partinin kurulması için gerekli yolu bulmu oldu um kanaati uyandı.
Bence Prof. Feder'in meziyeti; sermayenin çifte vasfını kesin bir ekilde açıklamasındaydı.
Sermaye spekülasyona ve halkın iktisadiyatına ba lı idi. Feder onun ölümsüz artını da
açıklıyordu. Menfa-
(
'|t. Bütün esaslı konulardaki iddialarını öyle delillere dayandırıyordu ki,
kendisini geli igüzel tenkit etmek isteyenler, bunların kuram-olarak yanlı olduklarını iddia
etmekten çok, uygulamada im-'kansız olabilece ini söyleyebiliyorlardı. i te ba kalarının
gözünde "Feder'in ö retiminde zayıf gibi görülen nokta, benim kanaatimce o-j&un kuvvetini
temsil ediyordu. Bir icraat programı düzenleyen bir kimsenin görevi, bir hususu fiile
çıkarmanın çe itli imkanlarım tespit etmek de il, durumu fiile çıkarabilir diye açıkça övme ve
yaymadır. Yani vasıtalardan çok, gaye ile me gul olmalıdır. Bu artlar altında ise kesin etki
yapan ey, bir dü üncenin ilke yönünden do ru olu udur, gerçekle mesinin zorlu u önemli
de ildir.
Program yapan kimse, mutlak gerçek üzerinde istinat edecek .' yerde, o sırada uygun olup
olmayaca ına dikkat ederse yaptı ı program, sa ını solunu yoklayarak yürüyen insanlara,
yolunu gösteren kutup yıldızı olmaktan çıkar ve yalnız di er benzerleri gibi basit bir reçeteden
ibaret kalır. Bir hareketin programını düzenleyen kimse, onun gayesini tespit etmeli, siyaset
adamı da o hareketin haklı görülmesini sa lamalıdır. Demek oluyor ki, program düzenleyen
kimse, dü üncelerinde sonsuz gerçe e do ru bir yol takip edecek, siyasetçinin hareketleri ise
daha çok o andaki genel gerçeklere ba lı olacaktır. Birinin büyüklü ü soyut olarak fikirlerinin
mutlak do ru olu unda, di erininki ise belirli gerçeklerin do ru bir ekilde tahmin edilerek
bunlardan faydalanılmasındadır. Program yapan kimsenin seçti i gaye, kendisine karanlıkta
yol gösteren yıldız olacaktır Bir siyasetçinin de eri, planlarının ve hareketlerinin ba arısı ile,
yanı bunların gerçe e uygun dü meleri ile ölçülürken, program yapıcısının son dü üncelerinin
fiile çıkarılmaması da mümkündür. Çünkü insan aklı çe itli gerçekleri dü ünebilir ve
fevkalade net amaçları seçebilir. Fakat bunların tamamen gerçekle tirilmeleri, insanların ye-
tersiz olu ları yüzünden sonuçsuz kalabilir. Bir fikir mücerret olarak ne kadar do ru ve bu
yönden ne kadar büyük olursa, eksiksiz olarak gerçekle tirilmesi de do rudan do ruya
insanlara ba lı oldu u için o nispette imkansızdır. Bundan dolayı program yaratıcısının de eri
gayelerinin gerçekle tirilmesi ile ölçülemez. Onun de eri gayelerinin insanlı ın geli mesinde
yaptı ı fayda ve tesirle tespit edilir. E er bu böyle olmasa idi din vazedenlerin en büyük
adamlar arasında sayılmamaları gerekirdi. Çünkü onların ahlak yönünden dü üncelerinin
gerçekli i, hiçbir zaman tam olmamı tır. Hatta sevgi dini bile icraatında, o veli varlı ın
niyetlerinin ancak pek zayıf bir görüntüsünden ibaret kalmı tır. Fakat bu dinin önemi kültürün
ve ahlakın genel geli mesine verdi i ve verme e çalı tı ı yöndedir.
Program yaratıcısı ile programı gerçekle tirecek siyaset adamının görevleri arasındaki bu pek
büyük fark, bu iki meziyetin aynı ki ide birle mesine hemen hiç rastlanmamasının sebebini
te kil eder. Bu sözüm özellikle de ersiz siyaset adamları içindir. Bunlar sözümona
mesleklerinde ba arılı olmu lardır. Onların "icraat ve hareketleri bir imkanlar zaafından ba ka
bir ey de ildir." i te Bismarck, siyaseti biraz tevazu göstererek bu ekilde tarif ediyordu. Bir
siyasetçi, büyük fikirlerden ne kadar uzakla ırsa ba arıları o kadar basit olacaktır. Bunun için
bu gibi kimseler, ancak gelip geçici eylerle me gul olacaklar ve eserleri kendileri ile beraber
topra a gömülecektir. Bu kimselerin eserleri tamamıyla gelecek nesiller için bir de er
ta ımayacaktır. Çünkü zamanlarındaki ba arı gelecek nesiller için de erli olabilecek
gerçeklerin, büyük fikirlerin ve bütün önemli konuların bo ulması keyfiyetine dayanmaktadır.
Gelecek için çok önemli olan gayeler, bu u urda sava an kimseye pek faydalı olmaz. Büyük
halk toplulukları bunu pek ender anlayabilir. Onlar için, bira ve süt bölgelerinin fiile
çıkarılmaları, gelece in önemli ve geni planlarından daha çok takdir görür, i te daima
budalalıkla akraba durumunda olan gurur ve kendini büyük görmeden dolayı siyasetçilerin
ço u, büyük halk topluluklarının o andaki geçici sevgilerini kazanmak veya kaybetmemek
için, gelece in büyük planlarını bir kenara iterler. Bu heriflerin ba arı ve önemleri tamamen
duruma ba lıdır. Onlar gelece in nazarlarında kendilerini var saymaz. Küçük beyinleri
bundan hiç rahatsız olmaz.
Oysa program yaratanlar için i ba kadır. Onlar için önemli olan daima gelecektir. Bu gibi
kimseler kendi devirlerindeki halkın minnettarlı ından vazgeçmelidirler. Onların fikirleri
ölmez oldu u için gelecek nesillerden an ve eref toplarlar. Hayatta pek ender olarak,
program yaratanla siyaset yapan aynı ahıs üzerinde toplanır. Bu iki meziyet ne kadar samimi
olursa, o ahsın icraatına kar ı mukavemet o kadar artar, fakat bu da onu kuvvetlendirir. O
artık rasgele bir dükkan sahibi için çalı maz, gayet küçük, fakat seçkin ' bir zümre tarafından
takdir edilen gayelerle me gul olur. Bundan dolayı sevgi ile kin arasında delik de ik olur.
Ça da larının protestosu ile kar ıla ır. Bir adamın eseri gelecek için ne kadar büyük ve
de erli olursa, onu anlayan o kadar az olur. Bu durumda mücadele çok çetin olur, ba arı da o
nispette zor elde edilir. E er yüzyıllar boyunca ba arı böyle bir kimseye gülümserse,
gelecekteki an ve erefin bazı belirtilerine hayatında da sahip olabilir. Bu büyük adamların
durumları maraton ko ucularına benzer. Ça da ların defne dalından yapılan taçları sadece
ölmek üzere olan kahramanların akaklarını ok ar. Dünyanın en büyük mücadele adamları
bunlardır. Ça da ları tarafından anla ılamayan bu mücadele adamları, fikir ve idealleri için
kavgaya hazırdırlar. Bunlar günü geldi i vakit halkın kalbine girecek kimselerdir, i te o
zaman herkes, bu büyük adamlara ça da larının yaptıkları haksızlıkları telafi etmek
mecburiyetini duyar. Hayatları ve icraatları hassasiyetle ve hayranlıkla incelenir. Sadece
gerçek büyük devlet adamları de il, bütün büyük ıslahatçılar da bu ekibe dahildirler. Büyük
Frederic'in yanında, bir Martin Luther ve bir Richard Wagner'de bulunmaktadır.
Gottfried Feder'in sermayenin faizinin meydana getirdi i esaretin çürütülmesi hakkındaki ilk
dersini takip etti im zaman, burada Alman milletinin gelece i için önemi gayet büyük nazari
bir gerçe in söz konusu olması gerekti ini hemen anladım. Borsa sermayesi nin, milli
ekonomiden kesin bir ekilde ayrılması, Alman sermayesinin uluslar arası bir hal almadan,
aleyhinde derhal mücadeleye giri ilmesini gerektiriyordu. Hemen unu da belirteyim ki,
sermayeye kar ı yapılan mücadele ile gelecekteki milli ekonominin temellerini sarsmaya
gerek yoktu. Almanya'nın geli mesi davasını gayet açık bir ekilde anladı ım için, en zor
mücadelenin dü man milletlerle de il, uluslararası sermayeye kar ı da olaca ım görüyordum.
Feder'in derslerinden gelecekteki bu mücadele için en kudretli i aretleri tespit ediyordum.
lerdeki geli meler, bu varsayımların do rulu unu ispat etti. Bugün, burjuva siyasetimizin
kurnaz adamları artık bizimle alay edemiyorlar. Bu kimseler e er inkara sapmazlarsa, bugün
uluslararası sermayenin, sava ı en çok körükleyen etken olmakla kalmayıp kanlı kavga
bittikten sonra da, imdi barı ı bir cehennem haline getirmek için çalı tı ını itiraf etmeleri
gerekir. Uluslararası maliyeye ve borç sermayesine kar ı mücadele Alman milletinin
kurtulu u ve iktisadi ba ımsızlı ı u rundaki kavgada en önemli hususu te kil etmi tir. E er
kurs hocası Feder'in fikirlerine itiraz edecek olan varsa, onlara cevabım öyle olacaktır:
"Sermayenin birikmesi ile meydana gelen esaretin çürütülmesi" fikrinin tatbik edilmesinden
do abilecek, korkunç ekonomik sonuçlar dolayısıyla gösterilen endi elerin hepsi önemsizdir.
Çünkü, bugüne kadar uygulanan iktisadi reçetelerin hepsi Alman milletinin aleyhinde
sonuçlar vermi tir. Milli banka konusu kar ısında alınan vaziyet ve demiryolu kurulması
hususunda, Bavyeralı doktorlar meclisinin korkusu tahakkuk etmemi tir. Mesela, buharlı atın
yolcuları ba dönmesine u ramamı lardır. Onları seyredenler de hastalı a
yakalanmamı lardır. Böylece demiryolunu gizlemek için etrafına tahta perde çekmekten
vazgeçilmi tir. Yalnız, sözümona uzman efendilerin gözlerinde birer gözba ı ebediyen
kalmı tır, itiraz edenlere ayrıca unu da hatırlatayım: Her fikir, hatta en kusursuz olanı bile,
yaratılı ında kendini bir gaye sanırsa, büyük bir tehlike haline gelir. Çünkü, gerçekte o fikir
bu gayeye ula mak için sadece bir vasıtadır. Fakat, gerek benim ve gerek bütün nasyonal-
sosyalıstlerin nazarında sadece bir mezhep vardır, o da millet ve vatandır. Bizim kavgamızın
konusu ırkımızın hayatını ve geli mesini sa lamaktır. Görevimiz milletimizin çocuklarını
beslemek, kanın temizli ini, vatanın ba ımsızlı ını korumaktır. Bu da, milletimizin kainatın
yaratıcı tarafından kendine verilen kutsal görevi yerine getirmek için, gerekli kıvama
ula masını sa lamakla ilgilidir. Her dü ünce ve her ö retim, her bilim bu gayenin hizmetinde
olmalıdır. Her ey bu yönden incelenmeli, zaman uygun ise yerine getirilmeli, e er de ilse bu
i e engel olan her ey ortadan kaldırılma-• ildir. Böylece hiçbir nazariye, ölü bir nazariye
halinde kaskatı hale gelemez. Her ey hayata hizmet etmelidir. Gottfried Feder'in fikirleri,
beni henüz yabancısı oldu um bu konu ile esaslı bir ekilde me gul olmaya sevk etti. Yeniden
incelemeye ba ladım. Yahudi Kari Marks'ın bütün hayatı boyunca süren çalı malarının
niyetini ve mahiyetini gayet iyi anlıyordum. imdi onun "Kapital"i, tamamen anla ılır duruma
geldi. Bu sosyal demokrasinin, milli ekonomiye kar ı bir sava ıydı. Bu sava maliye ve borsa
dünyasının gerçekten uluslararası ve Yahudi olan sermayenin baskısına zemin hazırlayacak ve
: fırsat verecekti. Fakat bu dersler, ba ka bir bakımdan bende gayet önemli bir tesir meydana
getirdi. Bir gün münaka aya girdim. Derslere katılan biri, Yahudileri müdafaaya ba ladı. Ben
aksini müdafaa
p
ettim. Derse katılanların ço unlu u benim fikirlerimi kabul etti. Bunun
sonucu u oldu. Birkaç gün sonra Münih'te garnizon vazifesini gören alaylardan birine "e itici
subay" sıfatıyla girdim. Bu sırada askerin disiplini pek gev emi ti. Askeri disiplin ve itaat
tekrar yürürlü e konmak üzere te ebbüse geçildi. Askerin, sadece ve sadece milletini ve
vatanım sevmeyi kendili inden ö renmesi gerekli idi. Ben büyük bir sevinçle ve hararetle i e
ba ladım. imdi benim için daha kalabalık bir dinleyici toplulu una söz söylemek, hitap
etmek fırsatı do uyordu. Eskiden beri hissetti im ey bugün tahakkuk ediyordu. Ben söz
söylemesini biliyordum. Sesim küçük bir salonun her tarafından i itilebilecek kuvvette idi.
Hiçbir görev beni bundan daha çok memnun edemezdi. Çünkü terhis edilmeden önce kal-
bimde pek büyük bir yer i gal eden müessesede, yani orduda faydalı hizmetler yapmak arzusu
ile yanıp tutu uyordum. Verdi im derslerle yüzlerce arkada ı milletlerine, vatanlarına iade
ettim. Askeri millile tiriyordum. Bu suretle genel disiplini takviyeye yardımcı oldum. Bu
vesile ile fikir ve kanaatlerime katılan birçok arkada ile tanı tım. Bu arkada lar ilerde
benimle birlikte yeni hareketin çekirde ini vücuda getirmeye ba ladılar.
BÖLÜM 8
Bir gün, eflerimden, görünü te siyasi vasfı bulunan "Alman i çi Partisi" ismi altında yakında
toplanacak olan ve bu toplantısında Gottfried Feder'in konu aca ı olu umun mahiyetini
anlamak emrim aldım. Benden bu te ekkül hakkında bir rapor istiyorlardı. O sırada ordunun
siyasi faaliyetlere ve siyasi partilere kar ı ilgi göstermesi normaldi. Çünkü ihtilal askere siyasi
faaliyette bulunmak hakkını vermi ti. Hatta tecrübesiz oldu u sıralarda ordu, bu hakkı çok bol
kullanmı tı. Merkez ve Sosyal Demokrasi, ordunun sempatisinin devrimci partiden ayrılarak
milli harekete do ru teveccüh etti ini gördü ünde, askerden oy kullanmak hakkını aldı ve her
türlü siyasal faaliyetten askerleri menetti. E er bu manevraya ba vurulmayıp, askerin e it
hukukunun veya ihtilalden sonra denildi i gibi vatanda haklarının iptaline gidilmeseydi,
Kasım Hükümeti birkaç yıl sonra mevcut olmayacak ve haysiyetsizli i devam etmeyecekti.
Ordu o günlerde milleti, kanını emenlerden ve memleket içindeki ihtilafa çanak tutanlardan
kurtaracak yolun üzerinde idi. Fakat parti mensuplarının da Kasım katilleri ile bir olup, güle
oynaya bu hususun lehinde oy kullanmaları ve böylece bir milli geli me vasıtasını tesirsiz
hale gelmesine yardım etmeleri, Marksizm'e istinat eden dü üncelerin memleketi uçuruma
götürece ini bize gayet iyi gösterir. Gerçekten fikri sakatlık içinde bulunan burjuvalar,
ordunun, eski durumuna tekrar kavu arak Alman kahramanlı ına önayak olaca ını
biliyorlardı. Bunun için merkez ile Marksizm, kendilerine en büyük tehlikeyi olu turan
nasyonalizmin di ini sökmek istediler. Bu di kökünden çıkarılıp atılırsa, o zaman ordu bir
asayi kuvveti durumuna girecek ve böylece dü mana kar ı sava mak kabiliyetini
kaybedecekti. Bu durum sonradan tam manasıyla meydana çıkmı tır.
Bizim sözde milli olan devlet adamlarımız, ordumuzdaki geli menin milli istikametin aksine
olaca ını dü ünüyorlardı. Gerçi bu imkan dı ı bir ey de ildi. Çünkü bu siyaset adamları;
üniforma giyecekleri yerde, birer geveze olup parlamentoya dolmu lardı. Böylece bu
siyasetçiler, en erefli bir geçmi in dünyanın en üstün askerleri oldu unu hatırlattı ı
adamların kalplerinden neler geçebilece i hakkında hiçbir fikre sahip olamamı lardır, i te bu
ortam içinde ve henüz benim için tamamen meçhul olan bu partinin toplantısına gitmek üzere
hazırlıklara ba ladım. Ak am Münih'te Sternecker Birahanesi'nin Leiberzzimmer'ine
giriyordum. "ALMAN Ç PART S "nin bu toplantısında yirmi, yirmi be ki i vardı.
Toplantıdaki ki ilerin ço unlu u, halkın a a ı tabakalarına mensup kimselerdi. Konferansı
verecek olan Feder'i kurslar sırasında gayet iyi tanımı tım. Bunun için toplulu u incelemeye
daha çok önem verdim. Bende etkisi ne olumlu, ne de olumsuz oldu. Öteki kurulu lardan bir
farkı yoktu. O sıralarda herkes yeni bir parti kurmak istiyordu. Çünkü, kimse bugüne kadar
olanlardan memnun de ildi. Aynı zamanda kimsenin mevcut partilere güveni kalmamı tı.
Bundan dolayı bu tip partiler her tarafta mantar gibi bitiyor ve kısa bir zaman sonra kaybolup
gidiyordu. Te ekküllerin kurucuları, bir parti meydana getirmek, bir hareket yapmaktan aciz
kimselerdi. Bunun için bu topluluklar gülünç bir küçük dükkan hüviyetinde idiler ve hemen
daima tabii ve mukadder bir ölümle ortadan kalkıyorlardı.
Alman i çi Partisi'nin toplantısında 2 saat hazır bulundum. Feder nihayet sözlerini bitirince
memnun oldum. Artık gitmek istiyordum. Tam bu sırada, serbest münaka a yapılaca ı ilan
edilince kalmak gere ini duydum. Fakat bu tartı mada da ilgi çekici bir taraf bulamadım.
Tartı ma renksiz bir ekilde geçerken söz bir profesöre verildi. Bu profesör, Feder'in
prensiplerini isabetsiz buldu unu söyleyerek konu maya ba ladı. Sonra Feder'in yerinde bir
müdahalesi ile birdenbire olaylar zincirine atladı. Sonra bu profesör Bavyera'nın Prusya'dan
ayrılmasını, ancak bu sayede Alman Avusturya'nın derhal Bavyera'ya iltihak edece ini ileri
sürdü ve bunun parti programına alınmasını talep etti. Bunun üzerine söz istemekten ve bilgin
efendiye bu husustaki fikrimi söylemekten kendimi alıkoyamadım. Nihayet ben sözlerimi
bitirmeden profesör salonu ıslak bir köpek gibi terk etti. Ben konu urken sözlerimi
salondakiler hayretle dinlemi lerdi. Toplulu a hayırlı geceler dileyerek uzakla aca ım sırada,
yanıma bir adam sokuldu, kendini tanıttı, ismini tam olarak anlayamadım ve elime küçük bir
kitap sıkı tırdı. Bu siyasi bir bro ür idi. Okumamı ısrarla rica ediyordu. Bu bro ür ho uma
gitti. Böylece bu can sıkıcı toplulu u, tatsız toplantılarını takip etmeden daha kolay bir ekilde
tanıyacaktım. Fakat unu da belirteyim ki, elime bro ürü sıkı tıran adam bende olumlu bir
tesir yapmı tı. Toplantıdan ayrıldım.
O sırada, ikinci piyade alayının kı lasında, hâlâ ihtilalin izlerini muhafaza eden küçük bir
odada oturuyordum. Gündüzleri kırk birinci avcı alayında, yahut ba ka alayların toplantı ve
konferanslarında bulunuyordum. Odamda geceyi yalnız geçiriyordum. Sabahları saat be te
uyanmayı adet edinmi tim. Dö emenin üstüne kuru ekmekler bırakarak farelerin onları
yemesini seyrediyor, bu hayvanların birbirleri ile kavga etmelerini seyretmekten
ho lanıyordum. Hayatımda o kadar yokluk çekmi tim ki, açlı ın ne oldu unu gayet iyi
biliyordum. Bundan dolayı bu hayvancıkların memnuniyetini de gayet iyi anlıyordum.
Toplantının ertesi günü yine saat be te uyandım. Farelerin hareketlerim takip ediyordum.
Tekrar uyuyamadı ım için bir gece evvelki küçük bro ür aklıma geldi. Bu bro ürde i çi olan
yazar, Marksist ve sendikalist karga alıkların içinden çıktıktan sonra, milli fikirlere nasıl
döndü ünü anlatıyordu. Konu, bro üre isim veriyordu: "SiYAS UYANMAM". Okumaya
ba layınca bu bro ürün sonunu getirdim. Gözlerimin önünden kendi geli memin geçti ini
gördüm. O gün bu olayları birkaç defa dü ündüm. Bu tesadüfe önem vermek niyetinde
de ildim. Fakat birkaç hafta sonra bir kartpostal aldım. Hayretler içinde, Alman i çi Partisi'ne
kaydoldu um haberini ö reniyordum. Beni bu hususta izahat vermek için parti komisyonunun
bir toplantısında hazır bulunmaya davet ediyorlardı. Bu ekilde üye kazanmak usulüne çok
a tım. Kızmak mı, yoksa gülmek mi lazımdı, bilemiyordum. Mevcut bir partiye girmeye
niyetim yoktu. Kendim bir parti kurmak ve o partinin lideri olmak istiyordum. Sonuç olarak,
böyle bir davete itibar etmemeliydim. Bu daveti yapanlara yazılı cevap verece im sırada,
merakım dü ündüklerime ve yapmak istedi ime hakim geldi. Dü üncelerimi sözlü olarak
anlatmak üzere, ça rılan günde toplantıya gitmeye karar verdim.
Nihayet çar amba günü geldi. Bu toplantının yapılaca ı bina gayet mütevazı idi.
Hornstrasse'de otel Vieux Rosenbad. Büyük merasimler hariç, di er zamanlarda buraya hiç
gelinmez gibi görünüyordu. Bu 1919 yılında normaldi. Çünkü yemek listesi, öteki büyük
otellerin fiyatlarından çok daha pahalıydı. Bu yüzden bir mü teriyi bile zorlukla
çekebiliyordu. Bu otelin adını dahi duymamı tım.
Az aydınlatılmı bo bir salondan geçtim, içerde kimse yoktu. Yandaki odaya geçilen kapıyı
arıyordum. Beni yurt üyesi kar ıladı, havagazı lambasının üphe uyandıran aydınlı ı altında,
odada bro ürün yazarı hariç, dört ki i daha vardı. Yazar beni derhal selamladı, partinin yeni
üyesi sıfatıyla bana ho geldin temennisinde bulundu. Biraz a ırmı tım. Benden izahatımı
biraz sonraya bırakmamı istediler. Çünkü Reich Ba kam henüz gelmemi ti. Biraz sonra o da
geldi. Sternecker'de Feder'in konferansına ba kanlık eden ahıstı. Adı M. Harrer idi.
Di erlerinin de adlarını ö reniyordum. Münih te kilatı ba kanı Anton Drexler idi .Son
toplantının zabıtları okundu. Muhasip raporunu açıkladı. Parti topluluk olarak yedi mark elli
feni e sahipti. Rapor üzerinde muhasip güven oyu aldı. Bu husus da zabta geçirildi. Daha
sonra ba kan; Kiel, Dusseldorf ve Berlin'den gelen mektuplara verilen cevapları okudu.
Herkes cevapları kabul etti. Gelen tebli edildi. Mektup teatisinin artması Alman i çi
Partisi'nin yayılmasının gözle görülür bir i areti oldu u ifade edildi. Bunun üzerine tekrar
verilecek cevaplar münaka a edildi.
Acayip, çok acayip bir eydi. Bu en kötü bir kulübün iç yüzüydü. Buraya girmem lazım
mıydı? En sonunda sıra gündeme geldi. Gündemde yeni üye kabulü vardı. Yani benim
durumum görü ülecekti.
Sorular sormaya ba ladım. Fakat belli belirsiz birkaç direktifin dı ında hiçbir ey yoktu.
Program yoktu. Üye defteri, hatta hatta bir mühür dahi yoktu. Yalnız göze çarpan, iyi bir niyet
ve iyi bir arzunun var oldu uydu.
Bu gençleri gülünç duruma dü üren ey, içlerinden gelen sesti. Bu ses, onlara mevcut
partilerin bu i i ba aramayacaklarını söylüyordu. Partinin makine ile yazılmı emirlerini
okudum. Bu emirler de iyi niyetle beraber acz ifadesini buldum. Çok ey eksikti. Özellikle
mücadele ruhu yoktu. Bu adamların hissettikleri eyi anladım. Bu o güne kadar parti
kelimesine verilen manadan daha fazla bir ey ve yeni bir hareket arzusu idi.
Kı laya döndüm. Hayatımın en güç sorunu ile kar ı kar ıya bulunuyordum. Partiye girmeli
mi, yoksa daveti ret mi etmeliydim? Akıl, ancak ret cevabı verilmesini tavsiye edebilirdi.
Fakat hissiyatım beni rahat bırakmıyordu. Bu partinin mantıksızlıklarını dü ündükçe
hissiyatım onların tarafını daha çok ilzam ediyordu. Ertesi günler artık hiç rahat edemedim.
Lehte ve aleyhte olan mütalaaları tartıyordum. Eskiden beri siyasi bir faaliyette bulunmaya
kararlıydım. Yalnız bugüne kadar bende bir hamle eksikti. Ben bugün bir i e ba layan, yarın
onu yarıda bırakan ve mümkünse bir ba ka i e geçen kimselerden de ildim. Bundan dolayı
karar vermekte güçlük çekiyordum. Kuraca ım müessese ya büyük bir önem kazanmalı, ya da
ortadan kalkmalı idi. Bunun, benim için kesin bir karar olaca ını, geriye dönülemeyece ini
biliyordum. O zaman bu geçici bir e lence veya oyun de il, benim için gayet ciddi bir i ti.
Daha o zamanlar olumlu bir sonuca ula madan, her eye te ebbüs eden kimselere antipati
duymaktaydım. Her yerde görülen bu maymun i tahlılar, bence nefret edilecek kimselerdi.
Ben bu kimselerin hareketlerini tembellikten daha kötü kabul ediyordum.
imdi, sanki kader parma ı ile i aret ediyor gibiydi. Mevcut büyük partilerden hiçbirine
girmeyecektim. Fakat bu küçük ve gülünç parti henüz ta gibi kaskatı bir te kilat haline
gelmemi ti ve herhangi bir kimse için müessir olma imkanı veriyordu. Bu bakımdan bu
partide çalı abilmek mümkündü. Hareket ne kadar küçük ve basitse, ona uygun bir ekil
vermek de o kadar kolay olur. Bu partide konuyu, yolu ve gayeyi tayin etme imkanı mevcuttu.
Halbuki büyük partilerde böyle bir eyi tatbik imkanı olamazdı.
Bu hususta ne kadar çok dü ünürsem, kalbimde böyle küçük bir hareketle bir gün, milletin
yükselip geli mesinin tohumlarının atılabilece i kanaati de o kadar kuvvet buluyordu. Eski
köhnemi fikirlerle veya son feci olayların suçlusu yeni parlamenter rejime ba lı hareketlerle
böyle bir ba arı sa lamanın imkanı yoktu. Çünkü yapılacak olan i , seçim için bir slogan
bulmak de il, yeni bir dünya görü ü tespit etmekti. Fakat bu iste i gerçekle tirmek son derece
zor olacaktı, i te bu görevi ba arabilmek için çalı maya ba larken, benim ortaya
koyabilece im vasıf ve meziyetlerim nelerdi?
Servetsiz, fakir bir insan olu um, bana tahammülü kolay bir dert gibi geliyordu. Bana en güç
gelen ey, adı meçhul kimselere mensup ve milyonlarca vatanda arasında yapayalnız
olu umdu, öyle bir kimseydim ki, tesadüf benim ya amama müsaade edebilir, yahut
vücudumu ortadan kaldırır da hiç kimse farkına bile varmazdı. Buna tahsilimin yetersizli i de
ekleniyordu. Aydınlar adı verilen kimseler, düzenli ö renim görmemi , gerekli olan bilimi
ö renmemi bulunanlara sonsuz bir gurur ve azametle tepeden bakarlar. Fakat hiçbir zaman
u soruyu sormazlar, Bu kimseler neler yapabilir? Onlar yalnız "ne ö renmi tir?" diye
sorarlar. Bu ö renim görmü ki iler, çevresi birçok diploma ile çevrili bir aptalı, bu
ka ıtlardan yoksun zeki bir delikanlıya tercih ederler.
Böylece, bu ö renim görmü çevrenin beni ne ekilde kabul edebilece ini kolayca tahmin
edebilirdim. Ama bunda aldanmı tım. Çünkü insanları basit ve maddi gerçeklerden biraz
olsun uzak kalabileceklerini sanmı tım.
iki gün süren tatsız hülyalardan ve acı dü üncelerden sonra, artık adım atmanın gerekti i
kanaatine vardım. Bu karar, hayatımın kesin kararı oldu. Artık geriye dönü yoktu.
Alman i çi Partisi'ne üye oldum ve artık yedi numara ile muvakkat üye unvanına sahiptim.
BÖLÜM 9
Herhangi bir ismin dü ü ünün derinli i, daima son durumu ile önceki durumu arasındaki
mesafeyle ölçülür. Bu, milletlerin ve devletlerin dü ü leri için de böyledir, ilk durum, daha
do rusu ilk yüksek nokta, bu bakımdan kesin bir önem ta ır. Dü en ey vasatın üstünde ise
derine dü ü ü veya çökü ü açıkça görmek mümkün de ildir. Halbuki imparatorlu un çökü ü,
muhakeme yapmaya, dü ünmeye veya hissetmeye kabiliyetli kimseler için pek acı ve o derece
korkunç görünür. Esasen imparatorluk öyle bir maksimum noktadan dü tü ki, onun bu
amansız çökü ü ve yıkılması kar ısında bu acıyı tasavvur bile hemen hemen imkansızla tı.
Eskiden imparatorlu un temeli bütün bir milleti yücelten olayların sihri ile kaplı gibi
görünüyordu. E i görülmemi bir ko u ile zaferden zafere geçilirken, çocuklar ve torunlar için
ölmez kahramanlıkların mükafatı gibi bir imparatorluk geli ti. Bu geli me ister bilinçli, ister
bilinçsiz olsun bunun önemi yoktu, önemli olan, Alman milletinin hayatı ve devamlılı ı,
parlamento gruplarının dalaverelerine ba lı olmayan bu imparatorlu un kurulu undaki
güzellik sayesinde, di er devletlerin üstünde oldu unu hissetmesi idi.
Esasen prenslerin ve halkın, yeniden Almanların muhte em bir idare ile gelecek için bir
imparatorluk kurmak ve imparatorluk tacını yüceltmek yolundaki istekleri, parlamentoda
nutuk atma ve gevezelik yapmakla de il, Paris Cephesindeki ku atmanın gök gürültüsünü
andıran patlamaları ile ortaya kondu. Bu hareket, bazı katillerle yürütülmedi. Bismarck'm
devletini kaçaklar, para çekici herif ler kurmadılar. Bu devlet cephede vuru masını bilenlerce
kuruldu.
' Böyle bir kaynak ve pek eski devletlere pek ender nasip olan tarihi an ve eref parlaklı ı
imparatorlu u çevreliyordu. Sonra gözleri kama tıran parlaklıkta bir geli me ba ladı. Harice
kar ı sa lanan ba ımsızlık, içerde halkın günlük ekme ini sa lıyordu. Millet dünya nimetleri
ile bollu un içine gömülmü tü. Devletin ve milletin haysiyeti ve erefi o zamanın Alman
halkı ile olan farkı derhal göze çarpan bir ordu ile korunuyordu. Ama imdi imparatorlu un ve
Alman milletinin dü ü ü öyle derin olmu tu ki, herkes ba dönmesine kapılarak, akıl ve histen
yoksun kalmı tır. Geçmi in ha metini akla getirmenin imkanı yok. Eski devrin büyüklü ü ve
güzelli i, bugünün sefaleti yanında bir rüya gibi göze çarpıyor, i te bir devrin büyüklü ü, bu
korkunç çökü ün sebebini aramayı unutturacak kadar gözlerimizi kama tırmı tır. Halbuki bu
çökü ün sebebi daha önceden herhangi bir ekil altında mevcuttu. Almanya'yı sadece iyi para
kazanılan ve harcanan, yalnız bir oturma yeri kabul edenler, imdiki durumu bir felaket diye
vasıflandırırlar. Bunların dı ında kalanlar ise, tam tersine, bugüne kadar tahakkuk etmemi
tahminlerini nihayet meydana gelmi sayıyorlardı.
Fakat yıkılmanın sebebi, bundan bir ders çıkarabilecek pek az adam bulunmasına ra men,
daha önceden ortada idi. î te bugün, böyle bir ders çıkarma a her günkünden çok ihtiyaç
vardır. Bir hastalık sebebi bilinirse tedavisi de mümkün olur. i te siyasi felaketler kar ısında
da böyle hareket etmek gerekir. Hiç üphe yok ki, bir hastalı ın derin sebepleri yerine, ilk
önce dı tan görünen arazları tedavi olunur. Birçok ki inin, dı tan görünen arazları
düzeltemeyip, bunları hastalı ın gerçek sebepleri ile karı tırmalarının sebebi i te buradadır.
Hatta bu gibi kimseler böyle bir sebebin varlı ını inkara bile saparlar. Bundan dolayı imdi
aramızdakilerin birço u, Almanya'nın çökü ünü, sonucun do urdu u ekonomik zaruret ve
yoklu a ba lıyorlar. Gerçi herkes kendi payına dü ene katlanmak zorundadır. Bu, felaketin
manasını ve geni li ini anlamak bakımından, herkes için kesin ve zorlayıcı sebeptir. Halbuki
büyük topluluk, siyasi ve kültür yönünden, ırk ve ahlak bakımından bu çökü e pek az ba ını
çeviriyor. Bu büyük toplulu a dahil olanların pek ço unda his ve akıl yoklu u göze çarpıyor.
Haydi, çökü sebepleri hakkında büyük toplulu un bu ekilde davranmasını kabul edelim.
Fakat, aydın çevrelerin de bu çökü ü ekonomik felakete ba lamaları ve kurtulu u ekonomik
bir çözümden beklemeleri, bana imdiye kadar tedavisi imkansız kalmı sebeplerden biri gibi
geliyor. Çökü te ekonominin ancak ikinci ve hatta üçüncü planda kaldı ı, birinci rolü siyası,
ahlaki ve kan etkenlerinin oynadı ı anla ılırsa, ancak o zaman imdiki felaketin sebebine
inilmi olur. Böylece kurtulu yolu ve çaresini bulmak imkan dahiline girer. Bunun için
Almanya'nın yıkılmasının sebeplerinin ara tırılması kesin bir önem ta ır. Gayesi, bizzat
hezimeti yok etmekten ibaret olan siyasi bir hareketin temelinde bu ara tırmanın sonucu
vardır. Fakat, geçmi in içinde yapılacak bu ara tırmalar sırasında, göze hemen çarpacak
sonuçlarla o kadar fark edilmeyen sebepleri birbirine karı tırmaktan kaçınılmalıdır. Bugünkü
felaketimizin akla kolaylıkla gelen ve dolayısıyla en yaygın olan açıklaması öyledir: Biz
ma lup oldu umuz sava ın sonuçlarına katlanmak zorundayız. Yani bu feci durumun sebebi,
ma lup olunan sava tır, i te bu ahmaklı a inanan pek çok ki i vardır. Fakat, bunu a ızlarında
yalana dayanak olarak dola tıranların sayıları daha da çoktur. Hükümetin çana ından yutmak
imkanım bulanların hepsi böyle hareket etmektedir. Devrim taraftarları, sava ın sonuçlarına
kayıtsız kalan halka kar ı kötü davranmadılar mı? Hatta bu büyük sava ın zaferle sona ermesi
ile ancak büyük kapitalistlerin ilgilendi i ve Alman halkının ve i çisinin böyle bir ey
yapmaması gerekti ini gayet ciddi olarak iddia etmediler mi? Evet, bu dünya barı ı ak ak-
çıları yok olan eyin sadece militarizmden ibaret oldu unu ve Alman milletinin en güzel bir
dirilme olayı için bayram yapabilece ini ilan etmediler mi? Bu çevrelerde dü manın iyilikleri
takdir edilip, kanlı kavganın bütün suçu Almanya'ya yüklenilmedi mi? Askeri hezimetin bile
millet için, özel birtakım sonuçlar do uramayaca ı ilan olunmadan böyle bir iddiaya kalkı ılır
mıydı? i te bütün devrim bu yol üzerinden gidilerek yapılmadı mı? Devrim, zaferi bizim
bataklıklarımızdan çaldı. Halbuki Alman milleti iç ve dı hürriyetlerine do ru ancak zaferle
gidebilirdi. Bedbaht ve aldatılmı olan arkada lar, sizlere sorarım: Durum böyle de il midir?
Burada, felaketin sebebini Yahudiler tarafından askeri hezimete ba lanmasında gerçekten bir
yüzsüzlük vardır. Halbuki Berlin'de, bütün hainlerin merkez organı olarak yayınlanan
Vorvvarts, bu defa Alman milletinin, bayra ını zafer kazanarak memlekete getirmeye hakkı
olmayaca ını yazıyordu. Durum böyle iken, imdi bizim çökü ümüzün sebebi ba ka ekilde
görülecekti öyle mi?
E er bu sayıklamalar ve saçma sözler, tamamen akıllarını kaybetmi fakat kötü niyet ve her
türlü sahtekarlıktan uzak kalmı bir-i Çok kimseler tarafından her tarafa yayılmı olsaydı, bu
büyük yalan-r Cllarla mücadele etmenin hiçbir önemi kalmazdı. Ben de bu yolda
konu maktan kurtulurdum. Gerçi bu münaka alar, davamız için .kavga edenlere bazı deliller
sa layacaktır. Sözlerin a ızdan çıkar . Çıkmaz de i tirildi i bir devirde, bu deliller bizim için
faydalı ola-I Çaktır, i te Almanya'nın yıkılmasını ordunun son sava ta yenik dü -(}• me inden
do du unu iddia edenlere verilecek cevap bunlardır. ı Hiç üphe yok ki, sava ın
kaybedilmesi vatanımızın gelece i ı için olumsuz yönden önem ta ır. Fakat bu kaybedili bir
sebep de ildi. O da ba ka sebeplerin sonucuydu. Bu ölüm kalım kavgasının i anssız bir
ekilde son bulması üzerine feci sonuçların do ması, koftu niyetli olmayan kimseler için
gayet açık bir keyfiyet idi. Maalesef bu durumu anlamayan bazı kimseler ortaya çıktı. Veya
i in gerçek yönünü bilmekle beraber ;bu gerçe e kar ı önce mücadele ettiler ve Sonra onu
inkara kalkı tılar. Çok zaman bu herifler, gizli arzuları ı; olduktan sonra, körükledikleri
felaketin büyüklü ünün çok geç farkına varıyorlardı.
Biz askerlerin yıkılmasının sorumlulu u, tamamen onlara aittir. ' Dü ünüp söyledikleri gibi
cephede bir hezimet yoktur. Gerçekte, hezimet onların hareketlerinin sonucudur. imdi
iddiaya kalkı tıkları gibi kötü bir kumandanın eseri de ildir. Dü man ordusu da korkaklardan
kurulmamı tı. Onlar da ölmesini biliyorlardı. Sava ın ilk gününden itibaren Alman ordusuna
sayıca üstün olan dü man askeri, teçhizat için bütün dünyanın depo ve fabrikalarından fayda-
lanıyordu. Bundan ötürü bütün bu te kilata ve dünyaya kar ı Alman ordusu tarafından dört yıl
boyunca kazanılan zaferler, bizim kumanda heyetimizin üstünlü ü sayesinde olmu tur.
Bugüne kadar te kilat ve idare yönünden Alman ordusunun bir e ine dünyada
rastlanılmamı tır. E er bazı kusurlar olmu sa bunlardan kaçınılması
imkansızdır.
Bu ordunun yıkılması, bugünkü felaketimizin sebebi olmamı tır. Bu felaket ba ka cinayetlerin
sonucudur, i te bu sonucun, daha çok göze çarpan di er bir yıkılmanın sebebini te kil etti i
söyleniyor. Bu sonuç u dü üncelerden çıkıyor: Askeri bir hezimet, bu milleti veya bir devleti
böyle bir çökü e götürebilir mi? Ne zaman dan beri anssız ekilde kapanan bir sava böyle
bir sonuca sebep olmu tur? Milletler kaybedilen bir sava sonunda ortadan silinirle ı mi?
Bunun cevabı gayet kısadır: E er milletler askeri hezimetlerin de, ahlaksızlıklarının kudret
noksanlıklarının, karaktersizliklerinin ve sözün kısası liyakatsizliklerinin kar ılı ım almı
olurlarsa, bunun sonucu yukarıda söyledi im gibidir. Ama askeri hezimet bu sebeplerden
dolayı de ilse, sonuç daha yüksek bir seviyeye do ru yükselmek için bir kamçı yapar. O milli
hayatın mezar ta ı olmaz. Tarih bir sürü örneklerle bu iddianın do rulu unu ispat eder.
Alman askerinin hezimeti liyakatsizlikten do an bir felaket de il, ebedi adaletin haklı bir
cezası idi. Halbuki bu ba arısızlı a liyakatsizli in sebep oldu u söyleniyordu. Yenilgi gün
gibi ortada durmakla beraber, birçok ki inin gözlerinden kaçan ve bu felaketi ha zırlayan
gerçek sebepler nedense tespit edilemiyordu. Felaketin sebebi, bünyemizde görülmek
istenmeyen birtakım zincirleme olayların en çok koku mu olanının dı arıya vurmasından
ibaretti, i te bundan dolayı, Alman milletinin bu hezimeti kabullenme eklini yeniden
düzenlemeye ba lı olan olayları inceleyiniz.
Bazı çevrelerde, vatanın u radı ı felaketten dolayı en adi ekilde ve utanmadan, açıkça
memnuniyet ifade edilmedi mi? E er kendisi böyle bir cezaya müstahak de ilse, kim bu
ekilde hareket edebilir? Gerçekten daha da ileri gidilerek cephenin bozulmasında rol
oynandı ı iftiharla söylenmemi midir?
Bunu yapan, dü man de ildi. Hayır, böyle bir utanmanın sorumlulu unu ta ıyanlar
Alınanlardır. Felaketin bu kimselere haksız olarak darbe vurdu u iddia edilebilir mi? Sava ın
sorumlulu unu kendi omuzlarına almak ne zamandan beri adet haline gelmi tir? Hem de
olaylar hakkında her ey bilindi i halde...
Hayır, bin defa hayır! Alman milletinin ma lûbiyetinin asıl sebebini birkaç mevziinin askeri
bakımdan vazifesini yapamamasında, yahut bir taarruzun sonuçsuz kalmasında aramak yanlı
olur. Çünkü, bir cephe, asker sıfatıyla ma lûp olmadı. Bir cephenin çökü ü de vatanın
felaketini hazırlasaydı, Alman milleti sava a bütün bütün ba ka bir surette tahammül ederdi.
O zaman bu hezimetin sonuçlarına di sıkılarak tahammül gösterilirdi. Tesadüfün hıyaneti,
yahut kaderin iradesi sonucunda galip gelen dü mana kar ı Alman milleti-: îtin kalbi baskı,
iddet ve hiddetle dolar, ta ardı, i te o zaman millet, ma lup orduları kar ılar, katlandıkları
fedakarlıktan dolayı tefekkür eder, onları ba rına basar ve Reich'tan ümidi kesmemeyi tavsiye
ederdi. Teslim olma bile akılla imzalanır, fakat o sırada kalp gelecekteki bir yükselme için
çarpmaya ba lardı. E er, biz yenilgiyi iadece kadere borçlu olsaydık, o zaman ne gülünür, ne
de dans edilirdi. Korkaklıkla iftihar olunmazdı. Cepheden dönen askere hakaret edilmez;
bayrak ve kokarttan çamura batmazdı. Özellikle, bir ingiliz subayı olan Repington'un "Üç
Alman'dan bir tanesi haindir." demesine fırsat verilmezdi. Fakat neticede, milletlerin bize
kar ı olan hürmet ve takdirlerinin son kırıntılarını da yok ettik ve bitirdik, i te, Almanya'nın
çökü üne sava ın sebep oldu u yalanı en iyi
bu noktadan çürütülür.
Bu hezimetin sonucu hiçbir zaman askeri zaaf de ildi. Hayali
.olaylar, daha sava çıkmadan önce Alman milletini yiyip bitirmi ti.
1
Geleneklerin ve ahlakın zehirlenmesinin, beka içgüdüsünün ve buna ba lı hissiyatın
azalmasının felaket dolu sonuçları ortada idi. Uzun zaman bu fenalıklar milletin ve
imparatorlu un temellerini
oymaya ba lamı tı.
Bütün bu olanların tek sorumlusu Marksist te kilat ile Yahudiler di. Yalana inandırılan millet,
vatan hainlerine kar ı aya a kalkacak yegane "tehlikeli davacı" olmak durumundan çıkarılmı
ve elinden ahlaki hukuk silahları alınmı tı.
En büyük yalanların daima bir kısmına inanılır. Büyük halk toplulu u, ihtiyari ve uurlu bir
ekilde fenalı a atılmaz, fakat kalbinin en derin kö esinin kandırılmasına imkan bırakır.
Bundan dolayı büyük halk toplulu u, hissiyatının basit sadeli i içinde, küçük bir yalana
kapılmazsa da, büyük bir yalana aldanır. Genellikle kendili inden küçük yalanlar uydurur,
buna kar ılık büyük yalanlar uydurmaktan utanır.
Büyük halk toplulu u böyle bir sahtekarlı ı aklına sı dıramaz, bu i itilmemi derecede
terbiyesiz ve sahte açıklamalara inanamaz. Hatta aydınlatılsa bile, yine de üphelenir ve uzun
süre tereddüt eder. Ama hiç olmazsa sonunda kendisine sunulan rasgele bir açıklamayı do ru
olarak kabullenir.
En adi yalanlar daima bir iz bırakırlar. Bundan aldatma hususunda en yüksek mertebeye
çıkmı olanlar, gayet güzel istifade ederler ve bu usulü alçakça kullanırlar. Bu durumu en iyi
bilenle ı her zaman Yahudiler oldu. Zaten onların hayatları, tek ve büyük bir yalan üzerine,
yani ırk söz konusu oldu unda, kendilerinin dini bir cemiyeti temsil ettikleri yalanına istinat
ediyordu. Büyük dü ünürlerden Schopenhaur, büyük bir gerçe i ortaya koyan küçük bir
cümle ile onları ebediyen te his etmi tir: " Yahudiler yalanın büyük üstatlarıdır ". Bu olagelen
gerçekleri kabul etmeyen veya bunlara inanmak istemeyen, gerçe in galip gelmesine hiçbir
zaman katılıp yardımcı olmayacaktır.
Alman milleti için, uzun zamandan beri hafif bir ekilde bulunan hastalı ın birdenbire müthi
bir felaket halini alması adeta sevinç duyulacak bir olay kabul edilebilir. E er bu böyle
olmasaydı, millet daha yava yava , fakat muhakkak surette yok olup gidecekti.
Sonunda hastalık müzmin bir ekle bürünecekti. Fakat bir çökü ün son noktasında hastalık,
kendisini bazı kimselere açık bir ekilde gösterdi, insanın; veremden çok, vebaya daha
kolayca kar ı koyması bir tesadüf de ildir. Biri ölüm dalgaları halinde etrafa deh et saçar ve
insanlı ı sarsar. Di eri ise yava yava yayılır. Biri korkunç bir korku verirken, di eri a ır
a ır bir ilgisizlikle son bulur, i te sonuç budur: Bütün kuvveti ile, hiçbir eyden çekinmeyerek
vebayı alt etmeye çalı an insan, veremin önüne set çekmek için pek zayıf bir te ebbüste
bulunur, insan vebaya hakim oldu u halde, vereme boyun e er.
Millet de bir vücuttur ve bu vücudun hastalıkları da aynı ekilde cereyan eder. E er hastalık,
daha ba langıçta bir felaket eklinde ortaya çıkmazsa, millet a ır a ır ona alı ır ve sonunda
kurtulu ümidi kalmadan yok olur gider. Bu ara kader bu yok olma sırasında bir müdahalede
bulunarak, hastalı a yakalanmı kimseye mikrobu gösterecek olursa, bu durum pek acı
olmakla beraber büyük bir mutluluktur. Gerçekten böyle bir felaket defalarca ortaya çıkar. Bu
durumda, pek büyük bir gayretle derde deva bulmak imkan dahilindedir. Fakat böyle
durumlarda bile, hastalı ı do urmu olan derin sebepleri arayıp bulmak ve tanımak gerekir.
Burada da dikkat edilecek nokta, tahrik edici sebeplerle meydana çıkan karı ıklıklar arasında
farkları ayırt etmektir. Hastalı a sebep olan unsurlar milli bünyenin içinde ne kadar uzun
zaman kalmı ve normal bir ekilde milli bünye ile birle mi ise, bu ayrımı yapmak da o kadar
zor olur. Gerçekten bir süre sonra, mikropların milleti meydana getiren unsurlardan biri veya
halkın zaruri bir felaket diye tahammül gösterdi i bir ey olarak kabul edilmeleri pek kolay
meydana gelir. Bundan sonra i in içindeki yabancı tahrikçiyi aramak lüzumu duyulmaz, i te
sava tan önce uzun barı yıllarında, birer felaket olarak kabul edilen birtakım durumlar ortaya
çıktı. Fakat, bazı istisnalar hariç hiç kimse bunların gerçek sebeplerini aramaya önem
vermedi. Buradaki istisnalar birinci derecede ekonomik hayata ait olaylardır. Bunlar, herkes
tarafından di er alanlarda vukua gelen arızalardan daha büyük bir ilgi ile idrak edilir. Birçok
bozulma olayları meydana çıktı ki, bunun için gayet ciddi mülahazalarda bulunmak gerekti.
Ekonomik yönden söylenmesi gereken noktalar da unlardır: Sava tan önce nüfusun artması,
günlük ekme in üretilmesi konusu bütün siyasi ve iktisadi i leri arka planda bıraktırdı. Bu
durum gitgide daha kesif bir hal aldı. Maalesef tek bir hal çaresi bulunamadı. Gayeye daha az
zarar verecek yollardan ula ılaca ı sanıldı. Avrupa'da yeni topraklar elde etmekten vazgeçildi.
Dünyanın ekonomik yönden fethedilmesi hayaline saplanıldı. Böylece ölçüsüz bir sanayi-
le me hareketine giri ildi. Bunun ilk ve en önemli sonucu köylülerin hayat artlarının
bozulması oldu. Köyden ehre akın ba ladı. Günden güne büyük ehirlerde proletarya sayısı
ço aldı. Sonunda köylü- ehirli dengesi tamamen bozuldu, i te bu sırada, zenginle fakir
arasında korkunç bir ayrılık ba gösterdi, ihtiyaç ile sefalet koyun koyuna ya adı. Bu durumun
sonucu çok hazin oldu. i sizlik, insanları avucunun içine aldı. Sonunda sınıflar arasında siyasi
ba lar koptu, iktisadi geli meye ra men ümitsizlik, daha derin bir hale geldi ve herkes bunun
uzun süre bu ekilde devam edemeyece i kararına vardı.
insanlar, ne olabilece i hususunda açık bir fikre sahip olamadıkları gibi, ne yapacaklarını da
bilemiyorlardı. Bu kendisini belli e-den büyük bir memnuniyetsizli in en belirli vasıflarıydı.
Halbuki ba ka olaylar bundan çok daha fena idiler. Milletin aklında ekonomik görü ün hakim
olması, bu olayları do uruyordu.
Ekonominin, devlet hakimi ve idarecisi mevkiine çıkması sonucu, para herkesin ibadet etmesi
ve önünde boyun e mesi gereken bir tanrı oldu. Göklerin Tanrısı gittikçe unutuldu. Sanki O
ihtiyarlamı ve vakti geçmi ti de, O'nun yerine Memmon putu saygı buhurdanının
dumanlarını üflüyordu. Bu sırada esaslı bir piçle me meydana geldi. Bu durum, milletin
kahramanlı a varacak yüce bir zihniyete her zamankinden çok ihtiyacı oldu u sırada,
özellikle felaketli bir olay te kil etti. Almanya günlük ekme ini barı çı ve ekonomik çalı ma
yolu ile sa lamak te ebbüsünden dolayı, bugün de ilse, yarın silaha sarılmak zorunda
kalacaktır. Paranın saltanatı, maalesef paraya en çok kar ı durması gereken otorite tarafından
da kabul edildi. Saygıde er imparator, özellikle asil sınıfı kendi maliyesinin bayra ı altında
topladı ı zaman, feci bir harekette bulunmu oldu. Buradaki tehlikeyi Bismarck da takdir
edememi ti. Bunu imparator lehinde kaydetmek gerekir. Fakat bu yola sapmakla, fiiliyatta
yüksek fazilete sahip kimseler, paranın de erine boyun e mi oluyorlardı. Çünkü, kan asaleti
bu yolda yürüyünce, yerini mali asalete bırakmak zorunda kalaca ı pek açık idi. Çünkü mali
i lemler, sava lardan çok daha kolay ba arılı olurlar.
Bu durumda gerçek kahraman veya devlet adamı için bankaların adamı olan Yahudilerle
rasgele münasebette bulunmak pek uygun bir hareket de ildi. Gerçekten kabahatli olan bir
kimse, kendisine verilen ucuz ni anlara hiçbir önem yakı tıramaz ve bunu te ekkür ederek
reddetmekten ba ka bir ey yapamazdı. Fakat kan bakımından bu geli me son derece feci idi.
Asalet, kendisine hayat veren ırkçı hikmetini kaybetti. Daha çok, çevresinin ço unlu u için
asalet unvanına layık oluyordu. Ekonomik bozulmanın önemli olayı, ahsi mülkiyet
hukukunun yava yava da ılması ve genel ekonominin tahviller kanalıyla irketlerin
mülkiyetine do ru kayı ıydı. Mülkiyetin bu terk edili i, ücretliler kar ısında ölçüsüz bir oran
aldı. Borsa ba arı kazandı, a ır a ır ve muhakkak bir surette milletin hayatını himayesine aldı.
Almanya'nın servetinin uluslararası bir hal alması tahvil usulü ile sa landı. Bu arada Alman
sanayinin bir kısmı kendim bu akıbete kar ı korumaya çalı ıyordu. Fakat Alman sanayi bu
mücadelede, istilacı kapitalizm sisteminin, kendisine en sadık orta ı olan Marksizm'le birlikte
yaptı ı saldırı sonunda yenik dü tü. A ır sanayine kar ı giri ilen mücadele Alman
ekonomisinin Marksizm tarafından uluslararası hale sokulmasının açık bir ba langıcıdır. Esa-
sen Alman ekonomisi, Marksizm'in ancak devrim sırasında kazandı ı ba arı ile tamamen yok
edilebildi. Ben bu kitabı yazdı ım sırada, Almanya'nın demiryolu ebekesine kar ı giri ilen
genel saldırı, sonunda ba arıya ula tı. Bu demir-. yolu ebekesi uluslararası maliyenin a ına
dü tü. Böylece uluslararası Sosyal-Demokrasi en önemli gayelerinden birine ula tı.
Alman milletinin ekonomik yönden ufalandı ının en açık delili, sava sonunda Alman
sanayinin ve ticaretinin ba ında bulunanlardan birinin, Almanya'nın tekrar dirilmesinin
ekonomik kuvvetlerle olaca ını iddia etmesidir. Fransa, bu hataya çare bulmak için, ö retim
müesseselerinin programlarını tekrar hümanist temel üze- rinde kurarken, bizde millet ile
devletin payidar kalmaları bir ide-| alin ölmez nimetlerine de il, ekonomik sebeplere ba lı
olaca ına t dair saçma sapan sözler yükseliyordu. Stinnes'in eskiden ortaya attı ı bu
dü ünceler inanılmayacak derecede bir a kınlık meydana getirdi. Fakat bu dü ünceleri
hemen i lediler ve büyük bir süratle bütün arlatanların a ızlarında nakarat haline getirdiler.
Kader, devrimden sonra bu herifleri, devlet adamı adı altında Alman milletinin ba ına bela
etti.
BÖLÜM 10
Almanya'da sava tan önce çökmeyi hazırlayan en korkunç olaylardan biri de her yönden, her
eyin ve herkesin üzerine yapılan tel kinle, enerjinin yok edilmesiydi. Herkes kendisini bir
emniyetsizlik içinde görüyordu. Bu durum kar ısında ortaya çıkan korkaklık da herkesin
enerjisini yutuyordu. Ö retim müesseseleri de bu hastalı ı iddetlendirdi. Sava öncesi
Almanya'da ö retim inanılmayacak derecede zaaflar gösteriyordu. Bu ö retim sistemi sadece
saf bir bilgi veriyordu ve nüfus ve kudret mefhumuna pek az ba lı idi. Ferdin karakterinin
olu umuna pek az önem veriliyordu. Ayrıca sorumluluk ta ımanın verdi i zevkin geli mesine
dikkat edilmiyordu, iradenin karar verme kudretinin geli mesi de ihmale u ruyordu, i te bu
usulün kurbanları olan Almanlar için sava tan önce çok bilgili sıfat kullanılıyordu. Biz
Almanlar seviliyorduk. Çünkü bizden pek çok faydalanıyorlardı. Fakat bize saygı
göstermiyorlardı. Sebep karakter zayıftı. E er Almanlar milliyetlerini ve vatanlarını
kaybederlerse buna pek a mamak gerekirdi. Bu durumu "elde apka bütün memleket
dola ılır" darbımeseli gayet iyi ifade etmektedir.
Bu uyu turucu yumu aklık hükümdarla olan münasebetlere de sirayet edince, sonuç çok
korkunç oldu. Hükümdara hiçbir zaman "hayır" denmeyecekti. Hükümdarın lütfen
söylediklerinin hepsi, tasdik edilecekti. Halbuki insan haysiyetinin en hür görünümü hü-
kümdarın huzurunda gerekli ve faydalı olabilirdi. Yapılanların hepsi dalkavukluktu ve
monar i bu dalkavukluklar yüzünden öldü. Bu rezil ve cıvık herifler, en asil tahtların yanında
kendilerini çok rahat hissetmi lerdir. Bu adi adamlar her olayda efendilerine tam bir ba lılık
gösterirlerken, insanlı ın büyük bir kısmına da hakaret ediyorlardı. Hele zavallı topluluklara
kar ı kendilerim tek monar istler olarak tanıtırlarken, yüzsüzlü ün en büyük örne ini
veriyorlardı, ister asil olsun, ister olmasın, bu gerçek riyayı ancak bir solucan yapabilirdi, i in
esası ara tırılırsa, monar inin ve özellikle monar i fikrinin mezar kazıcılarının yine bu herifler
oldukları görülür. Zaten bir sonuç da çıkmazdı.
Bir dava u runda harekete geçen kimse, hiçbir zaman sinsi bir dalkavuk gibi faaliyet
göstermez. Bir müesseseyi kurtarmaya veya onu ilerletmeye karar vermi olan kimse, bu
davaya kalbinin bütün lifleri ile ba lanmalıdır. Herhalde, monar inin demokratik dostlarının
yaptıkları gibi, kapı kapı dola ıp aleyhte birtakım yalanlar söylememelidir. Tersine dava
adamı, hükümdarı pek ciddi bir ekilde her eyden haberdar edecek ve onu ikna etmeye
çalı acaktır. E er hükümdar bir felakete sebep olacak karara varırsa, onun kendi iradesine
göre karar vermekte hür kalmasını reddedecek ve bu menfur kararı kabul etmek hakkını
kendisinde bulmayacaktır. Böyle durumlarda bir tehlike dahi do acak olsa, monar iyi
hükümdara kar ı korumaya mecburdur.
Bu te kilatın de eri o sıra ba ta bulunan hükümdarın ahsına dayanıyorsa, bu müessese akla
gelenlerin en kötüsü, en berbatıdır. Çünkü hükümdarların sanıldı ı gibi akıl ve hikmete, hatta
sadece karaktere sahip bir seçkin zümre meydana getirmeleri pek enderdir. Bunun böyle
olmayaca ım dalkavuklu u kendilerine meslek edinmi olan kimseler iddia edebilirler. Fakat
bütün do ru ve namuslu kimseler, böyle bir aptallı ı ayakları ile itmekten bile tiksinirler, i te
bir devlet için de en de erli olan kimseler bunlardır. Hükümdar söz konusu edilse bile, bütün
hükümdarların gözünde tarih, tarihtir ve gerçek, gerçekten ibarettir. Asla büyük bir
hükümdarın ahsında, büyük bir adama tesadüf edilemez. Böyle güzel bir tesadüf milletlere
pek az nasip olur. Demek oluyor ki monar i fikrinin de eri ve önemi bizzat hükümdarın
ahsına istinat ettirilemez. Sadece Allah, tacı Büyük Frederic gibi dahi bir kahramanın veya
Birinci Guillaume gibi akıllı bir kimsenin ba ları üzerine koyma kararını alır. Bu ans ise,
yüzyılda bir meydana gelir, pek ender olarak daha da sık görülebilir. Fakat burada da fikir
ahsa aittir. Bu te kilatın ruhu, bütünü dü ünülerek meydana getirilmi bir müessesedir, i te
bu sebepten dolayı hükümdar bir hizmetkar seviyesine iner. O da artık bir makinenin
vidasından ibarettir ve makinenin tümüne kar ı bazı görevlerle yükümlüdür. Hükümdar da
yüksek gerekler kar ısında e ilmek zorundadır. Monar inin tacını ta ıyan hükümdar, kendi ta-
cına kar ı i lenecek cinayetlere göz yumması gereken de ildir. Gerçek monar ist bu ekil
davranı tan onu alıkoyacaktır ve alıkoyması gereken adamdır. E er bu müessesenin de eri
fikirde olmayıp, ne ekilde olursa olsun taç giymi ahısta toplansaydı, çılgınlık yapan bir
hükümdarı dahi tahttan indirmek hakkı bulunmazdı.
imdiden bu noktayı açıkça meydana koymak gerektir. Günümüzde, ortadan kalkmı bazı
olayların gittikçe yeniden sahneye çık tıklarını görüyoruz. Bu olaylar, monar inin
yıkılmasında ba rolü oynamı tı, i te imdi bu herifler yüzleri kızarmadan, yeniden
hükümdarlarından bahsetmektedirler. Halbuki birkaç yıl önce en mü kül anda hükümdarı terk
etmi lerdi. Ama bugün kendilerinin yalanlarına katılmayan Almanları, fena kimseler olarak
damgala maktadırlar. Gerçekte bu korkak adamlar 1918 yılında kızıl pazı bandı görür görmez
çil yavrusu gibi da ılan ve dört bir tarafa kaçı anlardı. Hükümdarlarını bırakıp, silahlarını
derhal bir kenara ata r ak ellerine birer baston alıyorlar, tarafsız boyunba larından korkuyorlar
ve barı sever burjuvalar gibi etrafta hiçbir iz bırakmadan ortalıktan kayboluyorlardı. Bu
hükümdarlık ampiyonları ve ak akçılar birdenbire yok olmu lardı. Ancak devrim fırtınası
ba ka heriflerin sayesinde, bunlara yeniden her yerde "ya asın hükümdar!" diye ulumak
imkanını verecek kadar dindi i zaman, tahtın bu hizmetkarı ve mü avirleri tekrar kendilerini
ihtiyatlı adımlarla ortaya çıkardılar imdi yine bu adi herifler hırs ve istek dolu sözlerle etrafı
kolaçan edip, Mısır'ın so anlarına hasret çekiyorlardı. Hükümdar lehindeki gayretlerini ve
harekete geçme hırslarını zor zaptedebiliyorlardı. Fakat yeniden kızıl pazubandlar ortalıkta
görünüp, eski monar i serabı tekrar oluncaya kadar böyle davranacaklar ve sonunda yine köy
den kaçan sıçanlar gibi da ılıp gideceklerdi.
Hükümdarlar, bu durumdan bizzat sorumlu olmasalardı, bu günkü ak akçılarına ra men
kendilerine acınabilirdi. Fakat bu hükümdarlar unu bilsinler ki, böyle övalyeler olursa
tahtlar kaybedilir, fakat hiçbir zaman bunlarla yeni tahtlar kazanılmaz. Bu sadakat bugünkü
ö retimimizin hatalarından biri idi. Hatta bu konuda da acı bir intikam aldı. Bu sadakat, aynı
üzücü olayları bütün saraylarda meydana getirmi ve monar inin temellerini a ır a ır
yıkmı tır.
s
Bina sallanmaya ba ladı ı sırada ise buna sebep olanlar ortalıktan i kaybolup
gitmi lerdir. Hiç üphe yok ki korkaklar ve yüze gülen , herifler, efendileri u runda canlarını
feda etmezler. Bu hükümdarlar , bu gerçe i hiçbir zaman ö renemediler. Bu eksiklikleri de
onların • yok olmaları sonucunu do urdu. Bu manasız ö retimden çıkan sonuç, sorumluluk
korkusu ve hayati konularla ilgilenmek için bile
bir zaaf te kil etti.
Bu salgın hastalı ın ba langıç noktası, hiç üphe yok ki parlamento müessesesi oldu. Çünkü
bu müessese sayesinde sorumsuzluk mikrobu laboratuarda ürer gibi ço alıp, etrafa yayıldı.
Böylece hastalık yava yava bütün faaliyetlere sirayet etti. En büyük tesirini de devletin
faaliyetleri üzerinde gösterdi. Her tarafta ve her eyde sorumluluktan kaçınılmaya ba landı.
Sadece yetersiz ve yarı tedbirler alındı. Birisi bir sorumluluk alacak olursa, kabul edilen
sorumluluk en a a ı hadde indirildi.
Kamu hayatında gerçekten zararlı birtakım olayları ve bu olayların devamlılı ı kar ısında
bütün hükümetlerin aldıkları tedbir ve vaziyet incelenmelidir. Bu genel adili in korkulacak
önemi (!) kolayca görülecektir. Gözümüzün önünde duran örnekler yı ını içinden sadece
birkaçını ele alaca ım.
Gazetecilikte, basını devlet içinde büyük bir kudret gibi göstermek pek adet olmu tur.
Gerçekten basının önemi büyüktür ve de erini takdir etmemek hatadır.
Gazete okuyucusunu üç kısma ayırmak mümkündür:
1. Her okudu u eye inananlar.
2. Hiçbir eye inanmayanlar.
j 3. Okudu unu bir tenkit ruhu ile tetkik ettikten sonra bir hükme varanlar.
Birinci kısma dahil olanlar sayıca en kabarık olanlardır. Halkın büyük bir ço unlu unu içerir.
Yani milletin fikir bakımından en basit bölümünü temsil ederler. Bunlar do um tarihleri
itibariyle veya tahsil ve terbiyeleri bakımından dü ünme ve muhakeme kabiliyeti
, olmayan, basılı olarak ellerine verilen her eye inanan kimselerdir.
(
Bir de bu gruba, muhakeme yapabilecek durumda oldukları halde, dü ünme tembelli i
dolayısıyla ba ka bir kimsenin daha önce dü ünmü oldu u herhangi bir eyi minnettarlıkla
kabul eden ve o kimsenin bu ey için gayret sarf etmi oldu unu zanneden ve do ru olaca ını
tevazu ile kar ılayan "akıllılar takımı" da dahildir.
Ço unlu u temsil eden bu kütle üzerinde basının tesiri çok büyüktür. Bunlar kendilerine
sunulan eyleri incelemek için istek göstermezler, esasen bir eyi inceleyebilecek kabiliyete
de sahip de illerdir. Bu grup ciddi ve gerçe e sadık kalan yazarlar tarafından do ru yol
gösterilip aydınlatıldıkları takdirde müspet netice alınır. Fakat bu gruba bilgi verenler, rezil
kimseler veya yabancılar oldu u takdirde bu yayının sonucu zararlı olur.
ikinci gruba gelince, bunlar sayıca pek büyük bir yekûn tutmazlar. Bu grup önceleri birinci
gruba dahil olup, daha sonra acı hayal kırıklıklarına u radıkları için kendilerine basılı bir
metin eklinde hitap edildi inde hiçbir eye inanmamaya karar vermi kimselerdir. Her
gazetenin içeri i hakkında atıp tutarlar. Bütün gazetelerden nefret ederler. Bu gruba dahil
olanlara göre, gazetelerin yazdıkları eyler yanlı ve yalandan ibarettir. Bu tür kimseleri idare
çok zordur. Çünkü gerçek kar ısında dahi vesveseli kalırlar. Bu u demektir ki, olumlu her i
için bu kimseler kaybedilmi birer elemandır.
Üçüncü grup, ikinci gruba nispetle daha da küçük olanıdır. Sayıları çok azdır. Zeki
kimselerdir. Bunlar, do u tan ve gördükleri e itim sonunda dü ünmeyi ö renmi lerdir. Her
hususta kendi kafalarınca bir hüküm vermek isterler. Okudukları her eyi derin bir tetkike,
etraflı bir dü ünceye ve de erlendirmeye tabi tutarlar. Bir gazeteyi ellerine aldıkları vakit, o
gazetedeki yazar ile uzun süre zihnen mesai birli i yaparlar. Bunun için yazarın görevi
zorla ır. Gazeteciler de bu tip okuyucuları ancak ileriyi dü ünerek severler.
Bir gazetenin yazıları üzerine sıvayıp sundu u budalalıklar, bu kimseler için bir tehlike te kil
etmez. Onlar, her gazeteyi gerçe i ancak ara sıra yazan bir alaycı adam olarak dü ünürler. Bu
kimselerin önemi, zekaları bakımındandır, yoksa sayılarından dolayı de ildir. Akıl ve
hikmetin bir de eri olmayıp, ço unlu un her ey demek oldu u bir devirde ise bu hal
felakettir.
Bu kimselerin, ahlaktan mahrum, cahil, kötü niyet sahibi e itimcilerin ellerine dü melerine
engel olmak bir devlet görevi ve aynı zamanda birinci derecede sosyal görevdir. Bundan
dolayı devlet bu gibi kimselerin yeti melerine nezaret etmek ve adi makalelerin yayınına
engel olmak görevi ile mükelleftir. Bunun içindir ki, devlet balı sini yakından kontrol altında
bulundurmalıdır. Çünkü basının bu kimseler üzerindeki nüfuzu çok daha kuvvetlidir. Bu da
geçici bir E ekilde de il, devamlı tesir yapmasından ilen gelir. Basın o büyük s önemini,
ö retti i eyleri devamlı tekrar edebilmesinden kazanır.
I
1
Ba ka hususlarda oldu u gibi burada da devlet bütün vasıtaların aynı gayeye hizmet etmesi
gerekti ini unutmamalıdır ve hükümet "basın hürriyeti" denilen saçma bir sözden dolayı acze
dü memelidir. Yoksa böyle bir durum; hükümeti, görevini eksik yapma a ve mille -I ti fayda
gördü ü bir gıdadan mahrum etmeye sevk eder. Hükümet l hiçbir kuvvetin durduramadı ı bir
azim ve kararla bu e itim vasıta-ı avucunun içine almalı ve onu devlet ile milletin hizmetinde
bulundurmalıdır.
Sava tan önceki basın hangi gıdayı sa ladı? Bu basın en i renç bir zehir de il miydi? Bütün
devletler Almanya'yı yava yava , fakat muhakkak surette öldürmeyi bir görev kabul ettikleri
bir sırada Alman milletine barı çılık a ılanmadı mı? Basın milletimizi ahlak dı ı bir
istikamette terbiyeye yardımcı olmadı mı? Ahlak, örf ve adetler irtica olarak gösterilmedi mi?
Basın, devlet binasını yıkmak için, tek bir darbe yetecek ekilde devlet otoritesinin
temellerine girmedi mi? i Devamlı ele tirilerle ordu a a ılanmadı mı? Genel askerlik
hizmetine sabotaj yaparak orduya ayrılan tahsisatın reddini istemedi mi? Liberal denilen
basın, Alman milleti ve imparatorlu u için bir mezar kazıcısından ba ka bir ey olmamı tır.
Bu konuda Marksist »•yalancılık hakkında söylenecek bir ey yoktur. Kedi "dı ardan
bakıldı ında sanki objektif bir tutum içinde kalarak " için sıçan avlamak , gibi... Onların
nazarında yalan, bir hayati lüzum ve icaptır. Bunların
(görevi, Alman milletini uluslararası sermayenin ve bu sermayenin
:
sahipleri olan
Yahudilerin esaretine sokmak için milletin belkemi ini kırmaktır. Milletin bu toptan
zehirlenmesi hareketine kar ı, devlet hiçbir te ebbüste bulunmadı. Birkaç gülünç tesirsiz
kararname Ve pek iddetli bazı kötülüklere kar ı birkaç basit ceza ile yetinildi. Bazen
müdahale ederek, bazen basının de eri ve önemi teslim edilerek bu belanın sevgisini
kazanmanın mümkün olaca ı sanıldı. Fa-- kat bütün bu saçmalıklara Yahudiler tebessümle
kar ılık verdiler ve JV sinsi bir te ekkür ile borçlarını ödediler. Devletin bu miskinli inin ve
aczinin sebebi bu tehlikenin anla ılmamı olmasında de ildi. Sebep, insanı delirtecek
derecede bir korkaklıkla alınan karar ve tedbirlerden do an zaaftı. Kesin ve köklü tedbirlere
ba vurmaya kimse cesaret edemiyordu. Sadece göstermelik tedbirlerle, güya bir eyler
yaptıklarını sandılar ve yılanın kafasını ezecekleri yerde onu iddetle tahrik ettiler. Sonuç,
eski durum de i medi i gibi, ezilmesi gereken müessesenin kuvvetinin yıldan .yıla artması
oldu.
O zamanki Alman hükümetlerinin, milleti yava yava zehirleyen ve kayna ı Yahudi olan
basına kar ı kendini savunması için açtı ı sava kararsız ve özellikle bir gayeden yoksun idi.
Gerek bu mücadelenin öneminin takdiri, gerek vasıtaların seçilmesi ve sa lam bir plan
yapılması hususunda bilgiler eksikti. Her kafadan bir sürü ses çıkıyordu. Bazen çok ileri
gittiklerini hissettiklerinde, herhangi bir gazeteciyi hapse atıyorlardı. Fakat bu tedbir birkaç
haftalık veya birkaç aylık bir i ti. Yılan yuvasının eski hali ile ortada durmasına hiçbir ey
söylenmiyor ve yapılmıyordu. Hiç üphe yok ki bu durum, bir yandan Yahudilerin kurnazca
davranı larının, öte yandan koca bir budalalı ın sonucu idi. Yahudi, basının tamamına hücum
edilmesine müsaade etmeyecek kadar akıllıydı. Marksist gazeteler, halkın kutsal saydı ı her
eyin aleyhinde en kaba bir ekilde sava açarlarken, en adi ve pis bir dille devlete ve
hükümete saldırarak, milletin çe itli parçalarını birbirlerinin aleyhinde kı kırtıyorlardı. Bu
sırada burjuva-dernokrat Yahudi gazeteleri de iddetli sözlerin hepsinden kaçınmaya gayret
ediyorlardı. Gerçekte bu Yahudi gazeteler, bo kafaların ancak dı görünü e bakarak hüküm
verdiklerini, her eyin de erim içeri i ile de il de, sadece dı ardan gördükleri ile ölçtüklerini
biliyorlardı. Yahudi basını, kendisine saygı ve riayeti insanlı ın bu zaafından faydalanarak
sa lıyordu.
Bu adamlar için Frankfurt Gazetesi ciddi ve haysiyetli gazete i-di. Bu gazete hiçbir zaman adi
tabirler kullanmaz, maddi sertlik ve iddetlerin aleyhinde bulunur ve daima mücadelesini
aklın silahları ile yapardı. Fakat ne garipti ki, bunlar akıldan en çok yoksun olanların tercih
ettikleri silahlardı.
Bu adamlar için Frankfurt Gazetesi ciddi ve haysiyetli amacın derin anlamını anlayacak
duruma yükseltmeden öylesine bir ilim ile tanı ık halde bırakan yarım ö retimdi. E yanın
derin anlamını anlayabilecek seviyeye çıkmak için sadece gayret ve iyi niyet bir i e yaramaz.
Burada akıl da gereklidir, hem de do u tan kazanılmı bir akıl... En son ilim daima derin ve
tabii sebeplerin sonucudur. imdi bu anlattıklarımı biraz açıklayayım.
nsan hiçbir zaman, tabiatın hakimi olmak gayesine gerçekten eri ti ine inanmak gibi
bir hata i lememelidir. Yarım ö retimin verdi i gurur böyle bir hata i lemeye fırsat hazırlar.
Tam aksine tabiatın hakimiyetinin gere ini ve zaruretini idrak etmek ve kendi hayatının,
yükselmek için gereken, o ebedi kavga ve gayret kanunlarına ne kadar ters dü tü ünü anlayıp,
bilmelidir, i te o zaman, gezegenlerle güne in elips eklinde yol takip ettiklerini, ayın ve
yıldızların döndüklerini, kuvvetin her tarafta ve tek ba ına zayıfı ezerek hakim oldu u ve
zayıfı kendi hizmetim gördürmeye zorladı ı veya parçalayıp da ıttı ı bir dünyada, insanın
özel kanunlara ba lı olmayaca ını hissedecektir, insan da bu en büyük akıl ve hikmetin
sonsuz prensiplerinin hakimiyeti altındadır, insan bunları anlama a te ebbüs edebilir, fakat
bunlardan kurtulmaya hiçbir zaman muvaffak olamayacaktır.
Yahudi özellikle bizim fikir sapıkları için, fikir gazeteleri yayınlar. Franfurter Zeitung ile
Berliner Tageblatt bu tip gazetelerdendir. Bunların ifade biçimleri özel okuyucularına göre
ayarlanmı tır. Bu fikir basım, bu insanlar üzerinde tesirli olur. Dı ardan bakıldı ında çok
münasebetsiz gibi görünecek bütün ekillerden kaçınırlar, ama bu gazeteler okuyucularının
kalplerine ba kalarından aldıkları zehirleri akıtırlar. Ahenkli yazılarla okuyucuyu sadece saf
ilmin veya yüksek ahlakın kendilerim harekete getiren kuvvet oldu u kanaati ile aldatırlar.
Halbuki, gerçek böyle de ildir. Onlar bu vasıta ile, rakibinin elinden basına muhtaç oldu u
silahı çekip almak için hile ve deha dolu usule ba vurmaktadırlar.
Gerçekte bazıları zorla ciddiyet ve a ırba lılı ı yaymaya çalı ırlarken, bütün ahmaklar buna
pek kolay kanarlar. Çünkü di erleri tarafından söz konusu edilen tek ey hafif ihtiraslardır ve
bunlar hiçbir zaman basın hürriyetine tecavüz de ildir. Halka yalan söylemek ve yalana
inandırmak, onu zehirlemek için istifade edilen ve herhangi bir cezadan masum kalan usulün
uygulanmasına basın hürriyeti denir. Devlet adamları di li basını aleyhlerine çevirmek
korkusu ile bu haydutlu a kar ı gelmekten çekinirler. Bu çekinme de pek haklıdırlar. Çünkü
bu adi gazetelerden birine kar ı gelinecek olsa hemen di erleri onun tarafını tutarlar. Yalnız
bu gazetenin mücadele usulünü onaylamazlar. Onlar için söz konusu olan ey sadece basın
hürriyetinin ve fikrinin, açıkça söz söyleme prensiplerinin müdafaası ve yayılmasından
ibarettir.
i te bu haykırmalar kar ısında en kuvvetli kimseler zayıflarlar. Çünkü bu kampanya sadece
büyük gazeteler tarafından açılır.
. i te böylece bu artlar içinde geli en bu zehir, hiç kimsenin kar ı koymasına fırsat vermeden
milletimizin kanında akıp gitti. Devlet de bu hastalı a kar ı kuvvetli olamadı. Daha önceden
kendisini hissettirmi olan imparatorlu un çökü tehlikesi için kullanılan çarelerin gülünç ve
yetersiz oldukları derhal belli oluyordu. Her silahla kendisini korumaya kalkan bir müessese,
artık kendisini kapıp koyvermi demektir. Her sınıf, iç bozulmanın açık bir i aretidir. Dı
yıkılma er geç bunu takip edecektir.
Ben öyle tahmin ediyorum ki, bugünkü nesil gayet iyi sevk ve idare edilirse, bu tehlikeye
kolayca kar ı konacak ve engel olunacaktır. Günümüzün nesli öyle olaylardan geçti ki, bu
olaylar henüz bozulmamı olanların sinirlerinin kuvvetlenmesine yardım etti. Hiç üphe
edilmesin ki Yahudilerin çok sevdi i yuvaya bir el atıldı ı, bu el koyma ile basın rezaletlerine
son verildi i ve bu kapsamlı e itim vasıtası devletin hizmetine sokuldu u, millete yabancı ve
dü man olan kimselerin nüfuzlarından kurtarıldı ı zaman, bu gazetelerde yine büyük bir
feryat kopacaktır. Fakat bu; biz gençlere, eskiden babalarımıza oldu undan daha az bir sıkıntı
verecektir. Otuz santimetre boyundaki bir obüs, daima bir Yahudi yılanının çaldı ı ıslıktan
daha kuvvetli ses çıkarır. Öyle ise bırakalım onları ıslık çaladursunlar...
imdi verece im örnek sava tan önceki Alman hükümetinin milliyet için en önemli hayati
konulardaki yetersizli ini ve aczini bir kere daha ortaya koyacaktır. Siyaset, örf, adet ve ahlak
yönünden halkın kirletilmesine paralel olarak ve aynı iddette bir ba ka zehirlenme olayı
daha, birçok yıldan beri milletimizin fertleri üzerinde meydana geliyordu. Frengi ile verem
adeta yarı halinde idi. Frengi büyük ehirlerde gittikçe iddetini arttırıyordu. Verem ise
memleketin dört bir tarafında bir orak gibiydi, yakaladı ım biçiyordu. Frengiye kar ı, devletle
beraber halk da teslim oldu. Ciddi bir ekilde mücadele gerekiyordu. üpheli bir ilacın
yapılması ve kullanılması, bu salgına kar ı hemen hemen tesirsiz kalırdı. Zahiri olayları orta-
dan kaldırmaktan çok, sebeplerle mücadele etmek daha do ru olurdu. Sebep, birinci derecede
a k ve fuh a dayanmaktadır. Fuhu f frenginin o korkunç yayılma sonucuna sebep olmasa
bile, millet için yine zararlıdır. Çünkü ahlak dü künlü ü bir milleti a ır a ır ve tamamen
tahrip için yeterlidir.
Manevi hayatımızın Yahudile tirilmesi ve çiftle me tatbikatının [bir para meselesi ekline
çevrilmesi zürriyetimiz üzerinde er geç zararlı olacaktır. Tabii bir histen do mu sıhhatli bir
çocu a kar ılık, ameli sahada, mali bir muameleden dünyaya gelmi mahsuller ortaya
çıkacaktır. Bu mali muamele Alman milletinin izdivaçlarına git-1 tikçe hakim olacaktır. A k
iddetle hüküm sürüyorsa da bu ba ka ilerde oluyordu.
Bu konuda da tabiatla bir süre alay etmek pek tabii mümkün-
!
'dür. Fakat intikam er geç gelir
ve kendim bir süre sonra gösterir ve-insan ate bacayı sardıktan sonra bunun farkına varabilir.
Evlenmenin normal ilk artlarının daima takdir edilmemesinden çıkan sonuçların ne kadar
tahribe sebep oldu unu, bizim asaletimize bakarak görmek kolaydır. Burada bir ço almanın
kısmen kibar hayattan do an zorlama üzerine, kısmen de mali sebepler üzerine istinat eden
sonuçları de erlendirilir. Bunlardan biri kanın zayıflamasına, di eri de zehirlenmesine sebep
olur. Çünkü ma azalarda tezgahtarlık yapan Yahudi kızları ve kadınları, son Altes'in
zürriyeti-' ni sa lamaya ve devam ettirmeye ehil sayılırlar ve bununla bir Alteslili in her
eyine sahip olurlar. Her iki halde de bundan tam bir Soysuzla ma hasıl olur. Burjuva sınıfı
bugün aynı yol üzerinde yürümektedir. O da aynı sonuçla kar ıla acaktır.
Ho olmayan gerçeklerin önünden kayıtsız bir ekilde geçip gitmek için acele ediliyor. Sanki
böyle davranılırsa, var olan bir eyi yok etmek mümkün olacakmı gibi dü ünülüyor. Ama,
büyük ehir halkının a k hayatında fuhu geni bir yer almakta ve bu yüzden frengi salgını
gittikçe artarak sayısız kurbanları yutmaktadır. Bu gerçek inkar edilemez, olaylar ortadadır.
Bu toplam bula manın açık örneklerinin bir kısmı akıl hastanelerinde, di er bir kısmı da ne
yazık ki çocuklarımızda görülmektedir. Evet özellikle çocuklar, cinsi hayatımızda bu korkunç
hastalı ın devamlı yayılı ının açık delilleridir. Çocukların hastalıklarında anne ve babaların
rezaletleri ortaya çıkmaktadır.
Buna hal çaresi bulmanın çe itli yolları vardır. Bazı kimseler hiçbir ey görmezler veya hiçbir
ey görmek istemezler. üphesiz bu ekil davranı , en basit ve en iktisadi bir vaziyet alma
usulüdür. Bazıları da gülünç oldu u kadar, yalan olan bir solu un kutsal örtüsü ne bürünürler.
Bütün konularda sanki büyük bir günahtan bahsediliyormu gibi konu urlar ve her eyden
önce, yakalanan günahkar aleyhinde en büyük nefretlerini belirtirler. Sonra da yobazca bir
nefret içinde, bu dinsiz hastalı a kar ı gözlerini kaparlar ve Sodome ve Gamore'nin üzerine
kükürt ve zift ya dırarak bu utanmaz insanlı a yeni bir ibret dersi vermesi için Tanrı'ya dua
ederler.
Nihayet üçüncü kısma dahil olanlar, bu salgının bir gün sebep olaca ı sonuçlan pek açık
olarak görürler. Fakat omuzlarını silkerler. Tehlikeye kar ı koyamayacaklarım sanırlar. Öyle
ki, olayları kendi haline bırakmak fikrine inanırlar.
in do rusu aranırsa, bütün bunlar rahat ve basittirler. Fakat u unutulmamalıdır ki,
millet bu kadar rahat gidi in kurbanı olacaktır. Ba ka milletlerde de bunun böyle oldu u
eklindeki bahane, pek tabiidir ki bizim çökü ümüzde hiçbir eyi de i tirmez. Nedense
ba kalarının da aynı kötülük içinde olduklarını bilmek, birçok ki ide kendi acılarını
hafifletmeye yetmektedir. Fakat o zaman da, hangi kuvvetin kendili inden ilk ve yalnız olarak
bu salgına kar ı gelece im ve hangi milletlerin bu yüzden yok olup gideceklerini bilme
meselesi ortaya çıkar. Bu da ırkın de eri hakkında bir ölçüdür. Felakete gö üs geremeyen ırk
ölecek, yerini daha kusursuz veya daha sa lam ve kar ı koymaya daha kabiliyetli ırklara
bırakacaktır. Bu konu her eyden önce gençlikle ilgilidir, babaların günahları onuncu nesle
kadar gençlerden intikam alır. Bu gerçek, kan ve ırk aleyhinde bir suikasttan ibarettir.
Kan ve ırk aleyhindeki günah, dünyamızın ilk i lenen günahıdır ve bu günaha kendini terk
etmi bir insanlı ın sonunu gösteren bir i arettir, i te bu konuda sava tan önceki Almanya'nın
durumu pek esef verici oldu. Bu frengi hastalı ının büyük ehirlere yayılmasını önleyecek ne
gibi tedbir alındı? Salgını önlemek ve a k hayatımızın bu "mammonisation" unun üstesinden
gelmek için ne yapıldı? Halkın frengiye yakalanmaması için yapılan çalı malardan ne sonuç
alındı? Olması muhtemel eyler, bir bir sayılırsa, bu soruların cevapları da kendili inden
verilmi olur.
Önce bu i i hafife almamak gerekir. Birçok nesillerin saadet ve felaketlerinin bu
konuda alınacak tedbirlere ba lı oldu unu anlamak arttır. Bu konunun milletimizin gelece i
ile yakından ilgili oldu u bilinmelidir, î te böyle dü ünülürse, radikal tedbirler almak VC
radikal müdahalelerde bulunmak zorunlulu u do ardı. Her eyden önce milletin bütün
fertlerinin dikkatleri, mücadelenin önemi ile beraber korkunç tehlikenin üzerine çevrilmeliydi.
Hiç üphe yok ki, gerçekten kesin ve tahammül edilmesi pek zor olan mecburiyetlere herkes
uyduktan sonra, alınacak tedbirlere, gerçek bir kurtulu hassası vermek mümkün olur. Fakat
bunun için konuyu kuvvetli ve «çık bir ekilde ortaya koymak ve buraya çevrilecek dikkatleri
da ıtacak olan günlük konuları bir yana itmek gerekir. Dı ardan bakıldı ında sa lanması
imkansız gibi görünen tedbirleri ve en çetin görevleri yerine getirmek lazımdır. Halkın bütün
dikkati aynı konulun üstünde toplanmalı ve sanki ölüm kalım meselesi gibi görünen bu
davanın çözümlenmesi gere i herkese kabul ettirilmelidir. Ancak böyle hareket edilirse bir
millet kendi arzusu ile büyük zorluklara katlanmaya kabiliyetli hale getirilebilir.
Bu prensip yüksek gayelere ula mak durumunda bulunan kimseler için de geçerlidir. Böyle
bir durumda olan bir kimse de göreve ancak büyük parçalar halinde giri melidir. Bu kimse
bütün çabasını [•' görevinin belirli bir bölümü üzerinde teksif etmelidir. Bu durum, görev
layıkıyla yapılıp bitirilene kadar devam etmeli ve sonra gayenin di er parçalarına
geçirilmelidir. E er dava adamı yürüyece i ve fethedece i yolu böyle birbirinden ayrı
bölümlere parçalamazsa ve bu bölümlerin her birini büyük bir ba arı ile çözümlemek için, bü-
tün kuvvetini bir noktaya toplamak metodundan ayrılırsa, günün birinde muhakkak yolunu
kaybedecektir. Hedefe do ru tırmanmak için pek büyük enerjilerin devamlı olarak sarf
edilmesi gerektir ve hiç üphe olmasın ki bu tip çalı ma bir sanattır. Hedefe giden yolun
zorluklarını adım adım a mak ve hiç dü ünmeden bu zorlukların üzerlerine saldırmak için
faaliyet gösterilmesi gerekir. Komuta mevkiinde bulunan kimse, halka, ula ılacak ve
fethedilecek olan ana hedefin bir bölümünü tek hedef diye tanıtmaya, insanlara dikkatlerini
vermeye layık biricik gaye olarak göstermeye ve bu nokta ele geçiri lir geçirilmez di er
bölümler üzerinde de ba arının do aca ını anlatmaya muvaffak olmalıdır, i te insanın hayat
ve mesle inin bu kadar zor bir parçasına hücuma geçmesi için gerekli ilk art budur Yoksa
halkın büyük bir kısmı çok çabuk yorulur, görevinden üpheye dü er ve bütün bunları hiçbir
zaman görü sahası içine alamaz. Bunlar hedefi bir dereceye kadar gözlerinde saklayabilirler.
Fakat gözlerinin önündeki yola ancak küçük parçalarla bakabilirler-Tıpkı yolculuklarının son
noktasını bilen, fakat bitip tükenmez yolun üstesinden daha iyi gelebilmek için onu parçalara
ayırıp azimli adımlarla seyahatinin beklenen hedefim kendisi görüyormu çasına yol alan
yolcuların durumları gibi... Açıkça söyleyelim ki, bu kimseler ancak bu art altında
niyetlerinden vazgeçmeden yol alabilirler.
i te bu ekilde, bütün propaganda vasıtalarının i tirakiyle, frengiye kar ı mücadele konusu
milletin görevi gibi gösterilebilirdi. Bu maksat için imkan dahilinde olan bütün çarelere
ba vurarak, frenginin, felaketlerin en korkuncu oldu unu herkesin kafasına sokmak gerekirdi.
Bu faaliyete, bütün bir milletin gelece inin veya yok olup bitmesinin, bu konunun
çözümlenmesine ba lı oldu u kanaati uyandırılana kadar devam etmek gerekirdi. Ancak,
uzun bir hazırlıktan ve gerekirse yıllarca çalı tıktan sonra, bütün bir milletin dikkati ve bu
dikkatle beraber azim ve bilinci yeter derecede uyandıra-bilinirdi. te bundan sonra da büyük
feragatler isteyen gayet a ır tedbirlere ba vurmak mümkün olurdu. Bunlar yapılırken halk
topluluklarının iyi niyetlerinin birdenbire yok olması veya tedbirlerin gere inin anlatılmaması
gibi bir durumla kar ıla ılmazdı.
Hakikaten bu korkunç salgının üstesinden gelebilmek için görülmemi ve i itilmemi
derecede fedakarlıklara, çok büyük çalı malara katlanmak gereklidir. Frengiye kar ı
mücadele, fuh a, batıl fikir ve inanı lara, eski adetlere, salgının ortaya çıktı ı zamana kadar
makbul sayılan nazariyelere ve bu facianın önemini kabul etmekle beraber bazı çevrelerin
gösterdi i so uklu a kar ı sava mayı gerektirmektedir. Bunları ister hukuki, ister ahlaki bir
temele dayanarak yıkmak için birinci art, gelecek nesillere genç ya larda evlenme im-
kanlarını sa lamaktır.
Fuhu insanlı a kar ı bir tahriktir. Fuh u, ahlak konferansları ve hukuki bir iyi niyet gösterme
ile önlemeye imkan yoktur. Fuh un önlenmesi ve tamamen ortadan kaldırılması daha önce
bazı artların ortadan yok edilmesi ve bazı yeni artların da yaratılması ile mümkündür. Bu
artların ilki, insan tabiatının ve özellikle her erke in ihtiyacına tekabül eden bir erken
evlenme imkanının sa lanmasıdır. Bu konuda kadın ancak basit bir rol oynar.
insanların ne kadar saçma konu tuklarının ve içlerinden ne kadarının akılsız olduklarının en
güzel örne i, sosyeteye mensup annelerin, kızları için "görüp geçirmi " bir damat bulunursa
çok memnun olacaklarına dair söyledikleri sözlerdir. Bu tip görmü geçirmi erkekler ise
nadir de ildir, i te böylesine bir damatla yapılan izdivaçtan meydana gelen çocuk da, bu akla
ve bu dü ünceye uygun bir yaratık olacaktır.
Ayrıca zürriyette bir tahdit meydana geldi i ve tabiat tarafından her çe it seçme hareketine
engel olundu u dü ünülecek olursa, böyle bir te kilatın niçin devam etti ini ve hangi gayeye
yardımcı oldu unu bilmek bir mesele olup çıkar. Bu da bizzat fuhu de il midir? Gelecek
nesiler bu konuda artık rollerini yapmıyorlar mı? Yoksa böylesine canice ve dü üncesizce en
son tabii hakkı ve en son tabii görevi ihlal etti imizden dolayı, çocuklarımızdan ve torunları-
mızdan bizim omuzlarımıza ne kadar lanet yüklenece i idrak edilmiyor mu? i te medeniyet
kuran ırklar böyle çökerler ve yava yava ortadan silinirler.
Gerçekte izdivaç bile bir gaye olarak dü ünülemez. Evlenme insanları daha büyük bir gayeye,
ırkın ço alması ve bekasını hedef alan bir gayeye götürmelidir. Evlenmenin yegane manası ve
görevi budur.
Bu böyle bilindikten ve kabul edildikten sonra erken evlenmenin uygun olup olmayaca ı,
görevini yerine getirmesi ile de erlen-dirilebilinir. Erken izdivaç genç aileye kusursuz ve
sa lam bir zürriyet yeti tirmesine imkan temin eden kuvveti vermesi bakımından uygundur.
urası vardır ki, erken evlenme, önceden sosyal tedbirler alınmadan yapılmamalıdır. Tedbir
alınmazsa erken evlenme akla dahi getirilmemelidir.
i te bu küçük dava, sosyal yönden birtakım kesin tedbirlere ba vurulmadıkça çözümlenemez.
Sosyal oldu u söylenen Alman Cumhuriyeti mesken konusunu halletmekte acz gösterir ve
sadece bu yüzden evlenmeleri tahdit ederse, fuh u te vik etti i açıkça görülerek bu davaların
önemi anla ılır. Ailelerin beslenmeleri sorunla rina gerekti inden az önem verilmesi ve
ücretlerin da ıtılı ekli, ço u zaman evlenmeye engel te kil eden bir husustur.
Fuhu la mücadele edebilmek için evlenmenin küçük bir ya ta imkan dahiline sokulması
gerekir. Bu da ancak sosyal artlarda önemli de i iklikler sayesinde olabilir. Ayrıca, terbiyede
tahsil ile fiziki geli im arasında bir uzla ma sa lanmalıdır. Bugün lise denilen ey, eski
modeline meydan okuma müessesidir. Bizim ö retimimizde sa lam bir fikrin, ancak uzun
zaman dayanıklı bir vücutta kalabilece i tamamen unutulmu tur. Bazı istisnalar dikkate
alınmazsa, bu düsturun do rulu u halk topluluklarına bakıldı ı zaman anla ılır.
Gün oldu ki sava tan önceki Almanya'da bu gerçe e hiç önem verilmedi. Bütün günahları
buna yüklemekle yetiniyorlardı. Zihinleri tek yönlü olarak aydınlatmakla milletin bütünlü ü
garanti altına alınmı sanılıyordu. Bu hatanın cezası, tahmin edildi inden çok önce çekildi.
Komünizmin faaliyet sahası olarak, açlıktan veya uzun süre az gıda almaktan dolayı çökmü
bir halk toplulu unu seçmesi bir tesadüf de ildir. Bu komünizm için elveri li olan çevreler
Almanya'nın merkezinde, Saksonya'da ve Ruhr Havzası'ndaydı. Bütün bu yerlerde
Yahudilerin yaydı ı bu hastalı a kar ı, akıl denilen eyin hemen hiçbir ciddi mukavemetine
rastlanmıyordu. Bunun da tek sebebi, zekanın tamamen maddi olarak fesada ve ahlaksızlı a
u ramı olmasıydı. Bu durum da sıkıntı ve güçlüklerden ziyade, ö retim sistemimizden ileri
geliyordu. Dü ünce gücü yerine, yumru un kesin sonucu tayin etti i bir sırada, fikri terbiye
ve geli menin yok edilmesi, yüksek sınıf mensuplarımızı hakim olma ve geli me
yeteneklerinden yoksun bıraktı. Esasen ahsi korkaklı ın ilk sebebi çok zaman, vücuttaki
eksikliklerden ileri gelir.
Sırf fikri bir e itimin ifrat dereceye vardırılması ve fiziki terbiyenin terk edilmesi, genç
çocuklarda, cinsi tezahürlerin do masına ve tahrikine sebep olur. Spor ve beden terbiyesinin
çelik gibi sertle tirdi i genç, evden dı an çıkmayan, devamlı ekilde fikri gıdalarla a ırı
derecede beslenen gence kıyasla, ehvani ihtiyaçları çok daha az duyar. Akla uygun gelen
terbiye ekli, u hususu dikkate almalıdır. Sa lam bir gencin kadından bekleyece i
memnuniyet, ahlakı bozuk zayıf bir adamın kadından bekleyece i memnuniyetten ba ka türlü
olacaktır. Bütün terbiye gencin, serbest zamanlarında bedenini faydalı bir ekilde takviye ve
geli tirmek olmalıdır. Gençlerin, haylazlık etme e, sokak ve sinemaları kendi öz varlıkları ile
doldurmaya hakları yoktur. Çalı ma süresi bittikten sonra Vücudu kuvvetlendirmek gerekir.
Vücut, hayatın günün birinde onu yumu amı olarak bulmaması için çelik gibi sertle melidir.
Gençli i terbiye edenlerin en kutsal görevleri, bu çelik vücutlu gençleri gelecek için
hazırlamak ve onları sevk ve idare etmekten ibarettir. Ö retim görevlilerinin i i sadece akıl ve
hikmet telkin edip, ilim ö retmek de ildir. "Kendi vücudu ile me gul olmak herkesin ahsına
ait bir i tir." fikri zihinlerden sökülüp atılmalıdır. Hiç kimse zürriyetinin ve bunun neticesi
olarak milletinin zararına günah i lemek hürriyetine sahip de ildir.
Beden terbiyesi ile beraber, ruhun ve maneviyatın zehirlenmesine kar ı da mücadele
edilmelidir. Bizim dı hayatımızın tamamı
;
sanki bir kı bahçesinde geçer. Burada cinsi
tezahürler ve tahrikler filizlenir. Sinema ve tiyatrolarımıza bir göz atalım. Buralarda özellikle
gençli in ihtiyaç duydu u gıdalara asla tesadüf edilmez. Bu inkarı imkansız bir gerçektir.
Sinema binalarının vitrinlerinde, ilan duvarlarında en adi vasıtalara ba vurarak, halkın dikkati
çekilmek istenir. Bu ehvet dolu hava, gençlerin üzerlerinde birtakım tahriklere sebep olur.
Halbuki gençlerin içinde bulundukları devre böyle eylerle kar ıla mamaları gereken bir
devredir. Bugünkü ö retim sisteminin ise gençli e pek az memnuniyet verici faydaları
olmaktadır. Vaktinden evvel olgun duruma gelen gençler, vaktinden evvel ya lanmaktadırlar.
Mahkemelerden kulaklarımıza birtakım olaylar aksediyor. On dört ve on be ya larındaki
çocuklarımızın manevi hayatları hakkında korkunç ve kötü manzaralarla kar ıla ıyoruz. Daha
o ya ta frenginin kurbanı olunursa, buna kim hayret eder? Vücutları zayıf, dü ünme güçleri
çürümü birçok gencin, büyük ehirlerin fahi eleri tarafından izdivaç sırrına erdirilmi
olduklarını görmek, bir sefalet de il de nedir? Hayır hayır! Fuh u kaldırmak isteyen, önce
fuh a sebep olan ahlaki bozuklukları bertaraf etmelidir.
Büyük ehirlerdeki medeniyetin ahlaki vebası olan pislik yuvaları, hiçbir ey gözetmeden ve
çıkarılması muhtemel feryatlara kapılmadan kaldırılmalıdır. Gençlik bugün içine battı ı
bataklıktan çekip çıkarılmazsa orada bo ulup yok olacaktır. Bu durumu görmek istemeyen bir
kimse, hiç üphe yok ki, gelecek nesillere istinat ettirilen atimizin yava yava fuh a gark
olmasındaki suça i tirak et mis demektir. Bu temizleme hareketi medeniyetimizin hemen her
alanına yayılmahdır. Tiyatro, sinema, edebiyat, güzel sanatların di er kolları, basın, duvar
ilanları, sergiler medeniyetin ve devletin prensibi olan ahlaki bir fikrin hizmetine verilmelidir.
Dı dünyamız, modern egzotizmin bo ucu kokusundan ve her türlü sofuca ve ikiyüzlülükten
kurtarılmalıdır. Bütün bu hususlar hakkında gaye ve takip edilecek yol, milletimizin fizik ve
ahlaki sıhhatini korumak olmalıdır. Ferdi hürriyete tanınan hak, ırkı kurtarmak görevi
kar ısında ikinci planda kalır.
i te ancak bu tedbirler alındıktan sonra, bizzat salgın hastalıkla mücadele, biraz ba arı ümidi
ile idare edilebilir. Fakat burada da yarım tedbirler bir i e yaramaz. En a ır ve en kesin
tedbirlere ba vurulmalıdır, iyi olma ümidini kaybetmi hastalara, henüz sa lam bulunan
hemcinslerine hastalık bula tırabilme imkanını vermek büyük hata olur. Bu ekil hareket, bir
ahsa fenalık etmemek için yüz ki inin ölmesine göz yummak cinsinden bir davranı tır.
Frengililer için, frengili çocuk yeti tirmek imkanını vermemek, akla uygun en do ru i i
yapmak demektir. Bu hareket bir esasa göre ve gere i gibi yapıldı ı takdirde, insanlı a kar ı
en yüce hislerle hizmet edilmi olur. Böylesine bir hareket milyonlarca bedbahtı acılardan
korur ve bizi yava yava ifaya kavu turur. Bu yolda yürüme kararı, bütün zührevi
hastalıkların a ır a ır yayılı ına bir set olacaktır. Çünkü gerekirse, ifa bulmaları imkansız
hastaların tecridine karar verilecektir. Frengi felaketine u ramı bir kimse için bu barbar bir
tedbirdir. Fakat bu tedbir sayesinde günümüzdeki ve gelecekteki nesiller kurtarılmı olacaktır.
Bir asrın geçici acıları, gelecek asırları felaketlerden kurtarabilir ve kurtarmalıdır.
Frengi ve onun vasıtası olan fuh a kar ı mücadele insanlı ın en büyük görevlerinden biridir.
Çünkü burada tek ve dar çevreli bir meselenin halli de il, birbirini takip eden olaylar
dolayısıyla o salgın hastalı ı meydana getiren bütün bir fenalıklar serisinin yok edilmesi söz
konusudur. Vücudun bu yarası, sosyal, ahlak ve ırki içgüdülerin do urdu u bir hastalı ın
sonucudur. E er bu mücadele tembellik, sünepelik veya korkaklık yüzünden yapılmayacak
olursa be yüz yıl sonunda milletlerin ne hale gireceklerini imdiden hayal etmek
mümkündür. Tabiatın yaratıcısı ile alaya kalkı madan hiçbir fert için Tanrı'nın hayali oldu u
söylenemeyecektir. Eski Almanya bu salgına kar ı acaba ne ekilde kar ı koymu -IU?
Yapıları bütün i sakin bir kafa ile incelendi inde, insanı a ırtan >bir cevap alınır. Gerçi
hükümet çevrelerinde bu hastalı ın korkunç tahribatı ve bunların sonuçları ölçülmese bile,
kabul edilmi ti. Fakat bu salgına kar ı mücadelede tamamen aciz kalınıyordu. Derin
tedbirlerden çok, basit mücadele usullerine ba vuruluyordu. Orada burada frengi hakkında
kesin veya nazari bazı fikirler söyleniyor, fakat hastalı a sebep olan eylerin devamına fırsat
veriliyordu. Fler fahi e muayeneden geçiriliyordu. Bu muayene mümkün oldu u kadar ciddi
tutuluyordu. Hastalık görülürse, fahi e hastaneye yatırıyordu. Fakat yüzeysel bir tedaviden
sonra, hasta tam ifa bulmadan taburcu ediliyordu. Böylece fahi e insanlı ın sa lam kalan
kısmının
üzerine yollanıyordu.
Bir koruma ekibi kurulmu tu. Bu durumda, tamamen iyile memi bir kimsenin her türlü cinsi
münasebetten kaçınması gerekiyordu. Aksı halde cezaya çarptırılırdı. Gerçekten bu tedbir iyi
idi. Fakat uygulamada hemen hemen olumlu bir sonuç vermedi.
E er bu felakete u ramı olan bir kadın ise, çok defa kötü birtakım artlar altında kendi
sa lı ını çalan erke in aleyhinde ahitlik yapmak üzere mahkemeye gitmekten kaçınıyordu.
Esasen bunun kadına bir faydası da yoktu. Hatta aksine bu i ten zarar görecek olan kadındı.
Çünkü çevresinde dostlu unu kaybedecek ve kötü bakı lara hedef olacaktır. Hem de aynı
akıbete u ramı bir erkekten daha çok kötülenecektir. Bir de frengiyi yayan bizzat koca ise, o
zaman i daha da karı acaktır. Bu durumda zavallı kadının kocasını ikayet etmesi gerekir mi?
E er ikayet etmezse ne yapmalı?
Erke e gelince o bu salgına maalesef kendili inden u ramı tır. Genellikle bu bela fazla içki
içtikten sonra ba ına gelmi tir. Ele geçirdi i kadının durumu hakkında bir hüküm
veremeyecek kadar sarho tur. Hastalıklı fahi eler bunu gayet iyi bilirler. Bundan dolayı
sarho erkekleri avlarlar. Neticede gafil erkek frengiye yakalandıktan sonra ne kadar
dü ünürse dü ünsün artık o kadını hatırlayamaz. Hele iki büyük ehir olan Berlin ve Münih ile
di er kalabalık yerlerde buna a ılmaması gerekir. Hem de erkeklerin ço u bu büyük ehirlere
civar illerden gelen kimselerdir. Büyük ehirlerin çekicilikleri kar ısında tamamen
tecrübesizdirler. Ayrıca hasta olup olmadı ını kim bilebilir? Birçok kereler iyi oldu u sanılan
bir erkekte hastalık nüksediyor ve büyük felaketler hazırlıyor da insanın kendi si hiçbir eyden
üphelenmiyor.
î te bu salgına kar ı alınan kanuni tedbirlerin uygulamadaki sonucu hemen hemen bir hiçten
ibaret kalıyordu. Fahi elerin de muayene usulleri aynı ba arısız sonucu veriyordu. Hatta ifa
bulma ihtimali bile üpheli idi. Gerçek durum öyle idi: Frengi bütün tedbirlere ra men
gittikçe daha büyük bir hızla yayılıyordu, i te bu sonuç bu usullerin ne kadar tesirsiz oldu unu
açıkça ortaya koymaktadır. Çünkü tedbir diye yapılanların ço u yetersiz veya gülünç eylerdi.
Halkın ahlaki fuh una kar ı hiç mücadele edilmiyordu. Bütün bunları önemsiz bir ey gibi
saymaya e ilimi olan bir kimse, bu felaketin yayılı ına dair istatistiklerin ortaya koydukları
gerçekleri iyi niyetle incelesin ve son yüzyıl içindeki artı ı mukayese etsin ve bu geli me
kar ısında biraz aklını kullansın, e er ba ından ayaklarına kadar naho ve so uk bir
ürpermenin dola tı ını hissetmezse, o bir e e in zekasına sahip demektir.
Eski Almanya'da bu kadar kokmu bir olay kar ısında ne kadar zayıf ve yetersiz tedbirler
alınmı olması da milletin bozulmasına bir i aret olarak kabul edilebilir. Her eyin
mücadeleden ibaret oldu u bu dünyada, mükafat bizim kendi samimiyetimizden ibaret olan
bir mücadelede e er kuvvet bulunmazsa, ya ama hakkımızı da kaybetmi iz demektir. Çünkü
dünya, tamamen kesin hal çareleri uygulayan kuvvetlilerin malıdır, yarım tedbir alanların
de ildir.
Eski imparatorlu un en açık bozulma olaylarından biri de kültür seviyesinin a ır a ır
dü ü üydü. Kültür derken, bugün için medeniyet kelimesi ile ifade edilen eyden
bahsetmiyorum.
Daha on dokuzuncu yüzyılın sonlarında bizim sanatımıza o güne kadar henüz meçhul ve
yabancı olarak kabul edilemeyecek bir unsur girmeye ba lamı tı. Hiç üphe yok ki, daha eski
devirlerde birçok zevk hataları i lenmi ti, fakat bu gibi durumlarda daha çok bir sanatkarın
çıkması olaylarına tesadüf ediliyordu. Daha sonra gelen nesil bu sanatkarların eserlerinde bir
dereceye kadar tarihi de er bulabilmi ti. Çünkü bu hal, hiçbir sanat vasfı olmayan ve
tamamen dü ünce gücünün noksanlı ı derecesine varan bir fikri dü ü ten ileri gelen bir
de i menin ürünü de ildi. Kültür seviyesinin dü ü ünün görünümleri, daha sonraları siyasi
çökü ün göze çarpması ile ortaya çıktı. Gerçekte komünizm; komünistli in ı tek canlı kültür
eklidir ve onun fikir sahasındaki biricik görünü-
I müdür. j. Bu te hisi garip bulanlar, yalnızca komünistle tirilmek saadeti-
j ne eri mi devletlerin sınıfını incelesinler. Bu incelemeyi yapanlar, . devletçe resmen tanınan
ve kabul edilen sanat olarak delillerin ve sembolistlerin garabetleri ile kar ıla acaklar, hayret
ve deh et içinde kalacaklardır. Onları kübizm ve dadaizm mefhumları altında on dokuzuncu
asrın sonlarında tanıdık. Bavyera'da Sovyet Cumhuriyeti'nin kısa devri zamanında bu olay
ortaya çıkmı tı. Daha o sıralar -; da, bütün resmi duvar ilanlarının, gazetelerdeki reklamların
sadece siyasi bozulmanın damgasını de il de kültür yönünden çökü ün i aretlerini ta ıdıkları
te his edilebilirdi. 1911 yılından bu yana lütüristlerin* ve kübistlerin* * saçma sözlerinde
kendilerini göstermeye ba layan ekilde bir kültür yıkılı ı altmı yıl önce olsa, vahametini
gözlemledi imiz siyasi çökü e kıyasla daha zor tahmin olunabilirdi.
Altmı yıl önce dadaist adı verilen bir sergi imkansızdı ve bunu açmaya kalkan akıl
hastanesine kapatılırdı. Bu salgın hastalık hayat yüzü göremezdi. Çünkü kamuoyu bunu kabul
etmezdi. Devlet müdahale etmezlik yapamazdı. Keza bir milletin fikri çılgınlı ın içine
atılmasına engel olmak bir hükümet i i idi. Böyle bir geli menin günün birinde son bulması
gerekirdi. Çünkü böyle bir sanat ekli gerçekten genel dü ünü ü kapsadı ı gün, insanlık için
sonucu en a ır olan alt üst olmalardan biri meydana gelecekti. nsan beyninin tersine do ru
geli mesi bu ekilde ba lamı olacaktı, î te bunun ne ekilde bitece i dü ünülünce insan ister
istemez titriyor.
Son yirmi yıl içinde kültürümüzün geli mesi incelenecek olunursa, gerici hareketlere ne kadar
dalmı oldu umuz deh etle görülür ve her tarafta kültürümüzü er geç öldürecek birtakım
hastalıklı urlar yeti tiren tohumlara rastlarız. Burada da yava ça seyreden bozulma halindeki
bir dünyanın çökme olaylarını ayırt edebiliriz. Bu hastalı ı yenemeyecek olan milletlerin vay
haline!
Bu hastalıklı olaylar Almanya'da hemen hemen her alanda görülebilirdi. Artık her ey en son
noktayı da a mı , uçuruma do ru
* Fütürist: 1910 yılında italya'da ortaya çıkan ve geçmi , imdiki ve gelecek zamanların
duyumlarını bir arada göstermeyi amaç edinen.
** Kübizm: 1910-1930 arasında eserler vermi olan sanat okulu. E yayı geometrik biçimde
göstermeyi amaç edinen.
süratle gidiyor gibiydi. Tiyatronun seviyesi gitgide daha da dü ü yordu. E er saray tiyatrosu
sanatın fahi ele mesi aleyhinde hareke ı etmeseydi, kültür etkeni olan tiyatro sanatı kesin bir
biçimde orta dan kalkacaktı. Birkaç istisna hariç, di er sahne oyunları o halde idiler ki,
bunlara gitmekten kaçınmak, millet için çok iyi bir hareket olurdu. Gençleri o sanat
merkezlerinin(!) ço una göndermemek, iç bünyedeki bozulmanın en esef verici i aretiydi. Bir
müzenin kapısına asılması gereken "gençlerin girmeleri yasaktır" ilanı hiç sıkılıp utanılmadan
bu sanat merkezlerinin kapılarına konuyordu. Her eyden önce gençli in e itimine yardımcı
olmaları için faaliyet göstermeleri ve ya lı kimselerin e lencelerine hizmet etmemeleri gere-
ken bu yerlerde, bu tedbirlere ba vurulmasının garabetini bir kere dü ününüz. Eski devrin
dram yazarları bu tedbirler hakkında ne derlerdi? Kim bilir Sebiller nasıl galeyanla, Goethe
nasıl bir hiddetle ba ını çevirirdi? Fakat yeni Alman iiri kar ısında Schiller, Goethe ve
Shakespeare nedir ki? Eski, köhne ve modası geçmi bir devrin, birer olayları! i te bu devrin
göze çarpan ve en belirli vasfı budur. Bu devirde sadece pis eyler meydana getirilmekle
kalınmamı , ayrıca geçmi in büyüklükleri de lanetlenmi tir. Bu gibi olaylar her an göze
çarpmaktadır. Bir devrin ve adamların eserleri ne kadar basit ve sefilane ise, geçmi teki
büyüklü ün ve erefin i aretleri de o kadar nefretle kar ılanır. Bu çe it devletlerde tercih
edilen ey, her türlü mukayese imkanını ortadan kaldırmak ve kendi adi malını menfaat olarak
yalancılıkla sunmak için insanlı ın geçmi teki hatıralarını silmekten ibarettir. Bundan dolayı
her yeni kurulu ne kadar adi ve esef verici ise, geçmi devirlerin son kalıntılarını yok etmek
için o kadar çaba gösterir. Halbuki insanlı ın gerçek ve büyük bir yenile mesi, eski nesillerin
en güzel eserlerine kendini vermekle ve hatta onların de erlerini daha çok göstermeye
çalı makla olur. Geçmi devrin kar ısında solgun bir duruma dü mekten korkmaz ve insan-
lı ın kültür hazinesine öylesine katılır ki, çok zaman eski eserlerin hatırasını devam ettirerek
onlara layık oldukları saygıyı göstermek için bizzat çaba sarf eder. Böylece yeni sanat
eserlerine de devrin tam bir anlayı ını sa lamak imkanı elde edilir.
Dünyada kendi kendine de erli bir ey ortaya koyamayan ve bu çabayı göstermeyen bir
kimse, gerçek sanat eserlerinin hepsine kın besler ve özellikle onları inkar eder, hatta tahrip
etmekten büyük haz duyar. Bu sadece genel kültür alanındaki yeni hareketlerde de il, aynı
zamanda siyasi olaylarda da böyledir. Bir devrim hareketi gerçekte ne kadar az bir de er
ta ırsa, o devrim hareketi eski ekillere o kadar çok kin besler. Burada da kendi eserini takdire
layık gibi gösterme iste i, geçmi in iyi ve gerçekten yüksek de erde günümüze intikal
ettirdi i herhangi bir eyine kar ı körü körüne bir kine sebep olabilir. Mesela büyük
Frederic'in tarihi hatırası yok edilemedikçe Frederic Ebert ancak ilerisi için konan bir kayıt
altında hayranlık do urabilir. ans Souci kahramanı eski Bremen Semercisi ile kıyasta; ay
kar ısındaki güne gibi yer alır. Ancak güne battıktan sonra, ay görülebilmektedir, i te yeni
ayların, yıldızlara kar ı besledikleri kinin sebebi buradadır.
Kader bir süre için iktidarı herhangi bir de ersiz herifin kuca ına attı ı zaman, o kimse
geçmi i sadece çamura sokmakla ve lanetlemekle yetinmez, kendisini yüzeysel araçlarla
ele tiriden kurtarmaya çalı ır. Bu konuda ibret alınacak örnek yeni Alman Reich'ının korunma
kanunlarıdır.
Yeni bir fikir, yeni bir görü yeni bir dünya dü üncesi, yeni iktisadi ye siyasi hareketler, bütün
geçmi i inkar etmeye, onu kötü veya de ersiz göstermeye kalkı ırsa, sadece bu davranı ,
insanın son derece ihtiyatlı ve kuruntulu olmasına yetmelidir. Çok zaman böyle bir kinin
ortaya çıkı ı, ya o kini besleyen adamın pek de ersiz olması, ya da kötü bir niyetin
bulunmasıdır, insanlı ın gerçekten hayırlı bir yenile mesi, daima ve sonsuza kadar son
sa lam, temelin bulundu u yerde in aata ba lama i ini üstüne alacaktır. O günümüzdeki
kurulu gerçeklerden faydalanmaktan utanmayacak ve çekinmeyecektir. Çünkü bütün kültür,
insanın kendisi gibi, ancak uzun bir geli menin sonucudur. Bu geli mede her nesil binayı in a
etme hususunda kendi ta ve harcını getirmi tir. Demek ki devrimlerin ruhu ve gayesi bu
binayı yıkmak de il, kötü olan veya kötü yapılmı eyi ortadan kaldırmak, var olan eyin
yanında yeniden ortaya sa lam ve daha fazla bir ey koymaktan ibarettir. Ancak böyle
yapılırsa insanlı ın geli mesinden söz edilebilir ve ondan söz etmek hakkı mevcut olabilir.
Yoksa dünya hiçbir vakit karı ıklıktan kurtulamaz. Çünkü bu halde her nesil geçmi i inkar
etmek hakkını kendinde bulacaktır. Böylece her nesil, bir i e giri meden geçmi devirlerde
yapılanları yok etmek hakkına sahip oldu unu iddiaya kalkı acaktır. Sava tan önceki
kültürümüzün genel durumundaki en hüzün verici taraf, sadece estetik ve genel görünü ü
itibariyle kendi alanında yenilikler ortaya kovmaktan aciz olu u de ildi. Esef yaratan durum
kendinden daha büyük olan geçmi devrin kültürünü lekelemek ve ortadan silmek hususunda
beslenen kin idi. Sanatın bütün dallarında, özellikle tiyatro ve edebiyatta yirminci yüzyılın
ba ından itibaren daha önemsiz ve daha az eser meydana getirildi. Moda en iyi eserleri
a a ılıyordu.
Eski eserler, adı ve zamanı geçmi köhne eyler olarak gösteriliyordu. Sanki bu devirde, kendi
utandırıcı yetersizlikleri bir yüksek eser vermi gibi... i te geçmi in ba arısını, halin
gözlerinden uzak tutmak ve örtmek için sarf edilen çaba, bize gelecek günlerin havarilerinin
ne mal olduklarını açıkça göstermektedir. Bu faaliyete dikkatle bakılırsa, yeni veya sahte
kültür hareketleri söz konusu olmadı ı anla ılırdı, Sarf edilen çaba, bizzat medeniyetin
temellerini yıkmak içindi. Böylece o güne kadar sa lam kalmı olan güzel sanatlar,
dü ünceler ve hisler çılgınlı ın bataklı ına, mümkün oldu u kadar derin batırılacak ve manevi
yönden siyasi komünizme yol açılacaktı. Pericles asrı Parthenon ile maddiyat kazanmı sa,
bugünün komünist parçaları da birkaç filozof bozuntusu kübistlerle maddi bir ekil almı tır.
Bu husus ele alındı ı sırada, milletimizin bir kısmının gözle görülen korkaklı ına da dikkat
etmek gerekir. Bunlar ö renim ve topluluk içindeki durumları itibariyle, kültürüne kar ı
giri ilen bu tecavüzlere bir cephe meydana getirmeli idiler. Sadece komünist sanat
havarilerinin ba rı malarından korkarak her türlü ciddi direncinden vazgeçtiler ve böylece o
zaman kaçınılması imkansız sanılan akımın kuca ına kendilerini attılar. Çünkü bu komünist
sanatı havarileri kendilerini seçkin birer yaratık olarak kabul etmeyenlere iddetle saldırdıkları
gibi, onları geri kafalı adam diye damgalayıp te hir ediyorlardı. Bu yarı delilerin ve saçma
sanat dolandırıcılarının ithamlarından korkuluyordu. Sanki fikir yönünden bozulmu bu
heriflerin ve milleti aldatanların yaptıklarını anlamamak ayıp olacakmı gibi...
Bu kültür çırakları, deliliklerini kudretli bir esermi gibi göstermek için gayet basit bir
vasıtaya sahiptiler. Onlar, anla ılmaz her eseri, hayretler içinde kalmı dünyaya, kendi
içlerinde "ya anılmı olaylar" adı altında sunuyorlardı. Böylece itiraz edecek pek çok ki inin
sözlerini daha ba tan a ızlarından çekip alıyorlardı. Bunun bir tecrübeden ibaret oldu unda
hiç üphe yoktu. Ancak anla ılmayan taraf, sa lam dünyaya, karmakarı ık fikirlere
yakalanmı kimselerin veya katillerin duygusal aptallıklarını sunmalarında bir anlam bu-
lunması idi.
Bir Maurice von Schvvind'in veya bir Böcklin'in eserleri de yakından ya anmı tecrübelerdi.
Fakat bunlar bazı soytarılar tarafından de il, Tanrı'nın lütfuna eri mi yazarlarca ya anmı
tecrübelerdi. Fakat bu konuda aydın çevrelerin esef edilecek korkaklı ını görmek ve anlamak
mümkündü. Bu çevreler milletimizin sa lam içgüdüsünün zehirlenmesi kar ısında, sanki
herhangi bir ciddi direnç önünde a ırıp, mıhlanmı gibi duruyorlar ve adi çılgınlıkların için-
den çıkıp kurtulmak görevini halktan bekliyorlardı. Bunlar sanattan anlamıyormu gibi
görünmemek için, sanata kar ı bütün bu hıyanetleri satın alıyorlardı. Sonunda i iyi ile kötüyü
ayıramayacak kadar karı tı.
On dokuzuncu yüzyılda, Almanya'nın ehirleri medeniyet merkezi vasıflarını kaybederek,
yalnız birer göç merkezi seviyesine indiler. Büyük ehirlerimizin modern proletaryasının
oturdu u yere kar ı duydu u pek az ba lılık, artık herkesin tesadüfen ili ip kaldı ı bir
noktadan ba ka bir eyi söz konusu etmemesinden ileri geliyordu. Bu kısmen sık sık yer
de i tirmelerin sonucu idi. Buna sebep olan sosyal artlar insana oturdu u yere sımsıkı
ba lanmak fırsatını vermiyordu. Fakat bunda genel kültür yönünden karakter eksikli inin de
rolü vardı.
Kurtulu sava ları sırasında Alman ehirleri az oldukları gibi pek küçüktüler. Gerçekten
hükümet merkezleri olu u itibariyle kültür yönünden belirli bir iki rakibi vardı. Bugünkü aynı
dönemde ehirlere kıyasla nüfusu elli binden fazla birkaç ehir bilim ve güzel sanatlar
yönünden zengindiler. Münih'in nüfusu altmı bine yakla tı ı sıralarda, bu ehir Alman sanat
merkezleri arasında ba ta geleni oluyordu. imdi ise sanayi merkezlerinin hemen hemen hepsi
bu nüfusa sahiptirler ve hatta daha da kalabalıktırlar. Fakat gerçek bir de er içeren hiçbir eye
sahip olamamı lardır. Bunlar birer kı la yı ınından ibarettirler, içlerinde barınılır ve kira ile
oda tutulur, i te hepsi bu kadar. Bu derecedeki karaktersiz yerlere sevgi ile ba lanması
imkansızdır. Hiç kimse, bir özelli i olmayan ve sanki en ufak sanat eserine yer verilmemesi
için gayret sarf edilmi gibi gözüken bu ehirlere asla ba lanamaz. Ancak i bununla da
bitmiyordu. Büyük ehirler nüfusları arttıkça, gerçekten sanat eserleri yönünden
zayıflıyorlardı. Buralar gitgide daha hayvani bir hal alıyordu. Soysuzla ma küçük sanayi
ehirlerindekinden daha az oluyordu, fakat bu yerlerde hep aynı manzara göze çarpıyordu.
Modern devrin büyük ehirlerde kültüre ayırdı ı hisse tamamen yetersizdi.
Bütün ehirlerimiz geçmi in an, eref ve hazineleri ile ya ıyorlar. Günümüzün Münih'inden
Birinci Louis zamanında meydana getirilen eserlerin hepsi ortadan kaldırılsa, o dönemden bu
yana yapılan önemli güzel eserlerin sayısının ne kadar az oldu u deh etle görülecektir. Bu,
Berlin ve di er ehirler için de böyledir. Fakat esas nokta udur. Bugünkü büyük
ehirlerimizle, ehrin genel görünü ü içinden ayrılıp ortaya çıkacak, göze çarpacak ve bütün
bir devrin sembolü olarak gösterilebilecek hiçbir anıt yoktur. Halbuki orta ça ların
ehirlerinde an ve erefin bir anıtı vardı. Eski zamanın ehirlerinin belirli anıtı özel
meskenler arasında bulunmuyordu, bu geçici bir akıbete de il, sonsuzlu a aday görülen
topluluk anıtları arasında ilk bakı ta göze çarpıyordu. Çünkü bunlar herhangi bir mülk
sahibinin servetini aksettirmek için kullanılamazdı. Bu anıtlar toplulu un büyüklü ünü ve
önemini ortaya koyarlardı, i te halkın her birinin bugün bizi a ırtacak derecede ehre
ba lanı ını sa layan anıtlar, bu ekilde meydana getirildiler. Gerçekten ehir halkının gözleri
önünde bulunan ey, vatanda ların adi görünü lü evleri idi, büyük ve önemli binalar tamamen
topluma ait idi. Bunların kar ısında mesken olarak kullanılan binalar ayrıntı seviyesine dü ü-
yordu.
Eski devlet zamanında yapılan in aatın büyüklükleri aynı devrin evleri ile kıyaslanırsa
kamuya ait eserlerin ön plana alınması gerekece i yolundaki prensibin ne kuvvetle
do rulanmı oldu u görülür. Çok eski ça lardan kalma harabeler arasında yükselerek, duran
bazı sütunlar o devirlerin i hanları de ildir, onlar ibadet yerleri ve devlet binalarının
kalıntılarıdır. Yani bizzat topluma ait eserlerdir. Çökü halindeki Roma'nın debdebe ve
büyüklü ü içinde bile, ön planda yer alan binalar birkaç vatanda ın villaları ve sarayları
olmamı tır. Bugüne kadar kalan eserler, devletin, yani milletin mabetleri, hamamları,
arenaları, su yollarıdır. Orta ça larda Almanya bile, güzel sanatlara ait dü ünceler farklı
olmakla beraber, aynı hakim prensibi korudu. Eski ça larda kendisini Akropol'de veya
Panteon'da ifade eden his, imdi gotik sanatın ekillerine giriyordu. Bu büyük binalar, o ah ap
ve tu la yapılardan kurulu orta ça ehirlerinin ezilmi yı ınları üzerlerinden birer dev gibi
göklere yükselirlerdi. Bugün bile çevrelerini apartman denen ta yı ınları sarmasına ra men,
bu anıtlar kendilerine has vasıflarını koruyorlar. Bu anıtlar her yere kendi özelliklerini veriyor
ve kendi görünü lerinden bir parça meydana getiriyorlar. Katedral, belediye sarayları, haller,
bekçi kuleleri gerçekte eski ça ların dü ünü ünü kapsayan yeni bir görü ün belirli i aretleri
idiler. Devlet binaları ile ahıslara ait binalar arasında esef edilecek kadar fark vardı. Bir gün
Berlin, Roma'nın akıbetine u rayacak olursa yeni nesiller en de erli ve önemli eser olarak
birkaç Yahudi'nin ma azalarına ve birkaç irketin binalarına hayranlık duyacaktır.
Günümüzün medeniyetinin belirli vasıflarını bunlar ifade edecektir. Bugün Reich'ın binası ile,
maliye ve ticaret binaları arasında hüküm süren o büyük nispetsizli i bir kıyaslamak
yeter sanırım...
Bugün devlet binaları için ayrılan tahsisat gülünç ve çok yetersizdir. Bundan dolayı
sonsuzlu a kadar ayakta kalacak binalar yapılamıyor. Yapılanlar o anın ihtiyacını
kar ılayacak çapta oluyor. Bu konuda daha yüksek bir fikir kendini kabul ettirmiyor. Berlin
atosu yapıldı ı sırada, zamanımızda kütüphanenin haiz oldu u önemden çok daha büyük bir
önemi vardı. Halbuki yakla ık 60 milyona çıkan bir sava gemisine kar ılık, Reich'ın ilk defa
yapılan ve sonsuzlu a kadar ayakta kalacak olan bir anıtına bu paranın yarısı ayrılabildi.
Binanın iç in aatı için parlamento ta kullanılmasına kar ı çıktı ve duvarların alçı ile
kaplanmasına karar verdi. Gerçi bu defa siyasiler çok iyi hareket etmi lerdi. Çünkü ta
duvarlar arasında alçı kafalar tam yerlerini bulmu sayılamazlardı.
Sözün kısası, bugünkü ehirlerimizde, toplumun hakim ve bariz vasfı yoktur. Topluluk,
ehirlerle olan münasebetlerinde bu hususu sembolle tiren hiçbir ey göremiyorsa, buna
a ırmamalıdır. Bunun sonucu, büyük ehir halkının kendi ehrine kar ı kesin bir kayıtsızlık
içinde bulunması ile ortaya çıkan, gerçek bir hüsrandır. Bu da medeniyetimizin yıkılmasının
ve genel çökü ümüzün bir i aretidir. Devrimiz, gayelerin adili i, daha do rusu paranın esareti
içinde bo uluyordu. te bundan dolayı, böyle bir putun hakimiyeti altında, kahramanlık ruhu
ortadan çekilirse, buna da asla a mamalıdır. Halk ancak yakın geçmi in ekti ini biçer.
Bozulma olaylarının hepsi, en son noktada, genel hususlar hakkında e it olarak kabul edilmi
bir görünü ün eksikli inin ve bundan çıkan genel korku ve çekingenli in, ayrıca verilen
kararlardaki korkunun ve devrin her büyük meselesinde alınan vaziyetin sonuçlarından
ibarettir. Bundan dolayı ö retim ve e itimden ba lamak üzere her ey adi ve sallanır bir
haldedir. Herkes sorumluluktan korkuyor ve i lenen hatalara korkakça ho görü gösteriyor.
Hümanist hülyalar moda olmu tur. Nefsimizi delalete terk ederek, fertlere hıyanet edilmekte
ve böylece binlerce ki inin gelece i feda olunmaktadır. Sava tan önceki dini durumun
incelenmesi ile, bu genel uyu mazlı ın ve bozulmanın ne kadar büyümü oldu u görülecektir.
Uzun zamandan beri millet, dini inanı lardaki ve büyük bir kısım topluluk da kainat konusuna
ait dü üncelerdeki tesirli kanaatlerim kaybetmi tir. Bu hususta çe itli kiliselerin çe itli
tarikatları, bu i lere kayıtsız kalanlar kadar rol oynuyorlardı. Asya ve Afrika'daki iki
"consession" kendi telkinlerine yeni müritler kazanmak için misyonlardan istifade ederlerken,
bu faaliyet islamiyet'in do u u ve geli mesinden önce ancak önemsiz bir ba arı kazanabildi.
Avrupa'da ise milyonlarca inanmı kimse kaybediliyordu. Bu milyonlarca ki i, dini hayata
yabancı kalıyor veya kendi bildikleri yola sapıyorlardı.
Bütün dinlerin inanı ına ait temellerine kar ı, ne büyük iddetle bir mücadelenin sürdü ü
gözden uzak tutulmamalıdır. Gerçi bu temellerde insanın dünyasında dini bir gayenin gerçek
bir kalıntısı tasavvur edilemez. Büyük halk toplulukları filozoflardan meydana gelmi
de ildir. Halbuki, toplum için iman, dünyada ahlaki telakkinin yegane temelidir. Bunun
yerine ba ka eyler konulması, memnuniyet verecek sonuçlar sa lamadıkları gibi, o zamana
kadar geçerli ve yürürlükte olan dinlerin yerini alacakları da kabul edilemez. Fakat dini iman
ve telkinler, geni halk toplulukları üzerinde tesir yaparsa, o vakit bu imanın itiraz kabul
etmeyen muhteviyatı, her türlü tesirli icraat ve hareketin temeli ve ba ı olmalıdır. Anayasalar
bir devlet için ne ise, inançlar da dinler için aynı eydir, inanç olmazsa, akıllı ve zeki bir
surette ya ayan yüksek mevkie çıkmı birkaç yüz bin ki inin yanında milyonlarca insan
bundan yoksun olarak ya amaya devanı edecektir. Sonsuz bir ekilde yayılma kabiliyetine
sahip bir halde bulunan manevi fikir, ancak anıtlar vasıtasıyla bir açıklık kazanabilir ve o
ekilde di erlerine intikal eder. E er bu ekil olmasa idi, bir iman haline dönü mezdi. Fikir
hiçbir zaman metafizik bir dü ünce, yani kısacası, bir felsefi dü ünce halinde geli mezdi.
Gerçekte, akidelere kar ı mücadele, bu artlar içinde devletin genel kanunlarının temelleri
aleyhindeki mücadeleye benzer. Bu mücadele nasıl tam bir anar i ile sonuçlanırsa, dini
mücadele de de erden yoksun bir nihilizm içinde yok olur.
Bir siyasi için, dinin de erinin takdiri, arz edece i bazı tasavvurlara göre olmamalıdır.
Aslında hayırlı dü ünceler sa laması ile ölçülmelidir. E er bir kar ılı ı ve olumlu olanı
bulunmadıkça mevcut olanı yok etmek delice veya canice bir i olur. Hiç üphe yok ki pek az
memnuniyet do uran dini vaziyetten dolayı, sırf dinin dı ında kalan ayrıntılarla din fikrini
a ırla tıran, müspet ilimlerle gereksiz bir kavgaya tutu an kimselere ufak da olsa bir
sorumluluk dü mez. Bu noktada ba layan kısa bir kavgadan sonra zaferin daima bilim
tarafından kazanılaca ı itiraf edilmelidir. Din ise sadece yüzeysel bir iyimserlik üstüne
yükselmeye ba arı gösteremeyenlerin gözlerinde, a ır zayiata u rayacaktır.
i in en fenası dinin, siyasi menfaatler u runda kullanılmasının sebep olaca ı zararlardır. Dini,
siyasi gayelerine ve i lerine hizmet için kabiliyetli ve kıymetli bir vasıta kabul edenlere kar ı
ne kadar iddetli söz söylense yine de azdır. Bu çe it yüzsüz kimseler kendi itikat ve
imanlarını kalabalık içindeki zavallılar i itsinler diye gırtlaklarını yırtarcasına ba ırırlar. Esas
gayeleri bu u urda ölmek de il, bunun sayesinde geçimlerini sa lamaktır. Bu kimseler sadece
siyasi bir fayda sa lamak için imanlarını satabilirler. Birkaç milletvekilli i için her dinin can
dü manı olan Marksistlerle anla ma yaparlar. Bir bakanlık için, i i eytanla evlenmeye kadar
vardırabilirler. Yeter ki utanma hissinden yoksun eytan buna "evet" desin...
E er sava tan önceki Almanya'da dini hayat a ızlarda kötü bir tat bırakıyorsa, buna sebep
kendisine Hıristiyan adını veren partinin Hıristiyanlı ı suiistimal etmesi ve Katolik imam ile
bir siyasi partiyi aynı ey gibi göstermesi idi. Katolik imanın yerine siyasi bir partinin
geçmesinin sonucu de ersiz bir sürü kimseye mecliste mevki temin etti i gibi, kiliseye de
zarar verdi.
Bu durumun sonuçlan milletin omuzlarına yüklendi. Çünkü dini hayatta sebep oldukları
gev eme öyle bir devirde meydana geldi ki, zaten her ey gev emeye ve sallanmaya
ba lamı tı, bu artlar içinde geleneklerin ve ahlakın temelleri de yıkılmak üzere idi. Fakat
sosyal organın bütün bu yaraları ve sarsıntıları, kötü bir olay i in içine karı madıkça zararsız
bir halde durabilirdi. Ama yem önemli olaylar milletin iç sa lamlı ı meselesine kesin bir
önem verince, bunlar korkunç bir hal aldılar. Dikkatli gözler, siyasi alanda da buna benzer
birtakım bozukluklar görebilirdi. Bu bozukluklar kısa zamanda düzeltilmedi i ve çaresine
bakılmadı ı için imparatorlu un pek yakın bir gelecekte yok olaca ının i areti olarak ortada
duruyorlardı. Almanya'nın iç ve dı siyasetinde bir gayenin olmadı ını kendisine kör
denilmesini istemeyen herkes görebilirdi. Bu, Bismarck'm "Siyaset, mümkün olanı yapmak
sanatıdır." yolundaki dü üncesine pek uygun gibi gelebilir. Fakat Bismarck'a halef olan an-
sölyeler arasında küçük bir fark vardı. Bismarck'ın bu düsturu, ona siyasetinin özünü
uygulama imkanı verdi i halde, ba kalarının a zında de i ik bir mana kazanıyordu. Gerçekte
Bismarck, bu cümle ile belirli bir siyasi gayeye ula mak için bütün imkanları kullanmak ve
hiç de ilse mümkün olan eye ba vurmak manasını kastediyordu. Fakat Bismarck'ın halefleri
ise tam tersine olarak bu cümlede, siyasi fikirlere hatta siyasi gayelere sahip olmak
zorunlulu undan sıyrılmak hakkının resmi bir ilanım buldular, i te o zaman gerçekten siyasi
gayeler kalmamı tı. Çünkü siyasi gaye için gereken dünya hakkında açık bir dü ünce ve
siyasetin gizli geli mesinin kanunları ile ilgili açık bir görü eksikti.
Birçok kimse bu konuda her eyi kara görerek, imparatorluk siyasetinde tedbirli dü ünce
planının eksikli inden dolayı ele tiride bulundular. Demek oluyor ki bu siyasetin ne kadar bo
ve manasız oldu unu teslim ettiler. Fakat bu kimseler siyasi hayatta ikinci planda kalıyorlardı,
hükümetteki ahıslar bir Houston Stewart Chamberlain kabinelerine önem vermiyorlardı.
Onlara bugün oldu u kadar, eskiden de kayıtsız kalıyorlardı. Bu kimseler kendiliklerinden bir
ey dü ünemeyecek kadar aptal, muhtaç oldukları eyi ba kalarından ö renemeyecek kadar da
tahsilsizdiler. Bu sonsuza kadar devam edecek bir gerçektir, isveç ansölyesi Oxenstiern* bu
gerçe e dayanarak "Dünya ancak akıl ve hikmetin bir parçası tarafından idare olunur."
demi ti. imdi her bakanlık bu parçanın ancak bir atomunu te kil eder diyece iz. Oysa
Almanya bir cumhuriyet olalı beri bu gerçek artık kalmamı tır. Bundan dolayı böyle bir ey
dü ünmek veya söylemek cumhuriyeti koruma kanunları ile yasaklanmı tır. Fakat Oxenstiern
için bugünkü cumhuriyetimizde de il de, o devirlerde ya amı olmak bir saadettir.
Birçok kimse, daha sava tan önce, imparatorlu un kuvvetini meydana koyacak müesseseyi
Reichtag'ı (parlamentoyu) en zayıf direnme noktası olarak görüyordu. Korkaklık ve
sorumluluktan çekinme burada en geni ekilde yerle iyordu.
Bugün i itilen bo fikirlere göre parlamentarizm devrimden sonra ortadan kalkmı tır. Böylece
devrimden önce i in ba ka türlü olmadı ı yolunda bir kanaat uyandırmak istiyorlar. Gerçekte
bu organ ancak tahripkar olarak faaliyet gösterebilir. Ancak gözleri ba lı kimselerin
görmedi i, o devrede parlamento aynı ekilde hareket ediyordu. Hiç üphe edilmesin ki
Almanya'nın yere serilmesinde bu müessesenin zerre kadar bir payı yoktur. Fakat kötü sonuç
daha önce meydana gelmemi ise bunda da Reichstag'ın bir rolü olmamı tır. Bu gecikme,
Alman milletinin ve imparatorlu unun bu mezar kazıcısına kar ı, barı sırasında direnen
kuvvetine affedilmelidir.
Bu müesseseden, do rudan do ruya veya dolambaçlı yollardan ortaya çıkan, birçok yıkıcı
felaket toplulu u içinden ben sadece birini göz önüne serece im. Bütün müesseselerin en
sorumsuzu olan bu organın özünü daha açıkça gösterecek ey udur: imparatorlu un gerek
içte ve gerek dı taki siyasetini sevk ve idarede gösterilen o korkunç yetersizlik ve zayıflık.
Birinci derecede Reichstag'ın faaliyetine atfedilecek olan bu zafiyet, imparatorlu un
yıkılmasının belli ba lı sebeplerinden biriydi. Ne ekilde olursa olsun, hangi yönden bakılırsa
bakılsın parlamentonun faaliyeti dahilinde olan her ey yetersizdi. Lehistan siyaseti hatalıydı.
Sorun ciddi biçimde ele alınmadan bu konu tahrik ediliyordu. Sonunda ne Almanya için bir
zafer kazanıldı ne de Lehistan ile barı mak mümkün oldu. Fakat Rusya ile dü man duruma
dü üldü. Alsace Lorraine meselesinin halli ye tersizdi. ( sveç ansölyesi olan Oxenstiem,
Gustave Adolphie'nin ölümünden sonra (1664-1683) hükümetin idaresini eline almı tı.)
Fransız canavarı sert bir yumrukla bir defada kesin bir ekilde ezilerek Alsace'a, Reich'ın
di er devletlerinin haklan ile e it haklar sa lanmalı idi. Ama bu yapılamadı. Esasen buna
kesin olarak imkan yoktu. Çünkü en büyük partilerin bünyelerinde en büyük vatan hainleri
vardı. Üstelik merkezde de M. Wetterle! Fakat bu genel yoksulluk, imparatorlu un devamı
için var olması gereken bir kuvveti, yani orduyu paramparça etmeseydi, yine de ona
tahammül gösterilirdi. Alman Reichstag'ı denilen bu müessesenin i ledi i bu korkunç hata
Alman milletinin çektiklerinin a ırlı ını kendisine yükletmek için tek ba ına yeter bir sebepti.
Bu parlamenter rejimin parti denilen parçalan en adi sebeplerle milletin elinden bekasının
silahım, hürriyetini ve ba ımsızlı ının tek koruyucusunu çalıp aldılar. Bugün Flandres
ovasındaki mezarlar açılsa, kar ımıza itham dolu kanlı cesetler çıkar. Bu topra a dü enler,
parlamentonun görmemi veya yarı yeti mi bir halde, ölümün kuca ına atılmı lardı. Bu
kahramanlarla beraber, daha on binlerce ölü ve sakatı sadece halkı aldatan ve sayıları birkaç
yüzü bulan siyasi manevracıların hırsızlıklarına devam etmek veya doktrinlerini haince telkin
edip yaymak imkanlarını ellerinde tutmak istemelerinden kaybettik.
Yahudiler Marksist ve demokrat gazeteleri ile bütün dünyaya Alman militarizmi yalanını
uludu u ve bu ekilde her vasıtaya ba vurarak Almanya'yı ezme e çalı tı ı sırada, Marksist
ve demokrat partiler de Almanya'nın halk kuvvetini tam bir ö retimden yoksun bırakıyorlardı.
Parlamentocu p ... 'lerin vah i ve adi vicdanlarının do urdu u sonuçları imdilik bir kenara
bırakalım. Yeteri kadar talim görmü asker eksikli i sava ın ba langıcındaki harekat sırasında
hezimeti çabukla tırdı. Sava büyüdü ü sırada da bu durum korkunç bir ekilde ortaya çıktı.
Alman milletinin hürriyet ve ba ımsızlı ı u rundaki sava ta ortaya çıkan bu hezimet, barı
sırasında vatanın korunması için milletin bütün kuvvetlerini toplamamak hususunda gösterilen
zaafın ve yarım tedbirlerin sonucudur. Kara ordusunun yeni seçim mensuplarının pek azı
talim görmü tü. Deniz kuvvetlerinde de aynı yetersizlik milli bekamızın tek silahı olan
ordumuzun de erini dü ürdü. Ayrıca esefle belirteyim ki, deniz kuvvetlerinin kumanda heyeti
de bu adi ruhun telkini altında kalmı tı. Aynı zamanda tezgaha konan ingiliz gemilerinden
daha küçük gemiler yapımı ile ba lamak, her halde basiretli ve dahiyane bir hareket de ildi.
Halbuki, gemilerin sayısı itibariyle muhtemel dü manın seviyesine 'çıkarılamayan bir
donanma, bu açı ını gemilerinden her birinin sava kudretinin üstünlü ü ile kapatma a
çalı malıdır. Söz konusu ,
:
olan ey, kavga kudretinin üstünlü üdür. Bugünün tekni i öyle ge-
li melere ula mı tır ki, ba ka milletlerin aynı tonajdaki gemilerine ' üstünlük sa lamak
imkansızla mı tı. Artık nitelik itibariyle efsanevi üstünlük tarihe karı mı tır. Hele hele
tonajları az olan gemilerin daha büyük tonajlı gemilere üstün gelecekleri hiç
dü ünülmemelidir.
Özellikle Alman top malzemesinin Ingilizlerinkine üstün oldu u, 28 cm.lik Alman topunun
ate kudreti bakımından, 30.5 cm.lik |, ingiliz topundan a a ı bulunmadı ı söyleniyordu.
Halbuki bu sırada bizim de 30.5 cm.lik top yapımına ba lamamız gerekirdi. Çünkü gaye
sava ta e it bir kuvvete sahip olmak de il, üstün bir kuvvet j!
(
sa lamaktır. E er bu böyle
olmasaydı, kara ordusu için 42 cm.lik bir havan topunun yapılması lüzumsuz olurdu. Çünkü
21 cm.lik Alman havan topu, o zaman Fransa'nın sahip oldu u e ri atı lı bütün toplarına
üstündü. Kaleler, siperler 30.5 cm.lik havan toplarının darbeleri ile de yıkılabilirdi, i te
burada, kara ordusu kumandanlı ının ileri görü ü deniz ordusunda yoktu. Üstün bir topçu
kuvvetinin tesirinden ve üstün bir süratten vazgeçiliyordu. Bu risk yanlı bir görü ten ileri
geliyordu. Deniz ordusu kumandanlı ı gemilerin yapımı için kabul etti i ekille taarruzu esas
alan hareketten vazgeçip, kendim zorunlu bir savunma hareketine mahkum ediyordu. Bu
yüzden de, ancak hücum üzerine dayanan ve sadece hücumla elde edilebilecek kesin bir
ba arıdan vazgeçilmi olunuyordu.
Daha az sürate ve daha kuvvetsiz silahlara sahip bir gemi, daha hızlı seyreden ve daha
kuvvetli silahlara sahip dü man gemisi tarafından top ate ine tutularak batırılacaktır. Hem bu
i çok zaman kuvvetli gemiye uygun bir mesafeden yapılacaktır, i te bu sava kanununu
kruvazörlerimizin ço u büyük bir acı ile tattılar. Sava , bizim deniz ordumuzun kumanda
heyetinin, dü üncelerinin ve görü lerinin hatalı oldu unu ispat etti. Sonunda sava sırasında
imkan oldu unda eski gemilerin silahlarım de i tirmeye ve yemlerim daha iyi ve daha üstün
silahlarla donatmaya mecbur kaldık. E er Skager Rack deniz sava ında Alman gemileri,
ingiliz gemileri ile aynı tonaja, aynı silah ve surata sahip olsalardı, ingiliz donanması daha
isabetli ve daha tesirli olan 38 cm.lik Alman obüslerinin fırtınası önün de denizin dibini
boylayacaktı.
Japonya eskiye göre, daha de i ik bir deniz siyaseti takip etti Japonlar yeni gemilerine
muhtemel dü man gemilerinden daha üstün bir sava gücü verme e çalı ıyorlardı. O zaman
bu tedbir saye sindeki üstünlükle donanmayı taarruza geçirme imkanı do uyordu. Bizim kara
ordumuzun kumanda heyeti böylesine yanlı bir fikir takip etmedi i halde, parlamentonun
dü ünce eklinden devamlı zarar görüyordu. Donanma köhne görü lere göre te kilatlandırıldı
ve sonra da aynı prensiplere göre harekete geçildi.
Ordu sonradan elde etmesini bildi i ölmez an ve erefi, generallerinin iyi çalı malarına ve
bütün subay ile erlerinin iktidarlarına ve e i görülmemi kahramanlıklarına borçludur.
Sava tan önceki deniz ordusu da böyle meziyetlere sahip olsaydı, sava ın kurbanları bo yere
canlarını feda etmi olmayacaklardı, i te hükümetin, o pek ba arılı "parlamento oyunları"
barı sırasında donanma için çok zararlı oldu. Gemi in ası meselelerinde, parlamentonun
görü ü, askeri fikirler kar ısında geri çekilece i yerde, tam tersine üstün bir rol oynadı,
iktidarsızlık ve parlamentonun belirli vasfı olan dü ünce gücünün yoklu u ile mantık
yetersizli i deniz ordusunun kumanda heyetini berbat edip bıraktı.
Kara ordusu daha önce de belirtti im gibi böylesine hatalı bir dü ünce akımına kendini
kaptırmadı. Özellikle o sıralarda, genelkurmayda bulunan Albay Ludendorf, milletin hayati
meselelerinde Reichtag'ın aldı ı yarım tedbirlere gösterdi i zaafa ve çok zaman da bunları
inkar etmesine kar ı, ısrarlı bir mücadeleye giri mi ti. O zaman bu subayın yaptı ı mücadele
sonuç vermedi. Bu suçun yarısı parlamentoya, di er yarısı da a kın Behtmann Hohveg'in,
parlamentodan daha sefilane olan durumuna aittir. Fakat bugünün sorumluları, bu gerçe e
ra men, bu korkunç suçu, milli menfaatlerimizi korumayan kabiliyetsiz heriflere kar ı çıkmı
olan kimseye yüklemektedirler. Bu anadan do ma eleba ılar için, bir yalan çok veya bir yalan
az olmu , hiç önemli de ildir. Milletin gelece inden son derece sorumlu olan bu heriflerin
canice hafifliklerinden dolayı do acak sorumlulukları dü ünen, bo yere feda edilmi ölüleri
ve sava sakatlarını, katlanmakta oldu umuz büyük utanç verici durumu ve hakareti, içine
dü mü oldu umuz sonsuz sefaleti hayal eden ve bu tün bunların sadece birkaç zamane
adamına ve iyi mevki avcılarına |. bakanlık koltuklarına do ru yol açmak için meydana
geldi ini bilen i 'bir kimse, hiç üphe yok ki, bu yaratıklara, alçak, rezil, namussuz, erefsiz
ve katil denilmesinin hikmetini gayet iyi anlayacaktır. Aksi halde kullandı ımız bu
kelimelerin manası ve gayesi gerçekten anlatılmaz hale gelir. Bu heriflerin yüzünden eski
Almanya'nın iç siyaseti bozuldu u zaman bütün suçları garip bir açıklıkla göze çarpmı tır.
Çünkü bu türlü ahvalde ho olmayan gerçekler, büyük halk toplulukları arasında avaz avaz
ba ırıldı ı halde ba ka taraflarda pek utanılacak olaylar, sessizlikle geçi tiriliyordu, hatta
bunların bir kısmı inkar bile ediliyordu. Bir sorunun açıkça incelenmesi ile bir iyile me
ihtimali do arsa i te böyle davranıyorlardı.
Bu arada hükümetin ba ında bulunanlar propagandanın de erinden ve özünden adeta hiçbir
ey anlamıyorlardı. Propagandayı devamlı bir ekilde ve gayet ustaca kullanmakla, halka
cenneti cehennem gibi veya cehennemi cennet gibi göstermeyi kim ba arabilir? i te bunu
yapmasını sadece Yahudi bilecekti ve bu esasa göre hareket edecekti. Almanlar veya Alman
Hükümeti bu hususta zerre kadar bir bilgiye sahip de ildi. Bu bilgisizlik sava sırasında pek
pahalıya mal oldu.
Fakat burada i aret etti imiz ve sava tan önce Alman milletini lekeledi ini gördü ümüz bu
sayısız fenalıklar arasında bazı üstünlüklerimiz de vardı. Tarafsız bir inceleme yapılırsa di er
millet ve ülkelerin eksikliklerimizin ço unu payla tıkları gerçe i ortaya çıkacaktır. Hatta bizi
bu alanda geride bırakıyorlardı ve aynı zamanda bizim üstünlüklerimizden de yoksundular.
Bu üstünlüklerin en belli ba lısı olarak, Alman milletinin bütün di er Avrupa milletleri
arasında daima kendi iktisadi milli vasfını son derece korumaya çalı ması ve kötü i aretlere
ra men uluslararası maliye aleminin kontrolüne, di er devletlerden daha az ba lı olması
durumu gösterilebilir. Bu herhalde dü manlarımız için tehlikeli bir üstünlüktü ki sonradan
Dünya Sava ı'nın en belli ba lı sebeplerinden birini te kil etti.
üphe yok ki monar i birçok kimselere ve özellikle büyük halk toplulu una yabancı
geliyordu. Buna da sebep, hükümdarların daima en temiz beyne ve özellikle en do ru kalbe
sahip olmamaları i-di. Hükümdarlar maalesef dalkavukları daha çok seviyorlardı, onla n iyi
tabiatlı kimselerden üstün tutuyorlardı. Saray çevresinde bilgi sahibi olanlar da dalkavuk ve
yüze gülücü heriflerdi.
Dünyanın her yönden de i ikliklere u radı ı bir devrede bu hal büyük bir darbe te kil etti. Bu
de i iklikler sarayların bir çok gelenekleri ile uyu muyordu, i te bundan dolayı son yüzyılın
dönüm noktasında herhangi bir kimse artık at üstünde üniforması ile geçen bir prensese
hayranlık duyamazdı. Bu ekilde yapılan bir geçit resminin, halkın gözünde nasıl bir tesir
meydana getirece i do ru, olarak tahmin edilemiyordu. E er bu bilinse idi, bu kadar uy-
gunsuz, akla ters gelen i lere kalkı ılmazdı. Aynı bu durumda oldu u gibi, yüksek sosyetenin
samimi olmayan insaniyetçili i de çok zaman olumsuz bir tesir yapıyordu. Mesela bir
prenses, bir halk mutfa ında pi en yemekten tatmak tenezzülünü gösterdi i zaman, bu
davranı eskiden pek iyi görünebilirdi. Fakat bu yüzyılın ba ında elde edilen tesir tamamen
ters oldu. Çünkü prenses bir tecrübeye giri ti i gün, yeme in her zamankinden biraz farklı
oldu unun farkına bile varmadı ına kesin olarak inanılabilinirdi. i te bu kadarı bile yeterdi.
Keza bunu herkes biliyordu. Böylece en iyi niyet ve davranı lar bile, açıkça sinire dokunmasa
da, gülünç bir manzara te kil ediyorlardı. Hükümdarın kanaatkar oldu una dair sa da solda
anlatılan hikayeler, münasebetsiz sözler, halkı tahrik ediyordu. Örne in sabahları erken
kalkma alı kanlı ı, gecenin geç saatlerine kadar çalı ma ve az gıda almanın kendisini maruz
bıraktı ı tehlike gibi... Oysa hükümdarın ne kadar uyudu unu ve ne kadar yedi ini bilmeye,
ö renmeye lüzum yoktu. Ona yeter miktarda bir yemek veriliyor ve gere i kadar uyumasına
da itiraz edilmiyordu. Hükümdar, bir insan ve bir karakter sahibi sıfatı ile, ırkının ve
memleketinin erefine layık faaliyetlerde bulunursa ve hükümdarlık görevlerini yerine
getirirse sevinç duyuluyordu. Fakat ne var ki, bütün bunlar önemsiz eylerdi. Kötü olanı,
milletin büyük bir kısmına, tepeden idare edildikleri için artık kimsenin herhangi bir eyle
me gul olmasına lüzum kalmadı ı kanaatinin gittikçe artan bir hızla yayılması idi. Hükümet
ba arılı veya iyi niyetle donanmı oldu u sürece bunun zararı görülmeyebilirdi. Fakat o iyi
niyetli, ba arılı hükümet yerini, gerekti i gibi olmayan ba ka bir hükümete bırakacak olursa,
vay halimize! î te o zaman itaat, irade yoklu u ve çocukça güven gösterme, hayal edilebilecek
en kötü felaketleri do uracaktır. Fakat bu kar ı fikirlerin önüne itiraz kabul etmez birtakım
kuvvetler çıkıyordu. Bu kuvvetler arasında ilk önce bütün devlet idarelerinin istikrarım
belirtelim. Monar i bu istikrarı meydana getirmi ti. Sonra bu duruma, hırslı siyasetçilerin
spekülasyon, karga alıklarından korunan devlet makamlarından uzakla tırılmaları da yardımcı
oldu. Ayrıca, kurulu un daha ba tan kazandı ı erefi ve namuskârlı ı ile elde edece i otorite,
memurların ve özellikle ordunun üstünlü ünü, siyasi partilerin seviyesini a ması da bu i e
hizmet ediyordu. Bu üstünlü ün, devletin en büyük adamının, yani hükümdarlarının ahsında
ekillenmesini de ilave edelim. Bu yüzden hükümdar bir sorumlulu un sembolü oluyordu.
Hükümdar, parlamento ço unlu unun meydana geli i gibi tesadüfi bir toplulu a de il, daha
çok halka borçlu durumda idi. Alman idaresinin menkıbesi ve temizli i daha çok bu
durumdan ileri geliyordu. Sözün kısası, Alman milleti için monar inin kültür de eri pek
büyüktü ve di er mahzurları ba arı ile ortadan kaldırabilirdi. Alman hükümdarlarının
oturdukları yerler, halen estetik ruhun mabedi olmakta devam ediyordu. Bu böyle olmasaydı,
günümüzde materyalist hale gelen bu ruhun ortadan kalkması tehlikesi ba gösterirdi. Alman
prenslerinin on dokuzuncu yüzyılda sanat ve bilim için yaptıkları hizmet asla unutulamaz.
Ça da devir ise eskiden yapılanlara benzeyen hiçbir ey ortaya koyamamı tır, i te sosyal
organımızın yava yava bozulmaya ba ladı ı o devirde ordu vardı demek zorundayız.
Ordu Alman milletinin en kuvvetli okulu idi. Zaten bütün dü man kininin, milletin hamisi
olan bu müesseseye çevrilmi olması sebepsiz de ildi. Ordu, iftiraya u rarken, kinlere,
husumete ve mücadelelere hedef olurken, a a ılık heriflerin hepsine korku telkin ediyordu.
Gerçe i ifade için bundan güzel anıt yapılamazdı. Versay'da uluslararası hırsızların adi arzu
ve hiddetlerini ilk önce eski Alman ordusuna çevirmi olmaları, Alman ordusunun para
kuvvetine kar ı milletimizin hürriyeti için sa lam bir sı ınak oldu unu gösterir. Bizim
milletimize bir bekçi olan bu kuvvet olmasa idi, Versay bütün ruhu ve ayrıntısı ile Almanya
için çoktan uygulanmı olurdu. Alman milletinin orduya borçlu oldu u ey öyle
özetlenebilir: HER EY.
Ordu, sorumluluk hissinin meziyet haline geldi i, sorumlulu un ezilmesi gittikçe günün
meselesi oldu u, özellikle her çe it sorumluluk yoklu unun örne i olan parlamento tarafından
böyle bir e ilim yayıldı ı bir sırada, kalplere sorumluluk hissi dolduruyordu. Ordu,
korkaklı ın salgın bir hastalık olma tehlikesinin ba gösterdi i, kamunun çıkarları lehinde
fedakarlık etmenin budalalık sayılmaya ba ladı ı, sadece kendi çıkarını korumayı ve
ço altmayı bilen kimsenin akıllı sayıldı ı sırada, ahsı cesareti a ılıyordu. Ordu, her Almana
milletin kurtulu unu, zenciler, Çinliler, Alman, Fransızlar, ngilizler ve di erleri arasında
milletlerarası bir karde li i tahrik ve te vik eden sahtekar heriflerin uydurdukları cümlelerde
de il, bizzat milletin kuvvetinde, azim ve karar ruhunda aramanın gere ini ö reten okul
durumunda idi. Ordu, azim ve karar ruhu a ılıyor ve böyle azimli ve kararlı adamlar
yeti tiriyordu. Oysa, günlük hayatta azim ve karar yoklu u, ve üphe ile tereddüt insanların
hareketlerini sarsmaya ba lamı tı.
Kurnaz heriflerin numune olarak gösterildikleri devirde, örnek bir i in düzensizlikten daima
daha iyi oldu u prensibini üstün çıkarmak, gerçekten ustaca bir hareket idi. Yalnız bu
prensipte daha hiç bozulmamı ve sa lam kalmı bir sıhhatin varlı ı gerekti. E er ordunun
verdi i terbiye bu temel kuvveti yenilemeye devamlı bir ekilde dikkat etmemi olsaydı,
günlük hayatta böyle sıhhatli i ler çoktan ortadan kaybolur giderdi.
Baskı ve zorlama ile yeni bir gasp veya hiç itiraz edilmeden yerine getirilmesi gerekli bir
ticaret anla masını imzalama durumu hariç, hiçbir vakit herhangi bir faaliyeti için bütün
kuvvet ve inisiyatifini toplayamayan bugünkü Reich hükümetinin azim ve karar kabi-
liyetinden ne kadar deh et verici bir ekilde yoksun oldu unu görmek yeter. Fakat önüne
konan bir anla mayı diktatörün emrini yerine getirir gibi imzalayaca ı zaman, her türlü
sorumlulu u bir yana bırakır ve dikte edilen husus ne olursa olsun, onu hemen meclisler-deki
zabıt katipleri gibi süratle tasdik eder. Gerçekten bu gibi durumlarda bu hükümet için bir karar
almak kolaydır, çünkü alınacak karar ona dı ardan yazdırılmı tır.
Ordu, ideale, vatana ve devletin büyüklü üne sadakat gösterme terbiyesi vermi ti. Halbuki
günlük hayatta hırs, açıkgözlülük ve materyalizm yayılıyordu. Ordu sınıflar halinde ayrılmaya
kar ı, birle mi , birlik olmu bir millet meydana getiriyordu. Bu konuda ordunun tek hatası
vardı: Bir senelik gönüllüler usulü. Bu yanlı bir hareketti. Çünkü, bu yüzden e itlik prensibi
ihlal ediliyordu. Daha çok talim görmü olan çevresinin di er bölümlerinden tekrar dı arı
çıkmı oluyordu, halbuki bunun tersi daha iyi idi.
Yüksek sınıflarımızın derin genel aptallıkları ve halktan gittikçe daha belirli bir ekilde
kopmalar kar ısında ordu hiç olmazsa kendi safları arasında, akıllılar denilenlerin
ayrılıklarından kaçınmasaydı, pek iyi bir tesir meydana getirmi olurdu. Bu ekilde hareket
etmemek hataydı. Fakat bu dünyada hangi müessese hatadan ba ımsızdır? Ordunun hayırlı
i leri, zarara o kadar üstündü ki, bazı küçük hataları bir vasat insanın kusurlarına nispetle çok
daha önemsiz ve basit eylerdi.
Eski imparatorlu un ordusunun en büyük meziyeti, her eyin ço unlu a tabi oldu u bir sırada
ve Yahudilerin sayıya kar ı besledikleri körü körüne sevgiye ters olarak, ahsiyete inanma
prensibini korumasıdır. Gerçekte ordu ça da devrin en çok ihtiyaç duydu u eyi
yatı tırıyordu: NSAN. Bir gev eme halinden, yayılmakta olan bir kadınla ma bataklı ından,
her yıl ordunun safları arasından 350.000 genç yeti iyordu ki, her birinden kuvvet
fı kırıyordu. Bu gençler iki yıl süren talim sonunda üzerlerinden gev ekli i atmı lar, çelik
gibi vücutlara sahip olmu lardı. Bu süre içinde itaat etmeye alı an genç, artık bundan sonra
kumanda etmeyi ö renebilirdi. Yürüyü ünden talimli askeri tanımak mümkündür.
Evet, ordu Alman milletinin en büyük okulu idi. i te bu yüzden kıskançlık, hırs ve açgözlülük
evkiyle, devletin acze dü mesini, milletin müdafaadan yoksun kalmasını isteyenler ve bu
büyük devleti sömürenler, korkunç kinlerini orduya yo unla tırıyorlardı. Birçok Almanın
dü tü ü körlük veya kötü niyetle istemedikleri eyi yabancılar takviye ediyorlardı. Alman
ordusu, milletin hürriyetinin ve çocuklarının gıdasının hizmetinde en kudretli bir silah idi.
Devletin ekline ve orduya üçüncü bir unsur katılıyordu. Bu eski imparatorlu un mukayese
kabul etmez memurlar sınıfı idi.
Almanya, dünyanın en iyi idare edilen ve en güzel te kilatına sahip bir ülke idi. Alman
memurlarının kırtasiyecili in kar ısında olu ları sayesinde i ler muntazam gidiyordu. Ba ka
devletlerde i ler, bizdekinden daha iyi gitmiyordu. Hatta daha da fenaydı. Fakat di er
ülkelerde olmayan taraf bu organın hayran kalınacak sa lamlı ı ve onu meydana getirenlerin
ahlak kaidelerinden ayrılmaz zihniyeti idi. Mertlik ve sadakatin bir arada oldu u küçük bir
görenek, bugün sık sık rastlanan prensip yoklu undan, karaktersiz, cahil ve aciz modernlikten
çok daha iyidir. Sava tan önce belki biraz kırtasiyeci olan Alman idaresinin ticaret yönünden
iktidarsız oldu unu iddia etmek, bugün pek revaçta ise, buna u soruyla cevap vermek yeter:
Dünyanın hangi ülkesinde Almanya'nın demiryolları kadar iyi sevk ve idare edilen bir i letme
ve ticari yönden bu kadar iyi bir kurulu vardı? Me er bu örnek i letmeyi yok etmek, devrime
kısmet-mis. Sonunda bu i letme milletin elinden alınarak, cumhuriyetin kurucularının
ruhlarına göre sosyalize edilmeye, yani Alman devriminin delegasyonu sıfatı ile
spekülasyonun milletlerarası sermayesine hizmet etmeye uygun bir duruma getirildi.
Memur sınıfını ve idare mekanizmasını özellikle di erlerinden ayıran ve üstün hale getiren
taraf, bu sınıfın çe itli hükümetlere kar ı ba ımsız olu uydu. Çe itli hükümetlerin siyasi
görü leri Alman memurunun zihniyeti ve çalı ması üzerinde tesirli olamazdı. Fakat
devrimden bu yana, bu durum de i ti. Meleke, ehliyet ve iktidar yerine, herhangi bir siyasi
yazıda belirtilen mevki üstün duruma geçiyordu. Orijinal ve ba ımsız bir karakter, memura
fayda vermek yerine engel te kil ediyordu.
Eski imparatorlu un kuvveti ve ihti amı, devletin ekline, ordu ve memur sınıfının üzerine
dayandırılıyordu. Bugün ise bunlar, devlette tamamen eksik olan bir vasfın birinci derecedeki
en önemli sebepleri idiler. Devlet otoritesi yoktu. Çünkü devlet otoritesi, parlamentoda veya
lanstaglardaki gevezeliklere, devleti koruma kanunlarına veyahut bu kanunları çi neyenleri
deh et ve korku içinde bırakmaya mahsus mahkemelerin kararlarına dayandırılamaz. Devlet
otoritesi, bir toplulu u sevk ve idare edenlere gösterilmesi gereken ve gösterilebilen genel
güvene dayandırılır. Fakat bir kere daha belirteyim ki bu güven, hükümetin ve idarenin
namuslu, menfaat dü üncelerinden uzak oldu una dair samimi ve sarsılmaz bir kanaatin
sonucudur. Bu, kanunun anlamı üzerindeki tam bir birle meden ve kanun tarafından saygı
gösterilen prensipler hakkındaki anla ma hissinden do ar. Hükümet sistemleri baskı ve iddet
üzerine dayanmazlar, halkın menfaatlerini temsil etmedeki samimiyete, onun geli mesi için
yapılan yardıma ve kendi meziyetlerine göre de er ta ırlar. Sava tan önce i lenen
kötülüklerden bir kısmı, milletin kendinde saklı kuvvetlerini yıkmak tehdidinde bulunmu tur.
Bu durum di er ülkelerde de meydana gelmi tir. Hatta bu ülkeler, bu kötülüklerden
Almanya'ya kıyasla daha çok zarar görmü lerdir. Fakat böyle olmakla beraber, o ülke halkı,
mü kül kar ısında gayret göstermekten vazgeçmemi ve dolayısıyla çökmemi tir. Ama sava
öncesi zaaflarına kar ı Almanya'nın gö üs germeye kuvveti oldu u dü ünülürse, bu çökü ün
sebebini ba ka yerde aramanın gerekti i görülür. Evet, gerçek böyleydi. Eski imparatorlu un
çökmesinin son ve en büyük sebebi ırk meselesinin iyi anla ılmaması ve milletin tarihi ge-
li melerinde ırkın öneminin takdir edilmemesidir. Çünkü milletlerin hayatlarında bütün
olaylar tesadüflerin birtakım görünümlerinden ibaret de ildir, bunlar ırkın korunması ve
ço alması yolundaki gayretlerin do al sonuçlarıdır. Öyle ki, insanlar kendi faaliyetlerinin
derin sebebini takdir edemedikleri zaman bile bu böyle olmu tur.
BOLUM 11
Bazı gerçekler, toplum içinde o kadar yaygındır ki, bu sebepten dolayı cahil halk bunları
gözünün önünden geçti i halde göremez, birkaç defa kar ıla tı ı halde tanımaz. Bu gibi
kimseleri, biri gelip de daha önceden bilmesi gereken bir eyi söyledi i vakit, hayretler içinde
kalır. Toplum içinde öyle meseleler vardır ki "Christoph Colomb'un yumurtası" kadar basit bir
ekilde halledilebilir. Fakat Colomb cinsinden kimseye pek az rastlanır. Mesela, bütün
insanlar, dünya üzerinde dola ır, dururlar ve her eyi ö renmek ve bilmek isterler. Fakat hiç
kimse dünya üstündeki canlıların çe itli gruplara ayrılmı oldu unu göremez. En ufak ve
üstünkörü bir inceleme, dünya üstünde ya amak iradesinin aldı ı hadsiz hesapsız ekillerin el
sürülmez, de i tirilemez bir kanuna ba lı oldu unu gösterir. Her hayvan aynı gruba (türe)
mensup di er bir hayvanla cif de ebilir. Leylek leylek ile, ispinoz ispinoz ile, fare fare ile,
kurt kurt ile ve di erleri gibi. Bu arada unu da belirtelim ki, bazı fevkalade haller bu kaideyi
bozabilir. Mesela esaretin veya aynı gruba dahil olanların çiftle melerine engel olan herhangi
bir sebebin yükleyece i zorunluluk. .. Fakat bu durumda da tabiat bu kar ı kovu la mücadele
etmek için bütün imkanlarını harekete geçirir. Tabiatın protestosu; piçle mi grupları
zürriyetlerini devam kabiliyetlerini sımsıkı kısıtlamak biçiminde ortaya çıkar. Birçok hallerde
tabiat onları, hastalıklara yahut dü manlarının hücumlarına dayanmak, kar ı koymak meleke-
sinden yoksun bırakır.
Bu pek tabii bir eydir: Birbirine e it olmayan iki yaratı ın birle mesi sonucu meydana
gelecek mahsul, iki ebeveynin de erleri arasında bir de ere sahip olur. Yani çocuk, canlılar
merdiveninde a a ı ırka mensup olan ebeveynden daha yüksek bir yerde, fakat yüksek bir
noktada olan di er ebeveynden ise daha a a ı bir seviyededir. Bu bakımdan çocuk ilerde bu
üstün ırka kar ı giri ece i mücadelede yenilecektir. Böyle bir çiftle me, canlıların de erlerini
yükseltmeyi gaye edinmi olan tabiatın iradesine ters dü er. Tabiatın bu gayesi çe itli
de erlerdeki kimselerin çiftle meleri ile gerçekle tirilemez, ancak en yüksek de eri temsil
edenlerin tam ve kesin zaferleri ile sa lanır. Daha kuvvetli olanın rolü hükmetmektir, daha
zayıf olanla kayna mak de ildir. E er üstün ırk böyle davranmazsa kendi büyüklü ünü feda
etmi olur. Bu kanunu, sadece do u ları itibariyle zayıf olan yaratıklar zalimane bulabilirler.
Fakat bu husus da, o-nün zayıf ve sınırlı bir kimse olu undan ileri gelir. Çünkü bu kanun onun
vücudunu ortadan kaldırmasaydı, bütün canlıların geli mesi akla sı maz bir ey olurdu.
Tabiatta ırkın temizli ini aramak ve devam ettirmek için var olan bu genel e ilimin sonucu,
sadece özel ırklar arasında dı görünü lerindeki bir farkta de il, her birinin kendisine has
vasıflarının benzerli i haiz olmasıdır. Tilki daima tilkidir. Kaz her zaman kazdır. Bu misaller
ço altılabilir. Di er taraftan unu hemen belirtelim ki, aynı ırka mensup fertler arasında te his
edilen farklar, hassaten, sahip oldukları enerji, canlılık, zeka, ustalık ve direnme gibi
kabiliyetlerin toplamındaki e itsizlikten ileri gelir. Fakat hiçbir zaman tabii bir istidat
evkiyle, kazlara kar ı "iyi kalple" hareket edecek bir tilkiye veya sıçanlara kar ı merhamet
besleyen kediye tesadüf edilemez. Sonuç olarak, ırkların birbirleri ile mücadelelerine sebep,
derin bir antipatiden ziyade, açlık ve a ktır. Her iki halde de tabiat memnun bir ahittir. Her
günkü ekmek u runda yapılan mücadele zayıf ve hastalıklı ve cesareti az olan mahlukların
ma lubiyetini do urur. Öte yandan di iyi kendine çekmek ve onu büyülemek için giri ti i
mücadele ancak en sa lam ahsa zürriyet yeti tirmek hakkını verir veya bu i i ba armak
imkanım ona sa lar. Fakat kavga, daima grubun sıhhatini ve kuvvetini geli tirecek vasıtadan
ibaret kalır veya onun geli mesinin ilk artı olur. E er bu, ba ka türlü cereyan etse idi, sonraki
geli meler durur ve çok geçmeden gerileme ba lardı.
Gerçekten bütün insanlar zürriyet yeti tirmekte aynı imkanlara sahip olsalardı, daha az iyi
olanlar, en iyilere nispetle çok oldukları için, çok çabuk ço alacak, sonunda en iyiler ikinci
plana dü eceklerdi, i te bundan dolayı en iyiler lehine zorlayıcı tedbirlerin vazıyete müdahale
etmesi gerekir. Tabiat zayıfların sayılarını sınırlamak için, onları iddetli ve zor hayat
artlarına tabi tutar. Tabiat sadece arta kalan seçkinlere çiftle me için izin verir. Ölçü olarak
kuvvet ve sıhhati kabul etmek suretiyle yeni ve sıkı bir seçme yapar. Tabiat zayıf kimselerin
kuvvetlilerle çiftle melerini istemez, yüksek bir ırkın, basit bir ırka karı masını kabul etmez.
Çünkü, binlerce asırdan beri tabiatın be eriyeti yüceltmek için takip etti i gaye bir anda bo
bir i haline sokulmu olur. Bu kanunun hadsiz hesapsız delillerini bizim önümüze seren tarih,
gayet açık olarak unu kaydetmi tir:
Saf bir ırk kendi kanını daha a a ı bir toplulu un kanı ile karı tırdı ı takdirde, ortaya çıkan
melezlik medeniyet getirecek olan milletin felaketi eklinde tecelli eder. Renkli ırklarla pek az
karı mı olan Cermen unsurlarının meydana getirdi i Kuzey Amerika halkı, Orta ve Güney
Amerika'ya nispetle ba ka bir topluluktur ve ba ka bir medeniyet arz eder. Orta ve Güney
Amerika'da Latin ırk, yerlilerle daha çok karı mı oldu u için, Kuzey Amerika halkı, kıtanın
hakimi durumuna geçmi tir. Bu hal, herhangi bir bula ıklık olmadı ı takdirde devam
edecektir.
Sözün kısası bu ırk çatı masının sonucu udur: a — Yüksek ırkın seviyesi dü er, b — Fiziki
ve fıtri bir çökü ba lar.
Bunlara da sebep olmak yaratıcımız olan Tanrı'nın iradesine kar ı günah i lemektir. Fakat bu
hareket, günahın meydana getirdi i cezayı görmektir, insan, tabiatın kendi sıfatıyla var
olmasına saygı duyaca ı prensiplerle mücadeleye giri mi olur. i te tabiatın iste ine aykırı
hareket etmekle, kendinin mahvını böyle hazırlar. Gerçi burada özellikle ibrani olan, aynı
zamanda ahmakça bir itiraz, modern barı çılı ın itirazı lafa karı ır: "insan tabiata galip
gelmelidir!" Yahudilerden çıkan bu saçma sözü milyonlarca insan hiç dü ünmeden tekrarlar
ve sonunda tabiata kar ı bir zaferi tahakkuk ettirdikleri hülyasına dalarlar. Fakat delil olarak
ortaya bo bir fikirden ba ka bir ey koyamazlar. Ayrıca bu söz o kadar manasızdır ki do rusu
bundan bir dünya görü ü veya dü üncesi çıkarmak imkansızdır.
Gerçekte insan, tabiatı hiçbir hususta yenememi tir. Ancak insanın yapabildi i tek ey,
tabiatın gizli taraflarını ve sonsuz sırlarını kapadı ı büyük örtünün sadece küçücük bir ucunu
kaldırmaya te ebbüsten ibarettir. nsan hiçbir zaman bir ey icat etmemi tir, sadece
bildiklerini bulmu tur. nsan tabiata hakim de ildir. Sadece bazı kanunları ve tektük do al
gizlilikleri bildi i için, bunlardan habersiz olan di er canlıların hakimi durumuna geçmi tir.
Bütün bunlar bir yana bırakılırsa, bir fikir, insanlı ın hayatı ve gelece i için konmu artlara
üstünlük sa layabilir. Çünkü fikrin kendisi de insana tabidir. Bu dünyada insan olmazsa fikir
de olmaz. Demek oluyor ki fikir, daima insanların varlı ına, sonuç olarak bu varlı ın ilk artı
olan kanunlara ba lıdır. Daha da fazlası vardır. Belirli fikirler bazı kimselerin var olu larına
ba lıdırlar. Özellikle bu fikirlerin kökleri ilmi ve belirli bir gerçe e de il, his alemindedir
veya samimi bir tecrübeyi aksettiren eydedir. Gerçekte mantık ile hiçbir ilgisi bulunmayan,
yalnız hissiyatın ve ahlaki dü üncelerin belirtilerim temsil eden bütün bu fikirler, insanların
varlı ı ile ba lantılıdır. Bu fikirleri, insanların dü ünme güçleri ve yaratıcı kabiliyetleri
meydana getirmi tir. Fakat bu fikirleri tasarlayan insanların ve ırkların bekası, bu fikirlerin
devamlılı ı için önemli bir arttır. Mesela, dünyada barı çı fikrin üstün gelmesini samimi
olarak isteyen kimse, dünyanın Almanlar tarafından fethedilmesi için her eyi yapmalıdır.
Aksi takdirde dünyadaki son barı severin, son Alman ile ölmesi mukadderdir. Çünkü
yeryüzünün di er insanları, tabiata ve akla ters dü en bu saçmalı ın tuza ına maalesef
milletimizin yaptı ı gibi kendilerini kaptırmamı -lardır. Demek ki, barı devresine ula mak
için, ister istemez azimli bir ekilde sava a karar vermek zorunlulu u vardır. Amerika'dan
gelmi olan kurtarıcı Wilson'un gerçek planı bu idi, hiç de ilse hayalperest Almanlar böyle
sanıyorlardı. Bu ekilde gayeye ula ıldı.
Gerçekte barı sever ve insaniyetçi fikri üstün olan bir kimse, yeryüzünün hakimi olacak
ekilde dünyanın geni bir bölgesini fethedip hakimiyetini kabul ettirdi i zaman pek iyi bir
ey yapmı olur. Bu fikir ameli uygulaması zor ve nihayet imkansız duruma geldi i nispette
zararlı sonuçlar do urabilir. Demek ki ilk önce sava , sonra barı çılık.
Yoksa insanlık geli menin en son ve en yüksek noktasını atlayıp, geçmi tir. Son nokta,
herhangi bir ahlaki fikrin hakimiyeti de ildir, barbarlı ın ve daha sonra karmakarı ıklı ın
hakimiyetidir. Dünyamız milyonlarca yıl bo lukta dola tı ı halde üzerinde insan
görülmemi tir. E er insanlar birkaç gevezenin yaydıkları fikirleri dinleyip ve tabiatın tunç
gibi sert kanunlarını tanımayı ve bunlara sıkı bir ekilde uymayı ö renerek yüksek bir noktaya
ula abileceklerini unuturlarsa, bir gün dünyamızın eski artları dahilinde yoluna devam etmesi
mukadderdir.
Bugün hayran kaldı ımız ilim, güzel sanatlar, teknik ve icatların hepsi bazı ırkların, belki de
ilk önceleri tek bir ırkın yaratıcı faaliyetlerinin sonuçlarıdır. Medeniyetin devamı bu milletlere
ba lıdır. Bu milletler yenilir ve yok olurlarsa, dünyanın güzelli ini meydana getiren eyler
kendileri ile birlikte topra a gömülür..
Örne in, topra ın insanların üzerindeki etkisi ırklara göre de i ecektir. Bir ırkın üzerinde
ya adı ı topra ın veriminin az olu u, o ırk için kudretli bir te vik unsuru olacaktır. Bu durum
o ırkı büyük eyler yapmaya sevk eder.
Ba ka bir ırk için ise topra ın çorak olu u bir sefalet ve sonunda da beslenememe sebebi olur.
Dı ardan gelen nüfuzun ırkların üzerinde yapaca ı tesirin eklini, o ırkların samimi
dayanakları tespit eder. Bazı ırkları açlıktan ölmeye mecbur bırakan bir ey, di er ırkları çetin
mücadelelere ve çalı malara kabiliyetli hale getirir. Geçmi dönemlerin bütün büyük
medeniyetleri, yaratıcı ırkın kanının zehirlenerek ölmesi sonucu çökmü tür. Bu çe it
çökü lerin en büyük sebebi, insanların medeniyetlere de il, medeniyetlerin insanlara ba lı
oldukları prensibinin unutulmasıdır. Belirli bir medeniyeti muhafaza etmek için, o medeniyeti
yaratan kimseyi korumanın lüzumu, gözlerden kaçmı tır. Fakat bu koruma hali zaruretin tunç
gibi sert kanununa, en iyinin ve en kuvvetlinin zaferine ba lıdır. Demek oluyor ki ya amak
isteyen kavga etmelidir. Kanunu devamlı bir mücadeleden ibaret olan bu dünyada,
mücadeleden kaçınan kimsenin ya amaya hakkı yoktur. Bu acı gibi görünür, fakat gerçek
böyledir. Ama tabiata üstün geldi ini sanan ve gerçekte tabiata küfür eden kimsenin akıbeti
çok daha acıdır. Irk kanunlarını unutan ve onlara hakaret eden insan ula aca ını sandı ı
saadetten kendim mahrum eden ve üstün ırkın zaferlerle dolu yürüyü üne engel olur. Böylece
her çe it insanın geli mesinin ilk artını zaafa u ratır, insan hassasiyetinin yükü altında
ezilerek, canlılar grafi inde yükselmeden aciz hayvanlar seviyesine dü er, ilk medeniyeti
hangi ırk ve ırkların meydana getirdiklerini ve insanlık kelimesinin ifade etti i manayı
gerçekle tirdiklerini bilmek hususunda münaka a yapmak bo ve lüzumsuz bir harekettir.
Meseleyi bugüne ait olan noktasında vazetmek daha kolaydır. Bu noktada verilecek cevap da
daha açık ve . basittir. Bugün medeniyetin sonucu olarak önümüzde duran, güzel sanatların,
ilimlerin ve tekni in ürünlerinin tamamı, hemen hemen sadece üstün ırkların yaratıcı
faaliyetleri sayesindedir. Bu gerçek, onlara insaniyetin hakkı olarak yegane temsilcisi
oldukları hükmünü vermemize imkan hazırlar. Sonuç olarak "insan" adı ile anladı ımız ilkel
tipi onlar temsil ederler. Onlar, irsi insanlı ın Promete'si-dirler. Dehanın ilahi kıvılcımı eski
günlerden beri hep onların alınlarından fı kırmı tır. Israrla dilsiz sırları örten geceleri bilgi adı
altında aydınlatan ate , daima yeni ba tan parlamı ve böylece insana bu dünyada ya ayan
di er yaratıkların hakimi olması için ula ması gereken hedefi göstermi tir. E er ate ortadan
kaldırılsaydı yeryüzünü büyük bir karanlık basacaktı. Böylece birkaç asır için de medeniyet
yok olup gidecek ve dünya çöle dönecekti. E er insanlık, medeniyet yaratan, medeniyetin
emanetlerini muhafaza eden ve medeniyeti yok eden diye, üçe bölünse idi, birinci bölümü
yalnız üstün ırklar temsil ederlerdi, insan eli ile yapılan bütün yaratmaların temellerini ve
büyük i lerini bu üstün ırklar meydana getirmi lerdir. Onların dı görünü leri ve aldıkları
renk, çe itli milletlerin özel vasıflarının tesiri altında kalmı tır.
insan geli mesinin ortaya koydu u bütün binaların planlarını ve büyük kesme ta larını hep
üstün ırk sa lamı tır. Yalnız icra keyfiyeti her ırkın kendine has ruhuna kar ılık gelmi tir.
Mesela, birkaç yıla kadar Asya, geli mesinin temelini Yunan, Rus ve Alman tekni i
seviyesine çıkaran medeniyete, benim medeniyetim diyebilecektir. Bu medeniyetin sadece dı
görünü ü, hiç olmazsa kısmen Asya'nın verdi i ilhamların vasıflarını ta ıyacaktır. Japonya,
sanıldı ı gibi, medeniyetine, Avrupa medeniyetim eklemiyor, tam aksine Avrupa'nın ilim ve
tekni i Japon medeniyetinin özel vasıflarını te kil e-den eye yakından ba lanıyor. Bu ülkede
hayatın esaslı temeli artık orijinal Japon medeniyeti de ildir. Gerçi Japon medeniyeti bu haya-
ta kendisine has bir renk ve tarz veriyorsa da, (yani esaslı farklar sebebiyle Avrupalıların
gözlerine çarpan o dı görünü ü sa lıyorsa da) buradaki hayatın temeli Avrupa ve
Amerika'nın yani üstün ırkların ilmi ve teknik çalı malarının sonucu olarak sa lanmaktadır.
Do u da, bu çalı ma sayesinde elde edilen sonuçlara dayanılarak insanlı ın genel geli mesi
takip edilebilmektedir. Günlük ekmek için yapılan mücadele, bu çalı manın temelini sa lamı
ve gereken silah ve hareketleri yaratmı tır. Japon karakterine sadece dı ekiller yava yava
uyum sa layacaktır. E er bugünden itibaren üstün ırkın tesiri Japonya'nın üzerinden kalkacak
olsa ve Avrupa ile Amerika'nın yıkılmaları sa lansaydı, Japon milletinin teknik ve bilimde
kaydetti i ilerlemeler bir süre daha devam edebilirdi. Fakat birkaç yıl sonunda kaynak
kuruyacaktı. Japonlara özgü nitelikler tekrar ortaya çıkacaktı. Böylece bugünkü medeniyeti
de, yetmi yıl önce üstün ırkın medeniyetinin dalgası ile çekip çıkarıldı ı derin uykunun içine
tekrar gömülüp kalacaktır. Bu gerçe i göz önünde tutarak, Japonya'nın bugünkü geli mesi
üstün ırkın tesiri sayesinde oldu u söylenebilir. Buna göre pek eski zamanlarda da yabancı bir
tesir ve ruh o eski devrin Japon medeniyetini uyandırmı tır. Bu fikir ve dü ünceyi do rulayan
en güzel delil, bu medeniyetin daha sonra i lemez hale gelip, tamamen ta gibi donarak
kaskatı olmasıdır. Bu olay bir millete ancak ilk yaratıcı hücre ortadan çakıldı ı veya ilk
hamleyi vermi ve medeniyetin ilk geli mesine gereken malzemeyi sa lamı olan dı tesir
kayboldu u zaman meydana gelebilir.
Bir ırkın, medeniyetinin esaslı unsurlarım yabancı ırklardan alarak, temsil etti i ve harekete
geçirdi i, fakat daha sonra üzerindeki yabancı etki kaybolunca uyu up kaldı ı tespit edilirse,
bu ırkın medeniyetin ta ıyıcısı oldu u söylenebilir, fakat medeniyeti do uran millet oldu u
iddia edilemez.
Çe itli milletler bu açıdan incelenecek olursa, fiiliyatta önceden medeniyeti kuran milletler
olarak de il, daima medeniyeti bir emanet olarak ba kalarından almı topluluklar eklinde
görünürler, i te bunların geli meleri hakkında unlar söylenebilir: Sayıları gerçekten gülünç
kabul edilecek kadar az olan üstün ırklar, di er yabancı milletleri hakimiyetleri altına alıyorlar
ve yeni toprakların kendilerine arz ettikleri hayat artlarının, yani topra ın verimli ve iklimin
müsait olu u sayesinde veya a a ı ırka mensup insanların sa ladıkları i gücü bollu undan
faydalanarak, onlarda uyuklar bir halde bulunan fikri ve te kilatçı melekeleri geli tiriyorlar.
Binlerce yıl, hatta birkaç asır içinde meydana öyle medeniyetler çıkarıyorlar ki, önceleri bu
a a ı ırkların hayat tarzlarına, verimli topra ın ve kontrol altına al dlkları insanların ruhlarının
özel durumlarına kar ılık gelen vasıfları | Içeriyorlar. Fakat sonunda toprakları fethedenler
kanlarının temizli ini korumalarına imkan veren ve önceleri emirlerine uydukları prensibe
sadakatlerini kaybediyorlar. Kendi halkı yerlilerle birle meye ba lıyor. Böylece kendi
hayatlarına son veriyorlar. Çünkü cennette i lenen ilk günah daima suçluların uzakla tırılması
sonu-I cunu vermi tir, i te bin yıl veya daha çok bir zaman sonunda eski hakim ırklardan
görülebilen son iz, çok kere kanının, hakimiyeti al-I tına aldı ı ırka bıraktı ı açık renkte ve
eskiden meydana getirmi oldu u medeniyetin ta gibi donmu halinde görülebilir. Çünkü üs-
tün ırkın gerçek ve manevi kanı hakimiyeti altına aldı ı milletlerin kanları içinde kayboldu u
gibi, medeniyetin ilerlemesi için yolunu aydınlatan me alenin alevini sa layan yanar madde
de yok olmu tur. Nasıl ki, üstün ırkların kanları, e lerinin do urdu u çocukların renklerinde
kendilerinin hatıralarını devam ettiren hafif bir nüans bırakmı sa, kültür hayatını bo an kimse
de, eskiden ı ı ı getirmi olanların henüz ya amakta olan meydana çıkarma özelliklerinin
yaydı ı ı ıklarla daha az karanlık hale sokulmu tur. Bunların ı ınları unutulmu bir çatlak
arasından parlar ve çok zaman dikkatsiz gözlere önlerinde imdiki milletin hayali bulundu u
zannını verirler. Halbuki gözlemci, bu hayali ancak geçmi devrin aynasında görmektedir.
Böyle bir milletin tarihi seyri sırasında eskiden kendisine medeniyet getirmi olan ırkla ikinci
defa olarak veya daha çok temasa geçmesi ve önceki kar ıla maların hatırasının hafızalardan
silinmi olması mümkündür. Bu millete eski hakim ırk veya ırklardan kalmı olan kan,
uursuz bir ekilde tekrar bu kültürün himayesine | girer. Eskiden ancak zor kullanılarak
sa lanan ey, imdi tam istekle ?! meydana gelebilir. Böylece yeni bir medeniyet devresi
meydana çıkar ve bu devre üstün ırkın, yabancı milletlerin kanları ile piçle mesine kadar
ayakta kalır.
Medeniyetin gelecekteki dünyayı kaplayan tarihi için ara tırmaları bu yöne çevirmek ve
imdiki tarih ilmimizde oldu u gibi dı olayların tespiti içinde bo ulmamak bir görev
olacaktır. Medeniyetin ta ıyıcısı olan milletlerin u radıkları bu geli me hakkındaki geni
bilgi, dünya üzerinde medeniyeti gerçekten kurmu olanların, üstün ırkların geli melerine ve
tesirlerinin ortadan kalkmalarına ait tabloyu da çizece i muhakkaktır. Günlük hayatımızda
oldu u gibi, dehanın meydana çıkabilmesi için özellikle nasıl uygun bir fırsata, hatta gerçek
bir hamleye ihtiyacı varsa, deha ile vasıflanmı ırk hakkında da durum böyledir. Her gün kü
hayatın de i mez akı ı içinde, birinci derecede de erli kimseleı bile, manasız görünebilirler
ve çevresinde bulunanlardan pek az siv-rilip yükseklere çıkabilirler. Fakat çevresindeki di er
insanları sasır tan bir vaziyet içinde bulunur bulunmaz, basit gibi görünen bu kimsede çok
kere o vakte kadar kendisini günlük hayatın adi çerçevesi . içinde görmü , olanları hayretler
içinde bırakacak bir ekilde, dahiyane kabiliyetler meydana çıkar. Bundan dolayı bir
peygamber kendi ülkesinde pek ender olarak otorite sahibidir. Bu olayı gözlemek için
sava tan daha iyi bir fırsat hiçbir zaman bulunamaz. Dı görünü leri itibariyle akıllı oldukları
tahmin edilemeyen gençlerde, sava ın kötü anlarında, arkada larının cesaretlerini
kaybettikleri sıralarda, birdenbire birer kahraman ruhu ile kar ıla ılır. Bunların büyük
enerjileri ölüme meydan okur. Bu gibi kimseler buz gibi so ukkanlılıkla en karı ık i leri
hesap ederler. E er bu sınav saati gelmemi olsa idi, hiç kimse beyinsiz gibi görünen bu
gencin bir kahraman ruhu sakladı ının farkına varamayacaktı. Dehanın meydana çıkması için
daima bir çarpı ma gerekir. Bazılarını yere yapı tıran kaderin topuz darbesi, ba kalarına
birdenbire çelik sertli i verir ve her günkü tekdüze hayatlarının zarını patlatarak hayretler
içinde kalmı dünyanın gözü önünde onları birer ilah gibi yükseltir. Halk bu duruma kar ı inat
eder, önceleri kendisinden farksız gördü ü bir kimsenin, böyle birdenbire ba ka bir tohumdan
fı kırmı olmasına inanmak istemez, i te bu durum, her de erli adamın ortaya çıkı ında
meydana gelir.
Mesela bir mucidin öhretinin icadını ortaya koydu u vakit parladı ını söylemek hata olur.
Deha kıvılcımı yaratıcılık melekesi ile birlikte adamın alnında do du u andan itibaren parlar.
Hakiki deha fıtridir. Hiçbir zaman terbiyenin veyahut e itimin sonucu de ildir. ahıs söz
konusu oldu unda gösterdi im bu misal ırklar için de aynıdır. Yaratıcı bir faaliyet içinde
bulunan ırklar, dünyaya geli lerinden beri yaratma kabiliyetine sahiptirler. Hatta bu kabiliyet
derine inemeyen gözlemcilerin gözlerinden kaçsa bile bu böyledir. Burada da dehalara sahip
bir ırkın öhreti, o ırkın gösterece i faaliyetin sonucudur. Gerçekte dünyanın di er milletleri,
dehayı görüp tanımaktan acizdirler. Bu milletler ancak dehanın ortaya koydu u icatları,
ke ifleri, binaları, yani ekilleri ortada olan ve elle tutulabilir hale gelmi görünümlerini
görebilirler. Fakat burada da dünyanın dehayı tanıyabilir duruma gelmesi için uzun zamana
lüzum vardır. Büyük bir de ere sahip ahısta dehanın sonuçları veya fevkalade kabiliyetler
özel te vikle fiiliyata çıkarsa, milletlerin hayatlarında da ba langıçta varolan yaratıcı
melekeler ve tesirler kuvvetler ancak belirli birtakım artlar kendilerini davet ettikleri zaman
ortaya çıkarlar. Bu gerçe in en olumlu örne ini medeniyetin geli mesini bir emanet olarak
elinde bulunduran üstün ırklar verirler. Kader onları özel artlar içinde bulundurur
bulundurmaz, bu üstün ırklarda varolan büyük kabiliyeti, daha hızlı bir tertiple geli tirmeye
ve bunları elde tutulur birer ekiller veren kalıplara dökmeye ba lar. Bu gibi durumda üstün
ırkların meydana getirdikleri medeniyet, hemen daima topra ın, iklimin ve hakimiyetleri
altına aldıkları insanların özelliklerine ba lıdır. Buradaki son unsur en kesin ve en tesirli
olanıdır. Bir medeniyetin do u unun ba lı oldu u teknik artlar ne kadar ilkel ise,
makinelerin yerini alacak olan bir insan gücünün mevcudiyeti de o kadar lüzumlu olur. Üstün
ırklar, basit ırkların insanlarını kullanmak imkanım bulmamı olsalardı kendilerini
medeniyete götüren yol üzerinde hiçbir zaman ilk adımı atamayacaklardı.
Ehlile tirmeye muvaffak oldukları hayvanlar olmasa idi, bugün üstün ırklar o hayvanları
lüzumsuz kılan tekni e sahip olamayacaklardı. Binlerce sene, at insanların i ine yaradı, onlara
yardımcı oldu, geli menin temelini kurdu. Fakat neticede otomobil vücut buldu. Böylece at
gereksiz hale geldi. "Arap mecbur oldu u i i yaptı, Arap artık gidebilir." darbımeseli,
maalesef derin bir mana ifade eder. Birkaç yıl içinde at, artık her türlü faaliyetten uzak
kalacaktır. Fakat, bu eski mesai birli i olmasa idi, insan bugünkü seviyesine eri mek için hiç
üphe yok ki, büyük zorluklar çekecekti. A a ı ırkın insanları yüksek medeniyetin meydana
gelmesinde ilk ve esaslı bir unsur olmu tur. Bu kabil insanlar maddi kaynakların kıtlı ını
bertaraf ediyorlardı. Bu maddi kaynaklar olmadan geli me imkanı tasavvur edilemezdi. urası
muhakkak ki, ilk insan; medeniyeti, ehlile tirilmi hayvanlardan ziyade, basit ırklara mensup
insanları kullanması sayesinde meydana getirmi tir. Ancak zayıf ırkların köle haline sokul-
malarından sonra, bu hal hayvanların da ba ına geldi. Bazı kimselerin iddia ettikleri gibi
bunun tersi olmadı. Çünkü sabanın önüne ilk önce ma lup ırk ko uldu. Daha sonra at insanın
yerini aldı. Bu olayı be eriyet bakımından adi bir ey olarak kabul etmek deli bir barı çı nın
i idir. imdi bu adamlar, o deli barı çıların, birtakım arlatanca laflarını kullanmak hususunda
kendilerinin faydalandıkları medeni yetin bugünkü derecesine ula abilmek için, böyle bir
tekamülün meydana gelmi olmasının, art oldu unu anlayamıyorlar, insanlı ın geli imi
sonsuz bir merdiven üzerinde bir yükselmedir. A a ı basamaklar a ılmadan, yukarı varılamaz.
Sonuç olarak, üstün ırk, gerçe in kendine i aret etti i, gösterdi i yolu a mak zorunda kal-
mı tır. Yoksa, hiçbir zaman üstün ırk modern bir e itli in kendi hayalinde canlandırdı ı yolu
a mak zorunda de ildir. Gerçek yol sarp ve zahmetlidir. Fakat bu kimselerin hayalleri onları
kendilerini bu gayeye yakla tırmaktan ziyade uzakla tırır. Üstün ırkların, basit ırklara
rastladıkları yerde, onları iradelerine tabi kılmaları sonucu medeniyetlerin do mu olması
tesadüf de ildir. A a ı ırklar, meydana gelmek üzere olan medeniyetin hizmetinde, ilk teknik
alet olmu lardır. Üstün ırkın daha sonra, takip edece i yol sarih olarak çizilmi ti. Fakat üstün
ırklar, basit ırka mensup olanları emirleri altına aldılar ve ameli faaliyetlerine bir düzen
verdiler. Bu durum kendi irade ve gayelerine uygun olarak meydana geldi. Fakat a a ı ırk
mensuplarına zahmetli olmakla beraber, faydalı bir faaliyet yüklerlerken onlara belki de eski
hürriyetleri adına verdikleri eylerden istifade ettirdikleri zaman nasipleri olan kaderden daha
iyi bir kader sa ladılar. Üstün ırk, hakim vasfını muhafaza etti i sürece, yalnız hükmeden
olarak kalmadı, geli tirmekte oldu u medeniyetin de muhafızı oldu. Çünkü bu medeniyet,
üstün ırkın ehliyet ve kabiliyetini ve kendi hüviyetini aynen muhafaza etmesi esasına dayanı-
yordu. Tebaalar yükseldikçe efendi ile u a ı ayıran perde de yava yava ortadan kalktı.
Üstün ırklar kanlarının temizli ini korumaktan vazgeçtiler. Böylece meydana getirdikleri
cennette ya amak hakkını da kaybettiler. Üstün ırklar zillete dü tüler ve medeniyet yapıcı
kabiliyetlerini kaybettiler. Fikri bakımdan oldu u gibi fizikçe de tebaalarına ve yerli halka
benzediler. Atalarının yerli halkın üzerinde sa ladı ı bütün üstünlükleri kaybettiler. Bundan
dolayı bir süre medeniyetin birikmi oldu u ihtiyat malzeme ile ya ayabildiler. Sonra ta
kesilme hareketi yapaca ını yaptı ve medeniyet unutulma çuku ni olu umlara meydan açarlar.
Kanların karı ması ve bunun sonucu olan ırkların seviyelerinin dü mesi, eski medeniyetlerin
ölmelerinin tek sebebidir. Çünkü, milletlerin mahvına sava ların kaybedilmeleri de il, saf bir
kanın özelli i olan direnme kuvvetinin ortadan kalkması sebep olmu tur.Dünya yüzünde saf
ırk olmayan her ey rüzgarın sürükleyip götürdü ü bir saman çöpünden ibarettir.
Fakat tarihi olayların tamamı, iyi manada oldu u gibi kötü manada da ırkın beka içgüdüsünün
bir görünümüdür. Üstün ırkların hakim olu larının ve önemlerinin sebebi, beka içgüdüsünün
haiz oldu u kuvvet ve iddettir. Ya ama arzusu bütün insanlarda sübjektif bakımından e it
kuvvette oldu u kabul edilmektedir. Bunda ancak uygulamada ortaya çıkan de i ik ekillerde
bir fark tespit edilmektedir. En ilkel ya ama eklinde beka içgüdüsü ferdin, kendi benli i
hakkında duydu u merak ve endi eden ileri gitmez. Bu ma-razi hal bencilliktir ve devam
etme keyfiyetini de içerir. Öyle ki bugünkü devir her eye kendi sahip olmak ve gelece e bir
ey bırakmamak iddiasına kalkı ır. Bu sadece kendisi için ya ayan, ne zaman karnı acıkırsa o
zaman kendine yiyecek arayan ve ancak kendi hayatım korumak için kavga eden hayvanın
durumudur. Beka içgüdüsü bu ekilde meydana çıktıkça ailenin en ilkel durumu ile olsa bile,
bir topluluk te kili için ortada bir temel yok demektir. Erkek ile di inin birlikte sürdürdükleri
hayatları bile çiftle meden öte bir eydir ve beka içgüdüsünün geni lemesine lüzum
duymaktadır. Çünkü ferdin kendi benli ine kar ı gösterdi i titizlik ve onu korumak için göze
aldı ı kavgalar, çifti meydana getiren di er unsuru da göz önünde tutmaktadır. Erkek bazen
di isi için de yiyecek arar. Çok zaman da ikisi birden bu yiyece i çocukları için aramaya
çıkar. Biri daima di erini korumaya çalı ır. Bu harekette son derece ilkel ve eksik olmakla
beraber fedakarlık ruhunun ilk görünümleri görülür. Bu ruhun dar aile sınırlarından ötelere
yayılması nispetinde, daha büyük ortaklıklara ve sonunda da gerçek devletin do masına
imkan hazırlayacak ilk ve esaslı art meydana çıkar. Bu durum, belki de en a a ı ırklarda pek
az geli mi tir. Öyle ki bu durumda olan milletler ço u zaman aile hayatı merhalesinden öteye
geçemezler, insanlar ahsi menfaatlerini ikinci plana atma a ne kadar taraftar iseler, onların
büyük topluluklar kurma kabiliyetleri de o kadar büyük olur. insanda, ahsi çalı masını ve
hatta gerekirse hayatını hemcins lerinin yararına olmak üzere faaliyete getirme e sevk eden
fedakarlık hassası üstün ırklarda daha çok geli mi tir. Üstün ırkların bu yüklü ünü sa layan
husus, fikri melekelerinin zengin olu u de il dir. Bütün melekelerini topluluk hizmetine
vermeye olan e ilimleri dir. Beka içgüdüsü, üstün ırklarda en asıl ekli almı tır. Üstün ırklar
kendi benliklerini toplumun hayatına ihtiyari surette tabi tutarlar. artlar gerektirdi i takdirde
benliklerini feda ederler. Üstün ırkların medeniyet kurma kabiliyetlerinin kayna ı fikri
melekeleri de ildir. E er ba ka kaynaktan kuvvet almasalardı, birer tahripkar gibi hareket
ederler ve hiçbir zaman te kilatçı olamazlardı. Çünkü her te kilatın en esaslı artı ferdin gerek
ahsi fikir ve mütalaasını, gerek hususi menfaatlerinin her eyden önde geldi ini kabul
etmekten vazgeçmesi ve bunları toplulu un lehine feda etmesidir. Genel hayır ve genel
menfaat lehine yapılan fedakarlık, dolambaçlı bir yol takip ettikten sonra sahibine menfaat
sa lar. Fert, sadece kendisi için çalı maz. Genel kadro içinde, ahsi çıkarı için de il kamunun
yararına olacak ekilde hareket eder. Onun en sevdi i tabir olan "i " bu istikrarlı ruhu pek
güzel aydınlatır. Onun "i " kelimesinden anladı ı mana, yalnız kendi hayatını korumaya
hizmet eden bir faaliyet de ildir, bu toplumun çıkarları ile irtibatlı olan bir çalı madır. Aksı
halde, bencil, sadece beka içgüdüsüne hizmet eder, dünyanın di er kısımlarına önem vermez
ve bu faaliyete hırsızlık, haydutluk, gasp, tefecilik ve ticaret adım verir. Ferdin menfaatini
toplumun devamı lehinde ikinci plana atan bu ruhi kabiliyet, gerçek bir medeniyetin en önde
gelen artıdır. Kurucusunun pek ender olarak mükafatını gördü ü, fakat kendinden sonra
gelenlerin bol nimetlere sahip olmak için bir kaynak gibi istifade ettikleri büyük insan i leri,
ancak bu art sayesinde meydana gelebilir. Birçok kimsenin toplumun temellerini tercih
ederek, namuslu yoldan ayrılmaması ve kendisini yoksullu a mahkum ederek sefil bir hayata
katlanması sadece bu art ile anlatılabilır. Kendisi saadet ve refaha eri meden üretimde
bulunarak çalı an adam, çiftçi, mucit, memur ve di er meslek sahipleri, hareketlerinin derin
manasını hiçbir zaman idrak etmeseler bile bu asil fikrin birer temsilcisidirler. Fakat insan
hayatının ve geli mesinin devamı için gerekli bir temel kabul edilen çalı madan
bahsedildi inde do ru olan bu hususlar, insanın ve medeniyetin korunması konu edildi i
zaman da tam manasıyla do rudur. Top lumun hayatım korumak için kendi hayatını vermek
fedakarlık ruhunun en yüksek noktasıdır. Çünkü ancak böyle davranılırsa, insan eli ile
meydana getirilmi olan binanın yine insan eli ile veya tabiat tarafından tahrip edilmesi
önlenebilir. Bizim Almanca'mızda bu asil ruh tarafından ilham edilen faaliyetleri pek güzel
ifade eden bir kelime vardır. Görevini yerine getirmek, yani sadece kendi ihtiyaçlarını
tatminle kalmamak, topluma da hizmet etmek. Bu ekil bir faaliyetin kayna ı olan esaslı ruhi
kabiliyeti, bencillikten ayırt etmek için "idealizm" diyoruz. Bu kelimeden çıkardı ımız mana,
ferdin toplum ve hemcinsleri u runa kendini feda etmesidir, idealizm, hissiyatın ihmali kabil
olan bir görünümü de ildir. Bilakis gerçekte medeniyetin en önde gelen artı oldu una ve
daima böyle kalaca ına ve hatta insan mefhumunun onun yarattı ına kanaat getirmek birinci
derecede önemli bir keyfiyettir. Üstün ırklar dünyadaki mevkilerini ancak ruhun bu
yetene ine borçludurlar. Çünkü yalnız bu yetenek, halis fikrin içinden yaratıcı kuvveti çekip
çıkartmı tır. Bu beyanda yaratıcı kuvvet de kendi tarzında yegane bir birle me yapmı , yum-
ru un kuvvetini dehanın zekasına yerle tirerek medeniyetin inançlarını ortaya koymu tur,
idealizm olmasa idi, dü ünme gücünün melekeleri hiçbir zaman büyük bir de eri
bulunmayan, yaratıcı bir kuvvet haline gelmeyen dı görünü ten ibaret kalırdı.
Fakat, idealizm ferdin menfaatlerinin ve hayatının, toplumun menfaat ve hayatına
ba lılı ından ba ka bir ey olmadı ı ve bu hal de her türlü te kilatlı eylerin meydana
gelmesine sebep olan ilk artı vücuda getirdi i için, idealizm en son tecellide tabiatın istedi i
gayeye kar ılık gelir, insana kuvvetin ve enerjinin imtiyazlarını ihtiyari ekilde tanımaya
yalnız enerji sevk eder. idealizm, insanı kainatın düzeni içinde küçük unsurlardan biri yapar.
Gerçek idealizmi yolunu a ırmı bir hayalin bo ve lüzumsuz faaliyetleri ile karı tırmaktan
ne derece kaçınılmalıdır? E er dü ünce gücü bozulmamı sa lam bir gence, tamamen hür
ekilde hüküm vermek müsaadesi gösterilirse, bu hususu hemen anlamak mümkün olur.
idealist görünen bir barı severin uzun uzun anlattı ı hikayeleri dinlemek ve kabul etmek
istemeyen bir genç, milletin ideali u runda hayatını fedaya hazır bir kimsedir. ç güdü,
gerekti inde ki inin zararına da olsa, uur dı ı bir hareketle milleti muhafaza etmeyi
gerektiren derin zaruret mefhumuna itaat eder ve gerçekte kıyafetlerini ne kadar de i tirirlerse
de i tirsinler, geli me kanunlarına isyan eden bütün korkak ve bencil geveze barı severlerin
hayallerine kar ı çıkar. Cün kü geli menin üzerinde tesir yapan ey, ki inin kanun lehindeki
fedakarlık ruhudur, yoksa tabiatı daha iyi tanımak iddiasına kalkan korkak heriflerin hastalıklı
dü ünceleri de ildir.
idealizmin ortadan kalkması söz konusu oldu u devrelerde, toplulu u vücuda getiren ve
medeniyetin ilk artı olan kuvvetin zayıfladı ını görürüz. Bencillik bir millet üzerinde
hakimiyetini kurar kurmaz düzen rabıtaları gev er, insanlar kendi ahsi menfaatleri pe inde
ko arlarken, cennetten, cehenneme dü üverirler. Gelecek nesil yalnız kendi menfaatim
dü ünmü ve onun için çalı mı olanları unutur, ahsi saadet ve menfaatlerinden feragat etmi
olanları över.
Yahudi, üstün ırk ile en bariz, en açık tezadı vücuda getirir. Dünyada ba ka bir millet yoktur
ki, Yahudiler kadar beka içgüdüsü ile geli mi olsun. Bu iddianın en açık delili, bu ırkın
günümüze kadar payidar kalmı olmasıdır. Son iki bin sene içinde, yeteneklerinde,
karakterinde Yahudi milleti kadar pek az de i ikli e u ramı bir ba ka millet yoktur.
Yahudiler kadar hiçbir millet büyük devrimlere karı mamı tır. Böyle olmakla beraber,
insanlı ı en büyük zararlara u ratan her türlü hareketten Yahudi en az zarar gören olarak çık-
mı tır. Bu olaylar, Yahudilerin, büyük ve sonsuz inatçı bir ya ama iradesine sahip
olduklarının ve ırklarının devamında büyük bir sebatla hareket ettiklerinin açık ve kuvvetli
birer delilidir. Yahudilerin fikri melekeleri yüzyıllar boyunca geli mi tir. Yahudi'ye bugün
"kurnaz" denilmektedir. Fakat bir manada o her zaman kurnaz olmu tur. Yahudi'nin zekası
gizli bir geli menin sonucu de ildir. Bu zeka, yabancıların Yahudi'ye verdi i hayat dersinden
faydalanmı tır, insanın dü ünme gücü, önündeki basamakları teker teker atlamadan tam
olgunluk derecesine kendili inden ula amaz. Yükselmek için attı ı her adım, geçmi
devirlerin ortaya koydu u temellere dayanmalıdır. Yani genel medeniyetin arz etti i temele
dayanmak gerektir. Her dü ünce, ancak pek küçük bir parçası itibariyle ahsi tecrübeden
do ar. Dü ünce büyük kısmı itibariyle, eski zamanlardaki tecrübelerin ürünüdür. Medeniyetin
genel seviyesi, ki iye çok zaman onun dikkatini çekmeden o kadar çok ilkel bilgiler verir ki,
insan bunlarla kendi kendine ileriye do ru kolaylıkla yeni adımlar atabilir. Mesela
günümüzde bir genç, son yüzyıl içinde yapılmı o kadar çok teknik bulu ların arasında büyür
ki yıllarca önce en büyük dü ünce gücüne sahip kimseler için bile sır halinde kalan eyler,
(kendisi için pek önemli eyler olmasına ra men) ona gayet tabii görünürler ve artık gencin
dikkatini çekmezler, sadece ona, bu yönde yaptı ımız geli meleri takip etmeye ve anlamaya
imkan hazırlarlar. Bundan önceki yüzyılın ilk yirmi yılı içinde ölmü bir dahi, zamanımızda
birdenbire mezarından çıksa, dü ünce gücünü devrimizin gidi ine uydurabilmekte, bugünün
on be ya ındaki alelade çocuklarından çok daha fazla zorluk çeker. Çünkü bu mezardan
çıkan dahide, ça da larımızın büyürlerken, genel medeniyetin görünümleri kanalıyla adeta
uursuz bir ekilde, yani iradesi dı ında aldıkları o büyük hazırlama devri eksiktir.
t te bu açıklamalardan anla ılaca ı üzere Yahudi hiçbir zaman kendine has bir medeniyetin
sahibi durumunda bulunmamı oldu u için, Yahudi'nin fikri çalı masının temelleri daima
yabancılar tarafından sa lanmı tır. Yahudi'nin zeka ve idraki daima etrafındaki medeni alem
içinde geli mi tir. Bunun aksi hiçbir zaman olmamı tır.
Yahudi'de beka içgüdüsü, di er milletlere nispetle daha kudretli olmasına ra men bu kudret
Yahudi'ye medeniyet yapıcı bir millet olması için en esaslı ilk artı sa lamamı tır. Sözün
Kısası: Yahudi'de
idealizm yoktur.
Yahudi milletinde, fedakarlık ferdin basit beka içgüdüsünden ileri gitmez. Yahudüerde
görünen milli birlik hissi bu dünyada daha ba ka birçok mahluklarda da tesadüf edilen gayet
iptidai bir sürü toplulu unun içgüdüsünden ba ka bir ey de ildir. Bu münasebetle unu
söylemek gerekir: Sürü toplulu unun içgüdüsü, ancak mü terek bir tehlike kar ısında yardımı
faydalı veya mutlaka gerekli kıldı ı zaman sürünün üyelerini birbirlerine kar ılıklı yardıma
sevk eder. Avına kar ı mü terek bir saldırıda bulunan kurt sürüsü, kendi toplulu unu meydana
getiren üyelerin açlıkları tatmin oldu u zaman tekrar da ılır. Bir saldırgana kar ı kendilerini
korumak için birle mi olan atlarda da aynı durum görülür. Tehlike geçer geçmez bu at grubu
derhal da ılır. Yahudi de ba ka türlü davranmaz. Ondaki fedakarlık ruhu ancak dı görünü te
kalır. Herkesin hayatı bunu mutlaka önemli bir duruma sokmadıkça, fedakarlık kendini ortaya
çıkarmaz. Fakat mü terek dü mana galip gelinir gelinmez yani, Yahudileri teker teker tehdit
eden tehlike geçer geçmez, görünü te kalan birle me kaybolur ve yerini tabii istidatlara
bırakır. Yahudiler sadece mü terek bir tehlike yüzünden mecbur kaldıkları zaman veya
mü terek bir av için bir araya gelirler. Bu iki sebep ortadan kalkacak olursa en adi bencillik
tekrar ortaya çıkar ve önceleri bir arada olan bu millet artık birbirleri ile kanlı bir ekilde
bo u an fare sürülerinden ibaret kalır.
E er, Yahudiler bu dünyada yalnız ba larına olsalardı çirkef içinde bo ulurlardı veya amansız
ve insafsız mücadeleler içinde birbirlerinin kökünü kazımaya çalı ırlardı. Yeter ki,
kendilerinin fedakarlık ruhundan kesin olarak yoksun bulunduklarını ispatlayan korkaklıkları,
kavgayı sadece bir gösteri haline getirmesin, i te Yahudilerin mücadele etmek için veya daha
do rusu hemcinslerini ya ma için birle melerine bakarak, onlarda fedakarlık hakkında bir
idealist ruh bulundu una hükmetmek çok yanlı bir hareket olur. Yahudi burada da
bencillikten ba ka bir eye boyun e mez. Bundan dolayı bir ırkı korumaya ve ço altmaya
mahsus canlı bir organ olması gereken Yahudi devleti, toprak yönünden hiçbir sınıra sahip
de ildir. Çünkü bir devletin sınırı daima onu meydana getiren ırkta bir idealist ruhun
kabiliyetine ve özellikle çalı manın manası hakkında do ru bir dü ünceye delalet eder. Bu
dü ünce ne nispette eksik ise belirli bir toprak içinde kalan bir devleti kurmak ve onu devam
ettirmek için yapılan te ebbüslerin az çok neticesiz kalması da o nispette zorunludur. Bu
bakımdan bu devlette bir medeniyetin yükselmesinde temel görevi görecek ey eksiktir, i te
bunun için, Yahudiler kendilerine has vasıfları olan bütün fikri melekelerine ra men gerçek
bir medeniyete ve özellikle kendi yapısına uygun bir medeniyete sahip de ildir. Bugün
Yahudi'nin medeniyet adına sahip oldu u ey, ba ka milletlerin büyük bir kısmı itibariyle
onun elinde berbat olmu malından ibarettir.
Yahudi'nin medeniyet kar ısında yerinin ne oldu unu anlamak için, esaslı gerçe i gözden
uzak tutmamak gerekir: Hiçbir zaman bir Yahudi sanatı görülmemi tir. Bugün de yoktur.
Özellikle, güzel sanatların iki kraliçesi durumundaki mimari ve musiki ile orijinal olan her ey
Yahudilere borçlu de ildir. Sanatta, Yahudi'nin vücuda getirdi i ey fikri bir hırsızlıktan
ibarettir. Sonuç olarak, Yahudi yaratıcı güçle ve medeniyetler kurma imtiyazı ile yüklü
ırkların melekelerine sahip de ildir. Yahudilerin yabancı medeniyetleri nasıl ancak bir
kopyacı gibi, modelin eklini bozarak temsil ettiklerini ispat eden ey, özellikle en az icadı
gerektiren sanatla yani dram sanatı ile me gul olmalarıdır. Bu i te dahi Yahudi taklitçi bir
maymundur. Gerçek büyüklüklere götüren hamle kendisinde yoktur. Yaptı ı bu i te bile, bir
yaratıcı de il basit bir taklitçidir. Kurnazlıkları ve kullandı ı vasıtalarla kendisinde yaratıcı
vergilerin yoklu unu gizleme e muvaffak olamaz. Bu hususta Yahudi basını en basit yazarı
dahi, Yahudi olması artıyla överek onun imdadına yeti ir. Bu i i o kadar ustalıkla yapar ki,
di er insanlar kendilerini bir sanatkar kar ısında zannederler. Halbuki gerçek adi ve de ersiz
birinden bahsedilmektedir. Hayır, Yahudi'de bir medeniyet meydana getirecek ufacık bir
kabiliyet yoktur. Çünkü insanı yükseltecek her tekamülün en birinci artı olan idealizm
Yahudi için meçhul bir eydir ve daima böyle olmu tur. Yahudi'nin zekası hiçbir zaman
Yahudi'ye yapma i inde hizmet-
•kar olmayacak yalnız yıkma a yarayacaktır. Son derece ender durumlarda, olsa olsa bir
te vik i nesi görevini görebilir ki, o zaman da, daima kötülük isteyen, fakat hayır yaratan
kuvvet tipini meydana getirmi olur. urası bir gerçektir ki, insanlı ın bütün geli mesi,
•Yahudi ile de il, Yahudi'ye ra men ortaya çıkar.
Yahudi'nin, hiçbir zaman belirli sınırlar içinde bir devlet kurmadı ı ve dolayısıyla hiçbir
zaman kendine has bir medeniyete sahip olmadı ı için, bedeviler arasına alınması gereken bir
millet sayılaca ı zannedildi. Bu görü tehlikeli oldu u kadar, büyük bir hatadır. Çünkü
bedevilerin pekala sınırlandırılmı topra ı vardır ve orada ya arlar. Yalnız bedevi bu topra ı
toplu halde ya ayan çiftçiler gibi ekip, biçer ve oturdu u arazi üzerinde hep bir arada
bulundu u sürülerinin ürünleri ile ya ar. Bu çe it hayatın sebebi, topra ın bir noktada
yerle meye imkan vermeyen vasfıdır. Fakat gerçek sebep ise, bir devrin veya bir milletin
teknik medeniyeti ile bir çevrenin tabii ha-kirli i arasındaki nispetsizliktir. Bazı ülkeler vardır
ki, orada üstün ırklar, bin yıldan çok bir zaman içinde millile tirdikleri tekniklerinin
sayesinde, sabit müesseseler kurmayı ve geni bir topra a sahip olmayı ba armı lardır ve
hayat için gerekli olan her eyi bu topraktan almaktadırlar. E er bir tekni e sahip olmasalardı,
ya bu çevreyi terk etmek veya burada devamlı ekilde yer de i tiren bedevilerin sefil hayatını
sürmek zorunda kalacaklardı. Ayrıca, binlerce yıldan beri almı oldu u terbiye ve toplu hayat
alı kanlı ının böyle bir ya amayı kendileri için tahammül edilmez bir duruma getirmemi
olması da gerekir. Çünkü unu unutmamalı ki, Amerika Kıtası fethedildi i zaman birçok
üstün ırk mensupları, tuzakçı, avcı vs. sıfatı ile hayatlarını binbir zahmetle kazandılar ve çoluk
çocuk büyük çöküntüler içinde çok zaman serseri gibi dola ıp durdular. Bu sıralardaki hayat-
ları, tıpkı bedevilerin ya ayı larına benziyordu. Fakat sayıca ço aldıkça, daha verimli
topraklara yerle tiler ve yerli halka kar ı koyma imkanını kazanınca da sabit ekilde
yerle meye ba ladılar.
Üstün ırk mensupları, bir ihtimale göre önceleri bedevi idiler Ancak zamanla toplu halde ve
medeni olarak ya amaya ba ladılar Bu sonuca varmaları kendilerinin Yahudi olmamaları ile
meydana gelmi tir. Hayır, Yahudi bedevi de ildir. Çünkü, bedevi çalı ma hakkında bir
mefhuma sahiptir ve gerekli ilk artlar tahakkuk eder se kendisinden bir geli me beklenir.
Bedevide pek az olmakla bera ber bir idealizm temeli vardır. Bundan dolayı yaratılı ı üstün
ırklara garip görünür, fakat sevimsiz olmaz. Yahudi için böyle bir durum ve dü ünce yoktur.
Onun için Yahudiler hiçbir zaman bedevi olma mı lardır. Yahudi daima ba ka milletlerin
yolları üzerinde, asalak olarak ya amı tır. Bazı kere, o vakte kadar ya adıkları çevreyi terk
etmi lerse de, bu kendi istekleri dahilinde olmu tur. Yahudiler, kendilerine bah edilen
misafirperverli i suistimal etmelerinden bı kan milletler tarafından çe itli olaylarla
sıkı tırdıklarından dolayı bu göçü yaparlar. Esasen Yahudi milletinin daima daha uzaklara
yayıl mak yolundaki adeti, asalakların en belirli vasıflarından biridir. Ya hudi kendi milleti
için daima "sütninelik" edecek yeni bir toprak arar. i te bunun bedevilik ile hiçbir ilgisi
yoktur. Çünkü Yahudi bu lundu u memleketi terk etmeyi hiçbir zaman aklına getirmez. Yer
le mi oldu u toprakta kalır. Oraya o kadar yapı ır ki kendisini an çak zor kullanarak kovmak
mümkün olur. Yeni bir memlekete ya yılması ancak Yahudi'nin hayatı için gerekli artlar
temin edildi i zaman vukua gelir. Bedeviler gibi oturdukları yeri de i tirmezle ı Yahudi, tam
bir asalak tipidir ve daima böyle kalacaktır. Münbit bu toprak, Yahudi'yi davet edince, "basil"
gibi daima uzaklara yayıl 11 Onun varlı ı ile meydana gelen sonuç, asalak bitkilerin tesirleri
ile aynıdır. Yahudi nereye yerle irse Yahudi'yi kabul etmi olan milin az veya uzun zaman
sonra sönüp gider. i te Yahudiler, ba ka milletlerin vatanlarında bu ekilde ya amı lardır.
Yani Yahudi kendi devletim kuruyordu. Kendi devleti ve artlar onu gerçek mahiyetini
tamamen belli etmeye zorlamadı ı sürece, kendini "dini topluluk" maskesi altında saklıyordu.
Fakat bu kıyafet de i tirmeden vazgeçebilecek kadar kendini kuvvetli hissetti i gün, maskeyi
atıyor ve açı a çıkıyordu.
Yahudi'nin asalak sıfatıyla ba ka milletlerin ve devletlerin gövdelerinde sürdü ü hayat özel
bir vasfa sahiptir. Bu yüzden Shakspeare daha önce de bahsetti imiz gibi, Yahudi'nin
yalancılıkta büyük usta oldu unu söyler. Ya ayı ekli onu daima yalan söylemeye sevk eder.
Kuzey ikliminin bir kimseyi yünlü elbiseler giymeye zorlaması gibi... Yahudi, ba ka
milletlerin vücudunda, kendi ya ayı ının bir millet gibi kabul edilmeyip, ancak özel cinsten
bir "dini topluluk" gibi dü ünülmesi gerekece i kanaatini uyandırmayı ba ardı ı takdirde, j bu
asalak hayatına devam eder. Fakat bu onun en büyük yalanların-' dan biridir. Çünkü Yahudi,
milletlerin asala ı sıfatıyla ya ayabilmek
1
için kendi ahsında hiç de i meyen ve özel olarak
mevcut bulunan ! jeyi inkar etmek zorundadır. Yahudi'nin zekası ne kadar büyükse, [f-bu
hileli i te de o kadar ba arı sa lar. Bu sahtekarlıkta o kadar ileri l gidebilir ki, onlara
misafirperverlik gösteren milletin büyük bir kıs-|mı, sonunda Yahudilerin ba ka bir dinin
mensubu olmaları ile bera-| ber gerçekten bunların Fransız, ingiliz, Alman veya italyan
oldukla-|nna inanır. Halbuki özellikle, tarihin kırıntılarından istifade ettikleri i Sanılan tedbirli
sınıflar bu korkunç aldatmaya kurban olmaktadır-|' lar. Bu çevrelerde kendi kafası ile
dü ünmek kutsal inanı a kar ı i lenmi bir günah gibi kabul edilir, i te bu yüzden, Bavyera'da
bir bakanın Yahudilerin bugün bile bir dinin mensupları olmayıp, bir milletin fertleri oldukları
zerre kadar fark etmemesine hayret etmek gerekir. Halbuki bu gerçe in en kabiliyetsiz
dü ünce gücüne sahip kimselerin kafalarına yerle mesi için Yahudili in malı olan basına bir
göz atmak yeter. Gerçi Echo Juif henüz resmi bir organ de ildir ve onun için devletin yüksek
mevkilerine çıkmı bir kimsenin gözünde hiçbir önem ta ıyamamaktadır.
Yahudiler, daim ırklarına has bir vasfa sahip bir millet olmu tur. Bunlar hiçbir zaman özel bir
dine inanan kimse olmamı lardır. Yahudiler geli ebilmek için, kendilerini rahatsız edici bir
dikkati, kendi üzerlerinden ba ka bir yöne çevirmek için, bir çare bulmak zorunda
kalmı lardır. Kendilerine çevrilen üpheli bakı ları uyutmak için ba vurulan en ba arılı ameli
çare, o "dini topluluk" mefhumunu ileri sürmekten ibaret de il miydi? Çünkü bunda da her
ey kopyadır, i in aslı aranırsa çalınmı eydir. Yahudi yaradılı ı itibariyle dini bir te kilat
kuramaz. Çünkü o hiçbir sahada idealist olamaz. Binaenaleyh hayattan sonra iman, Yahudi
için tamamen yabancı bir mefhumdur. Fakat üstün inanı lara göre, bir insanın ölümünden
sonra da hayatının devam etti i kanaatinden, herhangi bir ekilde yoksun bulunan bir din
tasavvuruna imkan yoktur. Gerçekte Talmud (Yahudilerin, Hz. Musa'nın kanun ve
prensiplerini konu edinen din kitabı) insanı ahrete hazırlayan bir kitap de ildir, sadece
dünyada ameli ve tahammül edilecek bir hayat sürmeyi gösterir ve ö retir.
Yahudilerin dini, evvela Yahudi kanının temizli ini korumaya çalı an bir derstir. Bu din,
Yahudilerin kendi aralarındaki ili kilerini tanzim eder. Di er taraftan Yahudilerin kendilerinin
dı ında kalan kimselerle olan münasebetlerinde ahlak meselelerinden bahsetmez. Yalnız,
fevkalade adi ekonomik meseleler ortaya koyar. Yahudi dininin inanı larmdaki ahlaki de er
hakkında her zaman incelemeler yapılmı ve bugün dahi bu yolda derin incelemelere devam
edilmektedir. (Burada kastetti im incelemeler Yahudiler tarafından yapılanlar de ildir. Çünkü
Yahudilerin bu konuda yazdıkları bütün eyler pek tabii olarak kendi gayelerine uygun
yazılardan ibarettir.) Onların kendi dinleri hakkında söyledikleri eyler, bu konuda büyük
fikirlere göre hüküm verenlere pek üpheli görünür. Fakat bunun en iyi tarifi, bu dini
terbiyenin meydana çıkardı ı üründedir.
Yahudi'nin hayatı yalnız bu dünyada sürdü ü hayattır. Her Yahudi'nin ruhu, kendi
mezheplerinin kurucusuna ne kadar yabancı ise, Yahudi ruhu gerçek Hıristiyanlı a da o kadar
yabancıdır.
Isa, Yahudi milleti hakkında besledi i kanaatinin hiçbir zaman gizlememi tir. Hatta gerekti i
zaman insanlı ın dü manı olan bu Yahudileri Tanrı'nm mabedinden kırbaçla kovmu tur. Her
zaman oldu u gibi Yahudi o zaman da dini i yapmak için bir vasıta kabul ediyordu, î te bu
yüzdendir ki Isa çarmıha gerilmi tir.
Ne yazıktır ki, Hıristiyan Partisi, seçimlerde Yahudilerden oy dileniyor ve Alman milletinin
dü manı olan Yahudi Partileri ile de entrikalar çeviriyor. Yahudilerin bir ırk olmayıp, bir
dinin mensupları olduklarına dair söylenen bu ilk ve büyük yalandan sonra, ba ka yalanlar da
bina edildi. Mesela bunlardan biri Yahudilerin diline ait uydurulan yalandı. Bu dil Yahudi için
dü ünceleri ifade vasıtası de il, gizleme vasıtasıdır. O, Fransızca konu urken, Yahudi gibi
dü ünür, Almanca iir yazarken, yalnız ırkının karakterini anlatır. Yahudi, kanını emdi i
milletlerin hakimi olmadıkça ister istemez onların dilini söyler. Fakat di er milletler
kendilerinin köleleri olur olmaz, bütün Yahudiler, hemen bir dünya dilini, esparantoyu
ö renecekler ve onu konu acaklardır. Maksat bu vasıta ile Yahudili in hakimiyetini daha
kolay sa lamaktan ibarettir. Yahudiler dı görünü ü kurtarmak için bütün iddetle
reddettikleri "Protocoles de sages de Sion" (Sion ileri gelenlerinin protokolleri) bu milletin
büyük hayatının nasıl devamlı bir yalan üzerine bina edilmi oldu unu gösteren e siz bir mi-
saldir. Gazette de Francfort ba ıra ba ıra, "bunlar sahtedir" diye yazıyor ve bütün dünyayı
buna inandırmaya çalı ıyor. Bunların do ru oldu una en güzel delil i te bu yazılanlardır. Bu
protokoller, birçok Yahudi'nin uursuz bir ekilde yerine getirece i, yapaca ı ve uygulayaca ı
eyleri açık ekilde anlatmakta ve göstermektedir, i in önemli noktası buradadır. Hangi
Yahudi beyninin açıklanan bu eyleri dü ünmü oldu unu bilmek önemli de ildir. Kesin olan
ey, Yahudi milletinin karakter ve faaliyeti, bütün dal budak saran yayılı ı ile birlikte, gözünü
dikmi oldu u son hedefleri insanı titretecek bir açıklıkla ortaya koymasıdır. Bu açıklama
hakkında bir hüküm vermenin en iyi vasıtası onları olaylarla kıyaslamaktır. Son yüzyılın tarihi
olayları bu kitabın ı ı ı altında gözden geçirilecek olursa, Ya-. hudi basının neden böylesine
feryat etti i kolayca anla ılır. Bu kitap bir milletin her gün okudu u bir eser haline gelirse,
artık Yahudi tehlikesi önü alınmı bir tehlike olarak kabul edilebilir. Yahudileri yakından
tanımak için, en iyi usul, di er milletler arasında yüzyıllar boyunca takip etmi oldu u usulü
uygulamaktır. Bunu açık ekilde görmek için bir misal yeter. Yahudi'nin geli mesi her devirde
aynı oldu u, zarar vererek ya adı ı milletler hep aynı milletler olarak kaldı ı için bu
incelemeyi çe itli bölümlere ayırmak gerekir. Bunları, sade bir ifade ile belirtmek için her
bölümü harflerle i aretleyece im. Almanya'ya ilk Yahudiler, Romalıların istilası ile ve her
zaman oldu u gibi ticaret adamı sıfatıyla gelmi lerdir. Büyük göçlerin do ^urdu u alt üst
olmalar sırasında, Yahudiler dı ardan bakıldı ında ortadan kalkmı göründüler ve bundan
dolayı ilk Cermen Devletlerinin kuruldu u günler, Orta ve Kuzey Avrupa yeni ve kesin bir e-
kilde Yahudile menin ba langıç noktası oldu. Böylece o günden beri Yahudiler ne zaman
üstün ırkların arasına karı tılarsa bir geli me ba ladı ve daima aynı durumda veya benzer bir
halde kaldılar.
A. Yahudi ilk sabit kurulu lar do ar do maz, birdenbire orada ortaya çıkar. Tüccar sıfatı ile
gelir ve ilk ba larda milliyetim saklamaya önem vermez. O hâlâ Yahudi'dir, çünkü kendi ırkı
ile misafiri oldu u milletin arasındaki farkları ortaya koyan dı i aretler henüz pek bariz bir
ekildedir. Çünkü içine girdi i milletin dilini henüz daha iyi bilmez. Di er milletin milli
vasıfları ile arasında büyük farklar oldu u için Yahudi kendini yabancı tüccardan ba ka bir sı-
fatla tanıtmaya cesaret edemez. Kendisi pek uysal oldu u ve Yahudi'yi kabul eden millet de
tecrübeden yoksun bulundu u için, Yahudilik vasfını korumak ona pek zarar vermez, hatta
böyle davranması bazı faydalar sa lar. Yabancılara kar ı iltifat gösterir.
B. Yahudi, yava yava iktisadi hayata dahil olmaya ba lar. Bu sokulu , üretici sıfatıyla
olmaz. Daha ziyade aracı olarak ekonomik hayata girer. Binlerce yıl zarfında binbir tecrübe
ile geli mi olan ticaret alanlarındaki mahareti Yahudi'yle, geni bir namuskârlı a sahip olan
büyük ırklara kar ı bir üstünlük sa lar. Öyle ki, kısa bir zaman içinde o toplumda ticaret
Yahudi'nin tekeline girer. Önce borç para verir. Faiz alır. Bu yeni bulu un do uraca ı tehlike
ilk anlarda fark edilemez. Hatta hatta, ticaret hayatında borç para vermesi ile sa ladı ı
kolaylık memnuniyetle kar ılanır.
C. Yahudi artık, ehirlerde özel mahallelerde oturmaya ba lar. Gittikçe kuvveti artar. Devlet
içinde devlet kurar. Ticaret ve para i lerini kendine ait bir imtiyaz kabul eder ve bunları
insafsızca istismara ba lar.
D. Artık para i leri ve ticaret Yahudi'nin kesin olarak tekeline girmi tir, i birli i ve tefeci
faizleri, sonunda kendisine kar ı bir direnme uyanmasına sebep olur. Yahudi'nin
yaradılı ından ileri gelen küstahlı ı iddetini artırınca, nefrete yol açar ve zenginli i kıskanç-
lık do urur. Yahudi topra ı da kendi ticareti arasına alıp ve bunu da satılan, pazarlı a tabi
tutulan bir meta halinde hakir bir duruma dü ürünce kendisine gösterilen tahammül sona erer.
Yahudi hiçbir zaman topra ı kendi ekip, biçmedi i ve onu gelir temin eden bir mal
addetmedi i ve kendi adi isteklerine boyun e ilmesi artı ile köylünün oturmasında bir zarar
görmedi i için, tahrik etti i antipa-ti açıkça bezginlik do uruncaya kadar ço alır. Baskısı,
hırsı ve açgözlülü ü öylesine tahammül edilmez bir hal alır ki kanları emilmi kurbanları
kendisine kar ı fiili tecavüze ba larlar. Böylece bu yabancı daha yakından incelenmeye
ba lanır ve kendisinde gittikçe i renç vasıflar görülür. Sonunda ev sahibi ile Yahudi arasında
derin bir uçurum meydana gelir.
Korkunç sefalet devirlerinin istismar edilmi halkının galeyan ve hiddeti sonunda Yahudi'nin
aleyhinde patlar. Ya maya u ramı , sefil dü mü ve harap olmu halk toplulukları kendi
müdafaaları için bu Tanrı'nın belasına kar ı adaleti kendileri uygulamaya ba larlar. Belki
aradan birkaç yüzyıl geçmi tir ama, bu belanın da ne mal oldu unu ö renmi lerdir. Artık
onun sadece varlı ını bile, veba mikrobu kadar korkunç bir tehlike kabul ederler.
E) i te bu vakit Yahudi gerçek hüviyeti ile ortaya çıkar. Hükümetleri buhran do uracak
müdahalelerle sıkı tırmaya ba lar. Bazen halkın gazabı, bu "ebedi sülük" aleyhine parlarsa da,
bu hal Yahudi'nin terk etti i noktadan itibaren birkaç yıl sonra tekrar meydana çıkmasına
engel olmaz. Yahudi'yi ba ka insanları istismardan vazge-çirtecek hiçbir zulüm yoktur.
Yahudi kendisine yapılan zulmün üstünden bir süre geçince yine toplumun içine girer ve eski
halini alır. Bunun üzerine hiç olmazsa daha kötü bir durumu engellemek için topra ı
tefecilerden uzak tutmaya çalı ırlar ve bundan dolayı Yahudi'nin toprak almasını kanunla
yasaklarlar.
F) Yahudi, hükümdarların kuvvetleri artıkça, onların etrafını alır. Hükümdarlardan yeni yeni
"imtiyazlar", "ayrıcalıklar" dilenir. Mali bakımdan sıkıntı içinde bulunanlar, para kar ılı ında
Yahudi'ye istediklerini bah ederler. Bu yeni imtiyazlar Yahudi'ye ne kadar pahalıya mal
olursa olsun, Yahudi kısa bir zaman içinde harcadı ı parayı faizi ile beraber tekrar kazanır.
Yahudi halkın gövdesine yapı an gerçek bir sülüktür. Yahudileri halkın gövdesinden koparıp
atmak mümkün de ildir. Hükümdarlar paraya ihtiyaç duydukça, Yahudi'nin halktan emdi i
kanın bir kısmını, mübarek elleri ile ondan alırlar. Bu hal böyle devam eder gider. Bu
durumda Alman prenslerinin oynadı ı rol, Yahudilerin yaptıkları kadar esef vericidir. Bu
prensler, gerçekten Allah tarafından millet için bir bela olarak gönderilmi lerdi. Zamanımızda
ise bu prenslerin yerini bakanlar almaktadır. E er Alman milleti Yahudi tehlikesinden
tamamen kurtulmamı ise, bunun suçu Alman prenslerine aittir. Maalesef daha sonra bu
durum aynı ekil altında kaldı. Öyle ki prensler milleti için i ledikleri günahların kar ılı ı olan
ücretleri belki bin defa Yahudilerden tahsil etmi lerdir, i te bu prensler eytanla anla mı lardı
ve hayatlarını cehennemde sona erdirdiler.
G) Prensler, Yahudilerin ellerine dü mekle kendi feci akıbetlerini hazırlamı oldular, i gal
ettikleri mevkiler, kendi halkının menfaatlerini korumaktan vazgeçmeleri ve bu halkı istismar
edenlerden biri olmaları nispetinde yava yava fakat muhakkak surette zayıflıyor ve
kökünden yıkılıyordu, i te Yahudi onların saltanatının sona ermekte oldu unu gayet iyi fark
ediyor ve bu çökü ü mümkün oldu u kadar geciktirmeye u ra ıyordu. Prensleri gerçek
görevlerinden alıkoyup, en adi ve en fena övgülerle sersem ederek, sefil hayatın içine iten,
kendilerini bütün bütün gerekli hale getirerek o sonsuz para ihtiyacı içinde onlan
çırpındıranlar, bizzat Yahudiler di. Yahudi, ustalıkla veya daha do rusu para i lerinde ahlaki
dü üncelerden yoksun olu u ile daima kurbanlarının bo azlarını sıkarak, hatta derilerim
yüzerek yeni kâr kaynakları bulur. Öyle ki bu kurbanların hayatlarının ortalaması daima
kısalır. Her sarayın bir "Saray Yahudi'si" vardır. Halkı i kence içinde bırakan, ümidini yok
eden, fakat öte yandan prenslere her zaman yeni yeni servetler sa layan canavarlara bu ad
verilir. Bu durumda Yahudi daha yükseklere çıkmak için her eyden istifade etmeye ba lar.
Artık Yahudi'nin yaptı ı, memleketin asıl sahiplerinin haklarından aynı derecede istifadeye
kalkmaktır. Her türlü haklardan faydalanır. Kiliseye kendini vaftiz ettirir. Kilise yeni bir evlat
kazandı ını sanarak iftihar eder. israil de büyük bir ba arı ile sonuçlanan bu hilekarlıktan
bahtiyarlık duyar.
H) i te bu andan itibaren Yahudi'de bir de i me meydana gelir. Bu ana kadar onlar sadece
Yahudi idiler, yani ba ka türlü görünmeye u ra mıyorlardı. Esasen kar ı kar ıya gelmi iki
ırkı birbirinden ayıran farklı vasıflar dolayısıyla bunun dı ında ba ka bir ekilde hareket
edilemezdi. Büyük Frederic devrinde Yahudileri yabancı bir milletten ba ka bir ey gibi
görmek kimsenin aklına gelmezdi. Halbuki Goethe, gelecekte Yahudilerle Hıristiyanlar
arasında evlenme lerin kanun yolu ile önlenemeyece ini dü ündükçe, hiddetle isyan ediyordu.
Gerçekten Goethe ilahi bir yaratıktı. O gerici de ildi. O-nun a zından çıkan söz, kanunun ve
aklın sesinden ba ka bir ey de ildi, i te halk saraylarda yapılan o kötü alı veri lere ra men,
Yahudi'yi, gövdesine girmi yabancı bir unsur oldu una içgüdüsü ile hükmediyor ve
Yahudilere kar ı buna göre hareket ediyordu.
Fakat bu durum de i ecekti. Bin yıldan çok bir zaman içinde Yahudi kendisine
misafirperverlik gösteren milletin dilini o kadar güzel kullandı ki, imdi kendisi Yahudi
kayna ı üzerinde o kadar ısrar etmeyecek, "Almanlık vasû"nı ön plana çıkarmayı göze
alabilece im dü ündü, ilk bakı ta bu iddia ne kadar gülünç ve manasız görünürse görünsün, o
"Cermen" ve dolayısıyla bugün de "Alman" ekline girmek cesaretini kendinde buldu, i te
bundan sonra akla gelebilecek en korkunç aldatmalardan biri ortaya çıktı. Yahudi, bir Almanı
meydana getiren vasıflardan sadece birine, yani diline (ve ona da çok fena bir ekilde) sahip
olabildi i için, onun Almanlıktan bütün nasibi konu tu u dile ba lı kaldı. Halbuki ırkı vücuda
getiren ey dil de ildir. Irkı vücuda getiren unsur kandır. Yahudi bu hususu bütün milletlerden
daha iyi bilir. Bunun için dilinin bozulmasına önem vermeyerek, kanının karı mamasına
dikkat eder. Bir kimse gayet kolay dilini de i tirebilir. Bu, o kimsenin dü ündüklerini, fikrim
bir ba ka dille ifade etmesini sa lar. Yoksa dilini de i tirmi kimse fikirlerini de i tirmi
olamaz. Böylece Yahudi çe itli diller konu urken Yahudili inden hiçbir ey kaybetmez. Bin
yıl önce Ostie'de ticaret yaparken Latince konu sa da, günümüzde bu day üzerinde
spekülasyon do ururken Almanca söylese de, daima aynı halde, ayni Yahudi olarak kalır.
imdi, bakanların, bakan müste arlarının ve emniyetin yüksek memurlarının bu gerçe i
açıkça görmemeleri tabii telakki edilebilir. Çünkü devleti idare edenler arasında içgüdüden ve
dü ünebilme kabiliyetinden yoksun olmayan kimse hemen hemen yok gibidir.
Yahudi'yi birdenbire "Alman" olmaya zorlayan sebep pek açıktır. O prenslerin kudretlerinin
zayıfladı ını görünce, hemen ayaklarını koyacak yeni bir zemin arar. Ayrıca, iktisadi siyaset
üzerinde yaptı ı mali baskı öylesine geli mi tir ki, artık bu büyük binayı ta ıyamaz. Bütün
"vatani" haklara sahip olamazsa, artık tesiri ve kudreti ço alamayacaktır. Fakat Yahudi bu iki
eyi daima ister. Çünkü ne kadar yükseklere tırmansa, hiçbir zaman tatmin olmayacak,
eskiden kendisine vaat edilen ve imdi geçmi in karanlıkları arasından meydana çıkan gaye,
onu daima cezbedecektir. En iyi Yahudi beyinleri, dünya hakimiyet hülyasının avuçlarının
içine girmi oldu unu, büyük bir heyecanla görmektedirler. Bunun içinde bütün çalı malarını,
"vatani" hakları tam ve mükemmel bir ekilde elde etmeye hasrederler.
1) i te bu sebepten dolayı saray Yahudi'si, yava yava "halk Yahudi'si" eklini almaya ba lar.
Yahudi bu ekil de i ikli i sırasında da yine toplumun kuwetlileri(!) arasında yer almakta,
onların yanlarına sokulmaktadır. Fakat, aynı zamanda ırkının di er temsilcileri de halk
topluluklarına havarilik ederler.
Yüzyıllar boyunca Yahudi'nin halk topluluklarına kar ı ne kadar günah i ledi i, onları nasıl
devamlı ekilde insafsızca istismar etti i, suyunu sıktı ı hatırlanır ve bunlardan ba ka, halkın
kendisine yapılan bu eziyetleri anlayarak yava yava Yahudi'ye kin beslemesi ve sonunda
onun varlı ını Tanrı'nın, di er milletlerin ba larına bela etti ini kabuHendi i dü ünülürse,
Yahudilerin bu cephe de i tirme hareketlerinin ne kadar zahmetlere katlanarak yaptıkları
gayet iyi anla ılır. Evet derilerini yüzüp, kanlarını içtikleri kurbanlarına "insan dostu" gibi
görünmeleri Yahudiler için çok acı bir i olur.
Yahudi ilk önce halka kar ı i ledi i korkunç haksızlıkları hafifletmeye ve örtbas etmeye
çalı ır, insanlı ın "velinimeti" ekline bürünür. Bu yeni durumu, iyili i menfaat fikrinden
uzak tutmasına ra men, o Tevrat'ın sa elin verdi ini, sol elin bilmemesi emrine pek riayet
etmez. Bundan dolayı, halkın acılarına kar ı ne kadar hassas oldu unu ve bu acıları
hafifletmek için katlandı ı bütün fedakarlıkları açıklar. Yahudi yaradılı tan olan tevazuu ile
meziyetleri etrafında bütün dünyanın duyaca ı ekilde davul çalar. Bu i i öyle bir sebatla
yapar ki dünya gerçekten buna inanmaya ba lar. Sonunda inanmamı olanlar da Yahudi'ye
kar ı, haksız mevkie dü erler. Kısa zaman içinde durumu kendi lehine çevirerek, etrafta
kendisine kar ı haksızlıklar yapılmı izlenimini uyandırır. Halbuki gerçek tam tersidir.
Özellikle aptal olanlar Yahudi'ye güven beslerler ve "zavallı talihsiz"e acırlar.
Yahudi kendini memnuniyetle feda ederken bile bundan dolayı bir kayba u ramaz. O hisseleri
ayırmasını bilir. Onun iyilikleri, bir tarlaya istemeyerek dökülen gübreye benzer. Gayesi
bundan da kendine menfaat sa lamaktır. Fakat ne gariptir ki, bütün dünya kısa bir zaman
içinde Yahudi'nin "bir velinimet" ve "bir hayırsever" oldu unu (!) ö renir.
Ba kalarında az çok do al olan herhangi bir ey, son derece büyük bir hayrete, hatta bazı
kimselerde göze çarpan bir hayranlı a sebep olur. Böyle bir durum ise Yahudi'de do al
de ildir. Bundan dolayı herkes, Yahudi'de iyiliklerinin her biri için ba kalarına yapılmayacak
bir muamele ile fazla bir üstünlük bulmaya çalı ır. Dahası var, Yahudi birdenbire liberal olur.
Hemcinsinin gösterdi i geli melere kar ı duydu u hayranlı ı ve heyecanı açıklar. Böylece
yava yava , sözle yeni zamanın ampiyonu kesilir. Fakat di er taraftan millet için yararlı
olan milli ekonominin temellerini ciddi bir ekilde tahrip eder. Tahvil satın almak yoluyla
dolambaçlı yollardan milli üretime dahil olur. Bu i i bir hırdavat ticareti haline sokar. Öyle bir
ticaret kurar ki, her ey para ile alınabilir ve satılabilir. Böylece sanayii, üzerine ahsi bir
mülkiyet kurulacak temellerden mahrum eder. Bunun sonucu olarak i çi ile i veren birbirine
yabancı kalır. Nihayet toplumun sınıflar halinde bölünmesine sebep olan ruhsal durumu
do urur. Yahudi'nin borsa üzerinde yaptı ı tesir ve nüfuz gittikçe büyür, Milletin bütün
çalı ma güçlerine sahip olur, ya da bunların üzerinde hakimiyet kurar.
Yahudi devlet dahilindeki yerini kuvvetlendirmek için kendi geli mesini köstekleyen ırk
engelini yıkma a u ra ır. Dini müsamaha lehinde kendine has bir hareketle mücadeleye
ba lar. Tamamen eline geçirmi oldu u Franmasonluk te kilatını, kendi hedefine ula abilmek
için yaptı ı mücadelede istismar eder. idareci sınıfı, burjuvanın yüksek ahıslarını Franmason
te kilatına sokarak, onları istedi i yöne sevk eder. Bu kimseler Franmason te kilatına dahil ol-
makla Yahudi'nin bir oyunca ı haline geldiklerini bilmezler. Fakat gerçek halkın; uyanmaya
ba layan, haklarını ve hürriyetlerini kendi kuvvetleri ile sa lamak üzere bulunan sınıfın geni
tabakaları, bu tesirden kendilerim korurlar. Esasen, di erlerinden çok bunlara hakim olmak
daha lüzumludur. Çünkü Yahudi ancak önünde bir "sürükleyici" bulunursa kendi rolünü
oynayabilece ini bilir, i te Yahudi bu "sürükleyiciyi burjuva sınıfının en geni tabakalarında
bulaca ını sanıyor. Fakat eldiven fabrikası sahipleri ve dokumacılar Fran masonlu un ince
a ları ile tutulamazlar. Burada daha kaba usuller kullanılır, i te bunun için Franmasonlu a
Yahudili in hizmetinde ikinci silah olarak basın katılıyor. Yahudi bu kuvveti eline geçirmek
için ısrarla bütün ustalı ını ortaya koyar. Basın yolu ile bütün kamu hayatını a ının ve
avucunun içine alır. Basını Yahudi idare eder ve önünde sürükler, götürür. Çünkü bilir ki, bir
gün gelecek ve on be yıl öncesine oranla daha iyi tanınan kamuoyu adı altındaki o kuvveti
sevk ve idare edecektir.
Bu arada Yahudi, bilgiye susamı bir kimse gibi gözükmeye ba lar. Bütün geli meleri ve
özellikle di erlerini mahveden terakkileri över. Kendi milletinin faydasına olan geli melerin
dı ında kalan her türlü yemli in en korkunç dü manıdır. Her medeniyete kar ı kin besler.
Ba kalarının yanında ö rendi i en küçük bilgiyi dahi kendi milletinin faydası için kullanır.
Milliyetinin korunmasına dikkat eder. Kadınlarının Hıristiyan-larla evlenmelerine engel
olmaz. Tersine bunu te vik eder. Fakat erkeklerinde zürriyetlerin daima saf kalmasını sa lar.
Yahudi ba kalarının kanını insafsızca zehirler, fakat kendi kanını her türlü bozulmaya kar ı
korur. Bir erkek Yahudi, Hıristiyan kadın almaz. Hıristiyan erkek Yahudi kadınla evlendi i
zaman da bu melez ırkta Yahudi kanı hakimdir. Özellikle yüksek sınıfların asil geçinen
tabakaları bozulmu tur. Yahudi bu durumu gayet iyi bildi i için ırkının dü manı olan bu
sınıfın silahsız kalmasını sistemli bir ekilde te vik eder. Te ebbüslerini saklamak ve
kurbanlarım uyutmak için ırk ve renk farkı gözetmeksizin bütün insanların bir oldu undan
bahsetmekten bir an bile geri kalmaz. Aptallar bunların yalanlarına inanırlar. Fakat bütün
varlı ı, onun yabancı oldu unu belli etmekten kurtulamaz. Bu yüzden halk onun a ına
kolayca dü mekken kendini korur. Fakat halkın, basın, yolu ile takip ettikleri, gerçe e uymaz.
Özellikle mizah yayınlarında Yahudiler zararsız bir millet gibi gösterilir. Bu milletin öteki
bütün milletler gibi kendisine has vasıfları vardır. Dı görünü ü, biraz garip olan ahlak ve
adetlerinde bile belki bir tebessüm uyandırabilen bir ruh ifade eder. Fakat bu ruh esas
itibariyle namuslu ve iyilikseverdir, i te böylece Yahudi, tehlikeli olmaktan çok, kendini
önemsiz göstermeye çalı ır.
Geli menin bu safhasında onun en son gayesi demokrasinin veya bu kelime ile anladı ı eyin
galip çıkmasıdır. Onun bundan çı kardı ı anlam parlamentarizmin hegemonyasıdır. Onun
ihtiyaçları-| na en çok bu usul cevap verir. Çünkü parlamentarizm ahsiyetleri ortadan
kaldırarak yerlerine aptalların, ehliyetsizlerin, korkak ve sorumluluktan kaçan alçakların
ço unlu unu hakim kılar. Sonuç monar inin dü mesi olacaktır. Bu akıbet er geç meydana
gelecektir.
J) Büyük ekonomik geli me, milleti meydana getiren sosyal tabakalarda de i ikli e yol açar.
Küçük sanatlar yava yava söndü ü çin i çi ba ımsız bir hayata kavu mak fırsat ve
imkanını da elden kaçırır. Bunun sonucu i çi proleter olur. Böylece fabrika i çisi ortaya çıkar.
Bu tabakanın en büyük vasfı hayatı boyunca kendine ba ımsız bir vaziyet yaratabilmek
imkanından yoksun olmasıdır. Bu i çi kelimenin tam manasıyla malsız ve mülksüz bir
kimsedir, ihtiyarlık, bu i çiler için ölümden beterdir, ihtiyarlayan i çiye hayattadır demek dahi
yanlı olur.
Sosyal geli me buna benzer bir ba ka durum daha do urmu tu, i çiler gibi malsız mülksüz
olan memur ve hizmetli sınıfı meyda-
1
na gelmi ti. Devlet, ihtiyarlık günleri için bir kenara
bir miktar para koyamayan memur ve hizmetlinin geçimini sa lamayı üzerine aldı. Emekli
maa ı usulü kondu. Böylece muntazam olarak idari i lerde
1
çalı anların tamamı, yaptıkları
i in önemi ile uygun olarak ihtiyarlıklarında bir emekli maa ı aldılar. Bunun sonucu,
memurlara gü-I vence geldi ve bu sınıfın önemi arttı. Böylece sava tan önce Alman memur
sınıfında en önemli meziyet olarak, meslek uuru geli ti. | ahsi mülkiyetten yoksun kalmı
bütün bir sınıf, sefaletten kurtarılarak milli toplulu un birer üyesi haline geldi.
Fakat bu mesele yeniden devletin kar ısına bir dev gibi dikildi. |j Yeni yeni insan toplulukları
yeni kurulan sanayide fabrika i çisi ola-," rak çalı mak ve hayatlarını kazanmak için
köylerden büyük sanayi ehirlerine göç ettiler. Bu yeni sınıfın hayat ve çalı ma artları sefila-
ne olmaktan çok daha a a ı idi. Esnafın ve çiftçinin eski çalı ma sürati sanayiin yeni ekline
uyum sa layamadı. Eski esnafların yaptık-|- lan i te, zaman önemli bir rol oynamazken,
imdi fabrikalarda zamanın rolü çok büyüktü. Eski çalı ma süresinin büyük sanayide uy-
gulanması kötü sonuç verdi. Çünkü eski çalı manın gerçek verimi çok azdı. Eskiden bir kimse
14 veya 15 saatlik çalı maya kar ılık gösterebilirken, imdi çalı ma zamanının her dakikası
de erlendirildi i için bu çalı ma ekline ayak uydurulamadı. Eski çalı ma süresi nin yeni
sanayide manasız bir ekilde aynen uygulanması iki bakım dan pek kötü oldu: Önce i çilerin
sıhhatleri bozuldu ve sonra hu kuka kar ı olan inançları sarsıldı. Bu toplumsal düzensizli e bir
i verenlerin parlak durumları imdi göze çarpar bu hal alıyordu. Köylerde sosyal mesele söz
konusu olamazdı. Çünkü herhangi bir i e efendi ile hizmetkar aynı ekilde sarılırlar ve ayın
kaptan aynı yeme i yerlerdi. Fakat oralarda da büyük de i meleı meydana geldi. Bugün
i çilerle, i çi kullananlar arasındaki ayrılıklaı her alanda görülüyor. Bu bakımdan
hükümetimizin Yahudile mesı halinin ne kadar ilerledi i, el eme ine kar ı beslenen kötü
fikirler ile de ilse de, gösterilen pek az saygı ile kendini belli etmektedir. Bu Almana
yakı acak bir durum de ildir. Gerçekte sosyal hayatımızın Fransızla ması, ancak
Yahudile me ile olmu tur. Eskiden el i len bizim gözümüzde saygı ile kar ılanırken, imdi
kol i çisinin çalı ması hakir görülmektedir.
i te bu ekilde pek az itibarı olan bir sınıf do du ve bunun so nucu olarak günün birinde,
milletin, bu sınıftan toplulu un bu üyesini ortaya çıkarması için gereken enerjiyi kendinde
bulup bula mayaca ı veya aradaki bu durum farkının bu sınıf ile di erleri ara smda bir
uçurum açacak kadar vahim bir hal alıp almayaca ı meselesi vukua gelecektir. Bu arada
muhakkak olan bir ey varsa, o da bu yeni olu an sınıfın safları arasına fena unsurların henüz
toplanmamı olmasıydı. Hatta bu yeni sınıfın mensupları arasında enerji sahiplerine daha çok
rastlanabilirdi. Medeniyet denilen eyin sonucu olan savurganlık derecedeki inceleme, burada
ayırıcı ve harap edici etkisini henüz göstermemi ti. Yeni sınıf henüz barı çı alçaklı ın
zehirlerine bula mı de ildi. Sa lam kalmı tı ve gerekti i zaman sert olabiliyordu. O kadar
mühim olan bu sosyal meseleye burjuvazi yabancı kalırken, Yahudi gelecekte ortaya çıkacak
olan safhaları imdiden görüyordu. Yahudi kapitalist istismarı usullerini te kilatlandırırken,
kurbanlarına da yakla arak, onların kendi kendilerine yönelttikleri kavgada onlara "önder"
oluyordu. Gerçekte "kendi kendisine kar ı" demek istiare yoluyla anlatmaktır. Çünkü yalan
söylemede büyük üstat olan Yahudi daima kendisini temiz ve fazilet sahibi bir kimse gibi
göstermek ve suçlarını ba kalarına yüklemek i ini gayet iyi becerir. Halk topluluklarının
ba ına geçer. Bu toplu luklar, gelmi geçmi zamanların en korkunç yalancısına kurban ol-
duklarını akıllarına getiremezler. Halbuki gerçek budur.
Yeni sınıf genel ekonomik de i meden çıkar çıkmaz, Yahudi kendi kendini ilerletmek için
eline nasıl yeni bir antrenör geçmi oldu unu görüyordu. Yahudi derebeylerin dünyasına kar ı
kalkan olarak burjuvaziyi kullanmı tı. imdi de Yahudi, burjuvaziye kar ı i çi sınıfını
kullanmaktadır. Yahudi bir vakitler burjuvazinin gölgesine sı ınarak sivil hukuku elde
etmi se, bugün de i çilerin hayatlarını müdafaa için giri ti i kavganın kendisini "dünyanın
hakimi" yapaca ını bilmektedir.
Artık bu andan itibaren i çi sınıfının görevi Yahudi milleti için çarpı maktır, i çi farkında
olmadan yıkmakta oldu unu sandı ı kudretin hizmetinde bulunur, i çi göstermelik bir ekilde
sermayeye saldırtılır. Böylece i çi gerçek sermaye lehinde bo u turulurken, aynı zamanda
uluslararası sermaye aleyhinde de ba ırtılır. Fakat gerçekte hedef alınan ey, milli
ekonomidir. Milli ekonominin yıkılması ve onun cesedi üzerinde uluslararası borsanın zafer
sa lamasına çalı ılır. Yahudi bunu gerçekle tirmek için önce i çiye sokulur ve onun kaderine
acımı görünür. Hatta sefaletten isyan duyan bir kimse gibi ortaya çıkar. Böylece i çinin
güvenini, kazanır. Yahudi, i çide hayat artlarım de i tirmek için iddetli bir istek uyandırma-
ya çalı ır. Üstün ırka mensup bir insanın kalbinde daima uyuklayan sosyal adalet ihtiyacını
ustalıkla tahrik ederek uyandırır. Yahudi sosyal adalet ihtiyacını tahrik ederek harekete
getirdi i i çiyi, daha anslı bir kadere sahip olanlara kar ı bir kin beslemeye davet eder. Bu i i
yaparken Yahudi, sosyal düzensizliklerin aleyhine açılmı olan korkunç kavgaya bir felsefi
hava, bir felsefi tavır verir. Böylece Yahudi MARKSlZM'in temellerini atmı olur.
Marksizm'i, halkı toplumsal isteklere gayet sıkı bir ekilde ba lı gibi göstermekle, Yahudi bu
felsefenin yayılmasını kolayla tırır ve hızlandırır. Bu arada Yahudi, bu felsefenin sonuçlarına
bakarak kendileri için haksızlık ve tatbikinin imkansız oldu unu gören kimselerin de
muhalefetini sa lar ve bunları tahrik eder. Sosyal fikirler maskesi altında, gerçekten eytanca
ve korkunç niyetler saklanmı tır. Bu felsefe, akıl ile budalalı ın, içinden çıkılması imkansız
bir sentezidir. Fakat bu felsefede akıl ile aptallık öyle bir ekilde ayarlanmı tır ki, içinde
yalnız çılgınlıkla vasıflandırabilinecek eyler ger çekle ir, akla uygun gelen eyler ise hiçbir
vakit tatbik edilemez Marksizm ahıslara ve bunun sonucu olarak millete her türlü hayat ve
insanlık haklarını reddetmekle, medeniyeti meydana getiren temeli yıkmaktadır. Halbuki
medeniyet bu amillere tabidir. te bu canice dima ın bu bulu una felsefe adını vermek do ru
olursa, Marksizm felsefesinin özü budur. ahsiyetin ve ırkların harap edilmesi, bir türlü
hakimiyet kuramayan a a ı bir ırkın, yani Yahudi ırkının en büyük engelini ortadan kaldırmak
olur. Bu felsefeye mana veren ve yol gösteren ey, iktisadi ve siyasi hayattaki garip nazariye -
sidir. Marksizm'e can veren ruh, zeki kimselerin bu felsefeye inanmalarına engel olur. Di er
taraftan fikri melekelerini kullanmasını bilmeyenler ve iktisadi ilimlerden habersiz olanlar
hemen Marksist olurlar. Hareketin sevk ve idaresi için gerekli olan zekayı (çünkü bu
hareketin bile ya ayabilmesi için zeka açısından sevk ve idareye ihtiyacı vardır) Yahudi
"kendi kendisini feda ederek" kendi soyda larından birinin beyninden sa lar.
Yahudiler tarafından yönetilen kol i çilerinin bir hareketinin nasıl meydana geldi ini
inceleyelim. Görünü te bu hareketin gayesi i çilerin ya ama artlarını kolayla tırmaktır.
Gerçekte ise Yahudi olmayan bütün milletleri esaret altına sokup, yok etmekten ibarettir. Ba-
rı çı doktrinler vasıtasıyla milli beka içgüdüsünü felç etmek için aydın denilen çevrelerde
farmasonlu un giri ti i mücadeleye, daima Yahudilerin ellerinde bulunan büyük basın, halk
toplulukları ve özellikle burjuvazi nezdinde devam eder. Çökeltici bu iki kuvvete, bir
üçüncüsü de katılır. Bu en korkuncu olan zor ve iddet te kilatıdır. Marksizm, saldırganlık
sıfatı ile, ilk iki silahın kendisini göreve hazırlamak üzere temelinden yıktıkları eyleri
büsbütün alt üst edip bitirmek zorundadır. Bu fevkalade bir ekilde düzenlenmi hayran
kalınacak bir manevradır. Öyle ki bu manevraya, kendilerini devletin az çok manevi
otoritesinin organları diye takdim etmekten zevk alan müesseselerin de katılıp, mücadeleden
vazgeçtikleri görülürse buna a ırmamalıdır. Yahudi, bazı istisnalar gözden uzak tutulursa,
her zaman kendi yıkıcı i i için yüksek dereceli memurlarımız arasından, hata en üst
mevkilerde bulunanlardan pek lütufkar yardımcılar bulmu tur. Bu memur toplulu unun göze
çarpan vasfı, üstlerin huzurunda yerlere kapanan bir kölelik gösterisi, astlara kar ı kendini
be enmi lik ve ancak herkesi hayrete dü ürebilecek derecede bir ap tallıktır. Fakat bu vasıflar
otoritelerimizle devamlı ilgisi olan Yahudi tçin faydalı ve onun göz önünde pek sevimli
eylerdir. imdi ba la-, yan kavga kalın çizgilerle resmedilirse u husus ortaya çıkar:
Yahudi, dünyayı ekonomik yönden .ele geçirmek istedi i gibi »iyasi bakımdan da hakimiyeti
altına almak ister. Bunun için Yahudi mücadelesinin bu iki gayesi için Marksizm'i iki kısım
olarak ortaya Sürer. Bu kısımlar görünü te birbiri üe ilgili de ildir. Fakat, aslında ayırma
kabul etmez bir bütün te kil etmektedir. Bu iki kısım, siyasi ve sendika faaliyetleridir.
Sendika faaliyeti taraftar toplamaya yarayan bir çalı madır, i çiye, patronların hırs ve dar
görü lerine kar ı açtıkları mücadelede yardım ve himaye vaat eder. E er i çi devlet tarafından
bir yardım ve himaye görmezse, kendi menfaatinin müdafaasını sorumsuz kimselerin eline
bırakmak istemez ve bu hak müdafaasını bizzat kendi yapmak ister. Para kazanma hırsı ile
gözleri kör olan burjuva, i çinin yaptı ı bu mücadeleye kar ı ne kadar engel çıkarırsa, örne in
uzun çalı ma sürelerini azaltmazsa, çocuk-• ların çalı malarına insaf dairesinde bir ekil
vermezse, kadın i çileri i korumazsa, i yerlerinde ve ikametgahlarında sıhhi artlara kavu -
mak için yapılan her türlü te ebbüse engel olursa, daha kurnaz olan F Yahudi bu sınıfın, yani
ezilen i çinin sorunlarına sahip çıkar. Yahudi böylece i çi hareketinin önderi durumuna geçer.
Bunu Yahudi memnuniyetle ve isteyerek yapar. Onun esas niyeti sosyal yaralara bir ilaç
bulmak de ildir. Yahudi'nin, i çinin hamisi durumuna geçmesine sebep, milli ekonominin
gelece ini yok edecek bir toplulu u yava yava meydana getirmek içindir. Çünkü sa lam bir
siyasetin hedefi bir taraftan halkın sa lı ının korunması, di er taraftan ba ımsız bir milli
ekonominin müdafaası ise, bu iki dü ünce kar ısında tamamen lakayt kalarak, kendi gayesine
giden yolun üzerindeki bu engelleri temizlemeye bakar. Yahudi milli ekonominin ba ımsız
kalmasını istemez. Onun istedi i milli ekonomiyi yok etmektir. Bundan dolayı i çi
hareketinin hamisi ve önderi sıfatı ile yerine getirilmesi imkansız veya uygulanması milli
ekonominin çökmesine sebep olacak isteklerde bulunurken, vicdanında bir sızlama duymaz.
Çünkü Yahudi önünde sa lam bir nesil görmek istemez. Onun arzusu soysuzla mı ,
boyunduru a girmeye hazır bir sürü görmektir. Olumlu cevap alamayaca ım ve durumu
de i tirmeyece ini bildi i halde halk topluluklarında iddetli bir sinirlilik do ura çak en
manasız istekleri i te bu gayesini tahakkuk ettirmek için ortaya atar. iste i ortalı ı
bulandırmaktır, yoksa i çilerin sosyal durumlarını gerçekten ve namuslu olarak düzeltmek
de ildir.
Demek ki, büyük topluluklar aydınlatılmadıkça, onlara sonsuz sefaletlerinin gerçek sebepleri
hakkında do ru bilgiler verilmedikçe ve bunun için büyük bir çalı maya te ebbüs
edilmedikçe, Yahudi i çi hareketinin itiraz kabul etmez ve vazgeçilmez önderi olarak kala-
caktır. E er halk toplulukları imdi oldu u gibi bir hedefe yöneltil-mezlerse ve devlet bu
i lere kayıtsız kalırsa, halk daima ekonomik yönden kendisine en yüzsüzce vaatleri yapan
kimselerin arkasından gider. Bu hususta, Yahudi usta mertebesine yükselmi tir. Çünkü bütün
faaliyeti hiçbir ahlak kuralının gemleri ile kontrol altına alınamaz. Bundan dolayı bu alanda
bütün hasımlarına kar ı kolayca ve kısa bir süre içinde üstün çıkar. Yahudi kendi ruhunda
bulunan kabalı a ve haydutluk içgüdüsüne uyarak i çi hareketine kaba bir iddet vasfı
vermektedir. Sa lam hisleri ve oltaya takılmayan kimselerin kar ı koymalarını deh et salma
ve korku yaratma usulü ile kırar. Böyle bir faaliyetin sonucu ise çok korkunçtur. Neticede,
Yahudi'nin yaptı ı milletin refah ve saadetini sa layacak olan i çi sınıfı vasıtasıyla milli
iktisadın temellerini yıkmak olur. Yahudi'nin bu faaliyetine paralel olarak siyasi te kilat
faaliyeti de geli mektedir. Siyasi geli me, i çi hareketinin toplulukları siyasi te kilata girmeye
hazırlaması, hatta bir kamçı ile vurur gibi onları zorla oraya sokması dolayısıyla, bu i çi
hareketine uygun dü er. Siyasi te kilata o büyük cihazını devam ettirme imkanını veren
tahsisatın sürekli, kayna ı i çi hareketidir. Fertlerin siyasi faaliyetleri için kontrol organları
Yahudilerin eline geçer. Bütün siyasi gösteriler için adam toplama i i Yahudi'nin elindedir.
Neticede i çi hareketi, iktisadi hayat için mücadele etmez olur. Yahudi, kısmi ve genel grev
hareketlerini siyasi fikrin emri altına alır. Böylece sendika ve siyasi te kilat, içeri i itibariyle
kültürü çok az olan okuyucuların siyasi görü ve kanaatlerine uygun bir basın meydana
getirerek, mevcut düzene kar ı isyan ruhu yaymaya ba lar. Bu isyan ruhu, bir milletin en a a ı
sınıflarına mensup toplulukları cüretkarlık isteyen hareketleri yapmaya hazır bir duruma
getirir. Bu basının vazifesi basit halk tabakalarının seviyesini yükseltmek de ildir. Yahudi'nin
idaresi altında yapılan i basit insanların i tahlarını kabartmaktan ibarettir. Bu basın milli
iradenin, yüksek bir kültürün, geleneklerin ve ba ımsız bir ekonominin dayana ı olan eylerin
tamamına hücum ve iftira eder. Yahudilerin devlete hakim olma yolundaki hareketlerine
engel olmak isteyene, yahut ehliyet sahibi, iktidarları ve dehaları Yahudilerce tehlikeli
görünen memleketin seçkin ve karakter sahibi insanlarına kar ı, "Yahudi basını" ate püskürür
ve bu gibi kimseleri milletin gözünden dü ürmeye çalı ır. Çünkü Yahudi'nin nefretine hedef
olmak için onun aleyhinde çalı mak art de ildir. Yahudi'nin, herhangi bir gün kendisi
aleyhinde bir dü ünce beslemenizden veya ona dü man bir milletin kuvvetini geli tirmek için
kabiliyetlerinizi kullanaca ınızdan üphelenmesi, size nefret duyması için yeter sebeptir. Bu
hususta hiç hataya dü meyen içgüdüsü her insanın do u tan sahip oldu u kabiliyetlerinin
kokusunu hemen alır. Onun ruhunun, ruhu olmayan kimse, Yahudi'nin kendisine dü man
kesilece inden asla üphe etmemelidir. Yahudi tecavüze u ramı bir kimse olmayıp, saldırıya
geçmi , taarruz eden oldu u için, yalnız kendisine saldıran kimseyi de il, taarruzuna kar ı
koyanı da kendinin dü manı kabul eder. Do rulukla dolu oldu u kadar, cesaretli olan ruhları
kırmak için ba vurdu u kavgada kullandı ı vasıtalar mertli e sı mayan eylerdir. O bu adi i i
için yalan ve iftirayı kullanır.
Hiçbir ey, kar ısında geri çekilmez. Kötülü ü o kadar büyüktür ki, halkımızın hayalinde
eytanın örne i veya bütün fenalıkların sembolü Yahudi olursa, buna hayret edilmemelidir.
Halk topluluklarında Yahudi'nin gerçek karakterinin bilinmemesi, yüksek tabakalarda
içgüdünün yoklu u ve zekanın kıt olu u, Yahudilerce yöneltilen bu yalan sava ına, milletin
kolayca kurban gitmesine yol açmaktadır. Yüksek tabaka mensupları yaradılı larında olan
korkaklıkları dolayısıyla, Yahudi'nin yalan ve iftira ile saldırdı ı kimseden uzak dururlarken,
halk da aptallık veya basitlik dolayısıyla bu karakter sahibi kimse hakkında uydurulanlara
inanır. Otorite sahibi olanlar ise ya ses çıkarmayıp susarlar, ya da haksız yere saldırıya
u rayan kimse için soru turma açarlar. Güya o e ek memurlarca böyle hareket etmek,
devletin otoritesini korumak ve asayi i sa lamak için faydalı bir tedbirdir. Sonunda Yahudi
tarafından kullanılan Marksist silahın korkusu bu akıllı adamların beyinlerine ve ruhlarına bir
kabus gibi çöker, kalır. Bu korkunç dü man kar ısında titrerler ve eninde sonunda onun
kurbanı olurlar. K) Yahudi'nin devlet içindeki üstünlü ü imdi öylesine sa lam-la mı tır ki,
kendisini açıkça Yahudi olarak ilan etmek cesaretini gösterir ve hatta bununla da kalmayıp
ırki ve siyasi dü üncelerini sonuçlarına kadar açıklamaktan çekinmez. Irkının bir kısmı kendi-
sini açıkça yabancı bir millet diye gösterir. Gerçi bu da yeni bir yalandan ibarettir. Çünkü
Siyonizm bütün dünyaya Yahudilerin Filistin'de bir devlet kurmakla memnun olacakları
kanaatini verirken, onlar aptal kimseleri bir kere daha gayet açık bir ekilde aldatmı • olurlar.
Yahudilerin Filistin'de bir devlet kurup, oraya yerle meye hiç ama hiç niyetleri yoktur.
Yahudiler orada sadece arlatanca bir uluslararasıcılık faaliyetlerinin merkezi te kilatını
kurmaktan ba ka bir ey dü ünmemektedirler. Bu te kilat hükümranlık hakkına sahip olacak
ve di er devletlerce korunmaya ihtiyaç duymayacaktır. Bu te kilat, istiklaline sahip olarak,
yüzlerinden maskeleri dü ürülmü olan veya kendileri atmı bulunan bütün adi Yahudilerin
sı ına ı ve gelecekteki rezil ve arlatan Yahudilerin de yüksek bir okulu olacaktır.
i te bir kısım Yahudi iki yüzlülükle Alman, Fransız veya ingiliz oldu unu söylerken,
di erlerinin açıkça ve resmen Yahudi ırkına mensup olduklarını belirtmeleri, kendilerine olan
güvenin gittikçe arttı ına ve artık emniyet içinde bulunduklarına delil te kil eder. Di er
milletlerin, korkunç bir pervasızlıkla hareket etmeleri, Yahudilere zafer gününün ne kadar
yakın oldu unu ispatlar.
Siyah saçlı pis Yahudi, saatlerce tehlikeden habersiz olan genç kızı gözetler. Sonunda bu genç
kızı kendi adi kanı ile kirletir. Onu mensup oldu u ırktan çekip alır... Yahudi, hakimiyetine
almak istedi i ırkın dayandı ı bütün temelleri kökünden yıkmak ister. Kadın ve genç kızların
ahlaklarını bozdu u gibi, kendi ırkı ile di er ırklar arasında "kan"in yaptı ı seti yıkmak ve
ortadan kaldırmak için her türlü çareye ba vurur. Zenciyi Almanya'ya getirenler Yahudilerdi.
Hep aynı gizli gaye ve açık hedef için hâlâ getirmektedirler. Nefret ettikleri beyaz ırkı
melezle meden çıkacak piçle me ile yok etmek, onu eri ti i medeniyet ve siyaset
seviyesinden indirmek ve ona hakim olmak istemektedirler. Çünkü ırkı halis olan, kanının
kuvvetinden haberdar olan millet hiçbir ekilde ve hiçbir vakit Yahudi'ye boyun etmez.
Yahudi ancak, bu dünyada ilelebet ve sadece melezlerin efendisi olabilir. Bunun için ki ileri
devamlı olarak zehirler ve böylece ırkların seviyelerim dü ürmeye çalı ır. Yahudi bu arada
da, artık siyaset bakımından, demokrasinin yerine proletarya hakimiyeti fikrini a ılamaya
ba lar.
Marksizm Yahudi'nin, demokrasiden vazgeçmesini sa layan ve Yahudi'yi milletlerin,
diktatörce, kaba kuvvet ile hakimiyet altına almasını temin eden bir silahı olmu tur. Böylece
Yahudi çifte devrim meydana getirmek için sistemli bir ekilde çalı ır. Bu çifte devrim
iktisadi ve siyasi alanlarda olacaktır.
içerden gelen bu saldırıya kar ı enerjik bir ekilde kar ı koyan milletleri, Yahudi faaliyete
geçirdi i uluslararası nüfuz ve tesirler sayesinde bir dü man ebekesi ile sarmaya ba lar.
Onları sava a zorlar. Sonunda gerekli oldu una karar verdi i zaman sava alanına devrim
bayra ını dikiverir.
Devletleri ekonomik yönden sarsar. Böylece verimsiz hale gelen kanın te ebbüslerini devletin
elinden alır ve mali kontrole tabi tutar.
Yahudi siyasi yönden de devleti ya ama vasıtalarından yoksun bırakır. Her türlü kar ı
koymanın ve milli savunmanın temellerim çürütür. Halkın hükümete besledi i güveni sarsar.
Geçmi i kötüleyerek gözden dü ürür. Büyük olan eylerin hepsini çamura batırır.
Medeniyete de el atarak, sanatı ve edebiyatı kötüler, tabii hisleri aldatır. Bütün güzellik,
asalet, a ırba lılık, haysiyet ve hayır mefhumlarını bir kalemde altüst eder. insanları,
kendisinin içinde bulundu u o adi ve a a ı tabiat alanına çeker.
Nihayet Yahudi, dini ve ahlakı, gülünç ve basit bir hale sokar. Örf ve adetleri ölü, modası
geçmi ve köhnemi eyler olarak gösterir. Böylece bir milletin hayatı u runa mücadele
edece i son dayanaklarını da ortadan kaldırır.
L) imdi son ve büyük devrim ba lar. Artık, Yahudi siyasi kudreti de eline geçirdikten sonra,
maskesini fırlatır atar ve demokrasi ve halk dostu olan Yahudi, o andan itibaren katil ve ırk
dü manı Yahudi'yi meydana getirir. Birkaç yurt içinde zekanın mümessillerinin kökünü
kazımaya giri ir. Milletlerin manevi rehberleri olan kimseleri yok ederek onları esareti altına
alır.
Bize bu esaretin en canlı misalini Rusya vermi tir. Rusya'da Yahudi, büyük bir millet
üzerinde hakimiyetini kurmak için, vah i ve korkunç bir taassup ile 30 milyona yakın insanı
kendi yazar ve çete leri ile borsa haydutlarına öldürtmü veya açlıktan ölüme mahkum
ettirmi tir. Fakat unu hemen belirtelim ki, bu i yalnız, Yahudilerin milletlerin hürriyetlerini
öldürmesiyle bitmeyecek, bu mahvolan milletlerin asalakları da yok olacaktır. Kurbanların
ölümü, er geç canavarın da ölümünü icap ettirecektir. Almanya'nın çökü ünün, sebeplerini
tetkik edecek olursak, ilk ve kati sebep olarak ırk meselesinin ve Yahudi tehlikesinin takdir
edilip görülememesinden ileri geldi i anla ılır.
1918 yılının A ustos ayında sava alanında u ranılan yenilgilere tahammül etmek son derece
kolay olabilirdi. Bu yenilgiler milletimizin daha önce kazandı ı zaferlere oranla bir hiçten
ibaretti. Bizim çökmemize bu yenilgiler sebep olmadı. Biz, milletleri var olmaya kabiliyetli
kılan ve bu ekilde hayatlarını me ru saydıran siyası kuvvet ve içgüdüleri, on yıldan beri
sistemli bir ekilde milletimizin elinden alarak bu yenilgileri hazırlamı olan kudret tarafından
yere serildik. Eski Reich, milletimizin mensup oldu u ırkın temellerinin korunması
hususunun ortaya çıkardı ı meseleyi ihmal etmekle, bir milletin dünya üzerinde ya amak için
sahip oldu u tek hakkı kötü-lüyordu. Melezle en veya melezle meye fırsat veren milletler
Tan-rı'mn iradesine kar ı günah i lerler. Bir millet, kendi varlı ının tabiatça verilmi ve
kökleri kanına uzanmı özel vasfına artık ba lı kalmazsa, dünyadaki mevcudiyetine son
verilmesinden dolayı ikayetçi olamaz. Bu geçici dünyada her ey çok daha iyi olur ve
yapılabilir. Her bozgunun, gelecekteki bir zaferin annesi olması mümkündür. Her kaybedilen
sava gelecekte bir yükselmeye sebep olabilir. Her zorluk, insanın enerjisi ile alt edilebilir.
Her zulüm ve baskı, kan saf olarak korundu u sürece, ahlaki bir dirilme meydana getiren kuv-
vetleri do urabilir ve harekete geçirebilir. Fakat kanın saflı ım kaybetmesi saadeti yok eder,
insanı sonsuzlu a kadar a a ılatır. Bu çökü ün medeni ve ahlaki sonuçları hiçbir zaman
kaybolmaz. Hayatın öteki meseleleri, bu tek mesele ile kar ıla tırılsa, bütün bu meselelerin
önemi bunun yanında bir hiçten ibarettir. Hayatın bütün meseleleri zamanla sınırlıdır. Fakat
kanın saflı ının korunması veya kaybedilmesi meselesi, yeryüzünde hayat devam etti i sürece
duracaktır.
Sava tan önce meydana gelen biraz önemli olaylar incelendi inde, hepsinin bir ırk meselesine
ba lı oldu u görülür, ister hukuk l meselesi, ister ekonomik hayatın büyük oyunları olsun,
veya siyası alanda çökü olayları, e itimin iflası olsun, hatta basının büyük j
1
,»damlar
üzerinde yaptı ı kötü tesir söz konusu olsun, bütün fena-ı'llkların derinine inildi inde ırka
önem verilmedi i veya yabancı bir milletin ırk için arz etti i tehlikenin farkına varılmadı ı
görülecek-,tir. Bunun için, bütün reform hareketleri, bütün sosyal yardım eser-'leri, her türlü
siyasi tedbirler, bütün ekonomik geli meler ve dü ünüme gücündeki her bilgi artı ı hiçbir
zaman önemli rol oynamaz.
Millet ve onu dünyada var olmaya kabiliyetli duruma getiren organ; yani devlet, sa lam bir
sa lı a sahip de ildi. Hatta her ikisi de gözle görülecek ekilde sararıp soluyordu. Reich'ın
dı ardan bakıldı ında görülen sıhhati, onun menfaatini saklamayı ba aramazdı. Gerçekten
tekrar ona kuvvet vermek için yapılan her te ebbüs daima sonuçsuz kaldı. Çünkü en önemli
mesele kenarda unutuluyor-tartı malar yapan çe itli siyasal görü taraftarlarının ve hatta liderlerinin bile esaslı ekilde
kötü niyet sahibi kimseler olduklarını sanmak hata olur. Fakat bunların faaliyetleri verimsiz
kalmaya mahkumdu. Çünkü, bizim genel hastalı ımızın hangi artlar altında ortaya çıktı ım
(
görüyorlar, fakat en uygun artlar içinde bile onun illetini tespit edemiyorlardı. Eski Reich'ın
siyasi geli mesinin takip etti i yol dikkatle incelenirse, birli in olu umundan sonra, hatta
bunun sonucu olarak Alman milleti tarafından yapılan geli meler sırasında, için ' için çökü ün
tam akı ını bulmu oldu unu ve bütün siyasi ba arıla-1 ra ve iktisadi servetin ço almasına
ra men, genel durumun yıldan yıla berbatla tı ını görmek mümkündür. Reichstag seçiminde,
Marksist oyların ço alması, dı yıkılmaya yol açacak içten yıkılma-
r
nın devamlı ekilde
yakla tı ını i aret ediyordu. Burjuva partisinin j. bütün ba arıları, de erden yoksundu. Bu da,
bütün seçim ba arıla-î rina ra men Marksist dalganın büyümesine engel olamadıklarından l
dolayı de il, kendi içlerinde bozuk tohumlar bulundurmalarından ileri geliyordu. Burjuvalar
farkına varmadan Marksist dü ünceler ile kirletilmi lerdi. Kar ı koymaları, çok kere sonuna
kadar mücadeleye azmetmi rakiplerinin bir prensip muhalefetinden çok, hırslı liderlerin
birbirlerine kar ı rekabetlerinden meydana geliyordu. Bu uzun yıllar sırasında sarsılmaz kar ı
durma ile yalnız bir millet mücadele etti. Bu da Yahudi'dir. Milletimizin beka iradesi
zayıfladıkça, Yahu di'nin altı kö eli yıldızı gökyüzünde yükseldi. 1914'te sava alanına
hücuma azmetmi bir millet atılmadı. Bu Marksist barı severlerin milletimizi tehdit edi ine
kar ı milletin beka içgüdüsü ile ortaya çıkmasıydı. Kaderimizin münaka a edildi i o gün
içteki dü manın kim oldu u tespit edilemedi i için, dı a kar ı direnme beyhudeydi. Tanrı,
galip kılıca ücretim lütfetmedi. Her suçun cezasının çekilmesini isteyen ebedi kanuna itaat
edildi, i te bu hususlar yeni hareketimizin prensiplerine kaynak te kil edecekti. Biz bu
dü üncelerimizin, sadece Alman milletinin çökü ünü durduraca ına de il, bir devlete bir gün,
üzerine dayanaca ı ve kuvvet alaca ı granit temelleri atmasını da sa layaca ına inanıyoruz.
Öyle bir devlet kuraca ız ki, o devlet milletimize hiçbir zaman yabancı kalmayacak, iktisadi
ihtiyaç ve menfaatin hizmetine girmeyecek, milletin içinden, tarihinden do mu bir Alman
milletinin devleti olacak.
Hareketimizin geli mesinin birinci safhasını bu bölümün sonunda inceliyorsam ve buna ba lı
bir sürü meseleleri geli igüzel münaka a ediyorsam, bunu doktrinimizin ruhu hakkındaki
dü ünceleri açıklamak gayesiyle yapmıyorum. Gerçekte bizim programımızın kapsamı öyle
geni tir ki, hepsi yazılmaya kalkılırsa bir cildi doldurur. Bundan dolayı programımızı bu
eserin ikinci bölümünde inceden inceye ele alaca ım ve tasavvur etti im ekilde bir devlet
hayali bulmaya çalı aca ım.
"Biz" demek, yüz binlerce kimse demektir. Bu yüz binler, esasta ideallerimize katılmakta,
fakat her biri gözlerinin önünde dalgala nan eyi takdir etmek için gerekli kelimeleri
bulamamaktadır. Ger çekten bütün büyük yenilik hareketlerinde dikkati çeken bir husus
vardır. Çok kere bu yenilik hareketlerinin ba langıçta sadece bu ampiyonları vardır. Fakat
sonradan milyonlarca taraftar kazanırlar, içlerinden biri mü terek iradelerini ilan etmek, eski
ümitlerin bayra ım dikmek ve yeni açıklamalarla onları zafere götürmek için yük seldi i
zaman, bu yenilik hareketi binlerce sabırsız insanın derin is teklerine kar ılık geliyor
demektir. Milyonlarca insanın kalplerinde o devrin hayat artlarının tamamen de i mesi için
istek beslemeleri, bu kimselerin büyük ve acı memnuniyetsizlik hali bin bir ekilde kendini
belli eder. Bazılarında ümitsizlik ve cesaretsizlik hakimdir Bazılarında nefret, kin ve isyan
hallerine rastlanır. Bir kısmı kayıtsı; kalırken, bir kısım müdahale için korkunç bir istek
besler. Memnun olmayanların bazıları seçimde çekimser kalırlar, sayıca daha çok olanları ise
a ırı sol tarafla beraber oy kullanırlar, i te bizim genç l hareketimiz önce bu kimselere hitap
edecektir. Çünkü durumlarından memnun olan ve mideleri tıka basa doymu olan adamlardan
[;, böyle bir harekete katılmalarını beklemek hata olur. Hareket i kence çeken, acı duyan, azap
içinde olan talihsiz ve memnun olmayan kimseleri etrafında toplayacaktır. Evet hareketimiz
her eyden önce sosyal vücudun dı ında akıp gitmeyecek, halk topluluklarının derinliklerine
kök salacaktır.
1918 yılında millet siyaset bakımından iki parçaya bölünmü durumdaydı. Sayıca çok olan
birinci parça, el ile çalı an meslek sahipleri hariç olmak üzere, milletin aydın tabakalarım
te kil ediyordu. Bunlar yüzeysel manada milli idiler. Yani bunlar, devlet menfaatleri denilen,
fakat daha çok hanedan menfaatleri ile aynı ey haline gelen çıkarları önemli ekilde temsil
ediyorlardı. Bu kısma dahil olanlar, rakiplerinin baskı ve iddetleri dolayısıyla, tesirleri
yüzeysel ve henüz geli memi olan manevi silahlarla ideallerini gerçekle tir-1 meye,
hedeflerine ula maya çalı ıyorlardı. Daha bir süre önce dare-1, ci durumunda olan bu sınıf
iddetli ve tek bir darbe ile boylu boyunca yere serildi. Korkudan titreye titreye, insafsız
galibin bütün kötülüklerine boyun e di.
Bu sınıfın kar ısında el ile çalı an i çiler yer aldı. Bu sınıf, az çok a ırı Marksist e ilimleri
içeren hareketler halinde birle mi ti. Bunlar fikri mahiyetteki bütün direni leri kuvvetle
kırma a kararlı idiler.
Marksist fikirlerle donatılmı olan bu sınıf "milli" olmak iste inde de ildir. Aksine yabancı
devletlerin baskı hareketlerine yar-I dımcı olur. Sayıca halkın en büyük kısmını temsil eder.
Fakat, bu sınıf milletin bazı unsurlarını ihtiva eder ki, milli bir kalkınma bu sınıf olmadan
dü ünülemez ve gerçekle tirilemez.
Alman milletinin geli mesi, Almanya üzerindeki yabancı devletlerin baskılarını daha da çok
arttırıyordu. 1918 senesinden itibaren hemen unu anlamak gerekir ki, bizim burjuva devlet
adamlarının söyledikleri gibi bu baskılar maddi silahlarla olmuyor veya maddi kuvvete
dayanmıyordu. Esas olan irade kuvveti idi. Milletin irade kuvveti sıfıra indiriliyordu.
Almanlar muhtaç olduklarından çok daha fazla silahlara sahiptiler. E er Alman milleti
hürriyetini sa lamak imkanım bulamamı sa, bunun sebebi koskoca bir milletin beka
içgüdüsünün ve ya ama iradesinden yoksun olu u idi. En tesirli silah, o silahı faaliyete
geçirecek olan ruh mevcut de ilse, cansız ve kıymetsiz bir madenden ibaret kalır. Almanya
savunmasız kaldıysa bunun sebebi silaha sahip olmayı ı de ildi. Savunmasız kalmasına sebep
milletin silahlarını muhafaza etme iradesinden yoksun olu u idi.
, E er, bugün solcu politikacılar hıyanetlerden olu an bilinçsiz politikalarının ba arılı
olamayı ını silah yoklu una atfetme e çalı ıyorlarsa yalan söylüyorlar. Onlara verilecek
cevap udur: "Do ru söylemiyorsunuz! Milli menfaatleri terk etmek yolundaki canice po-
litikanızla silahlarınızı teslim ettiniz. imdi de silah yoklu unu, sefaletinizin en kesin sebebi
olarak gösteriyorsunuz. Bu hareketiniz de, bütün yaptıklarınızda oldu u gibi yalan ve
sahtekarlıktan ibarettir." Bu arada sa taraf politikacılarının da büyük hataları olmu tur. Sa
taraf politikacılarının sayesinde 1918 yılında Hükümete giren Yahudi süprüntüleri Alman
milletinin silahlarını çalmı lardır. Bizim, müdafaasız millet durumuna gelmemiz onların
alçaklıklarının sonucudur. Bir Almanın evk ve cesaretinin yeniden tesisi meselesi, kendi
kendimize "Silahları nasıl imal edece iz?" sualini sormakta halledilemez. "Bir milleti silah
ta ımaya kabiliyetli duruma getiren ruhu nasıl yarataca ız?" diye dü ünmek gereklidir. Bir
milletin üzerinde böyle bir rüzgar esti i takdirde zekası bin yol bulur ve bu yolların her biri o
milleti bir silaha götürür. Bir korkak adama on tabanca verilse, o adam bir saldırı sırasında bir
tek kur un atamaz. Bu korka ın elindeki tabancalar, bir cesurun elindeki topuzdan daha az
de er ifade eder.
Milletimizin siyasi kuvvetinin tekrar tesisi ancak, bizim iç dünyamızın sa lam ve kusursuz
duruma getirilmesi sorunundan ibarettir. Gerçekte bunu hazırlayıcı her dı siyaset ve bizzat
rolünü de erli hale getirme giri imleri çok silaha sahip bulunmanın eseri olmayıp, bir milletin
inkarı imkansız kabiliyetinin sonucudur. Bir milletin düzenli yetene i, cansız birtakım
silahların toplanması de il, milli beka hakkında ate li bir iradenin ve ölümü göze alacak
derecede kahramanca bir cesaretin varlı ı sa lar. Bir toplum, silahla kuvvetlenmesini bilen
insanlarla kuvvet bulur, i te ingiliz milletinin uzun bir süre bütün dünyanın en de erli
menfaati diye kabul edilmesinin sebebi budur. Çünkü ingiliz hükümetinin zafere kadar
dövü meye ısrarla azmetmi olmasına ve milletinin büyük bir toplulu unun korkunç inadına
itimat etmek mümkündür. Herkes una inanmı tır ki, bu ingilizler ne zamanı hesaplar, ne
fedakarlıkları, ingilizlerin bütün imkan ve vasıtaları harekete geçirecekleri muhakkaktır, i te
bundan dolayı ingiltere'de, belirli bir anda askeri silahlandırmak için, di er devletlerin
kuvvetlerine denk bir kuvvet bulundurmaya hiç lüzum yoktur. Alman milletinin siyasi
bakımdan tekrar canlanması, bizim ya ama irademizin tekrar dirilmesi ve kuvvetlenmesi ol-
du una göre bu iradeyi ya atmak için milli olan unsurlarına ba vurmak yeterli de ildir.
Gerekli olan ey, milli duygular aleyhinde bulunan sınıfı millile tirmektir. Demek ki Alman
Devleti'ni tekrar diriltmeyi ve eski kuvvetini kazandırmayı gaye edinen genç bir hareket
büyük halk topluluklarını büyülemek için, amansız bir mücadeleye girmek zorundadır, içerde
ve dı arıda takip edilecek bir milli politika için burjuva sınıfından bir direnme söz konusu
olamaz. Çünkü bizim milli denilen burjuvazimiz genellikle de ersiz ve milli zihni yetersiz bir
ekilde geli mi tir. Hatta herkesçe bilinen miyoplu u dolayısıyla Alman burjuvazisi eskiden
Bismarck devrinde oldu u gibi, yakın bir kurtulu saatinde itaatkar bir kar ı koyma du-
rumunda sebat etse bile, pek bilinen ve darbımesel haline gelen korkaklı ı dolayısıyla bu çe it
davranı ından da bir sonuç alamaz.
Uluslararasıcılı a yönelmi olan Alman vatanda ı kar ısında ise i daha ba kadır. Onları, kaba
ve ilkel karakterleri kendilerini baskılara daha çok meylettirmi tir. Aynı zamanda ba larındaki
Yahudiler de kaba ve merhametsizdirler. Onlar daha önce Alman ordusunun bel kemi ini
kırdıkları gibi, Almanya'nın tekrar yükselmesi yolundaki bütün te ebbüsleri de
parçalayacaklardır. Özellikle parlamenter devirde sayıca çok oldukları için, herhangi bir milli
dı siyaset takibine engel olacaklardır. Aynı zamanda bunlar, Alman milletinin gerçek de eri
ile takdir edilmesine, bunun sonucu olarak ittifakların arz edece i ilginin göz önüne
alınmasına fırsat vermezler. Çünkü on be milyon Marksist, demokrat barı sever ve
merkeziyetçilerimizin meydana getirdikleri zayıf nokta sadece bizim tarafımızdan bilinen bir
husus de ildir. Bu durum yabancı devletlerin de gözlerinden kaçmamaktadır. Bu devletler
imkan dahilinde olan veya olmayan bir anla manın de erini ölçtükleri zaman, bu sıkıntı veren
güllenin a ırlı ını da göz önüne alırlar, E er halkının faal kısmı her çe it azimli bir siyasete
kar ı olursa o devletle, hiç kimse anla ma yapmaz. Hemen unu da ilave edelim ki "Milli
hıyanet partileri"nin ba ında bulunan kimseler kendi geleceklerini dü ündükleri için devletin
tekrar yükselmesi lüzumuna kar ıdırlar. Bunlar bu gayeye daima muhalefet ederler.
Tarih Alman milletinin, o i itilmemi çökü üne sebep olanların hesapları görülmedikçe, eski
haline gelebilece i hakkında bir ümide kapılmayı men eder. Çünkü 1918 Kasım ayı sadece bir
hıyanet telakki edilmeyecek, aynı zamanda vatana ihanet sayılacaktır.
Bu artlar altında dı arıda Almanya'nın ba ımsızlı ının tekrar sa lanması, birinci derecede
milletimizde azim ve irade ruhunun tekrar tesisine ba lıdır. Fakat, Alman kurtulu fikri, halk
toplulu u bu hürriyet dü üncesinin hizmetine girmeye hazır olmadıkça, yalnız teknik
bakımdan bile dı a kar ı manasız bir ey gibi görünür.
Askeri bakımdan her subay bilir ki, sırf ö renciden kurulu birliklerle sava ılmaz. Bir milletin,
dima ına ve yumru una da ihtiyaç vardır. Bu husus a, hemen u da bilinmelidir ki. milli
müdafaa yükü aydın sınıfa bırakılacak olursa millet bir nimetten yoksun edilmi olur. Aynı
zamanda bu nimeti telafi etmek imkansız olur. 1914 yılında gönüllü alaylarında Flandres'de
ölen genç Alman aydınlarının eksikli i acı bir biçimde duyulmu tur. Onlar milletin seçkin
tabakası idiler ve kayıpları sava sırasında telafi edilemezdi. Mücadele, hücum kıtalarımın i çi
toplulukları ile artırılması suretiyle beslenebilir. Fakat bütün sosyal vücudumuzda metin bir
irade tarafından beslenen derin bir birlik var olup, hüküm sürmedikçe, mücadeleyi teknik
yönden hazırlamaya da imkan yoktur. Versay Anla ması'm imzalayanların bakı ları altında
silahsız bırakılan ve hayatını sürdürmek zorunda olan milletimiz, içerdeki dü man sürüleri
yok edilmedikçe ve karakteri yaradılı ı itibariyle bozuk olan ve otuz altın kar ılı ında her
eye ve herkese hıyanet edebilen Yahudi güruhu temizlenmedikçe, teknikle hiçbir hazırlanma
tedbirleri alamaz. Fakat bu imdi tanzim edilmi gibi görünüyor. Halbuki siyasi kanaatleri
evki ile milli yükselmemize kar ı duran milyonlarca adam, kendileri ile mücadele edilerek
kalplerinden ve zihinlerinden dü manlıklarının sebebi olan Marksist dü ünce sökülmedikçe,
bize ma lup edilmemi gibi gelirler. Devlet ve millet olarak ba ımsızlı ımıza tekrar sa hip
olmak için, dı siyasi hazırlanma veya kuvvetlerimizin i e yarar hale konması ve yahut bizzat
sava a hazırlanma hususları hangi bakımdan tetkik edilirse edilsin, esas artın daima ve her
halde daha evvel milletimizin büyük kütlesini milli ba ımsızlık fikrine çekmekten ibaret
oldu u görülecektir.
Dı hürriyetimizi yeniden elde edecek olursak memleket içindeki her reform hareketi en
uygun artlarda bile, di er devletler için bir nevi sömürge olma yolundaki istidadımızı
geli tirmekten ba ka bir i e yaramayacaktır. Ekonomik yönden geli memizin yararları bizi
enternasyonali kontrol eden efendilere götürecektir. Ayrıca ülkemizde bütün sosyal
mahiyetteki ilerlemelerin hepsi, çalı malarımızın meyvesini bu efendilerin lehine artıracaktır.
Kültür incelemelerine gelince, bunları payla mada Alman milletinin hissesine dü en kısma el
uzatamazlar. Çünkü siyasal ba ımsızlı a ve bir milletin eref ve haysiyetine sıkı bir biçimde
ba lıdırlar. Bundan dolayı, milletimizin büyük kütlesi milli fikre celbedildi i zaman e er
Almanya için parlak bir gelecek görünüyorsa, bu büyük kitleyi büyülemek bizim
hareketimizin en yüksek ve en önemli görevini te kil edecektir. Bizim hareketimizin faaliyeti
yalnız u dakikanın ihtiyaçlarım tatmin cihetine sarf edilmemeli; tersine, bunların memleketin
gelece i bakımından haiz olabilecekleri tesirleri de göz önünde tutmalıdır, i te bundan dolayı,
biz, 1919 senesinden bu yana yeni hareketin her eyden evvel kütleleri millile tirmek
oldu una inandık. Bundan, takip edilecek usul yönünden birçok görevler çıkar.
l — Toplulukları milli kalkınma hareketine çekmek için ne kadar fedakarlık yapılsa azdır.
imdiki durumda i çilere verilen ve daima verilecek olan ekonomik mahiyetteki tavizler ne
olursa olsun, e er bunlar büyük halk topluluklarının mensup oldukları sosyal vücuda
girmelerine yarıyorsa, bu tavizler menfi bir durum arz etmiyor demektir. Halbuki kör gözlü ve
dar kafalı kimseler, i çi çevreleri ile millet arasında derin bir ba kurulmadıkça kendileri için
hiçbir ekonomik geli menin mümkün olmayaca ını bir türlü anlayamamı lardır. E er sava
sırasında sendikalar i çilerin menfaatlerini kuvvetli ekilde savunmu olsalardı, grevleri
yöneten ve gözleri faizden ba ka bir ey görmeyen açgözlü kimseler baskı altında tuttukları
i çilerin isteklerine cevap verselerdi, milli savunma i ine devam ederek Almanlık fikrine kar ı
ba lılıklarını ba nazlıkla ilan etselerdi ve nihayet vatana borçlu oldu umuz eylerin hepsim
ate li bir duygu ile yerine getirselerdi, sava kaybedilmezdi. Bu ekonomik mahiyetteki
tavizler ve hatta daha büyükleri bile zaferin o hiç i itilmemi önemi kar ısında pek de ersiz
kalırlardı, i te Alman i çisini milletine iade etmek isteyen bir hareket, i alanındaki
fedakarlıkların milli ekonomiyi sarsmadı ı sürece ihmal edilmemesi gereken eyler oldu unu
anlamalıdır.
2 — Toplulukların milli e itimi ancak sosyal kalkınma ile gerçekle tirilir. Gerçekte herkese
kültür nimetlerinden hissesini almak imkanını verecek temel ekonomik artlar, yalnız sosyal
kalkınma ile sa lanabilir.
3 — Toplulu un millile tirilmesi hiçbir zaman yarı tedbirlerle elde edilemez. Bunun için
bütün çalı maları bir noktaya toplamak ve bu faaliyete, gayeye ula ana kadar ısrarlı bir
ekilde devam etmek gerekir. Bu söz bugünkü burjuvazinin anladı ı manayı ifade etme-
mektedir. Büyük hal çarelerinin gerekli kıldı ı eyleri, ate le dolu olan tek bir kalp gibi
hareket ederek yerine getirmek lazımdır. Zehre ancak panzehirle kar ı konur. Ancak orta
yolların, kendilerini "gökler hükümeti"ne ula tıracaklarını sananlar manadan yoksun
burjuvalardır.
Bir milletin, büyük toplulu u ne profesörlerden, ne diplomatlardan meydana gelir. Topluluk
soyut fikirlerden pek az anlar. Buna kar ılık, toplulu u hissiyat alanında daha kolay bir
ekilde elde etmek mümkündür, ister olumlu olsun, ister olumsuz bütün davranı ların gizli
anahtarları buradadır. Topluluk, ancak bir tarafa yöneltilmi veyahut aksi yöne çevrilmi bir
kuvvet görünümü lehinde davranı gösterir. Hiçbir zaman topluluk iki yön arasında tereddüt
içinde kalmı yarım tedbirler tarafına iltihak etmez. Toplulu un hissiyatı üzerine tesir edecek
bir ey yapmak, bu hissiyatın fevkalade bir ekilde istikrarlı olmasını gerektirir, imanı
sarsmak, ilmi sars maktan çok daha zordur. A k, takdir ve saygıya kıyasla çok az de ı ebilir.
Kin, sevmekten çok daha fazla devamlıdır. Dünyadaki bütün büyük devrimleri harekete
getiren kuvvet, halkı ele geçiren ilmi bir fikrin yayılması ile de il, halk topluluklarını çılgınca
co turan ve ona can veren ba nazlıkta ve gerçek isteride saklanmı bulunuyor du.
Kim toplulukları kazanmak istiyorsa, o kimsenin toplulukların kalplerini açan anahtarları
bilmesi gereklidir. Bu durumda objektif olmak zaaf göstermek demektir, irade ise kuvvettir.
4 — Halkın sevgisini kazanmak, ancak o halkın gayesine eri mek için mücadele etmek ve
aynı zamanda bu gayeye ula ılmasına engel olanları da yok etmekle mümkün olur. Halkın
gözünde, halk dü manlarını yok etmekten vazgeçmek, halkın bu hakkından üphe etmek
demektir. Hatta hakkın var oldu unu kabul etmemektir. Topluluk tabiatın bir parçasıdır.
Toplulu un duyarlılı ını, bir eyi isteyenlerle, o eyi istemeyenlerin bir arada ahenkli bir
ekilde ya amasına imkan vermez. Topluluk yalnız kuvvetinin üstünlü ünü, zayıfın yok
olmasını veyahut hiç de ilse onun kayıtsız artsız boyunduruk altına girmesini normal
kar ılar. Bu toplulu un millile tirilmesi i i, milletimize eski ruhunu kazandırmak için giri ilen
kavgadan ba ka, milletimizin uluslararası zehirleyicilerini yok etme e ça-U ılmadıkça ba arılı
olamayacaktır.
5 — Günümüzün bütün büyük meseleleri o anın meseleleridir. Bunlar belirli birtakım
sebeplerin sonuçlarından ba ka bir ey göstermezler. Fakat bu meselelerin arasında bir tanesi
di erlerine kıyasla büyük önem ta ır. Bu, toplumsal yapı içinde ırkın devam ettirilmesi
meselesidir, insanın kuvveti veya aczi sadece kanındadır. Kendilerinin ırkçı e ilimlerini
tanımayan ve bunun önemini anlamayan milletler, uzun, kıvırcık tüylü fino köpeklerine tazı
yetene i vermek isteyen ve fino köpe inin itaatinin terbiye sonucu ona kazandırılmı bir vasıf
olmayıp, kendi ırkında saklı bulundu unu bilmeyen kimselere benzerler. Irklarının saflı ım
korumaktan vazgeçen milletler, ruhlarının bütün görünümlerindeki birlikten de vazgeçmi
olurlar. Onların varlıklarının çökmesi, kanlarının bozulmasının tabii sonucudur. Manevi ve
yaratıcı kuvvetlerin da ılması milletin ırkçı temellerinde meydana gelen de i melerin
sonucundan ba ka bir ey de ildir.
Alman milletini kendi öz kaynaklarında saklı olmayan tasavvurlardan kurtarmak isteyen bir
kimse, en önce Alman milletini bu kusurlu yola yöneltenlerden kurtarmalıdır. Milletimiz, e er
ırk meselesini ve Yahudi davasını azimli bir surette göz önüne almazsa, yeniden geli mesine
imkan yoktur. Irk meselesi yalnız dünya tarihinin de il, aynı zamanda insan kültürünün de
anahtarıdır.
6 — Bugün "uluslararasıcılık" tarafında bulunan milletimizin büyük bir kısmının, büyük bir
"milli topluluk" içine alınması, kendi hayat artları dahilinde bulunanların, kendi me ru
menfaatlerini müdafaa etmesi fikrinden vazgeçmesini gerektirmez. Çe itli haya ı artlarına
yahut mesleklere has olan bütün bu menfaatler hiçbir za man sınıflar arasında bir ayrılı ı
do urmaz. Meslek gruplarının do ması, gerçek bir toplulu un meydana gelmesine hiçbir
ekilde engel olamaz. Çünkü, bu topluluk, sosyal bedene ili kin her meselede, t> sosyal
bedenin birli inden ibarettir.
Bir sınıf haline gelmi ve kötü ya ama artlarına sahip toplulu un devlet içine alınması, daha
yüksek sınıfların alçaltılmaları ile de il, a a ı sınıfın yükseltilmesi ile sa lanır. Bugünkü
burjuva, asıl ler tarafından alınan tedbirlerle devletin içine sokulmamı tır. Burju va sınıfı
kendi faaliyeti ve kendi sevk ve iradesi ile bu sonuca ula mistir.
Alman i çisi, Alman toplulu una gözlerinden ya lar dökülerek oynanan karde lik oyunları
sonucu dahil olmamı tır. Aksine Alman i çisi, sosyal ve kültürel görevlerini uurlu bir ekilde
yerine getirdi i ve sonunda di er sınıfların seviyelerine ula tı ı için bunu ba ar mistir.
Böyle bir gayeyi kendisine görev tayin eden bir hareket, taraftarlarını önce i çiler arasında
aramalıdır. Bu hareket aydın sınıfa, ula ılacak olan gaye bu sınıfça tamamen idrak edilip,
anla ıldı ı takdirde ba vurulmalıdır. Sınıfların bu durum de i tirmeleri ve birbır lerine
yakla maları olayı on veya yirmi yıllık bir i de ildir. Tecrübe bu devrenin birçok nesli içine
aldı ını gösteriyor.
Bugün i çi ile milli toplulu un birbirlerine yakla malarına en büyük engel, i çinin meslek
menfaatlerini temsil eden kimselerin hareketleri olmayıp halka ve vatana dü man bir ruh
dahilinde, en ternasyonalizm istikametinde, Alman i çisini tahrik eden eleba ıların
davranı larıdır. Siyası bakımdan milli ve halkçı bir yöne sevk edilen sendikalar, milyonlarca
i çiyi toplulu un birer de erli üyesi haline getireceklerdir. Bu da ekonomik alanda yapılacak
münferit mücadeleler üzerinde hiçbir tesir yapmadan meydana gelecektir. Alman i çisini
erefli bir ekilde milletine geri vermek ve i çiyi enter-nasyonalist hülyalardan kurtarmak
isteyen bir hareket, önce i verenlerin kendi çevrelerinde hüküm süren bazı görü lerine son
derece iddetle hücum etmelidir. Yani i çi bir kere toplulu a girecek olursa, ekonomik
bakımdan i çiyi kullanan kimseye kar ı müdafaa Vasıtalarını kaybedecektir. çilerin en haklı
ekonomik menfaatlerinin en ufacık bir müdafaa te ebbüsü bile, toplulu un menfaatleri
aleyhinde bir hücum te kil edecektir. Böyle bir nazariye ile mücadele etmek, bilinen bir
yalanla mücadele etmektir. Topluluk görevleri yalnız bir sınıfa yüklemez, kamuya te mil
eder. Hiç üphesiz bir i çi, kamu menfaatlerini ve milli ekonomimizin korunmasına önem
vermeden, ki isel kuvvetine dayanarak, a ırı abartılara giri irse, ta ıdı ı isme layık bir
toplulu un ruhuna kar ı günah i lemi olur. Hemen unu belirtelim ki, i çi istihdam eden bir
kimse de, e er insanca olmayan birtakım i kence usulleri ve gasp yolu ile milletin çalı ma
kuvvetini fena surette kullanırsa ve i çilerin alın terlerinden kendine milyonlarca kazanç
temin ederse, bu kimse, bu toplulu a daha az tecavüz etmi olmaz. Böylece kendine "milli"
adını almak hakkını kaybeder, bir halk toplulu undan da bahsedemez. Çünkü o alçak kimse,
etrafa memnuniyetsizlik serpmekte ve memleketin aleyhine olacak birtakım mücadeleleri
te vik etmektedir.
Bizim hareketimizin ilk önce besin bulaca ı gıda hazinesi i çi toplulukları olacaktır. Bu sınıfı
enternasyonalci hayalinden, sosyal sıkıntısından çekip almak, i çileri kültür fukaralı ından
kurtarmak ve toplulu umuzun azimli, milli duyarlılı a ve iradeye sahip bir parçası haline
getirmek lazımdır.
Aydın milli çevrelerde, milletlerinin gelece ine ate li bir ekilde ba lanmı , mücadelenin
önemini anlamı kimseler varsa, bunlar bizim hareketimize memnuniyetle dahil
edileceklerdir. Hareketimizin manevi çatısını bunlar te kil edeceklerdir. Ancak, hemen unu
da belirtelim ki, bizim niyetimiz hiçbir zaman bir burjuva monar isini kendimize çekmek
de ildir. Çünkü, öyle bir kütle yüklenmi olaca ız ki, o kütle, zihniyeti daha geni birtakım
sosyal tabakaların uzakla malarına müessir olacaktır. Aynı hareket içinde a a ıdan oldu u
gibi yukarı tabakadan da gelmi en geni kütleleri toplamak, nazariye itibariyle gayet yerinde
olacaktır. Burjuva sınıfına gelince, hareketimiz hakkında sa lam bir bilgi telkin etmek ve yeni
fikirlerle bir psikolojik tesir kazanmak belki mümkündür. Biz, kayna ı ve geli mesi yüzyıllar
öncesine dayanan bazı ayrıcalıklı vasıfları veya bazı kusurları ortadan kaldırmayı
dü ünmemeliyiz. Bizim gayemiz, esasen milli olan dü ünce gücünü de i tirmek de ildir.
Gayemiz, milli olmayanları kendi cephemize çekmektir. Nihayet hareketin bütün takti inde
bu fikir hakim olmalıdır.
7 — Bu durum ve açıklık, hareketimizin propagandasında bu lunmahdır ve propagandamız da
bu fikrimizi geli tirmelidir. Hare ket lehinde propagandanın tesirli olması ancak tek bir yönde
faali yet göstermesiyle mümkündür. Kar ı kar ıya gelmi iki grubun fikri e itimindeki fark
dolayısıyla yapılan propagandayı gruplardan bin anlamaz. Yahut ilgi çekmeyen gerçeklere ait
bir konu ma veya bir yazı diye kabul eder. Hatta propaganda, ifade, hal ve tavrı ile birbi-
rinden farklı olan bu iki sosyal grup üzerinde e it tesir icra etmez.
Propaganda ifade tarzında e er bir nevi saflıktan vazgeçecek olursa, toplulu un hassas
noktalarına etki yapmada ba arılı olamayacaktır. Kendilerine hatip adını veren yüz ki i
arasında bugün çöplüklerden, i çilerden, yarın ise profesör ve ö rencilerden olu acak
dinleyiciler üzerinde aynı konuda verece i konferansın tesiri e it olacak on hatip çıkmaz.
Onlara her iki kısmın da temsil imkanlarını kar ılayacak yolda söz söylemeyi ve aynı
zamanda üzerlerinde e it tesir meydana getirecek ekilde hitapta bulunmayı kastediyorum.
Yüksek bir nazariyenin en güzel dü üncesi, ço u zaman, ancak küçük, hatta pek küçük
zihinler vasıtasıyla yayılabilir. Dahiyane bir fikri ortaya koymu olan kimsenin ne söyleyece i
söz konusu de ildir, bu dahiyane fikrin, bunu anlatan kimsenin a zından alaca ı hal ve ekil
altında kazanaca ı muvaffakiyet söz konusudur.
i te bundan dolayı Sosyal Demokrasi'nin ve daha ileri gidelim, Marksist yayılma kuvveti
özellikle hitap etti i halkın birli i ve de i mez tarzı üzerine dayanıyordu. Anlatılan fikirler ne
kadar sınırlı ve ne kadar dar olurlarsa, bu fikirler, kabiliyetleri kendilerine arz edilen fikirlere
uyan kimseler tarafından o kadar kolaylıkla kabul edilir ve tatbik mevkiine konur. Bunun için,
yeni hareket hem basit, hem açık bir yol takip etmelidir. Propaganda, hitap etti i toplulu un
seviyesinde tutulmalı ve elde edilen sonuçlarla de erlendirilmelidir. Halk toplulukları için de
en iyi konu an hatip kütlenin kalbini fetheden kimsedir.
Bir halk toplulu u içinde, büyülenmeleri söz konusu olan a a ı tabakalar üzerinde etki
yapacak bir nutukta fikir eksikli ini ele tiren aydın, yeni harekete kar ı muhakemenin tam
kabiliyetsizli ini ve ahsi de erinin hiçli ini ortaya koymu olur. Bizim hareketimizin i
hizmetine girmek için ancak kutsal görevimizi ve gayemizi iyice an-I Suma a kabiliyetli
aydınlar bulunmalı ve bunlar propagandamızın [faaliyeti hakkında münhasıran ba arılarına
bakarak ve kendilerinin ' Üzerinde yapaca ı tesiri hiç önemsemeden bir hüküm vermelidirler,
j Gerçekte propaganda, milli zihniyete sahip kimselerin bu durumla-(rmı muhafaza ve idame
ettirmek için yapılmayacak, bizim Alman | milleti hakkındaki uyarmalarımıza dü man
olanları, e er Alman ise-ı'ler, kazanmak için yapılacaktır.
Genellikle sava zamanındaki propagandadan söz ederken üs-
tünkörü açıkladı ım usuller, fikirleri aydınlatmaya özellikle elveri li
:
olmaları dolayısıyla
hareketimize tamamen uygun dü mektedirler.
Ba arı bu usullerin pek iyi olduklarını ortaya koymu tur.
8 — Bir siyasi yenilik hareketini ba arıya götürmenin yolu, hiçbir zaman yönetici sınıfları
aydınlatmak veya etki altına almak de-' gildir. Gerekli olan ey, siyasi kudreti elde etmektir.
Dünyayı alt üst ' edecek bir fikir kendi uyarmalarını ve telkinlerini yapmayı imkan l'' dahiline
sokacak vasıtaları elde etmek hakkına sahip olmaktan çok, bu i i yerine getirme görevi ile
yükümlüdür. Bu dünyada böyle bir i te ebbüsün adilane oldu una veya olmadı ına karar
verecek tek ha-ı kim, "ba arı"dan ibarettir. Bu "basan" tabiri ile, 1918 yılında oldu u gibi
kudretin sihrini kastetmiyor, bütün millet üzerindeki olumlu i ve hayırlı etkisinden
bahsediyorum. Demek oluyor ki, uurdan yoksun bazı kimselerin bütün Almanya'da ilan
ettikleri gibi, bir hükümet darbesi, ihtilalcilerin hükümeti ele geçirmeye imkan bulmalarından
dolayı ba arılı olmu diye kabul edilmemelidir. Ancak millet, ihtilal hareketinin seçti i
hedeflerin ele geçirilmesi sonunda, eski rejimdekinden daha çok refah içinde ve mesut ise, i te
o zaman ba arıdan söz edilebilir. Bu muhakeme, 1918 yılının sonbaharı e kıyalarının
yaptıkları kuvvet darbesine vermek istedikleri isimle, Alman devrimine uygulanamaz.
Fakat, siyasi kudretin tesiri reform niyetlerini ba arıya ula tırmak için yapılması gerekli olan
ilk art ise, o zaman böyle niyetler besleyen bir hareket, varlı ının ilk gününden itibaren bir
kütle hareketi oldu u uurunu beslemeli, çay içenlerden olu mu burjuva sınıfı oldu u
uuruna asla kapılmamalıdır.
9 — Yeni hareket, özü ve te kilatı itibariyle parlamento aleyhtarıdır. Kendi iç te kilatında
oldu u gibi, hükümet ba kanını, di er lerinin iradesini yalnız icraya memur bir kimse
durumuna indiren bir ço unluk hakimiyetinin genel prensibini reddetmektedir. Hareketin
ortaya koydu u ilke udur: Küçük meselelerde oldu u gibi, büyük meselelerde ef itiraz kabul
etmez bir otoriteye sahiptir ve bu otorite, efin tam bir sorumlulu unu üstlenmektedir.
Bu prensip, bizim hareketimizde u somut sonuçlan do urur: Bir grubun ba kanı, kendinden
bir derece üstün olan grubun ba kanı tarafından tayin edilir, ba kan hiçbir komisyona ba lı
de ildir. Her ba kan kendi grubunun hareketinden sorumludur. Bütün komisyonlar ba kanın
emri altında olup, üyelerin oy kullanma hakkı yoktur. Sorumlu ba kan, i leri tetkik
komisyonları arasında taksim eder. Bezirk, Kreis veya Gau te kilatı bu prensipten meydana
çıkar. Her gruba ba kan, bir derece üstün ba kanı tarafından tayin olunur, aynı zamanda
kendisine tam yetki ve sonsuz iktidar verilir. Partinin lideri, partinin kadrosuna göre üyelerin
tamamının te kil edece i kongre tarafından seçilir. Fakat ondan ba ka bir lider yoktur. Bütün
komisyonlar parti liderine tabidir. Parti lideri ise hiçbir eye tabi de ildir. Sorumluluk
tamamen kendi omuzlarına yüklenmi tir. E er parti lideri hareketin prensibini ihlal ederse,
yahut partinin menfaatlerine olumlu hizmette bulunamazsa, parti liderli inden almak için onu
"reform"a ça ırmak partililere ait bir i tir. O zaman parti içinde en ehliyetli olan liderli e
getirilir. Yeni lider de aynı otorite, iktidar ve sorumlulu a sahiptir.
Hareketimizin birinci görevi, bu prensibi yalnız parti saflarında de il, bütün devlet
kadrosunda amir ve hakim mevkide tutmaktır.
Lider olan ahıs, en sınırsız otorite ve iktidar ile tam bir sorumlulu un a ır yükünü de ta ır.
Fiil ve harekatının sonuçlarına katlanmayacak olan yahut kendinde bu cesareti bulamayan
kimse lider sıfatı ile hiçbir i e yaramaz. Ancak bu görevi bir kahraman kabul edebilir.
ilerleme ve medeniyet ço unlu un mahsulü de ildir, deha ve ahsiyetin faaliyeti üzerine
dayanır.
Milletimizin büyüklü ünü ve kudretini iade etmek için her eyden evvel liderin ahsiyetim
yükseltmek ve onu hukukuna malik bir mevkie sokmak lazımdır.
Bu sebeple, bizim hareketimiz parlamento aleyhtarıdır. E er parlamento müessesesi ile
u ra ırsak, bu me guliyetimiz insanlı ın çökmesinin en açık sebeplerinden biri olarak kabul
etti imiz bu siyasi çarkı bertaraf etmek gayesiyle yapaca ımız hücumdan ibaret olacaktır.
10 — Hareket kendi siyasi çerçevesinin dı ında kalan veya önemi olmayan konulara kar ı
vaziyet almaktan kaçınır.
Hareketimizin amacı dinsel bir reform de ildir. Amacı milletimizin siyasi bakımdan yeniden
te kilatlandırılmasıdır. iki dini mezhebin de milletimizin korunması için e it ekilde de eri
bulundu unu kabul ediyoruz. Bundan dolayı, dinin ahlaki bir dayanak oldu unu kabul
etmeyen ve dini kendilerine alet eden partilerin aley-. hindeyiz. Hareketimizin esas görevi, ne
belirli bir devlet kurmak, ne ba ka bir devlet ekli aleyhinde mücadelede bulunmaktır.
Gayemiz esaslı prensipleri tesis edebilmektir. Bu olmazsa ne cumhuriyet, ne monar i idaresi
devam edemez. Görevimiz ne bir monar i idaresi tesis etmek, ne cumhuriyeti
kuvvetlendirmektir.
Eseri tamamlamak için herhangi bir devlete verilecek harici ekil esaslı bir önem ta ımaz.
Büyük meseleleri ve mevcudiyetine ba lı büyük gayretleri anlamı ve takdir etmi bir millete
hükümetin ekli meselesi, memleket içinde mücadelelere yol açmamalıdır. Hareketin iç
te kilatı meselesi bir prensip meselesi olmayıp, takip edilen gayeye uygun dü mesi i idir.
Bir hareketin lideri ile taraftarları arasına büyük bir aracı silsilesi getiren te kilat en iyi te kilat
de ildir. En iyi te kilat hareketin lideri ile hareketin taraftarları arasında en az aracı koyanıdır.
Te kilat yapmanın gayesi, muayyen bir fikri, pek çok insana duyurmaktır. Halka intikal
ettirilecek olan fikir, daima bir tek insanın kafasında vücut bulmu tur. Te kilat, daha sonra bu
fikrin gerçekler haline dönmesidir. Bundan dolayı te kilat, her eyde ve her ey için zorunlu
bir eyden ibarettir. Te kilat, belirli bir gayeye eri mek için vasıtadır, hiçbir zaman gayenin
kendisi de ildir. Dünya, dü ünmesini bilen beyinlerden çok, makine gibi hareket eden insan
yeti tirdi i için, fikirleri gerçekle tirmek yerine, bir te kilat kurmak daima daha kolay olur.
Tahakkuk etmek üzere bulunan bir fikir, özellikle yenilik hareketi ihtiva etti i zaman büyük
a amalar çizer.
Dahiyane bir fikir bir adamın dima ından çıkar. Bu fikir sahibinde, fikirleri insanlı a sevk
etmek yetene i geli ir. Böylece dü ündü ü fikirleri insanlar arasında yayma a ba lar ve
kendine yava yava taraftar toplar. Bir kimsenin fikirlerini, aracısız olarak, do rudan
do ruya topluluklara intikal ettirmesi en do ru harekettir. Taraftarların sayısı arttıkça, fikri
yayan kimse için, hadsiz hesapsız taraftarlar üzerinde do rudan do ruya etkili olmak ve
onlara kumanda etmek zorla ır. Ama, alan geni ledikçe nasıl ki bir noktadan, di er noktaya
gitmek için bir düzene katlanmak gerekirse, burada da rahatsız edici kimselere katlanmak art
olur. Böylece ideal devletten vazgeçilmi olunur. Küçük gruplar tesisini dü ünmek gerekir.
Me-'sela, siyasal bir harekette, mahalli ekipler meydana getirilir. Ancak bunlar yüksek
mahiyette olan te kilatın çekirdekleridir. Bu arada unu da belirtelim ki, fikir sahibi otoritesini
itiraz kabul etmez surette yerle tirmeden, küçük küçük parçalara ayrılma a te ebbüs etmesi,
fikrin yayılması bakımından tehlikeli olur. Hareketin ba ını te kil edecek siyasi ve co rafi bir
merkezin bulunmasına önem verilmelidir. Mekke'nin siyah örtüleri yahut Roma'nın tılsımlı
cazibesi, nihayet merkezi oldukları harekete, birli in sembolü olan kimselere batini bir
birlikten meydana gelmi bir kuvvet verir. Bundan dolayı fikrin yayılması için küçük gruplar
te kil edilmesine müsaade edildi inde merkezin önemini ve itibarını ziyadesiyle artırmak
hiçbir zaman ihmal edilmemelidir.
Fikrin çıktı ı, sevk ve idare merkezinin bulundu u yerin timsali, ahlaki ve maddi bakımdan,
sınırsız olarak yükseltilmeli ve ocakların ço altılması te kilatın tamamında lüzum görülen
yeni gruplar oranında ileri götürülmelidir. Çünkü, taraftarların gittikçe artan sayısı ve onlarla
vasıtasız olarak temasta bulunmanın imkansızlı ı ikinci derecede gruplar te kiline gereksinim
gösterirse, bu grupların sayısız bir ekilde ço almaları da bunları daha yüksek mahiyette
grupla malar halinde birle tirmeyi gerektirir. Bu yeni grupta lara, siyasi bakımdan il veya ilçe
te kilatlan adı verilebilir.
En küçük mahalli grupları, hareket merkezinin kontrolü ve otoritesi altında tutmak nispeten
kolaydır. Fakat bu otoriteyi daha sonra kurulan yüksek mahiyetteki te kilatlara kabul
ettirmenin gayet zor olaca ı bilinmelidir. Halbuki hareketin birli i ve fikrin ger-
çekle tirilmesini sa lamak konusunda bu çok önemli bir husustur. Ayrıca, bu aracı giri imler
birbirleri ile birle irlerse, merkez organlarından gelmi emir ve tamimlere her tarafta itaat
sa lamanın zorlu u daha da artar. Bunun için bir te kilatın çarkları, ancak merkezi organın ve
buna can ve ruh veren fikrin manevi otoritesi, kayıtsız bir ekilde garanti altına girdi i
nispette faaliyete geçirilmelidir. Siyasi sistemde bu garanti ancak hükümet fiili biçimde ele
alındı ında tamam olur.
Bundan çıkan neticeye göre, hareketin iç düzeni için u emirler verilir:
A) Bütün çalı ma önce tek bir ehirde toplanmalıdır. Bizim hareketimiz için bu ehir
Münih'tir. Bu noktaya kendilerine güvenilir kimseler getirilmelidir. Fikrin daha sonra
yayılması için bir okul kurulmalıdır. Burada önemli olan ve en çok göze çarpan i leri yaparak,
gelecek için gerekli olan otoriteyi sa lamak icap eder. Hareketi ve efleri tanıtmak için, yalnız
orada çalı an ve Marksist okulun yenilmez oldu u hakkındaki kanaati gözle görülecek
derecede sarsmakla kalınmayarak, bu fikre kar ı bir hareketin mümkün oldu unu ispat da
gereklidir.
Ancak, Münih'te kumanda heyetinin otoritesi kesin surette sa landıktan sonra ba ka
bölgelerde gruplar kurulmalıdır.
Bundan sonra illerde te kilat kurulmalıdır. Bu i e, o yerlerde ba lılık gösterilece i hakkında
garanti sa landıktan sonra giri ilme-lidir. Ayrıca küçük organlar, ba kalarına gönderilecek
eflerin muhtemel iktidar ve basiret sahibi olduklarına emniyet getirilmi kimselerin sayısına
ba lı olmalıdır.
Bu husus da iki ekilde halledilebilir.
a) Hareket, ilerde ef olmaya kabiliyetli kimseleri kendine çeker ve talim için gereken mali
kaynaklara sahip çıkar. O zaman davamıza bu yoldan kazanılan kimseler i e dört elle
sarılırlar. Böylece hareket, onları ula ılacak hedef için takibi gereken yola sıkı bir ekilde
uyum sa layarak düzenli olarak çalı tırır. Bu ekil davranı , hal çarelerinin en kolay olanıdır.
Fakat bu usul büyük nakdi vasıtaları gerektirir. Çünkü eflerin, hareket u runda çalı abilecek
bir vaziyete gelmeleri için ücretli olmaları arttır.
b) Hareket, mali kaynakların yoklu u yüzünden memur durumunda olan efleri
kullanamayacak olursa, o vakit yalnız ef için çalı an kimselere müracaat etmek zorundadır.
Bu yol ise en uzunu ve en zor olanıdır. Hareketin idareci sınıfı, taraftarlar arasında herhangi
bir yerde hareketi te kilatlandıracak ve idare altına alacak kabiliyette bir adama sahip de ilse
o yeri bo bırakmak zorundadır. Bazı yerlerde ef olacak kabiliyetli kimse bulunmazken, bazı
bölgelerde de iki veya üç kabiliyetli kimseye rastlanır. Bu yüzden çıkacak zor luklar çok
önemlidir ve ancak birkaç yılda halledilebilir. Fakat, u nü belirtelim ki te kilatı meydana
getirmek için ilk art, o te kilaı unsurunun ba ına gereken kimseyi getirmektir. Bu de i mez
kaide dir.
Subaysız bir er grubu nasıl de erden yoksun bulunursa, bir si yasi te kilat da kendisine lazım
olan eften yoksun ise öyle felçli ka lacakür. Mahalli bir grubun ba ına geçirilecek bir kimse
yoksa te kilatı ba arısızlı a u ratmaktansa, bu te kilatı kurmaktan vazgeç mek daha do ru
bir hareket olur. ef olmak için yalnız irade sahibi olmak yeterli de ildir. Yetenek ve liyakate
de ihtiyaç vardır. Faka ı yalnız irade kuvveti ve enerji dehadan daha evvel gelir. En iyi ef ik-
tidar ve kabiliyeti, karar verme ruhunu ve uygulamada ısrarı bir ara ya toplayan kimsedir.
Bir hareketin gelece i, taraftarlarının onu tek adaletli bir hare ket ve aynı zamanda di er
bütün hareketlere nispetle üstün diye ka bul etmekle gösterecekleri ba nazlı a ve
ho görüsüzlü e ba lıdır Bir hareketin kuvvetinin, benzer bir hareket ile birle mesinden arta
ca ını dü ünmek hatadır. Böyle bir ey yapılırsa görünür bir geli me kaydedilir, fakat
gerçekte, hareket için zayıflama tohumları top lamı olur. Çünkü iki hareketin birbirine
benzerlikleri hakkında ne söylenirse söylensin, hiçbir vakit bu iki hareket birbirlerinin aynı
olamaz. Yoksa iki hareket olmaz, bir hareket olurdu. Bütün geli melerin do al kanunu
birbirlerinden farklı iki organın çiftle mesini gerektirmez, daha kuvvetlinin uygun bir ekilde
istismarını gerekti rir. Bu da ancak sebep oldu u kavga oranında mümkün olur. Birbı rine
benzeyen iki siyasi partinin birle mesi geçici bir siyasi faydadan ibarettir, fakat elde edilen
ba arı ancak zaaf sebebi olur. Bir harekeı ancak batını kuvvetini sınırsız bir ekilde geli tirirse
ve bütün rakip lerine kar ı kesin bir zafer kazanarak devamlı bir surette ço alırsa büyük
olabilir.
Hiç üphe edilmesin ki hareket, milletinin ve kendi hayat hak kının korunması için
mücadeleden kaçımlmaması fikrini yaymayı art kabul etmesi oranında geli ir. Bir hareket en
yüksek noktadaki kuvvetine eri ti i zaman, kesin ba arının kendisi için ortaya çıkaca ı an da
gelmi olur. Bundan dolayı, bir hareket kendisine sa layaca ı ani ve geçici üstünlükler yerine,
uzun bir geli me devresine lüzum görecek ve di er fikir akımlarına kar ı kesin bir
müsamahasızlı ın sonucu olan uzun süreli kavgaların yükleyece i zorunlulukları
gö üsleyerek, ba arıya ula acaktır. Oysa, geli melerini kendisine benzer sözümona organlarla
birle mekle sa lamayı dü ünen ve böylece bazı fedakarlıklardan uzak duran hareketler,
turfanda yeti tirilen çiçeklere benzerler. Bu çiçekler boylanır, rengarenk açarlarsa da,
yüzyıllara kafa tutacak ve kasırgaların tahribatına gö üs gerecek ' kuvvetten yoksundurlar.
Büyük bir fikri, ahsında ekillendiren bü-i tün büyük te kilatların esas kuvvetleri,
ho görüsüzlükten uzak du-• rup, hakkını istemekte ma rur davranırlarken ve zaferden emin
bir j. . ekilde dimdik yükselirken gösterdikleri sevgiye dayanmaktadır. E er bir fikir gerçekte
do ru ise ve taraftarları bu kanaat ile silahlan-},mi bir durumda mücadeleye atılırlarsa,
bunları yenmeye hiç imkan |yoktur. Bu kimselere kar ı giri ilen her saldırı onların
kuvvetlerini ||rttırmaktan ba ka bir i e yaramaz.
Mesela, Hıristiyanlık bu kadar büyük bir duruma, eski devre-Jlerde kendine benzer felsefi
fikirlerle anla ma yapmak yoluyla ula -ı mamı tır. Tam aksine geli mesini, propagandasını
yaptı ı fikirlerini Ifiarsılmaz bir ba nazlıkla ilan etmesi ve bunları aynı inatla savunma-1.11
yoluyla sa lamı tır, i te siyasi hareketlerin, ba ka faaliyetlerle bir-]jle erek meydana
koyacakları zahiri geli me ve ilerleme, tam bir balı gamsızlık içinde te kilatını kuran ve
kavganın içine atılan gerçek fi-r'ktr hareketlerinden çok geride kalacaktır. Herhangi bir
hareket ba-i sarıya ula mak için, üyelerine mücadeleyi ikinci derecede ve ihmali |
!
mümkün
bir eymi gibi tanıtmamak ve buna alı tırmamalıdır. Hatta tam aksine olarak mücadeleyi bir
gaye gibi göstermelidir, i te bu hususa dikkat edilir ve bunda ba arı sa lanırsa, rakiplerinin
kötülüklerinden ve saldırılarından artık korkulmaz. Hatta böyle bir hareket, bu kötülük ve
saldırıları kendi varlı ının bir sonucu olarak kabul edecektir. Böylece taraftarlarımız bizim
milletimizin ve dünya görü ümüzün dü manlarından ve onların kinlerinden asla korkma-
yacaklar, aksine bu kar ı koyanların saldırılarını bekleyeceklerdir. Ama bu saldırı korkunç kin
ve garezin belirtileri arasında yalan ve iftiralar da olacaktır.
Yahudi gazetelerin hücumuna u ramayan, onlar tarafından kö-tülenmeyen ve rezil edilmeyen
ne iyi bir Alman'dır, ne gerçek bir Nasyonal Sosyalist'tir. Gerçek bir Nasyonal Sosyalist
Alman'ın zihniyeti, kanaatinin mertli i, iradesinin kuvveti, ancak en do ru ekilde sadece
milletimizin can dü manının kendisine kar ı gösterdi i dü manlıkla ölçülebilir.
Hareketimizin taraftarlarına ve daha genel bir ekilde bütün halka, Yahudi gazetelerinin
tamamen yalanlardan dokunmu oldu unu bildirmek ve daima bunu yaymak da gereklidir.
Bir Yahudi, do ru konu tu u zaman dahi, bu hareketi büyük bir i fali örtmek ve gizlemek
gayesini ta ır. Bu takdirde bile Yahudi bile bile yalan söylemede büyük üstattır. Yahudi'nin
kavga silahları ikidir: Yalan ve aldatmak.
Yahudi kayna ından çıkmı her iftira, bizim mücahitlerimizde erefli birer yara açar.
Yahudilerin en çok kötüledi i kimse, bize daha çok yakındır veya daha çok bizdendir. Onların
öldürücü bir kine hedef tuttukları kimse, bizim en iyi dostumuzdur. Sabahleyin bir Yahudi
gazetesini okuyup da, onda kendisinin iftiraya u ramadı ını gören bir kimse, bir gün evvelki
yirmi dört saatinin bo a gitmi oldu unu anlamalıdır. Çünkü vaktini iyi kullanmı olsaydı,
Yahudi o-nun pe ini bırakmayacak, onu kötüleyecek, kirletecek, ona iftira edecekti.
Milletimizin, bütün insanlı ın ve üstün medeniyetin bu öldürücü dü manına kaı ı giden
kimse, bu ırkın iftira ve dü manlıklarına hedef olaca ını bilmelidir. Bu ilkeler, bizim
taraftarlarımı zın kanına ve iliklerine iyice i leyince, hareketimiz sarsılmaz ve dur durulamaz
bir duruma gelecektir. Hareketimiz her vasıtaya ba vura rak ahsiyete saygı duygusunu
geli tirmelidir, insani olan eylerin hepsinin ahsi de erlerden do du unu ve her fikir ve
hareketin bir kimsenin yaratıcı kuvvetinin ürünü oldu unu, hiçbir zaman unut mamak gerekir.
Keza u husus da unutulmamalıdır: Büyük olan bıı eye duyulan hayranlık, yalnız onun
büyüklü üne kar ı bir minnet tarlık borcunu temsil etmez, bu minnettarlı ı duyanların hepsini
birle tiren ve çepeçevre saran ba olur.
ahsiyetin yerini ba ka bir ey tutamaz. Bu sözümüz, her ahsı yet mekanik bir kuvveti temsil
edecek yerde, kültür ve yaratıcılık unsurunu ihtiva ederse daha da do ru olur. Me hur bir
kimsenin yerini ba ka biri alamaz. Me hur kimsenin ölümünden sonra kimsi onun eserini
tamamlamaya te ebbüs edemez. Büyük bir air, büyü! bir dü ünür, büyük bir devlet adamı ve
büyük bir general hakkimi. da bu durum aynen böyledir. Çünkü onların eserleri sanat alanı
üzerinde ye ermi bir makine tarafından imal edilmemi tir. Eserleri Tanrı'nın tabii bir ihsanı
olmu tur, insanların bu dünyadaki en büyük devrimleri, fetihleri, en büyük kültür eserleri ve
hükümet ba kanlarının sa ladıkları ölmez sonuçlar hep ayrılma kabul etmez bir ekilde, bir
isme ebediyen ba lıdır ve o isim bunlar için bir sembol olarak kalacaktır.
Yahudilerin büyük adamları, ancak insanlı a ve medeniyete kar ı açtıkları yıkma
mücadelesinde büyük sıfatını kazanmı lardır. Onlar bu putperestçe hayranlı ı pek sık
uygularlar. Fakat bunu yakı ık almaz bir ey gibi göstermeye ve "ferdiyete ibadet" kisvesi al-
tında kötülemeye çalı ırlar. E er bir millet, Yahudilerin bu yüzsüzce ve ma rur fikirlerine
i tirak edecek kadar korkak ise, sahip oldu u kuvvetlerin en büyü ünden vazgeçiyor
demektir. Çünkü bir dahiye ve onun tasavvurlarına, eserlerine saygı göstermek bir kuvvettir.
Toplulu a saygı göstermek ise bir kuvvet de ildir. Kalpler parçalandı ı, ruhlar ümitsizli e
dü tü ü zaman, geçmi in karanlıkları içinden, vaktiyle insanın acı ve endi elerini, sefaletini,
fikri esaret ve baskılarını önlemeyi ba aranlar tekrar ortaya çıkarlar, ümitsizlere gözlerini
çevirirler ve onlara ebedi ellerini uzatırlar, i te bu elleri tutmaktan utanan milletlerin vay
haline!
Hareketimizi ortaya attı ımız vakit adımızın kimseye bir ey ifade etmemesinde yahut açık
bir mana uyandırmamasından zahmet çektik. Halkın bu tereddüdü ba arımızı tehlikeye
sokuyordu. Tereddüt göstermede halk belki de haklı idi. Altı yedi ki i... Kim oldukları
bilinmeyen adamlar... imdiye kadar mühim kütleleri ihtiva eden büyük partilerin hiçbir i
görmedikleri bir noktada, ba arı sa lamak ve bir hareket yapmak niyetiyle bir araya
geliyorlar. Amaç daha fazla bir kuvvete ve hükümdarlık hakkına malik bir Almanya'yı
yeniden kurmaktır. E er bizimle alay edilmi yahut bize kar ı saldırıya geçilmi olunsaydı,
pek memnun kalacaktık. Fakat hiç göze çarpmamak pek üzücüydü. Beni en çok üzen durum
buydu. Ben bu birkaç adamın mahrem hayatlarına dahil addolundu um vakit henüz bir parti,
yahut bir hareket söz konusu de ildi.
Bu küçük topluluk ile temasımı daha önce anlatmı tım. Daha sonra bu partici in nasıl kendini
gösterebilece ini incelemeye ba ladım. Yakın bir gelecekte bu mümkün olamayacaktı, i te o
zaman göz önünde ne ıstırap verici, ne ümit kırıcı bir sahne vardı. Aman Yarabbi! Daha
ortada hiçbir ey yoktu. Parti yalnız ismen vardı. Gerçekten üyelerin tamamı bizim yıkmak
istedi imiz eyi meydana getiriyordu. Minyatür bir parlamento! Burada da oy usulü vardı.
Gerçek parlamentolarda bir memleket davası için aylarca nefes tüketilirken, bizim küçük
parlamentomuzda, partiye gelen bir mektuba verilecek cevap uzun uzun tartı malara sebep
oluyordu. Münih'teki birkaç taraftarı istisna edilirse, hiç kimsenin partimizden haberi yoktu.
Her çar amba Münih'in bir kahvesinde komisyon toplantısı adını verdi imiz toplantılar vardı.
Ayrıca haftada iki kere de hemen hemen aynı adamlarla toplanılırdı. Bunun için küçük parti-
mizin dar çevresini a mak, yeni yeni taraftarlar kazanmak ve her eyden evvel hareketin
ismini koymak gerekiyordu. Bakınız bu yolda nasıl çalı tık. Önceleri ayda bir, daha sonraları
da on be günde bir toplantı yapmak için u ra tık. Davetiyeler, daktilo veya elle yazılıyordu,
ilk davetiyeleri biz kendimiz elden da ıttık. Herkes tanıdı ı bir iki ki iyi toplantılarımıza
davet ediyordu. Bunda ba arı pek acı oldu. Davetiyelerden seksen tane da ıttı ım halde
salonun dolmadı ı ve ak ama kadar davetlileri bekledi imi gayet iyi hatırlıyorum.
Toplantı ba kanı birkaç saatlik gecikmeden sonra oturumu açtı ı vakit yine yedi ki i idik.
Daima aynı adamlar!
Davetiyelerimizi Münih'te yazıhane e yası satan bir ma azada makine ile çok miktarda
yazınca biraz ba arı kazandık. Ertesi toplantıda birkaç ki i fazlamız vardı. Sonra sayıları
yava yava 11'den 13'e, 17'ye, 23'e ve nihayet 34'e yükseldi. Aramızda topladı ımız para ile
tarafsız bir gazete olan Münchener Beobahter Gazetesi'nde bir toplantı ilanı yayınlanmasını
sa ladık. Bu defa ba arı gerçekten hayret ve sevinç verici bir dereceye vardı. Toplantımızı
130 ki i alabilecek bir salon olan Münih'teki "Hofbraühaus Keller"de tertiplemi -tik.Toplantı
saatinde bu salonu dolduramayaca ımızı sanırken saat 7'de 117 ki i ile açıldı. Münih
profesörlerinden biri raporu okudu. Ben ikinci katip olarak ilk defa kalabalık önünde söz
alıyordum.
O zaman partinin ilk lideri bulunan M. Harrer'e bu pek cüretkar bir davranı gibi geliyordu.
Fakat M. Harrer çok samimi bir kimse idi. Bende bazı meziyetler görüyorsa da, hitabet
kabiliyeti bulunmadı ına inanıyordu. Hatta ilerde bile onu bu kanaatinden çevirmek mümkün
olmadı. Fakat aldanıyordu. Bu ilk toplantıda bana konu mak için yirmi dakikalık bir zaman
verilmi ti. Ben otuz dakika konu tum. Ruhumun derinli inde farkında olmadan sadece duy-
du um ey, gerçek tarafından do rulandı. Ben topluluklara hitap etmesini biliyordum. Otuz
dakika sonunda salon elektriklenmi ti. evk ve heyecan, toplantıda bulunanlardan maddi
yardım istendi inde "üç yüz mark" sa lanması eklinde tezahür etti. Artık büyük bir dertten
kurtulmu bulunuyordum. Çünkü o sıralarda para sıkıntısı çekiyorduk ve bu yüzden parti için
gerekli yazıları ba aramadı ımız gibi elle yazacak ka ıt bile bulamıyorduk. imdi küçük bir
sermayemiz olmu tu. Böylece, hiç olmazsa en çok ihtiyacını duydu umuz eyi elde etmek
için enerjik bir ekilde mücadeleye giri ebilirdik, î te önemi az da olsa, bu ilk toplantının
ba arısı ba ka bir yönden de çok verimli oldu.
Ben komisyona bazı genç kuvvetler getirmeye ba ladım. Uzun müddet devam eden askerlik
hizmetim sırasında birçok iyi arkada tanımı tım. Bu arkada lar benim ça rım üzerine yava
yava , harekete katılmaya ba ladılar. Bunlar genç olup disipline alı kın birer icra adamları
idiler. Askerlik hizmetinde hiçbir eyin imkansız olmadı ını ve istenilen eyin daima elde
edilebilece i kanaatine inanmı lardı, içimize böyle yeni bir kanın girmesinin önemi birkaç
haftalık mü terek çalı madan sonra derhal gözüme çarptı.
Partinin ba kanı M. Harrer gazeteci idi. Bu görevi sayesinde geni bilgiye sahipti. Fakat bir
parti lideri olarak halka hitap etmesini beceremiyordu. Partideki görevini anlayan bir insan
olarak çok u ra ıyordu. Fakat içinde o büyük hamle yoktu. Bu da kendisinde büyük hatip
kabiliyetinin hiç bulunmamasından ileri geliyordu. Bu duruma o da üzülüyordu. O sırada
mahalli Münih grubu ba kanı bulunan M. Brexler bir i çi idi. Onun da bir hatip olarak de eri
yoktu. Ayrıca ne barı , ne de sava sırasında askerlik yapmı tı. Zaten zayıf ve çekingen bir
kimse idi. Ayrıca, nazik tabiatlı ve kendilerine güvenden yoksun kimseleri, birer insan haline
getiren okulda da okumamı tı, ikisi de aynı keresteden yontulmu lardı. Hareketin zaferine
kalplerinde sarsılmaz bir iman beslemedikleri gibi, yeni fikrin ilerlemesine çıkacak engelleri
yenilmez bir enerji ve irade ile kaldırmak kabiliyetinden de yoksundular. Böyle bir i için,
ancak askeri meziyetlere sahip, beden ve ruhları u nitelikte olan kimseler lazımdı: Tazılar
gibi çevik, me in gibi sa lam, Krupp çeli i gibi sert. Oysa ben henüz askerdim. Altı yıla
yakın bir süre içinde üzerimde çalı ılmı tı. Öyle ki, ilk önceleri yeni bir çevrede kendimi ta-
mamen yabancı sayıyordum. Bana, "bu olmaz", "bu yürümez" veya "bu tehlike göze alınmaz"
veyahut "bu çok tehlikelidir" gibi sözleri söylememeyi ö retmi lerdi.
üphe yok ki i tehlikeli idi. 1920'de Almanya'nın birçok yerinde, büyük halk topluluklarına
hitaba cesaret edecek bir toplantı tertip etmek ve halkı toplantıya ça ırmak imkansızdı. Böyle
bir toplantıya katılanlar da ıtılır ve dövülür, yüzü gözü kan içinde bırakılırdı. Bunun için
böyle bir serüveni göze alacak az kimse vardı. Burjuvanın yaptı ı toplantılarda hazır
bulunanlar, birkaç komünist görünür görünmez, bir köpek önündeki tav an gibi da ılır ve
kaçarlardı. Fakat kızıllar, saflıklarını ve dolayısıyla zararsız olu larını bizzat ilgililerden çok
daha iyi bildikleri geveze burjuvaların kulüplerine pek önem vermezlerdi, ama kendileri için
tehlikeli olabilecek bir hareketi de her vasıtaya ba vurarak bertaraf etmeye azmetmi lerdi.
Esasen her zaman en ciddi biçimde etkili olmu bir ey varsa, o da tehdit ve iddettir...
Marksist yalancılar, gayesi o vakte kadar yalnız Yahudi partilerinin ve uluslararası Marksist
maliyecilerin hizmetinde bulunan halkı kendi tarafına çekmek olan harekete kin besliyorlar,
di biliyorlardı. Zaten "Alman i çi Partisi" ismi Marksistleri pek fazla tahrik ediyordu. Bu
duruma göre, zafer sarho lu unu henüz geçirmi olan Marksist eleba ılarla bir patırtının
çıkaca ını tahmin etmek, yanlı bir hareket olamazdı. Toplulu umuz ma lup olmak
korkusuyla böyle bir kavgaya atılmaktan çekiniyordu, ilk büyük toplantının hiçe yöneldi i
oldu u ve belki de hareketin ebediyen yok edildi i sanılıyordu.
Kavgadan kaçınmamak, bilakis onun üstüne gitmek ve iddete kar ı korunmayı sa layacak
teçhizatı hazırlamak için yapılan faaliyet beni nazik bir durumda bıraktı. iddet yolu ile etrafa
deh et saçmak usulü, fikir ile de il, kar ı terör hareketi ile önlenebilir. Bu bakımdan bizim ilk
toplantımızın ba arısı benim duygularımı do ruluyordu. Bundan cesaret alınarak oldukça
önemli ikinci bir toplantı tertip edildi.
Bu toplantı 1919 yılının Ekim ayında Eberlbraülkeller'de yapıldı. Konu, Brest-Litovsk ile
Versay Anla maları idi. Toplantıda 4 hatip söz aldı. Ben bir saate yakın konu tum.
Kazandı ım ba arı ilk seferkinden daha büyük oldu. Dinleyenlerin sayısı 130'u a mı tı.
Toplantıyı karı tırmak için çıkarılan gürültü arkada larım tarafından bir an içinde bastırıldı.
Karga alık çıkarmak isteyenler kaçtılar, dayak yiyerek merdivenlerden atıldılar.
15 gün sonra aynı salonda 170 ki iden fazla bir dinleyici kitlesi önünde yaptı ım konu ma
yine ba arılı oldu. Artık ben ba ka bir salon arıyordum. Nihayet ehrin bir ucu olan Dachau
soka ında "Reich Allemand" da bir salon bulduk. Bu yeni binadaki ilk toplantımız bundan
önceki toplantıdan daha az dinleyici topladı. Salonda 140 ki i vardı. Komisyonda ümit tekrar
azalmaya ba ladı. Kötümser olanlar dinleyici sayısının azalmasının toplantılarımızın pek sık
tekrarlanması neticesi oldu unu ileri sürdüler. Bu konuyu bir hayli tartı tık. Ben 700 bin
nüfuslu bir ehirde 15 günde bir toplantı de il, haftada 10 toplantı yapmanın imkan dahilinde
oldu unu söylüyordum. Geçici ba arısızlıklardan dolayı üzülmemek gerekirdi. Çünkü do ru
yolda idik. Er geç sebatımız bizi zafere götürecekti. Esasen bütün o 1919-1920 kı ı yeni
hareketin ve iddetin zafere ula aca ına dair daha fazla güven a ılamak için giri ilmi tek bir
kavga ile geçti, özgüvenin inanç gibi da ları devirmeye kabiliyetli bir taassup haline
dönmesine çalı ıyorduk. Aynı salonda yapılan ikinci toplantıda dinleyici sayısı 200'ü a tı.
Ayrıca ba arı da büyük oldu. Derhal yeni bir toplantının hazırlıklarına giri tim. On be gün
sonra tertiplenen toplantıyı 270 ki inin üstünde bir dinleyici kitlesi takip etti. On be gün
sonra taraftarlarımızı ve yeni hareketin dostlarını yedinci defa toplantıya ça ırırken aynı bina
400'den fazla bir dinleyici kalabalı ını kabul etmek durumunda kalıyordu.
Bu sıralarda yeni hareketin dahili esaslarını tespit için yaptı ımız te ebbüs küçük
toplulu umuzda büyük münaka alara sebep oluyordu. Bugünlerde ba layıp daha sonra da
devam etti i gibi hareketimize bir "parti" denilmesi ele tiriliyordu. Ben ele tirenlerin bu
hareketlerini, kabiliyetsiz ve dar dü ünceli olu larının delili saydım. Bunlar ekle ba lı kalan
ve bir harekete atafatlı bir ad takarak de er kazandırmaya çalı an kimselerdi. Maalesef
atalarımızın dil hazinesi de bu atafat meraklılarına gayet iyi cevap verebilecek durumda idi.
O zamanlar fikirlerim henüz kabul ettirmemi olan her hareketin, ba ka bir ad almakta ısrar
etse dahi, parti olduklarını anlatmak çok zordu. Bir kimse, uygulandı ında zamanın
insanlarına faydalı olaca ına inandı ı cesur bir fikri somut ekilde gerçekle tirmek isterse,
önce o kimse fikirlerine yardımcı olacak taraftarlar aramak zorundadır. Onun bu dü ünceleri,
iktidardaki partiyi yok etmek ve kuvvetlerine parçalanmasına son vermek ise, bu fikre
katılacak ve aynı iste i besleyecek kimselerin hepsi, gayeye ula ana kadar aynı partiden
olacaklardır. Kelimeler üzerine münaka a etmek ve yüz buru turmaktan zevk alma arzusu
somut basanları akıl ve hikmetleri ile ters orantılı olan bu perukah nazariyecilerden bazılarını,
bir dengini de i tirme iste ini beslemeye itebilir. Bunu yaparlarken de bütün genç
hareketlerin sahip oldukları parti niteli ini de i tirme hülyasına dü erler. Oysa halka zarar
verecek bir ey varsa, o da eski saf Cermen ifadeleri ile meydana gelmi bu de i meler ve alt
üst olmalardır. Çünkü bunlar yeni zamana uymazlar ve bir eyi açıkça temsil etmezler, insanı
yalnız bir hareketin önemi hakkında ta ıdı ı isme bakarak hüküm vermeye sevk ederler. Bu
gerçek bir rezalettir. Fakat günümüzde bu rezalet çok i lenebilir.
Sonraları yaptı ım gibi o zamanlar da, eserleri daima sıfıra e it olan ve gurur ve azametleri
her türlü ölçüyü a an bu "seyyar Alman halkçı sosyalistlere" kar ı halkı ikaz etmi tim. Genç
hareketimiz, tek meziyetleri 30-40 yıldan beri aynı fikir u runda mücadele ettiklerini
söylemekten ibaret olan birtakım kimseleri de arasına almaması gerekiyordu. Bu kimse, fikir
dedi i ey u runda 30-40 yıl mücadele eder de herhangi bir ba arı sa layamazsa ve aynı
zamanda rakibini yenemezse, bu 30-40 senelik sonuç vermeyen u ra ması kendinin
kabiliyetsiz oldu unun en açık delilidir, i in en tehlikeli tarafı bu tip kimselerin partiye sadece
üye sıfatı ile girmek istemeleri de ildir. Aynı zamanda liderler arasına kabul edilmelerini
isterler. Kanaatlerine göre onların eski çalı malarına layık yegane mevki budur. Bu herifler,
burada da yine eski çalı malarına devam etmek isterler, i te genç bir hareket bu heriflerin
ellerine teslim edilirse felaket olur.
i adamları için de durum aynıdır. Kırk yılda büyük bir ticarethaneyi ba arıya götürememi
bir kimse yeni bir i kurmaktan acizdir. Büyük bir fikirden gelen ve onu berbat eden ırkçı bir
kimse de böyledir. O yeni bir genç hareketi yönetmek durumunda de ildir. Esasen bu tip
kimseler yeni hareketin bir parçasını te kil etmek, o harekete hizmette bulunmak ve yeni
fikrin prensipleri içinde çalı için gelmezler. Çok zaman, kendi fikirlerini, yeni hareketin
pia ladı ı olanaklar sayesinde uygulayarak insanlı ın ba ına bir kere l'daha bela kesilmek
üzere gelirler. Bu fikirlerin ne oldu unu açıkla-bir hayli güç meseledir. Bu adamların göze
çarpan nitelikleri, j *ski Cermen kahramanlarını, tarihten önceki devrenin karanlıkları-ve ta
baltalarını, kalkanlarını hülya etmeleridir. Halbuki bunlar, ] akla gelebilecek korkakların en
kötüleridirler. Çünkü eski Alman si-
!
lahlarından kopya edilmi tahta kılıçları her yöne
sallayanlar ve bo kafalarını bir ayı postu ile sarıp üstüne de bo a boynuzları takanlar, çimdi
ise yalnız dü ünce gücünün silahları ile saldırıya geçiyorlar ve komünistlerin küçücük bir
posasının ucu görünür görünmez he-: Itıencecik savu uveriyorlar. Gelecek nesil hiç üphe yok
ki bu heriflere kahramanlıklarından (!) dolayı bir destan yazmayacaktır. Bunları gayet iyi
tanıyıp ö rendi im için adi komedyaları bende derin 1, bir nefret uyandırır. Onların halk
üzerindeki tesir ekilleri pek gü-rlünç ve adidir. Yahudi bu ırkçı komedyenlere hiç
dokunmamakta ı ve hatta bunları, gelecekteki Alman Devletinin ileri gelenlerine ter-| Cih
etmekte pek haklıdır.
Bu adamlar o büyük iktidarsızlıklarına ra men, durumu herkesten çok daha iyi bildiklerini
anladıklarını iddia ederler. Namusluca hareket eden ve sadece geçmi teki kahramanlıklarını
alkı lamamızın kendilerine bir fayda vermeyece im ve kendi davranı larının da gelecek
nesillere erefli hatıralar bırakması gerekti ini bilen kimseler için, bu adamlar bir yaradır.
Kendi aptallıkları ve kabiliyet-sizliklerinin tesiri ile hareket eden bu adamlarla, belirli bazı
sebepler dolayısıyla aynı ekilde davranan kimseleri ayırt etmek pek zordur.
Ben ahsen, eski Alman modasına göre o sözde dini reformcuların milletimizin kalkınmasını
isteyen kuvvetler tarafından te vik edilmedikleri kanaatinde idim. Gerçekten onların bütün
faaliyetleri, halkı, Yahudi dedi imiz o mü terek dü mana kar ı, mü terek mücadeleden
saptırmayı hedef alıyordu. Bunlar milleti bu mü terek mücadeleye yöneltecekleri yerde,
birtakım dini kavgaların ortasına atıp bırakıyorlardı, i te bundan dolayı hareketin emir ve
iradesi mutlak bir otorite kullanan merkezi bir kuvvete verilmelidir. Ancak bu ekilde hareket
edilirse bu zarar verici heriflerin faaliyetlerine bir set çekilebilir. Bu adamlar, birli i ve
idaresindeki kesin disiplini ile temayüz eden bir hareketin en azgın dü manıdırlar, i te genç
hareketimizin o günlerde belirli bir programa dayanarak "ırkçı" tabirini kullanması bo una
de ildi. Gerçi "ırkçı" tabiri ifade etti i mefhumun müphemli i dolayısıyla bir harekete
program te kil edemez ve böyle bir partiye girmek için emin bir ölçü olamazdı. Bu mefhumu
uygulamada tayin ve tarif etmek zordur. Aynı zamanda bu mefhum, çe itli tefsirlere de
müsaittir. Bu tefsirler ne kadar çok ve birbirinden farklı olursa, o hareketi kabul etmemek
ihtimali de o kadar artar. Siyasette çe itli yönlere yayılmı ve tarifi müphem kalmı bir fikrin
kabulü, mücadele ve tartı ma sırasında her türlü dayanı mayı ortadan kaldırır. Keza, herkes
kendi inancını ve iradesinin yönünü tayin etme i ini, kendi belirlerse birlik kalmaz.
Bugün bir sürü herifin apkaları üzerinde "ırkçı" kelimesini ta ıdıklarını ve bu kelimenin ifade
etti i manadan çok uzak ve yanlı bir dü üncenin içinde olduklarını görmek ve bilmek çok
utanılacak bir haldir. Bavyera'da tanınmı bir profesör, bir mücahit, fikirleri ilgi uyandıran bir
kimse, Berlin'in aleyhinde fikri mücadelelere giri mi bir adam, "ırkçı" mefhumunu,
"monar i" mefhumu ile bir tutmaktadır, i te bu bilgine has zihin, bir eyi unutmu tur. Bu da
geçmi teki Alman monar ilerinin hangi özel hallerde modern "ırkçı" dü ünce ile aynı
olduklarını açıklanmamaktadır. Bu kimsenin bir i yapamayaca ı ortadadır. Çünkü monar i
anayasalardan çok daha az ırkçıdır. E er ba ka türlü olsalardı, monar iler hiçbir zaman
ortadan kaybolmazlardı veya aksine olarak ortada bulunmaları ile ırkçı dü üncenin yanlı bir
fikir oldu unu ispat ederlerdi.
Nedense herkes ırkçılık konusunda aklına esti i gibi konu uyor. Fakat ne var ki böylesine çok
açıklamalar mücadele eden bir siyasi hareket için ba langıç noktası olarak kabul edilemez.
Yirminci yüzyılın müjdecileri olan bazı Jean Baptistelerin gözle görülen, elle tutulan
cahilliklerinden bahsetmeyece im. Bu kimselerin ırkçılı ı bilmedikleri gibi halkın
hissiyatından da haberleri yoktur. Bunun böyle oldu u komünistlerin bunları kolayca ait
etmelerinden bellidir. Komünistler, bunların gevezeliklerine göz yumarak, kendileri ile
e lenmektedir.
Dünya üzerinde dü manlarına, kendisine kar ı kin besletme e ba arılı olamayan bir kimse,
kanaatimce arzu edilecek biri de ildir. Bu gibi kimselerin arkada ları genç hareketimiz için
yalnız kom u olmakla kalmaz, hareketimize zararlı da olur. Parti kelimesinin bile o "ırkçı"
hayalperestler sürüsünü korkutaca ını ve bizden uzakla tıraca ını ümit ediyorduk. Bundan
dolayı "Parti" adım aldık. NASYONAL SOSYALiST ALMAN i Çi PART S adında karar
kılmamızı i-cap ettiren sebep buydu.
Bu ilk adım eski devirlerin hayalperestlerini, ırkçı fikirleri kanun durumuna getirenleri bizden
derhal uzakla tırdı ve aydın olu larını, sarsak vücutları önünde birer kalkan gibi
kullananlardan
kurtardı.
Bu sonrakiler bize iddetle hücum ettiler. Fakat bu gibi kazlardan beklenece i gibi yalnız
kalemleri ile hücuma geçtiler. Bize cebir ve iddet gösterenlere kar ı kendimizi cebir ve
iddetle korumamız, bunların hiç ho larına gitmiyordu. Bizi sopa ve topuza kar ı sıkı bir
ba lılıkla suçladıkları gibi, aynı zamanda maneviyattan yoksun olmakla da itham ediyorlardı.
Bir toplantıda bir "Memosthene"in, avaz avaz ba ırarak ve yumruklarını kullanarak
konu masına fırsat vermeyen elli kadar budala tarafından susturulması, bu arlatan heriflere
hiç ama hiç tesir yapmazdı. Anadan do ma korkaklıkları, onları hiçbir vakit böyle bir tehlike
ile kar ı kar ıya getirmezdi. Çünkü onlar gürültü, patırdı ve bo u malar içinde de il,
"Kabine"nin sessizli i içinde çalı ırlar. Bugün bile genç hareketimizi, sessizlik içinde
çalı anlar adını verebilece imiz kimselerin kuracakları tuzaklara kar ı dikkatli, olmaya ne
kadar davet etsem azdır. Bu herifler sadece korkak de il, aynı zamanda aciz ve bir i e
yaramayan kimselerdir. Bir ey bilen ve bir tehlikeyi sezmeye yardım etmek olana ım gözleri
ile gören bir kimse, bu i i sessizlik içinde yapmak zorunda de ildir. Böyle bir kimsenin
görevi, kötü olanı ortadan kaldırmak için mücadelenin içine açıkça atlamaktır. Böyle hareket
etmezse görevini yapmamı olur ve daha do rusu pek acınacak ekilde zayıf oldu u anla ılır.
Bu sessiz çalı anların ço u, bir eyler biliyormu gibi davranırlar. Halbuki, ne bildiklerini ise
Allah bilir! Aciz oldukları halde bir takım oyunlarla dünyanın gözünü boyamaya kalkarlar.
Tembel oldukları halde "ses siz çalı maları" sırasında büyük bir enerji sarf ediyorlarmı
izlenimini uyandırmaya çalı ırlar. Sözün kısası, bunlar ba kalarının namuslu çalı malarına
tahammül edemeyen sihirbaz ve siyasi eleba ılardır. Bu ırkçı yarasalardan biri sessiz çalı an
bir herifin de erini göklere çıkardı ı zaman, sessiz çalı manın verimsiz oldu u, ba kalarının
çalı malarının ürünlerini çaldı ı, evet evet çaldı ı bir de il bin defa iddia edilebilir. Buna
tembelliklerini, aydınlıktan korktuklarını, namuslu çalı maları gururlu tenkitleri ile
ezdiklerini, kendilerini dev aynasında görmelerini de eklerseniz, gerçekte bu heriflerin milleti-
mizin can dü manı Yahudi ile suç orta ı olduklarını anlarsınız. Bir meyhane masası ba ında,
etrafı dü manları ile sarılı olmasına ra men kendi görü ünü fertçe ve açıkça savunan kimse,
bu sinsi, yalancı ve dalavereci heriflerin bin tanesinden daha fazla i yapıyor demektir. Çünkü
bu cesur davranı ile bir veya iki ki iyi yeni harekete çekebilir. Halbuki gizli çalı malarını
öven, sonra hor görülen bir isimsizli in perdesi altında saklanan bu artla tanlar, bu korkak
herifler milletimizin kalkınması konusunda hiçbir i e yaramazlar. Onlar gerçek bir
e ekarısıdırlar.
1920 yılı ba ında, büyük bir toplantı yapmaya te ebbüs ettim. Bu hareketim bazı tartı malara
sebep oldu. Partiyi yönetenlerden bir kısmı bunu pek vakitsiz buluyorlar, sonuçtan üphe
ediyorlardı. Kızıl basın bizimle me gul olmaya ba lamı tı. Onun kinini tahrik etmeyi
ba ardı ımızdan dolayı, sevinç duyuyorduk. Ba ka toplantılarda da onların muhalifleri sıfatı
ile gösteri yapmaya ba lamı tık. Pek tabii olarak böyle bir te ebbüste bulunanlarımız derhal
susturulmu lardı. Buna ra men ba arı vardı. Artık bizi tanımaya ba lamı lardı. Bizi daha
fazla tanıdıkça, aleyhimizde nefret ve hiddet dalgası kabanyordu. Bu bakımdan ilk büyük
toplantımızda, kızıl taraftaki dostlarımızın büyük çapta bir ziyaretlerini bekleyebilirdik.
Gerçi ben de yok edilmek tehlikesi ile kar ı kar ıya oldu umuzu fark ediyordum. Fakat ne var
ki bu kavgaya giri mek gerekti. Esasen bu günlerde olmazsa, birkaç ay sonra muhakkak böyle
bir ey meydana gelecekti, ilk günden itibaren yerimizi körü körüne bir güven ile, amansız bir
mücadele ile koruyup, hareketimizin sonsuza kadar devamım sa lamak bize ba lı bir i ti. Ben
kızıl partinin zihniyetini çok iyi bildi im için, büyük bir kar ı koymanın yapaca ı ilk etkinin
dikkatleri bizim üzerimize çekmekle kalmayıp, harekete taraftar sa layaca ına da emin
bulunuyordum. Bu en önemli husustu. Bundan dolayı bu kar ı koyma i ine iyice azmetmek
gerekirdi.
O zamanlar partinin ilk lideri bulunan M. Harrer toplantı gününün tespiti konusunda, benim
fikrimi kabul edemiyordu. Bundan dolayı namuslu ve mert bir kimse olarak davrandı ve
hareketin yönetiminden çekildi. M. Harrer'in yerine M. Antoine Drexler geçti. Ben
propaganda te kilatının ba ında kalmı tım. Artık bu toplantı i i ile gayet güzel me gul
oluyordum. Henüz kimsenin bilmedi i hareketimizin halka açık ilk büyük toplantısının günü
24 ubat 1920 olarak kararla tırıldı.
Hazırlıkları bizzat ben yönetiyordum. Bu hazırlık safhası pek kısa sürdü. Her ey bir im ek
hızı ile alınan kararlara göre tertiplendi. Toplantının duyurulması, duvar ilanları ve daha önce
propagandadan bahsederken geni bir ekilde anlattı ım gibi hazırlanan bro ürlerle yapılması
gerekiyordu. Bu propaganda biçiminin en önemli nitelikleri unlardı: Büyük bir topluluk
üzerinde etki yapmak, propagandayı belirli birkaç nokta üzerine yo unla tırarak devamlı bu
konuları tekrarlamak, kısa ve öz bir metin hazırlamak ve fikri yaymak için büyük bir inat
gösterip, sonucu beklemekte sabırlı olmak.
Renk olarak kırmızıyı seçtik. Bu renk, rakiplerimizi tahrik edecek ve onları kızdırıp galeyana
zorlayacak, böylece bizi onlara tanıtacaktı, ister istemez, bizi akıllarından çıkaramayacaklardı.
Sonuç, Bavyera'da da Marksistlerle, di er parti arasında siyasi bir beraberlik bulundu unu
açıkça ortaya koydu. Bu husus, hükümette bulunan Bavyera Halk Partisi'nin, duvar
ilanlarımızın kızıl i çiler üzerinde yaptı ı tesiri önceleri hafifletmek ve daha sonra da
tamamen önlemek için gösterdi i gayretten anla ıldı. Polis bizim propagandamıza kar ı
çıkmak için bir sebep bulamadı ından, duvar ilanlarımıza itiraz etti. Bir kenarda duran kızıl
arkada larına ho görünmek için, güya Alman Halk Partisi'nin yardım ve tahriki ile
ilanlarımızın duvarlara yapı tırılmasını yasakladı. Halbuki bu ilanlar uluslararasıcı-lık içinde
yollarını a ırmı olan yüz binlerce i çiyi tekrar Alman milletine iade edecekti. Bu ilanlar
irademizin do rulu unu ve niyet-lerimizdeki dürüstlü ü gelecek nesillere gösterecekti. Milli
denilen otoritelerin, kendilerine bir engel te kil eden milli bir hareketi ve sonunda
milletimizin büyük bir toplulu unu tekrar kazanmak te ebbüsünü bo azlamaya kalkıldı ı
zaman ne kadar keyfi davrandıkları böylece tespit edilmi oldu. Bu ilanlar Bavyera'da milli
bir hükümet bulundu u yolundaki fikir ve kanaati de yıkmaya yardım edecekti. Böylece
1919-1923 yıllarının milli Bavyerası'nın, hiç de milli bir hükümetin eseri olmadı ı
anla ılacaktı. Hükümette bulunanlar, bu hareketin geli mesine engel olmak ve onu imkansız
duruma sokmak için her eyi yaptılar. Bu adi davranı a sadece iki ki i katılmadı: O zamanki
polis müdürü Ernst Pöhner ile sadık mü aviri Obramtmann Frick. Bu iki memur, daha o
devirde göreve ba lamadan önce Alman olmak cesaretine sahip kimselerdi. E. Pöhner, halk
nezdinde sevgi kazanmayı di er otoriteler arasında en az aklına getiren, fakat mensup oldu u
millete kar ı sorumlulu unu en canlı ekilde hisseden bir kimse idi. Her eyden çok sevdi i
Alman milletinin tekrar yükselmesi u runda her eyi göze almaya ve her türlü fedakarlı a
katlanmaya hazırdı. E. Pöhner, kendilerine teslim edilen devlet malını korumayan, milletin
çıkarlarını dü ünmeyen, ba ımsızlık için çalı mayan ve kendilerini besleten hükümete itaat
suretiyle aylık alan memur güruhunun istedi i gibi at oynatmasına engel oluyordu. O, her
eyden önce, devlet otoritesi denilen iktidarı ellerinde bulunduranların ço una muhalefet
ederek, ülkeye hıyanet edenlerin dü manlıklarından çekinmiyordu. Yahudilerin ve Mark-
sistlerin kini, iftiraları ve yalan dolu saldırıları milletimizin sefaleti ortasında onun yegane
saadetini te kil etti. O granit gibi sadık, eski zamanların temizli i içinde yüzen tam bir
Almandı. "Esir olmaktansa ölmek daha iyidir." sözünü kendine iar edinmi ti. Bu söz, onda
lafta kalmıyor, bütün varlı ından fı kırıyordu. E. Pöhner ve mesai arkada ı O. Frick benim
nazarımda, devlet memuru olarak Bavye-ra'nın var olmasına hizmet etmi sayılacak yegane
kimselerdir.
Büyük toplantımızın açılmasından önce yalnız gereken propaganda malzemesini hazırlamak
de il, toplantı programını da bastırmam gerekliydi. Bu kitabın ikinci bölümünde programı
uygulamak için, özellikle takip etti imiz esasları daha geni bir ekilde anlataca ım. Ben,
burada yalnız programın, genç hareketin bünyesini ve cevherini ortaya koymakla kalmadı ını,
aynı zamanda topluluklara, takip etti imiz gayeyi de amacı da açıkladı ını belirtmek isterim.
Mensuplarına aydın denilen çevreler önceleri nükte yapıp alay etme e kalkı tılar. Daha sonra
tenkit ettiler. Bütün bu davranı lar bizim hareketimizin ne kadar do ru oldu unu açıkça
gösteriyordu.
Birkaç yıldan beri düzinelerce yeni fikir hareketlerine ahit oldum. Bütün bu fikir hareketleri
rüzgarların önüne dü üp, sürüklenip gittiler. Bu arada hiçbir iz bırakmadılar. Yalnız bir tanesi
dayandı. O da Nasyonal Sosyalist Alman i çi Partisi idi. Artık her zamankinden çok una kani
oldum ki; bu yazımın aleyhinde mücadele edilebilir, bu parti felce u ratılabilir, hatta küçük
partilerin bakanları bizi söz söylemeden men edebilirler, fakat fikirlerimizin galip gelmesine
hiçbir zaman engel olamazlar ve olamayacaklardır. Artık, iktidar mevkiinde bulunan partilerin
ve onları temsil edenlerin isimleri bile hatırlanmaz olacaktır, i te bu sırada Nasyonal Sosyalist
i çi Partisi'nin programı, do makta olan bir devletin temellerini te kil edecektir.
1920'nin Ocak ayına kadar dört ay içinde yaptı ımız toplantılar, ilk bro ürümüzü, ilk duvar
ilanımızı ve programımızı bastırabilmek için ihtiyacımız olan parayı sa lamı tı.
Bu kitabın birinci kısmını ilk büyük toplantımızı anlatarak biti-riyorsam, bunun sebebi, bu
toplantının küçük toplumların dar çevrelerinin sınırlarını a ıp, çok ötelere sıçramasından ve
ilk defa zamanımızın en kudretli manivelası olarak, kamuoyu üzerinde büyük tesir yapmı
olmasından ileri gelmektedir.
O gün bende yalnız bir endi e vardı. O da uydu: Acaba toplantı salonu dolacak mıydı, yoksa
bize, bo sıralara hitaben söz söylemek mi dü ecekti? Salonun dolaca ından ve büyük bir
ba arı sa layaca ımızdan emindim. Toplantıyı beklerken bu dü ünceler içinde idim.
Toplantımız saat 7.30 da ba layacaktı. Saat 7'yi çeyrek geçe Münih'te Platzl üzerindeki
Hofbrauhaus'un e lence salonuna girdi im zaman, kalbimin sevinçten parçalanaca ını
sandım. Bana kocaman görünen salon tıklım tıklım dolu idi. Omuzlar de il, ba lar birbirine
dokunuyordu. Salonda iki bin ki iden fazla kimse vardı. En çok ho uma giden taraf, özellikle
kendilerine hitap etmek istedi imiz kimseler tarafından salonun doldurulmu olması idi.
Salonun yarısından ço u komünist ve tarafsız kimseler tarafından doldurulmu tu. Bizim ilk
büyük toplantımız, komünistlerin fi-kirlerince, çabucak varmak istedikleri sonuca mahkum
bulunuyordu. Fakat, i çarçabuk ba ka renge büründü, ilk hatip sözlerini bitirdikten sonra,
kürsüye ben çıktım.
Konu maya ba ladıktan birkaç dakika sonra salonun her tarafında söz kesmeler dolu gibi
ya ıyordu. Salonda büyük kavgalar çıkıyordu. En sadık ve en samimi askerlik
arkada larımdan ve taraftarlarınızdan kurulu olan küçük bir grup, salonda huzuru kaçıranların
üzerine atıldılar. Böylece yava yava sessizlik olu tu. Ben de sözlerime devam edebildim.
Yarım saat kadar geçtikten sonra alkı sesleri, homurtu ve küfür seslerini bastırıyordu.
i te o zaman programımızı okumaya ba ladım. Program ilk defa olarak bir toplulu a izah
ediliyordu. Artık müdahaleler, takdir ve onaylama seslerinin altında sönük kalıyordu.
Toplantıyı takip edenlere programdaki yirmi be ilkeyi açıkladım. Dinleyenlerden pren-
siplerimiz hakkında hükümlerini vermelerini istedi im zaman, gittikçe artan bir evk ve
heyecan içinde bütün okunanlar ço unlukla kabul edildi. Artık, son prensip de kabul edilince,
önümde yeni bir fikir, yeni bir inanç, yeni bir irade ile tek vücut olmu insanlarla dolu bir
salon vardı.
Biraz sonra salon bo almaya ba ladı. Yı ılmı kalabalık, sulan a ır a ır akan bir ırmak gibi
salonun kapısına do ru gidiyordu. Bütün bu kimseler, birbirlerine çıkı ıyorlar, birbirlerini
itiyorlardı, i te o zaman unutulması ihtimali olmayan bir fikir hareketinin prensiplerinin
uzaklara, çok uzaklara, Alman milletinin içine yayılaca ını anladım.
Bir ocak devrilmi ti. O devrilen oca ın ate inde Alman milletine hürriyetine ve hayatını iade
edecek olan kılıç dövülmekte idi. Milletçe kalkınma gözlerimin önüne geliyordu. Aynı
zamanda, o a-man vermez intikam ilahının, 9 Kasım 1918 ihanetine kar ı durdu una ahit
oluyordum.
Salon a ır a ır bo aldı. Genç hareket, gidi atını takip etti.
BOLUM 12
Genç Hareketimizin ilk büyük salon toplantısı 24 ubat 1920 günü yapıldı. Münih'te
Hofbrauhaus'un e lence salonunu dolduran ki bin ki iye yakın bir kalabalık önünde
partimizin 25 maddelik, programı okundu. Böylece, bizleri gereksiz fikirlerden, faydasız
köhnemi dü üncelerden, zararlı e ilimlerden sıyırıp kurtaracak olan "KAVGA" nın ilkeleri
ve emirleri ilk defa halka ta ınmı oluyordu. Program evk ve heyecanla dinlenildi ve büyük
bir ço unluk tarafından kabul olundu. Artık, kaderin son sürat giden arabasını durdurmak için,
korku ve atalet içinde olan burjuva sınıfı ve Marksistlere kar ı yeni bir kuvvetin ortaya
çıkması gerekiyordu. Yeni hareketin bu büyük mücadele u runda bir önem ve kuvvet
kazanabilmesi için, daha ilk günlerden itibaren, taraftarlarına, bu hareketin yalnız yeni bir
seçme usulü getirmekle kalmayaca ını anlatmak ve bunun yanı sıra en önemlisi olarak,
yepyeni bir felsefi fikir getirdi ini göstermek ve buna inandırmak gerekliydi. Bir parti
programı yapılırken, bu programın zaman zaman de i tirilece i ve yolunaca ı dü ünül-
melidir, ister yeni bir program uygulanmasında olsun, ister eski bir programın de i tirilmesi
söz konusu olsun, her zaman seçimde alınacak sonucun ne olabilece i endi esi vardır. E er,
halkın partiyi terk edip araba ko umlarından kurtulmak istedi ine dair bir üphe Siyaset
artistlerinin zihinlerinde belirirse, o zaman bu siyasi aktörler derhal at ba lanacak olan sırı ı
tekrar boyamaya ba larlar, i te bu sıralarda, halkın sabrının tükenmi oldu u vakaları
hatırlayabilecek kabiliyette, ihtiyar siyaset adamları ortaya çıkar. Bunlar, gene eskiden oldu u
gibi tehlikenin yakla makta oldu unu sezerler. Bu sırada yapacakları i , eski reçetelere
müracaat etmek, bir komisyon kurmak, büyük halk topluluklarının nelerden ho lanıp,
nelerden ho lanmayacaklarını tespit etmektir. Halkın konu tu u konulara kulak kabartıp,
gazete makalelerinden koku almaya çalı ırlar. Bu arada bütün meslek grupları ve i çi sınıfı
teker teker incelenir, en büyük istekleri ara tırılır.
Neticede komisyonlar toplanır, programlarını gözden geçirip, de i tirmeye ba larlar. Bu gibi
kimseler gömlek de i tirir gibi kanaat de i tirirler. Yeni bir program yapıp, herkese bir pay
ayırırlar, köylünün tarım i lerinde, sanayicinin imalâtında, tüketicinin satın aldı ı e yada
himayesi sa lanır. Memurun aylı ına zam yapılır. Dullar ve yetimlere aylık ba lanır,
ba lanmı sa aylıklarına zam gelir. Vergiler indirilir. Unutulan bir sorun veya bir meslek
grubunun ikâyeti telâ uyandırır. Acele o dâva ile me gul olunur ve ilâveler yapılır. Nihayet
küçük burjuva ordusu ile e lerinin memnun edildiklerine kanaat getirilir, i te bundan sonra
Allah'ın lütfuna ve seçmen vatanda ın budalalı ına dayanarak devleti ıslah için mücadeleye
giri ilir.
Siyasetçiler, seçim yapıldıktan ve be yıllık rahat ya ayı larını sa ladıktan sonra artık halkı
unuturlar ve daha büyük ve daha güzel görevlere sarılırlar. Program komisyonu da ılır. Seçim
öncesi sürdürülen mücadele yeniden günlük ekmek için yapılan mücadele ekline döner.
Sözün kısası, milletvekilli i ödenekleri davası ele alınır. Milletin temsilcisi, her gün o
müstesna binaya gider. Gerçi tamamen içeri girmez. Ama listelerin bulundu u odada boy
göstererek, kendi adını halkın hizmetinde bulunanların arasına yazdırtır. Böylece bu devamlı
gayretinin kar ılı ı olarak ödene ini alır, Fakat on yıl sonra veya buhranlı günler sırasında, bir
esnaf derne ini andıran parlementonun fethedilmesi tehlikesi belirdi i zaman birer krizalit*
olan bu siyaset cambazları büyük "phalansterelerini bir yana bırakarak, halk topluluklarına
do ru yeniden kanat açarlar.
Seçmenlerine tekrar nutuk atmaya ba larlar. Yaptıkları i leri ballandıra ballandıra anlatırlar.
Muhaliflerinin fena niyetlerini ve inatçı davranı larını dile getirirler. Fakat ço u zaman akıllı
topluluklar bunlara minnettarlık göstermeyip, yüzlerine kar ı hakaret ederler.
(* Krizalit: Kurdun, kelebek olmadan önce geçirdi i ba kala ma hali.)
te halkın nankörce (!) davranı ı belirli bir dereceye ula tı ı zaman, partinin boyasını
yenilemek gerekir. Programın elden geçirilmesine ihtiyaç hasıl olur. Komisyonlar tekrar
kurulur ve aldatma oyunu eskiden oldu u gibi sahneye konur, insanların granit kadar sert olan
aptallıkları göz önünde tutulursa bu ekilde davranı lar kar ısında a ılmaz. Oy verecek olan
gerek burjuva ve gerek proleter sınıfına dahil "dört ayaklılar" yeni program kar ısında gözleri
kama mı bir durumda tekrar aynı ahıra ko arlar ve daha önce kendilerini kandırmı olan
herifi bir kere daha seçerler. te bu ekilde halkın ve çalı an sınıfların adayı tekrar
"parlamento tırtılı" olur. Yâni kamu hayatının yapraklan üzerinden midesini doldurmaya de-
vam eder. Sonunda i manlar, büyür ve bir süre sonra tekrar bir kelebe e dönü ür.
Devamlı bir ekilde bu aldatmalara ahit olmak kadar insanı üzüntüye sevk eden bir ey
yoktur. Bu fikri çürüme varken, Burjuvalar arasında, Marksizm'in te kilâtlı kuvvetine kar ı
mücadele edebilmek için gereken silâhlara rastlanamaz. Esasen bu kimselerin ciddi bir ekilde
bu milli dâvayı dü ündükleri de söylenemez. Bu parlamento arlatanlarının, gerçek bir batı
demokrasisi ile Marksizm'e kar ı mücadele etmeyi ciddi bir ekilde dü ündüklerine hiçbir za-
man ihtimal verilemez. Esasen Marksist nazariye için bütün demokratik sistem, gayeye
ula mak için bir vasıtadan ba ka bir ey de ildir. Marksçılar rakibini felce u ratmak ve kendi
yolunu açmak için her vasıtayı kullanırlar. imdi Marksistlerin bir kısmı kendisinin
demokratik ilkelerle ayrılmaz bir ekilde ba lılı ı hususunda bir kanaat uyandırmaya gayet
ustaca çalı tı ı sırada, bu herifler ülkenin buhranlı zamanlarında demokrasinin batıdaki
uygulamasını dikkate almazlar ve ço unlu un kararına de er ve önem vermezler.
Burjuva sınıfına mensup parlamenterler memleketin asayi ini, hâkim adedin üstün zekâsında
gördükleri sıralarda, Marksistler, kenar mahallelerin bir sürü serserileri ve Yahudi edebiyatı
ile birlikte bir hamlede nüfuzu ele aldılar ve böylece demokrasiye büyük bir darbe indirdiler.
Marksizm, yok etme e kararlı oldu u milli ruhun sevgisini kazanmayı ba aramadı ı sürece,
yıkıcı emellerinin karı ıklı ını azimle takip ederek demokrasiyle beraber kol kola olacaktır.
E er Marksizm, parlamento kazanında kandille bir eyin kaynayabilece i ve pi ebilece ine
inanacak olursa, bütün bu parla mento oyunlarına da derhal son verir. te o zaman kızıl
uluslarara-sıcılı ın bayraktarı demokratik uura danı aca ı yerde proletarya kütlelerine ate li
bir müracaatta bulunacak, kavga ani olarak, parlamento salonlarından fabrikalara,
imalâthanelere ve soka a intikal edecektir. Böylece demokrasi, Marksistler tarafından derhal
tasfiye edilecektir. Parlamentoda bu halk havarilerinin uysal taraftarlarının halledemedi i i ,
tahrik edilmi proletarya kütlelerinin çekiçle -riyle yapılacaktır.
Proletarya toplulukları aynen 1918 yılının sonbaharında oldu u gibi, dünyanın Yahudiler
tarafından ele geçirilmesi faaliyetinin Batı demokrasisinin sahip oldu u vasıtalarla önüne
geçmeyi tasarlamanın ne kadar saçma bir i oldu unu açık bir ekilde burjuva toplulu una
gösterecektir. te böyle bir canavar kar ısında, "blöften ibaret olan veya sadece Marksistlerin
i lerine yarayan, fakat sonradan artık bu heriflere fayda sa lamaz hale gelince gözden
çıkarılacak olan bir sürü kurallara saplanıp kalmak için gerçekten aptal olmak gerekir.
Bütün burjuva partilerinde siyasi faaliyet, esasta parlamentoda birkaç sandalye kapmak
kavgasından ibarettir. Bu mücadele sırasında, gerekirse bütün ilkeler bir b., çuvalı gibi atılır.
Bu ekil davranı tan programları gibi kuvvetleri de zayıflar. Çünkü onlarda, halk toplulukları
üzerinde büyük fikirlerin çekicili i ile etkili olan o sihirli nüfuz ve ilkelere kar ı kesin bir
inanı ile bunları zafere ula tırmak hususunda beslenen büyük azmin verece i ikna kuvveti
yoktur. Fakat herhangi bir parti ne kadar hata i lemi olursa olsun, e er bir felsefi fikrin bütün
silâhlan ile, mevcut bir düzene kar ı saldırıya geçecek olursa, di er parti yeni bir inançla kar ı
koymaz ve savunmasını cesur bir ekilde yapmazsa ma dur durumda kalacaktır.
E er, burjuva yazarların milli bakanları veya Bavyera Merkez Partisi, bizim genç hareketimizi
bir ihtilâl olarak tavsif ederse, bu parlak siyasi kanaate kar ı, " üpheyok ki bizsizin aptallı ınız
Dostları ilə paylaş: |