yalan üzerine, 


yani ırk söz konusu oldu unda, kendilerinin dini bir cemiyeti temsil ettikleri yalanına istinat 
ediyordu. Büyük dü ünürlerden Schopenhaur, büyük bir gerçe i ortaya koyan küçük bir 
cümle ile onları ebediyen te his etmi tir: " Yahudiler yalanın büyük üstatlarıdır ". Bu olagelen 
gerçekleri kabul etmeyen veya bunlara inanmak istemeyen, gerçe in galip gelmesine hiçbir 
zaman katılıp yardımcı olmayacaktır. 
Alman milleti için, uzun zamandan beri hafif bir  ekilde bulunan hastalı ın birdenbire müthi  
bir felaket halini alması adeta sevinç duyulacak bir olay kabul edilebilir. E er bu böyle 
olmasaydı, millet daha yava  yava , fakat muhakkak surette yok olup gidecekti. 
Sonunda hastalık müzmin bir  ekle bürünecekti. Fakat bir çökü ün son noktasında hastalık, 
kendisini bazı kimselere açık bir  ekilde gösterdi, insanın; veremden çok, vebaya daha 
kolayca kar ı koyması bir tesadüf de ildir. Biri ölüm dalgaları halinde etrafa deh et saçar ve 
insanlı ı sarsar. Di eri ise yava  yava  yayılır. Biri korkunç bir korku verirken, di eri a ır 
a ır bir ilgisizlikle son bulur, i te sonuç budur: Bütün kuvveti ile, hiçbir  eyden çekinmeyerek 
vebayı alt etmeye çalı an insan, veremin önüne set çekmek için pek zayıf bir te ebbüste 
bulunur, insan vebaya hakim oldu u halde, vereme boyun e er. 
Millet de bir vücuttur ve bu vücudun hastalıkları da aynı  ekilde cereyan eder. E er hastalık, 
daha ba langıçta bir felaket  eklinde ortaya çıkmazsa, millet a ır a ır ona alı ır ve sonunda 
kurtulu  ümidi kalmadan yok olur gider. Bu ara kader bu yok olma sırasında bir müdahalede 
bulunarak, hastalı a yakalanmı  kimseye mikrobu gösterecek olursa, bu durum pek acı 
olmakla beraber büyük bir mutluluktur. Gerçekten böyle bir felaket defalarca ortaya çıkar. Bu 
durumda, pek büyük bir gayretle derde deva bulmak imkan dahilindedir. Fakat böyle 
durumlarda bile, hastalı ı do urmu  olan derin sebepleri arayıp bulmak ve tanımak gerekir. 
Burada da dikkat edilecek nokta, tahrik edici sebeplerle meydana çıkan karı ıklıklar arasında 
farkları ayırt etmektir. Hastalı a sebep olan unsurlar milli bünyenin içinde ne kadar uzun 
zaman kalmı  ve normal bir  ekilde milli bünye ile birle mi  ise, bu ayrımı yapmak da o kadar 
zor olur. Gerçekten bir süre sonra, mikropların milleti meydana getiren unsurlardan biri veya 
halkın zaruri bir felaket diye tahammül gösterdi i bir  ey olarak kabul edilmeleri pek kolay 
meydana gelir. Bundan sonra i in içindeki yabancı tahrikçiyi aramak lüzumu duyulmaz, i te 
sava tan önce uzun barı  yıllarında, birer felaket olarak kabul edilen birtakım durumlar ortaya 
çıktı. Fakat, bazı istisnalar hariç hiç kimse bunların gerçek sebeplerini aramaya önem 
vermedi. Buradaki istisnalar birinci derecede ekonomik hayata ait olaylardır. Bunlar, herkes 
tarafından di er alanlarda vukua gelen arızalardan daha büyük bir ilgi ile idrak edilir. Birçok 
bozulma olayları meydana çıktı ki, bunun için gayet ciddi mülahazalarda bulunmak gerekti. 
Ekonomik yönden söylenmesi gereken noktalar da  unlardır: Sava tan önce nüfusun artması, 
günlük ekme in üretilmesi konusu bütün siyasi ve iktisadi i leri arka planda bıraktırdı. Bu 
durum gitgide daha kesif bir hal aldı. Maalesef tek bir hal çaresi bulunamadı. Gayeye daha az 
zarar verecek yollardan ula ılaca ı sanıldı. Avrupa'da yeni topraklar elde etmekten vazgeçildi. 
Dünyanın ekonomik yönden fethedilmesi hayaline saplanıldı. Böylece ölçüsüz bir sanayi-
le me hareketine giri ildi. Bunun ilk ve en önemli sonucu köylülerin hayat  artlarının 
bozulması oldu. Köyden  ehre akın ba ladı. Günden güne büyük  ehirlerde proletarya sayısı 
ço aldı. Sonunda köylü- ehirli dengesi tamamen bozuldu, i te bu sırada, zenginle fakir 
arasında korkunç bir ayrılık ba  gösterdi, ihtiyaç ile sefalet koyun koyuna ya adı. Bu durumun 
sonucu çok hazin oldu. i sizlik, insanları avucunun içine aldı. Sonunda sınıflar arasında siyasi 
ba lar koptu, iktisadi geli meye ra men ümitsizlik, daha derin bir hale geldi ve herkes bunun 
uzun süre bu  ekilde devam edemeyece i kararına vardı. 
insanlar, ne olabilece i hususunda açık bir fikre sahip olamadıkları gibi, ne yapacaklarını da 
bilemiyorlardı. Bu kendisini belli e-den büyük bir memnuniyetsizli in en belirli vasıflarıydı. 
Halbuki ba ka olaylar bundan çok daha fena idiler. Milletin aklında ekonomik görü ün hakim 
olması, bu olayları do uruyordu. 


Ekonominin, devlet hakimi ve idarecisi mevkiine çıkması sonucu, para herkesin ibadet etmesi 
ve önünde boyun e mesi gereken bir tanrı oldu. Göklerin Tanrısı gittikçe unutuldu. Sanki O 
ihtiyarlamı  ve vakti geçmi ti de, O'nun yerine Memmon putu saygı buhurdanının 
dumanlarını üflüyordu. Bu sırada esaslı bir piçle me meydana geldi. Bu durum, milletin 
kahramanlı a varacak yüce bir zihniyete her zamankinden çok ihtiyacı oldu u sırada, 
özellikle felaketli bir olay te kil etti. Almanya günlük ekme ini barı çı ve ekonomik çalı ma 
yolu ile sa lamak te ebbüsünden dolayı, bugün de ilse, yarın silaha sarılmak zorunda 
kalacaktır. Paranın saltanatı, maalesef paraya en çok kar ı durması gereken otorite tarafından 
da kabul edildi. Saygıde er imparator, özellikle asil sınıfı kendi maliyesinin bayra ı altında 
topladı ı zaman, feci bir harekette bulunmu  oldu. Buradaki tehlikeyi Bismarck da takdir 
edememi ti. Bunu imparator lehinde kaydetmek gerekir. Fakat bu yola sapmakla, fiiliyatta 
yüksek fazilete sahip kimseler, paranın de erine boyun e mi  oluyorlardı. Çünkü, kan asaleti 
bu yolda yürüyünce, yerini mali asalete bırakmak zorunda kalaca ı pek açık idi. Çünkü mali 
i lemler, sava lardan çok daha kolay ba arılı olurlar. 
Bu durumda gerçek kahraman veya devlet adamı için bankaların adamı olan Yahudilerle 
rasgele münasebette bulunmak pek uygun bir hareket de ildi. Gerçekten kabahatli olan bir 
kimse, kendisine verilen ucuz ni anlara hiçbir önem yakı tıramaz ve bunu te ekkür ederek 
reddetmekten ba ka bir  ey yapamazdı. Fakat kan bakımından bu geli me son derece feci idi. 
Asalet, kendisine hayat veren ırkçı hikmetini kaybetti. Daha çok, çevresinin ço unlu u için 
asalet unvanına layık oluyordu. Ekonomik bozulmanın önemli olayı,  ahsi mülkiyet 
hukukunun yava  yava  da ılması ve genel ekonominin tahviller kanalıyla  irketlerin 
mülkiyetine do ru kayı ıydı. Mülkiyetin bu terk edili i, ücretliler kar ısında ölçüsüz bir oran 
aldı. Borsa ba arı kazandı, a ır a ır ve muhakkak bir surette milletin hayatını himayesine aldı. 
Almanya'nın servetinin uluslararası bir hal alması tahvil usulü ile sa landı. Bu arada Alman 
sanayinin bir kısmı kendim bu akıbete kar ı korumaya çalı ıyordu. Fakat Alman sanayi bu 
mücadelede, istilacı kapitalizm sisteminin, kendisine en sadık orta ı olan Marksizm'le birlikte 
yaptı ı saldırı sonunda yenik dü tü. A ır sanayine kar ı giri ilen mücadele Alman 
ekonomisinin Marksizm tarafından uluslararası hale sokulmasının açık bir ba langıcıdır. Esa-
sen Alman ekonomisi, Marksizm'in ancak devrim sırasında kazandı ı ba arı ile tamamen yok 
edilebildi. Ben bu kitabı yazdı ım sırada, Almanya'nın demiryolu  ebekesine kar ı giri ilen 
genel saldırı, sonunda ba arıya ula tı. Bu demir-.  yolu  ebekesi uluslararası maliyenin a ına 
dü tü. Böylece uluslararası Sosyal-Demokrasi en önemli gayelerinden birine ula tı. 
Alman milletinin ekonomik yönden ufalandı ının en açık delili, sava  sonunda Alman 
sanayinin ve ticaretinin ba ında bulunanlardan birinin, Almanya'nın tekrar dirilmesinin 
ekonomik kuvvetlerle olaca ını iddia etmesidir. Fransa, bu hataya çare bulmak için, ö retim 
müesseselerinin programlarını tekrar hümanist temel üze-    rinde kurarken, bizde millet ile 
devletin payidar kalmaları bir ide-|    alin ölmez nimetlerine de il, ekonomik sebeplere ba lı 
olaca ına t    dair saçma sapan sözler yükseliyordu. Stinnes'in eskiden ortaya attı ı bu 
dü ünceler inanılmayacak derecede bir  a kınlık meydana getirdi. Fakat bu dü ünceleri 
hemen i lediler ve büyük bir süratle bütün  arlatanların a ızlarında nakarat haline getirdiler. 
Kader, devrimden sonra bu herifleri, devlet adamı adı altında Alman milletinin ba ına bela 
etti. 
 
BÖLÜM 10 
Almanya'da sava tan önce çökmeyi hazırlayan en korkunç olaylardan biri de her yönden, her 
eyin ve herkesin üzerine yapılan tel kinle, enerjinin yok edilmesiydi. Herkes kendisini bir 
emniyetsizlik içinde görüyordu. Bu durum kar ısında ortaya çıkan korkaklık da herkesin 
enerjisini yutuyordu. Ö retim müesseseleri de bu hastalı ı  iddetlendirdi. Sava  öncesi 
Almanya'da ö retim inanılmayacak derecede zaaflar gösteriyordu. Bu ö retim sistemi sadece 
saf bir bilgi veriyordu ve nüfus ve kudret mefhumuna pek az ba lı idi. Ferdin karakterinin 


olu umuna pek az önem veriliyordu. Ayrıca sorumluluk ta ımanın verdi i zevkin geli mesine 
dikkat edilmiyordu, iradenin karar verme kudretinin geli mesi de ihmale u ruyordu, i te bu 
usulün kurbanları olan Almanlar için sava tan önce çok bilgili sıfat kullanılıyordu. Biz 
Almanlar seviliyorduk. Çünkü bizden pek çok faydalanıyorlardı. Fakat bize saygı 
göstermiyorlardı. Sebep karakter zayıftı. E er Almanlar milliyetlerini ve vatanlarını 
kaybederlerse buna pek  a mamak gerekirdi. Bu durumu "elde  apka bütün memleket 
dola ılır" darbımeseli gayet iyi ifade etmektedir. 
Bu uyu turucu yumu aklık hükümdarla olan münasebetlere de sirayet edince, sonuç çok 
korkunç oldu. Hükümdara hiçbir zaman "hayır" denmeyecekti. Hükümdarın lütfen 
söylediklerinin hepsi, tasdik edilecekti. Halbuki insan haysiyetinin en hür görünümü hü-
kümdarın huzurunda gerekli ve faydalı olabilirdi. Yapılanların hepsi dalkavukluktu ve 
monar i bu dalkavukluklar yüzünden öldü. Bu rezil ve cıvık herifler, en asil tahtların yanında 
kendilerini çok rahat hissetmi lerdir. Bu adi adamlar her olayda efendilerine tam bir ba lılık 
gösterirlerken, insanlı ın büyük bir kısmına da hakaret ediyorlardı. Hele zavallı topluluklara 
kar ı kendilerim tek monar istler olarak tanıtırlarken, yüzsüzlü ün en büyük örne ini 
veriyorlardı, ister asil olsun, ister olmasın, bu gerçek riyayı ancak bir solucan yapabilirdi, i in 
esası ara tırılırsa, monar inin ve özellikle monar i fikrinin mezar kazıcılarının yine bu herifler 
oldukları görülür. Zaten bir sonuç da çıkmazdı. 
Bir dava u runda harekete geçen kimse, hiçbir zaman sinsi bir dalkavuk gibi faaliyet 
göstermez. Bir müesseseyi kurtarmaya veya onu ilerletmeye karar vermi  olan kimse, bu 
davaya kalbinin bütün lifleri ile ba lanmalıdır. Herhalde, monar inin demokratik dostlarının 
yaptıkları gibi, kapı kapı dola ıp aleyhte birtakım yalanlar söylememelidir. Tersine dava 
adamı, hükümdarı pek ciddi bir  ekilde her  eyden haberdar edecek ve onu ikna etmeye 
çalı acaktır. E er hükümdar bir felakete sebep olacak karara varırsa, onun kendi iradesine 
göre karar vermekte hür kalmasını reddedecek ve bu menfur kararı kabul etmek hakkını 
kendisinde bulmayacaktır. Böyle durumlarda bir tehlike dahi do acak olsa, monar iyi 
hükümdara kar ı korumaya mecburdur. 
Bu te kilatın de eri o sıra ba ta bulunan hükümdarın  ahsına dayanıyorsa, bu müessese akla 
gelenlerin en kötüsü, en berbatıdır. Çünkü hükümdarların sanıldı ı gibi akıl ve hikmete, hatta 
sadece karaktere sahip bir seçkin zümre meydana getirmeleri pek enderdir. Bunun böyle 
olmayaca ım dalkavuklu u kendilerine meslek edinmi  olan kimseler iddia edebilirler. Fakat 
bütün do ru ve namuslu kimseler, böyle bir aptallı ı ayakları ile itmekten bile tiksinirler, i te 
bir devlet için de en de erli olan kimseler bunlardır. Hükümdar söz konusu edilse bile, bütün 
hükümdarların gözünde tarih, tarihtir ve gerçek, gerçekten ibarettir. Asla büyük bir 
hükümdarın  ahsında, büyük bir adama tesadüf edilemez. Böyle güzel bir tesadüf milletlere 
pek az nasip olur. Demek oluyor ki monar i fikrinin de eri ve önemi bizzat hükümdarın 
ahsına istinat ettirilemez. Sadece Allah, tacı Büyük Frederic gibi dahi bir kahramanın veya 
Birinci Guillaume gibi akıllı bir kimsenin ba ları üzerine koyma kararını alır. Bu  ans ise, 
yüzyılda bir meydana gelir, pek ender olarak daha da sık görülebilir. Fakat burada da fikir 
ahsa aittir. Bu te kilatın ruhu, bütünü dü ünülerek meydana getirilmi  bir müessesedir, i te 
bu sebepten dolayı hükümdar bir hizmetkar seviyesine iner. O da artık bir makinenin 
vidasından ibarettir ve makinenin tümüne kar ı bazı görevlerle yükümlüdür. Hükümdar da 
yüksek gerekler kar ısında e ilmek zorundadır. Monar inin tacını ta ıyan hükümdar, kendi ta-
cına kar ı i lenecek cinayetlere göz yumması gereken de ildir. Gerçek monar ist bu  ekil 
davranı tan onu alıkoyacaktır ve alıkoyması gereken adamdır. E er bu müessesenin de eri 
fikirde olmayıp, ne  ekilde olursa olsun taç giymi   ahısta toplansaydı, çılgınlık yapan bir 
hükümdarı dahi tahttan indirmek hakkı bulunmazdı. 
imdiden bu noktayı açıkça meydana koymak gerektir. Günümüzde, ortadan kalkmı  bazı 
olayların gittikçe yeniden sahneye çık tıklarını görüyoruz. Bu olaylar, monar inin 
yıkılmasında ba  rolü oynamı tı, i te  imdi bu herifler yüzleri kızarmadan, yeniden 


hükümdarlarından bahsetmektedirler. Halbuki birkaç yıl önce en mü kül anda hükümdarı terk 
etmi lerdi. Ama bugün kendilerinin yalanlarına katılmayan Almanları, fena kimseler olarak 
damgala maktadırlar. Gerçekte bu korkak adamlar 1918 yılında kızıl pazı bandı görür görmez 
çil yavrusu gibi da ılan ve dört bir tarafa kaçı  anlardı. Hükümdarlarını bırakıp, silahlarını 
derhal bir kenara ata r ak ellerine birer baston alıyorlar, tarafsız boyunba larından korkuyorlar 
ve barı sever burjuvalar gibi etrafta hiçbir iz bırakmadan ortalıktan kayboluyorlardı. Bu 
hükümdarlık  ampiyonları ve  ak akçılar birdenbire yok olmu lardı. Ancak devrim fırtınası 
ba ka heriflerin sayesinde, bunlara yeniden her yerde "ya asın hükümdar!" diye ulumak 
imkanını verecek kadar dindi i zaman, tahtın bu hizmetkarı ve mü avirleri tekrar kendilerini 
ihtiyatlı adımlarla ortaya çıkardılar  imdi yine bu adi herifler hırs ve istek dolu sözlerle etrafı 
kolaçan edip, Mısır'ın so anlarına hasret çekiyorlardı. Hükümdar lehindeki gayretlerini ve 
harekete geçme hırslarını zor zaptedebiliyorlardı. Fakat yeniden kızıl pazubandlar ortalıkta 
görünüp, eski monar i serabı tekrar oluncaya kadar böyle davranacaklar ve sonunda yine köy 
den kaçan sıçanlar gibi da ılıp gideceklerdi. 
Hükümdarlar, bu durumdan bizzat sorumlu olmasalardı, bu günkü  ak akçılarına ra men 
kendilerine acınabilirdi. Fakat bu hükümdarlar  unu bilsinler ki, böyle  övalyeler olursa 
tahtlar kaybedilir, fakat hiçbir zaman bunlarla yeni tahtlar kazanılmaz. Bu sadakat bugünkü 
ö retimimizin hatalarından biri idi. Hatta bu konuda da acı bir intikam aldı. Bu sadakat, aynı 
üzücü olayları bütün saraylarda meydana getirmi  ve monar inin temellerini a ır a ır 
yıkmı tır. 
s
 Bina sallanmaya ba ladı ı sırada ise buna sebep olanlar ortalıktan i kaybolup 
gitmi lerdir. Hiç  üphe yok ki korkaklar ve yüze gülen , herifler, efendileri u runda canlarını 
feda etmezler. Bu hükümdarlar , bu gerçe i hiçbir zaman ö renemediler. Bu eksiklikleri de 
onların • yok olmaları sonucunu do urdu. Bu manasız ö retimden çıkan sonuç, sorumluluk 
korkusu ve hayati konularla ilgilenmek için bile 
bir zaaf te kil etti. 
Bu salgın hastalı ın ba langıç noktası, hiç  üphe yok ki parlamento müessesesi oldu. Çünkü 
bu müessese sayesinde sorumsuzluk mikrobu laboratuarda ürer gibi ço alıp, etrafa yayıldı. 
Böylece hastalık yava  yava  bütün faaliyetlere sirayet etti. En büyük tesirini de devletin 
faaliyetleri üzerinde gösterdi. Her tarafta ve her  eyde sorumluluktan kaçınılmaya ba landı. 
Sadece yetersiz ve yarı tedbirler alındı. Birisi bir sorumluluk alacak olursa, kabul edilen 
sorumluluk en a a ı hadde indirildi. 
Kamu hayatında gerçekten zararlı birtakım olayları ve bu olayların devamlılı ı kar ısında 
bütün hükümetlerin aldıkları tedbir ve vaziyet incelenmelidir. Bu genel adili in korkulacak 
önemi (!) kolayca görülecektir. Gözümüzün önünde duran örnekler yı ını içinden sadece 
birkaçını ele alaca ım. 
Gazetecilikte, basını devlet içinde büyük bir kudret gibi göstermek pek adet olmu tur. 
Gerçekten basının önemi büyüktür ve de erini takdir etmemek hatadır. 
Gazete okuyucusunu üç kısma ayırmak mümkündür: 
1. Her okudu u  eye inananlar. 
2. Hiçbir  eye inanmayanlar. 
j        3. Okudu unu bir tenkit ruhu ile tetkik ettikten sonra bir hükme varanlar. 
Birinci kısma dahil olanlar sayıca en kabarık olanlardır. Halkın büyük bir ço unlu unu içerir. 
Yani milletin fikir bakımından en basit bölümünü temsil ederler. Bunlar do um tarihleri 
itibariyle veya tahsil ve terbiyeleri bakımından dü ünme ve muhakeme kabiliyeti 
, olmayan, basılı olarak ellerine verilen her  eye inanan kimselerdir. 
(
 Bir de bu gruba, muhakeme yapabilecek durumda oldukları halde, dü ünme tembelli i 
dolayısıyla ba ka bir kimsenin daha önce dü ünmü  oldu u herhangi bir  eyi minnettarlıkla 
kabul eden ve o kimsenin bu  ey için gayret sarf etmi  oldu unu zanneden ve do ru olaca ını 
tevazu ile kar ılayan "akıllılar takımı" da dahildir. 


Ço unlu u temsil eden bu kütle üzerinde basının tesiri çok büyüktür. Bunlar kendilerine 
sunulan  eyleri incelemek için istek göstermezler, esasen bir  eyi inceleyebilecek kabiliyete 
de sahip de illerdir. Bu grup ciddi ve gerçe e sadık kalan yazarlar tarafından do ru yol 
gösterilip aydınlatıldıkları takdirde müspet netice alınır. Fakat bu gruba bilgi verenler, rezil 
kimseler veya yabancılar oldu u takdirde bu yayının sonucu zararlı olur. 
ikinci gruba gelince, bunlar sayıca pek büyük bir yekûn tutmazlar. Bu grup önceleri birinci 
gruba dahil olup, daha sonra acı hayal kırıklıklarına u radıkları için kendilerine basılı bir 
metin  eklinde hitap edildi inde hiçbir  eye inanmamaya karar vermi  kimselerdir. Her 
gazetenin içeri i hakkında atıp tutarlar. Bütün gazetelerden nefret ederler. Bu gruba dahil 
olanlara göre, gazetelerin yazdıkları  eyler yanlı  ve yalandan ibarettir. Bu tür kimseleri idare 
çok zordur. Çünkü gerçek kar ısında dahi vesveseli kalırlar. Bu  u demektir ki, olumlu her i  
için bu kimseler kaybedilmi  birer elemandır. 
Üçüncü grup, ikinci gruba nispetle daha da küçük olanıdır. Sayıları çok azdır. Zeki 
kimselerdir. Bunlar, do u tan ve gördükleri e itim sonunda dü ünmeyi ö renmi lerdir. Her 
hususta kendi kafalarınca bir hüküm vermek isterler. Okudukları her  eyi derin bir tetkike, 
etraflı bir dü ünceye ve de erlendirmeye tabi tutarlar. Bir gazeteyi ellerine aldıkları vakit, o 
gazetedeki yazar ile uzun süre zihnen mesai birli i yaparlar. Bunun için yazarın görevi 
zorla ır. Gazeteciler de bu tip okuyucuları ancak ileriyi dü ünerek severler. 
Bir gazetenin yazıları üzerine sıvayıp sundu u budalalıklar, bu kimseler için bir tehlike te kil 
etmez. Onlar, her gazeteyi gerçe i ancak ara sıra yazan bir alaycı adam olarak dü ünürler. Bu 
kimselerin önemi, zekaları bakımındandır, yoksa sayılarından dolayı de ildir. Akıl ve 
hikmetin bir de eri olmayıp, ço unlu un her  ey demek oldu u bir devirde ise bu hal 
felakettir. 
Bu kimselerin, ahlaktan mahrum, cahil, kötü niyet sahibi e itimcilerin ellerine dü melerine 
engel olmak bir devlet görevi ve aynı zamanda birinci derecede sosyal görevdir. Bundan 
dolayı devlet bu gibi kimselerin yeti melerine nezaret etmek ve adi makalelerin yayınına 
engel olmak görevi ile mükelleftir. Bunun içindir ki, devlet balı sini yakından kontrol altında 
bulundurmalıdır. Çünkü basının bu kimseler üzerindeki nüfuzu çok daha kuvvetlidir. Bu da 
geçici bir E  ekilde de il, devamlı tesir yapmasından ilen gelir. Basın o büyük s önemini, 
ö retti i  eyleri devamlı tekrar edebilmesinden kazanır. 
I
1
 Ba ka hususlarda oldu u gibi burada da devlet bütün vasıtaların aynı gayeye hizmet etmesi 
gerekti ini unutmamalıdır ve hükümet "basın hürriyeti" denilen saçma bir sözden dolayı acze 
dü memelidir. Yoksa böyle bir durum; hükümeti, görevini eksik yapma a ve mille -I ti fayda 
gördü ü bir gıdadan mahrum etmeye sevk eder. Hükümet l hiçbir kuvvetin durduramadı ı bir 
azim ve kararla bu e itim vasıta-ı avucunun içine almalı ve onu devlet ile milletin hizmetinde 
bulundurmalıdır. 
Sava tan önceki basın hangi gıdayı sa ladı? Bu basın en i renç bir zehir de il miydi? Bütün 
devletler Almanya'yı yava  yava , fakat muhakkak surette öldürmeyi bir görev kabul ettikleri 
bir sırada Alman milletine barı çılık a ılanmadı mı? Basın milletimizi ahlak dı ı bir 
istikamette terbiyeye yardımcı olmadı mı? Ahlak, örf ve adetler irtica olarak gösterilmedi mi? 
Basın, devlet binasını yıkmak için, tek bir darbe yetecek  ekilde devlet otoritesinin 
temellerine girmedi mi? i Devamlı ele tirilerle ordu a a ılanmadı mı? Genel askerlik 
hizmetine sabotaj yaparak orduya ayrılan tahsisatın reddini istemedi mi? Liberal denilen 
basın, Alman milleti ve imparatorlu u için bir mezar kazıcısından ba ka bir  ey olmamı tır. 
Bu konuda Marksist »•yalancılık hakkında söylenecek bir  ey yoktur. Kedi "dı ardan 
bakıldı ında sanki objektif bir tutum içinde kalarak " için sıçan avlamak , gibi... Onların 
nazarında yalan, bir hayati lüzum ve icaptır. Bunların 
(görevi, Alman milletini uluslararası sermayenin ve bu sermayenin 
:
 sahipleri olan 
Yahudilerin esaretine sokmak için milletin belkemi ini kırmaktır. Milletin bu toptan 
zehirlenmesi hareketine kar ı, devlet hiçbir te ebbüste bulunmadı. Birkaç gülünç tesirsiz 


kararname Ve pek  iddetli bazı kötülüklere kar ı birkaç basit ceza ile yetinildi. Bazen 
müdahale ederek, bazen basının de eri ve önemi teslim edilerek bu belanın sevgisini 
kazanmanın mümkün olaca ı sanıldı. Fa--    kat bütün bu saçmalıklara Yahudiler tebessümle 
kar ılık verdiler ve JV sinsi bir te ekkür ile borçlarını ödediler. Devletin bu miskinli inin ve 
aczinin sebebi bu tehlikenin anla ılmamı  olmasında de ildi. Sebep, insanı delirtecek 
derecede bir korkaklıkla alınan karar ve tedbirlerden do an zaaftı. Kesin ve köklü tedbirlere 
ba vurmaya kimse cesaret edemiyordu. Sadece göstermelik tedbirlerle, güya bir  eyler 
yaptıklarını sandılar ve yılanın kafasını ezecekleri yerde onu  iddetle tahrik ettiler. Sonuç, 
eski durum de i medi i gibi, ezilmesi gereken müessesenin kuvvetinin yıldan .yıla artması 
oldu. 
O zamanki Alman hükümetlerinin, milleti yava  yava  zehirleyen ve kayna ı Yahudi olan 
basına kar ı kendini savunması için açtı ı sava  kararsız ve özellikle bir gayeden yoksun idi. 
Gerek bu mücadelenin öneminin takdiri, gerek vasıtaların seçilmesi ve sa lam bir plan 
yapılması hususunda bilgiler eksikti. Her kafadan bir sürü ses çıkıyordu. Bazen çok ileri 
gittiklerini hissettiklerinde, herhangi bir gazeteciyi hapse atıyorlardı. Fakat bu tedbir birkaç 
haftalık veya birkaç aylık bir i ti. Yılan yuvasının eski hali ile ortada durmasına hiçbir  ey 
söylenmiyor ve yapılmıyordu. Hiç  üphe yok ki bu durum, bir yandan Yahudilerin kurnazca 
davranı larının, öte yandan koca bir budalalı ın sonucu idi. Yahudi, basının tamamına hücum 
edilmesine müsaade etmeyecek kadar akıllıydı. Marksist gazeteler, halkın kutsal saydı ı her 
eyin aleyhinde en kaba bir  ekilde sava  açarlarken, en adi ve pis bir dille devlete ve 
hükümete saldırarak, milletin çe itli parçalarını birbirlerinin aleyhinde kı kırtıyorlardı. Bu 
sırada burjuva-dernokrat Yahudi gazeteleri de  iddetli sözlerin hepsinden kaçınmaya gayret 
ediyorlardı. Gerçekte bu Yahudi gazeteler, bo  kafaların ancak dı  görünü e bakarak hüküm 
verdiklerini, her  eyin de erim içeri i ile de il de, sadece dı ardan gördükleri ile ölçtüklerini 
biliyorlardı. Yahudi basını, kendisine saygı ve riayeti insanlı ın bu zaafından faydalanarak 
sa lıyordu. 
Bu adamlar için Frankfurt Gazetesi ciddi ve haysiyetli gazete i-di. Bu gazete hiçbir zaman adi 
tabirler kullanmaz, maddi sertlik ve  iddetlerin aleyhinde bulunur ve daima mücadelesini 
aklın silahları ile yapardı. Fakat ne garipti ki, bunlar akıldan en çok yoksun olanların tercih 
ettikleri silahlardı. 
Bu adamlar için Frankfurt Gazetesi ciddi ve haysiyetli amacın derin anlamını anlayacak 
duruma yükseltmeden öylesine bir ilim ile tanı ık halde bırakan yarım ö retimdi. E yanın 
derin anlamını anlayabilecek seviyeye çıkmak için sadece gayret ve iyi niyet bir i e yaramaz. 
Burada akıl da gereklidir, hem de do u tan kazanılmı  bir akıl... En son ilim daima derin ve 
tabii sebeplerin sonucudur.  imdi bu anlattıklarımı biraz açıklayayım. 
nsan hiçbir zaman, tabiatın hakimi olmak gayesine gerçekten eri ti ine inanmak gibi 
bir hata i lememelidir. Yarım ö retimin verdi i gurur böyle bir hata i lemeye fırsat hazırlar. 
Tam aksine tabiatın hakimiyetinin gere ini ve zaruretini idrak etmek ve kendi hayatının, 
yükselmek için gereken, o ebedi kavga ve gayret kanunlarına ne kadar ters dü tü ünü anlayıp, 
bilmelidir, i te o zaman, gezegenlerle güne in elips  eklinde yol takip ettiklerini, ayın ve 
yıldızların döndüklerini, kuvvetin her tarafta ve tek ba ına zayıfı ezerek hakim oldu u ve 
zayıfı kendi hizmetim gördürmeye zorladı ı veya parçalayıp da ıttı ı bir dünyada, insanın 
özel kanunlara ba lı olmayaca ını hissedecektir, insan da bu en büyük akıl ve hikmetin 
sonsuz prensiplerinin hakimiyeti altındadır, insan bunları anlama a te ebbüs edebilir, fakat 
bunlardan kurtulmaya hiçbir zaman muvaffak olamayacaktır. 
Yahudi özellikle bizim fikir sapıkları için, fikir gazeteleri yayınlar. Franfurter Zeitung ile 
Berliner Tageblatt bu tip gazetelerdendir. Bunların ifade biçimleri özel okuyucularına göre 
ayarlanmı tır. Bu fikir basım, bu insanlar üzerinde tesirli olur. Dı ardan bakıldı ında çok 
münasebetsiz gibi görünecek bütün  ekillerden kaçınırlar, ama bu gazeteler okuyucularının 
kalplerine ba kalarından aldıkları zehirleri akıtırlar. Ahenkli yazılarla okuyucuyu sadece saf 


ilmin veya yüksek ahlakın kendilerim harekete getiren kuvvet oldu u kanaati ile aldatırlar. 
Halbuki, gerçek böyle de ildir. Onlar bu vasıta ile, rakibinin elinden basına muhtaç oldu u 
silahı çekip almak için hile ve deha dolu usule ba vurmaktadırlar. 
Gerçekte bazıları zorla ciddiyet ve a ırba lılı ı yaymaya çalı ırlarken, bütün ahmaklar buna 
pek kolay kanarlar. Çünkü di erleri tarafından söz konusu edilen tek  ey hafif ihtiraslardır ve 
bunlar hiçbir zaman basın hürriyetine tecavüz de ildir. Halka yalan söylemek ve yalana 
inandırmak, onu zehirlemek için istifade edilen ve herhangi bir cezadan masum kalan usulün 
uygulanmasına basın hürriyeti denir. Devlet adamları di li basını aleyhlerine çevirmek 
korkusu ile bu haydutlu a kar ı gelmekten çekinirler. Bu çekinme de pek haklıdırlar. Çünkü 
bu adi gazetelerden birine kar ı gelinecek olsa hemen di erleri onun tarafını tutarlar. Yalnız 
bu gazetenin mücadele usulünü onaylamazlar. Onlar için söz konusu olan  ey sadece basın 
hürriyetinin ve fikrinin, açıkça söz söyleme prensiplerinin müdafaası ve yayılmasından 
ibarettir. 
i te bu haykırmalar kar ısında en kuvvetli kimseler zayıflarlar. Çünkü bu kampanya sadece 
büyük gazeteler tarafından açılır. 
. i te böylece bu  artlar içinde geli en bu zehir, hiç kimsenin kar ı koymasına fırsat vermeden 
milletimizin kanında akıp gitti. Devlet de bu hastalı a kar ı kuvvetli olamadı. Daha önceden 
kendisini hissettirmi  olan imparatorlu un çökü  tehlikesi için kullanılan çarelerin gülünç ve 
yetersiz oldukları derhal belli oluyordu. Her silahla kendisini korumaya kalkan bir müessese, 
artık kendisini kapıp koyvermi  demektir. Her sınıf, iç bozulmanın açık bir i aretidir. Dı  
yıkılma er geç bunu takip edecektir. 
Ben öyle tahmin ediyorum ki, bugünkü nesil gayet iyi sevk ve idare edilirse, bu tehlikeye 
kolayca kar ı konacak ve engel olunacaktır. Günümüzün nesli öyle olaylardan geçti ki, bu 
olaylar henüz bozulmamı  olanların sinirlerinin kuvvetlenmesine yardım etti. Hiç  üphe 
edilmesin ki Yahudilerin çok sevdi i yuvaya bir el atıldı ı, bu el koyma ile basın rezaletlerine 
son verildi i ve bu kapsamlı e itim vasıtası devletin hizmetine sokuldu u, millete yabancı ve 
dü man olan kimselerin nüfuzlarından kurtarıldı ı zaman, bu gazetelerde yine büyük bir 
feryat kopacaktır. Fakat bu; biz gençlere, eskiden babalarımıza oldu undan daha az bir sıkıntı 
verecektir. Otuz santimetre boyundaki bir obüs, daima bir Yahudi yılanının çaldı ı ıslıktan 
daha kuvvetli ses çıkarır. Öyle ise bırakalım onları ıslık çaladursunlar... 
imdi verece im örnek sava tan önceki Alman hükümetinin milliyet için en önemli hayati 
konulardaki yetersizli ini ve aczini bir kere daha ortaya koyacaktır. Siyaset, örf, adet ve ahlak 
yönünden halkın kirletilmesine paralel olarak ve aynı  iddette bir ba ka zehirlenme olayı 
daha, birçok yıldan beri milletimizin fertleri üzerinde meydana geliyordu. Frengi ile verem 
adeta yarı  halinde idi. Frengi büyük  ehirlerde gittikçe  iddetini arttırıyordu. Verem ise 
memleketin dört bir tarafında bir orak gibiydi, yakaladı ım biçiyordu. Frengiye kar ı, devletle 
beraber halk da teslim oldu. Ciddi bir  ekilde mücadele gerekiyordu.  üpheli bir ilacın 
yapılması ve kullanılması, bu salgına kar ı hemen hemen tesirsiz kalırdı. Zahiri olayları orta-
dan kaldırmaktan çok, sebeplerle mücadele etmek daha do ru olurdu. Sebep, birinci derecede 
a k ve fuh a dayanmaktadır. Fuhu  f frenginin o korkunç yayılma sonucuna sebep olmasa 
bile, millet için yine zararlıdır. Çünkü ahlak dü künlü ü bir milleti a ır a ır ve tamamen 
tahrip için yeterlidir. 
Manevi hayatımızın Yahudile tirilmesi ve çiftle me tatbikatının [bir para meselesi  ekline 
çevrilmesi zürriyetimiz üzerinde er geç zararlı olacaktır. Tabii bir histen do mu  sıhhatli bir 
çocu a kar ılık, ameli sahada, mali bir muameleden dünyaya gelmi  mahsuller ortaya 
çıkacaktır. Bu mali muamele Alman milletinin izdivaçlarına git-1 tikçe hakim olacaktır. A k 
iddetle hüküm sürüyorsa da bu ba ka ilerde oluyordu. 
Bu konuda da tabiatla bir süre alay etmek pek tabii mümkün-
!
'dür. Fakat intikam er geç gelir 
ve kendim bir süre sonra gösterir ve-insan ate  bacayı sardıktan sonra bunun farkına varabilir. 


Evlenmenin normal ilk  artlarının daima takdir edilmemesinden çıkan sonuçların ne kadar 
tahribe sebep oldu unu, bizim asaletimize bakarak görmek kolaydır. Burada bir ço almanın 
kısmen kibar hayattan do an zorlama üzerine, kısmen de mali sebepler üzerine istinat eden 
sonuçları de erlendirilir. Bunlardan biri kanın zayıflamasına, di eri de zehirlenmesine sebep 
olur. Çünkü ma azalarda tezgahtarlık yapan Yahudi kızları ve kadınları, son Altes'in 
zürriyeti-' ni sa lamaya ve devam ettirmeye ehil sayılırlar ve bununla bir Alteslili in her 
eyine sahip olurlar. Her iki halde de bundan tam bir Soysuzla ma hasıl olur. Burjuva sınıfı 
bugün aynı yol üzerinde yürümektedir. O da aynı sonuçla kar ıla acaktır. 
Ho  olmayan gerçeklerin önünden kayıtsız bir  ekilde geçip gitmek için acele ediliyor. Sanki 
böyle davranılırsa, var olan bir  eyi yok etmek mümkün olacakmı  gibi dü ünülüyor. Ama, 
büyük  ehir halkının a k hayatında fuhu  geni  bir yer almakta ve bu yüzden frengi salgını 
gittikçe artarak sayısız kurbanları yutmaktadır. Bu gerçek inkar edilemez, olaylar ortadadır. 
Bu toplam bula manın açık örneklerinin bir kısmı akıl hastanelerinde, di er bir kısmı da ne 
yazık ki çocuklarımızda görülmektedir. Evet özellikle çocuklar, cinsi hayatımızda bu korkunç 
hastalı ın devamlı yayılı ının açık delilleridir. Çocukların hastalıklarında anne ve babaların 
rezaletleri ortaya çıkmaktadır. 
Buna hal çaresi bulmanın çe itli yolları vardır. Bazı kimseler hiçbir  ey görmezler veya hiçbir 
ey görmek istemezler.  üphesiz bu  ekil davranı , en basit ve en iktisadi bir vaziyet alma 
usulüdür. Bazıları da gülünç oldu u kadar, yalan olan bir solu un kutsal örtüsü ne bürünürler. 
Bütün konularda sanki büyük bir günahtan bahsediliyormu  gibi konu urlar ve her  eyden 
önce, yakalanan günahkar aleyhinde en büyük nefretlerini belirtirler. Sonra da yobazca bir 
nefret içinde, bu dinsiz hastalı a kar ı gözlerini kaparlar ve Sodome ve Gamore'nin üzerine 
kükürt ve zift ya dırarak bu utanmaz insanlı a yeni bir ibret dersi vermesi için Tanrı'ya dua 
ederler. 
Nihayet üçüncü kısma dahil olanlar, bu salgının bir gün sebep olaca ı sonuçlan pek açık 
olarak görürler. Fakat omuzlarını silkerler. Tehlikeye kar ı koyamayacaklarım sanırlar. Öyle 
ki, olayları kendi haline bırakmak fikrine inanırlar. 
in do rusu aranırsa, bütün bunlar rahat ve basittirler. Fakat  u unutulmamalıdır ki, 
millet bu kadar rahat gidi in kurbanı olacaktır. Ba ka milletlerde de bunun böyle oldu u 
eklindeki bahane, pek tabiidir ki bizim çökü ümüzde hiçbir  eyi de i tirmez. Nedense 
ba kalarının da aynı kötülük içinde olduklarını bilmek, birçok ki ide kendi acılarını 
hafifletmeye yetmektedir. Fakat o zaman da, hangi kuvvetin kendili inden ilk ve yalnız olarak 
bu salgına kar ı gelece im ve hangi milletlerin bu yüzden yok olup gideceklerini bilme 
meselesi ortaya çıkar. Bu da ırkın de eri hakkında bir ölçüdür. Felakete gö üs geremeyen ırk 
ölecek, yerini daha kusursuz veya daha sa lam ve kar ı koymaya daha kabiliyetli ırklara 
bırakacaktır. Bu konu her  eyden önce gençlikle ilgilidir, babaların günahları onuncu nesle 
kadar gençlerden intikam alır. Bu gerçek, kan ve ırk aleyhinde bir suikasttan ibarettir. 
Kan ve ırk aleyhindeki günah, dünyamızın ilk i lenen günahıdır ve bu günaha kendini terk 
etmi  bir insanlı ın sonunu gösteren bir i arettir, i te bu konuda sava tan önceki Almanya'nın 
durumu pek esef verici oldu. Bu frengi hastalı ının büyük  ehirlere yayılmasını önleyecek ne 
gibi tedbir alındı? Salgını önlemek ve a k hayatımızın bu "mammonisation" unun üstesinden 
gelmek için ne yapıldı? Halkın frengiye yakalanmaması için yapılan çalı malardan ne sonuç 
alındı? Olması muhtemel  eyler, bir bir sayılırsa, bu soruların cevapları da kendili inden 
verilmi  olur. 
Önce bu i i hafife almamak gerekir. Birçok nesillerin saadet ve felaketlerinin bu 
konuda alınacak tedbirlere ba lı oldu unu anlamak  arttır. Bu konunun milletimizin gelece i 
ile yakından ilgili oldu u bilinmelidir, î te böyle dü ünülürse, radikal tedbirler almak VC 
radikal müdahalelerde bulunmak zorunlulu u do ardı. Her  eyden önce milletin bütün 
fertlerinin dikkatleri, mücadelenin önemi ile beraber korkunç tehlikenin üzerine çevrilmeliydi. 
Hiç  üphe yok ki, gerçekten kesin ve tahammül edilmesi pek zor olan mecburiyetlere herkes 


uyduktan sonra, alınacak tedbirlere, gerçek bir kurtulu  hassası vermek mümkün olur. Fakat 
bunun için konuyu kuvvetli ve «çık bir  ekilde ortaya koymak ve buraya çevrilecek dikkatleri 
da ıtacak olan günlük konuları bir yana itmek gerekir. Dı ardan bakıldı ında sa lanması 
imkansız gibi görünen tedbirleri ve en çetin görevleri yerine getirmek lazımdır. Halkın bütün 
dikkati aynı konulun üstünde toplanmalı ve sanki ölüm kalım meselesi gibi görünen bu 
davanın çözümlenmesi gere i herkese kabul ettirilmelidir. Ancak böyle hareket edilirse bir 
millet kendi arzusu ile büyük zorluklara katlanmaya kabiliyetli hale getirilebilir. 
Bu prensip yüksek gayelere ula mak durumunda bulunan kimseler için de geçerlidir. Böyle 
bir durumda olan bir kimse de göreve ancak büyük parçalar halinde giri melidir. Bu kimse 
bütün çabasını [•' görevinin belirli bir bölümü üzerinde teksif etmelidir. Bu durum, görev 
layıkıyla yapılıp bitirilene kadar devam etmeli ve sonra gayenin di er parçalarına 
geçirilmelidir. E er dava adamı yürüyece i ve fethedece i yolu böyle birbirinden ayrı 
bölümlere parçalamazsa ve bu bölümlerin her birini büyük bir ba arı ile çözümlemek için, bü-
tün kuvvetini bir noktaya toplamak metodundan ayrılırsa, günün birinde muhakkak yolunu 
kaybedecektir. Hedefe do ru tırmanmak için pek büyük enerjilerin devamlı olarak sarf 
edilmesi gerektir ve hiç  üphe olmasın ki bu tip çalı ma bir sanattır. Hedefe giden yolun 
zorluklarını adım adım a mak ve hiç dü ünmeden bu zorlukların üzerlerine saldırmak için 
faaliyet gösterilmesi gerekir. Komuta mevkiinde bulunan kimse, halka, ula ılacak ve 
fethedilecek olan ana hedefin bir bölümünü tek hedef diye tanıtmaya, insanlara dikkatlerini 
vermeye layık biricik gaye olarak göstermeye ve bu nokta ele geçiri lir geçirilmez di er 
bölümler üzerinde de ba arının do aca ını anlatmaya muvaffak olmalıdır, i te insanın hayat 
ve mesle inin bu kadar zor bir parçasına hücuma geçmesi için gerekli ilk  art budur Yoksa 
halkın büyük bir kısmı çok çabuk yorulur, görevinden  üpheye dü er ve bütün bunları hiçbir 
zaman görü  sahası içine alamaz. Bunlar hedefi bir dereceye kadar gözlerinde saklayabilirler. 
Fakat gözlerinin önündeki yola ancak küçük parçalarla bakabilirler-Tıpkı yolculuklarının son 
noktasını bilen, fakat bitip tükenmez yolun üstesinden daha iyi gelebilmek için onu parçalara 
ayırıp azimli adımlarla seyahatinin beklenen hedefim kendisi görüyormu çasına yol alan 
yolcuların durumları gibi... Açıkça söyleyelim ki, bu kimseler ancak bu  art altında 
niyetlerinden vazgeçmeden yol alabilirler. 
i te bu  ekilde, bütün propaganda vasıtalarının i tirakiyle, frengiye kar ı mücadele konusu 
milletin görevi gibi gösterilebilirdi. Bu maksat için imkan dahilinde olan bütün çarelere 
ba vurarak, frenginin, felaketlerin en korkuncu oldu unu herkesin kafasına sokmak gerekirdi. 
Bu faaliyete, bütün bir milletin gelece inin veya yok olup bitmesinin, bu konunun 
çözümlenmesine ba lı oldu u kanaati uyandırılana kadar devam etmek gerekirdi. Ancak, 
uzun bir hazırlıktan ve gerekirse yıllarca çalı tıktan sonra, bütün bir milletin dikkati ve bu 
dikkatle beraber azim ve bilinci yeter derecede uyandıra-bilinirdi.  te bundan sonra da büyük 
feragatler isteyen gayet a ır tedbirlere ba vurmak mümkün olurdu. Bunlar yapılırken halk 
topluluklarının iyi niyetlerinin birdenbire yok olması veya tedbirlerin gere inin anlatılmaması 
gibi bir durumla kar ıla ılmazdı. 
Hakikaten bu korkunç salgının üstesinden gelebilmek için görülmemi  ve i itilmemi  
derecede fedakarlıklara, çok büyük çalı malara katlanmak gereklidir. Frengiye kar ı 
mücadele, fuh a, batıl fikir ve inanı lara, eski adetlere, salgının ortaya çıktı ı zamana kadar 
makbul sayılan nazariyelere ve bu facianın önemini kabul etmekle beraber bazı çevrelerin 
gösterdi i so uklu a kar ı sava mayı gerektirmektedir. Bunları ister hukuki, ister ahlaki bir 
temele dayanarak yıkmak için birinci  art, gelecek nesillere genç ya larda evlenme im-
kanlarını sa lamaktır. 
Fuhu  insanlı a kar ı bir tahriktir. Fuh u, ahlak konferansları ve hukuki bir iyi niyet gösterme 
ile önlemeye imkan yoktur. Fuh un önlenmesi ve tamamen ortadan kaldırılması daha önce 
bazı  artların ortadan yok edilmesi ve bazı yeni  artların da yaratılması ile mümkündür. Bu 


artların ilki, insan tabiatının ve özellikle her erke in ihtiyacına tekabül eden bir erken 
evlenme imkanının sa lanmasıdır. Bu konuda kadın ancak basit bir rol oynar. 
insanların ne kadar saçma konu tuklarının ve içlerinden ne kadarının akılsız olduklarının en 
güzel örne i, sosyeteye mensup annelerin, kızları için "görüp geçirmi " bir damat bulunursa 
çok memnun olacaklarına dair söyledikleri sözlerdir. Bu tip görmü  geçirmi  erkekler ise 
nadir de ildir, i te böylesine bir damatla yapılan izdivaçtan meydana gelen çocuk da, bu akla 
ve bu dü ünceye uygun bir yaratık olacaktır. 
Ayrıca zürriyette bir tahdit meydana geldi i ve tabiat tarafından her çe it seçme hareketine 
engel olundu u dü ünülecek olursa, böyle bir te kilatın niçin devam etti ini ve hangi gayeye 
yardımcı oldu unu bilmek bir mesele olup çıkar. Bu da bizzat fuhu  de il midir? Gelecek 
nesiler bu konuda artık rollerini yapmıyorlar mı? Yoksa böylesine canice ve dü üncesizce en 
son tabii hakkı ve en son tabii görevi ihlal etti imizden dolayı, çocuklarımızdan ve torunları-
mızdan bizim omuzlarımıza ne kadar lanet yüklenece i idrak edilmiyor mu? i te medeniyet 
kuran ırklar böyle çökerler ve yava  yava  ortadan silinirler. 
Gerçekte izdivaç bile bir gaye olarak dü ünülemez. Evlenme insanları daha büyük bir gayeye, 
ırkın ço alması ve bekasını hedef alan bir gayeye götürmelidir. Evlenmenin yegane manası ve 
görevi budur. 
Bu böyle bilindikten ve kabul edildikten sonra erken evlenmenin uygun olup olmayaca ı, 
görevini yerine getirmesi ile de erlen-dirilebilinir. Erken izdivaç genç aileye kusursuz ve 
sa lam bir zürriyet yeti tirmesine imkan temin eden kuvveti vermesi bakımından uygundur. 
urası vardır ki, erken evlenme, önceden sosyal tedbirler alınmadan yapılmamalıdır. Tedbir 
alınmazsa erken evlenme akla dahi getirilmemelidir. 
i te bu küçük dava, sosyal yönden birtakım kesin tedbirlere ba vurulmadıkça çözümlenemez. 
Sosyal oldu u söylenen Alman Cumhuriyeti mesken konusunu halletmekte acz gösterir ve 
sadece bu yüzden evlenmeleri tahdit ederse, fuh u te vik etti i açıkça görülerek bu davaların 
önemi anla ılır. Ailelerin beslenmeleri sorunla rina gerekti inden az önem verilmesi ve 
ücretlerin da ıtılı   ekli, ço u zaman evlenmeye engel te kil eden bir husustur. 
Fuhu la mücadele edebilmek için evlenmenin küçük bir ya ta imkan dahiline sokulması 
gerekir. Bu da ancak sosyal  artlarda önemli de i iklikler sayesinde olabilir. Ayrıca, terbiyede 
tahsil ile fiziki geli im arasında bir uzla ma sa lanmalıdır. Bugün lise denilen  ey, eski 
modeline meydan okuma müessesidir. Bizim ö retimimizde sa lam bir fikrin, ancak uzun 
zaman dayanıklı bir vücutta kalabilece i tamamen unutulmu tur. Bazı istisnalar dikkate 
alınmazsa, bu düsturun do rulu u halk topluluklarına bakıldı ı zaman anla ılır. 
Gün oldu ki sava tan önceki Almanya'da bu gerçe e hiç önem verilmedi. Bütün günahları 
buna yüklemekle yetiniyorlardı. Zihinleri tek yönlü olarak aydınlatmakla milletin bütünlü ü 
garanti altına alınmı  sanılıyordu. Bu hatanın cezası, tahmin edildi inden çok önce çekildi. 
Komünizmin faaliyet sahası olarak, açlıktan veya uzun süre az gıda almaktan dolayı çökmü  
bir halk toplulu unu seçmesi bir tesadüf de ildir. Bu komünizm için elveri li olan çevreler 
Almanya'nın merkezinde, Saksonya'da ve Ruhr Havzası'ndaydı. Bütün bu yerlerde 
Yahudilerin yaydı ı bu hastalı a kar ı, akıl denilen  eyin hemen hiçbir ciddi mukavemetine 
rastlanmıyordu. Bunun da tek sebebi, zekanın tamamen maddi olarak fesada ve ahlaksızlı a 
u ramı  olmasıydı. Bu durum da sıkıntı ve güçlüklerden ziyade, ö retim sistemimizden ileri 
geliyordu. Dü ünce gücü yerine, yumru un kesin sonucu tayin etti i bir sırada, fikri terbiye 
ve geli menin yok edilmesi, yüksek sınıf mensuplarımızı hakim olma ve geli me 
yeteneklerinden yoksun bıraktı. Esasen  ahsi korkaklı ın ilk sebebi çok zaman, vücuttaki 
eksikliklerden ileri gelir. 
Sırf fikri bir e itimin ifrat dereceye vardırılması ve fiziki terbiyenin terk edilmesi, genç 
çocuklarda, cinsi tezahürlerin do masına ve tahrikine sebep olur. Spor ve beden terbiyesinin 
çelik gibi sertle tirdi i genç, evden dı an çıkmayan, devamlı  ekilde fikri gıdalarla a ırı 
derecede beslenen gence kıyasla,  ehvani ihtiyaçları çok daha az duyar. Akla uygun gelen 


terbiye  ekli,  u hususu dikkate almalıdır. Sa lam bir gencin kadından bekleyece i 
memnuniyet, ahlakı bozuk zayıf bir adamın kadından bekleyece i memnuniyetten ba ka türlü 
olacaktır. Bütün terbiye gencin, serbest zamanlarında bedenini faydalı bir  ekilde takviye ve 
geli tirmek olmalıdır. Gençlerin, haylazlık etme e, sokak ve sinemaları kendi öz varlıkları ile 
doldurmaya hakları yoktur. Çalı ma süresi bittikten sonra Vücudu kuvvetlendirmek gerekir. 
Vücut, hayatın günün birinde onu yumu amı  olarak bulmaması için çelik gibi sertle melidir. 
Gençli i terbiye edenlerin en kutsal görevleri, bu çelik vücutlu gençleri gelecek için 
hazırlamak ve onları sevk ve idare etmekten ibarettir. Ö retim görevlilerinin i i sadece akıl ve 
hikmet telkin edip, ilim ö retmek de ildir. "Kendi vücudu ile me gul olmak herkesin  ahsına 
ait bir i tir." fikri zihinlerden sökülüp atılmalıdır. Hiç kimse zürriyetinin ve bunun neticesi 
olarak milletinin zararına günah i lemek hürriyetine sahip de ildir. 
Beden terbiyesi ile beraber, ruhun ve maneviyatın zehirlenmesine kar ı da mücadele 
edilmelidir. Bizim dı  hayatımızın tamamı 
;
 sanki bir kı  bahçesinde geçer. Burada cinsi 
tezahürler ve tahrikler filizlenir. Sinema ve tiyatrolarımıza bir göz atalım. Buralarda özellikle 
gençli in ihtiyaç duydu u gıdalara asla tesadüf edilmez. Bu inkarı imkansız bir gerçektir. 
Sinema binalarının vitrinlerinde, ilan duvarlarında en adi vasıtalara ba vurarak, halkın dikkati 
çekilmek istenir. Bu  ehvet dolu hava, gençlerin üzerlerinde birtakım tahriklere sebep olur. 
Halbuki gençlerin içinde bulundukları devre böyle  eylerle kar ıla mamaları gereken bir 
devredir. Bugünkü ö retim sisteminin ise gençli e pek az memnuniyet verici faydaları 
olmaktadır. Vaktinden evvel olgun duruma gelen gençler, vaktinden evvel ya lanmaktadırlar. 
Mahkemelerden kulaklarımıza birtakım olaylar aksediyor. On dört ve on be  ya larındaki 
çocuklarımızın manevi hayatları hakkında korkunç ve kötü manzaralarla kar ıla ıyoruz. Daha 
o ya ta frenginin kurbanı olunursa, buna kim hayret eder? Vücutları zayıf, dü ünme güçleri 
çürümü  birçok gencin, büyük  ehirlerin fahi eleri tarafından izdivaç sırrına erdirilmi  
olduklarını görmek, bir sefalet de il de nedir? Hayır hayır! Fuh u kaldırmak isteyen, önce 
fuh a sebep olan ahlaki bozuklukları bertaraf etmelidir. 
Büyük  ehirlerdeki medeniyetin ahlaki vebası olan pislik yuvaları, hiçbir  ey gözetmeden ve 
çıkarılması muhtemel feryatlara kapılmadan kaldırılmalıdır. Gençlik bugün içine battı ı 
bataklıktan çekip çıkarılmazsa orada bo ulup yok olacaktır. Bu durumu görmek istemeyen bir 
kimse, hiç  üphe yok ki, gelecek nesillere istinat ettirilen atimizin yava  yava  fuh a gark 
olmasındaki suça i tirak et mis demektir. Bu temizleme hareketi medeniyetimizin hemen her 
alanına yayılmahdır. Tiyatro, sinema, edebiyat, güzel sanatların di er kolları, basın, duvar 
ilanları, sergiler medeniyetin ve devletin prensibi olan ahlaki bir fikrin hizmetine verilmelidir. 
Dı  dünyamız, modern egzotizmin bo ucu kokusundan ve her türlü sofuca ve ikiyüzlülükten 
kurtarılmalıdır. Bütün bu hususlar hakkında gaye ve takip edilecek yol, milletimizin fizik ve 
ahlaki sıhhatini korumak olmalıdır. Ferdi hürriyete tanınan hak, ırkı kurtarmak görevi 
kar ısında ikinci planda kalır. 
i te ancak bu tedbirler alındıktan sonra, bizzat salgın hastalıkla mücadele, biraz ba arı ümidi 
ile idare edilebilir. Fakat burada da yarım tedbirler bir i e yaramaz. En a ır ve en kesin 
tedbirlere ba vurulmalıdır, iyi olma ümidini kaybetmi  hastalara, henüz sa lam bulunan 
hemcinslerine hastalık bula tırabilme imkanını vermek büyük hata olur. Bu  ekil hareket, bir 
ahsa fenalık etmemek için yüz ki inin ölmesine göz yummak cinsinden bir davranı tır. 
Frengililer için, frengili çocuk yeti tirmek imkanını vermemek, akla uygun en do ru i i 
yapmak demektir. Bu hareket bir esasa göre ve gere i gibi yapıldı ı takdirde, insanlı a kar ı 
en yüce hislerle hizmet edilmi  olur. Böylesine bir hareket milyonlarca bedbahtı acılardan 
korur ve bizi yava  yava   ifaya kavu turur. Bu yolda yürüme kararı, bütün zührevi 
hastalıkların a ır a ır yayılı ına bir set olacaktır. Çünkü gerekirse,  ifa bulmaları imkansız 
hastaların tecridine karar verilecektir. Frengi felaketine u ramı  bir kimse için bu barbar bir 
tedbirdir. Fakat bu tedbir sayesinde günümüzdeki ve gelecekteki nesiller kurtarılmı  olacaktır. 
Bir asrın geçici acıları, gelecek asırları felaketlerden kurtarabilir ve kurtarmalıdır. 


Frengi ve onun vasıtası olan fuh a kar ı mücadele insanlı ın en büyük görevlerinden biridir. 
Çünkü burada tek ve dar çevreli bir meselenin halli de il, birbirini takip eden olaylar 
dolayısıyla o salgın hastalı ı meydana getiren bütün bir fenalıklar serisinin yok edilmesi söz 
konusudur. Vücudun bu yarası, sosyal, ahlak ve ırki içgüdülerin do urdu u bir hastalı ın 
sonucudur. E er bu mücadele tembellik, sünepelik veya korkaklık yüzünden yapılmayacak 
olursa be  yüz yıl sonunda milletlerin ne hale gireceklerini  imdiden hayal etmek 
mümkündür. Tabiatın yaratıcısı ile alaya kalkı madan hiçbir fert için Tanrı'nın hayali oldu u 
söylenemeyecektir. Eski Almanya bu salgına kar ı acaba ne  ekilde kar ı koymu -IU? 
Yapıları bütün i  sakin bir kafa ile incelendi inde, insanı  a ırtan >bir cevap alınır. Gerçi 
hükümet çevrelerinde bu hastalı ın korkunç tahribatı ve bunların sonuçları ölçülmese bile, 
kabul edilmi ti. Fakat bu salgına kar ı mücadelede tamamen aciz kalınıyordu. Derin 
tedbirlerden çok, basit mücadele usullerine ba vuruluyordu. Orada burada frengi hakkında 
kesin veya nazari bazı fikirler söyleniyor, fakat hastalı a sebep olan  eylerin devamına fırsat 
veriliyordu. Fler fahi e muayeneden geçiriliyordu. Bu muayene mümkün oldu u kadar ciddi 
tutuluyordu. Hastalık görülürse, fahi e hastaneye yatırıyordu. Fakat yüzeysel bir tedaviden 
sonra, hasta tam  ifa bulmadan taburcu ediliyordu. Böylece fahi e insanlı ın sa lam kalan 
kısmının 
üzerine yollanıyordu. 
Bir koruma ekibi kurulmu tu. Bu durumda, tamamen iyile memi  bir kimsenin her türlü cinsi 
münasebetten kaçınması gerekiyordu. Aksı halde cezaya çarptırılırdı. Gerçekten bu tedbir iyi 
idi. Fakat uygulamada hemen hemen olumlu bir sonuç vermedi. 
E er bu felakete u ramı  olan bir kadın ise, çok defa kötü birtakım  artlar altında kendi 
sa lı ını çalan erke in aleyhinde  ahitlik yapmak üzere mahkemeye gitmekten kaçınıyordu. 
Esasen bunun kadına bir faydası da yoktu. Hatta aksine bu i ten zarar görecek olan kadındı. 
Çünkü çevresinde dostlu unu kaybedecek ve kötü bakı lara hedef olacaktır. Hem de aynı 
akıbete u ramı  bir erkekten daha çok kötülenecektir. Bir de frengiyi yayan bizzat koca ise, o 
zaman i  daha da karı acaktır. Bu durumda zavallı kadının kocasını  ikayet etmesi gerekir mi? 
E er  ikayet etmezse ne yapmalı? 
Erke e gelince o bu salgına maalesef kendili inden u ramı tır. Genellikle bu bela fazla içki 
içtikten sonra ba ına gelmi tir. Ele geçirdi i kadının durumu hakkında bir hüküm 
veremeyecek kadar sarho tur. Hastalıklı fahi eler bunu gayet iyi bilirler. Bundan dolayı 
sarho  erkekleri avlarlar. Neticede gafil erkek frengiye yakalandıktan sonra ne kadar 
dü ünürse dü ünsün artık o kadını hatırlayamaz. Hele iki büyük  ehir olan Berlin ve Münih ile 
di er kalabalık yerlerde buna  a ılmaması gerekir. Hem de erkeklerin ço u bu büyük  ehirlere 
civar illerden gelen kimselerdir. Büyük  ehirlerin çekicilikleri kar ısında tamamen 
tecrübesizdirler. Ayrıca hasta olup olmadı ını kim bilebilir? Birçok kereler iyi oldu u sanılan 
bir erkekte hastalık nüksediyor ve büyük felaketler hazırlıyor da insanın kendi si hiçbir  eyden 
üphelenmiyor. 
î te bu salgına kar ı alınan kanuni tedbirlerin uygulamadaki sonucu hemen hemen bir hiçten 
ibaret kalıyordu. Fahi elerin de muayene usulleri aynı ba arısız sonucu veriyordu. Hatta  ifa 
bulma ihtimali bile  üpheli idi. Gerçek durum  öyle idi: Frengi bütün tedbirlere ra men 
gittikçe daha büyük bir hızla yayılıyordu, i te bu sonuç bu usullerin ne kadar tesirsiz oldu unu 
açıkça ortaya koymaktadır. Çünkü tedbir diye yapılanların ço u yetersiz veya gülünç  eylerdi. 
Halkın ahlaki fuh una kar ı hiç mücadele edilmiyordu. Bütün bunları önemsiz bir  ey gibi 
saymaya e ilimi olan bir kimse, bu felaketin yayılı ına dair istatistiklerin ortaya koydukları 
gerçekleri iyi niyetle incelesin ve son yüzyıl içindeki artı ı mukayese etsin ve bu geli me 
kar ısında biraz aklını kullansın, e er ba ından ayaklarına kadar naho  ve so uk bir 
ürpermenin dola tı ını hissetmezse, o bir e e in zekasına sahip demektir. 
Eski Almanya'da bu kadar kokmu  bir olay kar ısında ne kadar zayıf ve yetersiz tedbirler 
alınmı  olması da milletin bozulmasına bir i aret olarak kabul edilebilir. Her  eyin 


mücadeleden ibaret oldu u bu dünyada, mükafat bizim kendi samimiyetimizden ibaret olan 
bir mücadelede e er kuvvet bulunmazsa, ya ama hakkımızı da kaybetmi iz demektir. Çünkü 
dünya, tamamen kesin hal çareleri uygulayan kuvvetlilerin malıdır, yarım tedbir alanların 
de ildir. 
Eski imparatorlu un en açık bozulma olaylarından biri de kültür seviyesinin a ır a ır 
dü ü üydü. Kültür derken, bugün için medeniyet kelimesi ile ifade edilen  eyden 
bahsetmiyorum. 
Daha on dokuzuncu yüzyılın sonlarında bizim sanatımıza o güne kadar henüz meçhul ve 
yabancı olarak kabul edilemeyecek bir unsur girmeye ba lamı tı. Hiç  üphe yok ki, daha eski 
devirlerde birçok zevk hataları i lenmi ti, fakat bu gibi durumlarda daha çok bir sanatkarın 
çıkması olaylarına tesadüf ediliyordu. Daha sonra gelen nesil bu sanatkarların eserlerinde bir 
dereceye kadar tarihi de er bulabilmi ti. Çünkü bu hal, hiçbir sanat vasfı olmayan ve 
tamamen dü ünce gücünün noksanlı ı derecesine varan bir fikri dü ü ten ileri gelen bir 
de i menin ürünü de ildi. Kültür seviyesinin dü ü ünün görünümleri, daha sonraları siyasi 
çökü ün göze çarpması ile ortaya çıktı. Gerçekte komünizm; komünistli in ı tek canlı kültür 
eklidir ve onun fikir sahasındaki biricik görünü- 
I müdür. j.        Bu te hisi garip bulanlar, yalnızca komünistle tirilmek saadeti- 
j ne eri mi  devletlerin sınıfını incelesinler. Bu incelemeyi yapanlar, . devletçe resmen tanınan 
ve kabul edilen sanat olarak delillerin ve sembolistlerin garabetleri ile kar ıla acaklar, hayret 
ve deh et içinde kalacaklardır. Onları kübizm ve dadaizm mefhumları altında on dokuzuncu 
asrın sonlarında tanıdık. Bavyera'da Sovyet Cumhuriyeti'nin kısa devri zamanında bu olay 
ortaya çıkmı tı. Daha o sıralar -; da, bütün resmi duvar ilanlarının, gazetelerdeki reklamların 
sadece siyasi bozulmanın damgasını de il de kültür yönünden çökü ün i aretlerini ta ıdıkları 
te his edilebilirdi. 1911 yılından bu yana lütüristlerin* ve kübistlerin* * saçma sözlerinde 
kendilerini göstermeye ba layan  ekilde bir kültür yıkılı ı altmı  yıl önce olsa, vahametini 
gözlemledi imiz siyasi çökü e kıyasla daha zor tahmin olunabilirdi. 
Altmı  yıl önce dadaist adı verilen bir sergi imkansızdı ve bunu açmaya kalkan akıl 
hastanesine kapatılırdı. Bu salgın hastalık hayat yüzü göremezdi. Çünkü kamuoyu bunu kabul 
etmezdi. Devlet müdahale etmezlik yapamazdı. Keza bir milletin fikri çılgınlı ın içine 
atılmasına engel olmak bir hükümet i i idi. Böyle bir geli menin günün birinde son bulması 
gerekirdi. Çünkü böyle bir sanat  ekli gerçekten genel dü ünü ü kapsadı ı gün, insanlık için 
sonucu en a ır olan alt üst olmalardan biri meydana gelecekti.  nsan beyninin tersine do ru 
geli mesi bu  ekilde ba lamı  olacaktı, î te bunun ne  ekilde bitece i dü ünülünce insan ister 
istemez titriyor. 
Son yirmi yıl içinde kültürümüzün geli mesi incelenecek olunursa, gerici hareketlere ne kadar 
dalmı  oldu umuz deh etle görülür ve her tarafta kültürümüzü er geç öldürecek birtakım 
hastalıklı urlar yeti tiren tohumlara rastlarız. Burada da yava ça seyreden bozulma halindeki 
bir dünyanın çökme olaylarını ayırt edebiliriz. Bu hastalı ı yenemeyecek olan milletlerin vay 
haline! 
Bu hastalıklı olaylar Almanya'da hemen hemen her alanda görülebilirdi. Artık her  ey en son 
noktayı da a mı , uçuruma do ru 
*    Fütürist: 1910 yılında italya'da ortaya çıkan ve geçmi ,  imdiki ve gelecek zamanların 
duyumlarını bir arada göstermeyi amaç edinen. 
**    Kübizm: 1910-1930 arasında eserler vermi  olan sanat okulu. E yayı geometrik biçimde 
göstermeyi amaç edinen.   
süratle gidiyor gibiydi. Tiyatronun seviyesi gitgide daha da dü ü yordu. E er saray tiyatrosu 
sanatın fahi ele mesi aleyhinde hareke ı etmeseydi, kültür etkeni olan tiyatro sanatı kesin bir 
biçimde orta dan kalkacaktı. Birkaç istisna hariç, di er sahne oyunları o halde idiler ki, 
bunlara gitmekten kaçınmak, millet için çok iyi bir hareket olurdu. Gençleri o sanat 
merkezlerinin(!) ço una göndermemek, iç bünyedeki bozulmanın en esef verici i aretiydi. Bir 


müzenin kapısına asılması gereken "gençlerin girmeleri yasaktır" ilanı hiç sıkılıp utanılmadan 
bu sanat merkezlerinin kapılarına konuyordu. Her  eyden önce gençli in e itimine yardımcı 
olmaları için faaliyet göstermeleri ve ya lı kimselerin e lencelerine hizmet etmemeleri gere-
ken bu yerlerde, bu tedbirlere ba vurulmasının garabetini bir kere dü ününüz. Eski devrin 
dram yazarları bu tedbirler hakkında ne derlerdi? Kim bilir Sebiller nasıl galeyanla, Goethe 
nasıl bir hiddetle ba ını çevirirdi? Fakat yeni Alman  iiri kar ısında Schiller, Goethe ve 
Shakespeare nedir ki? Eski, köhne ve modası geçmi  bir devrin, birer olayları! i te bu devrin 
göze çarpan ve en belirli vasfı budur. Bu devirde sadece pis  eyler meydana getirilmekle 
kalınmamı , ayrıca geçmi in büyüklükleri de lanetlenmi tir. Bu gibi olaylar her an göze 
çarpmaktadır. Bir devrin ve adamların eserleri ne kadar basit ve sefilane ise, geçmi teki 
büyüklü ün ve  erefin i aretleri de o kadar nefretle kar ılanır. Bu çe it devletlerde tercih 
edilen  ey, her türlü mukayese imkanını ortadan kaldırmak ve kendi adi malını menfaat olarak 
yalancılıkla sunmak için insanlı ın geçmi teki hatıralarını silmekten ibarettir. Bundan dolayı 
her yeni kurulu  ne kadar adi ve esef verici ise, geçmi  devirlerin son kalıntılarını yok etmek 
için o kadar çaba gösterir. Halbuki insanlı ın gerçek ve büyük bir yenile mesi, eski nesillerin 
en güzel eserlerine kendini vermekle ve hatta onların de erlerini daha çok göstermeye 
çalı makla olur. Geçmi  devrin kar ısında solgun bir duruma dü mekten korkmaz ve insan-
lı ın kültür hazinesine öylesine katılır ki, çok zaman eski eserlerin hatırasını devam ettirerek 
onlara layık oldukları saygıyı göstermek için bizzat çaba sarf eder. Böylece yeni sanat 
eserlerine de devrin tam bir anlayı ını sa lamak imkanı elde edilir. 
Dünyada kendi kendine de erli bir  ey ortaya koyamayan ve bu çabayı göstermeyen bir 
kimse, gerçek sanat eserlerinin hepsine kın besler ve özellikle onları inkar eder, hatta tahrip 
etmekten büyük haz duyar. Bu sadece genel kültür alanındaki yeni hareketlerde de il, aynı 
zamanda siyasi olaylarda da böyledir. Bir devrim hareketi gerçekte ne kadar az bir de er 
ta ırsa, o devrim hareketi eski  ekillere o kadar çok kin besler. Burada da kendi eserini takdire 
layık gibi gösterme iste i, geçmi in iyi ve gerçekten yüksek de erde günümüze intikal 
ettirdi i herhangi bir  eyine kar ı körü körüne bir kine sebep olabilir. Mesela büyük 
Frederic'in tarihi hatırası yok edilemedikçe Frederic Ebert ancak ilerisi için konan bir kayıt 
altında hayranlık do urabilir.  ans Souci kahramanı eski Bremen Semercisi ile kıyasta; ay 
kar ısındaki güne  gibi yer alır. Ancak güne  battıktan sonra, ay görülebilmektedir, i te yeni 
ayların, yıldızlara kar ı besledikleri kinin sebebi buradadır. 
Kader bir süre için iktidarı herhangi bir de ersiz herifin kuca ına attı ı zaman, o kimse 
geçmi i sadece çamura sokmakla ve lanetlemekle yetinmez, kendisini yüzeysel araçlarla 
ele tiriden kurtarmaya çalı ır. Bu konuda ibret alınacak örnek yeni Alman Reich'ının korunma 
kanunlarıdır. 
Yeni bir fikir, yeni bir görü  yeni bir dünya dü üncesi, yeni iktisadi ye siyasi hareketler, bütün 
geçmi i inkar etmeye, onu kötü veya de ersiz göstermeye kalkı ırsa, sadece bu davranı , 
insanın son derece ihtiyatlı ve kuruntulu olmasına yetmelidir. Çok zaman böyle bir kinin 
ortaya çıkı ı, ya o kini besleyen adamın pek de ersiz olması, ya da kötü bir niyetin 
bulunmasıdır, insanlı ın gerçekten hayırlı bir yenile mesi, daima ve sonsuza kadar son 
sa lam, temelin bulundu u yerde in aata ba lama i ini üstüne alacaktır. O günümüzdeki 
kurulu gerçeklerden faydalanmaktan utanmayacak ve çekinmeyecektir. Çünkü bütün kültür, 
insanın kendisi gibi, ancak uzun bir geli menin sonucudur. Bu geli mede her nesil binayı in a 
etme hususunda kendi ta  ve harcını getirmi tir. Demek ki devrimlerin ruhu ve gayesi bu 
binayı yıkmak de il, kötü olan veya kötü yapılmı   eyi ortadan kaldırmak, var olan  eyin 
yanında yeniden ortaya sa lam ve daha fazla bir  ey koymaktan ibarettir. Ancak böyle 
yapılırsa insanlı ın geli mesinden söz edilebilir ve ondan söz etmek hakkı mevcut olabilir. 
Yoksa dünya hiçbir vakit karı ıklıktan kurtulamaz. Çünkü bu halde her nesil geçmi i inkar 
etmek hakkını kendinde bulacaktır. Böylece her nesil, bir i e giri meden geçmi  devirlerde 
yapılanları yok etmek hakkına sahip oldu unu iddiaya kalkı acaktır. Sava tan önceki 


kültürümüzün genel durumundaki en hüzün verici taraf, sadece estetik ve genel görünü ü 
itibariyle kendi alanında yenilikler ortaya kovmaktan aciz olu u de ildi. Esef yaratan durum 
kendinden daha büyük olan geçmi  devrin kültürünü lekelemek ve ortadan silmek hususunda 
beslenen kin idi. Sanatın bütün dallarında, özellikle tiyatro ve edebiyatta yirminci yüzyılın 
ba ından itibaren daha önemsiz ve daha az eser meydana getirildi. Moda en iyi eserleri 
a a ılıyordu. 
Eski eserler, adı ve zamanı geçmi  köhne  eyler olarak gösteriliyordu. Sanki bu devirde, kendi 
utandırıcı yetersizlikleri bir yüksek eser vermi  gibi... i te geçmi in ba arısını, halin 
gözlerinden uzak tutmak ve örtmek için sarf edilen çaba, bize gelecek günlerin havarilerinin 
ne mal olduklarını açıkça göstermektedir. Bu faaliyete dikkatle bakılırsa, yeni veya sahte 
kültür hareketleri söz konusu olmadı ı anla ılırdı, Sarf edilen çaba, bizzat medeniyetin 
temellerini yıkmak içindi. Böylece o güne kadar sa lam kalmı  olan güzel sanatlar, 
dü ünceler ve hisler çılgınlı ın bataklı ına, mümkün oldu u kadar derin batırılacak ve manevi 
yönden siyasi komünizme yol açılacaktı. Pericles asrı Parthenon ile maddiyat kazanmı sa, 
bugünün komünist parçaları da birkaç filozof bozuntusu kübistlerle maddi bir  ekil almı tır. 
Bu husus ele alındı ı sırada, milletimizin bir kısmının gözle görülen korkaklı ına da dikkat 
etmek gerekir. Bunlar ö renim ve topluluk içindeki durumları itibariyle, kültürüne kar ı 
giri ilen bu tecavüzlere bir cephe meydana getirmeli idiler. Sadece komünist sanat 
havarilerinin ba rı malarından korkarak her türlü ciddi direncinden vazgeçtiler ve böylece o 
zaman kaçınılması imkansız sanılan akımın kuca ına kendilerini attılar. Çünkü bu komünist 
sanatı havarileri kendilerini seçkin birer yaratık olarak kabul etmeyenlere  iddetle saldırdıkları 
gibi, onları geri kafalı adam diye damgalayıp te hir ediyorlardı. Bu yarı delilerin ve saçma 
sanat dolandırıcılarının ithamlarından korkuluyordu. Sanki fikir yönünden bozulmu  bu 
heriflerin ve milleti aldatanların yaptıklarını anlamamak ayıp olacakmı  gibi... 
Bu kültür çırakları, deliliklerini kudretli bir esermi  gibi göstermek için gayet basit bir 
vasıtaya sahiptiler. Onlar, anla ılmaz her eseri, hayretler içinde kalmı  dünyaya, kendi 
içlerinde "ya anılmı  olaylar" adı altında sunuyorlardı. Böylece itiraz edecek pek çok ki inin 
sözlerini daha ba tan a ızlarından çekip alıyorlardı. Bunun bir tecrübeden ibaret oldu unda 
hiç  üphe yoktu. Ancak anla ılmayan taraf, sa lam dünyaya, karmakarı ık fikirlere 
yakalanmı  kimselerin veya katillerin duygusal aptallıklarını sunmalarında bir anlam bu-
lunması idi. 
Bir Maurice von Schvvind'in veya bir Böcklin'in eserleri de yakından ya anmı  tecrübelerdi. 
Fakat bunlar bazı soytarılar tarafından de il, Tanrı'nın lütfuna eri mi  yazarlarca ya anmı  
tecrübelerdi. Fakat bu konuda aydın çevrelerin esef edilecek korkaklı ını görmek ve anlamak 
mümkündü. Bu çevreler milletimizin sa lam içgüdüsünün zehirlenmesi kar ısında, sanki 
herhangi bir ciddi direnç önünde  a ırıp, mıhlanmı  gibi duruyorlar ve adi çılgınlıkların için-
den çıkıp kurtulmak görevini halktan bekliyorlardı. Bunlar sanattan anlamıyormu  gibi 
görünmemek için, sanata kar ı bütün bu hıyanetleri satın alıyorlardı. Sonunda i  iyi ile kötüyü 
ayıramayacak kadar karı tı. 
On dokuzuncu yüzyılda, Almanya'nın  ehirleri medeniyet merkezi vasıflarını kaybederek, 
yalnız birer göç merkezi seviyesine indiler. Büyük  ehirlerimizin modern proletaryasının 
oturdu u yere kar ı duydu u pek az ba lılık, artık herkesin tesadüfen ili ip kaldı ı bir 
noktadan ba ka bir  eyi söz konusu etmemesinden ileri geliyordu. Bu kısmen sık sık yer 
de i tirmelerin sonucu idi. Buna sebep olan sosyal  artlar insana oturdu u yere sımsıkı 
ba lanmak fırsatını vermiyordu. Fakat bunda genel kültür yönünden karakter eksikli inin de 
rolü vardı. 
Kurtulu  sava ları sırasında Alman  ehirleri az oldukları gibi pek küçüktüler. Gerçekten 
hükümet merkezleri olu u itibariyle kültür yönünden belirli bir iki rakibi vardı. Bugünkü aynı 
dönemde  ehirlere kıyasla nüfusu elli binden fazla birkaç  ehir bilim ve güzel sanatlar 
yönünden zengindiler. Münih'in nüfusu altmı  bine yakla tı ı sıralarda, bu  ehir Alman sanat 


merkezleri arasında ba ta geleni oluyordu.  imdi ise sanayi merkezlerinin hemen hemen hepsi 
bu nüfusa sahiptirler ve hatta daha da kalabalıktırlar. Fakat gerçek bir de er içeren hiçbir  eye 
sahip olamamı lardır. Bunlar birer kı la yı ınından ibarettirler, içlerinde barınılır ve kira ile 
oda tutulur, i te hepsi bu kadar. Bu derecedeki karaktersiz yerlere sevgi ile ba lanması 
imkansızdır. Hiç kimse, bir özelli i olmayan ve sanki en ufak sanat eserine yer verilmemesi 
için gayret sarf edilmi  gibi gözüken bu  ehirlere asla ba lanamaz. Ancak i  bununla da 
bitmiyordu. Büyük  ehirler nüfusları arttıkça, gerçekten sanat eserleri yönünden 
zayıflıyorlardı. Buralar gitgide daha hayvani bir hal alıyordu. Soysuzla ma küçük sanayi 
ehirlerindekinden daha az oluyordu, fakat bu yerlerde hep aynı manzara göze çarpıyordu. 
Modern devrin büyük  ehirlerde kültüre ayırdı ı hisse tamamen yetersizdi. 
Bütün  ehirlerimiz geçmi in  an,  eref ve hazineleri ile ya ıyorlar. Günümüzün Münih'inden 
Birinci Louis zamanında meydana getirilen eserlerin hepsi ortadan kaldırılsa, o dönemden bu 
yana yapılan önemli güzel eserlerin sayısının ne kadar az oldu u deh etle görülecektir. Bu, 
Berlin ve di er  ehirler için de böyledir. Fakat esas nokta  udur. Bugünkü büyük 
ehirlerimizle,  ehrin genel görünü ü içinden ayrılıp ortaya çıkacak, göze çarpacak ve bütün 
bir devrin sembolü olarak gösterilebilecek hiçbir anıt yoktur. Halbuki orta ça ların 
ehirlerinde  an ve  erefin bir anıtı vardı. Eski zamanın  ehirlerinin belirli anıtı özel 
meskenler arasında bulunmuyordu, bu geçici bir akıbete de il, sonsuzlu a aday görülen 
topluluk anıtları arasında ilk bakı ta göze çarpıyordu. Çünkü bunlar herhangi bir mülk 
sahibinin servetini aksettirmek için kullanılamazdı. Bu anıtlar toplulu un büyüklü ünü ve 
önemini ortaya koyarlardı, i te halkın her birinin bugün bizi  a ırtacak derecede  ehre 
ba lanı ını sa layan anıtlar, bu  ekilde meydana getirildiler. Gerçekten  ehir halkının gözleri 
önünde bulunan  ey, vatanda ların adi görünü lü evleri idi, büyük ve önemli binalar tamamen 
topluma ait idi. Bunların kar ısında mesken olarak kullanılan binalar ayrıntı seviyesine dü ü-
yordu. 
Eski devlet zamanında yapılan in aatın büyüklükleri aynı devrin evleri ile kıyaslanırsa 
kamuya ait eserlerin ön plana alınması gerekece i yolundaki prensibin ne kuvvetle 
do rulanmı  oldu u görülür. Çok eski ça lardan kalma harabeler arasında yükselerek, duran 
bazı sütunlar o devirlerin i  hanları de ildir, onlar ibadet yerleri ve devlet binalarının 
kalıntılarıdır. Yani bizzat topluma ait eserlerdir. Çökü  halindeki Roma'nın debdebe ve 
büyüklü ü içinde bile, ön planda yer alan binalar birkaç vatanda ın villaları ve sarayları 
olmamı tır. Bugüne kadar kalan eserler, devletin, yani milletin mabetleri, hamamları, 
arenaları, su yollarıdır. Orta ça larda Almanya bile, güzel sanatlara ait dü ünceler farklı 
olmakla beraber, aynı hakim prensibi korudu. Eski ça larda kendisini Akropol'de veya 
Panteon'da ifade eden his,  imdi gotik sanatın  ekillerine giriyordu. Bu büyük binalar, o ah ap 
ve tu la yapılardan kurulu orta ça   ehirlerinin ezilmi  yı ınları üzerlerinden birer dev gibi 
göklere yükselirlerdi. Bugün bile çevrelerini apartman denen ta  yı ınları sarmasına ra men, 
bu anıtlar kendilerine has vasıflarını koruyorlar. Bu anıtlar her yere kendi özelliklerini veriyor 
ve kendi görünü lerinden bir parça meydana getiriyorlar. Katedral, belediye sarayları, haller, 
bekçi kuleleri gerçekte eski ça ların dü ünü ünü kapsayan yeni bir görü ün belirli i aretleri 
idiler. Devlet binaları ile  ahıslara ait binalar arasında esef edilecek kadar fark vardı. Bir gün 
Berlin, Roma'nın akıbetine u rayacak olursa yeni nesiller en de erli ve önemli eser olarak 
birkaç Yahudi'nin ma azalarına ve birkaç  irketin binalarına hayranlık duyacaktır. 
Günümüzün medeniyetinin belirli vasıflarını bunlar ifade edecektir. Bugün Reich'ın binası ile, 
maliye ve ticaret binaları arasında hüküm süren o büyük nispetsizli i bir kıyaslamak 
yeter sanırım... 
Bugün devlet binaları için ayrılan tahsisat gülünç ve çok yetersizdir. Bundan dolayı 
sonsuzlu a kadar ayakta kalacak binalar yapılamıyor. Yapılanlar o anın ihtiyacını 
kar ılayacak çapta oluyor. Bu konuda daha yüksek bir fikir kendini kabul ettirmiyor. Berlin 
atosu yapıldı ı sırada, zamanımızda kütüphanenin haiz oldu u önemden çok daha büyük bir 


önemi vardı. Halbuki yakla ık 60 milyona çıkan bir sava  gemisine kar ılık, Reich'ın ilk defa 
yapılan ve sonsuzlu a kadar ayakta kalacak olan bir anıtına bu paranın yarısı ayrılabildi. 
Binanın iç in aatı için parlamento ta  kullanılmasına kar ı çıktı ve duvarların alçı ile 
kaplanmasına karar verdi. Gerçi bu defa siyasiler çok iyi hareket etmi lerdi. Çünkü ta  
duvarlar arasında alçı kafalar tam yerlerini bulmu  sayılamazlardı. 
Sözün kısası, bugünkü  ehirlerimizde, toplumun hakim ve bariz vasfı yoktur. Topluluk, 
ehirlerle olan münasebetlerinde bu hususu sembolle tiren hiçbir  ey göremiyorsa, buna 
a ırmamalıdır. Bunun sonucu, büyük  ehir halkının kendi  ehrine kar ı kesin bir kayıtsızlık 
içinde bulunması ile ortaya çıkan, gerçek bir hüsrandır. Bu da medeniyetimizin yıkılmasının 
ve genel çökü ümüzün bir i aretidir. Devrimiz, gayelerin adili i, daha do rusu paranın esareti 
içinde bo uluyordu.  te bundan dolayı, böyle bir putun hakimiyeti altında, kahramanlık ruhu 
ortadan çekilirse, buna da asla  a mamalıdır. Halk ancak yakın geçmi in ekti ini biçer. 
Bozulma olaylarının hepsi, en son noktada, genel hususlar hakkında e it olarak kabul edilmi  
bir görünü ün eksikli inin ve bundan çıkan genel korku ve çekingenli in, ayrıca verilen 
kararlardaki korkunun ve devrin her büyük meselesinde alınan vaziyetin sonuçlarından 
ibarettir. Bundan dolayı ö retim ve e itimden ba lamak üzere her  ey adi ve sallanır bir 
haldedir. Herkes sorumluluktan korkuyor ve i lenen hatalara korkakça ho görü gösteriyor. 
Hümanist hülyalar moda olmu tur. Nefsimizi delalete terk ederek, fertlere hıyanet edilmekte 
ve böylece binlerce ki inin gelece i feda olunmaktadır. Sava tan önceki dini durumun 
incelenmesi ile, bu genel uyu mazlı ın ve bozulmanın ne kadar büyümü  oldu u görülecektir. 
Uzun zamandan beri millet, dini inanı lardaki ve büyük bir kısım topluluk da kainat konusuna 
ait dü üncelerdeki tesirli kanaatlerim kaybetmi tir. Bu hususta çe itli kiliselerin çe itli 
tarikatları, bu i lere kayıtsız kalanlar kadar rol oynuyorlardı. Asya ve Afrika'daki iki 
"consession" kendi telkinlerine yeni müritler kazanmak için misyonlardan istifade ederlerken, 
bu faaliyet islamiyet'in do u u ve geli mesinden önce ancak önemsiz bir ba arı kazanabildi. 
Avrupa'da ise milyonlarca inanmı  kimse kaybediliyordu. Bu milyonlarca ki i, dini hayata 
yabancı kalıyor veya kendi bildikleri yola sapıyorlardı. 
Bütün dinlerin inanı ına ait temellerine kar ı, ne büyük  iddetle bir mücadelenin sürdü ü 
gözden uzak tutulmamalıdır. Gerçi bu temellerde insanın dünyasında dini bir gayenin gerçek 
bir kalıntısı tasavvur edilemez. Büyük halk toplulukları filozoflardan meydana gelmi  
de ildir. Halbuki, toplum için iman, dünyada ahlaki telakkinin yegane temelidir. Bunun 
yerine ba ka  eyler konulması, memnuniyet verecek sonuçlar sa lamadıkları gibi, o zamana 
kadar geçerli ve yürürlükte olan dinlerin yerini alacakları da kabul edilemez. Fakat dini iman 
ve telkinler, geni  halk toplulukları üzerinde tesir yaparsa, o vakit bu imanın itiraz kabul 
etmeyen muhteviyatı, her türlü tesirli icraat ve hareketin temeli ve ba ı olmalıdır. Anayasalar 
bir devlet için ne ise, inançlar da dinler için aynı  eydir, inanç olmazsa, akıllı ve zeki bir 
surette ya ayan yüksek mevkie çıkmı  birkaç yüz bin ki inin yanında milyonlarca insan 
bundan yoksun olarak ya amaya devanı edecektir. Sonsuz bir  ekilde yayılma kabiliyetine 
sahip bir halde bulunan manevi fikir, ancak anıtlar vasıtasıyla bir açıklık kazanabilir ve o 
ekilde di erlerine intikal eder. E er bu  ekil olmasa idi, bir iman haline dönü mezdi. Fikir 
hiçbir zaman metafizik bir dü ünce, yani kısacası, bir felsefi dü ünce halinde geli mezdi. 
Gerçekte, akidelere kar ı mücadele, bu  artlar içinde devletin genel kanunlarının temelleri 
aleyhindeki mücadeleye benzer. Bu mücadele nasıl tam bir anar i ile sonuçlanırsa, dini 
mücadele de de erden yoksun bir nihilizm içinde yok olur. 
Bir siyasi için, dinin de erinin takdiri, arz edece i bazı tasavvurlara göre olmamalıdır. 
Aslında hayırlı dü ünceler sa laması ile ölçülmelidir. E er bir kar ılı ı ve olumlu olanı 
bulunmadıkça mevcut olanı yok etmek delice veya canice bir i  olur. Hiç  üphe yok ki pek az 
memnuniyet do uran dini vaziyetten dolayı, sırf dinin dı ında kalan ayrıntılarla din fikrini 
a ırla tıran, müspet ilimlerle gereksiz bir kavgaya tutu an kimselere ufak da olsa bir 
sorumluluk dü mez. Bu noktada ba layan kısa bir kavgadan sonra zaferin daima bilim 


tarafından kazanılaca ı itiraf edilmelidir. Din ise sadece yüzeysel bir iyimserlik üstüne 
yükselmeye ba arı gösteremeyenlerin gözlerinde, a ır zayiata u rayacaktır. 
i in en fenası dinin, siyasi menfaatler u runda kullanılmasının sebep olaca ı zararlardır. Dini, 
siyasi gayelerine ve i lerine hizmet için kabiliyetli ve kıymetli bir vasıta kabul edenlere kar ı 
ne kadar  iddetli söz söylense yine de azdır. Bu çe it yüzsüz kimseler kendi itikat ve 
imanlarını kalabalık içindeki zavallılar i itsinler diye gırtlaklarını yırtarcasına ba ırırlar. Esas 
gayeleri bu u urda ölmek de il, bunun sayesinde geçimlerini sa lamaktır. Bu kimseler sadece 
siyasi bir fayda sa lamak için imanlarını satabilirler. Birkaç milletvekilli i için her dinin can 
dü manı olan Marksistlerle anla ma yaparlar. Bir bakanlık için, i i  eytanla evlenmeye kadar 
vardırabilirler. Yeter ki utanma hissinden yoksun  eytan buna "evet" desin... 
E er sava tan önceki Almanya'da dini hayat a ızlarda kötü bir tat bırakıyorsa, buna sebep 
kendisine Hıristiyan adını veren partinin Hıristiyanlı ı suiistimal etmesi ve Katolik imam ile 
bir siyasi partiyi aynı  ey gibi göstermesi idi. Katolik imanın yerine siyasi bir partinin 
geçmesinin sonucu de ersiz bir sürü kimseye mecliste mevki temin etti i gibi, kiliseye de 
zarar verdi. 
Bu durumun sonuçlan milletin omuzlarına yüklendi. Çünkü dini hayatta sebep oldukları 
gev eme öyle bir devirde meydana geldi ki, zaten her  ey gev emeye ve sallanmaya 
ba lamı tı, bu  artlar içinde geleneklerin ve ahlakın temelleri de yıkılmak üzere idi. Fakat 
sosyal organın bütün bu yaraları ve sarsıntıları, kötü bir olay i in içine karı madıkça zararsız 
bir halde durabilirdi. Ama yem önemli olaylar milletin iç sa lamlı ı meselesine kesin bir 
önem verince, bunlar korkunç bir hal aldılar. Dikkatli gözler, siyasi alanda da buna benzer 
birtakım bozukluklar görebilirdi. Bu bozukluklar kısa zamanda düzeltilmedi i ve çaresine 
bakılmadı ı için imparatorlu un pek yakın bir gelecekte yok olaca ının i areti olarak ortada 
duruyorlardı. Almanya'nın iç ve dı  siyasetinde bir gayenin olmadı ını kendisine kör 
denilmesini istemeyen herkes görebilirdi. Bu, Bismarck'm "Siyaset, mümkün olanı yapmak 
sanatıdır." yolundaki dü üncesine pek uygun gibi gelebilir. Fakat Bismarck'a halef olan  an-
sölyeler arasında küçük bir fark vardı. Bismarck'ın bu düsturu, ona siyasetinin özünü 
uygulama imkanı verdi i halde, ba kalarının a zında de i ik bir mana kazanıyordu. Gerçekte 
Bismarck, bu cümle ile belirli bir siyasi gayeye ula mak için bütün imkanları kullanmak ve 
hiç de ilse mümkün olan  eye ba vurmak manasını kastediyordu. Fakat Bismarck'ın halefleri 
ise tam tersine olarak bu cümlede, siyasi fikirlere hatta siyasi gayelere sahip olmak 
zorunlulu undan sıyrılmak hakkının resmi bir ilanım buldular, i te o zaman gerçekten siyasi 
gayeler kalmamı tı. Çünkü siyasi gaye için gereken dünya hakkında açık bir dü ünce ve 
siyasetin gizli geli mesinin kanunları ile ilgili açık bir görü  eksikti. 
Birçok kimse bu konuda her  eyi kara görerek, imparatorluk siyasetinde tedbirli dü ünce 
planının eksikli inden dolayı ele tiride bulundular. Demek oluyor ki bu siyasetin ne kadar bo  
ve manasız oldu unu teslim ettiler. Fakat bu kimseler siyasi hayatta ikinci planda kalıyorlardı, 
hükümetteki  ahıslar bir Houston Stewart Chamberlain kabinelerine önem vermiyorlardı. 
Onlara bugün oldu u kadar, eskiden de kayıtsız kalıyorlardı. Bu kimseler kendiliklerinden bir 
ey dü ünemeyecek kadar aptal, muhtaç oldukları  eyi ba kalarından ö renemeyecek kadar da 
tahsilsizdiler. Bu sonsuza kadar devam edecek bir gerçektir, isveç  ansölyesi Oxenstiern* bu 
gerçe e dayanarak "Dünya ancak akıl ve hikmetin bir parçası tarafından idare olunur." 
demi ti.  imdi her bakanlık bu parçanın ancak bir atomunu te kil eder diyece iz. Oysa 
Almanya bir cumhuriyet olalı beri bu gerçek artık kalmamı tır. Bundan dolayı böyle bir  ey 
dü ünmek veya söylemek cumhuriyeti koruma kanunları ile yasaklanmı tır. Fakat Oxenstiern 
için bugünkü cumhuriyetimizde de il de, o devirlerde ya amı  olmak bir saadettir. 
Birçok kimse, daha sava tan önce, imparatorlu un kuvvetini meydana koyacak müesseseyi 
Reichtag'ı (parlamentoyu) en zayıf direnme noktası olarak görüyordu. Korkaklık ve 
sorumluluktan çekinme burada en geni   ekilde yerle iyordu. 


Bugün i itilen bo  fikirlere göre parlamentarizm devrimden sonra ortadan kalkmı tır. Böylece 
devrimden önce i in ba ka türlü olmadı ı yolunda bir kanaat uyandırmak istiyorlar. Gerçekte 
bu organ ancak tahripkar olarak faaliyet gösterebilir. Ancak gözleri ba lı kimselerin 
görmedi i, o devrede parlamento aynı  ekilde hareket ediyordu. Hiç  üphe edilmesin ki 
Almanya'nın yere serilmesinde bu müessesenin zerre kadar bir payı yoktur. Fakat kötü sonuç 
daha önce meydana gelmemi  ise bunda da Reichstag'ın bir rolü olmamı tır. Bu gecikme, 
Alman milletinin ve imparatorlu unun bu mezar kazıcısına kar ı, barı  sırasında direnen 
kuvvetine affedilmelidir. 
Bu müesseseden, do rudan do ruya veya dolambaçlı yollardan ortaya çıkan, birçok yıkıcı 
felaket toplulu u içinden ben sadece birini göz önüne serece im. Bütün müesseselerin en 
sorumsuzu olan bu organın özünü daha açıkça gösterecek  ey  udur: imparatorlu un gerek 
içte ve gerek dı taki siyasetini sevk ve idarede gösterilen o korkunç yetersizlik ve zayıflık. 
Birinci derecede Reichstag'ın faaliyetine atfedilecek olan bu zafiyet, imparatorlu un 
yıkılmasının belli ba lı sebeplerinden biriydi. Ne  ekilde olursa olsun, hangi yönden bakılırsa 
bakılsın parlamentonun faaliyeti dahilinde olan her  ey yetersizdi. Lehistan siyaseti hatalıydı. 
Sorun ciddi biçimde ele alınmadan bu konu tahrik ediliyordu. Sonunda ne Almanya için bir 
zafer kazanıldı ne de Lehistan ile barı mak mümkün oldu. Fakat Rusya ile dü man duruma 
dü üldü. Alsace Lorraine meselesinin halli ye tersizdi. ( sveç  ansölyesi olan Oxenstiem, 
Gustave Adolphie'nin ölümünden sonra (1664-1683) hükümetin idaresini eline almı tı.)  
Fransız canavarı sert bir yumrukla bir defada kesin bir  ekilde ezilerek Alsace'a, Reich'ın 
di er devletlerinin haklan ile e it haklar sa lanmalı idi. Ama bu yapılamadı. Esasen buna 
kesin olarak imkan yoktu. Çünkü en büyük partilerin bünyelerinde en büyük vatan hainleri 
vardı. Üstelik merkezde de M. Wetterle! Fakat bu genel yoksulluk, imparatorlu un devamı 
için var olması gereken bir kuvveti, yani orduyu paramparça etmeseydi, yine de ona 
tahammül gösterilirdi. Alman Reichstag'ı denilen bu müessesenin i ledi i bu korkunç hata 
Alman milletinin çektiklerinin a ırlı ını kendisine yükletmek için tek ba ına yeter bir sebepti. 
Bu parlamenter rejimin parti denilen parçalan en adi sebeplerle milletin elinden bekasının 
silahım, hürriyetini ve ba ımsızlı ının tek koruyucusunu çalıp aldılar. Bugün Flandres 
ovasındaki mezarlar açılsa, kar ımıza itham dolu kanlı cesetler çıkar. Bu topra a dü enler, 
parlamentonun görmemi  veya yarı yeti mi  bir halde, ölümün kuca ına atılmı lardı. Bu 
kahramanlarla beraber, daha on binlerce ölü ve sakatı sadece halkı aldatan ve sayıları birkaç 
yüzü bulan siyasi manevracıların hırsızlıklarına devam etmek veya doktrinlerini haince telkin 
edip yaymak imkanlarını ellerinde tutmak istemelerinden kaybettik. 
Yahudiler Marksist ve demokrat gazeteleri ile bütün dünyaya Alman militarizmi yalanını 
uludu u ve bu  ekilde her vasıtaya ba vurarak Almanya'yı ezme e çalı tı ı sırada, Marksist 
ve demokrat partiler de Almanya'nın halk kuvvetini tam bir ö retimden yoksun bırakıyorlardı. 
Parlamentocu p ... 'lerin vah i ve adi vicdanlarının do urdu u sonuçları  imdilik bir kenara 
bırakalım. Yeteri kadar talim görmü  asker eksikli i sava ın ba langıcındaki harekat sırasında 
hezimeti çabukla tırdı. Sava  büyüdü ü sırada da bu durum korkunç bir  ekilde ortaya çıktı. 
Alman milletinin hürriyet ve ba ımsızlı ı u rundaki sava ta ortaya çıkan bu hezimet, barı  
sırasında vatanın korunması için milletin bütün kuvvetlerini toplamamak hususunda gösterilen 
zaafın ve yarım tedbirlerin sonucudur. Kara ordusunun yeni seçim mensuplarının pek azı 
talim görmü tü. Deniz kuvvetlerinde de aynı yetersizlik milli bekamızın tek silahı olan 
ordumuzun de erini dü ürdü. Ayrıca esefle belirteyim ki, deniz kuvvetlerinin kumanda heyeti 
de bu adi ruhun telkini altında kalmı tı. Aynı zamanda tezgaha konan ingiliz gemilerinden 
daha küçük gemiler yapımı ile ba lamak, her halde basiretli ve dahiyane bir hareket de ildi. 
Halbuki, gemilerin sayısı itibariyle muhtemel dü manın seviyesine 'çıkarılamayan bir 
donanma, bu açı ını gemilerinden her birinin sava  kudretinin üstünlü ü ile kapatma a 
çalı malıdır. Söz konusu ,
:
 olan  ey, kavga kudretinin üstünlü üdür. Bugünün tekni i öyle ge-
li melere ula mı tır ki, ba ka milletlerin aynı tonajdaki gemilerine ' üstünlük sa lamak 


imkansızla mı tı. Artık nitelik itibariyle efsanevi üstünlük tarihe karı mı tır. Hele hele 
tonajları az olan gemilerin daha büyük tonajlı gemilere üstün gelecekleri hiç 
dü ünülmemelidir. 
Özellikle Alman top malzemesinin Ingilizlerinkine üstün oldu u, 28 cm.lik Alman topunun 
ate  kudreti bakımından, 30.5 cm.lik |, ingiliz topundan a a ı bulunmadı ı söyleniyordu. 
Halbuki bu sırada bizim de 30.5 cm.lik top yapımına ba lamamız gerekirdi. Çünkü gaye 
sava ta e it bir kuvvete sahip olmak de il, üstün bir kuvvet j!
(
 sa lamaktır. E er bu böyle 
olmasaydı, kara ordusu için 42 cm.lik bir havan topunun yapılması lüzumsuz olurdu. Çünkü 
21 cm.lik Alman havan topu, o zaman Fransa'nın sahip oldu u e ri atı lı bütün toplarına 
üstündü. Kaleler, siperler 30.5 cm.lik havan toplarının darbeleri ile de yıkılabilirdi, i te 
burada, kara ordusu kumandanlı ının ileri görü ü deniz ordusunda yoktu. Üstün bir topçu 
kuvvetinin tesirinden ve üstün bir süratten vazgeçiliyordu. Bu risk yanlı  bir görü ten ileri 
geliyordu. Deniz ordusu kumandanlı ı gemilerin yapımı için kabul etti i  ekille taarruzu esas 
alan hareketten vazgeçip, kendim zorunlu bir savunma hareketine mahkum ediyordu. Bu 
yüzden de, ancak hücum üzerine dayanan ve sadece hücumla elde edilebilecek kesin bir 
ba arıdan vazgeçilmi  olunuyordu. 
Daha az sürate ve daha kuvvetsiz silahlara sahip bir gemi, daha hızlı seyreden ve daha 
kuvvetli silahlara sahip dü man gemisi tarafından top ate ine tutularak batırılacaktır. Hem bu 
i  çok zaman kuvvetli gemiye uygun bir mesafeden yapılacaktır, i te bu sava  kanununu 
kruvazörlerimizin ço u büyük bir acı ile tattılar. Sava , bizim deniz ordumuzun kumanda 
heyetinin, dü üncelerinin ve görü lerinin hatalı oldu unu ispat etti. Sonunda sava  sırasında 
imkan oldu unda eski gemilerin silahlarım de i tirmeye ve yemlerim daha iyi ve daha üstün 
silahlarla donatmaya mecbur kaldık. E er Skager Rack deniz sava ında Alman gemileri, 
ingiliz gemileri ile aynı tonaja, aynı silah ve surata sahip olsalardı, ingiliz donanması daha 
isabetli ve daha tesirli olan 38 cm.lik Alman obüslerinin fırtınası önün de denizin dibini 
boylayacaktı. 
Japonya eskiye göre, daha de i ik bir deniz siyaseti takip etti Japonlar yeni gemilerine 
muhtemel dü man gemilerinden daha üstün bir sava  gücü verme e çalı ıyorlardı. O zaman 
bu tedbir saye sindeki üstünlükle donanmayı taarruza geçirme imkanı do uyordu. Bizim kara 
ordumuzun kumanda heyeti böylesine yanlı  bir fikir takip etmedi i halde, parlamentonun 
dü ünce  eklinden devamlı zarar görüyordu. Donanma köhne görü lere göre te kilatlandırıldı 
ve sonra da aynı prensiplere göre harekete geçildi. 
Ordu sonradan elde etmesini bildi i ölmez  an ve  erefi, generallerinin iyi çalı malarına ve 
bütün subay ile erlerinin iktidarlarına ve e i görülmemi  kahramanlıklarına borçludur. 
Sava tan önceki deniz ordusu da böyle meziyetlere sahip olsaydı, sava ın kurbanları bo  yere 
canlarını feda etmi  olmayacaklardı, i te hükümetin, o pek ba arılı "parlamento oyunları" 
barı  sırasında donanma için çok zararlı oldu. Gemi in ası meselelerinde, parlamentonun 
görü ü, askeri fikirler kar ısında geri çekilece i yerde, tam tersine üstün bir rol oynadı, 
iktidarsızlık ve parlamentonun belirli vasfı olan dü ünce gücünün yoklu u ile mantık 
yetersizli i deniz ordusunun kumanda heyetini berbat edip bıraktı. 
Kara ordusu daha önce de belirtti im gibi böylesine hatalı bir dü ünce akımına kendini 
kaptırmadı. Özellikle o sıralarda, genelkurmayda bulunan Albay Ludendorf, milletin hayati 
meselelerinde Reichtag'ın aldı ı yarım tedbirlere gösterdi i zaafa ve çok zaman da bunları 
inkar etmesine kar ı, ısrarlı bir mücadeleye giri mi ti. O zaman bu subayın yaptı ı mücadele 
sonuç vermedi. Bu suçun yarısı parlamentoya, di er yarısı da  a kın Behtmann Hohveg'in, 
parlamentodan daha sefilane olan durumuna aittir. Fakat bugünün sorumluları, bu gerçe e 
ra men, bu korkunç suçu, milli menfaatlerimizi korumayan kabiliyetsiz heriflere kar ı çıkmı  
olan kimseye yüklemektedirler. Bu anadan do ma eleba ılar için, bir yalan çok veya bir yalan 
az olmu , hiç önemli de ildir. Milletin gelece inden son derece sorumlu olan bu heriflerin 
canice hafifliklerinden dolayı do acak sorumlulukları dü ünen, bo  yere feda edilmi  ölüleri 


ve sava  sakatlarını, katlanmakta oldu umuz büyük utanç verici durumu ve hakareti, içine 
dü mü  oldu umuz sonsuz sefaleti hayal eden ve bu tün bunların sadece birkaç zamane 
adamına ve iyi mevki avcılarına |. bakanlık koltuklarına do ru yol açmak için meydana 
geldi ini bilen i 'bir kimse, hiç  üphe yok ki, bu yaratıklara, alçak, rezil, namussuz,  erefsiz 
ve katil denilmesinin hikmetini gayet iyi anlayacaktır. Aksi halde kullandı ımız bu 
kelimelerin manası ve gayesi gerçekten anlatılmaz hale gelir. Bu heriflerin yüzünden eski 
Almanya'nın iç siyaseti bozuldu u zaman bütün suçları garip bir açıklıkla göze çarpmı tır. 
Çünkü bu türlü ahvalde ho  olmayan gerçekler, büyük halk toplulukları arasında avaz avaz 
ba ırıldı ı halde ba ka taraflarda pek utanılacak olaylar, sessizlikle geçi tiriliyordu, hatta 
bunların bir kısmı inkar bile ediliyordu. Bir sorunun açıkça incelenmesi ile bir iyile me 
ihtimali do arsa i te böyle davranıyorlardı. 
Bu arada hükümetin ba ında bulunanlar propagandanın de erinden ve özünden adeta hiçbir 
ey anlamıyorlardı. Propagandayı devamlı bir  ekilde ve gayet ustaca kullanmakla, halka 
cenneti cehennem gibi veya cehennemi cennet gibi göstermeyi kim ba arabilir? i te bunu 
yapmasını sadece Yahudi bilecekti ve bu esasa göre hareket edecekti. Almanlar veya Alman 
Hükümeti bu hususta zerre kadar bir bilgiye sahip de ildi. Bu bilgisizlik sava  sırasında pek 
pahalıya mal oldu. 
Fakat burada i aret etti imiz ve sava tan önce Alman milletini lekeledi ini gördü ümüz bu 
sayısız fenalıklar arasında bazı üstünlüklerimiz de vardı. Tarafsız bir inceleme yapılırsa di er 
millet ve ülkelerin eksikliklerimizin ço unu payla tıkları gerçe i ortaya çıkacaktır. Hatta bizi 
bu alanda geride bırakıyorlardı ve aynı zamanda bizim üstünlüklerimizden de yoksundular. 
Bu üstünlüklerin en belli ba lısı olarak, Alman milletinin bütün di er Avrupa milletleri 
arasında daima kendi iktisadi milli vasfını son derece korumaya çalı ması ve kötü i aretlere 
ra men uluslararası maliye aleminin kontrolüne, di er devletlerden daha az ba lı olması 
durumu gösterilebilir. Bu herhalde dü manlarımız için tehlikeli bir üstünlüktü ki sonradan 
Dünya Sava ı'nın en belli ba lı sebeplerinden birini te kil etti. 
üphe yok ki monar i birçok kimselere ve özellikle büyük halk toplulu una yabancı 
geliyordu. Buna da sebep, hükümdarların daima en temiz beyne ve özellikle en do ru kalbe 
sahip olmamaları i-di. Hükümdarlar maalesef dalkavukları daha çok seviyorlardı, onla n iyi 
tabiatlı kimselerden üstün tutuyorlardı. Saray çevresinde bilgi sahibi olanlar da dalkavuk ve 
yüze gülücü heriflerdi. 
Dünyanın her yönden de i ikliklere u radı ı bir devrede bu hal büyük bir darbe te kil etti. Bu 
de i iklikler sarayların bir çok gelenekleri ile uyu muyordu, i te bundan dolayı son yüzyılın 
dönüm noktasında herhangi bir kimse artık at üstünde üniforması ile geçen bir prensese 
hayranlık duyamazdı. Bu  ekilde yapılan bir geçit resminin, halkın gözünde nasıl bir tesir 
meydana getirece i do ru, olarak tahmin edilemiyordu. E er bu bilinse idi, bu kadar uy-
gunsuz, akla ters gelen i lere kalkı ılmazdı. Aynı bu durumda oldu u gibi, yüksek sosyetenin 
samimi olmayan insaniyetçili i de çok zaman olumsuz bir tesir yapıyordu. Mesela bir 
prenses, bir halk mutfa ında pi en yemekten tatmak tenezzülünü gösterdi i zaman, bu 
davranı  eskiden pek iyi görünebilirdi. Fakat bu yüzyılın ba ında elde edilen tesir tamamen 
ters oldu. Çünkü prenses bir tecrübeye giri ti i gün, yeme in her zamankinden biraz farklı 
oldu unun farkına bile varmadı ına kesin olarak inanılabilinirdi. i te bu kadarı bile yeterdi. 
Keza bunu herkes biliyordu. Böylece en iyi niyet ve davranı lar bile, açıkça sinire dokunmasa 
da, gülünç bir manzara te kil ediyorlardı. Hükümdarın kanaatkar oldu una dair sa da solda 
anlatılan hikayeler, münasebetsiz sözler, halkı tahrik ediyordu. Örne in sabahları erken 
kalkma alı kanlı ı, gecenin geç saatlerine kadar çalı ma ve az gıda almanın kendisini maruz 
bıraktı ı tehlike gibi... Oysa hükümdarın ne kadar uyudu unu ve ne kadar yedi ini bilmeye, 
ö renmeye lüzum yoktu. Ona yeter miktarda bir yemek veriliyor ve gere i kadar uyumasına 
da itiraz edilmiyordu. Hükümdar, bir insan ve bir karakter sahibi sıfatı ile, ırkının ve 
memleketinin  erefine layık faaliyetlerde bulunursa ve hükümdarlık görevlerini yerine 


getirirse sevinç duyuluyordu. Fakat ne var ki, bütün bunlar önemsiz  eylerdi. Kötü olanı, 
milletin büyük bir kısmına, tepeden idare edildikleri için artık kimsenin herhangi bir  eyle 
me gul olmasına lüzum kalmadı ı kanaatinin gittikçe artan bir hızla yayılması idi. Hükümet 
ba arılı veya iyi niyetle donanmı  oldu u sürece bunun zararı görülmeyebilirdi. Fakat o iyi 
niyetli, ba arılı hükümet yerini, gerekti i gibi olmayan ba ka bir hükümete bırakacak olursa, 
vay halimize! î te o zaman itaat, irade yoklu u ve çocukça güven gösterme, hayal edilebilecek 
en kötü felaketleri do uracaktır. Fakat bu kar ı fikirlerin önüne itiraz kabul etmez birtakım 
kuvvetler çıkıyordu. Bu kuvvetler arasında ilk önce bütün devlet idarelerinin istikrarım 
belirtelim. Monar i bu istikrarı meydana getirmi ti. Sonra bu duruma, hırslı siyasetçilerin 
spekülasyon, karga alıklarından korunan devlet makamlarından uzakla tırılmaları da yardımcı 
oldu. Ayrıca, kurulu un daha ba tan kazandı ı  erefi ve namuskârlı ı ile elde edece i otorite, 
memurların ve özellikle ordunun üstünlü ünü, siyasi partilerin seviyesini a ması da bu i e 
hizmet ediyordu. Bu üstünlü ün, devletin en büyük adamının, yani hükümdarlarının  ahsında 
ekillenmesini de ilave edelim. Bu yüzden hükümdar bir sorumlulu un sembolü oluyordu. 
Hükümdar, parlamento ço unlu unun meydana geli i gibi tesadüfi bir toplulu a de il, daha 
çok halka borçlu durumda idi. Alman idaresinin menkıbesi ve temizli i daha çok bu 
durumdan ileri geliyordu. Sözün kısası, Alman milleti için monar inin kültür de eri pek 
büyüktü ve di er mahzurları ba arı ile ortadan kaldırabilirdi. Alman hükümdarlarının 
oturdukları yerler, halen estetik ruhun mabedi olmakta devam ediyordu. Bu böyle olmasaydı, 
günümüzde materyalist hale gelen bu ruhun ortadan kalkması tehlikesi ba  gösterirdi. Alman 
prenslerinin on dokuzuncu yüzyılda sanat ve bilim için yaptıkları hizmet asla unutulamaz. 
Ça da  devir ise eskiden yapılanlara benzeyen hiçbir  ey ortaya koyamamı tır, i te sosyal 
organımızın yava  yava  bozulmaya ba ladı ı o devirde ordu vardı demek zorundayız. 
Ordu Alman milletinin en kuvvetli okulu idi. Zaten bütün dü man kininin, milletin hamisi 
olan bu müesseseye çevrilmi  olması sebepsiz de ildi. Ordu, iftiraya u rarken, kinlere, 
husumete ve mücadelelere hedef olurken, a a ılık heriflerin hepsine korku telkin ediyordu. 
Gerçe i ifade için bundan güzel anıt yapılamazdı. Versay'da uluslararası hırsızların adi arzu 
ve hiddetlerini ilk önce eski Alman ordusuna çevirmi  olmaları, Alman ordusunun para 
kuvvetine kar ı milletimizin hürriyeti için sa lam bir sı ınak oldu unu gösterir. Bizim 
milletimize bir bekçi olan bu kuvvet olmasa idi, Versay bütün ruhu ve ayrıntısı ile Almanya 
için çoktan uygulanmı  olurdu. Alman milletinin orduya borçlu oldu u  ey  öyle 
özetlenebilir: HER  EY. 
Ordu, sorumluluk hissinin meziyet haline geldi i, sorumlulu un ezilmesi gittikçe günün 
meselesi oldu u, özellikle her çe it sorumluluk yoklu unun örne i olan parlamento tarafından 
böyle bir e ilim yayıldı ı bir sırada, kalplere sorumluluk hissi dolduruyordu. Ordu, 
korkaklı ın salgın bir hastalık olma tehlikesinin ba  gösterdi i, kamunun çıkarları lehinde 
fedakarlık etmenin budalalık sayılmaya ba ladı ı, sadece kendi çıkarını korumayı ve 
ço altmayı bilen kimsenin akıllı sayıldı ı sırada,  ahsı cesareti a ılıyordu. Ordu, her Almana 
milletin kurtulu unu, zenciler, Çinliler, Alman, Fransızlar,  ngilizler ve di erleri arasında 
milletlerarası bir karde li i tahrik ve te vik eden sahtekar heriflerin uydurdukları cümlelerde 
de il, bizzat milletin kuvvetinde, azim ve karar ruhunda aramanın gere ini ö reten okul 
durumunda idi. Ordu, azim ve karar ruhu a ılıyor ve böyle azimli ve kararlı adamlar 
yeti tiriyordu. Oysa, günlük hayatta azim ve karar yoklu u, ve  üphe ile tereddüt insanların 
hareketlerini sarsmaya ba lamı tı. 
Kurnaz heriflerin numune olarak gösterildikleri devirde, örnek bir i in düzensizlikten daima 
daha iyi oldu u prensibini üstün çıkarmak, gerçekten ustaca bir hareket idi. Yalnız bu 
prensipte daha hiç bozulmamı  ve sa lam kalmı  bir sıhhatin varlı ı gerekti. E er ordunun 
verdi i terbiye bu temel kuvveti yenilemeye devamlı bir  ekilde dikkat etmemi  olsaydı, 
günlük hayatta böyle sıhhatli i ler çoktan ortadan kaybolur giderdi. 


Baskı ve zorlama ile yeni bir gasp veya hiç itiraz edilmeden yerine getirilmesi gerekli bir 
ticaret anla masını imzalama durumu hariç, hiçbir vakit herhangi bir faaliyeti için bütün 
kuvvet ve inisiyatifini toplayamayan bugünkü Reich hükümetinin azim ve karar kabi-
liyetinden ne kadar deh et verici bir  ekilde yoksun oldu unu görmek yeter. Fakat önüne 
konan bir anla mayı diktatörün emrini yerine getirir gibi imzalayaca ı zaman, her türlü 
sorumlulu u bir yana bırakır ve dikte edilen husus ne olursa olsun, onu hemen meclisler-deki 
zabıt katipleri gibi süratle tasdik eder. Gerçekten bu gibi durumlarda bu hükümet için bir karar 
almak kolaydır, çünkü alınacak karar ona dı ardan yazdırılmı tır. 
Ordu, ideale, vatana ve devletin büyüklü üne sadakat gösterme terbiyesi vermi ti. Halbuki 
günlük hayatta hırs, açıkgözlülük ve materyalizm yayılıyordu. Ordu sınıflar halinde ayrılmaya 
kar ı, birle mi , birlik olmu  bir millet meydana getiriyordu. Bu konuda ordunun tek hatası 
vardı: Bir senelik gönüllüler usulü. Bu yanlı  bir hareketti. Çünkü, bu yüzden e itlik prensibi 
ihlal ediliyordu. Daha çok talim görmü  olan çevresinin di er bölümlerinden tekrar dı arı 
çıkmı  oluyordu, halbuki bunun tersi daha iyi idi. 
Yüksek sınıflarımızın derin genel aptallıkları ve halktan gittikçe daha belirli bir  ekilde 
kopmalar kar ısında ordu hiç olmazsa kendi safları arasında, akıllılar denilenlerin 
ayrılıklarından kaçınmasaydı, pek iyi bir tesir meydana getirmi  olurdu. Bu  ekilde hareket 
etmemek hataydı. Fakat bu dünyada hangi müessese hatadan ba ımsızdır? Ordunun hayırlı 
i leri, zarara o kadar üstündü ki, bazı küçük hataları bir vasat insanın kusurlarına nispetle çok 
daha önemsiz ve basit  eylerdi. 
Eski imparatorlu un ordusunun en büyük meziyeti, her  eyin ço unlu a tabi oldu u bir sırada 
ve Yahudilerin sayıya kar ı besledikleri körü körüne sevgiye ters olarak,  ahsiyete inanma 
prensibini korumasıdır. Gerçekte ordu ça da  devrin en çok ihtiyaç duydu u  eyi 
yatı tırıyordu:  NSAN. Bir gev eme halinden, yayılmakta olan bir kadınla ma bataklı ından, 
her yıl ordunun safları arasından 350.000 genç yeti iyordu ki, her birinden kuvvet 
fı kırıyordu. Bu gençler iki yıl süren talim sonunda üzerlerinden gev ekli i atmı lar, çelik 
gibi vücutlara sahip olmu lardı. Bu süre içinde itaat etmeye alı an genç, artık bundan sonra 
kumanda etmeyi ö renebilirdi. Yürüyü ünden talimli askeri tanımak mümkündür. 
Evet, ordu Alman milletinin en büyük okulu idi. i te bu yüzden kıskançlık, hırs ve açgözlülük 
evkiyle, devletin acze dü mesini, milletin müdafaadan yoksun kalmasını isteyenler ve bu 
büyük devleti sömürenler, korkunç kinlerini orduya yo unla tırıyorlardı. Birçok Almanın 
dü tü ü körlük veya kötü niyetle istemedikleri  eyi yabancılar takviye ediyorlardı. Alman 
ordusu, milletin hürriyetinin ve çocuklarının gıdasının hizmetinde en kudretli bir silah idi. 
Devletin  ekline ve orduya üçüncü bir unsur katılıyordu. Bu eski imparatorlu un mukayese 
kabul etmez memurlar sınıfı idi. 
Almanya, dünyanın en iyi idare edilen ve en güzel te kilatına sahip bir ülke idi. Alman 
memurlarının kırtasiyecili in kar ısında olu ları sayesinde i ler muntazam gidiyordu. Ba ka 
devletlerde i ler, bizdekinden daha iyi gitmiyordu. Hatta daha da fenaydı. Fakat di er 
ülkelerde olmayan taraf bu organın hayran kalınacak sa lamlı ı ve onu meydana getirenlerin 
ahlak kaidelerinden ayrılmaz zihniyeti idi. Mertlik ve sadakatin bir arada oldu u küçük bir 
görenek, bugün sık sık rastlanan prensip yoklu undan, karaktersiz, cahil ve aciz modernlikten 
çok daha iyidir. Sava tan önce belki biraz kırtasiyeci olan Alman idaresinin ticaret yönünden 
iktidarsız oldu unu iddia etmek, bugün pek revaçta ise, buna  u soruyla cevap vermek yeter: 
Dünyanın hangi ülkesinde Almanya'nın demiryolları kadar iyi sevk ve idare edilen bir i letme 
ve ticari yönden bu kadar iyi bir kurulu  vardı? Me er bu örnek i letmeyi yok etmek, devrime 
kısmet-mis. Sonunda bu i letme milletin elinden alınarak, cumhuriyetin kurucularının 
ruhlarına göre sosyalize edilmeye, yani Alman devriminin delegasyonu sıfatı ile 
spekülasyonun milletlerarası sermayesine hizmet etmeye uygun bir duruma getirildi. 
Memur sınıfını ve idare mekanizmasını özellikle di erlerinden ayıran ve üstün hale getiren 
taraf, bu sınıfın çe itli hükümetlere kar ı ba ımsız olu uydu. Çe itli hükümetlerin siyasi 


görü leri Alman memurunun zihniyeti ve çalı ması üzerinde tesirli olamazdı. Fakat 
devrimden bu yana, bu durum de i ti. Meleke, ehliyet ve iktidar yerine, herhangi bir siyasi 
yazıda belirtilen mevki üstün duruma geçiyordu. Orijinal ve ba ımsız bir karakter, memura 
fayda vermek yerine engel te kil ediyordu. 
Eski imparatorlu un kuvveti ve ihti amı, devletin  ekline, ordu ve memur sınıfının üzerine 
dayandırılıyordu. Bugün ise bunlar, devlette tamamen eksik olan bir vasfın birinci derecedeki 
en önemli sebepleri idiler. Devlet otoritesi yoktu. Çünkü devlet otoritesi, parlamentoda veya 
lanstaglardaki gevezeliklere, devleti koruma kanunlarına veyahut bu kanunları çi neyenleri 
deh et ve korku içinde bırakmaya mahsus mahkemelerin kararlarına dayandırılamaz. Devlet 
otoritesi, bir toplulu u sevk ve idare edenlere gösterilmesi gereken ve gösterilebilen genel 
güvene dayandırılır. Fakat bir kere daha belirteyim ki bu güven, hükümetin ve idarenin 
namuslu, menfaat dü üncelerinden uzak oldu una dair samimi ve sarsılmaz bir kanaatin 
sonucudur. Bu, kanunun anlamı üzerindeki tam bir birle meden ve kanun tarafından saygı 
gösterilen prensipler hakkındaki anla ma hissinden do ar. Hükümet sistemleri baskı ve  iddet 
üzerine dayanmazlar, halkın menfaatlerini temsil etmedeki samimiyete, onun geli mesi için 
yapılan yardıma ve kendi meziyetlerine göre de er ta ırlar. Sava tan önce i lenen 
kötülüklerden bir kısmı, milletin kendinde saklı kuvvetlerini yıkmak tehdidinde bulunmu tur. 
Bu durum di er ülkelerde de meydana gelmi tir. Hatta bu ülkeler, bu kötülüklerden 
Almanya'ya kıyasla daha çok zarar görmü lerdir. Fakat böyle olmakla beraber, o ülke halkı, 
mü kül kar ısında gayret göstermekten vazgeçmemi  ve dolayısıyla çökmemi tir. Ama sava  
öncesi zaaflarına kar ı Almanya'nın gö üs germeye kuvveti oldu u dü ünülürse, bu çökü ün 
sebebini ba ka yerde aramanın gerekti i görülür. Evet, gerçek böyleydi. Eski imparatorlu un 
çökmesinin son ve en büyük sebebi ırk meselesinin iyi anla ılmaması ve milletin tarihi ge-
li melerinde ırkın öneminin takdir edilmemesidir. Çünkü milletlerin hayatlarında bütün 
olaylar tesadüflerin birtakım görünümlerinden ibaret de ildir, bunlar ırkın korunması ve 
ço alması yolundaki gayretlerin do al sonuçlarıdır. Öyle ki, insanlar kendi faaliyetlerinin 
derin sebebini takdir edemedikleri zaman bile bu böyle olmu tur.  
 
BOLUM 11 
Bazı gerçekler, toplum içinde o kadar yaygındır ki, bu sebepten dolayı cahil halk bunları 
gözünün önünden geçti i halde göremez, birkaç defa kar ıla tı ı halde tanımaz. Bu gibi 
kimseleri, biri gelip de daha önceden bilmesi gereken bir  eyi söyledi i vakit, hayretler içinde 
kalır. Toplum içinde öyle meseleler vardır ki "Christoph Colomb'un yumurtası" kadar basit bir 
ekilde halledilebilir. Fakat Colomb cinsinden kimseye pek az rastlanır. Mesela, bütün 
insanlar, dünya üzerinde dola ır, dururlar ve her  eyi ö renmek ve bilmek isterler. Fakat hiç 
kimse dünya üstündeki canlıların çe itli gruplara ayrılmı  oldu unu göremez. En ufak ve 
üstünkörü bir inceleme, dünya üstünde ya amak iradesinin aldı ı hadsiz hesapsız  ekillerin el 
sürülmez, de i tirilemez bir kanuna ba lı oldu unu gösterir. Her hayvan aynı gruba (türe) 
mensup di er bir hayvanla cif de ebilir. Leylek leylek ile, ispinoz ispinoz ile, fare fare ile, 
kurt kurt ile ve di erleri gibi. Bu arada  unu da belirtelim ki, bazı fevkalade haller bu kaideyi 
bozabilir. Mesela esaretin veya aynı gruba dahil olanların çiftle melerine engel olan herhangi 
bir sebebin yükleyece i zorunluluk. .. Fakat bu durumda da tabiat bu kar ı kovu la mücadele 
etmek için bütün imkanlarını harekete geçirir. Tabiatın protestosu; piçle mi  grupları 
zürriyetlerini devam kabiliyetlerini sımsıkı kısıtlamak biçiminde ortaya çıkar. Birçok hallerde 
tabiat onları, hastalıklara yahut dü manlarının hücumlarına dayanmak, kar ı koymak meleke-
sinden yoksun bırakır. 
Bu pek tabii bir  eydir: Birbirine e it olmayan iki yaratı ın birle mesi sonucu meydana 
gelecek mahsul, iki ebeveynin de erleri arasında bir de ere sahip olur. Yani çocuk, canlılar 
merdiveninde a a ı ırka mensup olan ebeveynden daha yüksek bir yerde, fakat yüksek bir 
noktada olan di er ebeveynden ise daha a a ı bir seviyededir. Bu bakımdan çocuk ilerde bu 


üstün ırka kar ı giri ece i mücadelede yenilecektir. Böyle bir çiftle me, canlıların de erlerini 
yükseltmeyi gaye edinmi  olan tabiatın iradesine ters dü er. Tabiatın bu gayesi çe itli 
de erlerdeki kimselerin çiftle meleri ile gerçekle tirilemez, ancak en yüksek de eri temsil 
edenlerin tam ve kesin zaferleri ile sa lanır. Daha kuvvetli olanın rolü hükmetmektir, daha 
zayıf olanla kayna mak de ildir. E er üstün ırk böyle davranmazsa kendi büyüklü ünü feda 
etmi  olur. Bu kanunu, sadece do u ları itibariyle zayıf olan yaratıklar zalimane bulabilirler. 
Fakat bu husus da, o-nün zayıf ve sınırlı bir kimse olu undan ileri gelir. Çünkü bu kanun onun 
vücudunu ortadan kaldırmasaydı, bütün canlıların geli mesi akla sı maz bir  ey olurdu. 
Tabiatta ırkın temizli ini aramak ve devam ettirmek için var olan bu genel e ilimin sonucu, 
sadece özel ırklar arasında dı  görünü lerindeki bir farkta de il, her birinin kendisine has 
vasıflarının benzerli i haiz olmasıdır. Tilki daima tilkidir. Kaz her zaman kazdır. Bu misaller 
ço altılabilir. Di er taraftan  unu hemen belirtelim ki, aynı ırka mensup fertler arasında te his 
edilen farklar, hassaten, sahip oldukları enerji, canlılık, zeka, ustalık ve direnme gibi 
kabiliyetlerin toplamındaki e itsizlikten ileri gelir. Fakat hiçbir zaman tabii bir istidat 
evkiyle, kazlara kar ı "iyi kalple" hareket edecek bir tilkiye veya sıçanlara kar ı merhamet 
besleyen kediye tesadüf edilemez. Sonuç olarak, ırkların birbirleri ile mücadelelerine sebep, 
derin bir antipatiden ziyade, açlık ve a ktır. Her iki halde de tabiat memnun bir  ahittir. Her 
günkü ekmek u runda yapılan mücadele zayıf ve hastalıklı ve cesareti az olan mahlukların 
ma lubiyetini do urur. Öte yandan di iyi kendine çekmek ve onu büyülemek için giri ti i 
mücadele ancak en sa lam  ahsa zürriyet yeti tirmek hakkını verir veya bu i i ba armak 
imkanım ona sa lar. Fakat kavga, daima grubun sıhhatini ve kuvvetini geli tirecek vasıtadan 
ibaret kalır veya onun geli mesinin ilk  artı olur. E er bu, ba ka türlü cereyan etse idi, sonraki 
geli meler durur ve çok geçmeden gerileme ba lardı. 
Gerçekten bütün insanlar zürriyet yeti tirmekte aynı imkanlara sahip olsalardı, daha az iyi 
olanlar, en iyilere nispetle çok oldukları için, çok çabuk ço alacak, sonunda en iyiler ikinci 
plana dü eceklerdi, i te bundan dolayı en iyiler lehine zorlayıcı tedbirlerin vazıyete müdahale 
etmesi gerekir. Tabiat zayıfların sayılarını sınırlamak için, onları  iddetli ve zor hayat 
artlarına tabi tutar. Tabiat sadece arta kalan seçkinlere çiftle me için izin verir. Ölçü olarak 
kuvvet ve sıhhati kabul etmek suretiyle yeni ve sıkı bir seçme yapar. Tabiat zayıf kimselerin 
kuvvetlilerle çiftle melerini istemez, yüksek bir ırkın, basit bir ırka karı masını kabul etmez. 
Çünkü, binlerce asırdan beri tabiatın be eriyeti yüceltmek için takip etti i gaye bir anda bo  
bir i  haline sokulmu  olur. Bu kanunun hadsiz hesapsız delillerini bizim önümüze seren tarih, 
gayet açık olarak  unu kaydetmi tir: 
Saf bir ırk kendi kanını daha a a ı bir toplulu un kanı ile karı tırdı ı takdirde, ortaya çıkan 
melezlik medeniyet getirecek olan milletin felaketi  eklinde tecelli eder. Renkli ırklarla pek az 
karı mı  olan Cermen unsurlarının meydana getirdi i Kuzey Amerika halkı, Orta ve Güney 
Amerika'ya nispetle ba ka bir topluluktur ve ba ka bir medeniyet arz eder. Orta ve Güney 
Amerika'da Latin ırk, yerlilerle daha çok karı mı  oldu u için, Kuzey Amerika halkı, kıtanın 
hakimi durumuna geçmi tir. Bu hal, herhangi bir bula ıklık olmadı ı takdirde devam 
edecektir. 
Sözün kısası bu ırk çatı masının sonucu  udur: a — Yüksek ırkın seviyesi dü er, b — Fiziki 
ve fıtri bir çökü  ba lar. 
Bunlara da sebep olmak yaratıcımız olan Tanrı'nın iradesine kar ı günah i lemektir. Fakat bu 
hareket, günahın meydana getirdi i cezayı görmektir, insan, tabiatın kendi sıfatıyla var 
olmasına saygı duyaca ı prensiplerle mücadeleye giri mi  olur. i te tabiatın iste ine aykırı 
hareket etmekle, kendinin mahvını böyle hazırlar. Gerçi burada özellikle ibrani olan, aynı 
zamanda ahmakça bir itiraz, modern barı çılı ın itirazı lafa karı ır: "insan tabiata galip 
gelmelidir!" Yahudilerden çıkan bu saçma sözü milyonlarca insan hiç dü ünmeden tekrarlar 
ve sonunda tabiata kar ı bir zaferi tahakkuk ettirdikleri hülyasına dalarlar. Fakat delil olarak 


ortaya bo  bir fikirden ba ka bir  ey koyamazlar. Ayrıca bu söz o kadar manasızdır ki do rusu 
bundan bir dünya görü ü veya dü üncesi çıkarmak imkansızdır. 
Gerçekte insan, tabiatı hiçbir hususta yenememi tir. Ancak insanın yapabildi i tek  ey, 
tabiatın gizli taraflarını ve sonsuz sırlarını kapadı ı büyük örtünün sadece küçücük bir ucunu 
kaldırmaya te ebbüsten ibarettir.  nsan hiçbir zaman bir  ey icat etmemi tir, sadece 
bildiklerini bulmu tur.  nsan tabiata hakim de ildir. Sadece bazı kanunları ve tektük do al 
gizlilikleri bildi i için, bunlardan habersiz olan di er canlıların hakimi durumuna geçmi tir. 
Bütün bunlar bir yana bırakılırsa, bir fikir, insanlı ın hayatı ve gelece i için konmu   artlara 
üstünlük sa layabilir. Çünkü fikrin kendisi de insana tabidir. Bu dünyada insan olmazsa fikir 
de olmaz. Demek oluyor ki fikir, daima insanların varlı ına, sonuç olarak bu varlı ın ilk  artı 
olan kanunlara ba lıdır. Daha da fazlası vardır. Belirli fikirler bazı kimselerin var olu larına 
ba lıdırlar. Özellikle bu fikirlerin kökleri ilmi ve belirli bir gerçe e de il, his alemindedir 
veya samimi bir tecrübeyi aksettiren  eydedir. Gerçekte mantık ile hiçbir ilgisi bulunmayan, 
yalnız hissiyatın ve ahlaki dü üncelerin belirtilerim temsil eden bütün bu fikirler, insanların 
varlı ı ile ba lantılıdır. Bu fikirleri, insanların dü ünme güçleri ve yaratıcı kabiliyetleri 
meydana getirmi tir. Fakat bu fikirleri tasarlayan insanların ve ırkların bekası, bu fikirlerin 
devamlılı ı için önemli bir  arttır. Mesela, dünyada barı çı fikrin üstün gelmesini samimi 
olarak isteyen kimse, dünyanın Almanlar tarafından fethedilmesi için her  eyi yapmalıdır. 
Aksi takdirde dünyadaki son barı severin, son Alman ile ölmesi mukadderdir. Çünkü 
yeryüzünün di er insanları, tabiata ve akla ters dü en bu saçmalı ın tuza ına maalesef 
milletimizin yaptı ı gibi kendilerini kaptırmamı -lardır. Demek ki, barı  devresine ula mak 
için, ister istemez azimli bir  ekilde sava a karar vermek zorunlulu u vardır. Amerika'dan 
gelmi  olan kurtarıcı Wilson'un gerçek planı bu idi, hiç de ilse hayalperest Almanlar böyle 
sanıyorlardı. Bu  ekilde gayeye ula ıldı. 
Gerçekte barı sever ve insaniyetçi fikri üstün olan bir kimse, yeryüzünün hakimi olacak 
ekilde dünyanın geni  bir bölgesini fethedip hakimiyetini kabul ettirdi i zaman pek iyi bir 
ey yapmı  olur. Bu fikir ameli uygulaması zor ve nihayet imkansız duruma geldi i nispette 
zararlı sonuçlar do urabilir. Demek ki ilk önce sava , sonra barı çılık. 
Yoksa insanlık geli menin en son ve en yüksek noktasını atlayıp, geçmi tir. Son nokta, 
herhangi bir ahlaki fikrin hakimiyeti de ildir, barbarlı ın ve daha sonra karmakarı ıklı ın 
hakimiyetidir. Dünyamız milyonlarca yıl bo lukta dola tı ı halde üzerinde insan 
görülmemi tir. E er insanlar birkaç gevezenin yaydıkları fikirleri dinleyip ve tabiatın tunç 
gibi sert kanunlarını tanımayı ve bunlara sıkı bir  ekilde uymayı ö renerek yüksek bir noktaya 
ula abileceklerini unuturlarsa, bir gün dünyamızın eski  artları dahilinde yoluna devam etmesi 
mukadderdir. 
Bugün hayran kaldı ımız ilim, güzel sanatlar, teknik ve icatların hepsi bazı ırkların, belki de 
ilk önceleri tek bir ırkın yaratıcı faaliyetlerinin sonuçlarıdır. Medeniyetin devamı bu milletlere 
ba lıdır. Bu milletler yenilir ve yok olurlarsa, dünyanın güzelli ini meydana getiren  eyler 
kendileri ile birlikte topra a gömülür.. 
Örne in, topra ın insanların üzerindeki etkisi ırklara göre de i ecektir. Bir ırkın üzerinde 
ya adı ı topra ın veriminin az olu u, o ırk için kudretli bir te vik unsuru olacaktır. Bu durum 
o ırkı büyük  eyler yapmaya sevk eder. 
Ba ka bir ırk için ise topra ın çorak olu u bir sefalet ve sonunda da beslenememe sebebi olur. 
Dı ardan gelen nüfuzun ırkların üzerinde yapaca ı tesirin  eklini, o ırkların samimi 
dayanakları tespit eder. Bazı ırkları açlıktan ölmeye mecbur bırakan bir  ey, di er ırkları çetin 
mücadelelere ve çalı malara kabiliyetli hale getirir. Geçmi  dönemlerin bütün büyük 
medeniyetleri, yaratıcı ırkın kanının zehirlenerek ölmesi sonucu çökmü tür. Bu çe it 
çökü lerin en büyük sebebi, insanların medeniyetlere de il, medeniyetlerin insanlara ba lı 
oldukları prensibinin unutulmasıdır. Belirli bir medeniyeti muhafaza etmek için, o medeniyeti 
yaratan kimseyi korumanın lüzumu, gözlerden kaçmı tır. Fakat bu koruma hali zaruretin tunç 


gibi sert kanununa, en iyinin ve en kuvvetlinin zaferine ba lıdır. Demek oluyor ki ya amak 
isteyen kavga etmelidir. Kanunu devamlı bir mücadeleden ibaret olan bu dünyada, 
mücadeleden kaçınan kimsenin ya amaya hakkı yoktur. Bu acı gibi görünür, fakat gerçek 
böyledir. Ama tabiata üstün geldi ini sanan ve gerçekte tabiata küfür eden kimsenin akıbeti 
çok daha acıdır. Irk kanunlarını unutan ve onlara hakaret eden insan ula aca ını sandı ı 
saadetten kendim mahrum eden ve üstün ırkın zaferlerle dolu yürüyü üne engel olur. Böylece 
her çe it insanın geli mesinin ilk  artını zaafa u ratır, insan hassasiyetinin yükü altında 
ezilerek, canlılar grafi inde yükselmeden aciz hayvanlar seviyesine dü er, ilk medeniyeti 
hangi ırk ve ırkların meydana getirdiklerini ve insanlık kelimesinin ifade etti i manayı 
gerçekle tirdiklerini bilmek hususunda münaka a yapmak bo  ve lüzumsuz bir harekettir. 
Meseleyi bugüne ait olan noktasında vazetmek daha kolaydır. Bu noktada verilecek cevap da 
daha açık ve . basittir. Bugün medeniyetin sonucu olarak önümüzde duran, güzel sanatların, 
ilimlerin ve tekni in ürünlerinin tamamı, hemen hemen sadece üstün ırkların yaratıcı 
faaliyetleri sayesindedir. Bu gerçek, onlara insaniyetin hakkı olarak yegane temsilcisi 
oldukları hükmünü vermemize imkan hazırlar. Sonuç olarak "insan" adı ile anladı ımız ilkel 
tipi onlar temsil ederler. Onlar, irsi insanlı ın Promete'si-dirler. Dehanın ilahi kıvılcımı eski 
günlerden beri hep onların alınlarından fı kırmı tır. Israrla dilsiz sırları örten geceleri bilgi adı 
altında aydınlatan ate , daima yeni ba tan parlamı  ve böylece insana bu dünyada ya ayan 
di er yaratıkların hakimi olması için ula ması gereken hedefi göstermi tir. E er ate  ortadan 
kaldırılsaydı yeryüzünü büyük bir karanlık basacaktı. Böylece birkaç asır için de medeniyet 
yok olup gidecek ve dünya çöle dönecekti. E er insanlık, medeniyet yaratan, medeniyetin 
emanetlerini muhafaza eden ve medeniyeti yok eden diye, üçe bölünse idi, birinci bölümü 
yalnız üstün ırklar temsil ederlerdi, insan eli ile yapılan bütün yaratmaların temellerini ve 
büyük i lerini bu üstün ırklar meydana getirmi lerdir. Onların dı  görünü leri ve aldıkları 
renk, çe itli milletlerin özel vasıflarının tesiri altında kalmı tır. 
insan geli mesinin ortaya koydu u bütün binaların planlarını ve büyük kesme ta larını hep 
üstün ırk sa lamı tır. Yalnız icra keyfiyeti her ırkın kendine has ruhuna kar ılık gelmi tir. 
Mesela, birkaç yıla kadar Asya, geli mesinin temelini Yunan, Rus ve Alman tekni i 
seviyesine çıkaran medeniyete, benim medeniyetim diyebilecektir. Bu medeniyetin sadece dı  
görünü ü, hiç olmazsa kısmen Asya'nın verdi i ilhamların vasıflarını ta ıyacaktır. Japonya, 
sanıldı ı gibi, medeniyetine, Avrupa medeniyetim eklemiyor, tam aksine Avrupa'nın ilim ve 
tekni i Japon medeniyetinin özel vasıflarını te kil e-den  eye yakından ba lanıyor. Bu ülkede 
hayatın esaslı temeli artık orijinal Japon medeniyeti de ildir. Gerçi Japon medeniyeti bu haya-
ta kendisine has bir renk ve tarz veriyorsa da, (yani esaslı farklar sebebiyle Avrupalıların 
gözlerine çarpan o dı  görünü ü sa lıyorsa da) buradaki hayatın temeli Avrupa ve 
Amerika'nın yani üstün ırkların ilmi ve teknik çalı malarının sonucu olarak sa lanmaktadır. 
Do u da, bu çalı ma sayesinde elde edilen sonuçlara dayanılarak insanlı ın genel geli mesi 
takip edilebilmektedir. Günlük ekmek için yapılan mücadele, bu çalı manın temelini sa lamı  
ve gereken silah ve hareketleri yaratmı tır. Japon karakterine sadece dı   ekiller yava  yava  
uyum sa layacaktır. E er bugünden itibaren üstün ırkın tesiri Japonya'nın üzerinden kalkacak 
olsa ve Avrupa ile Amerika'nın yıkılmaları sa lansaydı, Japon milletinin teknik ve bilimde 
kaydetti i ilerlemeler bir süre daha devam edebilirdi. Fakat birkaç yıl sonunda kaynak 
kuruyacaktı. Japonlara özgü nitelikler tekrar ortaya çıkacaktı. Böylece bugünkü medeniyeti 
de, yetmi  yıl önce üstün ırkın medeniyetinin dalgası ile çekip çıkarıldı ı derin uykunun içine 
tekrar gömülüp kalacaktır. Bu gerçe i göz önünde tutarak, Japonya'nın bugünkü geli mesi 
üstün ırkın tesiri sayesinde oldu u söylenebilir. Buna göre pek eski zamanlarda da yabancı bir 
tesir ve ruh o eski devrin Japon medeniyetini uyandırmı tır. Bu fikir ve dü ünceyi do rulayan 
en güzel delil, bu medeniyetin daha sonra i lemez hale gelip, tamamen ta  gibi donarak 
kaskatı olmasıdır. Bu olay bir millete ancak ilk yaratıcı hücre ortadan çakıldı ı veya ilk 


hamleyi vermi  ve medeniyetin ilk geli mesine gereken malzemeyi sa lamı  olan dı  tesir 
kayboldu u zaman meydana gelebilir. 
Bir ırkın, medeniyetinin esaslı unsurlarım yabancı ırklardan alarak, temsil etti i ve harekete 
geçirdi i, fakat daha sonra üzerindeki yabancı etki kaybolunca uyu up kaldı ı tespit edilirse, 
bu ırkın medeniyetin ta ıyıcısı oldu u söylenebilir, fakat medeniyeti do uran millet oldu u 
iddia edilemez. 
Çe itli milletler bu açıdan incelenecek olursa, fiiliyatta önceden medeniyeti kuran milletler 
olarak de il, daima medeniyeti bir emanet olarak ba kalarından almı  topluluklar  eklinde 
görünürler, i te bunların geli meleri hakkında  unlar söylenebilir: Sayıları gerçekten gülünç 
kabul edilecek kadar az olan üstün ırklar, di er yabancı milletleri hakimiyetleri altına alıyorlar 
ve yeni toprakların kendilerine arz ettikleri hayat  artlarının, yani topra ın verimli ve iklimin 
müsait olu u sayesinde veya a a ı ırka mensup insanların sa ladıkları i gücü bollu undan 
faydalanarak, onlarda uyuklar bir halde bulunan fikri ve te kilatçı melekeleri geli tiriyorlar. 
Binlerce yıl, hatta birkaç asır içinde meydana öyle medeniyetler çıkarıyorlar ki, önceleri bu 
a a ı ırkların hayat tarzlarına, verimli topra ın ve kontrol altına al dlkları insanların ruhlarının 
özel durumlarına kar ılık gelen vasıfları | Içeriyorlar. Fakat sonunda toprakları fethedenler 
kanlarının temizli ini korumalarına imkan veren ve önceleri emirlerine uydukları prensibe 
sadakatlerini kaybediyorlar. Kendi halkı yerlilerle birle meye ba lıyor. Böylece kendi 
hayatlarına son veriyorlar. Çünkü cennette i lenen ilk günah daima suçluların uzakla tırılması 
sonu-I cunu vermi tir, i te bin yıl veya daha çok bir zaman sonunda eski hakim ırklardan 
görülebilen son iz, çok kere kanının, hakimiyeti al-I tına aldı ı ırka bıraktı ı açık renkte ve 
eskiden meydana getirmi  oldu u medeniyetin ta  gibi donmu  halinde görülebilir. Çünkü üs-
tün ırkın gerçek ve manevi kanı hakimiyeti altına aldı ı milletlerin kanları içinde kayboldu u 
gibi, medeniyetin ilerlemesi için yolunu aydınlatan me alenin alevini sa layan yanar madde 
de yok olmu tur. Nasıl ki, üstün ırkların kanları, e lerinin do urdu u çocukların renklerinde 
kendilerinin hatıralarını devam ettiren hafif bir nüans bırakmı sa, kültür hayatını bo an kimse 
de, eskiden ı ı ı getirmi  olanların henüz ya amakta olan meydana çıkarma özelliklerinin 
yaydı ı ı ıklarla daha az karanlık hale sokulmu tur. Bunların ı ınları unutulmu  bir çatlak 
arasından parlar ve çok zaman dikkatsiz gözlere önlerinde  imdiki milletin hayali bulundu u 
zannını verirler. Halbuki gözlemci, bu hayali ancak geçmi  devrin aynasında görmektedir. 
Böyle bir milletin tarihi seyri sırasında eskiden kendisine medeniyet getirmi  olan ırkla ikinci 
defa olarak veya daha çok temasa geçmesi ve önceki kar ıla maların hatırasının hafızalardan 
silinmi  olması mümkündür. Bu millete eski hakim ırk veya ırklardan kalmı  olan kan, 
uursuz bir  ekilde tekrar bu kültürün himayesine |     girer. Eskiden ancak zor kullanılarak 
sa lanan  ey,  imdi tam istekle ?!      meydana gelebilir. Böylece yeni bir medeniyet devresi 
meydana çıkar ve bu devre üstün ırkın, yabancı milletlerin kanları ile piçle mesine kadar 
ayakta kalır. 
Medeniyetin gelecekteki dünyayı kaplayan tarihi için ara tırmaları bu yöne çevirmek ve 
imdiki tarih ilmimizde oldu u gibi dı  olayların tespiti içinde bo ulmamak bir görev 
olacaktır. Medeniyetin ta ıyıcısı olan milletlerin u radıkları bu geli me hakkındaki geni  
bilgi, dünya üzerinde medeniyeti gerçekten kurmu  olanların, üstün ırkların geli melerine ve 
tesirlerinin ortadan kalkmalarına ait tabloyu da çizece i muhakkaktır. Günlük hayatımızda 
oldu u gibi, dehanın meydana çıkabilmesi için özellikle nasıl uygun bir fırsata, hatta gerçek 
bir hamleye ihtiyacı varsa, deha ile vasıflanmı  ırk hakkında da durum böyledir. Her gün kü 
hayatın de i mez akı ı içinde, birinci derecede de erli kimseleı bile, manasız görünebilirler 
ve çevresinde bulunanlardan pek az siv-rilip yükseklere çıkabilirler. Fakat çevresindeki di er 
insanları sasır tan bir vaziyet içinde bulunur bulunmaz, basit gibi görünen bu kimsede çok 
kere o vakte kadar kendisini günlük hayatın adi çerçevesi .   içinde görmü , olanları hayretler 
içinde bırakacak bir  ekilde, dahiyane kabiliyetler meydana çıkar. Bundan dolayı bir 
peygamber kendi ülkesinde pek ender olarak otorite sahibidir. Bu olayı gözlemek için 


sava tan daha iyi bir fırsat hiçbir zaman bulunamaz. Dı  görünü leri itibariyle akıllı oldukları 
tahmin edilemeyen gençlerde, sava ın kötü anlarında, arkada larının cesaretlerini 
kaybettikleri sıralarda, birdenbire birer kahraman ruhu ile kar ıla ılır. Bunların büyük 
enerjileri ölüme meydan okur. Bu gibi kimseler buz gibi so ukkanlılıkla en karı ık i leri 
hesap ederler. E er bu sınav saati gelmemi  olsa idi, hiç kimse beyinsiz gibi görünen bu 
gencin bir kahraman ruhu sakladı ının farkına varamayacaktı. Dehanın meydana çıkması için 
daima bir çarpı ma gerekir. Bazılarını yere yapı tıran kaderin topuz darbesi, ba kalarına 
birdenbire çelik sertli i verir ve her günkü tekdüze hayatlarının zarını patlatarak hayretler 
içinde kalmı  dünyanın gözü önünde onları birer ilah gibi yükseltir. Halk bu duruma kar ı inat 
eder, önceleri kendisinden farksız gördü ü bir kimsenin, böyle birdenbire ba ka bir tohumdan 
fı kırmı  olmasına inanmak istemez, i te bu durum, her de erli adamın ortaya çıkı ında 
meydana gelir. 
Mesela bir mucidin  öhretinin icadını ortaya koydu u vakit parladı ını söylemek hata olur. 
Deha kıvılcımı yaratıcılık melekesi ile birlikte adamın alnında do du u andan itibaren parlar. 
Hakiki deha fıtridir. Hiçbir zaman terbiyenin veyahut e itimin sonucu de ildir.  ahıs söz 
konusu oldu unda gösterdi im bu misal ırklar için de aynıdır. Yaratıcı bir faaliyet içinde 
bulunan ırklar, dünyaya geli lerinden beri yaratma kabiliyetine sahiptirler. Hatta bu kabiliyet 
derine inemeyen gözlemcilerin gözlerinden kaçsa bile bu böyledir. Burada da dehalara sahip 
bir ırkın  öhreti, o ırkın gösterece i faaliyetin sonucudur. Gerçekte dünyanın di er milletleri, 
dehayı görüp tanımaktan acizdirler. Bu milletler ancak dehanın ortaya koydu u icatları, 
ke ifleri, binaları, yani  ekilleri ortada olan ve elle tutulabilir hale gelmi  görünümlerini 
görebilirler. Fakat burada da dünyanın dehayı tanıyabilir duruma gelmesi için uzun zamana 
lüzum vardır. Büyük bir de ere sahip  ahısta dehanın sonuçları veya fevkalade kabiliyetler 
özel te vikle fiiliyata çıkarsa, milletlerin hayatlarında da ba langıçta varolan yaratıcı 
melekeler ve tesirler kuvvetler ancak belirli birtakım  artlar kendilerini davet ettikleri zaman 
ortaya çıkarlar. Bu gerçe in en olumlu örne ini medeniyetin geli mesini bir emanet olarak 
elinde bulunduran üstün ırklar verirler. Kader onları özel  artlar içinde bulundurur 
bulundurmaz, bu üstün ırklarda varolan büyük kabiliyeti, daha hızlı bir tertiple geli tirmeye 
ve bunları elde tutulur birer  ekiller veren kalıplara dökmeye ba lar. Bu gibi durumda üstün 
ırkların meydana getirdikleri medeniyet, hemen daima topra ın, iklimin ve hakimiyetleri 
altına aldıkları insanların özelliklerine ba lıdır. Buradaki son unsur en kesin ve en tesirli 
olanıdır. Bir medeniyetin do u unun ba lı oldu u teknik  artlar ne kadar ilkel ise, 
makinelerin yerini alacak olan bir insan gücünün mevcudiyeti de o kadar lüzumlu olur. Üstün 
ırklar, basit ırkların insanlarını kullanmak imkanım bulmamı  olsalardı kendilerini 
medeniyete götüren yol üzerinde hiçbir zaman ilk adımı atamayacaklardı. 
Ehlile tirmeye muvaffak oldukları hayvanlar olmasa idi, bugün üstün ırklar o hayvanları 
lüzumsuz kılan tekni e sahip olamayacaklardı. Binlerce sene, at insanların i ine yaradı, onlara 
yardımcı oldu, geli menin temelini kurdu. Fakat neticede otomobil vücut buldu. Böylece at 
gereksiz hale geldi. "Arap mecbur oldu u i i yaptı, Arap artık gidebilir." darbımeseli, 
maalesef derin bir mana ifade eder. Birkaç yıl içinde at, artık her türlü faaliyetten uzak 
kalacaktır. Fakat, bu eski mesai birli i olmasa idi, insan bugünkü seviyesine eri mek için hiç 
üphe yok ki, büyük zorluklar çekecekti. A a ı ırkın insanları yüksek medeniyetin meydana 
gelmesinde ilk ve esaslı bir unsur olmu tur. Bu kabil insanlar maddi kaynakların kıtlı ını 
bertaraf ediyorlardı. Bu maddi kaynaklar olmadan geli me imkanı tasavvur edilemezdi.  urası 
muhakkak ki, ilk insan; medeniyeti, ehlile tirilmi  hayvanlardan ziyade, basit ırklara mensup 
insanları kullanması sayesinde meydana getirmi tir. Ancak zayıf ırkların köle haline sokul-
malarından sonra, bu hal hayvanların da ba ına geldi. Bazı kimselerin iddia ettikleri gibi 
bunun tersi olmadı. Çünkü sabanın önüne ilk önce ma lup ırk ko uldu. Daha sonra at insanın 
yerini aldı. Bu olayı be eriyet bakımından adi bir  ey olarak kabul etmek deli bir barı çı nın 
i idir.  imdi bu adamlar, o deli barı çıların, birtakım  arlatanca laflarını kullanmak hususunda 


kendilerinin faydalandıkları medeni yetin bugünkü derecesine ula abilmek için, böyle bir 
tekamülün meydana gelmi  olmasının,  art oldu unu anlayamıyorlar, insanlı ın geli imi 
sonsuz bir merdiven üzerinde bir yükselmedir. A a ı basamaklar a ılmadan, yukarı varılamaz. 
Sonuç olarak, üstün ırk, gerçe in kendine i aret etti i, gösterdi i yolu a mak zorunda kal-
mı tır. Yoksa, hiçbir zaman üstün ırk modern bir e itli in kendi hayalinde canlandırdı ı yolu 
a mak zorunda de ildir. Gerçek yol sarp ve zahmetlidir. Fakat bu kimselerin hayalleri onları 
kendilerini bu gayeye yakla tırmaktan ziyade uzakla tırır. Üstün ırkların, basit ırklara 
rastladıkları yerde, onları iradelerine tabi kılmaları sonucu medeniyetlerin do mu  olması 
tesadüf de ildir. A a ı ırklar, meydana gelmek üzere olan medeniyetin hizmetinde, ilk teknik 
alet olmu lardır. Üstün ırkın daha sonra, takip edece i yol sarih olarak çizilmi ti. Fakat üstün 
ırklar, basit ırka mensup olanları emirleri altına aldılar ve ameli faaliyetlerine bir düzen 
verdiler. Bu durum kendi irade ve gayelerine uygun olarak meydana geldi. Fakat a a ı ırk 
mensuplarına zahmetli olmakla beraber, faydalı bir faaliyet yüklerlerken onlara belki de eski 
hürriyetleri adına verdikleri  eylerden istifade ettirdikleri zaman nasipleri olan kaderden daha 
iyi bir kader sa ladılar. Üstün ırk, hakim vasfını muhafaza etti i sürece, yalnız hükmeden 
olarak kalmadı, geli tirmekte oldu u medeniyetin de muhafızı oldu. Çünkü bu medeniyet, 
üstün ırkın ehliyet ve kabiliyetini ve kendi hüviyetini aynen muhafaza etmesi esasına dayanı-
yordu. Tebaalar yükseldikçe efendi ile u a ı ayıran perde de yava  yava  ortadan kalktı. 
Üstün ırklar kanlarının temizli ini korumaktan vazgeçtiler. Böylece meydana getirdikleri 
cennette ya amak hakkını da kaybettiler. Üstün ırklar zillete dü tüler ve medeniyet yapıcı 
kabiliyetlerini kaybettiler. Fikri bakımdan oldu u gibi fizikçe de tebaalarına ve yerli halka 
benzediler. Atalarının yerli halkın üzerinde sa ladı ı bütün üstünlükleri kaybettiler. Bundan 
dolayı bir süre medeniyetin birikmi  oldu u ihtiyat malzeme ile ya ayabildiler. Sonra ta  
kesilme hareketi yapaca ını yaptı ve medeniyet unutulma çuku ni olu umlara meydan açarlar. 
Kanların karı ması ve bunun sonucu olan ırkların seviyelerinin dü mesi, eski medeniyetlerin 
ölmelerinin tek sebebidir. Çünkü, milletlerin mahvına sava ların kaybedilmeleri de il, saf bir 
kanın özelli i olan direnme kuvvetinin ortadan kalkması sebep olmu tur.Dünya yüzünde saf 
ırk olmayan her  ey rüzgarın sürükleyip götürdü ü bir saman çöpünden ibarettir. 
Fakat tarihi olayların tamamı, iyi manada oldu u gibi kötü manada da ırkın beka içgüdüsünün 
bir görünümüdür. Üstün ırkların hakim olu larının ve önemlerinin sebebi, beka içgüdüsünün 
haiz oldu u kuvvet ve  iddettir. Ya ama arzusu bütün insanlarda sübjektif bakımından e it 
kuvvette oldu u kabul edilmektedir. Bunda ancak uygulamada ortaya çıkan de i ik  ekillerde 
bir fark tespit edilmektedir. En ilkel ya ama  eklinde beka içgüdüsü ferdin, kendi benli i 
hakkında duydu u merak ve endi eden ileri gitmez. Bu ma-razi hal bencilliktir ve devam 
etme keyfiyetini de içerir. Öyle ki bugünkü devir her  eye kendi sahip olmak ve gelece e bir 
ey bırakmamak iddiasına kalkı ır. Bu sadece kendisi için ya ayan, ne zaman karnı acıkırsa o 
zaman kendine yiyecek arayan ve ancak kendi hayatım korumak için kavga eden hayvanın 
durumudur. Beka içgüdüsü bu  ekilde meydana çıktıkça ailenin en ilkel durumu ile olsa bile, 
bir topluluk te kili için ortada bir temel yok demektir. Erkek ile di inin birlikte sürdürdükleri 
hayatları bile çiftle meden öte bir  eydir ve beka içgüdüsünün geni lemesine lüzum 
duymaktadır. Çünkü ferdin kendi benli ine kar ı gösterdi i titizlik ve onu korumak için göze 
aldı ı kavgalar, çifti meydana getiren di er unsuru da göz önünde tutmaktadır. Erkek bazen 
di isi için de yiyecek arar. Çok zaman da ikisi birden bu yiyece i çocukları için aramaya 
çıkar. Biri daima di erini korumaya çalı ır. Bu harekette son derece ilkel ve eksik olmakla 
beraber fedakarlık ruhunun ilk görünümleri görülür. Bu ruhun dar aile sınırlarından ötelere 
yayılması nispetinde, daha büyük ortaklıklara ve sonunda da gerçek devletin do masına 
imkan hazırlayacak ilk ve esaslı  art meydana çıkar. Bu durum, belki de en a a ı ırklarda pek 
az geli mi tir. Öyle ki bu durumda olan milletler ço u zaman aile hayatı merhalesinden öteye 
geçemezler, insanlar  ahsi menfaatlerini ikinci plana atma a ne kadar taraftar iseler, onların 
büyük topluluklar kurma kabiliyetleri de o kadar büyük olur. insanda,  ahsi çalı masını ve 


hatta gerekirse hayatını hemcins lerinin yararına olmak üzere faaliyete getirme e sevk eden 
fedakarlık hassası üstün ırklarda daha çok geli mi tir. Üstün ırkların bu yüklü ünü sa layan 
husus, fikri melekelerinin zengin olu u de il dir. Bütün melekelerini topluluk hizmetine 
vermeye olan e ilimleri dir. Beka içgüdüsü, üstün ırklarda en asıl  ekli almı tır. Üstün ırklar 
kendi benliklerini toplumun hayatına ihtiyari surette tabi tutarlar.  artlar gerektirdi i takdirde 
benliklerini feda ederler. Üstün ırkların medeniyet kurma kabiliyetlerinin kayna ı fikri 
melekeleri de ildir. E er ba ka kaynaktan kuvvet almasalardı, birer tahripkar gibi hareket 
ederler ve hiçbir zaman te kilatçı olamazlardı. Çünkü her te kilatın en esaslı  artı ferdin gerek 
ahsi fikir ve mütalaasını, gerek hususi menfaatlerinin her  eyden önde geldi ini kabul 
etmekten vazgeçmesi ve bunları toplulu un lehine feda etmesidir. Genel hayır ve genel 
menfaat lehine yapılan fedakarlık, dolambaçlı bir yol takip ettikten sonra sahibine menfaat 
sa lar. Fert, sadece kendisi için çalı maz. Genel kadro içinde,  ahsi çıkarı için de il kamunun 
yararına olacak  ekilde hareket eder. Onun en sevdi i tabir olan "i " bu istikrarlı ruhu pek 
güzel aydınlatır. Onun "i " kelimesinden anladı ı mana, yalnız kendi hayatını korumaya 
hizmet eden bir faaliyet de ildir, bu toplumun çıkarları ile irtibatlı olan bir çalı madır. Aksı 
halde, bencil, sadece beka içgüdüsüne hizmet eder, dünyanın di er kısımlarına önem vermez 
ve bu faaliyete hırsızlık, haydutluk, gasp, tefecilik ve ticaret adım verir. Ferdin menfaatini 
toplumun devamı lehinde ikinci plana atan bu ruhi kabiliyet, gerçek bir medeniyetin en önde 
gelen  artıdır. Kurucusunun pek ender olarak mükafatını gördü ü, fakat kendinden sonra 
gelenlerin bol nimetlere sahip olmak için bir kaynak gibi istifade ettikleri büyük insan i leri, 
ancak bu  art sayesinde meydana gelebilir. Birçok kimsenin toplumun temellerini tercih 
ederek, namuslu yoldan ayrılmaması ve kendisini yoksullu a mahkum ederek sefil bir hayata 
katlanması sadece bu  art ile anlatılabilır. Kendisi saadet ve refaha eri meden üretimde 
bulunarak çalı an adam, çiftçi, mucit, memur ve di er meslek sahipleri, hareketlerinin derin 
manasını hiçbir zaman idrak etmeseler bile bu asil fikrin birer temsilcisidirler. Fakat insan 
hayatının ve geli mesinin devamı için gerekli bir temel kabul edilen çalı madan 
bahsedildi inde do ru olan bu hususlar, insanın ve medeniyetin korunması konu edildi i 
zaman da tam manasıyla do rudur. Top lumun hayatım korumak için kendi hayatını vermek 
fedakarlık ruhunun en yüksek noktasıdır. Çünkü ancak böyle davranılırsa, insan eli ile 
meydana getirilmi  olan binanın yine insan eli ile veya tabiat tarafından tahrip edilmesi 
önlenebilir. Bizim Almanca'mızda bu asil ruh tarafından ilham edilen faaliyetleri pek güzel 
ifade eden bir kelime vardır. Görevini yerine getirmek, yani sadece kendi ihtiyaçlarını 
tatminle kalmamak, topluma da hizmet etmek. Bu  ekil bir faaliyetin kayna ı olan esaslı ruhi 
kabiliyeti, bencillikten ayırt etmek için "idealizm" diyoruz. Bu kelimeden çıkardı ımız mana, 
ferdin toplum ve hemcinsleri u runa kendini feda etmesidir, idealizm, hissiyatın ihmali kabil 
olan bir görünümü de ildir. Bilakis gerçekte medeniyetin en önde gelen  artı oldu una ve 
daima böyle kalaca ına ve hatta insan mefhumunun onun yarattı ına kanaat getirmek birinci 
derecede önemli bir keyfiyettir. Üstün ırklar dünyadaki mevkilerini ancak ruhun bu 
yetene ine borçludurlar. Çünkü yalnız bu yetenek, halis fikrin içinden yaratıcı kuvveti çekip 
çıkartmı tır. Bu beyanda yaratıcı kuvvet de kendi tarzında yegane bir birle me yapmı , yum-
ru un kuvvetini dehanın zekasına yerle tirerek medeniyetin inançlarını ortaya koymu tur, 
idealizm olmasa idi, dü ünme gücünün melekeleri hiçbir zaman büyük bir de eri 
bulunmayan, yaratıcı bir kuvvet haline gelmeyen dı  görünü ten ibaret kalırdı. 
Fakat, idealizm ferdin menfaatlerinin ve hayatının, toplumun menfaat ve hayatına 
ba lılı ından ba ka bir  ey olmadı ı ve bu hal de her türlü te kilatlı  eylerin meydana 
gelmesine sebep olan ilk  artı vücuda getirdi i için, idealizm en son tecellide tabiatın istedi i 
gayeye kar ılık gelir, insana kuvvetin ve enerjinin imtiyazlarını ihtiyari  ekilde tanımaya 
yalnız enerji sevk eder. idealizm, insanı kainatın düzeni içinde küçük unsurlardan biri yapar. 
Gerçek idealizmi yolunu  a ırmı  bir hayalin bo  ve lüzumsuz faaliyetleri ile karı tırmaktan 
ne derece kaçınılmalıdır? E er dü ünce gücü bozulmamı  sa lam bir gence, tamamen hür 


ekilde hüküm vermek müsaadesi gösterilirse, bu hususu hemen anlamak mümkün olur. 
idealist görünen bir barı severin uzun uzun anlattı ı hikayeleri dinlemek ve kabul etmek 
istemeyen bir genç, milletin ideali u runda hayatını fedaya hazır bir kimsedir.  ç güdü, 
gerekti inde ki inin zararına da olsa,  uur dı ı bir hareketle milleti muhafaza etmeyi 
gerektiren derin zaruret mefhumuna itaat eder ve gerçekte kıyafetlerini ne kadar de i tirirlerse 
de i tirsinler, geli me kanunlarına isyan eden bütün korkak ve bencil geveze barı severlerin 
hayallerine kar ı çıkar. Cün kü geli menin üzerinde tesir yapan  ey, ki inin kanun lehindeki 
fedakarlık ruhudur, yoksa tabiatı daha iyi tanımak iddiasına kalkan korkak heriflerin hastalıklı 
dü ünceleri de ildir. 
idealizmin ortadan kalkması söz konusu oldu u devrelerde, toplulu u vücuda getiren ve 
medeniyetin ilk  artı olan kuvvetin zayıfladı ını görürüz. Bencillik bir millet üzerinde 
hakimiyetini kurar kurmaz düzen rabıtaları gev er, insanlar kendi  ahsi menfaatleri pe inde 
ko arlarken, cennetten, cehenneme dü üverirler. Gelecek nesil yalnız kendi menfaatim 
dü ünmü  ve onun için çalı mı  olanları unutur,  ahsi saadet ve menfaatlerinden feragat etmi  
olanları över. 
Yahudi, üstün ırk ile en bariz, en açık tezadı vücuda getirir. Dünyada ba ka bir millet yoktur 
ki, Yahudiler kadar beka içgüdüsü ile geli mi  olsun. Bu iddianın en açık delili, bu ırkın 
günümüze kadar payidar kalmı  olmasıdır. Son iki bin sene içinde, yeteneklerinde, 
karakterinde Yahudi milleti kadar pek az de i ikli e u ramı  bir ba ka millet yoktur. 
Yahudiler kadar hiçbir millet büyük devrimlere karı mamı tır. Böyle olmakla beraber, 
insanlı ı en büyük zararlara u ratan her türlü hareketten Yahudi en az zarar gören olarak çık-
mı tır. Bu olaylar, Yahudilerin, büyük ve sonsuz inatçı bir ya ama iradesine sahip 
olduklarının ve ırklarının devamında büyük bir sebatla hareket ettiklerinin açık ve kuvvetli 
birer delilidir. Yahudilerin fikri melekeleri yüzyıllar boyunca geli mi tir. Yahudi'ye bugün 
"kurnaz" denilmektedir. Fakat bir manada o her zaman kurnaz olmu tur. Yahudi'nin zekası 
gizli bir geli menin sonucu de ildir. Bu zeka, yabancıların Yahudi'ye verdi i hayat dersinden 
faydalanmı tır, insanın dü ünme gücü, önündeki basamakları teker teker atlamadan tam 
olgunluk derecesine kendili inden ula amaz. Yükselmek için attı ı her adım, geçmi  
devirlerin ortaya koydu u temellere dayanmalıdır. Yani genel medeniyetin arz etti i temele 
dayanmak gerektir. Her dü ünce, ancak pek küçük bir parçası itibariyle  ahsi tecrübeden 
do ar. Dü ünce büyük kısmı itibariyle, eski zamanlardaki tecrübelerin ürünüdür. Medeniyetin 
genel seviyesi, ki iye çok zaman onun dikkatini çekmeden o kadar çok ilkel bilgiler verir ki, 
insan bunlarla kendi kendine ileriye do ru kolaylıkla yeni adımlar atabilir. Mesela 
günümüzde bir genç, son yüzyıl içinde yapılmı  o kadar çok teknik bulu ların arasında büyür 
ki yıllarca önce en büyük dü ünce gücüne sahip kimseler için bile sır halinde kalan  eyler, 
(kendisi için pek önemli  eyler olmasına ra men) ona gayet tabii görünürler ve artık gencin 
dikkatini çekmezler, sadece ona, bu yönde yaptı ımız geli meleri takip etmeye ve anlamaya 
imkan hazırlarlar. Bundan önceki yüzyılın ilk yirmi yılı içinde ölmü  bir dahi, zamanımızda 
birdenbire mezarından çıksa, dü ünce gücünü devrimizin gidi ine uydurabilmekte, bugünün 
on be  ya ındaki alelade çocuklarından çok daha fazla zorluk çeker. Çünkü bu mezardan 
çıkan dahide, ça da larımızın büyürlerken, genel medeniyetin görünümleri kanalıyla adeta 
uursuz bir  ekilde, yani iradesi dı ında aldıkları o büyük hazırlama devri eksiktir. 
t te bu açıklamalardan anla ılaca ı üzere Yahudi hiçbir zaman kendine has bir medeniyetin 
sahibi durumunda bulunmamı  oldu u için, Yahudi'nin fikri çalı masının temelleri daima 
yabancılar tarafından sa lanmı tır. Yahudi'nin zeka ve idraki daima etrafındaki medeni alem 
içinde geli mi tir. Bunun aksi hiçbir zaman olmamı tır. 
Yahudi'de beka içgüdüsü, di er milletlere nispetle daha kudretli olmasına ra men bu kudret 
Yahudi'ye medeniyet yapıcı bir millet olması için en esaslı ilk  artı sa lamamı tır. Sözün 
Kısası: Yahudi'de 
idealizm yoktur. 


Yahudi milletinde, fedakarlık ferdin basit beka içgüdüsünden ileri gitmez. Yahudüerde 
görünen milli birlik hissi bu dünyada daha ba ka birçok mahluklarda da tesadüf edilen gayet 
iptidai bir sürü toplulu unun içgüdüsünden ba ka bir  ey de ildir. Bu münasebetle  unu 
söylemek gerekir: Sürü toplulu unun içgüdüsü, ancak mü terek bir tehlike kar ısında yardımı 
faydalı veya mutlaka gerekli kıldı ı zaman sürünün üyelerini birbirlerine kar ılıklı yardıma 
sevk eder. Avına kar ı mü terek bir saldırıda bulunan kurt sürüsü, kendi toplulu unu meydana 
getiren üyelerin açlıkları tatmin oldu u zaman tekrar da ılır. Bir saldırgana kar ı kendilerini 
korumak için birle mi  olan atlarda da aynı durum görülür. Tehlike geçer geçmez bu at grubu 
derhal da ılır. Yahudi de ba ka türlü davranmaz. Ondaki fedakarlık ruhu ancak dı  görünü te 
kalır. Herkesin hayatı bunu mutlaka önemli bir duruma sokmadıkça, fedakarlık kendini ortaya 
çıkarmaz. Fakat mü terek dü mana galip gelinir gelinmez yani, Yahudileri teker teker tehdit 
eden tehlike geçer geçmez, görünü te kalan birle me kaybolur ve yerini tabii istidatlara 
bırakır. Yahudiler sadece mü terek bir tehlike yüzünden mecbur kaldıkları zaman veya 
mü terek bir av için bir araya gelirler. Bu iki sebep ortadan kalkacak olursa en adi bencillik 
tekrar ortaya çıkar ve önceleri bir arada olan bu millet artık birbirleri ile kanlı bir  ekilde 
bo u an fare sürülerinden ibaret kalır. 
E er, Yahudiler bu dünyada yalnız ba larına olsalardı çirkef içinde bo ulurlardı veya amansız 
ve insafsız mücadeleler içinde birbirlerinin kökünü kazımaya çalı ırlardı. Yeter ki, 
kendilerinin fedakarlık ruhundan kesin olarak yoksun bulunduklarını ispatlayan korkaklıkları, 
kavgayı sadece bir gösteri  haline getirmesin, i te Yahudilerin mücadele etmek için veya daha 
do rusu hemcinslerini ya ma için birle melerine bakarak, onlarda fedakarlık hakkında bir 
idealist ruh bulundu una hükmetmek çok yanlı  bir hareket olur. Yahudi burada da 
bencillikten ba ka bir  eye boyun e mez. Bundan dolayı bir ırkı korumaya ve ço altmaya 
mahsus canlı bir organ olması gereken Yahudi devleti, toprak yönünden hiçbir sınıra sahip 
de ildir. Çünkü bir devletin sınırı daima onu meydana getiren ırkta bir idealist ruhun 
kabiliyetine ve özellikle çalı manın manası hakkında do ru bir dü ünceye delalet eder. Bu 
dü ünce ne nispette eksik ise belirli bir toprak içinde kalan bir devleti kurmak ve onu devam 
ettirmek için yapılan te ebbüslerin az çok neticesiz kalması da o nispette zorunludur. Bu 
bakımdan bu devlette bir medeniyetin yükselmesinde temel görevi görecek  ey eksiktir, i te 
bunun için, Yahudiler kendilerine has vasıfları olan bütün fikri melekelerine ra men gerçek 
bir medeniyete ve özellikle kendi yapısına uygun bir medeniyete sahip de ildir. Bugün 
Yahudi'nin medeniyet adına sahip oldu u  ey, ba ka milletlerin büyük bir kısmı itibariyle 
onun elinde berbat olmu  malından ibarettir. 
Yahudi'nin medeniyet kar ısında yerinin ne oldu unu anlamak için, esaslı gerçe i gözden 
uzak tutmamak gerekir: Hiçbir zaman bir Yahudi sanatı görülmemi tir. Bugün de yoktur. 
Özellikle, güzel sanatların iki kraliçesi durumundaki mimari ve musiki ile orijinal olan her  ey 
Yahudilere borçlu de ildir. Sanatta, Yahudi'nin vücuda getirdi i  ey fikri bir hırsızlıktan 
ibarettir. Sonuç olarak, Yahudi yaratıcı güçle ve medeniyetler kurma imtiyazı ile yüklü 
ırkların melekelerine sahip de ildir. Yahudilerin yabancı medeniyetleri nasıl ancak bir 
kopyacı gibi, modelin  eklini bozarak temsil ettiklerini ispat eden  ey, özellikle en az icadı 
gerektiren sanatla yani dram sanatı ile me gul olmalarıdır. Bu i te dahi Yahudi taklitçi bir 
maymundur. Gerçek büyüklüklere götüren hamle kendisinde yoktur. Yaptı ı bu i te bile, bir 
yaratıcı de il basit bir taklitçidir. Kurnazlıkları ve kullandı ı vasıtalarla kendisinde yaratıcı 
vergilerin yoklu unu gizleme e muvaffak olamaz. Bu hususta Yahudi basını en basit yazarı 
dahi, Yahudi olması  artıyla överek onun imdadına yeti ir. Bu i i o kadar ustalıkla yapar ki, 
di er insanlar kendilerini bir sanatkar kar ısında zannederler. Halbuki gerçek adi ve de ersiz 
birinden bahsedilmektedir. Hayır, Yahudi'de bir medeniyet meydana getirecek ufacık bir 
kabiliyet yoktur. Çünkü insanı yükseltecek her tekamülün en birinci  artı olan idealizm 
Yahudi için meçhul bir  eydir ve daima böyle olmu tur. Yahudi'nin zekası hiçbir zaman 
Yahudi'ye yapma i inde hizmet- 


•kar olmayacak yalnız yıkma a yarayacaktır. Son derece ender durumlarda, olsa olsa bir 
te vik i nesi görevini görebilir ki, o zaman da, daima kötülük isteyen, fakat hayır yaratan 
kuvvet tipini meydana getirmi  olur.  urası bir gerçektir ki, insanlı ın bütün geli mesi, 
•Yahudi ile de il, Yahudi'ye ra men ortaya çıkar. 
Yahudi'nin, hiçbir zaman belirli sınırlar içinde bir devlet kurmadı ı ve dolayısıyla hiçbir 
zaman kendine has bir medeniyete sahip olmadı ı için, bedeviler arasına alınması gereken bir 
millet sayılaca ı zannedildi. Bu görü  tehlikeli oldu u kadar, büyük bir hatadır. Çünkü 
bedevilerin pekala sınırlandırılmı  topra ı vardır ve orada ya arlar. Yalnız bedevi bu topra ı 
toplu halde ya ayan çiftçiler gibi ekip, biçer ve oturdu u arazi üzerinde hep bir arada 
bulundu u sürülerinin ürünleri ile ya ar. Bu çe it hayatın sebebi, topra ın bir noktada 
yerle meye imkan vermeyen vasfıdır. Fakat gerçek sebep ise, bir devrin veya bir milletin 
teknik medeniyeti ile bir çevrenin tabii ha-kirli i arasındaki nispetsizliktir. Bazı ülkeler vardır 
ki, orada üstün ırklar, bin yıldan çok bir zaman içinde millile tirdikleri tekniklerinin 
sayesinde, sabit müesseseler kurmayı ve geni  bir topra a sahip olmayı ba armı lardır ve 
hayat için gerekli olan her  eyi bu topraktan almaktadırlar. E er bir tekni e sahip olmasalardı, 
ya bu çevreyi terk etmek veya burada devamlı  ekilde yer de i tiren bedevilerin sefil hayatını 
sürmek zorunda kalacaklardı. Ayrıca, binlerce yıldan beri almı  oldu u terbiye ve toplu hayat 
alı kanlı ının böyle bir ya amayı kendileri için tahammül edilmez bir duruma getirmemi  
olması da gerekir. Çünkü  unu unutmamalı ki, Amerika Kıtası fethedildi i zaman birçok 
üstün ırk mensupları, tuzakçı, avcı vs. sıfatı ile hayatlarını binbir zahmetle kazandılar ve çoluk 
çocuk büyük çöküntüler içinde çok zaman serseri gibi dola ıp durdular. Bu sıralardaki hayat-
ları, tıpkı bedevilerin ya ayı larına benziyordu. Fakat sayıca ço aldıkça, daha verimli 
topraklara yerle tiler ve yerli halka kar ı koyma imkanını kazanınca da sabit  ekilde 
yerle meye ba ladılar. 
Üstün ırk mensupları, bir ihtimale göre önceleri bedevi idiler Ancak zamanla toplu halde ve 
medeni olarak ya amaya ba ladılar Bu sonuca varmaları kendilerinin Yahudi olmamaları ile 
meydana gelmi tir. Hayır, Yahudi bedevi de ildir. Çünkü, bedevi çalı ma hakkında bir 
mefhuma sahiptir ve gerekli ilk  artlar tahakkuk eder se kendisinden bir geli me beklenir. 
Bedevide pek az olmakla bera ber bir idealizm temeli vardır. Bundan dolayı yaratılı ı üstün 
ırklara garip görünür, fakat sevimsiz olmaz. Yahudi için böyle bir durum ve dü ünce yoktur. 
Onun için Yahudiler hiçbir zaman bedevi olma mı lardır. Yahudi daima ba ka milletlerin 
yolları üzerinde, asalak olarak ya amı tır. Bazı kere, o vakte kadar ya adıkları çevreyi terk 
etmi lerse de, bu kendi istekleri dahilinde olmu tur. Yahudiler, kendilerine bah edilen 
misafirperverli i suistimal etmelerinden bı kan milletler tarafından çe itli olaylarla 
sıkı tırdıklarından dolayı bu göçü yaparlar. Esasen Yahudi milletinin daima daha uzaklara 
yayıl mak yolundaki adeti, asalakların en belirli vasıflarından biridir. Ya hudi kendi milleti 
için daima "sütninelik" edecek yeni bir toprak arar. i te bunun bedevilik ile hiçbir ilgisi 
yoktur. Çünkü Yahudi bu lundu u memleketi terk etmeyi hiçbir zaman aklına getirmez. Yer 
le mi  oldu u toprakta kalır. Oraya o kadar yapı ır ki kendisini an çak zor kullanarak kovmak 
mümkün olur. Yeni bir memlekete ya yılması ancak Yahudi'nin hayatı için gerekli  artlar 
temin edildi i zaman vukua gelir. Bedeviler gibi oturdukları yeri de i tirmezle ı Yahudi, tam 
bir asalak tipidir ve daima böyle kalacaktır. Münbit bu toprak, Yahudi'yi davet edince, "basil" 
gibi daima uzaklara yayıl 11 Onun varlı ı ile meydana gelen sonuç, asalak bitkilerin tesirleri 
ile aynıdır. Yahudi nereye yerle irse Yahudi'yi kabul etmi  olan milin az veya uzun zaman 
sonra sönüp gider. i te Yahudiler, ba ka milletlerin vatanlarında bu  ekilde ya amı lardır. 
Yani Yahudi kendi devletim kuruyordu. Kendi devleti ve  artlar onu gerçek mahiyetini 
tamamen belli etmeye zorlamadı ı sürece, kendini "dini topluluk" maskesi altında saklıyordu. 
Fakat bu kıyafet de i tirmeden vazgeçebilecek kadar kendini kuvvetli hissetti i gün, maskeyi 
atıyor ve açı a çıkıyordu. 


Yahudi'nin asalak sıfatıyla ba ka milletlerin ve devletlerin gövdelerinde sürdü ü hayat özel 
bir vasfa sahiptir. Bu yüzden Shakspeare daha önce de bahsetti imiz gibi, Yahudi'nin 
yalancılıkta büyük usta oldu unu söyler. Ya ayı   ekli onu daima yalan söylemeye sevk eder. 
Kuzey ikliminin bir kimseyi yünlü elbiseler giymeye zorlaması gibi... Yahudi, ba ka 
milletlerin vücudunda, kendi ya ayı ının bir millet gibi kabul edilmeyip, ancak özel cinsten 
bir "dini topluluk" gibi dü ünülmesi gerekece i kanaatini uyandırmayı ba ardı ı takdirde, j bu 
asalak hayatına devam eder. Fakat bu onun en büyük yalanların-' dan biridir. Çünkü Yahudi, 
milletlerin asala ı sıfatıyla ya ayabilmek 
1
 için kendi  ahsında hiç de i meyen ve özel olarak 
mevcut bulunan ! jeyi inkar etmek zorundadır. Yahudi'nin zekası ne kadar büyükse, [f-bu 
hileli i te de o kadar ba arı sa lar. Bu sahtekarlıkta o kadar ileri gidebilir ki, onlara 
misafirperverlik gösteren milletin büyük bir kıs-|mı, sonunda Yahudilerin ba ka bir dinin 
mensubu olmaları ile bera-| ber gerçekten bunların Fransız, ingiliz, Alman veya italyan 
oldukla-|nna inanır. Halbuki özellikle, tarihin kırıntılarından istifade ettikleri i Sanılan tedbirli 
sınıflar bu korkunç aldatmaya kurban olmaktadır-|' lar. Bu çevrelerde kendi kafası ile 
dü ünmek kutsal inanı a kar ı i lenmi  bir günah gibi kabul edilir, i te bu yüzden, Bavyera'da 
bir bakanın Yahudilerin bugün bile bir dinin mensupları olmayıp, bir milletin fertleri oldukları 
zerre kadar fark etmemesine hayret etmek gerekir. Halbuki bu gerçe in en kabiliyetsiz 
dü ünce gücüne sahip kimselerin kafalarına yerle mesi için Yahudili in malı olan basına bir 
göz atmak yeter. Gerçi Echo Juif henüz resmi bir organ de ildir ve onun için devletin yüksek 
mevkilerine çıkmı  bir kimsenin gözünde hiçbir önem ta ıyamamaktadır. 
Yahudiler, daim ırklarına has bir vasfa sahip bir millet olmu tur. Bunlar hiçbir zaman özel bir 
dine inanan kimse olmamı lardır. Yahudiler geli ebilmek için, kendilerini rahatsız edici bir 
dikkati, kendi üzerlerinden ba ka bir yöne çevirmek için, bir çare bulmak zorunda 
kalmı lardır. Kendilerine çevrilen  üpheli bakı ları uyutmak için ba vurulan en ba arılı ameli 
çare, o "dini topluluk" mefhumunu ileri sürmekten ibaret de il miydi? Çünkü bunda da her 
ey kopyadır, i in aslı aranırsa çalınmı   eydir. Yahudi yaradılı ı itibariyle dini bir te kilat 
kuramaz. Çünkü o hiçbir sahada idealist olamaz. Binaenaleyh hayattan sonra iman, Yahudi 
için tamamen yabancı bir mefhumdur. Fakat üstün inanı lara göre, bir insanın ölümünden 
sonra da hayatının devam etti i kanaatinden, herhangi bir  ekilde yoksun bulunan bir din 
tasavvuruna imkan yoktur. Gerçekte Talmud (Yahudilerin, Hz. Musa'nın kanun ve 
prensiplerini konu edinen din kitabı) insanı ahrete hazırlayan bir kitap de ildir, sadece 
dünyada ameli ve tahammül edilecek bir hayat sürmeyi gösterir ve ö retir. 
Yahudilerin dini, evvela Yahudi kanının temizli ini korumaya çalı an bir derstir. Bu din, 
Yahudilerin kendi aralarındaki ili kilerini tanzim eder. Di er taraftan Yahudilerin kendilerinin 
dı ında kalan kimselerle olan münasebetlerinde ahlak meselelerinden bahsetmez. Yalnız, 
fevkalade adi ekonomik meseleler ortaya koyar. Yahudi dininin inanı larmdaki ahlaki de er 
hakkında her zaman incelemeler yapılmı  ve bugün dahi bu yolda derin incelemelere devam 
edilmektedir. (Burada kastetti im incelemeler Yahudiler tarafından yapılanlar de ildir. Çünkü 
Yahudilerin bu konuda yazdıkları bütün  eyler pek tabii olarak kendi gayelerine uygun 
yazılardan ibarettir.) Onların kendi dinleri hakkında söyledikleri  eyler, bu konuda büyük 
fikirlere göre hüküm verenlere pek  üpheli görünür. Fakat bunun en iyi tarifi, bu dini 
terbiyenin meydana çıkardı ı üründedir. 
Yahudi'nin hayatı yalnız bu dünyada sürdü ü hayattır. Her Yahudi'nin ruhu, kendi 
mezheplerinin kurucusuna ne kadar yabancı ise, Yahudi ruhu gerçek Hıristiyanlı a da o kadar 
yabancıdır. 
Isa, Yahudi milleti hakkında besledi i kanaatinin hiçbir zaman gizlememi tir. Hatta gerekti i 
zaman insanlı ın dü manı olan bu Yahudileri Tanrı'nm mabedinden kırbaçla kovmu tur. Her 
zaman oldu u gibi Yahudi o zaman da dini i  yapmak için bir vasıta kabul ediyordu, î te bu 
yüzdendir ki Isa çarmıha gerilmi tir. 


Ne yazıktır ki, Hıristiyan Partisi, seçimlerde Yahudilerden oy dileniyor ve Alman milletinin 
dü manı olan Yahudi Partileri ile de entrikalar çeviriyor. Yahudilerin bir ırk olmayıp, bir 
dinin mensupları olduklarına dair söylenen bu ilk ve büyük yalandan sonra, ba ka yalanlar da 
bina edildi. Mesela bunlardan biri Yahudilerin diline ait uydurulan yalandı. Bu dil Yahudi için 
dü ünceleri ifade vasıtası de il, gizleme vasıtasıdır. O, Fransızca konu urken, Yahudi gibi 
dü ünür, Almanca  iir yazarken, yalnız ırkının karakterini anlatır. Yahudi, kanını emdi i 
milletlerin hakimi olmadıkça ister istemez onların dilini söyler. Fakat di er milletler 
kendilerinin köleleri olur olmaz, bütün Yahudiler, hemen bir dünya dilini, esparantoyu 
ö renecekler ve onu konu acaklardır. Maksat bu vasıta ile Yahudili in hakimiyetini daha 
kolay sa lamaktan ibarettir. Yahudiler dı  görünü ü kurtarmak için bütün  iddetle 
reddettikleri "Protocoles de  sages de Sion" (Sion ileri gelenlerinin protokolleri) bu milletin 
büyük hayatının nasıl devamlı bir yalan üzerine bina edilmi  oldu unu gösteren e siz bir mi-
saldir. Gazette de Francfort ba ıra ba ıra, "bunlar sahtedir" diye yazıyor ve bütün dünyayı 
buna inandırmaya çalı ıyor. Bunların do ru oldu una en güzel delil i te bu yazılanlardır. Bu 
protokoller, birçok Yahudi'nin  uursuz bir  ekilde yerine getirece i, yapaca ı ve uygulayaca ı 
eyleri açık  ekilde anlatmakta ve göstermektedir, i in önemli noktası buradadır. Hangi 
Yahudi beyninin açıklanan bu  eyleri dü ünmü  oldu unu bilmek önemli de ildir. Kesin olan 
ey, Yahudi milletinin karakter ve faaliyeti, bütün dal budak saran yayılı ı ile birlikte, gözünü 
dikmi  oldu u son hedefleri insanı titretecek bir açıklıkla ortaya koymasıdır. Bu açıklama 
hakkında bir hüküm vermenin en iyi vasıtası onları olaylarla kıyaslamaktır. Son yüzyılın tarihi 
olayları bu kitabın ı ı ı altında gözden geçirilecek olursa, Ya-. hudi basının neden böylesine 
feryat etti i kolayca anla ılır. Bu kitap bir milletin her gün okudu u bir eser haline gelirse, 
artık Yahudi tehlikesi önü alınmı  bir tehlike olarak kabul edilebilir. Yahudileri yakından 
tanımak için, en iyi usul, di er milletler arasında yüzyıllar boyunca takip etmi  oldu u usulü 
uygulamaktır. Bunu açık  ekilde görmek için bir misal yeter. Yahudi'nin geli mesi her devirde 
aynı oldu u, zarar vererek ya adı ı milletler hep aynı milletler olarak kaldı ı için bu 
incelemeyi çe itli bölümlere ayırmak gerekir. Bunları, sade bir ifade ile belirtmek için her 
bölümü harflerle i aretleyece im. Almanya'ya ilk Yahudiler, Romalıların istilası ile ve her 
zaman oldu u gibi ticaret adamı sıfatıyla gelmi lerdir. Büyük göçlerin do ^urdu u alt üst 
olmalar sırasında, Yahudiler dı ardan bakıldı ında ortadan kalkmı  göründüler ve bundan 
dolayı ilk Cermen Devletlerinin kuruldu u günler, Orta ve Kuzey Avrupa yeni ve kesin bir  e-
kilde Yahudile menin ba langıç noktası oldu. Böylece o günden beri Yahudiler ne zaman 
üstün ırkların arasına karı tılarsa bir geli me ba ladı ve daima aynı durumda veya benzer bir 
halde kaldılar. 
A. Yahudi ilk sabit kurulu lar do ar do maz, birdenbire orada ortaya çıkar. Tüccar sıfatı ile 
gelir ve ilk ba larda milliyetim saklamaya önem vermez. O hâlâ Yahudi'dir, çünkü kendi ırkı 
ile misafiri oldu u milletin arasındaki farkları ortaya koyan dı  i aretler henüz pek bariz bir 
ekildedir. Çünkü içine girdi i milletin dilini henüz daha iyi bilmez. Di er milletin milli 
vasıfları ile arasında büyük farklar oldu u için Yahudi kendini yabancı tüccardan ba ka bir sı-
fatla tanıtmaya cesaret edemez. Kendisi pek uysal oldu u ve Yahudi'yi kabul eden millet de 
tecrübeden yoksun bulundu u için, Yahudilik vasfını korumak ona pek zarar vermez, hatta 
böyle davranması bazı faydalar sa lar. Yabancılara kar ı iltifat gösterir. 
B. Yahudi, yava  yava  iktisadi hayata dahil olmaya ba lar. Bu sokulu , üretici sıfatıyla 
olmaz. Daha ziyade aracı olarak ekonomik hayata girer. Binlerce yıl zarfında binbir tecrübe 
ile geli mi  olan ticaret alanlarındaki mahareti Yahudi'yle, geni  bir namuskârlı a sahip olan 
büyük ırklara kar ı bir üstünlük sa lar. Öyle ki, kısa bir zaman içinde o toplumda ticaret 
Yahudi'nin tekeline girer. Önce borç para verir. Faiz alır. Bu yeni bulu un do uraca ı tehlike 
ilk anlarda fark edilemez. Hatta hatta, ticaret hayatında borç para vermesi ile sa ladı ı 
kolaylık memnuniyetle kar ılanır. 


C. Yahudi artık,  ehirlerde özel mahallelerde oturmaya ba lar. Gittikçe kuvveti artar. Devlet 
içinde devlet kurar. Ticaret ve para i lerini kendine ait bir imtiyaz kabul eder ve bunları 
insafsızca istismara ba lar. 
D. Artık para i leri ve ticaret Yahudi'nin kesin olarak tekeline girmi tir, i birli i ve tefeci 
faizleri, sonunda kendisine kar ı bir direnme uyanmasına sebep olur. Yahudi'nin 
yaradılı ından ileri gelen küstahlı ı  iddetini artırınca, nefrete yol açar ve zenginli i kıskanç-
lık do urur. Yahudi topra ı da kendi ticareti arasına alıp ve bunu da satılan, pazarlı a tabi 
tutulan bir meta halinde hakir bir duruma dü ürünce kendisine gösterilen tahammül sona erer. 
Yahudi hiçbir zaman topra ı kendi ekip, biçmedi i ve onu gelir temin eden bir mal 
addetmedi i ve kendi adi isteklerine boyun e ilmesi  artı ile köylünün oturmasında bir zarar 
görmedi i için, tahrik etti i antipa-ti açıkça bezginlik do uruncaya kadar ço alır. Baskısı, 
hırsı ve açgözlülü ü öylesine tahammül edilmez bir hal alır ki kanları emilmi  kurbanları 
kendisine kar ı fiili tecavüze ba larlar. Böylece bu yabancı daha yakından incelenmeye 
ba lanır ve kendisinde gittikçe i renç vasıflar görülür. Sonunda ev sahibi ile Yahudi arasında 
derin bir uçurum meydana gelir. 
Korkunç sefalet devirlerinin istismar edilmi  halkının galeyan ve hiddeti sonunda Yahudi'nin 
aleyhinde patlar. Ya maya u ramı , sefil dü mü  ve harap olmu  halk toplulukları kendi 
müdafaaları için bu Tanrı'nın belasına kar ı adaleti kendileri uygulamaya ba larlar. Belki 
aradan birkaç yüzyıl geçmi tir ama, bu belanın da ne mal oldu unu ö renmi lerdir. Artık 
onun sadece varlı ını bile, veba mikrobu kadar korkunç bir tehlike kabul ederler. 
E) i te bu vakit Yahudi gerçek hüviyeti ile ortaya çıkar. Hükümetleri buhran do uracak 
müdahalelerle sıkı tırmaya ba lar. Bazen halkın gazabı, bu "ebedi sülük" aleyhine parlarsa da, 
bu hal Yahudi'nin terk etti i noktadan itibaren birkaç yıl sonra tekrar meydana çıkmasına 
engel olmaz. Yahudi'yi ba ka insanları istismardan vazge-çirtecek hiçbir zulüm yoktur. 
Yahudi kendisine yapılan zulmün üstünden bir süre geçince yine toplumun içine girer ve eski 
halini alır. Bunun üzerine hiç olmazsa daha kötü bir durumu engellemek için topra ı 
tefecilerden uzak tutmaya çalı ırlar ve bundan dolayı Yahudi'nin toprak almasını kanunla 
yasaklarlar. 
F) Yahudi, hükümdarların kuvvetleri artıkça, onların etrafını alır. Hükümdarlardan yeni yeni 
"imtiyazlar", "ayrıcalıklar" dilenir. Mali bakımdan sıkıntı içinde bulunanlar, para kar ılı ında 
Yahudi'ye istediklerini bah ederler. Bu yeni imtiyazlar Yahudi'ye ne kadar pahalıya mal 
olursa olsun, Yahudi kısa bir zaman içinde harcadı ı parayı faizi ile beraber tekrar kazanır. 
Yahudi halkın gövdesine yapı an gerçek bir sülüktür. Yahudileri halkın gövdesinden koparıp 
atmak mümkün de ildir. Hükümdarlar paraya ihtiyaç duydukça, Yahudi'nin halktan emdi i 
kanın bir kısmını, mübarek elleri ile ondan alırlar. Bu hal böyle devam eder gider. Bu 
durumda Alman prenslerinin oynadı ı rol, Yahudilerin yaptıkları kadar esef vericidir. Bu 
prensler, gerçekten Allah tarafından millet için bir bela olarak gönderilmi lerdi. Zamanımızda 
ise bu prenslerin yerini bakanlar almaktadır. E er Alman milleti Yahudi tehlikesinden 
tamamen kurtulmamı  ise, bunun suçu Alman prenslerine aittir. Maalesef daha sonra bu 
durum aynı  ekil altında kaldı. Öyle ki prensler milleti için i ledikleri günahların kar ılı ı olan 
ücretleri belki bin defa Yahudilerden tahsil etmi lerdir, i te bu prensler  eytanla anla mı lardı 
ve hayatlarını cehennemde sona erdirdiler. 
G) Prensler, Yahudilerin ellerine dü mekle kendi feci akıbetlerini hazırlamı  oldular, i gal 
ettikleri mevkiler, kendi halkının menfaatlerini korumaktan vazgeçmeleri ve bu halkı istismar 
edenlerden biri olmaları nispetinde yava  yava  fakat muhakkak surette zayıflıyor ve 
kökünden yıkılıyordu, i te Yahudi onların saltanatının sona ermekte oldu unu gayet iyi fark 
ediyor ve bu çökü ü mümkün oldu u kadar geciktirmeye u ra ıyordu. Prensleri gerçek 
görevlerinden alıkoyup, en adi ve en fena övgülerle sersem ederek, sefil hayatın içine iten, 
kendilerini bütün bütün gerekli hale getirerek o sonsuz para ihtiyacı içinde onlan 
çırpındıranlar, bizzat Yahudiler di. Yahudi, ustalıkla veya daha do rusu para i lerinde ahlaki 


dü üncelerden yoksun olu u ile daima kurbanlarının bo azlarını sıkarak, hatta derilerim 
yüzerek yeni kâr kaynakları bulur. Öyle ki bu kurbanların hayatlarının ortalaması daima 
kısalır. Her sarayın bir "Saray Yahudi'si" vardır. Halkı i kence içinde bırakan, ümidini yok 
eden, fakat öte yandan prenslere her zaman yeni yeni servetler sa layan canavarlara bu ad 
verilir. Bu durumda Yahudi daha yükseklere çıkmak için her  eyden istifade etmeye ba lar. 
Artık Yahudi'nin yaptı ı, memleketin asıl sahiplerinin haklarından aynı derecede istifadeye 
kalkmaktır. Her türlü haklardan faydalanır. Kiliseye kendini vaftiz ettirir. Kilise yeni bir evlat 
kazandı ını sanarak iftihar eder. israil de büyük bir ba arı ile sonuçlanan bu hilekarlıktan 
bahtiyarlık duyar. 
H) i te bu andan itibaren Yahudi'de bir de i me meydana gelir. Bu ana kadar onlar sadece 
Yahudi idiler, yani ba ka türlü görünmeye u ra mıyorlardı. Esasen kar ı kar ıya gelmi  iki 
ırkı birbirinden ayıran farklı vasıflar dolayısıyla bunun dı ında ba ka bir  ekilde hareket 
edilemezdi. Büyük Frederic devrinde Yahudileri yabancı bir milletten ba ka bir  ey gibi 
görmek kimsenin aklına gelmezdi. Halbuki Goethe, gelecekte Yahudilerle Hıristiyanlar 
arasında evlenme lerin kanun yolu ile önlenemeyece ini dü ündükçe, hiddetle isyan ediyordu. 
Gerçekten Goethe ilahi bir yaratıktı. O gerici de ildi. O-nun a zından çıkan söz, kanunun ve 
aklın sesinden ba ka bir  ey de ildi, i te halk saraylarda yapılan o kötü alı veri lere ra men, 
Yahudi'yi, gövdesine girmi  yabancı bir unsur oldu una içgüdüsü ile hükmediyor ve 
Yahudilere kar ı buna göre hareket ediyordu. 
Fakat bu durum de i ecekti. Bin yıldan çok bir zaman içinde Yahudi kendisine 
misafirperverlik gösteren milletin dilini o kadar güzel kullandı ki,  imdi kendisi Yahudi 
kayna ı üzerinde o kadar ısrar etmeyecek, "Almanlık vasû"nı ön plana çıkarmayı göze 
alabilece im dü ündü, ilk bakı ta bu iddia ne kadar gülünç ve manasız görünürse görünsün, o 
"Cermen" ve dolayısıyla bugün de "Alman"  ekline girmek cesaretini kendinde buldu, i te 
bundan sonra akla gelebilecek en korkunç aldatmalardan biri ortaya çıktı. Yahudi, bir Almanı 
meydana getiren vasıflardan sadece birine, yani diline (ve ona da çok fena bir  ekilde) sahip 
olabildi i için, onun Almanlıktan bütün nasibi konu tu u dile ba lı kaldı. Halbuki ırkı vücuda 
getiren  ey dil de ildir. Irkı vücuda getiren unsur kandır. Yahudi bu hususu bütün milletlerden 
daha iyi bilir. Bunun için dilinin bozulmasına önem vermeyerek, kanının karı mamasına 
dikkat eder. Bir kimse gayet kolay dilini de i tirebilir. Bu, o kimsenin dü ündüklerini, fikrim 
bir ba ka dille ifade etmesini sa lar. Yoksa dilini de i tirmi  kimse fikirlerini de i tirmi  
olamaz. Böylece Yahudi çe itli diller konu urken Yahudili inden hiçbir  ey kaybetmez. Bin 
yıl önce Ostie'de ticaret yaparken Latince konu sa da, günümüzde bu day üzerinde 
spekülasyon do ururken Almanca söylese de, daima aynı halde, ayni Yahudi olarak kalır. 
imdi, bakanların, bakan müste arlarının ve emniyetin yüksek memurlarının bu gerçe i 
açıkça görmemeleri tabii telakki edilebilir. Çünkü devleti idare edenler arasında içgüdüden ve 
dü ünebilme kabiliyetinden yoksun olmayan kimse hemen hemen yok gibidir. 
Yahudi'yi birdenbire "Alman" olmaya zorlayan sebep pek açıktır. O prenslerin kudretlerinin 
zayıfladı ını görünce, hemen ayaklarını koyacak yeni bir zemin arar. Ayrıca, iktisadi siyaset 
üzerinde yaptı ı mali baskı öylesine geli mi tir ki, artık bu büyük binayı ta ıyamaz. Bütün 
"vatani" haklara sahip olamazsa, artık tesiri ve kudreti ço alamayacaktır. Fakat Yahudi bu iki 
eyi daima ister. Çünkü ne kadar yükseklere tırmansa, hiçbir zaman tatmin olmayacak, 
eskiden kendisine vaat edilen ve  imdi geçmi in karanlıkları arasından meydana çıkan gaye, 
onu daima cezbedecektir. En iyi Yahudi beyinleri, dünya hakimiyet hülyasının avuçlarının 
içine girmi  oldu unu, büyük bir heyecanla görmektedirler. Bunun içinde bütün çalı malarını, 
"vatani" hakları tam ve mükemmel bir  ekilde elde etmeye hasrederler. 
1) i te bu sebepten dolayı saray Yahudi'si, yava  yava  "halk Yahudi'si"  eklini almaya ba lar. 
Yahudi bu  ekil de i ikli i sırasında da yine toplumun kuwetlileri(!) arasında yer almakta, 
onların yanlarına sokulmaktadır. Fakat, aynı zamanda ırkının di er temsilcileri de halk 
topluluklarına havarilik ederler. 


Yüzyıllar boyunca Yahudi'nin halk topluluklarına kar ı ne kadar günah i ledi i, onları nasıl 
devamlı  ekilde insafsızca istismar etti i, suyunu sıktı ı hatırlanır ve bunlardan ba ka, halkın 
kendisine yapılan bu eziyetleri anlayarak yava  yava  Yahudi'ye kin beslemesi ve sonunda 
onun varlı ını Tanrı'nın, di er milletlerin ba larına bela etti ini kabuHendi i dü ünülürse, 
Yahudilerin bu cephe de i tirme hareketlerinin ne kadar zahmetlere katlanarak yaptıkları 
gayet iyi anla ılır. Evet derilerini yüzüp, kanlarını içtikleri kurbanlarına "insan dostu" gibi 
görünmeleri Yahudiler için çok acı bir i  olur. 
Yahudi ilk önce halka kar ı i ledi i korkunç haksızlıkları hafifletmeye ve örtbas etmeye 
çalı ır, insanlı ın "velinimeti"  ekline bürünür. Bu yeni durumu, iyili i menfaat fikrinden 
uzak tutmasına ra men, o Tevrat'ın sa  elin verdi ini, sol elin bilmemesi emrine pek riayet 
etmez. Bundan dolayı, halkın acılarına kar ı ne kadar hassas oldu unu ve bu acıları 
hafifletmek için katlandı ı bütün fedakarlıkları açıklar. Yahudi yaradılı tan olan tevazuu ile 
meziyetleri etrafında bütün dünyanın duyaca ı  ekilde davul çalar. Bu i i öyle bir sebatla 
yapar ki dünya gerçekten buna inanmaya ba lar. Sonunda inanmamı  olanlar da Yahudi'ye 
kar ı, haksız mevkie dü erler. Kısa zaman içinde durumu kendi lehine çevirerek, etrafta 
kendisine kar ı haksızlıklar yapılmı  izlenimini uyandırır. Halbuki gerçek tam tersidir. 
Özellikle aptal olanlar Yahudi'ye güven beslerler ve "zavallı talihsiz"e acırlar. 
Yahudi kendini memnuniyetle feda ederken bile bundan dolayı bir kayba u ramaz. O hisseleri 
ayırmasını bilir. Onun iyilikleri, bir tarlaya istemeyerek dökülen gübreye benzer. Gayesi 
bundan da kendine menfaat sa lamaktır. Fakat ne gariptir ki, bütün dünya kısa bir zaman 
içinde Yahudi'nin "bir velinimet" ve "bir hayırsever" oldu unu (!) ö renir. 
Ba kalarında az çok do al olan herhangi bir  ey, son derece büyük bir hayrete, hatta bazı 
kimselerde göze çarpan bir hayranlı a sebep olur. Böyle bir durum ise Yahudi'de do al 
de ildir. Bundan dolayı herkes, Yahudi'de iyiliklerinin her biri için ba kalarına yapılmayacak 
bir muamele ile fazla bir üstünlük bulmaya çalı ır. Dahası var, Yahudi birdenbire liberal olur. 
Hemcinsinin gösterdi i geli melere kar ı duydu u hayranlı ı ve heyecanı açıklar. Böylece 
yava  yava , sözle yeni zamanın  ampiyonu kesilir. Fakat di er taraftan millet için yararlı 
olan milli ekonominin temellerini ciddi bir  ekilde tahrip eder. Tahvil satın almak yoluyla 
dolambaçlı yollardan milli üretime dahil olur. Bu i i bir hırdavat ticareti haline sokar. Öyle bir 
ticaret kurar ki, her  ey para ile alınabilir ve satılabilir. Böylece sanayii, üzerine  ahsi bir 
mülkiyet kurulacak temellerden mahrum eder. Bunun sonucu olarak i çi ile i veren birbirine 
yabancı kalır. Nihayet toplumun sınıflar halinde bölünmesine sebep olan ruhsal durumu 
do urur. Yahudi'nin borsa üzerinde yaptı ı tesir ve nüfuz gittikçe büyür, Milletin bütün 
çalı ma güçlerine sahip olur, ya da bunların üzerinde hakimiyet kurar. 
Yahudi devlet dahilindeki yerini kuvvetlendirmek için kendi geli mesini köstekleyen ırk 
engelini yıkma a u ra ır. Dini müsamaha lehinde kendine has bir hareketle mücadeleye 
ba lar. Tamamen eline geçirmi  oldu u Franmasonluk te kilatını, kendi hedefine ula abilmek 
için yaptı ı mücadelede istismar eder. idareci sınıfı, burjuvanın yüksek  ahıslarını Franmason 
te kilatına sokarak, onları istedi i yöne sevk eder. Bu kimseler Franmason te kilatına dahil ol-
makla Yahudi'nin bir oyunca ı haline geldiklerini bilmezler. Fakat gerçek halkın; uyanmaya 
ba layan, haklarını ve hürriyetlerini kendi kuvvetleri ile sa lamak üzere bulunan sınıfın geni  
tabakaları, bu tesirden kendilerim korurlar. Esasen, di erlerinden çok bunlara hakim olmak 
daha lüzumludur. Çünkü Yahudi ancak önünde bir "sürükleyici" bulunursa kendi rolünü 
oynayabilece ini bilir, i te Yahudi bu "sürükleyiciyi burjuva sınıfının en geni  tabakalarında 
bulaca ını sanıyor. Fakat eldiven fabrikası sahipleri ve dokumacılar Fran masonlu un ince 
a ları ile tutulamazlar. Burada daha kaba usuller kullanılır, i te bunun için Franmasonlu a 
Yahudili in hizmetinde ikinci silah olarak basın katılıyor. Yahudi bu kuvveti eline geçirmek 
için ısrarla bütün ustalı ını ortaya koyar. Basın yolu ile bütün kamu hayatını a ının ve 
avucunun içine alır. Basını Yahudi idare eder ve önünde sürükler, götürür. Çünkü bilir ki, bir 


gün gelecek ve on be  yıl öncesine oranla daha iyi tanınan kamuoyu adı altındaki o kuvveti 
sevk ve idare edecektir. 
Bu arada Yahudi, bilgiye susamı  bir kimse gibi gözükmeye ba lar. Bütün geli meleri ve 
özellikle di erlerini mahveden terakkileri över. Kendi milletinin faydasına olan geli melerin 
dı ında kalan her türlü yemli in en korkunç dü manıdır. Her medeniyete kar ı kin besler. 
Ba kalarının yanında ö rendi i en küçük bilgiyi dahi kendi milletinin faydası için kullanır. 
Milliyetinin korunmasına dikkat eder. Kadınlarının Hıristiyan-larla evlenmelerine engel 
olmaz. Tersine bunu te vik eder. Fakat erkeklerinde zürriyetlerin daima saf kalmasını sa lar. 
Yahudi ba kalarının kanını insafsızca zehirler, fakat kendi kanını her türlü bozulmaya kar ı 
korur. Bir erkek Yahudi, Hıristiyan kadın almaz. Hıristiyan erkek Yahudi kadınla evlendi i 
zaman da bu melez ırkta Yahudi kanı hakimdir. Özellikle yüksek sınıfların asil geçinen 
tabakaları bozulmu tur. Yahudi bu durumu gayet iyi bildi i için ırkının dü manı olan bu 
sınıfın silahsız kalmasını sistemli bir  ekilde te vik eder. Te ebbüslerini saklamak ve 
kurbanlarım uyutmak için ırk ve renk farkı gözetmeksizin bütün insanların bir oldu undan 
bahsetmekten bir an bile geri kalmaz. Aptallar bunların yalanlarına inanırlar. Fakat bütün 
varlı ı, onun yabancı oldu unu belli etmekten kurtulamaz. Bu yüzden halk onun a ına 
kolayca dü mekken kendini korur. Fakat halkın, basın, yolu ile takip ettikleri, gerçe e uymaz. 
Özellikle mizah yayınlarında Yahudiler zararsız bir millet gibi gösterilir. Bu milletin öteki 
bütün milletler gibi kendisine has vasıfları vardır. Dı  görünü ü, biraz garip olan ahlak ve 
adetlerinde bile belki bir tebessüm uyandırabilen bir ruh ifade eder. Fakat bu ruh esas 
itibariyle namuslu ve iyilikseverdir, i te böylece Yahudi, tehlikeli olmaktan çok, kendini 
önemsiz göstermeye çalı ır. 
Geli menin bu safhasında onun en son gayesi demokrasinin veya bu kelime ile anladı ı  eyin 
galip çıkmasıdır. Onun bundan çı kardı ı anlam parlamentarizmin hegemonyasıdır. Onun 
ihtiyaçları-| na en çok bu usul cevap verir. Çünkü parlamentarizm  ahsiyetleri ortadan 
kaldırarak yerlerine aptalların, ehliyetsizlerin, korkak ve sorumluluktan kaçan alçakların 
ço unlu unu hakim kılar. Sonuç monar inin dü mesi olacaktır. Bu akıbet er geç meydana 
gelecektir. 
J) Büyük ekonomik geli me, milleti meydana getiren sosyal tabakalarda de i ikli e yol açar. 
Küçük sanatlar yava  yava  söndü ü  çin i çi ba ımsız bir hayata kavu mak fırsat ve 
imkanını da elden kaçırır. Bunun sonucu i çi proleter olur. Böylece fabrika i çisi ortaya çıkar. 
Bu tabakanın en büyük vasfı hayatı boyunca kendine ba ımsız bir vaziyet yaratabilmek 
imkanından yoksun olmasıdır. Bu i çi kelimenin tam manasıyla malsız ve mülksüz bir 
kimsedir, ihtiyarlık, bu i çiler için ölümden beterdir, ihtiyarlayan i çiye hayattadır demek dahi 
yanlı  olur. 
Sosyal geli me buna benzer bir ba ka durum daha do urmu tu, i çiler gibi malsız mülksüz 
olan memur ve hizmetli sınıfı meyda-
1
 na gelmi ti. Devlet, ihtiyarlık günleri için bir kenara 
bir miktar para koyamayan memur ve hizmetlinin geçimini sa lamayı üzerine aldı. Emekli 
maa ı usulü kondu. Böylece muntazam olarak idari i lerde 
1
 çalı anların tamamı, yaptıkları 
i in önemi ile uygun olarak ihtiyarlıklarında bir emekli maa ı aldılar. Bunun sonucu, 
memurlara gü-I vence geldi ve bu sınıfın önemi arttı. Böylece sava tan önce Alman memur 
sınıfında en önemli meziyet olarak, meslek  uuru geli ti. |  ahsi mülkiyetten yoksun kalmı  
bütün bir sınıf, sefaletten kurtarılarak milli toplulu un birer üyesi haline geldi. 
Fakat bu mesele yeniden devletin kar ısına bir dev gibi dikildi. |j Yeni yeni insan toplulukları 
yeni kurulan sanayide fabrika i çisi ola-," rak çalı mak ve hayatlarını kazanmak için 
köylerden büyük sanayi  ehirlerine göç ettiler. Bu yeni sınıfın hayat ve çalı ma  artları sefila-
ne olmaktan çok daha a a ı idi. Esnafın ve çiftçinin eski çalı ma sürati sanayiin yeni  ekline 
uyum sa layamadı. Eski esnafların yaptık-|-   lan i te, zaman önemli bir rol oynamazken, 
imdi fabrikalarda zamanın rolü çok büyüktü. Eski çalı ma süresinin büyük sanayide uy-
gulanması kötü sonuç verdi. Çünkü eski çalı manın gerçek verimi çok azdı. Eskiden bir kimse 


14 veya 15 saatlik çalı maya kar ılık gösterebilirken,  imdi çalı ma zamanının her dakikası 
de erlendirildi i için bu çalı ma  ekline ayak uydurulamadı. Eski çalı ma süresi nin yeni 
sanayide manasız bir  ekilde aynen uygulanması iki bakım dan pek kötü oldu: Önce i çilerin 
sıhhatleri bozuldu ve sonra hu kuka kar ı olan inançları sarsıldı. Bu toplumsal düzensizli e bir 
i verenlerin parlak durumları  imdi göze çarpar bu hal alıyordu. Köylerde sosyal mesele söz 
konusu olamazdı. Çünkü herhangi bir i e efendi ile hizmetkar aynı  ekilde sarılırlar ve ayın 
kaptan aynı yeme i yerlerdi. Fakat oralarda da büyük de i meleı meydana geldi. Bugün 
i çilerle, i çi kullananlar arasındaki ayrılıklaı her alanda görülüyor. Bu bakımdan 
hükümetimizin Yahudile mesı halinin ne kadar ilerledi i, el eme ine kar ı beslenen kötü 
fikirler ile de ilse de, gösterilen pek az saygı ile kendini belli etmektedir. Bu Almana 
yakı acak bir durum de ildir. Gerçekte sosyal hayatımızın Fransızla ması, ancak 
Yahudile me ile olmu tur. Eskiden el i len bizim gözümüzde saygı ile kar ılanırken,  imdi 
kol i çisinin çalı  ması hakir görülmektedir. 
i te bu  ekilde pek az itibarı olan bir sınıf do du ve bunun so nucu olarak günün birinde, 
milletin, bu sınıftan toplulu un bu üyesini ortaya çıkarması için gereken enerjiyi kendinde 
bulup bula mayaca ı veya aradaki bu durum farkının bu sınıf ile di erleri ara smda bir 
uçurum açacak kadar vahim bir hal alıp almayaca ı meselesi vukua gelecektir. Bu arada 
muhakkak olan bir  ey varsa, o da bu yeni olu an sınıfın safları arasına fena unsurların henüz 
toplanmamı  olmasıydı. Hatta bu yeni sınıfın mensupları arasında enerji sahiplerine daha çok 
rastlanabilirdi. Medeniyet denilen  eyin sonucu olan savurganlık derecedeki inceleme, burada 
ayırıcı ve harap edici etkisini henüz göstermemi ti. Yeni sınıf henüz barı çı alçaklı ın 
zehirlerine bula mı  de ildi. Sa lam kalmı tı ve gerekti i zaman sert olabiliyordu. O kadar 
mühim olan bu sosyal meseleye burjuvazi yabancı kalırken, Yahudi gelecekte ortaya çıkacak 
olan safhaları  imdiden görüyordu. Yahudi kapitalist istismarı usullerini te kilatlandırırken, 
kurbanlarına da yakla arak, onların kendi kendilerine yönelttikleri kavgada onlara "önder" 
oluyordu. Gerçekte "kendi kendisine kar ı" demek istiare yoluyla anlatmaktır. Çünkü yalan 
söylemede büyük üstat olan Yahudi daima kendisini temiz ve fazilet sahibi bir kimse gibi 
göstermek ve suçlarını ba kalarına yüklemek i ini gayet iyi becerir. Halk topluluklarının 
ba ına geçer. Bu toplu luklar, gelmi  geçmi  zamanların en korkunç yalancısına kurban ol-
duklarını akıllarına getiremezler. Halbuki gerçek budur. 
Yeni sınıf genel ekonomik de i meden çıkar çıkmaz, Yahudi kendi kendini ilerletmek için 
eline nasıl yeni bir antrenör geçmi  oldu unu görüyordu. Yahudi derebeylerin dünyasına kar ı 
kalkan olarak burjuvaziyi kullanmı tı.  imdi de Yahudi, burjuvaziye kar ı i çi sınıfını 
kullanmaktadır. Yahudi bir vakitler burjuvazinin gölgesine sı ınarak sivil hukuku elde 
etmi se, bugün de i çilerin hayatlarını müdafaa için giri ti i kavganın kendisini "dünyanın 
hakimi" yapaca ını bilmektedir. 
Artık bu andan itibaren i çi sınıfının görevi Yahudi milleti için çarpı maktır, i çi farkında 
olmadan yıkmakta oldu unu sandı ı kudretin hizmetinde bulunur, i çi göstermelik bir  ekilde 
sermayeye saldırtılır. Böylece i çi gerçek sermaye lehinde bo u turulurken, aynı zamanda 
uluslararası sermaye aleyhinde de ba ırtılır. Fakat gerçekte hedef alınan  ey, milli 
ekonomidir. Milli ekonominin yıkılması ve onun cesedi üzerinde uluslararası borsanın zafer 
sa lamasına çalı ılır. Yahudi bunu gerçekle tirmek için önce i çiye sokulur ve onun kaderine 
acımı  görünür. Hatta sefaletten isyan duyan bir kimse gibi ortaya çıkar. Böylece i çinin 
güvenini, kazanır. Yahudi, i çide hayat  artlarım de i tirmek için  iddetli bir istek uyandırma-
ya çalı ır. Üstün ırka mensup bir insanın kalbinde daima uyuklayan sosyal adalet ihtiyacını 
ustalıkla tahrik ederek uyandırır. Yahudi sosyal adalet ihtiyacını tahrik ederek harekete 
getirdi i i çiyi, daha  anslı bir kadere sahip olanlara kar ı bir kin beslemeye davet eder. Bu i i 
yaparken Yahudi, sosyal düzensizliklerin aleyhine açılmı  olan korkunç kavgaya bir felsefi 
hava, bir felsefi tavır verir. Böylece Yahudi MARKSlZM'in temellerini atmı  olur. 


Marksizm'i, halkı toplumsal isteklere gayet sıkı bir  ekilde ba lı gibi göstermekle, Yahudi bu 
felsefenin yayılmasını kolayla tırır ve hızlandırır. Bu arada Yahudi, bu felsefenin sonuçlarına 
bakarak kendileri için haksızlık ve tatbikinin imkansız oldu unu gören kimselerin de 
muhalefetini sa lar ve bunları tahrik eder. Sosyal fikirler maskesi altında, gerçekten  eytanca 
ve korkunç niyetler saklanmı tır. Bu felsefe, akıl ile budalalı ın, içinden çıkılması imkansız 
bir sentezidir. Fakat bu felsefede akıl ile aptallık öyle bir  ekilde ayarlanmı tır ki, içinde 
yalnız çılgınlıkla vasıflandırabilinecek  eyler ger çekle ir, akla uygun gelen  eyler ise hiçbir 
vakit tatbik edilemez Marksizm  ahıslara ve bunun sonucu olarak millete her türlü hayat ve 
insanlık haklarını reddetmekle, medeniyeti meydana getiren temeli yıkmaktadır. Halbuki 
medeniyet bu amillere tabidir.  te bu canice dima ın bu bulu una felsefe adını vermek do ru 
olursa, Marksizm felsefesinin özü budur.  ahsiyetin ve ırkların harap edilmesi, bir türlü 
hakimiyet kuramayan a a ı bir ırkın, yani Yahudi ırkının en büyük engelini ortadan kaldırmak 
olur. Bu felsefeye mana veren ve yol gösteren  ey, iktisadi ve siyasi hayattaki garip nazariye -
sidir. Marksizm'e can veren ruh, zeki kimselerin bu felsefeye inanmalarına engel olur. Di er 
taraftan fikri melekelerini kullanmasını bilmeyenler ve iktisadi ilimlerden habersiz olanlar 
hemen Marksist olurlar. Hareketin sevk ve idaresi için gerekli olan zekayı (çünkü bu 
hareketin bile ya ayabilmesi için zeka açısından sevk ve idareye ihtiyacı vardır) Yahudi 
"kendi kendisini feda ederek" kendi soyda larından birinin beyninden sa lar. 
Yahudiler tarafından yönetilen kol i çilerinin bir hareketinin nasıl meydana geldi ini 
inceleyelim. Görünü te bu hareketin gayesi i çilerin ya ama  artlarını kolayla tırmaktır. 
Gerçekte ise Yahudi olmayan bütün milletleri esaret altına sokup, yok etmekten ibarettir. Ba-
rı çı doktrinler vasıtasıyla milli beka içgüdüsünü felç etmek için aydın denilen çevrelerde 
farmasonlu un giri ti i mücadeleye, daima Yahudilerin ellerinde bulunan büyük basın, halk 
toplulukları ve özellikle burjuvazi nezdinde devam eder. Çökeltici bu iki kuvvete, bir 
üçüncüsü de katılır. Bu en korkuncu olan zor ve  iddet te kilatıdır. Marksizm, saldırganlık 
sıfatı ile, ilk iki silahın kendisini göreve hazırlamak üzere temelinden yıktıkları  eyleri 
büsbütün alt üst edip bitirmek zorundadır. Bu fevkalade bir  ekilde düzenlenmi  hayran 
kalınacak bir manevradır. Öyle ki bu manevraya, kendilerini devletin az çok manevi 
otoritesinin organları diye takdim etmekten zevk alan müesseselerin de katılıp, mücadeleden 
vazgeçtikleri görülürse buna  a ırmamalıdır. Yahudi, bazı istisnalar gözden uzak tutulursa, 
her zaman kendi yıkıcı i i için yüksek dereceli memurlarımız arasından, hata en üst 
mevkilerde bulunanlardan pek lütufkar yardımcılar bulmu tur. Bu memur toplulu unun göze 
çarpan vasfı, üstlerin huzurunda yerlere kapanan bir kölelik gösterisi, astlara kar ı kendini 
be enmi lik ve ancak herkesi hayrete dü ürebilecek derecede bir ap tallıktır. Fakat bu vasıflar 
otoritelerimizle devamlı ilgisi olan Yahudi tçin faydalı ve onun göz önünde pek sevimli 
eylerdir.  imdi ba la-, yan kavga kalın çizgilerle resmedilirse  u husus ortaya çıkar: 
Yahudi, dünyayı ekonomik yönden .ele geçirmek istedi i gibi »iyasi bakımdan da hakimiyeti 
altına almak ister. Bunun için Yahudi mücadelesinin bu iki gayesi için Marksizm'i iki kısım 
olarak ortaya Sürer. Bu kısımlar görünü te birbiri üe ilgili de ildir. Fakat, aslında ayırma 
kabul etmez bir bütün te kil etmektedir. Bu iki kısım, siyasi ve sendika faaliyetleridir. 
Sendika faaliyeti taraftar toplamaya yarayan bir çalı madır, i çiye, patronların hırs ve dar 
görü lerine kar ı açtıkları mücadelede yardım ve himaye vaat eder. E er i çi devlet tarafından 
bir yardım ve himaye görmezse, kendi menfaatinin müdafaasını sorumsuz kimselerin eline 
bırakmak istemez ve bu hak müdafaasını bizzat kendi yapmak ister. Para kazanma hırsı ile 
gözleri kör olan burjuva, i çinin yaptı ı bu mücadeleye kar ı ne kadar engel çıkarırsa, örne in 
uzun çalı ma sürelerini azaltmazsa, çocuk-• ların çalı malarına insaf dairesinde bir  ekil 
vermezse, kadın i çileri i korumazsa, i  yerlerinde ve ikametgahlarında sıhhi  artlara kavu -
mak için yapılan her türlü te ebbüse engel olursa, daha kurnaz olan F Yahudi bu sınıfın, yani 
ezilen i çinin sorunlarına sahip çıkar. Yahudi böylece i çi hareketinin önderi durumuna geçer. 
Bunu Yahudi memnuniyetle ve isteyerek yapar. Onun esas niyeti sosyal yaralara bir ilaç 


bulmak de ildir. Yahudi'nin, i çinin hamisi durumuna geçmesine sebep, milli ekonominin 
gelece ini yok edecek bir toplulu u yava  yava  meydana getirmek içindir. Çünkü sa lam bir 
siyasetin hedefi bir taraftan halkın sa lı ının korunması, di er taraftan ba ımsız bir milli 
ekonominin müdafaası ise, bu iki dü ünce kar ısında tamamen lakayt kalarak, kendi gayesine 
giden yolun üzerindeki bu engelleri temizlemeye bakar. Yahudi milli ekonominin ba ımsız 
kalmasını istemez. Onun istedi i milli ekonomiyi yok etmektir. Bundan dolayı i çi 
hareketinin hamisi ve önderi sıfatı ile yerine getirilmesi imkansız veya uygulanması milli 
ekonominin çökmesine sebep olacak isteklerde bulunurken, vicdanında bir sızlama duymaz. 
Çünkü Yahudi önünde sa lam bir nesil görmek istemez. Onun arzusu soysuzla mı , 
boyunduru a girmeye hazır bir sürü görmektir. Olumlu cevap alamayaca ım ve durumu 
de i tirmeyece ini bildi i halde halk topluluklarında  iddetli bir sinirlilik do ura çak en 
manasız istekleri i te bu gayesini tahakkuk ettirmek için ortaya atar. iste i ortalı ı 
bulandırmaktır, yoksa i çilerin sosyal durumlarını gerçekten ve namuslu olarak düzeltmek 
de ildir. 
Demek ki, büyük topluluklar aydınlatılmadıkça, onlara sonsuz sefaletlerinin gerçek sebepleri 
hakkında do ru bilgiler verilmedikçe ve bunun için büyük bir çalı maya te ebbüs 
edilmedikçe, Yahudi i çi hareketinin itiraz kabul etmez ve vazgeçilmez önderi olarak kala-
caktır. E er halk toplulukları  imdi oldu u gibi bir hedefe yöneltil-mezlerse ve devlet bu 
i lere kayıtsız kalırsa, halk daima ekonomik yönden kendisine en yüzsüzce vaatleri yapan 
kimselerin arkasından gider. Bu hususta, Yahudi usta mertebesine yükselmi tir. Çünkü bütün 
faaliyeti hiçbir ahlak kuralının gemleri ile kontrol altına alınamaz. Bundan dolayı bu alanda 
bütün hasımlarına kar ı kolayca ve kısa bir süre içinde üstün çıkar. Yahudi kendi ruhunda 
bulunan kabalı a ve haydutluk içgüdüsüne uyarak i çi hareketine kaba bir  iddet vasfı 
vermektedir. Sa lam hisleri ve oltaya takılmayan kimselerin kar ı koymalarını deh et salma 
ve korku yaratma usulü ile kırar. Böyle bir faaliyetin sonucu ise çok korkunçtur. Neticede, 
Yahudi'nin yaptı ı milletin refah ve saadetini sa layacak olan i çi sınıfı vasıtasıyla milli 
iktisadın temellerini yıkmak olur. Yahudi'nin bu faaliyetine paralel olarak siyasi te kilat 
faaliyeti de geli mektedir. Siyasi geli me, i çi hareketinin toplulukları siyasi te kilata girmeye 
hazırlaması, hatta bir kamçı ile vurur gibi onları zorla oraya sokması dolayısıyla, bu i çi 
hareketine uygun dü er. Siyasi te kilata o büyük cihazını devam ettirme imkanını veren 
tahsisatın sürekli, kayna ı i çi hareketidir. Fertlerin siyasi faaliyetleri için kontrol organları 
Yahudilerin eline geçer. Bütün siyasi gösteriler için adam toplama i i Yahudi'nin elindedir. 
Neticede i çi hareketi, iktisadi hayat için mücadele etmez olur. Yahudi, kısmi ve genel grev 
hareketlerini siyasi fikrin emri altına alır. Böylece sendika ve siyasi te kilat, içeri i itibariyle 
kültürü çok az olan okuyucuların siyasi görü  ve kanaatlerine uygun bir basın meydana 
getirerek, mevcut düzene kar ı isyan ruhu yaymaya ba lar. Bu isyan ruhu, bir milletin en a a ı 
sınıflarına mensup toplulukları cüretkarlık isteyen hareketleri yapmaya hazır bir duruma 
getirir. Bu basının vazifesi basit halk tabakalarının seviyesini yükseltmek de ildir. Yahudi'nin 
idaresi altında yapılan i  basit insanların i tahlarını kabartmaktan ibarettir. Bu basın milli 
iradenin, yüksek bir kültürün, geleneklerin ve ba ımsız bir ekonominin dayana ı olan  eylerin 
tamamına hücum ve iftira eder. Yahudilerin devlete hakim olma yolundaki hareketlerine 
engel olmak isteyene, yahut ehliyet sahibi, iktidarları ve dehaları Yahudilerce tehlikeli 
görünen memleketin seçkin ve karakter sahibi insanlarına kar ı, "Yahudi basını" ate  püskürür 
ve bu gibi kimseleri milletin gözünden dü ürmeye çalı ır. Çünkü Yahudi'nin nefretine hedef 
olmak için onun aleyhinde çalı mak  art de ildir. Yahudi'nin, herhangi bir gün kendisi 
aleyhinde bir dü ünce beslemenizden veya ona dü man bir milletin kuvvetini geli tirmek için 
kabiliyetlerinizi kullanaca ınızdan  üphelenmesi, size nefret duyması için yeter sebeptir. Bu 
hususta hiç hataya dü meyen içgüdüsü her insanın do u tan sahip oldu u kabiliyetlerinin 
kokusunu hemen alır. Onun ruhunun, ruhu olmayan kimse, Yahudi'nin kendisine dü man 
kesilece inden asla  üphe etmemelidir. Yahudi tecavüze u ramı  bir kimse olmayıp, saldırıya 


geçmi , taarruz eden oldu u için, yalnız kendisine saldıran kimseyi de il, taarruzuna kar ı 
koyanı da kendinin dü manı kabul eder. Do rulukla dolu oldu u kadar, cesaretli olan ruhları 
kırmak için ba vurdu u kavgada kullandı ı vasıtalar mertli e sı mayan  eylerdir. O bu adi i i 
için yalan ve iftirayı kullanır. 
Hiçbir  ey, kar ısında geri çekilmez. Kötülü ü o kadar büyüktür ki, halkımızın hayalinde 
eytanın örne i veya bütün fenalıkların sembolü Yahudi olursa, buna hayret edilmemelidir. 
Halk topluluklarında Yahudi'nin gerçek karakterinin bilinmemesi, yüksek tabakalarda 
içgüdünün yoklu u ve zekanın kıt olu u, Yahudilerce yöneltilen bu yalan sava ına, milletin 
kolayca kurban gitmesine yol açmaktadır. Yüksek tabaka mensupları yaradılı larında olan 
korkaklıkları dolayısıyla, Yahudi'nin yalan ve iftira ile saldırdı ı kimseden uzak dururlarken, 
halk da aptallık veya basitlik dolayısıyla bu karakter sahibi kimse hakkında uydurulanlara 
inanır. Otorite sahibi olanlar ise ya ses çıkarmayıp susarlar, ya da haksız yere saldırıya 
u rayan kimse için soru turma açarlar. Güya o e ek memurlarca böyle hareket etmek, 
devletin otoritesini korumak ve asayi i sa lamak için faydalı bir tedbirdir. Sonunda Yahudi 
tarafından kullanılan Marksist silahın korkusu bu akıllı adamların beyinlerine ve ruhlarına bir 
kabus gibi çöker, kalır. Bu korkunç dü man kar ısında titrerler ve eninde sonunda onun 
kurbanı olurlar. K) Yahudi'nin devlet içindeki üstünlü ü  imdi öylesine sa lam-la mı tır ki, 
kendisini açıkça Yahudi olarak ilan etmek cesaretini gösterir ve hatta bununla da kalmayıp 
ırki ve siyasi dü üncelerini sonuçlarına kadar açıklamaktan çekinmez. Irkının bir kısmı kendi-
sini açıkça yabancı bir millet diye gösterir. Gerçi bu da yeni bir yalandan ibarettir. Çünkü 
Siyonizm bütün dünyaya Yahudilerin Filistin'de bir devlet kurmakla memnun olacakları 
kanaatini verirken, onlar aptal kimseleri bir kere daha gayet açık bir  ekilde aldatmı  • olurlar. 
Yahudilerin Filistin'de bir devlet kurup, oraya yerle meye hiç ama hiç niyetleri yoktur. 
Yahudiler orada sadece  arlatanca bir uluslararasıcılık faaliyetlerinin merkezi te kilatını 
kurmaktan ba ka bir  ey dü ünmemektedirler. Bu te kilat hükümranlık hakkına sahip olacak 
ve di er devletlerce korunmaya ihtiyaç duymayacaktır. Bu te kilat, istiklaline sahip olarak, 
yüzlerinden maskeleri dü ürülmü  olan veya kendileri atmı  bulunan bütün adi Yahudilerin 
sı ına ı ve gelecekteki rezil ve  arlatan Yahudilerin de yüksek bir okulu olacaktır. 
i te bir kısım Yahudi iki yüzlülükle Alman, Fransız veya ingiliz oldu unu söylerken, 
di erlerinin açıkça ve resmen Yahudi ırkına mensup olduklarını belirtmeleri, kendilerine olan 
güvenin gittikçe arttı ına ve artık emniyet içinde bulunduklarına delil te kil eder. Di er 
milletlerin, korkunç bir pervasızlıkla hareket etmeleri, Yahudilere zafer gününün ne kadar 
yakın oldu unu ispatlar. 
Siyah saçlı pis Yahudi, saatlerce tehlikeden habersiz olan genç kızı gözetler. Sonunda bu genç 
kızı kendi adi kanı ile kirletir. Onu mensup oldu u ırktan çekip alır... Yahudi, hakimiyetine 
almak istedi i ırkın dayandı ı bütün temelleri kökünden yıkmak ister. Kadın ve genç kızların 
ahlaklarını bozdu u gibi, kendi ırkı ile di er ırklar arasında "kan"in yaptı ı seti yıkmak ve 
ortadan kaldırmak için her türlü çareye ba vurur. Zenciyi Almanya'ya getirenler Yahudilerdi. 
Hep aynı gizli gaye ve açık hedef için hâlâ getirmektedirler. Nefret ettikleri beyaz ırkı 
melezle meden çıkacak piçle me ile yok etmek, onu eri ti i medeniyet ve siyaset 
seviyesinden indirmek ve ona hakim olmak istemektedirler. Çünkü ırkı halis olan, kanının 
kuvvetinden haberdar olan millet hiçbir  ekilde ve hiçbir vakit Yahudi'ye boyun etmez. 
Yahudi ancak, bu dünyada ilelebet ve sadece melezlerin efendisi olabilir. Bunun için ki ileri 
devamlı olarak zehirler ve böylece ırkların seviyelerim dü ürmeye çalı ır. Yahudi bu arada 
da, artık siyaset bakımından, demokrasinin yerine proletarya hakimiyeti fikrini a ılamaya 
ba lar. 
Marksizm Yahudi'nin, demokrasiden vazgeçmesini sa layan ve Yahudi'yi milletlerin, 
diktatörce, kaba kuvvet ile hakimiyet altına almasını temin eden bir silahı olmu tur. Böylece 
Yahudi çifte devrim meydana getirmek için sistemli bir  ekilde çalı ır. Bu çifte devrim 
iktisadi ve siyasi alanlarda olacaktır. 


içerden gelen bu saldırıya kar ı enerjik bir  ekilde kar ı koyan milletleri, Yahudi faaliyete 
geçirdi i uluslararası nüfuz ve tesirler sayesinde bir dü man  ebekesi ile sarmaya ba lar. 
Onları sava a zorlar. Sonunda gerekli oldu una karar verdi i zaman sava  alanına devrim 
bayra ını dikiverir. 
Devletleri ekonomik yönden sarsar. Böylece verimsiz hale gelen kanın te ebbüslerini devletin 
elinden alır ve mali kontrole tabi tutar. 
Yahudi siyasi yönden de devleti ya ama vasıtalarından yoksun bırakır. Her türlü kar ı 
koymanın ve milli savunmanın temellerim çürütür. Halkın hükümete besledi i güveni sarsar. 
Geçmi i kötüleyerek gözden dü ürür. Büyük olan  eylerin hepsini çamura batırır. 
Medeniyete de el atarak, sanatı ve edebiyatı kötüler, tabii hisleri aldatır. Bütün güzellik, 
asalet, a ırba lılık, haysiyet ve hayır mefhumlarını bir kalemde altüst eder. insanları, 
kendisinin içinde bulundu u o adi ve a a ı tabiat alanına çeker. 
Nihayet Yahudi, dini ve ahlakı, gülünç ve basit bir hale sokar. Örf ve adetleri ölü, modası 
geçmi  ve köhnemi   eyler olarak gösterir. Böylece bir milletin hayatı u runa mücadele 
edece i son dayanaklarını da ortadan kaldırır. 
L)  imdi son ve büyük devrim ba lar. Artık, Yahudi siyasi kudreti de eline geçirdikten sonra, 
maskesini fırlatır atar ve demokrasi ve halk dostu olan Yahudi, o andan itibaren katil ve ırk 
dü manı Yahudi'yi meydana getirir. Birkaç yurt içinde zekanın mümessillerinin kökünü 
kazımaya giri ir. Milletlerin manevi rehberleri olan kimseleri yok ederek onları esareti altına 
alır. 
Bize bu esaretin en canlı misalini Rusya vermi tir. Rusya'da Yahudi, büyük bir millet 
üzerinde hakimiyetini kurmak için, vah i ve korkunç bir taassup ile 30 milyona yakın insanı 
kendi yazar ve çete leri ile borsa haydutlarına öldürtmü  veya açlıktan ölüme mahkum 
ettirmi tir. Fakat  unu hemen belirtelim ki, bu i  yalnız, Yahudilerin milletlerin hürriyetlerini 
öldürmesiyle bitmeyecek, bu mahvolan milletlerin asalakları da yok olacaktır. Kurbanların 
ölümü, er geç canavarın da ölümünü icap ettirecektir. Almanya'nın çökü ünün, sebeplerini 
tetkik edecek olursak, ilk ve kati sebep olarak ırk meselesinin ve Yahudi tehlikesinin takdir 
edilip görülememesinden ileri geldi i anla ılır. 
1918 yılının A ustos ayında sava  alanında u ranılan yenilgilere tahammül etmek son derece 
kolay olabilirdi. Bu yenilgiler milletimizin daha önce kazandı ı zaferlere oranla bir hiçten 
ibaretti. Bizim çökmemize bu yenilgiler sebep olmadı. Biz, milletleri var olmaya kabiliyetli 
kılan ve bu  ekilde hayatlarını me ru saydıran siyası kuvvet ve içgüdüleri, on yıldan beri 
sistemli bir  ekilde milletimizin elinden alarak bu yenilgileri hazırlamı  olan kudret tarafından 
yere serildik. Eski Reich, milletimizin mensup oldu u ırkın temellerinin korunması 
hususunun ortaya çıkardı ı meseleyi ihmal etmekle, bir milletin dünya üzerinde ya amak için 
sahip oldu u tek hakkı kötü-lüyordu. Melezle en veya melezle meye fırsat veren milletler 
Tan-rı'mn iradesine kar ı günah i lerler. Bir millet, kendi varlı ının tabiatça verilmi  ve 
kökleri kanına uzanmı  özel vasfına artık ba lı kalmazsa, dünyadaki mevcudiyetine son 
verilmesinden dolayı  ikayetçi olamaz. Bu geçici dünyada her  ey çok daha iyi olur ve 
yapılabilir. Her bozgunun, gelecekteki bir zaferin annesi olması mümkündür. Her kaybedilen 
sava  gelecekte bir yükselmeye sebep olabilir. Her zorluk, insanın enerjisi ile alt edilebilir. 
Her zulüm ve baskı, kan saf olarak korundu u sürece, ahlaki bir dirilme meydana getiren kuv-
vetleri do urabilir ve harekete geçirebilir. Fakat kanın saflı ım kaybetmesi saadeti yok eder, 
insanı sonsuzlu a kadar a a ılatır. Bu çökü ün medeni ve ahlaki sonuçları hiçbir zaman 
kaybolmaz. Hayatın öteki meseleleri, bu tek mesele ile kar ıla tırılsa, bütün bu meselelerin 
önemi bunun yanında bir hiçten ibarettir. Hayatın bütün meseleleri zamanla sınırlıdır. Fakat 
kanın saflı ının korunması veya kaybedilmesi meselesi, yeryüzünde hayat devam etti i sürece 
duracaktır. 
Sava tan önce meydana gelen biraz önemli olaylar incelendi inde, hepsinin bir ırk meselesine 
ba lı oldu u görülür, ister hukuk l meselesi, ister ekonomik hayatın büyük oyunları olsun, 


veya siyası alanda çökü  olayları, e itimin iflası olsun, hatta basının büyük j
1
,»damlar 
üzerinde yaptı ı kötü tesir söz konusu olsun, bütün fena-ı'llkların derinine inildi inde ırka 
önem verilmedi i veya yabancı bir milletin ırk için arz etti i tehlikenin farkına varılmadı ı 
görülecek-,tir. Bunun için, bütün reform hareketleri, bütün sosyal yardım eser-'leri, her türlü 
siyasi tedbirler, bütün ekonomik geli meler ve dü ünüme gücündeki her bilgi artı ı hiçbir 
zaman önemli rol oynamaz. 
Millet ve onu dünyada var olmaya kabiliyetli duruma getiren organ; yani devlet, sa lam bir 
sa lı a sahip de ildi. Hatta her ikisi de gözle görülecek  ekilde sararıp soluyordu. Reich'ın 
dı ardan bakıldı ında görülen sıhhati, onun menfaatini saklamayı ba aramazdı. Gerçekten 
tekrar ona kuvvet vermek için yapılan her te ebbüs daima sonuçsuz kaldı. Çünkü en önemli 
mesele kenarda unutuluyor-tartı malar yapan çe itli siyasal görü  taraftarlarının ve hatta liderlerinin bile esaslı  ekilde 
kötü niyet sahibi kimseler olduklarını sanmak hata olur. Fakat bunların faaliyetleri verimsiz 
kalmaya mahkumdu. Çünkü, bizim genel hastalı ımızın hangi  artlar altında ortaya çıktı ım 
(
görüyorlar, fakat en uygun  artlar içinde bile onun illetini tespit edemiyorlardı. Eski Reich'ın 
siyasi geli mesinin takip etti i yol dikkatle incelenirse, birli in olu umundan sonra, hatta 
bunun sonucu olarak Alman milleti tarafından yapılan geli meler sırasında, için ' için çökü ün 
tam akı ını bulmu  oldu unu ve bütün siyasi ba arıla-1 ra ve iktisadi servetin ço almasına 
ra men, genel durumun yıldan yıla berbatla tı ını görmek mümkündür. Reichstag seçiminde, 
Marksist oyların ço alması, dı  yıkılmaya yol açacak içten yıkılma-
r
 nın devamlı  ekilde 
yakla tı ını i aret ediyordu. Burjuva partisinin j.  bütün ba arıları, de erden yoksundu. Bu da, 
bütün seçim ba arıla-î   rina ra men Marksist dalganın büyümesine engel olamadıklarından l   
dolayı de il, kendi içlerinde bozuk tohumlar bulundurmalarından ileri geliyordu. Burjuvalar 
farkına varmadan Marksist dü ünceler ile kirletilmi lerdi. Kar ı koymaları, çok kere sonuna 
kadar mücadeleye azmetmi  rakiplerinin bir prensip muhalefetinden çok, hırslı liderlerin 
birbirlerine kar ı rekabetlerinden meydana geliyordu. Bu uzun yıllar sırasında sarsılmaz kar ı 
durma ile yalnız bir millet mücadele etti. Bu da Yahudi'dir. Milletimizin beka iradesi 
zayıfladıkça, Yahu di'nin altı kö eli yıldızı gökyüzünde yükseldi. 1914'te sava  alanına 
hücuma azmetmi  bir millet atılmadı. Bu Marksist barı severlerin milletimizi tehdit edi ine 
kar ı milletin beka içgüdüsü ile ortaya çıkmasıydı. Kaderimizin münaka a edildi i o gün 
içteki dü manın kim oldu u tespit edilemedi i için, dı a kar ı direnme beyhudeydi. Tanrı, 
galip kılıca ücretim lütfetmedi. Her suçun cezasının çekilmesini isteyen ebedi kanuna itaat 
edildi, i te bu hususlar yeni hareketimizin prensiplerine kaynak te kil edecekti. Biz bu 
dü üncelerimizin, sadece Alman milletinin çökü ünü durduraca ına de il, bir devlete bir gün, 
üzerine dayanaca ı ve kuvvet alaca ı granit temelleri atmasını da sa layaca ına inanıyoruz. 
Öyle bir devlet kuraca ız ki, o devlet milletimize hiçbir zaman yabancı kalmayacak, iktisadi 
ihtiyaç ve menfaatin hizmetine girmeyecek, milletin içinden, tarihinden do mu  bir Alman 
milletinin devleti olacak. 
Hareketimizin geli mesinin birinci safhasını bu bölümün sonunda inceliyorsam ve buna ba lı 
bir sürü meseleleri geli igüzel münaka a ediyorsam, bunu doktrinimizin ruhu hakkındaki 
dü ünceleri açıklamak gayesiyle yapmıyorum. Gerçekte bizim programımızın kapsamı öyle 
geni tir ki, hepsi yazılmaya kalkılırsa bir cildi doldurur. Bundan dolayı programımızı bu 
eserin ikinci bölümünde inceden inceye ele alaca ım ve tasavvur etti im  ekilde bir devlet 
hayali bulmaya çalı aca ım. 
"Biz" demek, yüz binlerce kimse demektir. Bu yüz binler, esasta ideallerimize katılmakta, 
fakat her biri gözlerinin önünde dalgala nan  eyi takdir etmek için gerekli kelimeleri 
bulamamaktadır. Ger çekten bütün büyük yenilik hareketlerinde dikkati çeken bir husus 
vardır. Çok kere bu yenilik hareketlerinin ba langıçta sadece bu  ampiyonları vardır. Fakat 
sonradan milyonlarca taraftar kazanırlar, içlerinden biri mü terek iradelerini ilan etmek, eski 
ümitlerin bayra ım dikmek ve yeni açıklamalarla onları zafere götürmek için yük seldi i 


zaman, bu yenilik hareketi binlerce sabırsız insanın derin is teklerine kar ılık geliyor 
demektir. Milyonlarca insanın kalplerinde o devrin hayat  artlarının tamamen de i mesi için 
istek beslemeleri, bu kimselerin büyük ve acı memnuniyetsizlik hali bin bir  ekilde kendini 
belli eder. Bazılarında ümitsizlik ve cesaretsizlik hakimdir Bazılarında nefret, kin ve isyan 
hallerine rastlanır. Bir kısmı kayıtsı; kalırken, bir kısım müdahale için korkunç bir istek 
besler. Memnun olmayanların bazıları seçimde çekimser kalırlar, sayıca daha çok olanları ise 
a ırı sol tarafla beraber oy kullanırlar, i te bizim genç l hareketimiz önce bu kimselere hitap 
edecektir. Çünkü durumlarından memnun olan ve mideleri tıka basa doymu  olan adamlardan 
[;, böyle bir harekete katılmalarını beklemek hata olur. Hareket i kence çeken, acı duyan, azap 
içinde olan talihsiz ve memnun olmayan kimseleri etrafında toplayacaktır. Evet hareketimiz 
her  eyden önce sosyal vücudun dı ında akıp gitmeyecek, halk topluluklarının derinliklerine 
kök salacaktır. 
1918 yılında millet siyaset bakımından iki parçaya bölünmü  durumdaydı. Sayıca çok olan 
birinci parça, el ile çalı an meslek sahipleri hariç olmak üzere, milletin aydın tabakalarım 
te kil ediyordu. Bunlar yüzeysel manada milli idiler. Yani bunlar, devlet menfaatleri denilen, 
fakat daha çok hanedan menfaatleri ile aynı  ey haline gelen çıkarları önemli  ekilde temsil 
ediyorlardı. Bu kısma dahil olanlar, rakiplerinin baskı ve  iddetleri dolayısıyla, tesirleri 
yüzeysel ve henüz geli memi  olan manevi silahlarla ideallerini gerçekle tir-1 meye, 
hedeflerine ula maya çalı ıyorlardı. Daha bir süre önce  dare-1, ci durumunda olan bu sınıf 
iddetli ve tek bir darbe ile boylu boyunca yere serildi. Korkudan titreye titreye, insafsız 
galibin bütün kötülüklerine boyun e di. 
Bu sınıfın kar ısında el ile çalı an i çiler yer aldı. Bu sınıf, az çok a ırı Marksist e ilimleri 
içeren hareketler halinde birle mi ti. Bunlar fikri mahiyetteki bütün direni leri kuvvetle 
kırma a kararlı idiler. 
Marksist fikirlerle donatılmı  olan bu sınıf "milli" olmak iste inde de ildir. Aksine yabancı 
devletlerin baskı hareketlerine yar-I  dımcı olur. Sayıca halkın en büyük kısmını temsil eder. 
Fakat, bu sınıf milletin bazı unsurlarını ihtiva eder ki, milli bir kalkınma bu sınıf olmadan 
dü ünülemez ve gerçekle tirilemez. 
Alman milletinin geli mesi, Almanya üzerindeki yabancı devletlerin baskılarını daha da çok 
arttırıyordu. 1918 senesinden itibaren hemen  unu anlamak gerekir ki, bizim burjuva devlet 
adamlarının söyledikleri gibi bu baskılar maddi silahlarla olmuyor veya maddi kuvvete 
dayanmıyordu. Esas olan irade kuvveti idi. Milletin irade kuvveti sıfıra indiriliyordu. 
Almanlar muhtaç olduklarından çok daha fazla silahlara sahiptiler. E er Alman milleti 
hürriyetini sa lamak imkanım bulamamı sa, bunun sebebi koskoca bir milletin beka 
içgüdüsünün ve ya ama iradesinden yoksun olu u idi. En tesirli silah, o silahı faaliyete 
geçirecek olan ruh mevcut de ilse, cansız ve kıymetsiz bir madenden ibaret kalır. Almanya 
savunmasız kaldıysa bunun sebebi silaha sahip olmayı ı de ildi. Savunmasız kalmasına sebep 
milletin silahlarını muhafaza etme iradesinden yoksun olu u idi. 
, E er, bugün solcu politikacılar hıyanetlerden olu an bilinçsiz politikalarının ba arılı 
olamayı ını silah yoklu una atfetme e çalı ıyorlarsa yalan söylüyorlar. Onlara verilecek 
cevap  udur: "Do ru söylemiyorsunuz! Milli menfaatleri terk etmek yolundaki canice po-
litikanızla silahlarınızı teslim ettiniz.  imdi de silah yoklu unu, sefaletinizin en kesin sebebi 
olarak gösteriyorsunuz. Bu hareketiniz de, bütün yaptıklarınızda oldu u gibi yalan ve 
sahtekarlıktan ibarettir." Bu arada sa  taraf politikacılarının da büyük hataları olmu tur. Sa  
taraf politikacılarının sayesinde 1918 yılında Hükümete giren Yahudi süprüntüleri Alman 
milletinin silahlarını çalmı lardır. Bizim, müdafaasız millet durumuna gelmemiz onların 
alçaklıklarının sonucudur. Bir Almanın  evk ve cesaretinin yeniden tesisi meselesi, kendi 
kendimize "Silahları nasıl imal edece iz?" sualini sormakta halledilemez. "Bir milleti silah 
ta ımaya kabiliyetli duruma getiren ruhu nasıl yarataca ız?" diye dü ünmek gereklidir. Bir 
milletin üzerinde böyle bir rüzgar esti i takdirde zekası bin yol bulur ve bu yolların her biri o 


milleti bir silaha götürür. Bir korkak adama on tabanca verilse, o adam bir saldırı sırasında bir 
tek kur un atamaz. Bu korka ın elindeki tabancalar, bir cesurun elindeki topuzdan daha az 
de er ifade eder. 
Milletimizin siyasi kuvvetinin tekrar tesisi ancak, bizim iç dünyamızın sa lam ve kusursuz 
duruma getirilmesi sorunundan ibarettir. Gerçekte bunu hazırlayıcı her dı  siyaset ve bizzat 
rolünü de erli hale getirme giri imleri çok silaha sahip bulunmanın eseri olmayıp, bir milletin 
inkarı imkansız kabiliyetinin sonucudur. Bir milletin düzenli yetene i, cansız birtakım 
silahların toplanması de il, milli beka hakkında ate li bir iradenin ve ölümü göze alacak 
derecede kahramanca bir cesaretin varlı ı sa lar. Bir toplum, silahla kuvvetlenmesini bilen 
insanlarla kuvvet bulur, i te ingiliz milletinin uzun bir süre bütün dünyanın en de erli 
menfaati diye kabul edilmesinin sebebi budur. Çünkü ingiliz hükümetinin zafere kadar 
dövü meye ısrarla azmetmi  olmasına ve milletinin büyük bir toplulu unun korkunç inadına 
itimat etmek mümkündür. Herkes  una inanmı tır ki, bu ingilizler ne zamanı hesaplar, ne 
fedakarlıkları, ingilizlerin bütün imkan ve vasıtaları harekete geçirecekleri muhakkaktır, i te 
bundan dolayı ingiltere'de, belirli bir anda askeri silahlandırmak için, di er devletlerin 
kuvvetlerine denk bir kuvvet bulundurmaya hiç lüzum yoktur. Alman milletinin siyasi 
bakımdan tekrar canlanması, bizim ya ama irademizin tekrar dirilmesi ve kuvvetlenmesi ol-
du una göre bu iradeyi ya atmak için milli olan unsurlarına ba vurmak yeterli de ildir. 
Gerekli olan  ey, milli duygular aleyhinde bulunan sınıfı millile tirmektir. Demek ki Alman 
Devleti'ni tekrar diriltmeyi ve eski kuvvetini kazandırmayı gaye edinen genç bir hareket 
büyük halk topluluklarını büyülemek için, amansız bir mücadeleye girmek zorundadır, içerde 
ve dı arıda takip edilecek bir milli politika için burjuva sınıfından bir direnme söz konusu 
olamaz. Çünkü bizim milli denilen burjuvazimiz genellikle de ersiz ve milli zihni yetersiz bir 
ekilde geli mi tir. Hatta herkesçe bilinen miyoplu u dolayısıyla Alman burjuvazisi eskiden 
Bismarck devrinde oldu u gibi, yakın bir kurtulu  saatinde itaatkar bir kar ı koyma du-
rumunda sebat etse bile, pek bilinen ve darbımesel haline gelen korkaklı ı dolayısıyla bu çe it 
davranı ından da bir sonuç alamaz. 
Uluslararasıcılı a yönelmi  olan Alman vatanda ı kar ısında ise i  daha ba kadır. Onları, kaba 
ve ilkel karakterleri kendilerini baskılara daha çok meylettirmi tir. Aynı zamanda ba larındaki 
Yahudiler de kaba ve merhametsizdirler. Onlar daha önce Alman ordusunun bel kemi ini 
kırdıkları gibi, Almanya'nın tekrar yükselmesi yolundaki bütün te ebbüsleri de 
parçalayacaklardır. Özellikle parlamenter devirde sayıca çok oldukları için, herhangi bir milli 
dı  siyaset takibine engel olacaklardır. Aynı zamanda bunlar, Alman milletinin gerçek de eri 
ile takdir edilmesine, bunun sonucu olarak ittifakların arz edece i ilginin göz önüne 
alınmasına fırsat vermezler. Çünkü on be  milyon Marksist, demokrat barı sever ve 
merkeziyetçilerimizin meydana getirdikleri zayıf nokta sadece bizim tarafımızdan bilinen bir 
husus de ildir. Bu durum yabancı devletlerin de gözlerinden kaçmamaktadır. Bu devletler 
imkan dahilinde olan veya olmayan bir anla manın de erini ölçtükleri zaman, bu sıkıntı veren 
güllenin a ırlı ını da göz önüne alırlar, E er halkının faal kısmı her çe it azimli bir siyasete 
kar ı olursa o devletle, hiç kimse anla ma yapmaz. Hemen  unu da ilave edelim ki "Milli 
hıyanet partileri"nin ba ında bulunan kimseler kendi geleceklerini dü ündükleri için devletin 
tekrar yükselmesi lüzumuna kar ıdırlar. Bunlar bu gayeye daima muhalefet ederler. 
Tarih Alman milletinin, o i itilmemi  çökü üne sebep olanların hesapları görülmedikçe, eski 
haline gelebilece i hakkında bir ümide kapılmayı men eder. Çünkü 1918 Kasım ayı sadece bir 
hıyanet telakki edilmeyecek, aynı zamanda vatana ihanet sayılacaktır. 
Bu  artlar altında dı arıda Almanya'nın ba ımsızlı ının tekrar sa lanması, birinci derecede 
milletimizde azim ve irade ruhunun tekrar tesisine ba lıdır. Fakat, Alman kurtulu  fikri, halk 
toplulu u bu hürriyet dü üncesinin hizmetine girmeye hazır olmadıkça, yalnız teknik 
bakımdan bile dı a kar ı manasız bir  ey gibi görünür. 


Askeri bakımdan her subay bilir ki, sırf ö renciden kurulu birliklerle sava ılmaz. Bir milletin, 
dima ına ve yumru una da ihtiyaç vardır. Bu husus a, hemen  u da bilinmelidir ki. milli 
müdafaa yükü aydın sınıfa bırakılacak olursa millet bir nimetten yoksun edilmi  olur. Aynı 
zamanda bu nimeti telafi etmek imkansız olur. 1914 yılında gönüllü alaylarında Flandres'de 
ölen genç Alman aydınlarının eksikli i acı bir biçimde duyulmu tur. Onlar milletin seçkin 
tabakası idiler ve kayıpları sava  sırasında telafi edilemezdi. Mücadele, hücum kıtalarımın i çi 
toplulukları ile artırılması suretiyle beslenebilir. Fakat bütün sosyal vücudumuzda metin bir 
irade tarafından beslenen derin bir birlik var olup, hüküm sürmedikçe, mücadeleyi teknik 
yönden hazırlamaya da imkan yoktur. Versay Anla ması'm imzalayanların bakı ları altında 
silahsız bırakılan ve hayatını sürdürmek zorunda olan milletimiz, içerdeki dü man sürüleri 
yok edilmedikçe ve karakteri yaradılı ı itibariyle bozuk olan ve otuz altın kar ılı ında her 
eye ve herkese hıyanet edebilen Yahudi güruhu temizlenmedikçe, teknikle hiçbir hazırlanma 
tedbirleri alamaz. Fakat bu  imdi tanzim edilmi  gibi görünüyor. Halbuki siyasi kanaatleri 
evki ile milli yükselmemize kar ı duran milyonlarca adam, kendileri ile mücadele edilerek 
kalplerinden ve zihinlerinden dü manlıklarının sebebi olan Marksist dü ünce sökülmedikçe, 
bize ma lup edilmemi  gibi gelirler. Devlet ve millet olarak ba ımsızlı ımıza tekrar sa hip 
olmak için, dı  siyasi hazırlanma veya kuvvetlerimizin i e yarar hale konması ve yahut bizzat 
sava a hazırlanma hususları hangi bakımdan tetkik edilirse edilsin, esas  artın daima ve her 
halde daha evvel milletimizin büyük kütlesini milli ba ımsızlık fikrine çekmekten ibaret 
oldu u görülecektir. 
Dı  hürriyetimizi yeniden elde edecek olursak memleket içindeki her reform hareketi en 
uygun  artlarda bile, di er devletler için bir nevi sömürge olma yolundaki istidadımızı 
geli tirmekten ba ka bir i e yaramayacaktır. Ekonomik yönden geli memizin yararları bizi 
enternasyonali kontrol eden efendilere götürecektir. Ayrıca ülkemizde bütün sosyal 
mahiyetteki ilerlemelerin hepsi, çalı malarımızın meyvesini bu efendilerin lehine artıracaktır. 
Kültür incelemelerine gelince, bunları payla mada Alman milletinin hissesine dü en kısma el 
uzatamazlar. Çünkü siyasal ba ımsızlı a ve bir milletin  eref ve haysiyetine sıkı bir biçimde 
ba lıdırlar. Bundan dolayı, milletimizin büyük kütlesi milli fikre celbedildi i zaman e er 
Almanya için parlak bir gelecek görünüyorsa, bu büyük kitleyi büyülemek bizim 
hareketimizin en yüksek ve en önemli görevini te kil edecektir. Bizim hareketimizin faaliyeti 
yalnız  u dakikanın ihtiyaçlarım tatmin cihetine sarf edilmemeli; tersine, bunların memleketin 
gelece i bakımından haiz olabilecekleri tesirleri de göz önünde tutmalıdır, i te bundan dolayı, 
biz, 1919 senesinden bu yana yeni hareketin her  eyden evvel kütleleri millile tirmek 
oldu una inandık. Bundan, takip edilecek usul yönünden birçok görevler çıkar. 
l — Toplulukları milli kalkınma hareketine çekmek için ne kadar fedakarlık yapılsa azdır. 
imdiki durumda i çilere verilen ve daima verilecek olan ekonomik mahiyetteki tavizler ne 
olursa olsun, e er bunlar büyük halk topluluklarının mensup oldukları sosyal vücuda 
girmelerine yarıyorsa, bu tavizler menfi bir durum arz etmiyor demektir. Halbuki kör gözlü ve 
dar kafalı kimseler, i çi çevreleri ile millet arasında derin bir ba  kurulmadıkça kendileri için 
hiçbir ekonomik geli menin mümkün olmayaca ını bir türlü anlayamamı lardır. E er sava  
sırasında sendikalar i çilerin menfaatlerini kuvvetli  ekilde savunmu  olsalardı, grevleri 
yöneten ve gözleri faizden ba ka bir  ey görmeyen açgözlü kimseler baskı altında tuttukları 
i çilerin isteklerine cevap verselerdi, milli savunma i ine devam ederek Almanlık fikrine kar ı 
ba lılıklarını ba nazlıkla ilan etselerdi ve nihayet vatana borçlu oldu umuz  eylerin hepsim 
ate li bir duygu ile yerine getirselerdi, sava  kaybedilmezdi. Bu ekonomik mahiyetteki 
tavizler ve hatta daha büyükleri bile zaferin o hiç i itilmemi  önemi kar ısında pek de ersiz 
kalırlardı, i te Alman i çisini milletine iade etmek isteyen bir hareket, i  alanındaki 
fedakarlıkların milli ekonomiyi sarsmadı ı sürece ihmal edilmemesi gereken  eyler oldu unu 
anlamalıdır. 


2 — Toplulukların milli e itimi ancak sosyal kalkınma ile gerçekle tirilir. Gerçekte herkese 
kültür nimetlerinden hissesini almak imkanını verecek temel ekonomik  artlar, yalnız sosyal 
kalkınma ile sa lanabilir. 
3 — Toplulu un millile tirilmesi hiçbir zaman yarı tedbirlerle elde edilemez. Bunun için 
bütün çalı maları bir noktaya toplamak ve bu faaliyete, gayeye ula ana kadar ısrarlı bir 
ekilde devam etmek gerekir. Bu söz bugünkü burjuvazinin anladı ı manayı ifade etme-
mektedir. Büyük hal çarelerinin gerekli kıldı ı  eyleri, ate le dolu olan tek bir kalp gibi 
hareket ederek yerine getirmek lazımdır. Zehre ancak panzehirle kar ı konur. Ancak orta 
yolların, kendilerini "gökler hükümeti"ne ula tıracaklarını sananlar manadan yoksun 
burjuvalardır. 
Bir milletin, büyük toplulu u ne profesörlerden, ne diplomatlardan meydana gelir. Topluluk 
soyut fikirlerden pek az anlar. Buna kar ılık, toplulu u hissiyat alanında daha kolay bir 
ekilde elde etmek mümkündür, ister olumlu olsun, ister olumsuz bütün davranı ların gizli 
anahtarları buradadır. Topluluk, ancak bir tarafa yöneltilmi  veyahut aksi yöne çevrilmi  bir 
kuvvet görünümü lehinde davranı  gösterir. Hiçbir zaman topluluk iki yön arasında tereddüt 
içinde kalmı  yarım tedbirler tarafına iltihak etmez. Toplulu un hissiyatı üzerine tesir edecek 
bir  ey yapmak, bu hissiyatın fevkalade bir  ekilde istikrarlı olmasını gerektirir, imanı 
sarsmak, ilmi sars maktan çok daha zordur. A k, takdir ve saygıya kıyasla çok az de ı  ebilir. 
Kin, sevmekten çok daha fazla devamlıdır. Dünyadaki bütün büyük devrimleri harekete 
getiren kuvvet, halkı ele geçiren ilmi bir fikrin yayılması ile de il, halk topluluklarını çılgınca 
co turan ve ona can veren ba nazlıkta ve gerçek isteride saklanmı  bulunuyor du. 
Kim toplulukları kazanmak istiyorsa, o kimsenin toplulukların kalplerini açan anahtarları 
bilmesi gereklidir. Bu durumda objektif olmak zaaf göstermek demektir, irade ise kuvvettir. 
4 — Halkın sevgisini kazanmak, ancak o halkın gayesine eri mek için mücadele etmek ve 
aynı zamanda bu gayeye ula ılmasına engel olanları da yok etmekle mümkün olur. Halkın 
gözünde, halk dü manlarını yok etmekten vazgeçmek, halkın bu hakkından  üphe etmek 
demektir. Hatta hakkın var oldu unu kabul etmemektir. Topluluk tabiatın bir parçasıdır. 
Toplulu un duyarlılı ını, bir  eyi isteyenlerle, o  eyi istemeyenlerin bir arada ahenkli bir 
ekilde ya amasına imkan vermez. Topluluk yalnız kuvvetinin üstünlü ünü, zayıfın yok 
olmasını veyahut hiç de ilse onun kayıtsız  artsız boyunduruk altına girmesini normal 
kar ılar. Bu toplulu un millile tirilmesi i i, milletimize eski ruhunu kazandırmak için giri ilen 
kavgadan ba ka, milletimizin uluslararası zehirleyicilerini yok etme e ça-U ılmadıkça ba arılı 
olamayacaktır. 
5 — Günümüzün bütün büyük meseleleri o anın meseleleridir. Bunlar belirli birtakım 
sebeplerin sonuçlarından ba ka bir  ey göstermezler. Fakat bu meselelerin arasında bir tanesi 
di erlerine kıyasla büyük önem ta ır. Bu, toplumsal yapı içinde ırkın devam ettirilmesi 
meselesidir, insanın kuvveti veya aczi sadece kanındadır. Kendilerinin ırkçı e ilimlerini 
tanımayan ve bunun önemini anlamayan milletler, uzun, kıvırcık tüylü fino köpeklerine tazı 
yetene i vermek isteyen ve fino köpe inin itaatinin terbiye sonucu ona kazandırılmı  bir vasıf 
olmayıp, kendi ırkında saklı bulundu unu bilmeyen kimselere benzerler. Irklarının saflı ım 
korumaktan vazgeçen milletler, ruhlarının bütün görünümlerindeki birlikten de vazgeçmi  
olurlar. Onların varlıklarının çökmesi, kanlarının bozulmasının tabii sonucudur. Manevi ve 
yaratıcı kuvvetlerin da ılması milletin ırkçı temellerinde meydana gelen de i melerin 
sonucundan ba ka bir  ey de ildir. 
Alman milletini kendi öz kaynaklarında saklı olmayan tasavvurlardan kurtarmak isteyen bir 
kimse, en önce Alman milletini bu kusurlu yola yöneltenlerden kurtarmalıdır. Milletimiz, e er 
ırk meselesini ve Yahudi davasını azimli bir surette göz önüne almazsa, yeniden geli mesine 
imkan yoktur. Irk meselesi yalnız dünya tarihinin de il, aynı zamanda insan kültürünün de 
anahtarıdır. 


6 — Bugün "uluslararasıcılık" tarafında bulunan milletimizin büyük bir kısmının, büyük bir 
"milli topluluk" içine alınması, kendi hayat  artları dahilinde bulunanların, kendi me ru 
menfaatlerini müdafaa etmesi fikrinden vazgeçmesini gerektirmez. Çe itli haya ı  artlarına 
yahut mesleklere has olan bütün bu menfaatler hiçbir za man sınıflar arasında bir ayrılı ı 
do urmaz. Meslek gruplarının do  ması, gerçek bir toplulu un meydana gelmesine hiçbir 
ekilde engel olamaz. Çünkü, bu topluluk, sosyal bedene ili kin her meselede, t> sosyal 
bedenin birli inden ibarettir. 
Bir sınıf haline gelmi  ve kötü ya ama  artlarına sahip toplulu  un devlet içine alınması, daha 
yüksek sınıfların alçaltılmaları ile de il, a a ı sınıfın yükseltilmesi ile sa lanır. Bugünkü 
burjuva, asıl ler tarafından alınan tedbirlerle devletin içine sokulmamı tır. Burju va sınıfı 
kendi faaliyeti ve kendi sevk ve iradesi ile bu sonuca ula  mistir. 
Alman i çisi, Alman toplulu una gözlerinden ya lar dökülerek oynanan karde lik oyunları 
sonucu dahil olmamı tır. Aksine Alman i çisi, sosyal ve kültürel görevlerini  uurlu bir  ekilde 
yerine getirdi  i ve sonunda di er sınıfların seviyelerine ula tı ı için bunu ba ar mistir. 
Böyle bir gayeyi kendisine görev tayin eden bir hareket, taraftarlarını önce i çiler arasında 
aramalıdır. Bu hareket aydın sınıfa, ula ılacak olan gaye bu sınıfça tamamen idrak edilip, 
anla ıldı ı takdirde ba vurulmalıdır. Sınıfların bu durum de i tirmeleri ve birbır lerine 
yakla maları olayı on veya yirmi yıllık bir i  de ildir. Tecrübe bu devrenin birçok nesli içine 
aldı ını gösteriyor. 
Bugün i çi ile milli toplulu un birbirlerine yakla malarına en büyük engel, i çinin meslek 
menfaatlerini temsil eden kimselerin hareketleri olmayıp halka ve vatana dü man bir ruh 
dahilinde, en ternasyonalizm istikametinde, Alman i çisini tahrik eden eleba ıların 
davranı larıdır. Siyası bakımdan milli ve halkçı bir yöne sevk edilen sendikalar, milyonlarca 
i çiyi toplulu un birer de erli üyesi haline getireceklerdir. Bu da ekonomik alanda yapılacak 
münferit mücadeleler üzerinde hiçbir tesir yapmadan meydana gelecektir. Alman i çisini 
erefli bir  ekilde milletine geri vermek ve i çiyi enter-nasyonalist hülyalardan kurtarmak 
isteyen bir hareket, önce i verenlerin kendi çevrelerinde hüküm süren bazı görü lerine son 
derece  iddetle hücum etmelidir. Yani i çi bir kere toplulu a girecek olursa, ekonomik 
bakımdan i çiyi kullanan kimseye kar ı müdafaa Vasıtalarını kaybedecektir.  çilerin en haklı 
ekonomik menfaatlerinin en ufacık bir müdafaa te ebbüsü bile, toplulu un menfaatleri 
aleyhinde bir hücum te kil edecektir. Böyle bir nazariye ile mücadele etmek, bilinen bir 
yalanla mücadele etmektir. Topluluk görevleri yalnız bir sınıfa yüklemez, kamuya te mil 
eder. Hiç  üphesiz bir i çi, kamu menfaatlerini ve milli ekonomimizin korunmasına önem 
vermeden, ki isel kuvvetine dayanarak, a ırı abartılara giri irse, ta ıdı ı isme layık bir 
toplulu un ruhuna kar ı günah i lemi  olur. Hemen  unu belirtelim ki, i çi istihdam eden bir 
kimse de, e er insanca olmayan birtakım i kence usulleri ve gasp yolu ile milletin çalı ma 
kuvvetini fena surette kullanırsa ve i çilerin alın terlerinden kendine milyonlarca kazanç 
temin ederse, bu kimse, bu toplulu a daha az tecavüz etmi  olmaz. Böylece kendine "milli" 
adını almak hakkını kaybeder, bir halk toplulu undan da bahsedemez. Çünkü o alçak kimse, 
etrafa memnuniyetsizlik serpmekte ve memleketin aleyhine olacak birtakım mücadeleleri 
te vik etmektedir. 
Bizim hareketimizin ilk önce besin bulaca ı gıda hazinesi i çi toplulukları olacaktır. Bu sınıfı 
enternasyonalci hayalinden, sosyal sıkıntısından çekip almak, i çileri kültür fukaralı ından 
kurtarmak ve toplulu umuzun azimli, milli duyarlılı a ve iradeye sahip bir parçası haline 
getirmek lazımdır. 
Aydın milli çevrelerde, milletlerinin gelece ine ate li bir  ekilde ba lanmı , mücadelenin 
önemini anlamı  kimseler varsa, bunlar bizim hareketimize memnuniyetle dahil 
edileceklerdir. Hareketimizin manevi çatısını bunlar te kil edeceklerdir. Ancak, hemen  unu 
da belirtelim ki, bizim niyetimiz hiçbir zaman bir burjuva monar isini kendimize çekmek 
de ildir. Çünkü, öyle bir kütle yüklenmi  olaca ız ki, o kütle, zihniyeti daha geni  birtakım 


sosyal tabakaların uzakla malarına müessir olacaktır. Aynı hareket içinde a a ıdan oldu u 
gibi yukarı tabakadan da gelmi  en geni  kütleleri toplamak, nazariye itibariyle gayet yerinde 
olacaktır. Burjuva sınıfına gelince, hareketimiz hakkında sa lam bir bilgi telkin etmek ve yeni 
fikirlerle bir psikolojik tesir kazanmak belki mümkündür. Biz, kayna ı ve geli mesi yüzyıllar 
öncesine dayanan bazı ayrıcalıklı vasıfları veya bazı kusurları ortadan kaldırmayı 
dü ünmemeliyiz. Bizim gayemiz, esasen milli olan dü ünce gücünü de i tirmek de ildir. 
Gayemiz, milli olmayanları kendi cephemize çekmektir. Nihayet hareketin bütün takti inde 
bu fikir hakim olmalıdır. 
7 — Bu durum ve açıklık, hareketimizin propagandasında bu lunmahdır ve propagandamız da 
bu fikrimizi geli tirmelidir. Hare ket lehinde propagandanın tesirli olması ancak tek bir yönde 
faali yet göstermesiyle mümkündür. Kar ı kar ıya gelmi  iki grubun fikri e itimindeki fark 
dolayısıyla yapılan propagandayı gruplardan bin anlamaz. Yahut ilgi çekmeyen gerçeklere ait 
bir konu ma veya bir yazı diye kabul eder. Hatta propaganda, ifade, hal ve tavrı ile birbi-
rinden farklı olan bu iki sosyal grup üzerinde e it tesir icra etmez. 
Propaganda ifade tarzında e er bir nevi saflıktan vazgeçecek olursa, toplulu un hassas 
noktalarına etki yapmada ba arılı olamayacaktır. Kendilerine hatip adını veren yüz ki i 
arasında bugün çöplüklerden, i çilerden, yarın ise profesör ve ö rencilerden olu acak 
dinleyiciler üzerinde aynı konuda verece i konferansın tesiri e it olacak on hatip çıkmaz. 
Onlara her iki kısmın da temsil imkanlarını kar ılayacak yolda söz söylemeyi ve aynı 
zamanda üzerlerinde e it tesir meydana getirecek  ekilde hitapta bulunmayı kastediyorum. 
Yüksek bir nazariyenin en güzel dü üncesi, ço u zaman, ancak küçük, hatta pek küçük 
zihinler vasıtasıyla yayılabilir. Dahiyane bir fikri ortaya koymu  olan kimsenin ne söyleyece i 
söz konusu de ildir, bu dahiyane fikrin, bunu anlatan kimsenin a zından alaca ı hal ve  ekil 
altında kazanaca ı muvaffakiyet söz konusudur. 
i te bundan dolayı Sosyal Demokrasi'nin ve daha ileri gidelim, Marksist yayılma kuvveti 
özellikle hitap etti i halkın birli i ve de i mez tarzı üzerine dayanıyordu. Anlatılan fikirler ne 
kadar sınırlı ve ne kadar dar olurlarsa, bu fikirler, kabiliyetleri kendilerine arz edilen fikirlere 
uyan kimseler tarafından o kadar kolaylıkla kabul edilir ve tatbik mevkiine konur. Bunun için, 
yeni hareket hem basit, hem açık bir yol takip etmelidir. Propaganda, hitap etti i toplulu un 
seviyesinde tutulmalı ve elde edilen sonuçlarla de erlendirilmelidir. Halk toplulukları için de 
en iyi konu an hatip kütlenin kalbini fetheden kimsedir. 
Bir halk toplulu u içinde, büyülenmeleri söz konusu olan a a ı tabakalar üzerinde etki 
yapacak bir nutukta fikir eksikli ini ele tiren aydın, yeni harekete kar ı muhakemenin tam 
kabiliyetsizli ini ve  ahsi de erinin hiçli ini ortaya koymu  olur. Bizim hareketimizin i 
hizmetine girmek için ancak kutsal görevimizi ve gayemizi iyice an-I Suma a kabiliyetli 
aydınlar bulunmalı ve bunlar propagandamızın [faaliyeti hakkında münhasıran ba arılarına 
bakarak ve kendilerinin ' Üzerinde yapaca ı tesiri hiç önemsemeden bir hüküm vermelidirler, 
j Gerçekte propaganda, milli zihniyete sahip kimselerin bu durumla-(rmı muhafaza ve idame 
ettirmek için yapılmayacak, bizim Alman | milleti hakkındaki uyarmalarımıza dü man 
olanları, e er Alman ise-ı'ler, kazanmak için yapılacaktır. 
Genellikle sava  zamanındaki propagandadan söz ederken üs- 
tünkörü açıkladı ım usuller, fikirleri aydınlatmaya özellikle elveri li 
:
 olmaları dolayısıyla 
hareketimize tamamen uygun dü mektedirler. 
Ba arı bu usullerin pek iyi olduklarını ortaya koymu tur. 
8 — Bir siyasi yenilik hareketini ba arıya götürmenin yolu, hiçbir zaman yönetici sınıfları 
aydınlatmak veya etki altına almak de-' gildir. Gerekli olan  ey, siyasi kudreti elde etmektir. 
Dünyayı alt üst ' edecek bir fikir kendi uyarmalarını ve telkinlerini yapmayı imkan l'' dahiline 
sokacak vasıtaları elde etmek hakkına sahip olmaktan çok, bu i i yerine getirme görevi ile 
yükümlüdür. Bu dünyada böyle bir i te ebbüsün adilane oldu una veya olmadı ına karar 
verecek tek ha-ı kim, "ba arı"dan ibarettir. Bu "basan" tabiri ile, 1918 yılında oldu u gibi 


kudretin sihrini kastetmiyor, bütün millet üzerindeki olumlu i ve hayırlı etkisinden 
bahsediyorum. Demek oluyor ki,  uurdan yoksun bazı kimselerin bütün Almanya'da ilan 
ettikleri gibi, bir hükümet darbesi, ihtilalcilerin hükümeti ele geçirmeye imkan bulmalarından 
dolayı ba arılı olmu  diye kabul edilmemelidir. Ancak millet, ihtilal hareketinin seçti i 
hedeflerin ele geçirilmesi sonunda, eski rejimdekinden daha çok refah içinde ve mesut ise, i te 
o zaman ba arıdan söz edilebilir. Bu muhakeme, 1918 yılının sonbaharı e kıyalarının 
yaptıkları kuvvet darbesine vermek istedikleri isimle, Alman devrimine uygulanamaz. 
Fakat, siyasi kudretin tesiri reform niyetlerini ba arıya ula tırmak için yapılması gerekli olan 
ilk  art ise, o zaman böyle niyetler besleyen bir hareket, varlı ının ilk gününden itibaren bir 
kütle hareketi oldu u  uurunu beslemeli, çay içenlerden olu mu  burjuva sınıfı oldu u 
uuruna asla kapılmamalıdır. 
9 — Yeni hareket, özü ve te kilatı itibariyle parlamento aleyhtarıdır. Kendi iç te kilatında 
oldu u gibi, hükümet ba kanını, di er lerinin iradesini yalnız icraya memur bir kimse 
durumuna indiren bir ço unluk hakimiyetinin genel prensibini reddetmektedir. Hareketin 
ortaya koydu u ilke  udur: Küçük meselelerde oldu u gibi, büyük meselelerde  ef itiraz kabul 
etmez bir otoriteye sahiptir ve bu otorite,  efin tam bir sorumlulu unu üstlenmektedir. 
Bu prensip, bizim hareketimizde  u somut sonuçlan do urur: Bir grubun ba kanı, kendinden 
bir derece üstün olan grubun ba kanı tarafından tayin edilir, ba kan hiçbir komisyona ba lı 
de ildir. Her ba kan kendi grubunun hareketinden sorumludur. Bütün komisyonlar ba kanın 
emri altında olup, üyelerin oy kullanma hakkı yoktur. Sorumlu ba kan, i leri tetkik 
komisyonları arasında taksim eder. Bezirk, Kreis veya Gau te kilatı bu prensipten meydana 
çıkar. Her gruba ba kan, bir derece üstün ba kanı tarafından tayin olunur, aynı zamanda 
kendisine tam yetki ve sonsuz iktidar verilir. Partinin lideri, partinin kadrosuna göre üyelerin 
tamamının te kil edece i kongre tarafından seçilir. Fakat ondan ba ka bir lider yoktur. Bütün 
komisyonlar parti liderine tabidir. Parti lideri ise hiçbir  eye tabi de ildir. Sorumluluk 
tamamen kendi omuzlarına yüklenmi tir. E er parti lideri hareketin prensibini ihlal ederse, 
yahut partinin menfaatlerine olumlu hizmette bulunamazsa, parti liderli inden almak için onu 
"reform"a ça ırmak partililere ait bir i tir. O zaman parti içinde en ehliyetli olan liderli e 
getirilir. Yeni lider de aynı otorite, iktidar ve sorumlulu a sahiptir. 
Hareketimizin birinci görevi, bu prensibi yalnız parti saflarında de il, bütün devlet 
kadrosunda amir ve hakim mevkide tutmaktır. 
Lider olan  ahıs, en sınırsız otorite ve iktidar ile tam bir sorumlulu un a ır yükünü de ta ır. 
Fiil ve harekatının sonuçlarına katlanmayacak olan yahut kendinde bu cesareti bulamayan 
kimse lider sıfatı ile hiçbir i e yaramaz. Ancak bu görevi bir kahraman kabul edebilir. 
ilerleme ve medeniyet ço unlu un mahsulü de ildir, deha ve  ahsiyetin faaliyeti üzerine 
dayanır. 
Milletimizin büyüklü ünü ve kudretini iade etmek için her  eyden evvel liderin  ahsiyetim 
yükseltmek ve onu hukukuna malik bir mevkie sokmak lazımdır. 
Bu sebeple, bizim hareketimiz parlamento aleyhtarıdır. E er parlamento müessesesi ile 
u ra ırsak, bu me guliyetimiz insanlı ın çökmesinin en açık sebeplerinden biri olarak kabul 
etti imiz bu siyasi çarkı bertaraf etmek gayesiyle yapaca ımız hücumdan ibaret olacaktır. 
10 — Hareket kendi siyasi çerçevesinin dı ında kalan veya önemi olmayan konulara kar ı 
vaziyet almaktan kaçınır. 
Hareketimizin amacı dinsel bir reform de ildir. Amacı milletimizin siyasi bakımdan yeniden 
te kilatlandırılmasıdır. iki dini mezhebin de milletimizin korunması için e it  ekilde de eri 
bulundu unu kabul ediyoruz. Bundan dolayı, dinin ahlaki bir dayanak oldu unu kabul 
etmeyen ve dini kendilerine alet eden partilerin aley-. hindeyiz. Hareketimizin esas görevi, ne 
belirli bir devlet kurmak, ne ba ka bir devlet  ekli aleyhinde mücadelede bulunmaktır. 
Gayemiz esaslı prensipleri tesis edebilmektir. Bu olmazsa ne cumhuriyet, ne monar i idaresi 


devam edemez. Görevimiz ne bir monar i idaresi tesis etmek, ne cumhuriyeti 
kuvvetlendirmektir. 
Eseri tamamlamak için herhangi bir devlete verilecek harici  ekil esaslı bir önem ta ımaz. 
Büyük meseleleri ve mevcudiyetine ba lı büyük gayretleri anlamı  ve takdir etmi  bir millete 
hükümetin  ekli meselesi, memleket içinde mücadelelere yol açmamalıdır. Hareketin iç 
te kilatı meselesi bir prensip meselesi olmayıp, takip edilen gayeye uygun dü mesi i idir. 
Bir hareketin lideri ile taraftarları arasına büyük bir aracı silsilesi getiren te kilat en iyi te kilat 
de ildir. En iyi te kilat hareketin lideri ile hareketin taraftarları arasında en az aracı koyanıdır. 
Te kilat yapmanın gayesi, muayyen bir fikri, pek çok insana duyurmaktır. Halka intikal 
ettirilecek olan fikir, daima bir tek insanın kafasında vücut bulmu tur. Te kilat, daha sonra bu 
fikrin gerçekler haline dönmesidir. Bundan dolayı te kilat, her  eyde ve her  ey için zorunlu 
bir  eyden ibarettir. Te kilat, belirli bir gayeye eri mek için vasıtadır, hiçbir zaman gayenin 
kendisi de ildir. Dünya, dü ünmesini bilen beyinlerden çok, makine gibi hareket eden insan 
yeti tirdi i için, fikirleri gerçekle tirmek yerine, bir te kilat kurmak daima daha kolay olur. 
Tahakkuk etmek üzere bulunan bir fikir, özellikle yenilik hareketi ihtiva etti i zaman büyük 
a amalar çizer. 
Dahiyane bir fikir bir adamın dima ından çıkar. Bu fikir sahibinde, fikirleri insanlı a sevk 
etmek yetene i geli ir. Böylece dü ündü ü fikirleri insanlar arasında yayma a ba lar ve 
kendine yava  yava  taraftar toplar. Bir kimsenin fikirlerini, aracısız olarak, do rudan 
do ruya topluluklara intikal ettirmesi en do ru harekettir. Taraftarların sayısı arttıkça, fikri 
yayan kimse için, hadsiz hesapsız taraftarlar üzerinde do rudan do ruya etkili olmak ve 
onlara kumanda etmek zorla ır. Ama, alan geni ledikçe nasıl ki bir noktadan, di er noktaya 
gitmek için bir düzene katlanmak gerekirse, burada da rahatsız edici kimselere katlanmak  art 
olur. Böylece ideal devletten vazgeçilmi  olunur. Küçük gruplar tesisini dü ünmek gerekir. 
Me-'sela, siyasal bir harekette, mahalli ekipler meydana getirilir. Ancak bunlar yüksek 
mahiyette olan te kilatın çekirdekleridir. Bu arada  unu da belirtelim ki, fikir sahibi otoritesini 
itiraz kabul etmez surette yerle tirmeden, küçük küçük parçalara ayrılma a te ebbüs etmesi, 
fikrin yayılması bakımından tehlikeli olur. Hareketin ba ını te kil edecek siyasi ve co rafi bir 
merkezin bulunmasına önem verilmelidir. Mekke'nin siyah örtüleri yahut Roma'nın tılsımlı 
cazibesi, nihayet merkezi oldukları harekete, birli in sembolü olan kimselere batini bir 
birlikten meydana gelmi  bir kuvvet verir. Bundan dolayı fikrin yayılması için küçük gruplar 
te kil edilmesine müsaade edildi inde merkezin önemini ve itibarını ziyadesiyle artırmak 
hiçbir zaman ihmal edilmemelidir. 
Fikrin çıktı ı, sevk ve idare merkezinin bulundu u yerin timsali, ahlaki ve maddi bakımdan, 
sınırsız olarak yükseltilmeli ve ocakların ço altılması te kilatın tamamında lüzum görülen 
yeni gruplar oranında ileri götürülmelidir. Çünkü, taraftarların gittikçe artan sayısı ve onlarla 
vasıtasız olarak temasta bulunmanın imkansızlı ı ikinci derecede gruplar te kiline gereksinim 
gösterirse, bu grupların sayısız bir  ekilde ço almaları da bunları daha yüksek mahiyette 
grupla malar halinde birle tirmeyi gerektirir. Bu yeni grupta lara, siyasi bakımdan il veya ilçe 
te kilatlan adı verilebilir. 
En küçük mahalli grupları, hareket merkezinin kontrolü ve otoritesi altında tutmak nispeten 
kolaydır. Fakat bu otoriteyi daha sonra kurulan yüksek mahiyetteki te kilatlara kabul 
ettirmenin gayet zor olaca ı bilinmelidir. Halbuki hareketin birli i ve fikrin ger-
çekle tirilmesini sa lamak konusunda bu çok önemli bir husustur. Ayrıca, bu aracı giri imler 
birbirleri ile birle irlerse, merkez organlarından gelmi  emir ve tamimlere her tarafta itaat 
sa lamanın zorlu u daha da artar. Bunun için bir te kilatın çarkları, ancak merkezi organın ve 
buna can ve ruh veren fikrin manevi otoritesi, kayıtsız bir  ekilde garanti altına girdi i 
nispette faaliyete geçirilmelidir. Siyasi sistemde bu garanti ancak hükümet fiili biçimde ele 
alındı ında tamam olur. 
Bundan çıkan neticeye göre, hareketin iç düzeni için  u emirler verilir: 


A) Bütün çalı ma önce tek bir  ehirde toplanmalıdır. Bizim hareketimiz için bu  ehir 
Münih'tir. Bu noktaya kendilerine güvenilir kimseler getirilmelidir. Fikrin daha sonra 
yayılması için bir okul kurulmalıdır. Burada önemli olan ve en çok göze çarpan i leri yaparak, 
gelecek için gerekli olan otoriteyi sa lamak icap eder. Hareketi ve  efleri tanıtmak için, yalnız 
orada çalı an ve Marksist okulun yenilmez oldu u hakkındaki kanaati gözle görülecek 
derecede sarsmakla kalınmayarak, bu fikre kar ı bir hareketin mümkün oldu unu ispat da 
gereklidir. 
Ancak, Münih'te kumanda heyetinin otoritesi kesin surette sa landıktan sonra ba ka 
bölgelerde gruplar kurulmalıdır. 
Bundan sonra illerde te kilat kurulmalıdır. Bu i e, o yerlerde ba lılık gösterilece i hakkında 
garanti sa landıktan sonra giri ilme-lidir. Ayrıca küçük organlar, ba kalarına gönderilecek 
eflerin muhtemel iktidar ve basiret sahibi olduklarına emniyet getirilmi  kimselerin sayısına 
ba lı olmalıdır. 
Bu husus da iki  ekilde halledilebilir. 
a) Hareket, ilerde  ef olmaya kabiliyetli kimseleri kendine çeker ve talim için gereken mali 
kaynaklara sahip çıkar. O zaman davamıza bu yoldan kazanılan kimseler i e dört elle 
sarılırlar. Böylece hareket, onları ula ılacak hedef için takibi gereken yola sıkı bir  ekilde 
uyum sa layarak düzenli olarak çalı tırır. Bu  ekil davranı , hal çarelerinin en kolay olanıdır. 
Fakat bu usul büyük nakdi vasıtaları gerektirir. Çünkü  eflerin, hareket u runda çalı abilecek 
bir vaziyete gelmeleri için ücretli olmaları  arttır. 
b) Hareket, mali kaynakların yoklu u yüzünden memur durumunda olan  efleri 
kullanamayacak olursa, o vakit yalnız  ef için çalı an kimselere müracaat etmek zorundadır. 
Bu yol ise en uzunu ve en zor olanıdır. Hareketin idareci sınıfı, taraftarlar arasında herhangi 
bir yerde hareketi te kilatlandıracak ve idare altına alacak kabiliyette bir adama sahip de ilse 
o yeri bo  bırakmak zorundadır. Bazı yerlerde  ef olacak kabiliyetli kimse bulunmazken, bazı 
bölgelerde de iki veya üç kabiliyetli kimseye rastlanır. Bu yüzden çıkacak zor luklar çok 
önemlidir ve ancak birkaç yılda halledilebilir. Fakat,  u nü belirtelim ki te kilatı meydana 
getirmek için ilk  art, o te kilaı unsurunun ba ına gereken kimseyi getirmektir. Bu de i mez 
kaide dir. 
Subaysız bir er grubu nasıl de erden yoksun bulunursa, bir si yasi te kilat da kendisine lazım 
olan  eften yoksun ise öyle felçli ka lacakür. Mahalli bir grubun ba ına geçirilecek bir kimse 
yoksa te  kilatı ba arısızlı a u ratmaktansa, bu te kilatı kurmaktan vazgeç mek daha do ru 
bir hareket olur.  ef olmak için yalnız irade sahibi olmak yeterli de ildir. Yetenek ve liyakate 
de ihtiyaç vardır. Faka ı yalnız irade kuvveti ve enerji dehadan daha evvel gelir. En iyi  ef ik-
tidar ve kabiliyeti, karar verme ruhunu ve uygulamada ısrarı bir ara ya toplayan kimsedir. 
Bir hareketin gelece i, taraftarlarının onu tek adaletli bir hare ket ve aynı zamanda di er 
bütün hareketlere nispetle üstün diye ka bul etmekle gösterecekleri ba nazlı a ve 
ho görüsüzlü e ba lıdır Bir hareketin kuvvetinin, benzer bir hareket ile birle mesinden arta 
ca ını dü ünmek hatadır. Böyle bir  ey yapılırsa görünür bir geli  me kaydedilir, fakat 
gerçekte, hareket için zayıflama tohumları top lamı  olur. Çünkü iki hareketin birbirine 
benzerlikleri hakkında ne söylenirse söylensin, hiçbir vakit bu iki hareket birbirlerinin aynı 
olamaz. Yoksa iki hareket olmaz, bir hareket olurdu. Bütün geli  melerin do al kanunu 
birbirlerinden farklı iki organın çiftle mesini gerektirmez, daha kuvvetlinin uygun bir  ekilde 
istismarını gerekti rir. Bu da ancak sebep oldu u kavga oranında mümkün olur. Birbı rine 
benzeyen iki siyasi partinin birle mesi geçici bir siyasi faydadan ibarettir, fakat elde edilen 
ba arı ancak zaaf sebebi olur. Bir harekeı ancak batını kuvvetini sınırsız bir  ekilde geli tirirse 
ve bütün rakip lerine kar ı kesin bir zafer kazanarak devamlı bir surette ço alırsa büyük 
olabilir. 
Hiç  üphe edilmesin ki hareket, milletinin ve kendi hayat hak kının korunması için 
mücadeleden kaçımlmaması fikrini yaymayı  art kabul etmesi oranında geli ir. Bir hareket en 


yüksek noktadaki kuvvetine eri ti i zaman, kesin ba arının kendisi için ortaya çıkaca  ı an da 
gelmi  olur. Bundan dolayı, bir hareket kendisine sa layaca ı ani ve geçici üstünlükler yerine, 
uzun bir geli me devresine lüzum görecek ve di er fikir akımlarına kar ı kesin bir 
müsamahasızlı ın sonucu olan uzun süreli kavgaların yükleyece i zorunlulukları 
gö üsleyerek, ba arıya ula acaktır. Oysa, geli melerini kendisine benzer sözümona organlarla 
birle mekle sa lamayı dü ünen ve böylece bazı fedakarlıklardan uzak duran hareketler, 
turfanda yeti tirilen çiçeklere benzerler. Bu çiçekler boylanır, rengarenk açarlarsa da, 
yüzyıllara kafa tutacak ve kasırgaların tahribatına gö üs gerecek ' kuvvetten yoksundurlar. 
Büyük bir fikri,  ahsında  ekillendiren bü-i tün büyük te kilatların esas kuvvetleri, 
ho görüsüzlükten uzak du-• rup, hakkını istemekte ma rur davranırlarken ve zaferden emin 
bir j. . ekilde dimdik yükselirken gösterdikleri sevgiye dayanmaktadır. E er bir fikir gerçekte 
do ru ise ve taraftarları bu kanaat ile silahlan-},mi  bir durumda mücadeleye atılırlarsa, 
bunları yenmeye hiç imkan |yoktur. Bu kimselere kar ı giri ilen her saldırı onların 
kuvvetlerini ||rttırmaktan ba ka bir i e yaramaz. 
Mesela, Hıristiyanlık bu kadar büyük bir duruma, eski devre-Jlerde kendine benzer felsefi 
fikirlerle anla ma yapmak yoluyla ula -ı mamı tır. Tam aksine geli mesini, propagandasını 
yaptı ı fikirlerini Ifiarsılmaz bir ba nazlıkla ilan etmesi ve bunları aynı inatla savunma-1.11 
yoluyla sa lamı tır, i te siyasi hareketlerin, ba ka faaliyetlerle bir-]jle erek meydana 
koyacakları zahiri geli me ve ilerleme, tam bir balı gamsızlık içinde te kilatını kuran ve 
kavganın içine atılan gerçek fi-r'ktr hareketlerinden çok geride kalacaktır. Herhangi bir 
hareket ba-i sarıya ula mak için, üyelerine mücadeleyi ikinci derecede ve ihmali |
!
 mümkün 
bir  eymi  gibi tanıtmamak ve buna alı tırmamalıdır. Hatta tam aksine olarak mücadeleyi bir 
gaye gibi göstermelidir, i te bu hususa dikkat edilir ve bunda ba arı sa lanırsa, rakiplerinin 
kötülüklerinden ve saldırılarından artık korkulmaz. Hatta böyle bir hareket, bu kötülük ve 
saldırıları kendi varlı ının bir sonucu olarak kabul edecektir. Böylece taraftarlarımız bizim 
milletimizin ve dünya görü ümüzün dü manlarından ve onların kinlerinden asla korkma-
yacaklar, aksine bu kar ı koyanların saldırılarını bekleyeceklerdir. Ama bu saldırı korkunç kin 
ve garezin belirtileri arasında yalan ve iftiralar da olacaktır. 
Yahudi gazetelerin hücumuna u ramayan, onlar tarafından kö-tülenmeyen ve rezil edilmeyen 
ne iyi bir Alman'dır, ne gerçek bir Nasyonal Sosyalist'tir. Gerçek bir Nasyonal Sosyalist 
Alman'ın zihniyeti, kanaatinin mertli i, iradesinin kuvveti, ancak en do ru  ekilde sadece 
milletimizin can dü manının kendisine kar ı gösterdi i dü manlıkla ölçülebilir. 
Hareketimizin taraftarlarına ve daha genel bir  ekilde bütün halka, Yahudi gazetelerinin 
tamamen yalanlardan dokunmu  oldu unu bildirmek ve daima bunu yaymak da gereklidir. 
Bir Yahudi, do ru konu tu u zaman dahi, bu hareketi büyük bir i fali örtmek ve gizlemek 
gayesini ta ır. Bu takdirde bile Yahudi bile bile yalan söylemede büyük üstattır. Yahudi'nin 
kavga silahları ikidir: Yalan ve aldatmak. 
Yahudi kayna ından çıkmı  her iftira, bizim mücahitlerimizde  erefli birer yara açar. 
Yahudilerin en çok kötüledi i kimse, bize daha çok yakındır veya daha çok bizdendir. Onların 
öldürücü bir kine hedef tuttukları kimse, bizim en iyi dostumuzdur. Sabahleyin bir Yahudi 
gazetesini okuyup da, onda kendisinin iftiraya u ramadı ını gören bir kimse, bir gün evvelki 
yirmi dört saatinin bo a gitmi  oldu unu anlamalıdır. Çünkü vaktini iyi kullanmı  olsaydı, 
Yahudi o-nun pe ini bırakmayacak, onu kötüleyecek, kirletecek, ona iftira edecekti. 
Milletimizin, bütün insanlı ın ve üstün medeniyetin bu öldürücü dü manına kaı ı giden 
kimse, bu ırkın iftira ve dü manlıklarına hedef olaca ını bilmelidir. Bu ilkeler, bizim 
taraftarlarımı zın kanına ve iliklerine iyice i leyince, hareketimiz sarsılmaz ve dur durulamaz 
bir duruma gelecektir. Hareketimiz her vasıtaya ba vura rak  ahsiyete saygı duygusunu 
geli tirmelidir, insani olan  eylerin hepsinin  ahsi de erlerden do du unu ve her fikir ve 
hareketin bir kimsenin yaratıcı kuvvetinin ürünü oldu unu, hiçbir zaman unut mamak gerekir. 
Keza  u husus da unutulmamalıdır: Büyük olan bıı  eye duyulan hayranlık, yalnız onun 


büyüklü üne kar ı bir minnet tarlık borcunu temsil etmez, bu minnettarlı ı duyanların hepsini 
birle tiren ve çepeçevre saran ba  olur. 
ahsiyetin yerini ba ka bir  ey tutamaz. Bu sözümüz, her  ahsı yet mekanik bir kuvveti temsil 
edecek yerde, kültür ve yaratıcılık unsurunu ihtiva ederse daha da do ru olur. Me hur bir 
kimsenin yerini ba ka biri alamaz. Me hur kimsenin ölümünden sonra kimsi onun eserini 
tamamlamaya te ebbüs edemez. Büyük bir  air, büyü! bir dü ünür, büyük bir devlet adamı ve 
büyük bir general hakkimi. da bu durum aynen böyledir. Çünkü onların eserleri sanat alanı 
üzerinde ye ermi  bir makine tarafından imal edilmemi tir. Eserleri Tanrı'nın tabii bir ihsanı 
olmu tur, insanların bu dünyadaki en büyük devrimleri, fetihleri, en büyük kültür eserleri ve 
hükümet ba kanlarının sa ladıkları ölmez sonuçlar hep ayrılma kabul etmez bir  ekilde, bir 
isme ebediyen ba lıdır ve o isim bunlar için bir sembol olarak kalacaktır. 
Yahudilerin büyük adamları, ancak insanlı a ve medeniyete kar ı açtıkları yıkma 
mücadelesinde büyük sıfatını kazanmı lardır. Onlar bu putperestçe hayranlı ı pek sık 
uygularlar. Fakat bunu yakı ık almaz bir  ey gibi göstermeye ve "ferdiyete ibadet" kisvesi al-
tında kötülemeye çalı ırlar. E er bir millet, Yahudilerin bu yüzsüzce ve ma rur fikirlerine 
i tirak edecek kadar korkak ise, sahip oldu u kuvvetlerin en büyü ünden vazgeçiyor 
demektir. Çünkü bir dahiye ve onun tasavvurlarına, eserlerine saygı göstermek bir kuvvettir. 
Toplulu a saygı göstermek ise bir kuvvet de ildir. Kalpler parçalandı ı, ruhlar ümitsizli e 
dü tü ü zaman, geçmi in karanlıkları içinden, vaktiyle insanın acı ve endi elerini, sefaletini, 
fikri esaret ve baskılarını önlemeyi ba aranlar tekrar ortaya çıkarlar, ümitsizlere gözlerini 
çevirirler ve onlara ebedi ellerini uzatırlar, i te bu elleri tutmaktan utanan milletlerin vay 
haline! 
Hareketimizi ortaya attı ımız vakit adımızın kimseye bir  ey ifade etmemesinde yahut açık 
bir mana uyandırmamasından zahmet çektik. Halkın bu tereddüdü ba arımızı tehlikeye 
sokuyordu. Tereddüt göstermede halk belki de haklı idi. Altı yedi ki i... Kim oldukları 
bilinmeyen adamlar...  imdiye kadar mühim kütleleri ihtiva eden büyük partilerin hiçbir i  
görmedikleri bir noktada, ba arı sa lamak ve bir hareket yapmak niyetiyle bir araya 
geliyorlar. Amaç daha fazla bir kuvvete ve hükümdarlık hakkına malik bir Almanya'yı 
yeniden kurmaktır. E er bizimle alay edilmi  yahut bize kar ı saldırıya geçilmi  olunsaydı, 
pek memnun kalacaktık. Fakat hiç göze çarpmamak pek üzücüydü. Beni en çok üzen durum 
buydu. Ben bu birkaç adamın mahrem hayatlarına dahil addolundu um vakit henüz bir parti, 
yahut bir hareket söz konusu de ildi. 
Bu küçük topluluk ile temasımı daha önce anlatmı tım. Daha sonra bu partici in nasıl kendini 
gösterebilece ini incelemeye ba ladım. Yakın bir gelecekte bu mümkün olamayacaktı, i te o 
zaman göz önünde ne ıstırap verici, ne ümit kırıcı bir sahne vardı. Aman Yarabbi! Daha 
ortada hiçbir  ey yoktu. Parti yalnız ismen vardı. Gerçekten üyelerin tamamı bizim yıkmak 
istedi imiz  eyi meydana getiriyordu. Minyatür bir parlamento! Burada da oy usulü vardı. 
Gerçek parlamentolarda bir memleket davası için aylarca nefes tüketilirken, bizim küçük 
parlamentomuzda, partiye gelen bir mektuba verilecek cevap uzun uzun tartı malara sebep 
oluyordu. Münih'teki birkaç taraftarı istisna edilirse, hiç kimsenin partimizden haberi yoktu. 
Her çar amba Münih'in bir kahvesinde komisyon toplantısı adını verdi imiz toplantılar vardı. 
Ayrıca haftada iki kere de hemen hemen aynı adamlarla toplanılırdı. Bunun için küçük parti-
mizin dar çevresini a mak, yeni yeni taraftarlar kazanmak ve her  eyden evvel hareketin 
ismini koymak gerekiyordu. Bakınız bu yolda nasıl çalı tık. Önceleri ayda bir, daha sonraları 
da on be  günde bir toplantı yapmak için u ra tık. Davetiyeler, daktilo veya elle yazılıyordu, 
ilk davetiyeleri biz kendimiz elden da ıttık. Herkes tanıdı ı bir iki ki iyi toplantılarımıza 
davet ediyordu. Bunda ba arı pek acı oldu. Davetiyelerden seksen tane da ıttı ım halde 
salonun dolmadı ı ve ak ama kadar davetlileri bekledi imi gayet iyi hatırlıyorum. 
Toplantı ba kanı birkaç saatlik gecikmeden sonra oturumu açtı ı vakit yine yedi ki i idik. 
Daima aynı adamlar! 


Davetiyelerimizi Münih'te yazıhane e yası satan bir ma azada makine ile çok miktarda 
yazınca biraz ba arı kazandık. Ertesi toplantıda birkaç ki i fazlamız vardı. Sonra sayıları 
yava  yava  11'den 13'e, 17'ye, 23'e ve nihayet 34'e yükseldi. Aramızda topladı ımız para ile 
tarafsız bir gazete olan Münchener Beobahter Gazetesi'nde bir toplantı ilanı yayınlanmasını 
sa ladık. Bu defa ba arı gerçekten hayret ve sevinç verici bir dereceye vardı. Toplantımızı 
130 ki i alabilecek bir salon olan Münih'teki "Hofbraühaus Keller"de tertiplemi -tik.Toplantı 
saatinde bu salonu dolduramayaca ımızı sanırken saat 7'de 117 ki i ile açıldı. Münih 
profesörlerinden biri raporu okudu. Ben ikinci katip olarak ilk defa kalabalık önünde söz 
alıyordum. 
O zaman partinin ilk lideri bulunan M. Harrer'e bu pek cüretkar bir davranı  gibi geliyordu. 
Fakat M. Harrer çok samimi bir kimse idi. Bende bazı meziyetler görüyorsa da, hitabet 
kabiliyeti bulunmadı ına inanıyordu. Hatta ilerde bile onu bu kanaatinden çevirmek mümkün 
olmadı. Fakat aldanıyordu. Bu ilk toplantıda bana konu mak için yirmi dakikalık bir zaman 
verilmi ti. Ben otuz dakika konu tum. Ruhumun derinli inde farkında olmadan sadece duy-
du um  ey, gerçek tarafından do rulandı. Ben topluluklara hitap etmesini biliyordum. Otuz 
dakika sonunda salon elektriklenmi ti.  evk ve heyecan, toplantıda bulunanlardan maddi 
yardım istendi inde "üç yüz mark" sa lanması  eklinde tezahür etti. Artık büyük bir dertten 
kurtulmu  bulunuyordum. Çünkü o sıralarda para sıkıntısı çekiyorduk ve bu yüzden parti için 
gerekli yazıları ba aramadı ımız gibi elle yazacak ka ıt bile bulamıyorduk.  imdi küçük bir 
sermayemiz olmu tu. Böylece, hiç olmazsa en çok ihtiyacını duydu umuz  eyi elde etmek 
için enerjik bir  ekilde mücadeleye giri ebilirdik, î te önemi az da olsa, bu ilk toplantının 
ba arısı ba ka bir yönden de çok verimli oldu. 
Ben komisyona bazı genç kuvvetler getirmeye ba ladım. Uzun müddet devam eden askerlik 
hizmetim sırasında birçok iyi arkada  tanımı tım. Bu arkada lar benim ça rım üzerine yava  
yava , harekete katılmaya ba ladılar. Bunlar genç olup disipline alı kın birer icra adamları 
idiler. Askerlik hizmetinde hiçbir  eyin imkansız olmadı ını ve istenilen  eyin daima elde 
edilebilece i kanaatine inanmı lardı, içimize böyle yeni bir kanın girmesinin önemi birkaç 
haftalık mü terek çalı madan sonra derhal gözüme çarptı. 
Partinin ba kanı M. Harrer gazeteci idi. Bu görevi sayesinde geni  bilgiye sahipti. Fakat bir 
parti lideri olarak halka hitap etmesini beceremiyordu. Partideki görevini anlayan bir insan 
olarak çok u ra ıyordu. Fakat içinde o büyük hamle yoktu. Bu da kendisinde büyük hatip 
kabiliyetinin hiç bulunmamasından ileri geliyordu. Bu duruma o da üzülüyordu. O sırada 
mahalli Münih grubu ba kanı bulunan M. Brexler bir i çi idi. Onun da bir hatip olarak de eri 
yoktu. Ayrıca ne barı , ne de sava  sırasında askerlik yapmı tı. Zaten zayıf ve çekingen bir 
kimse idi. Ayrıca, nazik tabiatlı ve kendilerine güvenden yoksun kimseleri, birer insan haline 
getiren okulda da okumamı tı, ikisi de aynı keresteden yontulmu lardı. Hareketin zaferine 
kalplerinde sarsılmaz bir iman beslemedikleri gibi, yeni fikrin ilerlemesine çıkacak engelleri 
yenilmez bir enerji ve irade ile kaldırmak kabiliyetinden de yoksundular. Böyle bir i  için, 
ancak askeri meziyetlere sahip, beden ve ruhları  u nitelikte olan kimseler lazımdı: Tazılar 
gibi çevik, me in gibi sa lam, Krupp çeli i gibi sert. Oysa ben henüz askerdim. Altı yıla 
yakın bir süre içinde üzerimde çalı ılmı tı. Öyle ki, ilk önceleri yeni bir çevrede kendimi ta-
mamen yabancı sayıyordum. Bana, "bu olmaz", "bu yürümez" veya "bu tehlike göze alınmaz" 
veyahut "bu çok tehlikelidir" gibi sözleri söylememeyi ö retmi lerdi. 
üphe yok ki i  tehlikeli idi. 1920'de Almanya'nın birçok yerinde, büyük halk topluluklarına 
hitaba cesaret edecek bir toplantı tertip etmek ve halkı toplantıya ça ırmak imkansızdı. Böyle 
bir toplantıya katılanlar da ıtılır ve dövülür, yüzü gözü kan içinde bırakılırdı. Bunun için 
böyle bir serüveni göze alacak az kimse vardı. Burjuvanın yaptı ı toplantılarda hazır 
bulunanlar, birkaç komünist görünür görünmez, bir köpek önündeki tav an gibi da ılır ve 
kaçarlardı. Fakat kızıllar, saflıklarını ve dolayısıyla zararsız olu larını bizzat ilgililerden çok 
daha iyi bildikleri geveze burjuvaların kulüplerine pek önem vermezlerdi, ama kendileri için 


tehlikeli olabilecek bir hareketi de her vasıtaya ba vurarak bertaraf etmeye azmetmi lerdi. 
Esasen her zaman en ciddi biçimde etkili olmu  bir  ey varsa, o da tehdit ve  iddettir... 
Marksist yalancılar, gayesi o vakte kadar yalnız Yahudi partilerinin ve uluslararası Marksist 
maliyecilerin hizmetinde bulunan halkı kendi tarafına çekmek olan harekete kin besliyorlar, 
di  biliyorlardı. Zaten "Alman i çi Partisi" ismi Marksistleri pek fazla tahrik ediyordu. Bu 
duruma göre, zafer sarho lu unu henüz geçirmi  olan Marksist eleba ılarla bir patırtının 
çıkaca ını tahmin etmek, yanlı  bir hareket olamazdı. Toplulu umuz ma lup olmak 
korkusuyla böyle bir kavgaya atılmaktan çekiniyordu, ilk büyük toplantının hiçe yöneldi i 
oldu u ve belki de hareketin ebediyen yok edildi i sanılıyordu. 
Kavgadan kaçınmamak, bilakis onun üstüne gitmek ve  iddete kar ı korunmayı sa layacak 
teçhizatı hazırlamak için yapılan faaliyet beni nazik bir durumda bıraktı.  iddet yolu ile etrafa 
deh et saçmak usulü, fikir ile de il, kar ı terör hareketi ile önlenebilir. Bu bakımdan bizim ilk 
toplantımızın ba arısı benim duygularımı do ruluyordu. Bundan cesaret alınarak oldukça 
önemli ikinci bir toplantı tertip edildi. 
Bu toplantı 1919 yılının Ekim ayında Eberlbraülkeller'de yapıldı. Konu, Brest-Litovsk ile 
Versay Anla maları idi. Toplantıda 4 hatip söz aldı. Ben bir saate yakın konu tum. 
Kazandı ım ba arı ilk seferkinden daha büyük oldu. Dinleyenlerin sayısı 130'u a mı tı. 
Toplantıyı karı tırmak için çıkarılan gürültü arkada larım tarafından bir an içinde bastırıldı. 
Karga alık çıkarmak isteyenler kaçtılar, dayak yiyerek merdivenlerden atıldılar. 
15 gün sonra aynı salonda 170 ki iden fazla bir dinleyici kitlesi önünde yaptı ım konu ma 
yine ba arılı oldu. Artık ben ba ka bir salon arıyordum. Nihayet  ehrin bir ucu olan Dachau 
soka ında "Reich Allemand" da bir salon bulduk. Bu yeni binadaki ilk toplantımız bundan 
önceki toplantıdan daha az dinleyici topladı. Salonda 140 ki i vardı. Komisyonda ümit tekrar 
azalmaya ba ladı. Kötümser olanlar dinleyici sayısının azalmasının toplantılarımızın pek sık 
tekrarlanması neticesi oldu unu ileri sürdüler. Bu konuyu bir hayli tartı tık. Ben 700 bin 
nüfuslu bir  ehirde 15 günde bir toplantı de il, haftada 10 toplantı yapmanın imkan dahilinde 
oldu unu söylüyordum. Geçici ba arısızlıklardan dolayı üzülmemek gerekirdi. Çünkü do ru 
yolda idik. Er geç sebatımız bizi zafere götürecekti. Esasen bütün o 1919-1920 kı ı yeni 
hareketin ve  iddetin zafere ula aca ına dair daha fazla güven a ılamak için giri ilmi  tek bir 
kavga ile geçti, özgüvenin inanç gibi da ları devirmeye kabiliyetli bir taassup haline 
dönmesine çalı ıyorduk. Aynı salonda yapılan ikinci toplantıda dinleyici sayısı 200'ü a tı. 
Ayrıca ba arı da büyük oldu. Derhal yeni bir toplantının hazırlıklarına giri tim. On be  gün 
sonra tertiplenen toplantıyı 270 ki inin üstünde bir dinleyici kitlesi takip etti. On be  gün 
sonra taraftarlarımızı ve yeni hareketin dostlarını yedinci defa toplantıya ça ırırken aynı bina 
400'den fazla bir dinleyici kalabalı ını kabul etmek durumunda kalıyordu. 
Bu sıralarda yeni hareketin dahili esaslarını tespit için yaptı ımız te ebbüs küçük 
toplulu umuzda büyük münaka alara sebep oluyordu. Bugünlerde ba layıp daha sonra da 
devam etti i gibi hareketimize bir "parti" denilmesi ele tiriliyordu. Ben ele tirenlerin bu 
hareketlerini, kabiliyetsiz ve dar dü ünceli olu larının delili saydım. Bunlar  ekle ba lı kalan 
ve bir harekete  atafatlı bir ad takarak de er kazandırmaya çalı an kimselerdi. Maalesef 
atalarımızın dil hazinesi de bu  atafat meraklılarına gayet iyi cevap verebilecek durumda idi. 
O zamanlar fikirlerim henüz kabul ettirmemi  olan her hareketin, ba ka bir ad almakta ısrar 
etse dahi, parti olduklarını anlatmak çok zordu. Bir kimse, uygulandı ında zamanın 
insanlarına faydalı olaca ına inandı ı cesur bir fikri somut  ekilde gerçekle tirmek isterse, 
önce kimse fikirlerine yardımcı olacak taraftarlar aramak zorundadır. Onun bu dü ünceleri, 
iktidardaki partiyi yok etmek ve kuvvetlerine parçalanmasına son vermek ise, bu fikre 
katılacak ve aynı iste i besleyecek kimselerin hepsi, gayeye ula ana kadar aynı partiden 
olacaklardır. Kelimeler üzerine münaka a etmek ve yüz buru turmaktan zevk alma arzusu 
somut basanları akıl ve hikmetleri ile ters orantılı olan bu perukah nazariyecilerden bazılarını, 
bir dengini de i tirme iste ini beslemeye itebilir. Bunu yaparlarken de bütün genç 


hareketlerin sahip oldukları parti niteli ini de i tirme hülyasına dü erler. Oysa halka zarar 
verecek bir  ey varsa, o da eski saf Cermen ifadeleri ile meydana gelmi  bu de i meler ve alt 
üst olmalardır. Çünkü bunlar yeni zamana uymazlar ve bir  eyi açıkça temsil etmezler, insanı 
yalnız bir hareketin önemi hakkında ta ıdı ı isme bakarak hüküm vermeye sevk ederler. Bu 
gerçek bir rezalettir. Fakat günümüzde bu rezalet çok i lenebilir. 
Sonraları yaptı ım gibi o zamanlar da, eserleri daima sıfıra e it olan ve gurur ve azametleri 
her türlü ölçüyü a an bu "seyyar Alman halkçı sosyalistlere" kar ı halkı ikaz etmi tim. Genç 
hareketimiz, tek meziyetleri 30-40 yıldan beri aynı fikir u runda mücadele ettiklerini 
söylemekten ibaret olan birtakım kimseleri de arasına almaması gerekiyordu. Bu kimse, fikir 
dedi i  ey u runda 30-40 yıl mücadele eder de herhangi bir ba arı sa layamazsa ve aynı 
zamanda rakibini yenemezse, bu 30-40 senelik sonuç vermeyen u ra ması kendinin 
kabiliyetsiz oldu unun en açık delilidir, i in en tehlikeli tarafı bu tip kimselerin partiye sadece 
üye sıfatı ile girmek istemeleri de ildir. Aynı zamanda liderler arasına kabul edilmelerini 
isterler. Kanaatlerine göre onların eski çalı malarına layık yegane mevki budur. Bu herifler, 
burada da yine eski çalı malarına devam etmek isterler, i te genç bir hareket bu heriflerin 
ellerine teslim edilirse felaket olur. 
i  adamları için de durum aynıdır. Kırk yılda büyük bir ticarethaneyi ba arıya götürememi  
bir kimse yeni bir i  kurmaktan acizdir. Büyük bir fikirden gelen ve onu berbat eden ırkçı bir 
kimse de böyledir. O yeni bir genç hareketi yönetmek durumunda de ildir. Esasen bu tip 
kimseler yeni hareketin bir parçasını te kil etmek, o harekete hizmette bulunmak ve yeni 
fikrin prensipleri içinde çalı için gelmezler. Çok zaman, kendi fikirlerini, yeni hareketin 
pia ladı ı olanaklar sayesinde uygulayarak insanlı ın ba ına bir kere l'daha bela kesilmek 
üzere gelirler. Bu fikirlerin ne oldu unu açıkla-bir hayli güç meseledir. Bu adamların göze 
çarpan nitelikleri, j *ski Cermen kahramanlarını, tarihten önceki devrenin karanlıkları-ve ta  
baltalarını, kalkanlarını hülya etmeleridir. Halbuki bunlar, akla gelebilecek korkakların en 
kötüleridirler. Çünkü eski Alman si-
!
 lahlarından kopya edilmi  tahta kılıçları her yöne 
sallayanlar ve bo  kafalarını bir ayı postu ile sarıp üstüne de bo a boynuzları takanlar, çimdi 
ise yalnız dü ünce gücünün silahları ile saldırıya geçiyorlar ve komünistlerin küçücük bir 
posasının ucu görünür görünmez he-: Itıencecik savu uveriyorlar. Gelecek nesil hiç  üphe yok 
ki bu heriflere kahramanlıklarından (!) dolayı bir destan yazmayacaktır. Bunları gayet iyi 
tanıyıp ö rendi im için adi komedyaları bende derin 1, bir nefret uyandırır. Onların halk 
üzerindeki tesir  ekilleri pek gü-rlünç ve adidir. Yahudi bu ırkçı komedyenlere hiç 
dokunmamakta ı ve hatta bunları, gelecekteki Alman Devletinin ileri gelenlerine ter-| Cih 
etmekte pek haklıdır. 
Bu adamlar o büyük iktidarsızlıklarına ra men, durumu herkesten çok daha iyi bildiklerini 
anladıklarını iddia ederler. Namusluca hareket eden ve sadece geçmi teki kahramanlıklarını 
alkı lamamızın kendilerine bir fayda vermeyece im ve kendi davranı larının da gelecek 
nesillere  erefli hatıralar bırakması gerekti ini bilen kimseler için, bu adamlar bir yaradır. 
Kendi aptallıkları ve kabiliyet-sizliklerinin tesiri ile hareket eden bu adamlarla, belirli bazı 
sebepler dolayısıyla aynı  ekilde davranan kimseleri ayırt etmek pek zordur. 
Ben  ahsen, eski Alman modasına göre o sözde dini reformcuların milletimizin kalkınmasını 
isteyen kuvvetler tarafından te vik edilmedikleri kanaatinde idim. Gerçekten onların bütün 
faaliyetleri, halkı, Yahudi dedi imiz o mü terek dü mana kar ı, mü terek mücadeleden 
saptırmayı hedef alıyordu. Bunlar milleti bu mü terek mücadeleye yöneltecekleri yerde, 
birtakım dini kavgaların ortasına atıp bırakıyorlardı, i te bundan dolayı hareketin emir ve 
iradesi mutlak bir otorite kullanan merkezi bir kuvvete verilmelidir. Ancak bu  ekilde hareket 
edilirse bu zarar verici heriflerin faaliyetlerine bir set çekilebilir. Bu adamlar, birli i ve 
idaresindeki kesin disiplini ile temayüz eden bir hareketin en azgın dü manıdırlar, i te genç 
hareketimizin o günlerde belirli bir programa dayanarak "ırkçı" tabirini kullanması bo una 
de ildi. Gerçi "ırkçı" tabiri ifade etti i mefhumun müphemli i dolayısıyla bir harekete 


program te kil edemez ve böyle bir partiye girmek için emin bir ölçü olamazdı. Bu mefhumu 
uygulamada tayin ve tarif etmek zordur. Aynı zamanda bu mefhum, çe itli tefsirlere de 
müsaittir. Bu tefsirler ne kadar çok ve birbirinden farklı olursa, o hareketi kabul etmemek 
ihtimali de o kadar artar. Siyasette çe itli yönlere yayılmı  ve tarifi müphem kalmı  bir fikrin 
kabulü, mücadele ve tartı ma sırasında her türlü dayanı mayı ortadan kaldırır. Keza, herkes 
kendi inancını ve iradesinin yönünü tayin etme i ini, kendi belirlerse birlik kalmaz. 
Bugün bir sürü herifin  apkaları üzerinde "ırkçı" kelimesini ta ıdıklarını ve bu kelimenin ifade 
etti i manadan çok uzak ve yanlı  bir dü üncenin içinde olduklarını görmek ve bilmek çok 
utanılacak bir haldir. Bavyera'da tanınmı  bir profesör, bir mücahit, fikirleri ilgi uyandıran bir 
kimse, Berlin'in aleyhinde fikri mücadelelere giri mi  bir adam, "ırkçı" mefhumunu, 
"monar i" mefhumu ile bir tutmaktadır, i te bu bilgine has zihin, bir  eyi unutmu tur. Bu da 
geçmi teki Alman monar ilerinin hangi özel hallerde modern "ırkçı" dü ünce ile aynı 
olduklarını açıklanmamaktadır. Bu kimsenin bir i  yapamayaca ı ortadadır. Çünkü monar i 
anayasalardan çok daha az ırkçıdır. E er ba ka türlü olsalardı, monar iler hiçbir zaman 
ortadan kaybolmazlardı veya aksine olarak ortada bulunmaları ile ırkçı dü üncenin yanlı  bir 
fikir oldu unu ispat ederlerdi. 
Nedense herkes ırkçılık konusunda aklına esti i gibi konu uyor. Fakat ne var ki böylesine çok 
açıklamalar mücadele eden bir siyasi hareket için ba langıç noktası olarak kabul edilemez. 
Yirminci yüzyılın müjdecileri olan bazı Jean Baptistelerin gözle görülen, elle tutulan 
cahilliklerinden bahsetmeyece im. Bu kimselerin ırkçılı ı bilmedikleri gibi halkın 
hissiyatından da haberleri yoktur. Bunun böyle oldu u komünistlerin bunları kolayca ait 
etmelerinden bellidir. Komünistler, bunların gevezeliklerine göz yumarak, kendileri ile 
e lenmektedir. 
Dünya üzerinde dü manlarına, kendisine kar ı kin besletme e ba arılı olamayan bir kimse, 
kanaatimce arzu edilecek biri de ildir. Bu gibi kimselerin arkada ları genç hareketimiz için 
yalnız kom u olmakla kalmaz, hareketimize zararlı da olur. Parti kelimesinin bile o "ırkçı" 
hayalperestler sürüsünü korkutaca ını ve bizden uzakla tıraca ını ümit ediyorduk. Bundan 
dolayı "Parti" adım aldık. NASYONAL SOSYALiST ALMAN i Çi PART S  adında karar 
kılmamızı i-cap ettiren sebep buydu. 
Bu ilk adım eski devirlerin hayalperestlerini, ırkçı fikirleri kanun durumuna getirenleri bizden 
derhal uzakla tırdı ve aydın olu larını, sarsak vücutları önünde birer kalkan gibi 
kullananlardan 
kurtardı. 
Bu sonrakiler bize  iddetle hücum ettiler. Fakat bu gibi kazlardan beklenece i gibi yalnız 
kalemleri ile hücuma geçtiler. Bize cebir ve  iddet gösterenlere kar ı kendimizi cebir ve 
iddetle korumamız, bunların hiç ho larına gitmiyordu. Bizi sopa ve topuza kar ı sıkı bir 
ba lılıkla suçladıkları gibi, aynı zamanda maneviyattan yoksun olmakla da itham ediyorlardı. 
Bir toplantıda bir "Memosthene"in, avaz avaz ba ırarak ve yumruklarını kullanarak 
konu masına fırsat vermeyen elli kadar budala tarafından susturulması, bu  arlatan heriflere 
hiç ama hiç tesir yapmazdı. Anadan do ma korkaklıkları, onları hiçbir vakit böyle bir tehlike 
ile kar ı kar ıya getirmezdi. Çünkü onlar gürültü, patırdı ve bo u malar içinde de il, 
"Kabine"nin sessizli i içinde çalı ırlar. Bugün bile genç hareketimizi, sessizlik içinde 
çalı anlar adını verebilece imiz kimselerin kuracakları tuzaklara kar ı dikkatli, olmaya ne 
kadar davet etsem azdır. Bu herifler sadece korkak de il, aynı zamanda aciz ve bir i e 
yaramayan kimselerdir. Bir  ey bilen ve bir tehlikeyi sezmeye yardım etmek olana ım gözleri 
ile gören bir kimse, bu i i sessizlik içinde yapmak zorunda de ildir. Böyle bir kimsenin 
görevi, kötü olanı ortadan kaldırmak için mücadelenin içine açıkça atlamaktır. Böyle hareket 
etmezse görevini yapmamı  olur ve daha do rusu pek acınacak  ekilde zayıf oldu u anla ılır. 
Bu sessiz çalı anların ço u, bir  eyler biliyormu  gibi davranırlar. Halbuki, ne bildiklerini ise 
Allah bilir! Aciz oldukları halde bir takım oyunlarla dünyanın gözünü boyamaya kalkarlar. 


Tembel oldukları halde "ses siz çalı maları" sırasında büyük bir enerji sarf ediyorlarmı  
izlenimini uyandırmaya çalı ırlar. Sözün kısası, bunlar ba kalarının namuslu çalı malarına 
tahammül edemeyen sihirbaz ve siyasi eleba ılardır. Bu ırkçı yarasalardan biri sessiz çalı an 
bir herifin de erini göklere çıkardı ı zaman, sessiz çalı manın verimsiz oldu u, ba kalarının 
çalı malarının ürünlerini çaldı ı, evet evet çaldı ı bir de il bin defa iddia edilebilir. Buna 
tembelliklerini, aydınlıktan korktuklarını, namuslu çalı maları gururlu tenkitleri ile 
ezdiklerini, kendilerini dev aynasında görmelerini de eklerseniz, gerçekte bu heriflerin milleti-
mizin can dü manı Yahudi ile suç orta ı olduklarını anlarsınız. Bir meyhane masası ba ında, 
etrafı dü manları ile sarılı olmasına ra men kendi görü ünü fertçe ve açıkça savunan kimse, 
bu sinsi, yalancı ve dalavereci heriflerin bin tanesinden daha fazla i  yapıyor demektir. Çünkü 
bu cesur davranı  ile bir veya iki ki iyi yeni harekete çekebilir. Halbuki gizli çalı malarını 
öven, sonra hor görülen bir isimsizli in perdesi altında saklanan bu  artla tanlar, bu korkak 
herifler milletimizin kalkınması konusunda hiçbir i e yaramazlar. Onlar gerçek bir 
e ekarısıdırlar. 
1920 yılı ba ında, büyük bir toplantı yapmaya te ebbüs ettim. Bu hareketim bazı tartı malara 
sebep oldu. Partiyi yönetenlerden bir kısmı bunu pek vakitsiz buluyorlar, sonuçtan  üphe 
ediyorlardı. Kızıl basın bizimle me gul olmaya ba lamı tı. Onun kinini tahrik etmeyi 
ba ardı ımızdan dolayı, sevinç duyuyorduk. Ba ka toplantılarda da onların muhalifleri sıfatı 
ile gösteri yapmaya ba lamı tık. Pek tabii olarak böyle bir te ebbüste bulunanlarımız derhal 
susturulmu lardı. Buna ra men ba arı vardı. Artık bizi tanımaya ba lamı lardı. Bizi daha 
fazla tanıdıkça, aleyhimizde nefret ve hiddet dalgası kabanyordu. Bu bakımdan ilk büyük 
toplantımızda, kızıl taraftaki dostlarımızın büyük çapta bir ziyaretlerini bekleyebilirdik. 
Gerçi ben de yok edilmek tehlikesi ile kar ı kar ıya oldu umuzu fark ediyordum. Fakat ne var 
ki bu kavgaya giri mek gerekti. Esasen bu günlerde olmazsa, birkaç ay sonra muhakkak böyle 
bir  ey meydana gelecekti, ilk günden itibaren yerimizi körü körüne bir güven ile, amansız bir 
mücadele ile koruyup, hareketimizin sonsuza kadar devamım sa lamak bize ba lı bir i ti. Ben 
kızıl partinin zihniyetini çok iyi bildi im için, büyük bir kar ı koymanın yapaca ı ilk etkinin 
dikkatleri bizim üzerimize çekmekle kalmayıp, harekete taraftar sa layaca ına da emin 
bulunuyordum. Bu en önemli husustu. Bundan dolayı bu kar ı koyma i ine iyice azmetmek 
gerekirdi. 
O zamanlar partinin ilk lideri bulunan M. Harrer toplantı gününün tespiti konusunda, benim 
fikrimi kabul edemiyordu. Bundan dolayı namuslu ve mert bir kimse olarak davrandı ve 
hareketin yönetiminden çekildi. M. Harrer'in yerine M. Antoine Drexler geçti. Ben 
propaganda te kilatının ba ında kalmı tım. Artık bu toplantı i i ile gayet güzel me gul 
oluyordum. Henüz kimsenin bilmedi i hareketimizin halka açık ilk büyük toplantısının günü 
24  ubat 1920 olarak kararla tırıldı. 
Hazırlıkları bizzat ben yönetiyordum. Bu hazırlık safhası pek kısa sürdü. Her  ey bir  im ek 
hızı ile alınan kararlara göre tertiplendi. Toplantının duyurulması, duvar ilanları ve daha önce 
propagandadan bahsederken geni  bir  ekilde anlattı ım gibi hazırlanan bro ürlerle yapılması 
gerekiyordu. Bu propaganda biçiminin en önemli nitelikleri  unlardı: Büyük bir topluluk 
üzerinde etki yapmak, propagandayı belirli birkaç nokta üzerine yo unla tırarak devamlı bu 
konuları tekrarlamak, kısa ve öz bir metin hazırlamak ve fikri yaymak için büyük bir inat 
gösterip, sonucu beklemekte sabırlı olmak. 
Renk olarak kırmızıyı seçtik. Bu renk, rakiplerimizi tahrik edecek ve onları kızdırıp galeyana 
zorlayacak, böylece bizi onlara tanıtacaktı, ister istemez, bizi akıllarından çıkaramayacaklardı. 
Sonuç, Bavyera'da da Marksistlerle, di er parti arasında siyasi bir beraberlik bulundu unu 
açıkça ortaya koydu. Bu husus, hükümette bulunan Bavyera Halk Partisi'nin, duvar 
ilanlarımızın kızıl i çiler üzerinde yaptı ı tesiri önceleri hafifletmek ve daha sonra da 
tamamen önlemek için gösterdi i gayretten anla ıldı. Polis bizim propagandamıza kar ı 
çıkmak için bir sebep bulamadı ından, duvar ilanlarımıza itiraz etti. Bir kenarda duran kızıl 


arkada larına ho  görünmek için, güya Alman Halk Partisi'nin yardım ve tahriki ile 
ilanlarımızın duvarlara yapı tırılmasını yasakladı. Halbuki bu ilanlar uluslararasıcı-lık içinde 
yollarını  a ırmı  olan yüz binlerce i çiyi tekrar Alman milletine iade edecekti. Bu ilanlar 
irademizin do rulu unu ve niyet-lerimizdeki dürüstlü ü gelecek nesillere gösterecekti. Milli 
denilen otoritelerin, kendilerine bir engel te kil eden milli bir hareketi ve sonunda 
milletimizin büyük bir toplulu unu tekrar kazanmak te ebbüsünü bo azlamaya kalkıldı ı 
zaman ne kadar keyfi davrandıkları böylece tespit edilmi  oldu. Bu ilanlar Bavyera'da milli 
bir hükümet bulundu u yolundaki fikir ve kanaati de yıkmaya yardım edecekti. Böylece 
1919-1923 yıllarının milli Bavyerası'nın, hiç de milli bir hükümetin eseri olmadı ı 
anla ılacaktı. Hükümette bulunanlar, bu hareketin geli mesine engel olmak ve onu imkansız 
duruma sokmak için her  eyi yaptılar. Bu adi davranı a sadece iki ki i katılmadı: O zamanki 
polis müdürü Ernst Pöhner ile sadık mü aviri Obramtmann Frick. Bu iki memur, daha o 
devirde göreve ba lamadan önce Alman olmak cesaretine sahip kimselerdi. E. Pöhner, halk 
nezdinde sevgi kazanmayı di er otoriteler arasında en az aklına getiren, fakat mensup oldu u 
millete kar ı sorumlulu unu en canlı  ekilde hisseden bir kimse idi. Her  eyden çok sevdi i 
Alman milletinin tekrar yükselmesi u runda her  eyi göze almaya ve her türlü fedakarlı a 
katlanmaya hazırdı. E. Pöhner, kendilerine teslim edilen devlet malını korumayan, milletin 
çıkarlarını dü ünmeyen, ba ımsızlık için çalı mayan ve kendilerini besleten hükümete itaat 
suretiyle aylık alan memur güruhunun istedi i gibi at oynatmasına engel oluyordu. O, her 
eyden önce, devlet otoritesi denilen iktidarı ellerinde bulunduranların ço una muhalefet 
ederek, ülkeye hıyanet edenlerin dü manlıklarından çekinmiyordu. Yahudilerin ve Mark-
sistlerin kini, iftiraları ve yalan dolu saldırıları milletimizin sefaleti ortasında onun yegane 
saadetini te kil etti. O granit gibi sadık, eski zamanların temizli i içinde yüzen tam bir 
Almandı. "Esir olmaktansa ölmek daha iyidir." sözünü kendine  iar edinmi ti. Bu söz, onda 
lafta kalmıyor, bütün varlı ından fı kırıyordu. E. Pöhner ve mesai arkada ı O. Frick benim 
nazarımda, devlet memuru olarak Bavye-ra'nın var olmasına hizmet etmi  sayılacak yegane 
kimselerdir. 
Büyük toplantımızın açılmasından önce yalnız gereken propaganda malzemesini hazırlamak 
de il, toplantı programını da bastırmam gerekliydi. Bu kitabın ikinci bölümünde programı 
uygulamak için, özellikle takip etti imiz esasları daha geni  bir  ekilde anlataca ım. Ben, 
burada yalnız programın, genç hareketin bünyesini ve cevherini ortaya koymakla kalmadı ını, 
aynı zamanda topluluklara, takip etti imiz gayeyi de amacı da açıkladı ını belirtmek isterim. 
Mensuplarına aydın denilen çevreler önceleri nükte yapıp alay etme e kalkı tılar. Daha sonra 
tenkit ettiler. Bütün bu davranı lar bizim hareketimizin ne kadar do ru oldu unu açıkça 
gösteriyordu. 
Birkaç yıldan beri düzinelerce yeni fikir hareketlerine  ahit oldum. Bütün bu fikir hareketleri 
rüzgarların önüne dü üp, sürüklenip gittiler. Bu arada hiçbir iz bırakmadılar. Yalnız bir tanesi 
dayandı. O da Nasyonal Sosyalist Alman i çi Partisi idi. Artık her zamankinden çok  una kani 
oldum ki; bu yazımın aleyhinde mücadele edilebilir, bu parti felce u ratılabilir, hatta küçük 
partilerin bakanları bizi söz söylemeden men edebilirler, fakat fikirlerimizin galip gelmesine 
hiçbir zaman engel olamazlar ve olamayacaklardır. Artık, iktidar mevkiinde bulunan partilerin 
ve onları temsil edenlerin isimleri bile hatırlanmaz olacaktır, i te bu sırada Nasyonal Sosyalist 
i çi Partisi'nin programı, do makta olan bir devletin temellerini te kil edecektir. 
1920'nin Ocak ayına kadar dört ay içinde yaptı ımız toplantılar, ilk bro ürümüzü, ilk duvar 
ilanımızı ve programımızı bastırabilmek için ihtiyacımız olan parayı sa lamı tı. 
Bu kitabın birinci kısmını ilk büyük toplantımızı anlatarak biti-riyorsam, bunun sebebi, bu 
toplantının küçük toplumların dar çevrelerinin sınırlarını a ıp, çok ötelere sıçramasından ve 
ilk defa zamanımızın en kudretli manivelası olarak, kamuoyu üzerinde büyük tesir yapmı  
olmasından ileri gelmektedir. 


O gün bende yalnız bir endi e vardı. O da  uydu: Acaba toplantı salonu dolacak mıydı, yoksa 
bize, bo  sıralara hitaben söz söylemek mi dü ecekti? Salonun dolaca ından ve büyük bir 
ba arı sa layaca ımızdan emindim. Toplantıyı beklerken bu dü ünceler içinde idim. 
Toplantımız saat 7.30 da ba layacaktı. Saat 7'yi çeyrek geçe Münih'te Platzl üzerindeki 
Hofbrauhaus'un e lence salonuna girdi im zaman, kalbimin sevinçten parçalanaca ını 
sandım. Bana kocaman görünen salon tıklım tıklım dolu idi. Omuzlar de il, ba lar birbirine 
dokunuyordu. Salonda iki bin ki iden fazla kimse vardı. En çok ho uma giden taraf, özellikle 
kendilerine hitap etmek istedi imiz kimseler tarafından salonun doldurulmu  olması idi. 
Salonun yarısından ço u komünist ve tarafsız kimseler tarafından doldurulmu tu. Bizim ilk 
büyük toplantımız, komünistlerin fi-kirlerince, çabucak varmak istedikleri sonuca mahkum 
bulunuyordu. Fakat, i  çarçabuk ba ka renge büründü, ilk hatip sözlerini bitirdikten sonra, 
kürsüye ben çıktım. 
Konu maya ba ladıktan birkaç dakika sonra salonun her tarafında söz kesmeler dolu gibi 
ya ıyordu. Salonda büyük kavgalar çıkıyordu. En sadık ve en samimi askerlik 
arkada larımdan ve taraftarlarınızdan kurulu olan küçük bir grup, salonda huzuru kaçıranların 
üzerine atıldılar. Böylece yava  yava  sessizlik olu tu. Ben de sözlerime devam edebildim. 
Yarım saat kadar geçtikten sonra alkı  sesleri, homurtu ve küfür seslerini bastırıyordu. 
i te o zaman programımızı okumaya ba ladım. Program ilk defa olarak bir toplulu a izah 
ediliyordu. Artık müdahaleler, takdir ve onaylama seslerinin altında sönük kalıyordu. 
Toplantıyı takip edenlere programdaki yirmi be  ilkeyi açıkladım. Dinleyenlerden pren-
siplerimiz hakkında hükümlerini vermelerini istedi im zaman, gittikçe artan bir  evk ve 
heyecan içinde bütün okunanlar ço unlukla kabul edildi. Artık, son prensip de kabul edilince, 
önümde yeni bir fikir, yeni bir inanç, yeni bir irade ile tek vücut olmu  insanlarla dolu bir 
salon vardı. 
Biraz sonra salon bo almaya ba ladı. Yı ılmı  kalabalık, sulan a ır a ır akan bir ırmak gibi 
salonun kapısına do ru gidiyordu. Bütün bu kimseler, birbirlerine çıkı ıyorlar, birbirlerini 
itiyorlardı, i te o zaman unutulması ihtimali olmayan bir fikir hareketinin prensiplerinin 
uzaklara, çok uzaklara, Alman milletinin içine yayılaca ını anladım. 
Bir ocak devrilmi ti. O devrilen oca ın ate inde Alman milletine hürriyetine ve hayatını iade 
edecek olan kılıç dövülmekte idi. Milletçe kalkınma gözlerimin önüne geliyordu. Aynı 
zamanda, o a-man vermez intikam ilahının, 9 Kasım 1918 ihanetine kar ı durdu  una  ahit 
oluyordum. 
Salon a ır a ır bo aldı. Genç hareket, gidi atını takip etti.  
 
BOLUM 12 
Genç Hareketimizin ilk büyük salon toplantısı 24  ubat 1920 günü yapıldı. Münih'te 
Hofbrauhaus'un e lence salonunu dolduran  ki bin ki iye yakın bir kalabalık önünde 
partimizin 25 maddelik, programı okundu. Böylece, bizleri gereksiz fikirlerden, faydasız 
köhnemi  dü üncelerden, zararlı e ilimlerden sıyırıp kurtaracak olan "KAVGA" nın ilkeleri 
ve emirleri ilk defa halka ta ınmı  oluyordu. Program  evk ve heyecanla dinlenildi ve büyük 
bir ço unluk tarafından kabul olundu. Artık, kaderin son sürat giden arabasını durdurmak için, 
korku ve atalet içinde olan burjuva sınıfı ve Marksistlere kar ı yeni bir kuvvetin ortaya 
çıkması gerekiyordu. Yeni hareketin bu büyük mücadele u runda bir önem ve kuvvet 
kazanabilmesi için, daha ilk günlerden itibaren, taraftarlarına, bu hareketin yalnız yeni bir 
seçme usulü getirmekle kalmayaca ını anlatmak ve bunun yanı sıra en önemlisi olarak, 
yepyeni bir felsefi fikir getirdi ini göstermek ve buna inandırmak gerekliydi. Bir parti 
programı yapılırken, bu programın zaman zaman de i tirilece i ve yolunaca ı dü ünül-
melidir, ister yeni bir program uygulanmasında olsun, ister eski bir programın de i tirilmesi 
söz konusu olsun, her zaman seçimde alınacak sonucun ne olabilece i endi esi vardır. E er, 
halkın partiyi terk edip araba ko umlarından kurtulmak istedi ine dair bir  üphe Siyaset 


artistlerinin zihinlerinde belirirse, o zaman bu siyasi aktörler derhal at ba lanacak olan sırı ı 
tekrar boyamaya ba larlar, i te bu sıralarda, halkın sabrının tükenmi  oldu u vakaları 
hatırlayabilecek kabiliyette, ihtiyar siyaset adamları ortaya çıkar. Bunlar, gene eskiden oldu u 
gibi tehlikenin yakla makta oldu unu sezerler. Bu sırada yapacakları i , eski reçetelere 
müracaat etmek, bir komisyon kurmak, büyük halk topluluklarının nelerden ho lanıp, 
nelerden ho lanmayacaklarını tespit etmektir. Halkın konu tu u konulara kulak kabartıp, 
gazete makalelerinden koku almaya çalı ırlar. Bu arada bütün meslek grupları ve i çi sınıfı 
teker teker incelenir, en büyük istekleri ara tırılır. 
Neticede komisyonlar toplanır, programlarını gözden geçirip, de i tirmeye ba larlar. Bu gibi 
kimseler gömlek de i tirir gibi kanaat de i tirirler. Yeni bir program yapıp, herkese bir pay 
ayırırlar, köylünün tarım i lerinde, sanayicinin imalâtında, tüketicinin satın aldı ı e yada 
himayesi sa lanır. Memurun aylı ına zam yapılır. Dullar ve yetimlere aylık ba lanır, 
ba lanmı sa aylıklarına zam gelir. Vergiler indirilir. Unutulan bir sorun veya bir meslek 
grubunun  ikâyeti telâ  uyandırır. Acele o dâva ile me gul olunur ve ilâveler yapılır. Nihayet 
küçük burjuva ordusu ile e lerinin memnun edildiklerine kanaat getirilir, i te bundan sonra 
Allah'ın lütfuna ve seçmen vatanda ın budalalı ına dayanarak devleti ıslah için mücadeleye 
giri ilir. 
Siyasetçiler, seçim yapıldıktan ve be  yıllık rahat ya ayı larını sa ladıktan sonra artık halkı 
unuturlar ve daha büyük ve daha güzel görevlere sarılırlar. Program komisyonu da ılır. Seçim 
öncesi sürdürülen mücadele yeniden günlük ekmek için yapılan mücadele  ekline döner. 
Sözün kısası, milletvekilli i ödenekleri davası ele alınır. Milletin temsilcisi, her gün o 
müstesna binaya gider. Gerçi tamamen içeri girmez. Ama listelerin bulundu u odada boy 
göstererek, kendi adını halkın hizmetinde bulunanların arasına yazdırtır. Böylece bu devamlı 
gayretinin kar ılı ı olarak ödene ini alır, Fakat on yıl sonra veya buhranlı günler sırasında, bir 
esnaf derne ini andıran parlementonun fethedilmesi tehlikesi belirdi i zaman birer krizalit* 
olan bu siyaset cambazları büyük "phalansterelerini bir yana bırakarak, halk topluluklarına 
do ru yeniden kanat açarlar. 
Seçmenlerine tekrar nutuk atmaya ba larlar. Yaptıkları i leri ballandıra ballandıra anlatırlar. 
Muhaliflerinin fena niyetlerini ve inatçı davranı larını dile getirirler. Fakat ço u zaman akıllı 
topluluklar bunlara minnettarlık göstermeyip, yüzlerine kar ı hakaret ederler. 
(*      Krizalit: Kurdun, kelebek olmadan önce geçirdi i ba kala ma hali.) 
te halkın nankörce (!) davranı ı belirli bir dereceye ula tı ı zaman, partinin boyasını 
yenilemek gerekir. Programın elden geçirilmesine ihtiyaç hasıl olur. Komisyonlar tekrar 
kurulur ve aldatma oyunu eskiden oldu u gibi sahneye konur, insanların granit kadar sert olan 
aptallıkları göz önünde tutulursa bu  ekilde davranı lar kar ısında  a ılmaz. Oy verecek olan 
gerek burjuva ve gerek proleter sınıfına dahil "dört ayaklılar" yeni program kar ısında gözleri 
kama mı  bir durumda tekrar aynı ahıra ko arlar ve daha önce kendilerini kandırmı  olan 
herifi bir kere daha seçerler.  te bu  ekilde halkın ve çalı an sınıfların adayı tekrar 
"parlamento tırtılı" olur. Yâni kamu hayatının yapraklan üzerinden midesini doldurmaya de-
vam eder. Sonunda  i manlar, büyür ve bir süre sonra tekrar bir kelebe e dönü ür. 
Devamlı bir  ekilde bu aldatmalara  ahit olmak kadar insanı üzüntüye sevk eden bir  ey 
yoktur. Bu fikri çürüme varken, Burjuvalar arasında, Marksizm'in te kilâtlı kuvvetine kar ı 
mücadele edebilmek için gereken silâhlara rastlanamaz. Esasen bu kimselerin ciddi bir  ekilde 
bu milli dâvayı dü ündükleri de söylenemez. Bu parlamento  arlatanlarının, gerçek bir batı 
demokrasisi ile Marksizm'e kar ı mücadele etmeyi ciddi bir  ekilde dü ündüklerine hiçbir za-
man ihtimal verilemez. Esasen Marksist nazariye için bütün demokratik sistem, gayeye 
ula mak için bir vasıtadan ba ka bir  ey de ildir. Marksçılar rakibini felce u ratmak ve kendi 
yolunu açmak için her vasıtayı kullanırlar.  imdi Marksistlerin bir kısmı kendisinin 
demokratik ilkelerle ayrılmaz bir  ekilde ba lılı ı hususunda bir kanaat uyandırmaya gayet 


ustaca çalı tı ı sırada, bu herifler ülkenin buhranlı zamanlarında demokrasinin batıdaki 
uygulamasını dikkate almazlar ve ço unlu un kararına de er ve önem vermezler. 
Burjuva sınıfına mensup parlamenterler memleketin asayi ini, hâkim adedin üstün zekâsında 
gördükleri sıralarda, Marksistler, kenar mahallelerin bir sürü serserileri ve Yahudi edebiyatı 
ile birlikte bir hamlede nüfuzu ele aldılar ve böylece demokrasiye büyük bir darbe indirdiler. 
Marksizm, yok etme e kararlı oldu u milli ruhun sevgisini kazanmayı ba aramadı ı sürece, 
yıkıcı emellerinin karı ıklı ını azimle takip ederek demokrasiyle beraber kol kola olacaktır. 
E er Marksizm, parlamento kazanında kandille bir  eyin kaynayabilece i ve pi ebilece ine 
inanacak olursa, bütün bu parla mento oyunlarına da derhal son verir.  te o zaman kızıl 
uluslarara-sıcılı ın bayraktarı demokratik  uura danı aca ı yerde proletarya kütlelerine ate li 
bir müracaatta bulunacak, kavga ani olarak, parlamento salonlarından fabrikalara, 
imalâthanelere ve soka a intikal edecektir. Böylece demokrasi, Marksistler tarafından derhal 
tasfiye edilecektir. Parlamentoda bu halk havarilerinin uysal taraftarlarının halledemedi i i , 
tahrik edilmi  proletarya kütlelerinin çekiçle -riyle yapılacaktır. 
Proletarya toplulukları aynen 1918 yılının sonbaharında oldu u gibi, dünyanın Yahudiler 
tarafından ele geçirilmesi faaliyetinin Batı demokrasisinin sahip oldu u vasıtalarla önüne 
geçmeyi tasarlamanın ne kadar saçma bir i  oldu unu açık bir  ekilde burjuva toplulu una 
gösterecektir.  te böyle bir canavar kar ısında, "blöften ibaret olan veya sadece Marksistlerin 
i lerine yarayan, fakat sonradan artık bu heriflere fayda sa lamaz hale gelince gözden 
çıkarılacak olan bir sürü kurallara saplanıp kalmak için gerçekten aptal olmak gerekir. 
Bütün burjuva partilerinde siyasi faaliyet, esasta parlamentoda birkaç sandalye kapmak 
kavgasından ibarettir. Bu mücadele sırasında, gerekirse bütün ilkeler bir b., çuvalı gibi atılır. 
Bu  ekil davranı tan programları gibi kuvvetleri de zayıflar. Çünkü onlarda, halk toplulukları 
üzerinde büyük fikirlerin çekicili i ile etkili olan o sihirli nüfuz ve ilkelere kar ı kesin bir 
inanı  ile bunları zafere ula tırmak hususunda beslenen büyük azmin verece i ikna kuvveti 
yoktur. Fakat herhangi bir parti ne kadar hata i lemi  olursa olsun, e er bir felsefi fikrin bütün 
silâhlan ile, mevcut bir düzene kar ı saldırıya geçecek olursa, di er parti yeni bir inançla kar ı 
koymaz ve savunmasını cesur bir  ekilde yapmazsa ma dur durumda kalacaktır. 
E er, burjuva yazarların milli bakanları veya Bavyera Merkez Partisi, bizim genç hareketimizi 
bir ihtilâl olarak tavsif ederse, bu parlak siyasi kanaate kar ı, " üpheyok ki bizsizin aptallı ınız 

Yüklə 1,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   30




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin