1
l$e ikinci derecede kaldı, fakat yine de çok kesin tesirleri oldu.
i te bu genel siyasi karı ıklı ın içinden iki parti ortaya çıktı. Bu ' partilerden biri milli, di eri
de sosyalist idi. Fakat partilerden ikisi de gelecek için geçmi ten ders almı tı. 1866 sava ının
feci sonucundun sonra Habsbourg Hanedanı, sava meydanında intikam alma iste inin içine
dü mü tü. Fakat Meksika imparatoru Maximilien'in feci akıbeti Fransa ile bir yakınla maya
engel oldu. Çünkü Maximitlen'in talihsiz macerası her eyden önce Üçüncü Napolyon'a
ba lanmı ve Fransızlar tarafından terk edilmesi büyük bir infiale sebep olmu tu. Fakat
Habsbourglar yine de pusuya yatmı bekliyorlardı. 1870 -1871 sava ı e i görülmemi bir zafer
eklinde sonuçlanmalıydı, Viyana Sarayı muhakkak ki her eye ra men, Sadovva'nin kanlı
intikamını almak için te ebbüs edecekti. Fakat sava ın en göz kama tırıcı ve zor inanılır
kahramanlık haberleri çevreye yayılmaya ba layınca, hükümdarların en aklı ba ında olanı
zamanın uygun olmadı ını takdir etti ve kötü ansa kar ı mümkün oldu u kadar güler yüz
gösterdi.
Fakat bu sava ın kahramanca mücadelesi çok daha kuvvetli bir mucize meydana getirmi ti.
Habsbourglarda bir yön de i tirme oldu. Bu de i iklik ise kalpten gelme bir hamleye
dayanmıyordu. Bu de i ikli i günün artlan emretti. Böylece eski do u sınırındaki Alman ırkı
Reich'ın sa ladı ı zafer sarho lu u ile sürüklendi ve atalarının hayallerinin büyük ve ihti amlı
bir gerçek içinde canlanmasını derin bir heyecanla seyretti.
Artık gerçekten bir Almanlık e ilimi besleyen Avusturyalı bu andan itibaren, u gerçe i
teslim etmi ti. Konigratz bile eski federasyonun kokmu enkazı ile kar ıla mayacak bir
imparatorlu un tekrar kurulmasını kötü, fakat gerekli bir art olarak görüyor ve yeni
imparatorluk o eski fenalıklardan uzak bulunuyordu. Özellikle tecrübe ile u ö renilmi ti:
Habsbourg Hanedanı tarihi görevini tamamlamı tı, yeni imparatorluk ise ancak kahramanlık
prensipleri ile dolu Reich tacım, ona gerçekten layık olan bir ba a giydirebilir-di. i te bundan
dolayı kadere ükretmek lazımdır. Çünkü karı ık bir devrede yapılan bu seçim, millete ümit
bah eden bir kimseye, yani Frederic'e taç giydirmi ti. Fakat, büyük sava tan sonra Habsbourg
Hanedanı'nın çifte monar isi, Slavla tırma siyasetinin bir gere i olarak tehlikeli Alman
unsurlarını yok etmeye ba ladı ı zaman yeryüzünden silinece ini anlayan ırkın direnci çok
iddetli oldu. Böyle bir kar ı koyusu ve patlayı ı Alman tarihi henüz kaydetmemi ti. lk defa
vatan sevgisine sahip insanlar birer asi oldular. Bunlar millete ve devlete kar ı de il, kendi
milliyetlerini kaybettirme yoluna giden hükümet ekline kar ı idiler. Böylece son yıllarda ilk
defa olarak mahalli ve hanedana duyulan sevgi hisleri, vatana ve ırka gösterilen milli a ktan
ayrıldı.
1890-1900 yıllarında Avusturya'daki Panjermanist hareketin kuvveti devlet otoritesinin ancak
milli menfaatlere hizmet ederse, halkın saygısına ve yardımına kavu aca ını açıkça ortaya
koydu. Esasen devletin otoritesi bir gaye olamaz. Çünkü devlet otoritesi bir gaye kabul
edilirse, istibdadı kutsal saymak gerekir.
Bir hükümet bir milleti her vasıta ile felakete götürürse bu milletin her ferdinin isyanı bir hak
de il, görevdir.
"Böyle bir ihtimal ne zaman olur?" sualine nazariyeye ait mütalaalarla cevap verilemez. Böyle
bir meseleyi kuvvet halleder ve muvaffakiyet kararını verir. Her hükümet kendi hesabına,
devlet nüfuz ve kuvvetini muhafazaya mecbur hisseder. En kötü hükümet, hatta milli
menlaatlere defalarca hıyanet etmi olan hükümetler dahi böyle dü ünürler. Bu durumda olan
hükümet kendine kar ı bir mücadele yapıldı ında kendi hürriyet ve ba ımsızlı ım korumak
için, dü manın kullandı ı silahların aynını kullanmak zorundadır. E er mücadele hükümet
tarafından yapılıyorsa, o vakit yapılan mücadele "kanuni" olmalıdır. Fakat kar ı taraf da aynı
mücadele yolunu tercih ediyorsa, yasadı ı mücadelede tereddüt gösterilmemelidir. nsanlarin
hayatlarının en büyük gayesi bir devletin devamını teminden ibaret de ildir. Amaç ırkların
bekasıdır.
Millet baskı altında bulundurulursa veya yok edilmek tehlikesine dü erse, kanunlara riayet
etmek meselesi ikinci planda kalır. Zulme u rayan milletin beka içgüdüsü ile yaptı ı
mücadelede kullandı ı her türlü vasıta en büyük mazeretini te kil eder.
Dünya tarihinde e lerine pek sık rastladı ımız iç ve dı esaretim kurtulmak için yapılan
mücadeleler hep bu prensip dairesinde
ve
idare edilmi tir.
E er bir millet insan hakları için giri ti i mücadelede ma lup tutulmu sa, tarih terazisi
meseleyi tartmı ve o milletin bu ölümlü dünyada hayat saadetine bir hakkı olmadı ı
hükmüne varmı tır. Bekası için mücadeleye hazır olmayan veya kudret ve kuvveti
bulunmayan bir millet ebedi surette Tanrı tarafından mahvolma a mukadder kılınmı tır. Bu
dünya, bu düzen korkak ve yüreksiz milletler Uf in kurulmamı tır. Avusturya'da durum öyle
idi: Kanuni kuvvet, ,,alman olmayan ço unluklara, meclisin Alman dü manı temeline ve yine
Almanlara kar ı olan hanedana dayanıyordu. Devletin bütün t nüfuz ve kuvveti bu iki unsurda
ahsiyet buluyordu. Hükümet etme t|ini ellerinde bulunduranlarla Alman milletinin ters
kaderini de i tirmeye kalkmak gülünç olurdu. Fakat kanun taraftarlarının isteklerine bakılırsa
her türlü dirençten vazgeçmeli idi. Çünkü bu direnilen kanuni yollarla idare edilmesi
imkansızdır. Bu durum ise, çok kısa bir zamanda monar inin eline dü mü olan Alman ırkının
yok olması ile sonuçlanacaktı. Fakat ne var ki Avusturyalı Almanlar ancak devletin yıkılması
sonucunda bu korkunç akıbetten kurtuldular. Gözlüklü nazariyeciler hiç üphe yok ki
milletleri için de il, nazariyeleri için seve seve ölürler, insanlar bir kere kendilerine bir kanun
yaptılar mı, sonra bu kanun için ya adıklarını zannederler.
Avusturya'daki Panjermanist hareketin ba arısı, bütün bu saçmalıkları zorla silip süpürmesi,
doktrine ba lı bütün nazariyecileri ve devleti bir put sananları hayret içinde bırakmasıdır.
Habsbourglar bütün araçları kullanarak Almanların etrafını çevirme e çalı tıkları sırada, bu
parti hanedana saldırdı. Parti bu ahlakı bozulan devletin içine ilk kepçeyi atıp, yüz binlerce
ki inin gözünü açtı. Vatan u runda beslenecek a k mefhumunu hanedan elinden kurtarmak
onun ba arısı idi.
ilk ba larda taraftarlarının sayısı çoktu. Fakat ba arısı devam edemedi. Ben Viyana'ya
geldi imde Hıristiyan Sosyal Parti çok önceden bu faaliyete sahip çıkmı ve iktidar koltu una
oturmu tu. Panjermanist hareket önemsiz bir seviyeye inmi ti.
Panjermanist hareketin bütün bu büyüme ve çökme devresi ile Hıristiyan Sosyal Parti'nin
insanı a ırtacak ekilde yükselmesi benim için en önemli bir inceleme konusu oldu.
Viyana'ya geldi imde kesin olarak Panjermanist harekete sevgi besliyordum. Parlamentonun
içinde "ya asın Hohenzollern!" diye ba ırmak, cesareti gösterilmesinden büyük bir heyecan
duymu , çocuklar gibi sevinmi tim. Kendilerini Alman mparatorlu u'nun geçici olarak
ayrılmı bir parçası gibi kabul ettiklerini ve bunu her vesile ile ilan etme e çalı tıklarını
görmekten zevk duyuyordum. Cermenli in konu edildi i bütün meselelerde do ru ve hiçbir
fedakarlı ı kabul etmeyen bir hareket ekli, bana ırkımızın kurtulu u için tek yol gibi
görünüyordu. Fakat, o kadar parlak bir ba langıçtan sonra bu hareketin niçin kuvvetten
dü tü ünü bir türlü te his edemiyordum. Bu i te, Hıristiyan Sosyal Parti'nin aynı devre içinde
böyle büyük bir kuvvete nasıl kavu tu unu anlamakta daha aciz kalıyordum. Bu parti o
günlerde eref ve ba arının en son noktasına çıkmı tı, iki hareketi birbiri ile kar ıla tırmaya
ba ladı ım zaman kader, peri an durumunun da yardımı ile bu meselenin çözülmesinde en iyi
çareyi bana gösterip, ö retti.
Bu meseleyi incelemeye iki partinin liderleri ve kurucuları olan iki ahıstan ba layaca ım
George von Schoenerer ile Dr. Kari Lueger. Bu iki ahıs da birer kıymet olarak parlamento
takımının çok üstüne çıkarlar. Hayatlarının her safhası, genel siyasi ahlaksızlıklardan çok
uzak kalmı tır. Benim ahsi sevgim ilk ba larda Panjermanist olan Schoenerer'e kayıyordu.
Fakat sonraları Hıristiyan Sosyal lidere de sevgi duymaya ba ladım. Bu iki liderin
melekelerini kar ıla tırdı ım zaman Schoenerer'in prensip meselelerinde daha üstün ve daha
derin dü üncelere sahip oldu unu görüyordum. O Avusturya Devleti'nin yok olaca ını
herkesten daha açık bir ekilde tahmin etti. E er Reich, Schoenerer'in Habsbourglar
hakkındaki ikazlarına kulak vermi olsa idi, Almanya'nın ba ına bütün dünyaya kar ı sava a
girerek u radı ı felaket gelmeyecekti.
Ama ne var ki, meselelerin derinine inebilen Schoenerer insanlar hakkında çok yanılıyordu.
i te Dr. Lueger'in kuvveti burada idi. Lueger e ine ender rastlanan bir insan sarrafı idi.
Özellikle insanlar hakkında görünü lerine bakarak hüküm çıkarmaya çekiniyordu. Bundan
dolayı hayatın gerçek imkanlarını daha iyi hesaplıyordu. Schoenerer'in ise bu hususta hiç
kabiliyeti yoktu. Panjermanist Schoenerer'in bütün fikirleri nazari olarak do ru idi. Fakat on-
dü üncelerini halka anlatma ve kabul ettirme kabiliyeti ve kuvveti yoktu. Dü üncelerine,
anlama melekeleri daima sınırlı olan ilk topluluklarının hissedebilece i bir ekil vermeyi
bilmezdi. Peygamberlere özgü basireti ve açık görü leri, hiçbir zaman uygulama ima konması
mümkün bir fikre ula mazdı, insanları tanımaktan olması, Schoenerer'i gerek halk
topluluklarının hareketlerinin kuvveti ve gerek yıllanmı müesseselerin de erleri hakkında
hüküm hatalarına dü ürdü.
Schoenerer, hiç üphe yok ki sonunda genel dü üncelere e ilmek gerekti ini takdir ve teslim
etti, fakat bu çe it yarı dini kanaatleri ancak büyük toplulukların savunabilece ini anlamadı.
Burjuva sınıfına mensup olanların iktisadi menfaatlerini korumaları dolayı-mücadele
kabiliyetlerinin son derece zayıf oldu unu ve bu devletlerin çıkarlarını kaybetmemek için çok
ihtiyatlı davrandıklarını maalesef pek az takdir edebildi. Halbuki, genel olarak bir fikrin itin
gelmesi, ancak o fikrin büyük halk topluluklarına nüfuz et-vc halk topluluklarının da
mücadeleye hazır olduklarını acıkılan ile mümkün olur. Halkın basit tabakalarının önemini
anla-ItBarm olmak toplumsal mesele hakkında eksik dü ünceler do-Dr. Lueger ise,
Schoenerer'in tam aksi hareket etti. Dr. Lueger insanlar hakkındaki derin vukufu ona çe itli
kuvvetler hakin do ru hükümler vermek imkanını hazırladı. Onu, halihazırdaki müesseselerin
de erini hafife almaktan korudu. Hiç üphe yok li bu müesseseleri hedefine eri mek için
kullanmak meziyeti de bu bilgisinden ileri geldi. Dr. Lueger yüksek burjuva sınıfının siyasi
mücadele kabiliyetinin devrimizde pek önemsiz oldu unu ve bu önemsiz kabiliyetin yeni bir
hareketin ba arısını sa lamaya yetmeyece ini çok iyi anladı. Bundan dolayı siyasi faaliyetinin
en büyük kısmını, hayatları tehlikede olan sınıfları kazanmaya harcadı. Bu onları felce
u ratmak yerine hızlandırıyordu. Eski kuvvet kaynaklarından da faydalanmak için büyük
müesseseleri kendi tarafına çekmeye u ra ıyordu. Böylece yeni partinin temeli olarak,
hayatları tehlikede olan orta sınıflan aldı ve en büyük fedakarlıklara hazır, mücadele için
isyan dolu, sa lam bir taraftar toplulu u kazandı. Katolik Kilisesi'ne kar ı çok kurnaz
davranarak ruhbanları kendine çekti. Bunda o kadar ba arı gösterdi ki eski bir parti mücadele
sahasından çekildi ve bir vakitler kendisine ait olanları tekrar kazanmak için bu yeni parti ile
birle ti. Bu anlattıklarım Dr. Lueger'i tasvire yetmez. Onun bir de reformcu tarafı vardı.
Bu büyük adamın amacı son derece somut idi. O Viyana'yı fethetmek istiyordu. Viyana,
monar inin kalbi idi. Bu çökme halindeki imparatorlu un hasta ve bitkin vücudundaki son
hayat i aretleri Viyana'dan çıkıyordu. Kalp daha da kuvvetlenirse, vücudun di er kısımları da
tekrar canlılık kazanırdı. Bu fikir prensip itibariyle do ruydu, fakat ancak belirli bir zaman
için geçerli olabilirdi. Dr. Lueger'in zaafı burada idi. Viyana Belediye Ba kanı olarak yaptı ı
is hiçbir zaman unutulmayacak de erdeydi. Fakat monar iyi kurtarmayı ba aramadı, bunda
geç kalmı tı. Halbuki Schoenerer bu hu u su daha iyi tespit etmi ti. Dr. Lueger çalı malarının
etken yönünde çok ba arılı oldu, fakat bunlardan umdu u ey meydana gelmedi Schoenerer
de hedefine ula amadı ve maalesef korktu u ey müthi bir ekilde gerçek oldu. Yani Dr.
Lueger Avusturya'yı kurtaramadı, Schoenerer de Alman milletini felaketten koruyamadı.
Devrimiz için bu iki partinin ba arısızlıklarının sebeplerini incelemek çok faydalı olacaktır.
Bu inceleme özellikle benim arkada larım için iyi sonuç verecektir. Çünkü bugünkü durum
aynen geç misteki gibidir. Böylece eskiden bu hareketlerden birini yok olmaya do ru götüren
ve di erini de sonuçsuz bırakan sebep ve hatalardan korunmak mümkün olabilir.
Avusturya'da Panjermanist hareketin yıkılması kanaatimce tu, sebebe dayanmakladır. Önce,
özellikle yeni ve mahiyeti itibarı ile devrimci bir partide toplumsal meselelerin önemi
hakkında yanlı bir fikrin hakim olmasıdır. Alman burjuva sınıfının yüksek tabakaları devletin
veya milletin bir iç meselesi konu edildi i zaman kendi nefislerinden feragat gösterecek kadar
barı severdir. imdi oldu u
Gibi, iyi devirlerde, ba arılı bir hükümet de bu tabakaları devlet için kıymetli bir hale
getirebilir. Fakat hükümet zayıf oldu u zaman bu , meziyet korkunç bir kusur te kil eder.
Demek ki, ciddi bir hareketi ba arıya kavu turmak için, Panjermanist hareket bütün
çalı malarını halk topluluklarını kazanmaya sarf etmeliydi. Bu yapılmadı ve bundan dolayı
hareketin geri çekilmemek için muhtaç oldu u kuvvetten yoksun kalındı. Bir hareketin
ba ında bu husus gözden uzak tutulursa, yeni parti daha sonra düzeltilmesi imkansız bir hata
i lemi olur. Çünkü partiye alınmı olan burjuva sınıfının ılımlı unsurları partinin iç görünü ü
üzerinde gittikçe tesirli olurlar ve onu halk topluluklarının önemli bir yardımını kullanma
ihtimalinden mahrum bırakırlar. Bu artlarda, böyle bir harekete te ebbüs, surat asanlara,
etkisiz ele tirilere sebep olur. Böylece o andan itibaren hareketteki o yarı dini iman ve
fedakarlık ruhu eksik kalır. Sonunda bir-olma e ilimi geli ir. Bu da mücadelede bir sessizlik
do urur ve da zayıf bir barı yapılır, i te ba langıçta halk topluluklarının taraftar almaya önem
vermemi olan Panjermanist hareketin sonu oldu. Burjuva kibar ve kesin duruma geldi. Bu
hareketin ba arısızlı ının ikinci sebebi de buradan çıktı.
Avusturya'daki Almanların durumu daha Panjermanist hareke -geli mesi anında ümitsizdi.
Parlamento Alman milletinin yava yava yok edilmesine alet olmu tu. Son anda kurtarma
te ebbüsü, müessese ortadan kaldırılmadıkça, bu ba arı ümidine asla sahip olamazdı. Bu
durum Panjermanist hareketi çok önemli bir mesele kar ısında bırakıyordu. Bu parlamento ile
mücadele etmek için, onun kaidesine göre, parlamentoya girip içerden torpillemek miydi?
Parlamentoya girildi, fakat oradan ma lup çıkıldı. Parlamentoya girmek için zorunluluk
duyuldu. Oysa böyle bir kudrete kar ı dı ardan din mücadele edebilmek için, esaslı bir
cesarete sahip olmak ve aynı zamanda sonsuz fedakarlıkları göze almak gerekirdi. Sonunda
bo a boynuzlarından yakalandı. iddetli darbelerin hedefi olundu, çok kere yere dü üldü.
Vücudun çe itli yerleri kırılmı bir halde tekrar aya a kalkıldı. Ancak son derece zor bir
mücadele veren cesur sava çı, zaferin gülen yüzünü gördü. Sebatlı çalı malar, ba arı tacını
giyinceye kadar gösterilen büyük feragatler sayesinde savunulan davaya yeni ampiyonlar
getirir. Fakat bunun için büyük toplulukların içinden halk çocuklarını almak gerekir. Sadece
onlar bu mücadelenin kanlı sonucuna kadar dövü mek için azim ve sebata sahiptirler, i te
bunlar Panjermanist harekette yoktu. Bundan dolayı parlamentoya girmekten ba ka bir çözüm
çaresi bulamadı. Bu karar, uzun mücadele ve müzakerelerin sonunda alınmadı. Esasen ba ka
bir usul ve hareket üzerinde de durulmadı. Bu i tirakten, bütün milletin huzurunda söz
söylemek imkanı ile halk topluluklarının daha kolay aydınlatılaca ı umuluyordu. Bu ekilde
hareket etmekle fenalı ın köküne saldırmanın dı ardan yapılacak bir hücum dan daha etkili
olaca ı dü ünüldü. Yasama dokunulmazlı ının her liderin durumunu kuvvetlendirece i, bu
sebeple nüfuzunun artaca ı sanılıyordu. Oysa durum bamba ka cereyan etti.
Panjermanist milletvekillerinin, konu ma fırsatım elde ettikleri forum büyümemi , bilakis
küçülmü tü. Çünkü herkes ya huzurun da konu tu u kimseye ya da gazetelerde çıkan
konu ma tutanaklarını okuyan halka söz söylemi oluyordu. Halbuki dinleyicilerin en büyük
"forum"u parlamentoların oturum salonları de il, büyük ve genel toplantılardır. Ancak bu
toplantılarda hatibin kendilerine söyleyece i eyleri dinlemek için gelen binlerce ki i bulunur.
Öte yan dan parlamentoların oturum salonlarında bir iki yüz ki i vardı. Onlar da milletin
temsilcileri olan efendilerinden bir ey ö renmek için de il, gündeliklerim alabilmek için
oraya gelirler. Bu gibi yerlerde daima aynı simalar görülür. Bunlar hiçbir zaman yeni bir ey
ö renemezler. Çünkü bu heriflerde zeka bir yana, yeni bir ey ö renmek için irade bile
yoktur.
Hiçbir zaman milletvekillerinden biri, önce yüksek bir gerçe e kanaat getirecek ve sonra o
kanaatin hizmetine geçecek de ildi. Evet hiçbiri böyle hareket etmez. Yeni seçimlerde
milletvekilli im elinden kaçırmamayı garanti ederse belki o zaman basit bir harekette
bulunur. Ancak bu hamiyet gösterileri, yeniden seçilmeyi garanti edebilmek için yeni bir parti
veya e ilim aramak içindir. Böyle durumlarda onların parti de i melerini haklı gösterecek,
fakat ahlak kuralları ile ba da mayan birtakım sebepler bulunur. Mevcut hu parti ezici bir
hezimete u rayacaksa ya da pek açık biçimde halkın neden dü mü se, o partide büyük bir göç
ba lar. Parlamento sıçanları derhal partilerinin gemisini terk ederler. Fakat bu de i iklikler,
daha iyi anlatılmı bir fikir ve dü ünce veya daha güzel eyler yapmak yolunda ki çalı malarla
kesinlikle i de ildir. Bu hareket, parlamento tahtakurusunu ba ka bir partinin sıcak yata ına
dü üren içgüdünün görünümüdür, i te böyle ki ilerin toplandı ı bir salonda konu mak,
hayvanların önüne inci serpmek demektir. Sonucu sıfır oldu u için bo bir zahmetten 'ettir.
Panjermanist milletvekilleri konu a konu a gırtlaklarını yırttıkları halde etkili olamadılar.
Basın ise bu konu malar hakkında ya sessizli ini muhafaza ediyor ya da konu maların akı ını
bozup manasını de i tirerek yayınlıyordu. Bundan dolayı halk yeni hare-niyeti hakkında bir
fikir edinemiyordu. Gazetelerde çıkan fıkralar konu maların orasından burasından alınmı
parçalardan ibaret oldu u için, hiçbir ey ifade etmiyordu. Sözün kısası Panjermanistlerin
konu tukları yer tam o be yüz parlamento üyesinden meydanı oluyordu. Bu da her eyi
anlatmaya yeter sanırım. Fakat i in daha kötüsü u oldu: Panjermanist hareket, ancak ilk ,en
itibaren yeni bir felsefi dü ünce ortaya atmadıkça ba arı t edemezdi. Bu büyük mücadeleyi
sonuca vardırmak için dahice almak ve hakikati en iyi ve en cesur ereflere teslim etmek
gerekirdi. Bir felsefi dü ünce u runda yapılacak mücadele, e er her fedakarlı a hazır kimseler
tarafından ba latılmazsa, kısa bir zaman ölümü göze alabilecek bir mücadele adamı
bulunamaz. Kendi için kavga eden kimsede, topluluk u runa mücadele etme imkanı yok olur.
Herkes bu önemli artı ö renmeli ve yeni hareketlenecek nesillerin nazarında an ve eref arz
edece ini, bugün ise
T
ey sa lamayaca ını bilmelidir. E er bir hareket ne kadar çok im vaat
ediyorsa, o kadar çok haris kimselerin hücumuna u radı. Gün gelir bu siyaset i çileri parti
içinde ço unlu u ele geçirerek mevkie çıkarlar. Eskiden namuslu bir mücadele adamı olan
herif imdi yeni hareketi tanımamazlıktan gelir. Partiye yeni gelende onu bir yapı kan olarak
gördüklerinden istemezler, i te bu durumda da böyle bir hareketin kutsal görevi bitmi olur.
Panjermanist hareket, çalı malarım parlamento içine yöneltti i eflerin ve mücadele
adamlarının yerlerini parlamentocular ele geçirdiler. Böylece bu hareket kısa bir zaman içinde
di er partilere benzedi ve geçici bir siyasi te ekkül durumuna dü tü. Mücadele etme yerine o
da "nutuk atmayı ve "müzakere etme "yi ö rendi Böylece çok geçmeden yeni parlamenterler,
yeni hareketin fikirlerini parlamento belagatinin "manevi silahları" ile korumaya ba ladılar.
Çünkü bu ekil mücadelenin, gerekti inde hayatını tehlikeye ama pahasına, sonu belli
olmayan ve bir çıkar sa lamayan kavga).ı giri mekten daha tehlikesiz oldu unu anladılar.
Memleketlerdeki taraftarlar, parlamentoya girenlere ümit besle diler, onlardan mucize
beklediler. Tabii hepsi bo çıktı, kısa bir zaman sonra sabırsızlanmaya ba ladılar. Çünkü
milletvekillerinden i ittikleri eyler, parlamentoya seçtikleri kimselerden beklediklerim hiç
uymuyordu. Bunun sebebi basının, Panjermanist miletvekillerinin konu malarını halka ters bir
ekilde yansıtması idi. Bu arada yeni milletvekilleri parlamentoda kendi mücadelelerinin
tatlıla mı ekillerinden zevk aldıkları için, halk toplulukları arasında konu 111.1 yapmak
gibi çok daha tehlikeli bir i e dönmek istemiyorlardı. V;v.ı tasız olarak, yani büyük
kalabalıklar önünde konu ma yapmanın yararları unutuldu.
Toplantı yeri i ini gören birahane masası, parlamento kürsüsü ile kesin bir ekilde yer
de i tirince ve konu malar do rudan do ruya halka yapılacak yerde "forum"daki, halk
temsilcilerinin kafalı rina bo altılmaya ba lanınca,Panjermanist hareket bir halk hareken
olmaktan çıktı. Kısa bir zaman içinde de akademik münaka a); 11.1 mahsus az çok ciddi bir
kulüp seviyesine indi. Basının sebep oldu u fena intiba ile Panjermanist kelimesi halk
arasında kötü bir öhrete sahip oldu.
Fakat günümüzün züppeleri ve elleri kalem tutan haydutlar urasını bilsinler ki, bu dünyanın
büyük devrimleri hiçbir zaman l »ı kaz kalemi bayra ı altında olmamı tır! Sadece her
seferinde bu kalemlere, devrimlerin kuramsal sebeplerini yazmak i i dü mü tür
Ta ilk ça lardan beri siyasi veya dini sahalarda büyük tarihi olayları meydana getiren kuvvet,
sadece a ızla söylenen sözlerin kudreti olmu tur. Bir milletin büyük bir ço unlu u daima 1"<
sözün kudretine boyun e er. Bütün büyük hareketler, ahsi durumların ve ruh haletlerinin,
volkanı andıran patlamaları ile olmu tur. Ancak bu patlamalar, ya o zalim sefalet ilahına ya da
halk toplu! ı il'inin sinesine atılan sözlerin kıvılcımları ile meydana gelmi tir. at bu i leri
hiçbir zaman estetikçi yazarların ve salon kahramanım limonata fıskiyeleri yapmamı tır.
Milletlerin mukadderatını yakıcı bir ihtiras fırtınası de i tirebilir. Ancak bunu içinde (imasını
bilen kimse, ihtiras meydana getirebilir ve kendi sevgili da larına bir milletin kalbini açan o
çekiç darbesini andıran sözü ihtiras kayna ı olur. ihtiras bilmeyen ve a zı kapalı duran kimse
iradesini açıklamak için Tanrı tarafından seçilmez.
E er yapacakları i için görgü ve ehliyet yeterse, geli igüzel ka ıt karalayan yazarlar,
mürekkep i elerinin kar ısında oturup "nafiyelerle me gul olarak vakit geçirsinler. Böyle bir
kimse lider olmak için do mamı tır ve seçilmemi tir. Demek ki büyük amaçlar ve ko an bir
hareket halkla teması kaybetmemelidir. Herkes her eyden önce bu açıdan incelemeli ve
kararlarım bu yöne üfmelidir. Ayrıca halkın üzerindeki tesir imkanlarını azaltacak i lerden
kaçınmalıdır. Bunun böyle olması demagojik sebepler vasıtasıyla de ildir. Hiçbir büyük fikir,
ne kadar kutsal ve ne kadar ek olursa olsun, halkın kuvvetli deste i olmadan gerçekle tiremez.
Gayeye do ru kesin yolu sadece sert gerçek temin eder. Güzel yollardan kaçınmak ister
istemez gayeden vazgeçmektir. Nnjermanist hareket, faaliyetlerinin büyük bir kısmını halk
de il de, parlamentoda geli tirmeye ba layınca, belki bir an ba arılar elde etti, fakat buna
kar ılık gelece ini feda etti i oldu. Çetin olmayan bir mücadele yoluna sapmakla zafere layık
olmayan bir duruma dü tü.
Viyana'daki yıllarım sırasında bütün bu meseleler üzerinde durdum. Kanaatimce Cermenli in
kaderini ellerine almaya aday görünen hareketin yıkılmasının en belli ba lı sebebi, yukarıda ki
açıklamalardır. Bugüne kadar olan büyük inkılapların derin sebeplerinin bilinmemesi, büyük
halk topluluklarının öneminin hafife alınmasına sebep oldu. Bunun sonucu olarak toplumsal
sorunlar hakkında halkın ilgisi zayıfladı ve milletin a a ı tabakalarını elde etmeye yarayacak
te ebbüslerde yetersizlik hasıl oldu. Sonunda parlamentoya kar ı alınan vaziyet bütün
bunların üstüne tuz biber ekti, eskiden beri devrimci direni te halkta görülen o kuvvet takdir
edilseydi, gerek toplumsal yönden ve gerek propaganda yönünden ba ka türlü faaliyet
gösterilirdi. Hareketin en belli ba lı gayreti de parlamentoda de il, fabrikalarda ve sokaklarda
sari olunurdu.
Panjermanist hareketin Katolik Kilisesi'ne açtı ı sert saldırı, halk ruhunun gere i gibi
anla amamasından ileri geldi. Yeni partinin Roma aleyhindeki iddetli saldırısına sebep,
Habsbourg Hanedanı'nın Avusturya'yı bir Slav devleti yapma a karar verdi i zaman, bu
gayesine hizmet edecek gibi gördü ü çarelerin hepsine birden sarılması idi. Dini müesseseler
tereddüt gösterilmeden ve pi manlık duyulmadan hükümetin hizmetkarı haline getirildiler.
Çek "Paroisse"ler ve "Cure"ler Avusturya'nın Slavla tırılması i inde kullanılan vasıtalar
oldular. Genellikle Çek papazları Alman olan bölgelere tayin ediliyorlardı. Bunlar yava
yava Çeklerin menfaatlerini, kiliselerin menfaatlerinden üstün tutmaya ba ladılar. Her biri
Cermenlık ten çıkarma faaliyetinin hücreleri haline geldiler.
Alman ruhban sınıfının bu duruma kar ı gösterdi i reaksiyon, bir hiç seviyesindeydi. Bunlar
kar ı bir mücadeleyi idare edecek kabiliyete sahip de illerdi. Ayrıca hasmın saldırısına kar ı
milletini savunmasını da bilmiyorlardı. Böylece dinin sinsice i lenen suiistimalleri kar ısında,
herhangi bir müdafaaya sahip bulunmayan Cermenlik a ır a ır, fakat devamlı olarak geri
çekilmek zorunda kaldı.
Küçük meseleler deki cereyan ekli, büyük meseleler dekinin aynısı oldu. Habsbourgların
Almanlar aleyhindeki gayretleri yüksek ruhban heyetinde de bir tepki uyandırmadı. Böylece
Alman menfaatlerinin savunulması tamamen ihmal edilmi oldu.
Genel intiba da aynı idi. Katolik ruhban heyeti i gal etti i ye ı ile Almanların hukukuna büyük
zarar veriyordu. Bundan ötürü Ki lise kalben Alman milleti ile beraber olmadı ı gibi, onun
dü manla rina da yardımcı görünüyordu. Schoenerer'e göre bütün bu fenalı ın sebebi Katolik
Kilisesinin ba ının Almanya'da bulunmaması itli Kilisenin milletimizin menfaatlerine kar ı
dü manca tavır takınma sına sebep buydu.
Eskiden de oldu u gibi, o günlerde de Avusturya'da kültüre an meseleler arka plana atıldı.
Panjermanist hareketin Katolik Kilisesi ne cephe almasına sebep, Kilisenin ilme ve sanata
kar ı takındı ı tavırdan ziyade Alman hukukunu savunmaması ve Slavların isteklerine ve
iddialarına devamlı olarak yardım etmesi idi. Schoenerer yarım i yapan kimselerden de ildi.
Kiliseye kar ı mücadeleye, bunun milletini kurtulu yoluna çıkaracak tek hareket oldu u
kanaatiyle giri mi ti. Roma'dan ayrılma mücadelesi dü manın iç kalesini fethetmek için en
etkili bir taktik gibi göründü. E er Schoenerer Unda ba arı gösterebilseydi, Almanya'daki o
dini bölünmelerin üstesinden gelebilirdi. Bu ba arı ile Alman milletinin ve Reich'ın kuvveti
daha çok artacaktı. Fakat bu mücadelenin ne ba laması ne de bitmesi do ru de ildi. üphesiz
Alman ruhban heyetinin Cermenlik konusunda kar ı koyma kuvveti, Alman olmayan
meslekta larının özellikle Çeklerin gösterdikleri kuvvetten çok daha zayıftı. Alin
menfaatlerinin esaslı bir ekilde savunulması fikrinin hiçbir zaman Alman ruhban heyetinden
görünür olmadı ını, sadece cahiller ifade edemezlerdi.
Çek papazı kendi kuvvetine kar ı sübjektif, kiliseye kar ı objektif bir vaziyet aldı ı halde,
Alman "Cure"si kiliseye sübjektif bir ba lılık gösteriyor ve milletine kar ı ise objektif
kalıyordu. Bu öyle bir olaydır ki binbir çe it misalini gördükçe insanın asabı bo almaktadır.
Bunun, Katolikli in özel bir misali olmadı ı meydandadır. Fakat bizde, yine de kısa bir
zaman içinde her milli müesseseyi ve idealleri kemiren bir derttir. Mesela, memurlarımızın
milli dirilme te ebbüsleri kar ısında aldıkları tavrı, ba ka bir ırkın memurlarının aynı durum
kar ısında alacakları tavırla kıyaslayalım, ihtimal verilebilir mi ki, herhangi bir ülkenin
subayları, bizde tabii olarak kabul edilen ve be yıldan beri yapıla geldi i gibi devlet
otoritesinin arkasına çekilip, milletin dertlerini ihmal etsin. ün iki doktrin de Yahudi
meselesinde, milli menfaatlere ve dinin gereklerine ters dü en noktaları kabul etmiyorlar mı?
Oysa Yahudileri ırk yönünden pek az ilgilendiren meselelerde bir Yahudi ihamının aldı ı
vaziyet, bizim ruhban heyetimizin herhangi bir idemizde aldı ı vaziyetle bir kıyaslansın
bakalım. Tek bir fikrin müdafaası yapılan yerlerin hepsinde bu olayı görürüz. Devlet otoritesi,
demokrasi, barı çılık, milletlerarası anla ma gibi birtakım meftunlar, bizde daima bir kesin
fikirler ve doktrine ait kurallar halini alırlar. Bunlar milletin hayati meseleleri hakkında
verilecek hükümlere kaynak te kil ederler.
Bütün önemli konularda, evvelden dondurulmu bir fikre göre hareket etmek, objektif suretle
doktrin ile ayrılı a dü en bir olayı Objektif olarak anlamak melekesini tamamen yok eder ve
sonunda vasıtalarla gayeler arasındaki rolü tersine döndürür. E er kalkınma te ebbüsleri
zararlı bir hükümetin devrilmesini gerektirecek ise, bu na kar ı gelenler, hemen "bu devletin
otoritesine kar ı suikasttır" diyeceklerdir. Devletin otoritesi ise, objektifli e dört elle
sarılanların gözünde bir vasıta de il, bir gayedir. Bu gaye, onların hayatlarını doldurmaya
yeter. Mesela böyle bir te ebbüse Büyük Frederic bili kalkı sa, aciz cüceler ve ahlak
dereceleri belli olmayan politikacılar bunu protesto edeceklerdir. Çünkü prensiplere tapanların
nazarın da, demokrasinin kanunları milletin silahından daha kutsal görünürler. Demek oluyor
ki, biri devlet otoritesini sa ladı ından dolayı bir milleti yok olmaya sürükleyen istibdatların
en adisini koruya çak, di eri de taptı ı demokrasi mefhumuna uymadı ı için kurtulup, ümidi
veren bir hükümeti isteyecektir, i te bunun gibi bizim barı sever Alman da, millete yapılan
en kanlı baskı ve iddetleri, en fena militarist bir devletten gelse ve olayın akı ını de i tirmek
için savunmadan ba ka çıkar bir yolu bulunmasa bile bunu sessizlikle kar ılayacaktır. Çünkü
savunma tedbirlerine ba vurmak barı sever cemiyetlerin ruhuna aykırı gelecektir. Alman
Sosyalisti dünyadaki di er insanlar tarafından devamlı tecavüze u rayabilir. O ise buna yalnız
karde çe bir sevgi ile kar ılık verir ve intikam almayı dü ünmez. Bu pek acıklı bir durumdur.
Hatta savunmayı bile aklına getirmez, i te o ki i, Alman'dır. Fakat bu durumu de i tirmek
için de ilk önce onu iyice anlamak gereklidir.
Alman ruhban kurulunun basit bir bölümünün milli menfaatleri zayıf bir ekilde koruması da
aynı sebebe dayanmaktadır. Bu, ne uurlu bir kötü niyet eseridir ne de tepeden gelme
emirlerin sonucudur. Bu milli azim yoklu unda, biz gençlerin Cermenlik yönün-den eksik
e itim görmemizin ve bir put gibi tapılan fikrin duruma tamamen hakim olmasının sebebi
vardır. Demokrasi, milletlerarası sosyalizm, barı çılık (v.s.) yönündeki e itim, kendi
açısından o kadar sert ve dolayısıyla sübjektiftir ki, dünya hakkında çıkarılan genel görü bu
durum kar ısında etki altında kalır. Halbuki Germenli e kar ı gençlik üzerinde alınan
tedbirler tamamen objektiftir.
Fikrine sübjektif olarak maddi ve manevi varlı ı ile kendisini veren barı çı, bir Alman olarak
kendi milletine kar ı meydana gelen her tehditte (ki bu tehdit ne kadar haksız olursa olsun)
objektif hakkın hangi tarafta oldu unu ara tıracaktır. Bu Alman hiçbir zaman beka
içgüdüsüne ba lanarak, kendi seviyesinin safları arasında sava mayacaktır. Di er bazı
mezheplerde de durum aynıdır. Protestanlık kendi kayna ına ve geleneklerine uygun geldi i
nispette Cermenli in menfaatlerini kendinden daha iyi korur. Fakat, milli menfaatlerin
korunması kendi dü ünce ve geleneklerine aykırı ise veya herhangi bir sebeple bu koruma i i
geleneklerin dı ında kalmı bir alanı ilgilendiriyorsa, o zaman aciz kalır, hiçbir ey yapmaz.
Protestanlık, milli fikrin geli mesi, ahlak meseleleri, Alman ruhunun, dilinin ve hürriyetin
korunması söz konusu edildi inde, fena Alman menfaatlerinin gerektirdi i ekilde hareket
eder. Çünkü bütün bu konular, Protestanlı ın istinat etti i prensiplerle aynıdır. |Fakat milleti,
yok etmek üzere olan dü manın pençesinden kurtarmak yolundaki çalı maları da ezme e
u ra ır. Buna sebep Yahudiler hakkındaki görü leridir, i te ilk önce halledilmesi gereken i te
budur. Yoksa Almanların ilerde yapacakları bütün kalkınma planları anlamsız duruma dü er.
Viyana'da oturdu um sırada, bu konuyu önceden kazanılmı fikrin etkisinde kalmadan
incelemek fırsatını buldum. Böylece günlük hayatımın akı ı içinde bu hususun canlanma
te ebbüsleri imkansız ve manasız bir duruma dü er. Bin defa haklı oldu unu anladım. Birçok
milletten meydana gelen bu ehirde, milletin menfaatleri sadece barı sever Alman, objektif
olarak dü ünüyordu. Fakat Yahudi, kendi milletinin menfaatlerine ait hususlarda hiçbir zaman
ekilde hareket etmiyordu. Yalnız Alman Sosyalist'inin, kendi milletinin menfaatlerini
beynelmilelci yolda ların huzurlarında ikayet ve a layıp sızlamaların dı ında bir yolda
korumak imkanını vermeyecek ekilde beynelmilelci oldu u da ortaya çıkıyordu. Halbuki
hiçbir zaman bir Çek veya bir Leh böyle hareket etmiyordu. Sözün kısası o günlerde gördüm
ve anladım ki bu hatalar, fenalık mezheplerden çok, bizim kusurlu olan e itimimizden ileri
gelir. Nedense milliyetimize ters dü en dü ünceleri feda edecek kalbimize hakim
olamıyorduk. Bunun sonucunda da Panjermanist hareketin, Katolikli ine kar ı olan
mücadelesinin nazari delili reddedilmi oluyordu.
Alman milleti, gençlik ça larından itibaren, sadece kendi ırkının haklarını koruyacak biçimde
e itilmeli ve Alman çocuklarının kalpleri, milletimizin savunmasına ait konularda, o kötü
"objektif görü ümüzle zehirlenmemelidir. te o zaman, ba ta radikal bir hükümet dahi
bulunsa, irlanda, Lehistan veya Fransa'da oldu u gibi Almanya'da da Katolik Kilisesi'nin
Alman oldu u görülecektir. Bu iddiamın en açık delilini, milletimizin ilk defa bir ölüm kalım
mücadelesine giri ti inde varlı ını korumak için tarihin önüne çıktı ı o devirlerde buldum.
Yukarıdan sevk ve idare devam etti i sürece halk üstüne dü en görevini layıkıyla yaptı.
Protestanlar ve Katolikler sadece cephedeki kuvvetimize de il, özellikle geride kalan
kuvvetlerimizede hizmet ettiler, ilk sevk ve heyecan yıllarında, iki tarafda kutsal bir Alman
imparatorlu u'ndan ba ka bir ey dü ünmedi, imparatorlu un hayatı ve gelece i için herkes
Tanrısına dua ediyordu.
imdi Panjermanist harekete, Avusturya'da Alman unsurunun bekası, Katolik dini ile telif
edilebilir mi, diye sormalı. E er cevap "evet" olursa, bu siyasi parti din ve mezhep
meselelerine hiç karı mamalıydı. Yok e er cevap "hayır" olacaksa, bir siyasi partiye de il,
dini bir reforma ihtiyaç var demekti. Siyasi bir te kilat gibi karı ık yollardan dini bir reform
yapmak isteyen kimse, dini inanı ların geli mesi ve kilise için bunları tayin eden ve meydana
getiren eyleri hakkında hiçbir fikri olmadı ını sadece bu te ebbüsü ile ortaya koymu olur.
iki efendiye birden saygı göstermenin mümkün olmayaca ını sırası gelmi ken belirtelim.
Esasen benim fikrime göre, bir dinin meydana getirilmesi veya yok edilmesi, bir devletin
kurulmasından daha büyük ve ayrı mahiyette bir harekettir.
Hiç üphe yok ki, her zaman birtakım vicdandan yoksun kimseler bulunur. Böyle kimseler
aynı zamanda dini kendi karanlık siyasi görü lerine alet ederler. Fakat unu da unutmamalı ki,
dini veyahut mezhebi kendileri için suiistimal edenler yüzünden, din ve mezhepleri sorumlu
tutmak mümkün de ildir. Bu adi kimseler, kendi adi içgüdüleri için suiistimal edecekleri
ba ka müesseseler varsa, hiç çekinmeden onları da istismar ederler.
Parlamentoda böyle bo kafalı bir kimse kalkıp kendi siyası menfaati için, dini suiistimal
edecekse, bu hareketini haklı gösterecek fırsatı nimet sayar. E er böyle bir kimsenin ahsi
ahlaksızlı ından dolayı, din ve mezhep sorumlu tutulur ve bu müesseseye hücum edilirse,
yalancı artık herkesi kendine ahit tutar. Kendi hareketinin ne kadar haklı oldu unu ve dinin
kurtulması gerekti inden dolayı kendisine müte ekkir kalınmasını ileri sürer. Sonunda i i
lyaygaraya bo an bir kimsenin kavgaya sebep te kil etti im kimse Jffiirk etmez. Yahut
hafızası zayıf olan kamuoyu bunları hatırlamaz. Böylece adi herif, hedefine ula mı olur.
Bu gibi kurnaz kimseler bilirler ki, bütün bunların din ile ilgisi hiç yoktur. Bu adi herifler gizli
gizli gülerken, onlarla mücadele etmi Olan namuslu, fakat maharetsiz kimse bu i ten ma lup
çıkar ve hatta insanlı ın iyi niyetinden ümidini keserek hayattan çekilir. Di er taraftan, dini,
din olmak itibarı ile, hatta kiliseyi de herkesin i ledi i kabahatlerden dolayı sorumlu tutmak
haksızlık olur. Dini te kilatın büyüklü ü, insanın mutat noksan ve kusurları ile mukayese
edilince, iyilerle fenalar arasındaki farkın dindar çevreler lehinde tecelli etti i görülür. Ruhban
kurulunda da kutsal görevleri-siyasi arzuları u runda kullananlar ve siyasi alanda yalan ve
iftirayı yaydıklarını, hatta yüksek bir gerçe in etkeni olmaları gerektiklerini unutan kimseler
vardır. Böyle dü ük ahlaklı bir veya iki ki iye kar ılık kutsal görevlerine sadık bütün bir
te kilatı itham etmek yanlı olur.
Kutsal görevlerine sadık binlerce rahip vardır ki, do runun ve ahlakın yok oldu u devrimizin
bataklı ı üstünde birer adacık gibi yükselirler ve Allah'ın bize gülece i günün do masını
ate li bir surette temenni ederler...
Ahlaksız bir herif, üstünde rahip elbisesi oldu u halde yüz kızartıcı bir suç i ledi inde,
kiliseyi itham etme hakkına nasıl ki pek az sahip isem, imdi her gün oldu u gibi, bir ba ka
biri de milliyetini lekeler ve ona hıyanet ederse, bundan dolayı da kiliseyi suçlama hakkına
pek az nispette sahip bulunurum. Özellikle günümüzde u husus unutulmamalıdır: Bu
kötülerin bir tanesine kar ılık, binlerce rahip vardır ki, bunların kalpleri milletlerinin
felaketinden dolayı kanar.
Bu arada ilke ve inanç meselelerinin söz konusu oldu unu iddia edenlere de cevap vermek
isterim. E er bunlar, gerçe i ilan etmek için Tanrı tarafından seçildiklerini hissediyorlarsa bu
i i yapsınlar. Fakat o zaman da bu i bir siyasi parti vasıtasıyla dolambaçlı ve karanlık
yollardan yapılmamalı. Çünkü bu hile olur. E er bunlar kafi cesareti kendilerinde
bulamazlarsa, bu i ten ellerini çekmelidirler. Alnı açık bir halde isteme e cesaret
edemedikleri bir eyi hiçbir zaman siyasi bir olu umun dolambaçlı ve karanlık yollarından
elde etme e kalkmamalıdırlar. Siyasi partilerin din meseleleri ile hiçbir alaka ve i leri yoktur,
i te bu meselelerin etkileri, milli hayat aleyhinde olmamalı ve milletin ahlakına bir zarar
getirmemelidir. Siyasi partilerin mücadelelerine de din karı tırılmamalıdır.
Kilisenin ileri gelenleri milletlerine zarar vermek için, dini müesseselerden ve dini
inanı lardan istifade yoluna saptıkları zaman, bu yolda onların arkalarından gidilmemelidir,
onların silahları ile mücadele etmeye kalkılmamalıdır. Siyasi lider için milletin dini inanı ları
ve dini müesseseleri daima el sürülmez bir durumda kalmalıdır. Aksi takdirde siyasi bir ahıs
olmaktan çıksın ve e er kabiliyeti varsa Islahatçı olsun!
Panjermanist hareketin, dünyaya kar ı mücadelesini inceleyerek, o günlerde ve özellikle ertesi
yıllarda u sonuçları aldım: Bu hareketin toplumsal konular üzerindeki anlayı sızlı ı,
mücadeleye kabiliyetli olan halktan kendisini koparmı tı. Parlamentoya girmek onun
hamlesindeki kuvveti zayıflattı. Katolik Kilisesi ile mücadele etmesi, onu birçok çevrelerde
istenmeyen bir hareket gibi görülmesine sebep oldu, böylece milletin arasındaki en iyi
unsurların ço undan onu yoksun bıraktı. Avusturya'daki kültür sava ının ameli sonucu sıfıra
indi.
Gerçi bu hareket, kiliseden yüz bin ki iyi ayırmaya muvaffak oldu. Fakat kilise bundan bir
zarar görmedi. Yollarını a ırmı bu koyunların kaçı ına gözya ı dökmedi. Esasen kilise,
eskiden beri kendisinden olmayan kimselerden ba kasını elinden kaçırmadı. Yeni reformla
eskisi arasındaki fark bundan ibaret kaldı. Eskiden en iyi unsurların birço u samimi bir dini
kanaat evk ile kiliseden uzakla mı lardı. imdi ise sadece inançları gev ek olanlar kaçtılar ve
bu hareketin özünde de birtakım siyasi dü ünceler vardı. Fakat bu sonuç özellikle siyasi
yönden gülünç ve aynı zamanda hazin oldu. Alman milletini kurtarabilecek bir hareket,
gereken sert Realizm ile yönetilmedi inden ve kendisini çökmeye sevk edecek sahalarda yo-
lunu a ırdı ı için bir kere yok oldu, gitti.
Panjermanist hareket, e er büyük halk topluluklarının psikolojisini bu kadar yanlı anlamamı
olsa idi, hiçbir zaman bu hatayı i lemeyecekti. Hareketin efleri, hedefe ula mak için
psikolojik sebeplerden dolayı halka kendilerini ele tirenleri ve hasımlarını göstermeselerdi,
kavga edebilecek bir kuvvetin tamamen da ılmasını önlerler ve böylece Panjermanist
hareketin hücum yönü bir tek : dü mana çevrilmi olurdu.
y Bu siyasi partinin, alaca ı kararlarda her eye giri en, fakat hiçbir zaman sayesine
eri emeyen tedbirsiz, basiretsiz ve ileriyi görmeyen kimseler tarafından idaresi kadar tehlikeli
bir ey yoktur. Fakat f herhangi bir din veya mezhep, hakikaten tenkide müstahak ise hiç-I. bir
zaman unutulmamalıdır ki, tarihte siyasi bir partinin bu gibi durumda dini bir ıslahat icrasına
muvaffak olabildi ine dair bir örne e rastlanmaz. Tarih, tatbik edilmeleri söz konusu oldu u
sırada unutmamak için incelenmez ve okunmaz. Veyahut tarihteki gerçeklerin, bugünkü
duruma uygulanamayaca ını dü ünmek için tetkik edilmez. Tarih, ibret ve ders almak için
incelenir ve okunur. Bunu yapmaktan aciz bulunan insan, kendisinin siyasi bir lider oldu unu
hiçbir zaman aklına getirmemelidir. Böyle bir kimse kendini be enmi , adi bir eytandır.
Bütün çabalamaları, ameli kabiliyetsizli ini saklamaya yetmez.
Genellikle siyasi liderlerin bütün hünerleri, halkın dikkatini tek bir kar ı çıkan üzerine
çekmekten ibarettir. Hiçbir zaman bu dikkatin da ılmasına meydan bırakmazlar. Bir
milletteki bu kavga iradesinin hedefi ne kadar yo un olursa ve böyle bir hareketin çekici
kuvveti ne kadar büyükse, çarpı ma kudreti de o nispette büyük olur. Halka çe itli
dü manların aynı sınıfa mensup olduklarım telkin etmek hüneri, siyasi liderlere has bir eydir.
Çünkü dü manın çok ve çe itli oldu u kanaati, zayıf ve tereddüt sahibi kafalar için kendi
davalarından üpheye dü melerine sebep olur. Halk, bir çok dü manla mücadele halinde
bulunması durumunda kendine u suali sorar. Di erlerinin haksız olup, yalnız bizim hareket
ve davranı ımızın haklı olması kabil midir? i te bu soru soruldu u takdirde halkın bütün
kuvveti felçli bir duruma girer. Bunun için daima çe itli ve sayıca çok dü manı, kendi
taraftarlarımıza tek bir dü manla mücadele ediliyormu eklinde göstermek gerekir. Bu, kendi
halkımızın inancını kuvvetlendirir ve bu inanca saldıranlara kar ı toplu galeyanı artırır, i te
Avusturya'da Panjermanist hareket bunu anlamadı ve sonunda ba arılı olamadı.
O gayeyi pek do ru görmü tü, iradesi temizdi, fakat seçti i yol yanlı tı. Bu hareketin
çökü ünü bir da ın zirvesine çıkmak isteyen ve bu zirveden gözlerim ayırmadan azim ve
kuvvet dolu bir halde yola çıkan, fakat yoku un zorluklarını ve imkanlarını dikkate alma yan
adamın ba arısızlı a u ramasına benzetebiliriz.
Kendisinin rakibi olan Hıristiyan Sosyal Parti de ise bunların aksi görülüyordu. Hıristiyan
Sosyal Parti'nin tuttu u yol isabetli seçilmi ti. Fakat gaye açık olarak tasavvur edilmiyordu.
Panjermanist hareketin hataya dü tü ü yerlerin hemen hepsinde Hıristiyan Sosyal Parti'nin
çalı maları etkili ve akla uygun oldu. Bu parti halk topluluklarının önemini takdir ediyordu.
Daha ilk günlerden itibaren, toplumsal alandaki siyaseti ile bunu ispatladı. Özellikle küçük ve
orta sınıf esnafını ele geçirmek için çalı tı ve böylece sebatkar ve fedakarlı a hazır taraftarlar
topladı. Dini müesseseler aleyhindeki her çe it mücadeleden uzak kaldı. Bu sayede de
kuvvetli bir propagandanın önemini anladı, halka kendini saydırmak hünerinde, büyük bir
sanatkar oldu unu ispat etti. E er Avusturya'yı kurtarmayı ba aramadı ise, buna amaçlarına
tam bir açıklık getirememesi sebep oldu.
Yeni hareketin Yahudi aleyhtarlı ı ırkçı prensiplere de il, dini inanı lara dayanıyordu. Bu
hata ikinci bir hata i lenmesine yol açtı. Hıristiyan Sosyal Parti'nin kurucuları Avusturya'yı
kurtarmak isterken partinin ırk prensiplerine dayanmasına gerek olmadı ım sanıyorlardı.
Böyle hareket edilirse kısa bir süre sonra devletin sonu gelir diyorlardı. Özellikle Viyana'da
parti ileri gelenlerinin fikirlerince ihtilaf unsurları bir yana bırakılarak birlik olunması
isteniyordu. O günlerde ise Viyana'da çe itli ırklar vardı ve özellikle Çekler bulunuyordu.
Bunun için ırk meselelerinde ho görülü davranarak, onların Alman aleyhtarı bir parti
kurmalarım önlemek istiyorlardı. Sayıları pek çok olan küçük Çek esnafını Manchester
liberalizmine kar ı mücadele ile partiye çekmek istediler. Yahudiler aleyhindeki, dini bir
temele dayalı mücadelenin ihtiyar Avusturya'daki unsurları, bütün milli ihtilafların üstünde
bile tirecek bir yol olaca ını sandılar. Böyle bir temele dayalı mücadele Yahudileri pek
korkutmadı. Çünkü bir parça vaftiz suyu, hem Yahudi'yi ve hem de onun ticaretini daima
kurtarabilirdi.
Bütün konunun ciddi ve bilimsel bir analizini yüzeyde kalan te ebbüslerle yapamazlardı. Bu
da böylesine bir Yahudi aleyhtarlı ına akıl erdiremeyenlerin Hıristiyan Sosyal Parti'den yüz
çevirmeleri sebep oldu. Bu fikrin çekicili i, dar zekalı bir çevre içinde kaldı. Hissi
dü üncelerden sıyrılarak gerçek bir anlamaya do ru hamle yapılmıyordu. Yarım yapılan i ler
Hıristiyan Sosyal Parti'nin Yahudi
aleyhtarlı ı konusunda takip etti i siyasetin de erini sıfıra indirdi.
Yapılan, sözde bir Yahudi aleyhtarlı ından ileri geçemedi ve muhalif hareketten çok daha
tehlikeler do urdu. Çünkü dü man kula ından yakalandı ı dü üncesiyle, huzur içinde derin
bir uykuya dalındı. Gerçekte ise, bizi burnumuza halka geçirip sürükleyen o idi. Sonunda
Yahudi, böylesine bir Yahudi aleyhtarlı ına öyle güzel alı tı ki, bunun ortadan kalkması, onu
kendi aleyhindeki faaliyetin devam etmesinden daha çok üzecekti. Böylece milliyet üzerine
kurulu devlet fikrinden büyük fedakarlıklar yapmak gerekti ve Cermenli in müdafaasında da
çok daha a ır fedakarlıklara giri ildi. Viyana'da bile milliyetçi olmak cesareti
gösterilemiyordu. Bu konudan kaçınılıyor ve Habsbourglar Devleti'nin kurtarılaca ı ümit
ediliyordu, i te bu ekilde devlet yok olmaya sürüklendi. Bu yüzden ilk parti için önemli olan
hareket kuvvetinin en kudretli kayna ı kaybedildi ve Hıristiyan Sosyal Parti herhangi bir
partiye benzedi. Bu iki hareketten birini, kalbimin iddetli çarpı ları ile, di erini, de o
günlerde bana Avusturya'da bütün Alman ırkının asil bir sembolü gibi görünen o kimseye
kar ı duydu um hayranlık hissinin evki ile inceledim. Dr. Lueger öldü ü zaman, o muhte em
cenaze alayı Ringstrasse'ye do ru hareket etti inde, bu hazin merasimde bulunan yüz binlerce
ki inin arasında ben de vardım, içimdeki heyecana, bu ahsın bütün eserinin bo oldu u hissi
karı ıyordu. Çünkü devlet korkunç bir ekilde çöküyordu. E er Dr. Kari Lueger Almanya'da
ya amı olsaydı, milletimizin en büyük simaları arasına girerdi. Bu tahammül edilmez
devlette ya amı olması, gerek eseri ve gerek kendisi için bir felaket oldu. Öldü ü zaman
Balkanlardaki küçük parlamalar, gün geçtikçe daha iddetli bir hal alıyordu. Kader
kaçınılaca ını sandı ı hususların meydana geldi ini görmekten onu korudu.
Bu hareketlerden birinin aciz kalı ının ve di erinin de ba arısızlı a u ramasının sebeplerini
aradım. Sonunda u kanaate vardım. Panjermanist hareket Almanlı ı ihya etme prensibini
tasarlama eklinde haklı idi. Fakat bu i için seçti i vasıtalar ansız çıktı. Milliyetçi oldu, fakat
maalesef halkı kazanacak kadar sosyal olamadı. Onun Yahudi aleyhtarlı ı, dini dü ünceler
yerine ırklar meselesini iyi anlama esasına dayanıyordu. Fakat belirli bir mezhebe kar ı
mücadelesi bir prensip ve taktik hatası idi.
Sosyal Hıristiyan hareket, Almanya'nın dirilmesi gayesinde hiçbir açık dü ünceye sahip
de ildi. Toplumsal meselenin yabancılara kar ı mücadelesinde aldandı ve milliyetçi
(nasyonalist) fikrin kudreti hakkında fikir sahibi olamadı.
E er Hıristiyan Sosyal Parti, halkı anlama meselesine, Panjermanist hareketin ırklar
meselesine verdi i önem kadar sarılsa idi, yani milliyetçi olsa idi, yahut Panjermanist hareket
milliyetçilik ve Yahudi aleyhtarlı ı konularındaki isabeti kadar, Hıristiyan Sosyal Parti'nin
Sosyalizm hususundaki vaziyetini anlasa idi, ortaya çıkan hareket Alman ırkının kaderinde
çok önemli ve olumlu bir rol oynayacaktı. E er bu böyle olmadı ise bunun suçu Avusturya
Devleti'nin özüne aittir.
Partilerin hepsinde fikirler tam manasıyla olgunla ıp, kesin ekillerini almadıkları için hiçbir
partiye girmedim. Daha o günlerde bu hareketlerin sonuçsuz kalaca ını, Alman ırkını
gerçekten milli bir kalkınmaya kavu turmayaca ım anlıyordum. Habsbourglar Devleti'ne
kar ı duydu um kin ve nefret bu devirde gitgide ço aldı. Yabancı siyasi konularla me gul
oldukça, bu devletin Almanların felaketine sebep olmaktan ba ka bir i e yaramayaca ı fikri
bende dal budak salıyordu. Alman milletinin kaderinin Almanya'da de il, Reich'ın kendisinde
çizilece im her gün daha açık bir ekilde görüyordum. Bu sadece genel siyasi sebeplerden
dolayı de il, aynı zamanda kültür yönünden de böyle olacaktı. Avusturya kültür ve güzel sa-
natlarda da Alman milleti için tam bir anlamsızlık örnekleri veriyordu. Bu rezalet mimari
sahada daha çok göze çarpıyordu. Arnuvoar tık bu hususta büyük zaferler kazanamazdı.
Çünkü Ringstrasse bittikten sonra Viyana'da geli en planlara kıyasla Almana pek önemsiz
i lerden ba ka bir ey kalmamı tı.
Akıl ve gerçek beni Avusturya'daki acı, fakat verimli geçen çıraklı ıma devam etmeye
zorluyordu. Fakat kalbim ise oradan ayrıl mı tı. Böylece çifte hayat sürmeye ba ladım.
Bu devletin bo lu unu ve onu kurtarmanın imkanı olmadı ını anladıktan sonra, beni ezen bir
sıkıntının pençesine dü tüm. Onun bütün yapaca ı te ebbüslerin Alman ırkını felakete
sürükleyece ini de hissediyordum. Bu devletin gerçekten büyük ve de erli her Almanı
küçültece ine ve ona engel olaca ına kanaat getirdim. Çünkü Alman milletinin aleyhine olan
her faaliyeti te vik edip, kolayla tırıyordu. Monar inin merkezi Viyana'da, Çeklerden,
Lehlerden, Macarlardan, Rutenlerden, Sırplardan ve Hırvatlardan meydana gelen ırki ala ım
bende tiksinti uyandırıyordu. Bu arada insanlı ın çökü ünü hazırlayan mikrop Yahudileri de
unutmamak gerek, î te bu büyük ehir, nikah dü meyen akrabalar arasında meydana gelen
evlenmeye benziyordu.
Gençli in dili, A a ı Bavyera Bölgesi'nde konu ulan lehçe idi. Ben, ne bunu unutabiliyordum
ne de Viyana diline bir benzetme ' yapabiliyordum. Bu ehirde kaldı ım sürece, Almanya'nın
bu eski kültür merkezim yok etmeye ba layan bu yabancı ırklar toplulu una kar ı kinim
kabarıyordu. Bu devletin ömrünü uzatmaya çalı mak ,bana çok gülünç geliyordu. O sırada
Avusturya öyle eski bir mozaik gibiydi ki, parçaları bir araya toplayan çimento artık
dayanıksız bir duruma gelmi ti. Bu aheser elle dokunulmadı ı sürece, sizi e siz bir varlık
görünü ü ile aldatmaktaydı. Fakat buna dokunulur dokunulmaz, tuzla buz olacaktı, i te bu
darbenin ne zaman indirilece i söz konusu idi
Benim kalbim daima Alman imparatorlu u için çarptı, Avusturya Monar isi için de il. Bu
ihtiyar monar inin çökme saati, bana her zaman Alman ırkının kurtulmasının ba langıcı gibi
geldi. Bütün bu sebepler beni, gençli imden beri duydu um gizli hülyaların ve gizli a kın
çekti i yere gitmeye zorladı. Zamanı gelince bir mimar olarak, milletime kaderimin bana
verdi i küçük ve büyük çerçeve ''içinde samimi görevleri yerine getirece imi ümit ediyordum.
Sözün
1
kısası kalplerindeki en ate li emellerinin gerçekle ti i yerde ya amak ve faaliyette
bulunmak saadetine sahip kimseler arasına katılmak istiyordum. Kalbimin emeli ise, sevgili
vatanımın, mü terek büyük vatan olan Alman Reich'ı ile birle mesinden ibaretti.
Bu büyük iste in de erini anlamayanların sayıları bugün bile Çoktur. Fakat ben, kaderin bu
saadeti tattırmadı ı kimselere hitap ediyorum. Anavatandan ayrı dü tüklerinden dolayı, ana
dilin kutsal hazinesi u runa mücadele etme zorunda kalanlara, vatana ba lı Olu ları yüzünden
kötü hareketlere u rayanlara ve sevgili ana topra ın kalbine dönme imkanını verecek saadet
dolu günü elem dolu bir evkle bekleyenlere sesleniyorum. Ve biliyorum ki bu kimseler beni
anlayacaklardır.
Alman olup da, sevgili vatana mensup olmak imkanını bulamamanın ne oldu unu bütün
varlıkları ile bilenler, vatandan ayrı dü mü kimselerin kalplerinde her an yanan derin sıla
hasretini takdir edebilirler. Bu sıla hasreti herkesi üzüyor, herkesi ne e ve saadetten yoksun
bırakıyordu. Bu hal, vatanın kapısı açılıncaya ve mü terek kan, mü terek imparatorlukta barı
ve sükûn buluncaya kadar devam edecektir.
Viyana benim için acı bir okul oldu ve içimde öyle kaldı. Fakat benim için çok verimli bir
okuldu. Viyana'ya henüz yarı çocuk ya ta iken gelmi tim. Bu ehri terk etti im zaman ciddi
bir adam olmu tum. Hayat hakkındaki genel dü üncelerimi ve özellikle siyasi inceleme
eklim orada ö rendim. Bu ö rendiklerime bazı ekler yaptım, fakat hiç terk etmedim. O
yılların bütün de erlerini ancak imdi anlayabiliyorum.
Hayatımın bu devresini geni bir ekilde anlattım. Bu mütevazı ba langıçtan sonra, be yıl
kadar kısa bir süre içinde halk topluluklarının büyük bir hareketi olmaya ba layan parti için
gerekli konuları ve ilk hayat derslerini aldım. E er ahsi fikirlerden meydana gelen bir
sermaye, bende daha ilk yıllardan itibaren kısmen kaderin baskısı ve kısmen de ahsi
inceleme ve okumalarım sayesinde birikmemi olsaydı; bilmem Yahudilere, Sosyal
Demokrasi'ye, Marksizm'e ve toplumsal konulara kar ı ne tavır alırdım. Çünkü, vatanın
ba ına gelen felaketler, binlerce ki iyi yıkılmanın iç sebepleri hakkında dü ünmeye sevk
ettiyse de; bu çökü , insanı mücadele yıllarından sonra kaderleri ile ba ba a kalmı olanların
elde edebilecekleri dayanıklılı a hiçbir zaman ula tırmaz.
BÖLÜM 4
1912 yılının baharında Münih'e gittim, Sanki yıllarca orada .oturmu um gibi ehir bana hiç
yabancı gelmedi, incelemelerim beni defalarca bu Alman sanatının merkezine götürmü tü.
Münih bilinmezse Almanya görülmü sayılamayaca ı gibi, Münih tanınmadıkça Alman sanatı
hakkında da bir fikre sahip olunamaz. Bütün güçlüklere ra men burada geçirdi im devre
hayatımın en mesut zamanı oldu . Çalı ıyordum. Aldı ım ücret pek az bir eydi. Resim
yapmak !in ya amıyordum. Kendi geçimimi sa lamak için resim yapıyorum. Resim
yapmamın sebebi, hayat imkanlarını ö renmek ve bu anda ilerlemeyi devam ettirebilmek
içindi. Günün birinde tasavvur etti im gayeye ula aca ımdan eminim. Bu kanaat bana
çalı marımda büyük bir enerji kayna ı oldu.
Hayatın basit ve küçük üzüntülerine kolayca ve kayıtsız kalarak tahammül göstermek için bu
husus bana yetiyordu. Üstelik buna, daha ikametimin ilk anından itibaren bu ehre kar ı
ruhumu çevreleyen derin sevgi de karı ıyordu, i te bir Alman ehrindeydim. Viyana ile ne
büyük fark vardı. Burada konu ulan dil bana gençli imi hatırlatıyordu ve lehçe itibariyle
benimkine yakındı. Böylece her ey benim için çok de erli ve yüce oldular. Fakat beni en çok
Hofbrahaus'tan Oddon'a ve Oktoberfest'ten Pinacotheque'e uzanan o e i görülmemi
manzaralar çekiyordu. Bugün dünyada di er yerlerin hepsinden çok bu ehre ba lanı ımın
sebebi, benim geli memi ayrılma kabul etmez ekilde uygun gelmesi ve bunda büyük rol
oynamasıdır. Fakat burada gerçekten gizli bir memnuniyet duyduysam, bunu Wittelsbachların
bu harikalar dolu ehirlerinin so uk bir akıl ile de il de ancak hassas bir ruha sahip kimseler
üzerinde yapaca ı etkiye ba lamak gerekir.
Münih'te mesleki çalı malarımdan ba ka, özellikle siyasi ve dı olayları devamlı olarak
incelemek beni cezbediyordu. Almanya'nın anla malarla ilgili politikasını inceleyerek dı
siyasetini anlıyordum. Bu anla ma siyasetini daha Avusturya'da bulundu um sıralarda bile
kesinlikle hatalı buluyordum. Fakat Viyana'da Reich'ın kendisi ne kadar büyük hayallere
kaptırdı ım göremiyordum. O günlerde müttefikimizin ne kadar aciz oldu unu Berlin'in
bildi ini ve pusuya yatmı dü manları uyandırmamak için Bismarck tarafından ba latılmı
siyasete devam edildi im sanıyordum veya bunu böyle kabul etmek istiyordum. Fakat halkla
temas edince, bu fikrin yanlı oldu unu büyük bir korku ile gördüm. Aydın çevreler dahil, her
tarafta Habsbourglar Monar isi hakkında zerre kadar bir bilgi olmadı ını tespit ettim ve
hayretler içinde kaldım. Halk bile müttefikin ciddi bir devlet oldu unu, tehlike anında askeri
kuvvet verece ini sanıyordu. Monar inin daimi bir Alman Devleti oldu una ve buna gü-
venilmesi gerekti ine inanılıyordu. Burada da kuvvetin sayı ile ölçülece i sanılıyordu.
Nedense Avusturya'nın çok eskiden beri bir Alman Devleti olmaktan uzakla tı ı ve iç
durumunun her gün çökmeye do ru yakla tı ı görülemiyordu. Ben bu durumu diplomatlardan
çok daha iyi biliyordum. Bu diplomatlar, kadere do ru, her zaman oldu u gibi gözleri kapalı
ilerliyorlardı. Yukarıdan kamuoyuna verilen gıda, halkın duygularında aksetmiyordu.
Tepedekiler de müttefike kar ı altın danaya beslenen ibadetin aynını tekrarlıyorlardı. Samimi
olarak eksik olan ey, nezaketle telafi edilmek isteniyordu. Söz her zaman pe in para yerine
geçiyordu.
Viyana'da iken devlet adamlarının nutukları ile Viyana gazetelerinin makaleleri arasında açık
farkı gördü ümde beni bir hiddet dalgası kapladı. Viyana ne de olsa bir Alman ehri idi. Fakat
Viyana'dan veya Alman Avusturya'dan uzakla ıp, imparatorlu un Slav ehirlerine
varıldı ında büyük farklar derhal göze çarpıyordu. Prag'da bu üçlü devlet komedisi hakkında
neler söylendi ini bilmek için Prag gazetelerine öyle bir göz atmak yeterdi. Bu diplomasi
oyunları hakkında orada alaydan ba ka bir ey yoktu. Barı sırasında, iki im parator
birbirlerine sevgi gösterilerinde bulunurlarken, anla manın Niebelungenlerin ideallerinin
hayali gerçekle me safhasına gelindi i an feshedilece i açıkça söyleniyordu. O halde neden,
birkaç yıl sonra anla maların tatbik edilme saati geldi inde italya'nın üçlü anla madan çekilip,
iki müttefikini yüzüstü bırakmasına ve hatta dü manla anla masına hayret edildi? Oysa,
italya'nın Avusturya ile beraber sava ması mucizesine bir an bile inanabilmek için diplomat
körlü üne yakalanmı olmak gerekirdi. Yalnız Habsbourglar ve Almanlar, italya ile yapılan
anla maya taraftar gözüküyorlardı. Habsbourglar zaruret dolayısıyla ve hesaplarına uygun
geldi i için Avusturyalı Almanlar da iyi niyetle bir anla maya inanıyorlardı. Çünkü bu üçlü
anla ma ile Alman imparatorlu u'na büyük hizmetlerde bulunacaklarını, onun kuvvetini
arttıracaklarını sanıyorlardı. Bu nanı ta siyasi bönlü ün de etkisi vardı. Bu beslenen ümidin,
tahakkuk etmeyece i bir yana, böylesine bir hareketin Reich'ı uçuruma Sürükleyece i ve buna
da devlet kadavrasının sebep olaca ını bilmemek bence aptallıktı. Bu anla ma yükünden
Avusturyalı Almanlar, Cermenlikten çıkma a daha çok mahkum oluyorlardı. Gerçekte
Habsbourglar, Reich ile yapılan anla ma ile o yönden gelecek bir saldırıyı önlediklerini
sanıyorlardı. Halbuki böyle bir saldırıya pek haklı olarak maruz kalabilirlerdi. Anla ma onlara
iç siyasetlerinde Cermenli i ezmek yolunda daha rahat hareket etmelerini sa lıyordu.
Avusturyalı Almanlar arasında pek adice yürütülen Slavla tırma hareketine kar ı yükselecek
itirazları anla mayı vesile ederek susturacaklarım dü ünüyorlardı. Hani Reich Almanya'sı bile
Habsbourglar Hükümeti'ni tanır ve ona güven beyan ederken Avusturya'daki Almanlara ne
oluyordu? Yoksa bütün Almanların gözünde vatan haini olarak damgalanmak için, kar ı mı
durmalıydılar? Halbuki bu Almanlar yıllarca Almanya u runda her türlü fedakarlıklara
katlanmı lardı.
E er Habsbourg Monar isi'ndeki Cermenli in kökü kazanırsa bu anla manın ne de eri
kalırdı? Üçlü anla manın de eri Almanya için Avusturya'daki Alman nüfuzunun devamına
ba lı de il miydi? Yoksa Habsbourgların bir Slav imparatorlu u ile saltanat sürebilece ine
inanılıyor muydu?
Gerek Alman siyasetçilerinin ve gerek kamuoyu tarafından Avusturya'daki milliyetler
konusunda alınan vaziyet budalalık ve manasızlıktan ba ka bir ey de ildi. 70 milyonluk bir
ırkın gelece i ve emniyeti bir çürük anla ma üzerine bina ediliyor ve aynı zaman da her geçen
yıl, müttefik devlet anla masının temelini te kil eden unsuru sistemli bir ekilde kemiriyordu.
Gün gelecek, ortada Viyana siyasetçileri ile yapılan anla manın ka ıdından ba ka bir ey
kalmayacaktı, italya ile durum, esasen ilk günlerden beri bunun aynı idi.
E er Almanya'da ırklar tarihi ve psikolojisi biraz dikkatle ince-lense ve açıklansa idi, Ouirinal
ile Viyana imparatorluk Sarayı'mn kol kola sava a gireceklerine hiçbir zaman ihtimal
verilemezdi. Herhangi bir italyan hükümeti, tek bir italyan askerini, iddetle nefret edilen
Habsbourgların katıldı ı bir sava a, dü man sıfatının dı ında bir sıfatla göndermeye kalkı tı ı
anda, bütün bir italya bir volkan gibi patlayacak hale gelir. Ço u zaman Viyana'da italyanların
Avusturya Devleti'ne ba lılı ından alayla ve kinle bahsedildi ine ahit oldum. Yüzyıllar
boyunca italya'nın ba ımsızlı ı aleyhinde Habsbourgların i ledikleri hatalar o kadar çoktu ki,
unutulması imkansızdı. Böyle bir istek esasen gerek italyanlarda ve gerek hükümetinde de
yoktu. Bundan dolayı italya için Avusturya ile yapaca ı iki ey vardı. Ya anla ma ya da sava ,
onlar birincisini seçip, ikincisine rahatça hazırlanabilirlerdi.
O halde neden anla ma yapılıyordu? Almanya'nın anla ma siyaseti rahat oldu u kadar,
kendisi için de tehlike arz ediyordu. Demek ki Reich'ın gelece i Alman milletinin
imkanlarının devamına ba lı kalıyordu.
Bu durumda ne yapılmalıydı?
Almanya'nın nüfusu her yıl dokuz yüz bin ki i artıyordu. Bu yeni vatanda ları beslemek
yıldan yıla zorla ıyordu. Kıtlık tehlikesi ba gösteriyordu. Bu kıtlık tehlikesinin önünü almak
için çare bulunamazsa bir gün felaketle burun buruna gelmek mümkündür. Böyle korkunç bir
ihtimalden kaçınmak için dört çare vardır.
1) Bu tehlike kar ısında ba vurulacak çarelerden biri: Fransızların yaptıkları gibi do umların
artmasını yapay bir ekilde sınırlamaktı.
Tabiat, kıtlık veya uygun olmayan iklim artlarında ve verimsiz topraklı yerlerde, bazı
memleket veya bazı milletler için nüfus artmasını sınırlar. Bu arada hiçbir zaman do urma
kabiliyetine engel olamaz, ancak do an ferdin ya amasını önler. Fertleri çetin bir mahrumiyet
kar ısında kuvvetsiz ve aciz bırakır ve böylece bunları hayattan ayırır. Di er taraftan hayatın
zorlukları ile mücadeleye fırsat verdi i fertler, her türlü yoklu a katlanırlar. Bu fertler
dayanıklıdırlar ve nesil vermeye kabiliyetlidirler. Tabiat ferde kar ı sert hare-t kette bulunur
ve hayatın mücadeleleri ile yarı abilecek çapta de ilse Onu derhal sahneden geri çekerek
milleti kuvvetli bir halde idame eder. Bu suretle sayının azalması, ki iyi ve sonuç olarak da
milleti daha kuvvetli yapar.
Fakat insan kendi zürriyetini sınırlamaya kalkarsa, i te o zaman i de i ir, insan tabiat ile aynı
malzemeden yapılmamı tır. O be eri bir yaratıktır, însan do anların ya amasına kar ı engeller
çıkaramaz. Ancak do urma i ine engel olabilir. Hiçbir zaman milleti dü ünmeyen, yalnız
kendi ahsını dü ünen insanın bu davranı ı daha insani ve daha adilane görünürse de tamamen
yanlı tır. Tabiat insanları çocuk yeti tirmekte hür bırakmakla beraber, zürriyetlerini çok çetin
bir sınavdan geçirir. Sayıları ço alan fertler arasında ya amaya layık olarak en iyileri seçer.
Bunları muhafaza eder ve ırkı koruma görevini bunlara vererek zürriyeti devam ettirme
olana ına sınırlar. Fakat, insan do an her canlıyı ne pahasına olursa olsun korumaya çalı ır,
ilahi iradenin bu ekilde düzeltmesi, insana akla uygun gelir, insan| bu yeni noktada da tabiatı
alt etti inden ve tabiatın yetersizli ini ortaya koydu undan dolayı sevinç duyar. Fakat ne var
ki bu zavallıdır, gerçekten sayının belirli bir miktarda kaldı ını ve bu arada ferde erinin de
azaldı ım istemeyerek de olsa görürler. Çünkü do urma melekesi sınırlandırılıp da do um
azalınca, en kuvvetli ve en fla lamların ya amalarını sa layan tabii hayat mücadelesinin
yerine,pek açık olarak en hastalıklıları ve zayıfları kurtarmak i i ortaya çıkacaktır. Sonunda
tabiatın iradesi hafifletilecek ve böylece gittikçe berbatla an bir nesil ortaya çıkacaktır.
En son u olur ki, günün birinde dünyada hayat böyle bir kuvvetin elinden alınır. Çünkü
insan, milletlerin süreklili ini sa layan ebedi kanuna ancak bir süre kar ı koyabilir, intikam
dakikası er geç gelir çatar. Daha kuvvetli olan bir millet, daha zayıf olan bir milleti
'kovacaktır. Çünkü hayata do ru nihai saldırı , ferdiyetçi bir insaniyetin manasız engellerini
ortadan kaldırarak; yerlerini daha kuvvetli rfanlara vermek için zayıfları yok eden tabiata
uygun bir be eriyete yer sa layacaktır. Bu durumda Alman milletinin geçimini kim, nü-
fusunun artmasını sınırlama yoluyla temin etmek isterse, Alman milletinin gelece ini elinden
alıyor demektir. 2) Nüfus artı ı kar ısında alınacak ikinci tedbir de dahili kolonizasyondur.
Bir topra ın verimini belirli bir noktaya kadar ço altmak imkan dahilindedir ve bu artma bir
noktaya kadardır. Bu yüzden, nüfus artı ı, bir müddet topra ımızın verimini arttırmak sure-
tiyle kar ılanabilir. Fakat ihtiyaçların nüfus artı ından daha çabuk arttı ı da gözden uzak
tutulmamalıdır, insanların yiyecek ve giyecek ihtiyaçları, birkaç yüzyıl önce ya amı
insanların ihtiyaçlarından mukayese kabul etmez bir ekilde artmı tır. Bundan dolayı üretim-
deki her artmanın, nüfusta da bir ço alma meydana getirece ini dü ünmek çılgınlıktır. Asla,
topra ın fazla ürününün, insanların hükmedici ihtiyaçlarını kar ılamak için kullanıldı ı do ru
de ildir. Fakat, bir yandan en büyük sınırlama ve öte yandan üstün bir gayretle çalı ılsa dahi,
yine topra ın gere i olarak son bir noktaya varılabilir Mümkün olan her türlü mesaiye ra men
bir gün gelecek ki, artık topraktan daha fazla ürün almaya imkan kalmayacaktır. Er geç
kaderin çizdi i korkunç son bu olacaktır. Kıtlık hasılatın dü ük oldu u yıllarda ortaya
çıkacak, artan nüfus ile kıtlık stokla acak ve an çak ürünün bol oldu u yıllarda doldurulan
ambarlar sayesinde darlık çekilmeyecektir. Fakat açlık bu milletin ebedi arkada ı durumu na
girecektir. O zaman tabiat i e müdahale edecek ve ya amak için seçilecek olanları tespit
etmek ve atamak gerekecektir. Yahut, insan lar ço almayı suni olarak sınırlama (do um
kontrolü) yoluna gide çekler ve milleti bekleyen ve daha önce sözünü etti imiz hazin akı beti
hazırlayacaklardır.
Bu ihtimalin günü geldi inde herhangi bir ekilde bütün bir in sanlı ı kaplayaca ı, dolayısıyla
hiçbir milletin bu mukadder akıbet ten kendini kurtaramayaca ı itirazı ilk bakı ta do rudur.
Ama bu iddiaya da verilecek cevap vardır. urası bir gerçek ki bir gün gele çek, insanlık,
artan nüfusun ihtiyaçlarını topraktan kar ılayamaya çak ve nüfusun ço almasını sınırlamak
zorunda kalacaktır. Bu durumda i i ya tabiata bırakacak veya kendisi bir yol bulacak ve bu
denge kurmaya çalı acaktır. Biz imdi öyle ümit edelim ki böyle bir durum imdiki
imkanlara kıyasla daha geni imkan ve vasıtaların bulundu u bir sırada vukua gelsin. O
zaman da bütün milletin bu durumdan üzüntü duyacaklardır. Halbuki bugün dünya üzerin de
kendine gerekli olan topra ı elde etme e kuvveti yetmeyen millet, böyle bir durumdan
rahatsız oluyor. Devrimizde halen istifade edilmeyen geni topraklar vardır ve bu arazi
i lenmeyi beklemektedir. Bu toprakları ilerde tabiat tarafından gönderilecek yeni milletler için
tahsis edilmi veya ayrılmı bir arazi olarak kabul etmek manasızlık olur. Bilakis bu topraklar,
sahip çıkabilecek ve i leyebilecek millete nasip olacaktır. Tabiat siyasi sınırlar kabul etmez.
O, yaratıkları dünya üzerine serpi tirir ve kuvvetlerin serbest faaliyetlerini takip eder. Cesaret
ve faaliyet hususunda en kuvvetli olan, tabiatın sevgili çocu u o "asil ya amak" hakkını elde
edecektir.
Bir millet dahili kolonizasyon faaliyetinin içine kapanırsa ve di er taraftan di er ırklar da
dünya üzerine yayılırlarsa do umları tahdit zorunda kalacaktır. Oysa di er milletler nüfusça
ço almaya devam edeceklerdir. Bu milletlerin i gal etti i alan ne kadar küçükse bu durum o
kadar süratli ortaya çıkacaktır. Esefle belirteyim ki, bütün medeniyet verici ırklar, içine
daldıkları barı çılık prensibi ile yeni topraklar kazanmaktan çok zaman vazgeçerek, dahili
kolonizasyon ile yetindiklerinden meydan de ersiz milletlere kalmakta ve nüfusun iskan
edilebilece i yerler bunların ellerine geçmektedir. Bunun sonucu olarak u durum ortaya
çıkmaktadır:
En yüksek medeniyete ula mı ırklar, daha a a ı medeniyete mensup, fakat tabiat bakımından
daha kaba ve sert yapılı ırkların . geni arazi üzerinde sınırlamaya gerek görmeksizin nüfusça
arttı ı ı bir sırada, kendi yerlerinin sınırlı olu u neticesinde ço alamamakta ve do um
kontrolüne gitmek zorunda kalmaktadırlar. Di er bir tabirle, bir gün gelecek dünya kültürü
daha az yüksek, fakat enerjisi fazla bir be eriyetin eline geçecektir. Yani gelecekte iki imkan
ortaya çıkacaktır! Ya dünyamız modern demokrasinin olu umları ile idare edilecektir. Bu
durumda da sayıca çok olan milletler terazide a ır basacaklardır. Veyahut dünya tabiat
kanunları dahilinde idare edilecektir. Bu vakit de, do umları sınırlamı topluluklar de il, sert
iradeli milletler duruma hakim olacaklardır. Be eriyetin hayatı bir gün büyük mücadelelere
sahne olacaktır. Sonunda yalnız beka içgüdüsü Üstün çıkacaktır. Budalalık, korkaklık ve
kendini be enmi likten olu an insaniyet güne te kalmı kor gibi bu içgüdü kar ısında eriyip
gidecektir. Be eriyet daimi bir mücadele içinde büyümü ve geli mi tir. Daimi barı ,
be eriyetin mezarını hazırlar.
Almanlar için "dahili kolonizasyon" kelimeleri u ursuzdur. Biz de hayatımızı uyu ukluk
içinde kazanabilece imiz fikrini do urur. Bu nazariye bizim içimize bir kere yerle irse, dünya
üzerinde Almanlara ait olan mevkii temin u rundaki bütün gayretler bitmi demektir. Bir
Alman hayatını ve gelene ini bu vasıta ile temin edebilece ine inanırsa, artık her türlü faal
savunma ortadan kalkar. Böylece bütün dı politika ile Alman milletinin gelece i topra a
gömülmü olur. Bunun için bu u ursuz zihniyeti Alman milletine yerle tirmeye kalkanın
daima Yahudi olması hiçbir zaman bir tesadüf de ildir. Yahudi bu gibi i lerden gayet iyi
anlar, insanları yakından tanıdı ı için, onların hayat u rundaki çetin mücadelelerini
manasızla tıra-cak ekilde tabiata yumruk indirmeyi ve kendini dünyanın hakimi mevkiine
çıkaracak çareyi buldu unu birtakım hayalperestlere inandırır. Yahudi bu zavallı hayalperest
kimselerin, kendisinin minnettar birer kurbanı olduklarını da bilir.
Bir memleketin geni topraklara sahip olması harici emniyetin esasını te kil eder. Bir milletin
sahip oldu u toprak ne kadar geni se o milletin tabii himayesi de o kadar büyük demektir.
Belirli yere sahip milletlere kar ı, daima daha çabuk, daha kolay, daha etkili ve daha askeri
sonuçlar elde edilir. Topra ı daha büyük olan milletlere kar ı durum de i ir. Ayrıca devletin
geni li i ciddi ekilde yapılmayan saldırılara kar ı bir korunma alanı meydana getirir. Çünkü
ba arı ancak çok uzun ve çetin mücadelelerden sonra kazanılır. Birbirine baskın eklinde
yapılacak saldırılar ise, bu ekli göze almak için tamamen mecburi sebepler yoksa da pek çok
görülebilir, i te böylece bir devletin toprak itibariyle büyüklü ü tek ba ına milletin hürriyet ve
ba ımsızlı ın süreklili ini sa layan unsur olur. Dar toprak istilayı davet eder.
Almanya'da halkın ço alması ile, geni lemeyen toprak arasındaki denge olu turmada bu ilk
iki çareden de kaçınıldı. Buna do umların sınırlandırılması meselesinde bazı ahlaki konular
sebep oldu. Dahili kolonizasyondan ise, büyük araziye kar ı bir hücumun hissedilmesinden ve
mülkiyete kar ı bir tecavüzün ba langıcından korkuldu u için vazgeçildi.
Bu durum kar ısında artan nüfusa ekmek ve i temin etmek için ancak iki çare daha kalıyordu:
3) Bu çarelerden biri yeni topraklar elde etmek ve her yıl artan nüfusu bu yeni topraklara
yerle tirmek suretiyle milletin kendi geçimini kendisinin sa lamasına çalı maktı. 4) Di er
çare ise sömürge ve ticaret politikası idi. Kendimize dı pazarlar bulmalıydık.
Bu iki yol tetkik edildi ve nihayet son ık üzerinde karara varıldı. Halbuki ilk çare daha uygun
idi. Artan nüfusumuzu yerle tirece imiz yeni yerler temin edilmesi gelecek bakımından da
son derece faydalı olurdu.
Bütün bir milletin temeli olmak üzere sa lam ve kusursuz bir köylü sınıfı meydana getirmek
ve bunu muhafaza etmek hususuna önem verilmelidir. Dertlerimizin ço u ehir nüfusu ile
köylü arasındaki oransızlıktan do maktadır. Küçük ve orta köylülerden olu mu sa lam
topluluk, eskiden beri toplumsal dertlerimize kar ı bir korunma vasıtası olarak meydana
çıkmı tır. Bugün de aynı toplumsal rahatsızlıklar içindeyiz. Bir millete kapalı bir iktisadiyat
çerçevesi içinde günlük geçimini sa layan tek hal çaresi budur. Böyle olursa sanayi ile ticaret
üstün ve zararlı durumlarından geri çekilerek milli bir iktisadiyatın genel çerçevesi dahilinde
bir mevki alırlar. Ve sonunda ihtiyaçlara denk hale gelirler. Artık, sanayi ve ticaret, milletin
temeli olmaktan çıkarak, onun yardımcısı olurlar. Fonksiyonları ihtiyaçlarımızla, bütün
alanlardaki üretimlerimiz arasında do ru nispeti korumaktan ibaret kalır. Bu durum, halkı
yabancı devletlere tabi olmaktan bir dereceye kadar kurtarır. Sanayi ve ticaret mü kül
günlerde devletin hürriyetini ve milletin ba ımsızlı ını sa lamaya yardım eder. Gerçi böyle
bir toprak politikası ancak Avrupa'da uygulanabilir. Bu arada unu da kabul etmeliyiz ki bir
milletin öteki bir millete oranla elli misli fazla bir topra a sahip olması, Tanrı'nın iradesine
uygun dü mez. Böyle bir hal kar ısında, siyasi sınırları dolayısıyla ebedi hukukun
sınırlarından uzak tutulmaya rıza göstermek caiz de ildir. E er dünyada herkesin ya amasına
yeter derecede yer varsa, ya amak için gerekli olan topra ı bize versinler. üphesiz bunu
gönül rızası ile yapmayacaklardır, i te o zaman da herkesin kendi hayatı için mücadele etmek
hususunda sahip oldu u hak, i e müdahale edecektir. Sonunda tatlılıkla çözümlenemeyen i
yumrukla halledilecektir. Ecdadımız, vaktiyle kararlarını bugünkü manasız barı çılık anlayı ı
içinde verseydi, imdi elimizde bulunan milli topra ımızın üçte birine bile sahip
olamayacaktık ve böylece Alman milleti de Avrupa'da gelece ini dü ünmek derdinden (!)
kurtulacaktı. Hayır, Reich'ın do u sınırlarını biz atalarımızın gayretli çalı malarına borçluyuz.
Ayrıca milletimizin toprak bütünlü ünü sa layan kuvvet de onların sayesindedir. Esasen
bugüne kadar gelebilmemizi sa layan tek nokta bu toprak büyüklü üdür. Toprak bü-
yüklü ünün faydalarını ortaya koyan bir sebep daha vardır:
Avrupa'daki devletlerin ço u bugün ters oturtulmu piramitlere benzetilebilir. Bu devletlerin
Avrupa'daki toprakları sömürgelerin o geni arazisine, dı ticaretinin önemine kıyasla gülünç
denilecek kadar küçüktür. Bu durum için, zirve Avrupa'da, kaide ise bütün dünya da denebilir.
Sadece Amerika Birle ik Devletleri bu tarifin dı ında kalır. Bu devletin kaidesi de kendi
kıtasındadır. Dünyanın di er bölgeleri ile sadece zirve ile temas kurarlar. Bu ekil o devletin
iç kuvvetini meydana getirir. Avrupa devletlerinin zayıf noktalan da buradadır, ingiltere bile,
Avrupa devletleri için söylediklerimi ters çıkartamaz. Çünkü Britanya mparatorlu u söz
konusu edilirken Anglo Sakson dünyasının varlı ı unutulmamalıdır, ingiltere'nin sadece
Amerika Birle ik Devletleri ile olan kültür ve dil beraberli inden dolayı, herhangi bir Avrupa
devleti ile kıyaslanamaz.
Almanya için sa lam bir toprak politikasını ba anya ula tırabilmenin tek yolu Avrupa'da yeni
yerler elde etmekle olurdu. Sömürgeler yo un bir ekilde Avrupalılarla iskan edilme e müsait
olmadıkça bu gayeye hizmetleri dokunamaz. Hem 19. yüzyılda barı yolu ile Avrupa
devletleri için böyle sömürge görevini görecek topraklar elde edilemezdi. Hatta büyük bir
sava a giri meden bu ekilde bir sömürge siyaseti dahi takip edilemezdi. Halbuki böyle bir
sava ı Avrupa'nın dı ında yerler elde etmek yerine, Avrupa Kıtası içinde toprak elde etmek
üzere göze almak çok daha uygun olurdu, i te böyle bir eye karar verilecek olursa, artık her
eyi bırakarak sadece bu harekete sarılmak gerekir. Hepimizin iradesine ve enerjisine ihtiyacı
olan böyle bir hareket, yarım tedbirlerle, tereddütlü davranı larla gerçekle tirilemez. Bunun
için Reich'ın bütün siyasetini sadece bu gayeye ayırmak gerekir. Bu hareketin
kuvvetlendirilmesinden ba ka, herhangi bir dü üncenin gere i olan bir küçük jest dahi ya-
pılmamalıdır. Bu gayeye te ebbüse sadece sava imkan verirdi. Bunu bütün açıklı ı ile kabul
etmek gerekir. Silahlanma yarı ı sakin bir gözle dikkate alınmamalıdır. Bütün anla malar bu
yönden incelenmelidir. Avrupa'dan toprak mı isteniyor? i te bu sadece Rusya'nın zararına
olur. Bunun için de Reich, Alman kılıcı ile Alman sabanına toprak bulmak ve böylece milletin
günlük ekme ini sa lamak üzere eski "Toton övalyeleri"nin yolundan yürümeliydi. Böyle
bir siyaset için de Avrupa'da imkan dahilindeki tek müttefik ingiltere idi. Bir kere ingiltere ile
anla ma yapıldı mıydı, Germenlerin yeni seferlerine ba lanabilirdi. Bunda bizim hakkımız,
ecdadımızın hakkından az de ildir. Barı sever halkımızdan hiçbiri do unun ekme ini
yemekten çekinmiyor. O halde sapanın yolunu kılıcın açaca ını da kabul etmek gerekir,
ingiltere'nin sevgisini çekmek için hiçbir fedakarlıktan kaçınmamalıdır, ingiliz sanayii ile
hiçbir rekabette bulunmamalı ve sömürgelerden, denizlerdeki üstünlüklerden vazgeçilmeliydi.
Bu sonuca ancak kesin ve açık bir vaziyet ula tırabilirdi. Ya sömürgelerden ve ticaretten
vazgeçilecekti, veya bir Alman sava donanmasından...
Hiç üphe yok ki sonuç geçici bir sınırlama olacaktı, fakat azamet ve üstünlük dolu bir
gelecek vardı. Öyle anlar oldu ki, ingiltere böyle bir hususu görü meye müsait davrandı.
Çünkü nüfus artı ı yüzünden Almanya, ya ingiltere'nin yardımı ile Avrupa'da kaynaklar elde
edecekti ya da ingiltere yardım etmezse dünyanın herhangi bir yerine kayacaktı, i te bu
durumu ingiltere çok iyi anlıyordu. 20. Yüzyılın ba larında ingiltere'nin kendisi Almanya'ya
yakla tı ı sıralarda, bu hususu gerçekle tirmek lazımdı. Daha ileri yıllarda açık olu umlarını
gördü ümüz bu istek o günlerde ortaya çıkıyordu, ingiltere hesabına kestaneleri ate ten
çıkarmak dü üncesi Almanya'da ho a gitmeyen bir durum yaratıyordu. Sanki, bir anla manın
her iki devlet için de kârlı olmayaca ı kanaati vardı. Aslında ingiltere ile pek kolay bir
anla ma yapılabilirdi. Yalnız ingilizler, her istifadenin bir kar ılı ı olaca ını bilen kurnaz
kimselerdi.
Gayet iyi idare edilen bir Alman dı siyasetinin 1904 yılında Japonya'nın rolünü
benimseyebilece i de dü ünülmeliydi. Bundan Almanya hesabına çıkacak sonuçlar
tahminlere sı dırılamazdı. Herhalde dünya sava ı çıkmazdı. 1904 yılında dökülen kan, 1914-
1918 yıllarında on misli fazla kan akıtılmasına engel olurdu, i te bunun sonucu olarak, acaba
bugün Almanya dünya üzerinde nasıl bir yerde bulunurdu?
Bütün bunlar Avusturya ile anla ma yapmanın manasızlı ım ortaya koymaktadır. Bu devlet
kadavrası, Almanya'ya beraber sava mak için yana mıyor, sadece sonsuz bir barı ı korumak
için sokuluyordu. Sonra bu anla madan, monar i içindeki Alman unsurları, yava , fakat er geç
yok etmek için kurnazca faydalanacaktı. Gerçi bunu ba arması imkansızdı. Bu durumda da
anla manın imkansızlı ı ortaya çıkıyordu. Çünkü, kendi ülkesindeki Cermenli in yok edil-
mesindeki kuvvete sahip olmayan bir devlet Almanya'nın menfaatlerine ne kadar yardımcı
olabilirdi.
Almanya'da, Habsbourg Devleti'nden Alman ırkına mensup on milyon insana diledi i gibi
hakim olmak imkanını çekip almak için milli his ve ruh yoksa, büyük bir cesarete ihtiyacı
olan geni planların tahakkukunda Avusturya'dan yardım beklenmesine de lüzum olmazdı.
Eski Reich'ın Avusturya meselesinde aldı ı tavra bakılarak, kendi milleti için kesin
mücadelede nasıl davranaca ı anla ılırdı. Hiç üphe yok ki, Cermanızmin yıldan yıla daha
çok baskı görmesine fırsat verilmemeliydi. Çünkü, Avusturya'nın müttefik olarak de eri,
ancak Alman unsurunun varlı ı ile sa lanabilirdi. Fakat idareciler bu yolu tercih etmediler.
Mücadele etmek kadar, çekinip korktukları bir ey yoktu. Gerçi sonunda buna müsait
olmayan bir zamanda mecbur kalacaklardı.
Kaderin pençesinden kurtulmak istiyorlardı. Fakat çabaları bo a çıktı. Dünya barı ını
korumanın rüyasını görüyorlardı. Sonunda Dünya Sava ı ile derin uykudan uyandılar. Bu
barı rüyası, Almanya'nın gelece ine ekil vermek için üçüncü yola önem verilmesinin belli
ba lı sebebi olmu tur. Ele geçirilecek toprakların do uda oldu u biliniyor ve bunun için
mücadele etmenin gere i kabul ediliyordu. Fakat ne pahasına olursa olsun barı isteniyordu.
Çünkü daha o günlerden itibaren Almanya'nın dı siyasetinin esas a ırlı ı Alman milletinin
bekasım sa lamak de ildi. Dı siyasetimizin esas gayesi her çareye ba vurarak dünya barı ını
devam ettirmekti, i te bu tutumun sonucu herkesin bildi i gibi olmu tur. Bu konuya özellikle
tekrar dönece im.
imdi bu durumda dördüncü ihtimal kalıyordu. Yani sanayide ilerlemek, dünya ticaretine ve
denizlere hakim olmak ve sömürgeler. Böyle bir geli meye daha kolay ve daha çabuk eri mek
gerekirdi. Keza bir topra ı kolonize etmek ço u zaman yüzyıllarca sürer. Esasen onun derin
kuvveti de buradadır. Ani bir parlama söz konusu de ildir. Hem derece derece, hem derin ve
devamlı bir hamle söz konusudur. Yani sanayi geli mesinin belirtilerinden farklıdır. Sanayi
geli mesi çevreye birkaç yıl içinde kuvvetli ve parlak alevler saçabilir, fakat bunlar devamlı
de ildir, sabun köpü üne benzer. Israrlı çalı malarla çiftlikler kurup, buralara çiftçi aileleri
yerle tirmek, bir donanma meydana getirmekten daha zordur. Fakat seri bir ekilde meydana
getirilen donanmanın yok olması da çok çabuk olabilir. Esasen Almanya böyle hareket ederse
bu yolun da er geç sava a çıkaca ını bilmeli idi. Çalçene heriflerin gururla söyledikleri
ırkların "barı yolu ile fethi" sözüne, yani silaha sarılmadan muz aramak için nazik olmanın
ve iyi davranmanın yetece ine, ancak çocuklar inanabilirler.
Hayır, biz bir defa bu yola girersek, günün birinde ingiltere'nin bize dü man olması
mukadderdi, ingiltere'nin, Almanya'nın barı çılık faaliyetine iddetli bir bencillikle muhalefet
etti inden dolayı bizim bu harekete kızmamız budalalıktan da öte bir ey olurdu, i te biz bu
kadar saftık!
Avrupa'da toprak ele geçirmek için Rusya'ya kar ı ingiltere ile birle mek gerekirken, sömürge
ve dünya ticareti politikası da ancak Rusya ile birle erek ngiltere'ye kar ı takip edilebilirdi.
Ancak bu takdirde, bu politikanın sonuçlarını kabul etmek ve özellikle bir an evvel
Avusturya'yı bırakmak lazım gelirdi, i te ne taraftan bakılırsa bakılsın Avusturya ile yapılan
anla ma 1900 yılına do ru gerçek bir delilikten ibaretti. Fakat gerek ingiltere'ye kar ı Rusya
ile ve gerek Rusya'ya kar ı ingiltere ile anla ma yapmak hiç dü ünülmüyordu. Çünkü her iki
halde de sava çıkardı, i te bu sava ı önlemek için, o ticaret ve sanayi siyaseti
benimseniyordu, iktisadi ve barı yollarından dünyanın fethi her çe it kuvvet politikasının
kesin olarak boynunu koparıp atacak ve i ini bitirecek bir usul sanılıyordu. Gerçi bundan tam
emin de ildiler. Özellikle ingiltere'den ara sıra hiç akıl almaz tehditler geldi i zaman inançları
sarsılıyordu. Bundan dolayı bir donanma in a etmeye karar verdiler. Fakat bu karar verilirken
ingiltere'ye saldırmak ve onu yok etmek dü ünülmüyordu. Tam tersine barı ı korumak ve
dünyanın barı yolu ile fethedilmesi faaliyetine devam edilmesi isteniyordu. Bundan dolayı,
gerek sayı ve tonaj itibariyle ve gerek silah yönünden mütevazı bir donanma meydana
getirildi. Niyet barı çılık emelim anlatmaktı.
Dünyanın iktisadi ve barı yollarından fethedilmesi konusundaki saçmalıkların bir devletin dı
siyasetinin en büyük prensibi derecesine çıkarılması, kepazelikten ba ka bir ey de ildi,
ingiltere'yi böyle bir fethin imkan dahilinde oldu una örnek gösterilmesi ise bu kepazeli i en
açık ekliyle ortaya koyuyordu. Bizim tarihi, bir ö retmen olarak kabul etmemizin bu alanda
bize çok zararları dokunmu tur. Bu zararları onarmak ise pek zordur. Birçok kimse tarihi
hiçbir ey anlamadan ezberlerler, i te bundan dolayı ingiltere'nin, yukarıdaki dü üncelerin tam
kar ıtına örnek oldu unu anlamadılar. Çünkü hiçbir devlet iktisadi fetihlerini ingiltere'den
daha sert ve kılıç zoru ile yapmamı ve yapmı olduklarım da ingilizler kadar azimle
korumamı tır. ingiliz siyasetinin göze çarpan en büyük özelli i siyasi kuvvetinden iktisadi
fetihler yapması ve sonra her iktisadi ba arısını siyasi kuvvet haline getirebilmesidir. Ayrıca
ingiltere'nin kendi iktisadi çıkarları için sava mayacak kadar korkak oldu una inanmak çok
büyük hata idi. ingiltere'nin milli orduya sahip olmaması bu iddiaya hak verdirmez. Burada
önemli olan ordunun geçici bünyesi de il, eldeki bu orduyu ileri sürmek niyet ve kararıdır, in-
gilizler ihtiyaçları olan silaha daima sahip olmu lardır. Onlar sava tan galip çıkmalarını
sa layacak silahları ellerinde bulundurmu lardır. Ücretli askerler yetti i müddetçe sava a
bunları yolladılar. Fakat ba arı için bu yetmeyince, kendi milletinin en de erli kanından yar-
dım almak yolunu da bildiler. ingilizlerin mücadele iradeleri, sebatları daima aynı ekilde
kalmı tır. Oysa Almanya'da okullarda, basında ve mizah yayınlarında ingiltere hakkında çok
yanlı fikirler ortaya kondu. Bu yanlı fikirler bizim hayal kırıklı ına u ramamıza sebep oldu.
Her tarafa yayılan uydurma kanaat, sonunda ingiltere'yi hafife alma hissi do urdu, i te bunun
cezasını çektik. Bu yanlı fikirler ingilizlerin akıl almayacak kadar korkak ve sadece hilebaz
birer i adamı oldukları fikrini yaydı. Bizim sözde iyi yeti mi profesörlerimiz, ingiltere gibi
geni ve dünyaya egemen bir imparatorlu un hile yolu ile ele geçirilemeyece ini akıllarına
getiremiyorlardı. Bu hatalı yolu ikaz eden az sayıdaki ki ilerin sözleri ise dinlenmiyordu.
Tommiesler, Flanderlerde bizimle kar ı kar ıya geldiklerinde hayrete dü en arkada larımın
yüz ifadelerini hâlâ hatırlıyorum. Kavganın ilk günlerinden itibaren herkese bu Iskoçyalıların,
mizah yayınlarında ve resmi a ızlarda anlatılan kimselere benzemediklerini anladılar. Bu olay
benim için, bazı propaganda ekillerinin faydası hakkında inceleme yapmama sebep oldu. Bu
yanlı dü ünce, hiç üphe yok ki onu yayanlara bazı faydalar sa lıyordu. Dünyanın iktisadi
yönden fethedilmesinin mümkün oldu unu spat için, yanlı olmakla beraber bu örnekten
faydalanılabilinirdi. ingiltere'ye ba arı temin etmi bir eyin bize de ba arı sa laması ge-
rekirdi. Hatta Almanların yüksek görü leri ve bizim ingilizlere has olan hilebazlıktan uzak
olu umuz biz Almanlar için bir üstünlük sayılırdı ve böylece küçük milletlerin sevgilerini ve
itimatlarım kazanmamız söz konusu olurdu. Bizim hürriyetimizin ba kaları için derin bir
nefret kayna ı olaca ını bir türlü anlamıyorduk.
Üçlü anla manın manasızlı ını bize ancak, dünyanın iktisadi ve barı yolları ile
fethedilebilece ine ait saçmalıklar açıkça anlatabilirdi. Hangi devletle anla ma yapılabilirdi.
Bir fetih için Avusturya ile Avrupa'da bile sava a girilemezdi. Bu anla manın do u tan sakat
olu u buradaydı. Belki bir Bismarck çaresizlik içinde, böyle bir anla maya katlanabilirdi.
Fakat onun ba arısız halefleri hiçbir i yapamadı. Hele Bismarck tarafından yapılan
anla manın en esaslı temelleri, artık kalmamı tı. Çünkü Bismarck kendi zamanında, Avustur-
ya'yı hâlâ bir Alman Devleti sayıyordu. Fakat oy usulünün yava yava kabulü ve parlamenter
usullere göre idare edilme bu ülkeyi Almanlıkla hiçbir ilgisi olmayan karmakarı ık bir hale
getirdi. Irki bir siyaset yönünden de, Avusturya ile anla ma yapmak, kötü ve yanlı bir yoldu.
Çünkü Reich'ın yanında yeni bir büyük Slav Devleti'nin kurulmasına göz yumuluyordu. Hiç
üphe yok ki bu devlet, Rusya aleyhine de il de er geç Almanya aleyhine dönecekti. Tuna
Monar isi'nde, bütün birinci derece makamlardan Panjermanistler uzakla tırılınca, anla ma
çürüyecek ve yıldan yıla zayıflayacaktı. Almanya'nın, Avusturya ile anla ması 1900 yılına
do ru, Avusturya'nın italya ile olan anla masının aldı ı ekle bürünmü tü.
Avusturya'daki Cermenli in u radı ı zulüm ve baskıya kar ı, protestoda bulunmak gerekirdi.
Ancak böyle bir yol tutulursa, açıktan açı a bir mücadeleye girmek gerekirdi.
Üçlü anla manın de eri psikolojik yönden mütevazı idi. Çünkü bir anla ma mevcut bir
durumu korumak ve devam ettirmekle kalırsa, kuvveti de gitgide zayıflar. Halbuki bir
anla ma o anla mayı yapan devletlerin, bundan yararlanarak geli meyi dü ünmeleri so-
nucunda daha kuvvetli bir duruma gelir. Bunda da kuvvet kar ı koymada de il, saldırmadadır.
O günlerde bu gerçek bazı kimselerce kabul edildi ise de, maalesef mesleki çevrelerde
anla ılmadı. 1912 yılında, genel kurmaya ba lı bir subay olan Ludendorff bir muhtıra ile bu
anla manın zayıf yönlerini açıklamı tı. Ne yazık ki devlet adamları bu muhtıraya de er
vermediler. Genellikle, akıl ve mantık sadece basit insanlarda daha etkili bir ekilde kendini
gösterse de, siyaset adamları söz konusu olunca bu prensip tamamen ortadan kalkar.
1914 Sava ı'nın Avusturya yolu ile çıkması ve Habsbourgların i in içinden sıyrılma a imkan
bulamamaları Almanya için bir bahtiyarlıktır. E er sava ba ka bir sebepten ve yönden
çıksaydı, Almanya yalnız ba ına kalırdı. Çünkü Habsbourglar hiçbir zaman Almanya
yüzünden çıkmı bir sava a katılmadıkları gibi, böyle bir kavgaya dahil olmak da
istememi lerdir. Avusturya'daki Slavlar 1914 yılında monar inin Almanya'ya yardım
etmesine imkan bırakmadan monar iyi parçalardı. Fakat o devirlerde Tuna Monar isi ile
yapılan bu anla madan do acak tehlike ve zorlukların artması ihtimalim anlayabilenler pek
azdı. Avusturya'nın pek çok dü manı vardı. Bu köhne devletin mirasına konmak için her
taraftan Tuna Monar isi'nin parçalanması bekleniyordu ve Almanya'nın buna engel olaca ı
dü ünülerek bize kar ı da husumet besleniyordu. Sonunda u karara varılmı tı, Viyana'ya
ancak Berlin'den geçilerek kavu ulur. Bu yüzden Almanya en çok ümit verici anla ma
imkanlarını kaybetti. Halbuki bu anla ma Rusya ve hatta italya ile gergin bir havanın esmesi-
ne sebep oldu. Çünkü Roma'da halk Almanya'ya kar ı olumlu dü ünüyorsa da, Avusturya
aleyhindeki dü manlık her italyan'ın kalbinde yatıyordu. Sonra, ticaret ve sanayile me
politikasına giri ilince, Rusya ile sava asla dü ünülemezdi. Böyle bir eyden ancak bu i-ki
devletin dü manları faydalanabilirdi. te bunun içindir ki ba langıçta Yahudiler ve
Marksistler her eye ba vurarak bu iki devleti birbiri ile sava maya zorladılar.
Bir de bu anla ma daima Almanya için tehlike arz ediyordu. Çünkü Bismarck'ın Reinch'ına
dü man olan bir devlet için, di er devletleri Almanya'nın müttefiki olan Avusturya'nın
zararına zengin olmak vaadi ile kı kırtmak, her zaman pek kolay bir eydi. Viyana
Monar isi'nin aleyhine bütün Do u Avrupa'yı, özellikle Rusya ile italya'yı harekete geçirmek
imkan dahilindeydi. E er Almanya'nın müttefiki olan Avusturya herkesin ilgisini çeken bir
miras te kil etmeseydi, Kral Edward'ın nüfuz ve idaresi altında kurulan dünya anla ması
meydana gelmezdi, i te bu yüzden çe itli niyetleri olan ve birine zıt gayelerin pe inde ko an
devletleri aynı taarruz cephesi sürüklemek mümkün olmu tur. Almanya'ya kar ı genel bir
saldırı halinde bu devletlerin hepsi Avusturya'nın zararına zengin olmayı tasavvur
edebilirlerdi. Osmanlı împaratorlu u'nun da bu felaketler getiren anla maya açıkça de ilse
bile, dolayısıyla katılmı bulunması bu tehlikeyi daha da artırıyordu. Dünya maliyesini idare
e-.... Yahudilerin ise henüz mali ve ekonomik kontrol altına almaları Almanya'yı yok etmek
üzere çok eskiden beri besledikleri emellerini sonuçlandırabılmeleri için böyle bir yeme
ihtiyaçları vardı, i te, ancak anla manın bu ekilde lehimlenmesi mümkün oldu.
Habsbourglar Devleti ile yapılan bu anla ma daha Viyana'da en beni azap içinde bırakıyordu,
imdi ise bu husustaki fikir ve kanaatim daha da kuvvetlendi.
Devam etti im belirli yerlerde, çökmeye mahkum bir devlet ile yapılan bu manasız
anla manın içinden, e er zamanında sıyrılamaz, Almanya'yı daha da felaket dolu bir sonuca
sürükleyece i hakkındaki kanaatimi gizlemiyordum. Sonunda Dünya Sava ı'nın fırtınası
bütün akla uygun dü ünceleri ortadan kaldırır gibi oldu unda co kunlu un verdi i ba
dönmesi ancak pek ho olmayan gerçe e ba lanmaları gereken merkezleri sardı ında, bu
kanaatim bir an bile olsa sarsılmadı. Hatta cephede bulundu um günlerde bile, münaka a
fırsatı elime geçti inde Almanya'nın menfaati için bu anla mayı bozmak gerekti ini ve bu i
ne kadar erken yapılırsa milletimiz için o kadar iyi olaca ını anlatıyordum. Habsbourglar
Monar isi'ni bırakmakla Almanya'nın dü manlarının sayısının azalaca ını ve böylece
milyonlarca insanın çizme giymesi, çökmekte olan bir hanedanı ayakta tutmak için de il,
Alman milletinin kurtulu u için olaca ını bir bir izah ediyordum.
Sava tan önce anla ma siyasetinin sakat oldu u birkaç defa izah edildi. Alman muhafazakar
çevreleri, bu mübala alı güvene kar ı daha ihtiyatlı davranılmasını tavsiye ettiler. Fakat bütün
akla uygun Sözleri oldu u gibi bu ikazları da rüzgar silip götürdü. Nedense bir kere dünyanın
fethi yolunda gidildi inde bunun sonucunun pek büyük olaca ına, bu i teki fedakarlı ın ise
bir hiç derecesinde kalaca ına inanılmı tı. Bu i lerden anlamayanlar için de burunlarının di-
kine do ru yok olmaya gittiklerini ve fareli köyün kavalcısı misali o zavallı halkı da
pe lerinden sürüklediklerini gayet sakin bir ekilde dü ünmek kalıyordu. Bir iktisadi fethin
saçmalı ını, tatbiki mümkün bir siyasi sistemmi gibi gösteren ve millete dünya barı ının
devamını siyasi bir gaye oldu unu kabul ettiren sebep, bizim bütün siyasi dü üncelerimizin
hastalıklı durumundan ileri geliyordu.
Alman teknik sanayiinin zaferi, Alman ticaretinin artan ba arıları, bütün bunların kudretli bir
devlet ile kabil olaca ını bize unutturuyordu. Birçok çevrede, bizzat devletin bu olaylara
hayatını borçlu ekonomik bir müessese demek oldu u ve te kilatın ekonomiye ba lı
bulundu u kanaati müdafaa ediliyordu. Bu hal en do ru bir vaziyet gibi görülüyordu.
Halbuki devletin iktisadi bir dü ünce ile veya belirli bir iktisadı geli me ile hiçbir münasebeti
yoktur. Devlet sarih ve sınırları tayin edilmi bir arazi üstünde, gayesi iktisadi görevler
ifasından ibaret olmak üzere, ekonomik anla malarla meydana gelmi de ildir. Devlet fizik ve
ahlak bakımından birbirine benzer yaratıklardan olu an bir topluluk te kilatıdır. Devlet, bu
insanların nesillerine daha iyi hayat sa lamak ve milletleri Tanrı tarafından gösterilen gayeye
eri tirmek için kurulmu tur. Bir devletin manası ve gayesi budur ve yalnız bundan ibarettir.
iktisadiyat yukarıda izah etti imiz görevin ifası için gereken birkaç vasıtadan ancak biridir,
iktisadiyat hiçbir zaman devletin ne sebebi ne de gayesidir.
i te devletin, devlet sıfatı ile mutlaka belirli bir topra a dayanmasının lüzumsuzlu unun
sebebi buradadır. Böyle bir art ırkda larının geçimlerini kendi imkanları ile sa lamak isteyen
topluluklarda zaruri olur. Bu arada be eriyetin içine, di er milletleri kendileri için çalı tırmak
maksadıyla asalaklar gibi sokulmak kabiliyetine sahip milletler, sınırlandırılmı küçük
topraklara dahi sahip olmamalarına ra men devlet te kil edebilirler. Bu asalaklı ı ile bütün
be eriyete ıstırap veren millet Yahudilerdir. Yahudi Devleti hiçbir zaman mekan içinde var
olmadı. Dünyaya sınırsız olarak yayılmakla beraber, bir milletin fertlerini ihtiva etmektedir.
Bunun içindir ki bu millet her yerde devlet içinde devlet vücuda getirmi tir. Bu suni devlet,
din yaftası altında ilerleyebilmek ve böylece üstün ırkların dini inanı lara her zaman
gösterdikleri müsamahayı sa lamak için dünyanın en büyük hokkabazlık hünerlerini
yapmaktan geri kalmaz. Gerçekte ise Hazreti Musa'nın dini, Yahudi ırkının korunması
mezhebinden ba ka bir ey de ildir. Bunun için bu din gayesine ilgisi bulunan toplumsal,
siyasal ve ekonomik bilimlerin alanını da - tamamen içerir.
insanın bekasını sa lama içgüdüsü, insan topluluklarının olu umunun ilk sebebidir. Bu
yüzden, devlet bir ırk organıdır, bir iktisadi te kilat de ildir. Bu durumu ça da devlet
adamları anlamamaktadırlar. Neticede bu devlet adamları, devleti iktisadi vasıtalarla
kurabileceklerini zannetmektedirler. Halbuki devlet, türün ve milletin devamlılı ını sa lama
içgüdüsünü, faaliyetine esas alan bir olu umdur.
Bir nevi bekası, bir ferdi feda etmeyi gerektirir. Schiller, "Hayatınızı ileri sürmezseniz, hiçbir
zaman hayatınızı kazanamazsınız." , der. airin sözlerinin manası da budur. Ferdi hayatın
fedası, ırkın
!' bekasım temin için geçerlidir. Bir devletin te kili ve idamesi için en esaslı art, karakter ve
ırk birli i üzerine kurulmu bir dayanı ma
| hissinin hakim olması ve her vasıta ile bunun müdafaasına hazır durulmasıdır. Bu husus,
kendi toprakları üzerinde ya ayan millet-
I ferde kahramanca faziletlerin geli mesiyle, sahtekarlarda ise, riya ve hile dolu bir zulümle
son bulur. Yeter ki bu üstün vasıflar do u tan
l kazanılmı ve siyasi ekiller arasındaki fark da bunun güzel bir delili olsun, i te bir devletin
kurulu u, hiç olmazsa ba langıçta, bu üstün
'Vasıfların olu umundan meydana gelmelidir. Hayat mücadelesinde yenilen ve sonunda
mahkûm olan ırklar, bu kavgada kahramanca (faziletler göstermeyenler ile dalkavuk ve
sahtekarların hilelerine kurban gidenlerdir. Burada eksik olan akıldan ziyade, azim ve cesa-
rettir. Bu da kendim insani hisler perdesi arkasında saklamaya çalı ır.
Herhangi bir devletin iç kuvvetinin iktisadi geli meye pek ender uygun dü mesi, devletlerin
yabancı ve koruyucu vasıflarının ekonomiye ne kadar az ba lı bulunduklarını açıkça ortaya
koyar. Birçok örnek bize açıkça göstermi tir ki, ekonomik geli me daha çok devletin
çökmesinin yakın oldu una i aret eder. E er insan topluluklarının kurulu u her eyden önce
ekonomik kuvvet veya bunun etkenleri ile açıklanıyorsa, devletin kuvvet ve azametini eko-
nomik geli menin büyüklü ü ile ifade etmek gerekirdi. Devletlerin kurulu unda veya
korunmasında ekonomik kuvvete inanı ı reddeden delillere tarihin her sayfasında rastlarız.
Özellikle Rusya bu devletin kurulu unda maddi unsurların rol oynamadı ını, aksim ahlaki
faziletlerin bu kurulu u sa ladı ını fevkalade bir açıklıkla ortaya koyar. te, ancak bu ahlaki
faziletlerin himayesi ile ekonomi meydana çıkmaya ba lar ve e er devletin yaratıcı
kabiliyetleri çökerse o da yıkılır gider.
Devletleri do uran ve muhafaza eden kuvvetlerin neler oldu u sorulursa, bu soruya verilecek
cevap u olur: Ferdin toplum u run da fedakarlık ruhu ve gösterece i irade. Bu iki faziletin
ekonomi ılı bir ilgisi ve mü terek tarafı yoktur. Çünkü insan hiçbir zaman ekonomi u runda
feda edilmez, insan, bir i için de il, bir ideal için hayatını feda eder.
Halkın hissiyatını anlamaya ilgisi bulunan hususlarda Ingilizle rin psikoloji bakımından di er
devletlere kıyasla üstün olduklarını gösteren ve ispat eden ey sava a girmeleri için ileri
sürdükleri se beptir. Biz Almanlar ekme imiz için sava tı ımız sırada onlar hürrı yet, hatta
kendi hürriyetleri için de il, küçük milletlerin hürriyetle: ı için silah atıyorlardı. Bizde bu
duruma güldüler ve kızdılar, böylece Alman diplomasisinin daha sava tan önce ne kadar
fikirsiz ve aptal
1
oldu unu ortaya koydular. uursuz ve azimli insanları her halde ölüme do ru
yürüten kuvvetin ne olabilece i hakkında zerre kadar fikirleri yoktu. 1914 yılında Alman
milleti, bir fikrin u runda sava tı ına inandı ı sürece mücadeleye yardımcı oldu. Fakat
Alman mil letini yalnız günlük ekme i için sava a soktukları zaman çarpı mak tan vazgeçti.
Devlet adamlarımız, insanın bir iktisadi menfaat u ru na mücadele etti i andan itibaren
elinden geldi i kadar ölümden kaçındı ını hiçbir vakit anlamadılar ve farkına varamadılar.
Çünkü, ölüm onları kazanılan zaferin semeresinden mahrum bıraktı. Çocu unun selameti
endi esi, en zayıf bir anneyi bile bir kahraman halı ne sokabilir. Bütün tarih boyunca görülen
udur ki, ırkın ve oca ın yahut bunları savunan devletin bekası u rundaki mücadelelerde,
insanlar kendilerini dü man mızraklarının üstüne atmı lardır. De mek ki u husus ölümsüz bir
gerçek olarak ilan edilebilir. Hiçbir za man bir devlet barı sever ekonomi ile kurulmamı tır.
Devlet daim;ı ırkın beka içgüdüsü sayesinde kurulmu tur. Bu içgüdü, ister kendi ni
kahramanlık sahasında,isterse entrika sahasında göstermi olsun ikisi de birdir. Yalnız birinci
halde, çalı an ve medeniyet sahibi olan |f devletler meydana çıkmı lardır. Di er halde de
asalak Yahudi toplulukları meydana gelmi tir. Bir millette ekonomi, bu içgüdüyü iletmeye
ba lar ba lamaz; esaret, zulüm ve tazyiki getiren sebep «Üne dönü ür.
Sava tan önce, Almanya için dünya ticaret merkezlerini ele geçirmek veya ticaret ve sömürge
siyaseti ile dünyayı barı yolu ile fethetmek imkanı oldu una beslenen inanç, irade kuvveti,
icraata az-, ve kesinlik gibi di er bütün faziletleri yok eden klasik bir hasta-idi. Dünya
Sava ı'nın bütün sonuçları ile böyle bir durumdan meydana gelmesi tabiat kanunlarının
gere iydi. E er meseleye derinlemesine bakılmayacak olursa Alman milletinin bu tavır ve
hare-eti, çözülmesi imkansız bir muamma gibi görünür. Sadece kudret kuvvet siyasetinin
temelleri üzerinde yükselmi bir imparatorlu un en güzel örne im bizzat Almanya vermi ti.
Prusya, Reich'ı donran hücre oldu ve bu hücreden çevreye ualar saçan bir kahra-anlık çıktı.
Bu kahramanlık, mali i lemlerden ve ticari i lerden meydana gelmedi. Böylece Reich'ın
kendisi de, kudrete yönelmi bir siyasetin ve askerlerinin cesaretinin en büyük mükafatı oldu.
imdi Alman milleti nasıl oldu da siyasi içgüdüsünde böyle dü kün bir hale geldi? i te burada
tek ba ına bir olay söz konusu de ildir. Her tarafta gerçekten korku verecek miktarda
çökmenin tek sebebi görülüyordu. Bu sebep bazı kere milletin vücudunda alevler gibi
dola ıyor, bazı kere çe itli yerlerde milletin etini kemiren çıbanlar meydana getiriyordu. Sanki
arkası hiç kesilmeyen bir zehir dalgası, esrarlı ve dikkatli bir kuvvet ile mikrobunu vücudun
en son damarlarına iletiyor ve böylece aklı ve içgüdüsüyle felce U ratıyordu. 1912 yılından
1914'e kadar Reich'ın anla ma ve iktisadi siyasetine ait bütün konuları dikkatle incelerken ve
Viyana'da ba ka bir yol takip ederken tanıdı ım kuvvet, bütün bunların tek sebebi idi. Bu
esrarlı ve zehirli kuvvet, Marksizm'in hayat hakkındaki dü üncesiydi.
Hayatımda ikinci defa bu yıkıcı ve yok edici doktrinin incelenmesine giri tim. Beni bu ikinci
incelemeye çevremin günlük intibaları ve etkileri yerine, bu defa hayatın genel olaylarının
de erlendirilmesi zorladı. Bu yeni dünyanın nazari edebiyatına tekrar girip sonuçlarını açıkça
görmeye çalı tı ım sırada, bunların siyası alanda, kültür ve iktisat hayatındaki tesirlerim tespit
ediyordum. Bu sefer de bütün dikkatimi, bu veba mikrobuna galip gelmek için çalı:... n
L
te ebbüslere yo unla tırdım.
Bana, güya kendini sükûn ve intizam içinde gösteren geleciyi tarihin hakkımdaki haksız bir
i lemi gibi kabul ediyordum. Geni, M günlerimde bile ciddi ve dikkatliydim. Hiç barı çı
olmadım. Bun bu yolda terbiye etmeye çalı an bütün te ebbüsler neticesiz kaldı Boerier
Sava ı* bana uzak bir devrenin im ekleri gibi geldi. Ilı ı gün gazeteleri dört gözle bekliyor,
resmi sava bildirilerini dikkatli okuyordum. Bu kahramanlar sava ına uzaktan da olsa ahit
oldu um için çok mutluydum. Rus Japon Sava ı ise daha ya lı ve dal 1.1 dikkatli bir ça ıma
rastladı. O zaman milli hisler dolayısıyla Japon ları tutmu tum. Rusların yenilmesinden,
Avusturyalı Slavların yenilmelerini görüyordum. Sonra yıllar gelip geçti.
Bir vakitler atalet içinde görünen ey, fırtına öncesi olan bir sûkûnetten ba ka bir ey de ildi.
Daha Viyana'da iken Balkanların üzerinde ilerde kopacak kasırgayı haber veren o sakin
hareket yayılıyordu. Daha o günlerde kuvvetli bir ı ık gibi parlayan ve sonra endi e veren
zulmetler içinde gözden kayboluyordu, i te bu sırada Balkan Sava ı çıktı ve ilk kasırga
Avrupa'yı silip süpürdü. Ortaya çıkan hava, insanı bir kabus gibi kaplıyordu. Hava, içinde
tropik bir hararet gizli yordu. Öyle ki, bir felaket hissi, devamlı duyulan bir endi enin sonu
cunda sabırsızca bir bekleyi e döndü. Artık hiçbir yönden durdurulmasına imkan olmayan
kadere Tanrı'dan cereyan vermesi isteniyordu. i te o zaman dünyaya ilk korkunç yıldırım indi.
Kasırga co tukça co tu, gök gürültülerine Dünya Sava ı'mn top sesleri de karı tı.
Ar idük Ferdinand'm öldürüldü ü haberini Münih'te duydu um zaman, derhal beni bir endi e
dalgası kapladı. O günlerde so ka a pek sık çıkmıyordum. Bu olay hakkında birtakım önemli
ha herlerden ba ka bir ey ö renememi tim. Acaba Ar idük'ü yere se ren kur unlar Alman
ö rencilerinin tabancalarından mı çıkmı tı
7
Bunlar veliahtın Slavla tırmak çabalarına kar ı
galeyana gelerek bu iç dü mandan Alman milletini kurtarmak istemi olamazlar mıydı
;
i te bu
i in sonucunun ne olaca ı derhal tahmin edilebilirdi. Hiç üphe yok ki yeni bir zulüm
kasırgası etrafı kaplayacak ve bu eziyetler bütün dünyanın gözünde "haklı" ve "kuvvetli bir
gerekçeye" (Bu arada Hitler on ya ındaydı) istinat ettirilecekti. Fakat bir süre sonra bu i in
faillerinin isimlerini i itip, bunların Sırp olduklarını ö renince hikmetine akıl erdirilemeyen
Tanrı'nın intikamı kar ısında deh ete dü tüm. Çünkü Slavların büyük dostu ve yardımcısı,
Slav mutaassıplarının kur unlarına hedef olarak can vermi ti.
Bugün Avusturya Hükümeti ni verdi i ültimatomun eklinden mündericatından dolayı suçlu
görmek haksızlıktır. Ba ka hiçbir devlet aynı artlar içinde daha de i ik bir yol takip
edemezdi. Avusturya'nın güneydo usunda aman vermeyen bir dü man vardı. Bu dü man
monar iye kar ı gitgide daha sık tahriklerde bulunuyordu, mparatorlu un tahribi için en
uygun gün gelene kadar bu tahrikken vazgeçmek niyetinde de ildi. Bu beladan kurtulmak
imkan-ı ve imparator ölür ölmez felaketin ortaya çıkmasından korkuyordu. Çünkü o zaman
yıllar içinde devlet, ihtiyar imparatorunda kendi sembolünü bulmu tu. Artık büyük halk
toplulukları Uyar devlet adamının ölümünün, imparatorlu un ölümünü ifade edece ine
inanmaya ba lamı lardı. Böylece Slav siyasetinin bütün itlerine kar ı Avusturya Devleti'nin
hayatı bu ihtiyar imparatorun tel ba arısı ile sa landı ı fikri uyandırılıyordu. Bu dalkavukça
ha-etlerden saray ho lanıyordu. Pohpohlu sözlerin altında yatan ve irini derhal gösterebilecek
olan zehri göremediler. Çe itli zamanda söylendi i halde, bu geçmi devirlerin en akıllı
hükümdarının, hükümeti idare hususunda sahip oldu u hünere ne kadar çok bel ba lanırsa,
kaderin günü geldi i vakit vergisini almak üzere onun kapısını çalaca ını hiç kimse
dü ünmüyordu. Belki de dü ünmek istemiyorlardı. Hatta ihtiyar Avusturya Devleti'ni ya lı
imparator olmadan dü ünmek mümkün müydü? Bir vakitler Marie Trerese’in kurban oldu u
facia tekrarlanmayacak mıydı?
Ne denirse densin, Avusturya Hükümeti'ne sebep oldu u sava ı, e er ba ka türlü hareket
etseydi çıkmayaca ını söylemek haksızlık olur. Artık sava tan kaçınılamazdı. Belki onu bir
iki yıl geciktirmek kabildi. Fakat ne var ki Avusturya için oldu u kadar Almanya için de bir
felaket gelecekse bu kaçınılması imkansız olan hesap gününü devamlı olarak ertelemekten
ileri gelecekti. Çünkü hesap
günü hiç uygun olmayan bir zamanda gelip çatacaktı. Barı ı kurtarmak için sarf edilen çaba,
sava ı çok uygun olmayan bir zamana er-| (elemekten ba ka bir i e yaramayacaktı. Bence, bu
sava ı istememi olan bir kimse, hiç olmazsa bunun sonuçlarını da dü ünmek cesaretini
kendinde bulmalıydı. Avustur ya'yı feda etmek gerekecekti, fakat yine de sava çıkacaktı.
Ama sa va , di er bütün milletlerin bize kar ı mü terek bir kavgası eklindi de il,
Habsbourglar Monar isi'nin parçalanması için patlak verecek ti. O zaman da ya Avusturya'ya
yardım için sava a girme kararı ala çak, ya da ba ımızı iki elimizin arasına alıp kaderin neler
gösterece ini bekleyecektik.
Bugün sava ı kötüleyenler ve bu hususta atıp tutanlar, bu sava a en çok sebep olan
kimselerdir. Yirmi otuz yıldır Alman Sosyalist Demokrasi'si, Ruslarla sava için en hile dolu
tahrikleri i leyip dur mu tur. Halbuki Merkez Parti'si dini dü ünceler dolayısıyla, Avus turya
Devleti'ni, Alman siyasetinin kö e ta ı ve merkezi durumuna getirmeye çalı mı tı. Simdi bu
hataların sonuçlarına katlanmak gerekirdi. Ortaya çıkan bu olay, ne yapılırsa yapılsın
önlenemeyecek ve mutlaka patlak verecekti. Alman Hükümeti'nin hatası, barı ı ko rumak için
hücuma uygun dü en zamanların geçmesine sebebiyet vermesi ve dünya a ına dü erek, bir
dünya ittifakına kurban gitme sidir. Bu dünya ittifakı öyle bir anla maydı ki, barı ı koruma
çabala rina kar ı bir dünya sava ına çanak tutuyordu.
E er Viyana Hükümeti o zamanki ültimatomu daha ılımlı bir üs lupla kaleme alsaydı sonuç
yine de de i meyecekti. Hatta hükümet halkın nefret ve itirazı kar ısında yok olacaktı. Çünkü
halkın gözün de ültimatomun üslûbu çok ılımlıydı, t te bu olayları inkar edecek bir kimse
beyinsiz ve hafızadan yoksun veya bir yalancıydı.Tanrı a hittir ki, 1914 sava ı halka zorla
kabul ettirilen bir sava olmamı tı Tersine halkın istedi i bir sava tı. Genel güvensizli e bir
son vermek isteniyordu, iki milyon Alman'ın askere ko masının ve kanlarının son damlalarına
kadar vatanı müdafaaya hazır olmasının sebebi buydu Benim için de bu saatler gençli imin
acı ahlarında sanki bir kurtulu saati olmu tu. Beni böyle bir devirde ya attı ı için bugün bile
Tan rı'ya evk içinde ükrediyorum. Öyle bir mücadeleye giri mi tik ki dünya bundan daha
iddetlisini görmemi tir. Çünkü halkta, bu defa Sırbistan ve Avusturya'nın akıbeti de il,
Alman milletinin hayatının yahut sonunun söz konusu oldu u kanaati hakimdi. Senelerce de
vana etmi bir ataletten sonra halk kendi gelece ini açık olarak görü yor ve te his ediyordu.
Bundan dolayı, bu mücadeleye ba ından itibaren evk ve heyecan karı tı. Bu his halktaki
co kunlu un basit bir tela tan do an alev olmasını sa ladı. Halbuki ciddiyete çok ihtiyaç ardı.
Genellikle bu mücadelenin derinli i hakkında esaslı bir ekilde dü ünülmüyordu. Kı gelince
eve dönülece i ve yeni temeller üzerine sessiz sedasız çalı maya devam olunaca ı
sanılıyordu.
Hiç üphe yok ki insan arzu etti i eyi ümit eder ve sonunda la inanır. Millet uzun zamandır
devam eden emniyetsizlikten yorgun dü mü tü, i te bundan dolayı herkesin Avusturya Sırp
çeki mesinin barı yolu ile çözümlenece ine inanmaması pek normaldi, belki de bu sayıları
milyonları bulan insanların arasında idim. Saldırıya geçildi i haberi Münih'te duyulur
duyulmaz, aklıma iki ey geldi. Bir kere sava kaçınılmaz bir hale gelmi ti, ikincisi
Habsbourglar imparatorlu u bu durumda anla mayı korumak zorundaydı. Beni en çok
korkutan ey, Almanya'nın bir kavgaya sürüklenmesi ve Avusturya'nın da bu kavgaya
do rudan do ruya sebep olmadı ı için Almanya ile beraber kavgaya girmek üzere karar
vermeye ülkesindeki siyasi durumunun müsait olmaması idi. mparatorlu un Slav ço unlu u,
böyle bir eye kar ı sabotaja giri ecek ve müttefik devlete istedi i yardımı yapmaktansa,
imparatorlu u paramparça etmeyi daha uygun bulacaktı, i te bu tehlike imdi ortada yoktu,
ihtiyar imparatorluk istese de, istemese de sava mak zorundaydı.
Bu kavga kar ısında benim ahsi kanaatim pek sade ve açıktı. ,'Kanaatime göre Avusturya ile
Macaristan Sırbistan'dan herhangi bir özür dileme eklinde cevap almak için sava mıyorlardı.
Bu sava Alman milletinin bekasını korumak, gelece ini ve hürriyetini sa lamak için yaptı ı
bir mücadeleydi. Bismarck'm Almanya'sı imdi ava mak zorundaydı. Atalarımızın
Wissembourg'dan Sedan'a ve Paris'e kadar uzanan sava alanlarında kanlarını kahramanca
dökerek fethettikleri yerlerin, imdi Alman gençli i tarafından yeniden kazanılması
gerekiyordu. E er bu kavga sonuna kadar ba arı ile yönetilirse, i te o zaman milletimiz,
dünya üzerinde büyük bir ha met ve gururla yerini alacak ve Alman imparatorlu u tekrar
barı için bir sı ınma yeri durumuna gelecek ve böylece milletin çocukları için barı a kı
yüzünden günlük ekmeklerinden yoksun bırakılmak mecburiyeti ortadan kalkacaktı.
Vaktiyle delikanlı iken milli evk ve heyecanın bo bir hülyadan ibaret olmadı ını ispat
etmeye imkan bulmayı arzulardım. Bazı kere, haklı olmadan "hurra" diye ba ırmak bile
günah gibi gelirdi Kader tanrısının anlamsız eli milletler ve insanlar hakkında, duygu larının
samimiyetine göre hüküm vermeye ba ladı ı yerde bunu söylemek gerekirdi, i te bundan
dolayı benim ve daha milyonlarca insanın kalbi felçli durumdan kurtulup, böyle bir duruma
geldi i miz için saadetten kabarıyordu. "Deutschland Über Alles"i o kadar çok söylemi ve
avazım çıktı ı kadar “Heil” diye haykırmı tım ki Tanrı'nın lütfü olmak üzere artık ezeli ve
ebedi Hakimin huzuruna çıkarak bu hissiyatın do rulu unu ispat edebilmek hakkını
kazandı ıma emin bulunuyordum. Çünkü, daha ilk andan itibaren bir sa va ba langıcında,
kitaplarımı ne ekilde olursa olsun terk etmek zorunda kalaca ım pek açık gelmi ti. Yerimin,
vaktiyle içimdeki sesin ça ırdı ı yer oldu una inanıyordum.
Siyasi sebeplerden dolayı önce Avusturya'yı terk ettim. Habsbourglar Devleti için mücadele
etmek istemiyordum. Fakat milletim ve imparatorluk için her an ölmeye hazırdım. 3
A ustosta Kral Üçüncü Louis'ye bir dilekçe sundum ve Bavyera alayına girmek lütfunun
benden esirgenmemesini talep ettim. Hiç üphe yok ki o günlerde özel kalem daireleri pek
me guldü, i te bundan dolayı, hemen ertesi günü, iste imin kabul edildi i haberini ve bir
Bavyera alayına müracaat emrini alınca pek çok sevindim. Birkaç gün zarfın da ancak altı yıl
sonra sırtımdan çıkaraca ım üniformamı giydim i te benim ve her Alman için u ölümlü
hayatın en unutulmaz ve en yüce zamanı bu suretle ba ladı.
Bu büyük kavganın olayları kar ısında, bütün bir geçmi tatsız bir hiçli e gömülüyordu,
iftiharla, fakat üzüntü duyarak bu eski günleri dü ünüyordum. Bu fevkalade olayın
yıldönümleri on kert-tekrarlandı. imdi Tann'nın lütfü ile katılmak imkanına kavu tu um o
kahramanların kavgalarının ilk anılarım dü ünüyorum. San ki hepsi dün olmu gibi, birçok
olaylar gözlerimin önünden gelip, geçiyor. Önce kendimi üniformalı olarak sevgili
arkada larımın arasında görüyorum. Sonra tek tek hepsi hayalimde canlanıyor: ilk de fa talime
çıkı ımdan, ta cepheye gidene kadar ki günlerim...
O zaman beni ve arkada larımı üzen tek bir husus vardı. O da cepheye geç ula mak korkusu.
Bu durum, çok kere beni rahat etmekten alıkoyuyordu. Nihayet mutlu gün geldi. Görevimizi
yapmak üzere Münih'i terk ettik, ilk defa Rhein'i gördüm. Nehrin sakin dalan yanı sıra batıya
do ru gidiyorduk. Bu Alman nehrini yüzyıllık Uçmanın hırs ve tamahına kar ı koruyacaktık.
Güne in ilk ı ıkları sabah sisini aralarken gözlerimizin önünde Niedenvald anıtı parıldadı.
Gö süm heyecandan daralıyor ve nefesim kesiliyordu. Sonra so uk ve rutubetli; bir gece
geçirdik. Bütün gece boyunca sessiz yürüdük. Sabah birdenbire ba larımızın üzerinden
kur unlar geçmeye ba ladı. Kur unlar topra ı kamçıladı, ilk ölüm haberi üzerine iki yüz
a ızdan ilk "Hurra!" yükseldi. O zaman kur unların vızıldamaları, topra ın sesi ve insanların
feryat ve arkıları duyulmaya ba ladı. Herkes gözleri hummalı kendisini ileri do ru çekilmi
hissediyordu. Hem de gittikçe hızlanarak. Sonunda kavga, pancar tarlalarından ve çitlerden
ötelerde ba ladı. Bir kavga ki gö üs gö üse... Fakat uzaklardan bir melodi kulaklarımıza
kadar geliyordu. Bu hal, yava yava bizi avucunun içine alıyor, takımdan takıma sirayet
ediyordu. Ölüm bizim saflarımızda tahribata ba ladı ı zaman, arkı bizi de ı etti. Onu sıramız
gelince söyledik ve ba kalarına intikal ettirdik: Deutschland, Deutschland über Alles, über
Alles in der welt!" Dört gün sonra geriye döndük. On yedi ya ındaki çocuklar, ü birer büyük
adam gibi görünüyordu. List alayına mensup gönüllüler ihtimal ki, askeri kurallara uygun bir
ekilde sava amıyordu, ama hepsi de "asker gibi ölmesini" biliyorlardı. Bu ba langıçtı. Yıllar
birbirini böyle takip etti. evk ve heyecan yava yava so udu. Ölüm korkusu co kun
sevinçleri bo du. Bir gün geldi ki, herkes idi hayatı ile görevi arasında mücadele etmeye
mecbur kaldı. Bu mücadele benim ahsımda da oldu.
Ölüm çevrede dola tı ı vakit, daima belirsiz bir ey insanı isyana sevk ediyor, acz içinde
kalmı vücuda kendisini mantı ın sesi gibi göstermeye çalı ıyordu. Ne var ki bu sadece
korkaklıktan ibaretti ve 'tebdili kıyafet" ederek herkesi avucunun içine almak istiyordu. Fa-at
insanı ihtiyatlı olmaya zorlayan bu ses ne kadar çabalarsa çabalasın, ona kar ı direnme de o
kadar iddetli oluyordu. Böylece gizli bir mücadeleden sonra görev hissi üstün geliyordu. Bu
mücadele bende daha 1815-1916 kı ında sona ermi ti, irade, inkarı imkansız bir hakim
mevkie geçmi ti, ilk günlerde saldırılara "ya asın" diye ba ırarak (Almanya'nın Renonya
üzerindeki hakimiyetini ifade eden 35 metre yüksekli inde cermen heykeli.) ve kahkahalar
savurarak katıldımsa da, imdi sakin ve o nispetti azimliydim. Bu hislerini devamlıydı. Artık
asabım bozulmadan, akıl sa a sola sapmadan sadece kaderin son denemelerine katılabilirdim.
Genç bir gönüllü iken, "ihtiyar bir asker" olmu tum. Bu de i iklik bütün orduya sirayet
etmi ti. Devamlı mücadele içinde ordu ihtiyarladı, hücuma dayanamayanları, hücum yok etti.
iki üç yıl boyunca, bir sava yerinden öteki bir sava meydanına atıldıktan ve devamlı bir
ekilde sayıca birçok dü mana ve üstün silahlara kar ı mücadele ettikten ve açlı a maruz
kaldıktan sonra bu ordu hakkında bir hüküm verilmelidir. te bu de erli orduyu tecrübe etme
fırsatı imdi do mu tu. Yıllar geçer, fakat hiç kimse Dün ya Sava ı'ndan Alman ordusunu
anmadan kahramanlıktan söz et meye cesaret gösteremez, i te o zaman, geçmi günlerin
karanlıkları içinden, ne sarsılan ve ne de gerileyen cephelerin ölmez manzaraları ve gri çelik
mi ferleri ortaya çıkacaktır. Ben o zaman askerdim, siyasetle u ra maya da hiç niyetim
yoktu, ki bunun zamanı da de il di. Hâlâ o kanaatteyim ki en basit bir arabacı dahi, siyasilerin
en birincisinden daha iyi hizmetler ifa etmi tir. Evet bütün siyaset adamlarından
tiksiniyordum: E er elimde olsa, hiç durmaz siyaset adamlarından bir çöpçü taburu kurardım.
Çünkü bu herifler, do ru, namuslu kimseleri kızdırmadan ve onlara zararları dokunmadan
kendi keyifierince, canlarının istedi i kadar bu i i yaparlardı.
Onun için bu sırada siyaseti aklıma getirmedin. Fakat bazı olaylar kar ısında dikkatli
olmaktan geri duramazdım. Bu olaylar bütün millete dokunuyordu. Ve aynı zamanda biz
askerleri de alakadar ediyordu. Beni sinirlendiren iki husus vardı. Bunları zararlı sayıyordum.
Bir kısım basın a ır a ır (birçok kimse için derhal anla ılmayacak bir ekilde) genel evk ve
galeyanın içine acı damlalar akıtmaya ba ladı. Bu i , iyi dü ünceler ve a ikar bir "temenni
maskesi" altında yapılıyordu. Kazanılan zaferler kutlanırken, fazla co kunluk
gösterilmesinden çekimliyordu. Cesaret ve kahramanlık tamamen tabii bir ey olarak kabul
ediliyordu. Dü üncesizce yapılan memnuniyet patlamalarına nefsi terk etmemek gerekirdi.
Hatta yabancı ülkeleri dü ünmek bile buna lüzum gösterirdi. Çünkü o ülkelerdeki sessizlik ve
makul bir sevinç dalgası, çılgınca alkı lardan çok daha ho gelirdi. Sözün kısası sava ın bizim
niyetimizde olmadı ını unutmamalıydık. Biz insanlı ın barı ını sa lama i ine katılmı
oldu umuzu itiraf etmekten utanç duymalıydık. Bu sebeplerden dolayı öyle çok fazla
ba rı malarla ordunun harekatının temizli ini lekelememek gerekirdi. Çünkü dünya böyle bir
durumu kötüye yorumlardı. Gerçek bir kahramanın sessizlik içinde parlak faaliyetlerini
unutmak için gösterdi i tevazu kadar hayranlık duyulacak ba ka bir ey olamazdı. Çünkü her
ey bu tevazu içinde özetleniyordu.
te bu gevezeler, kulaklarından tutulup direklerin önüne götürülmelidir. Halbuki büyük
psikolojiler yapma a kalkan bu kalem serserilerini, bayram içindeki mesut millete tecavüz
edemez hale sokmak için ipe çekecek yerde, her zaferi kutlayan ne eyi ve heyecanı
hafifletecek tedbirler alınmaya ba landı.
evk ve heyecanın bir kere kırıldı ı ve yok edildi i zaman, ''bunlara ihtiyaç duyuldu unda
bile bir daha canlandırılmayaca ım i kimse aklına getirmiyordu. evk ve heyecan kudreti
olmadan milleti manen çetin bir imtihana maruz bırakan mücadeleye nasıl devam
'i edilebilir?
Halk topluluklarının psikolojisini gayet iyi bildi im için, bu gibi durumlarda bu "demir"i
sıcak vaziyette tutacak ate i, estetik bakımdan yüksek bir ruh hali ile canlandırmanın mümkün
olmayaca ının farkındaydım. Bence, ihtirasların körüklenmesi için mümkün olan her eyin
yapılmaması bir çılgınlıktır. Bir lütuf olarak yaratılmı olan evk ve heyecanın yok edilmek
istenmesi tamamen anla ılmaz bir eydi.
O sıralarda ikinci derecede beni sinirlendiren di er husus da ,;. "Marksçılı a" kar ı nasıl bir
vaziyet alınması uygun olaca ı hakkındaki fikirlerdi. Bu durum, bu "veba mikrobu" hakkında
zihinlerde ' ufacık bir mefhum dahi bulunmadı ını açıkça gösteriyordu. Partiler arası birli i
dü ünmekle, Marksizm'in akıl, mantık ve ihtiyat dairesinde sevk edilece i, yani kontrol altına
alınaca ı zannediliyordu.
Halbuki, burada bir parti söz konusu de ildi, söz konusu olan be eriyetin imhası ile son
bulacak bir "doktrin"di: Bu gerçek, Yahudile mi üniversitelerde ve resmi surette okunması
zorunlu olan konuların dı ında, herhangi bir kitabı eline alıp okumayan yüksek dereceli
memurlarımız arasında görülemiyordu. En önemli olaylar bu "dima lardan geçer, fakat orada
bir iz bırakmaz, i te bunun için, devlet te ebbüsleri, özel te ebbüsleri daima arkadan ve ancak
seke seke takip eder.
BÖLÜM 5
1914 A ustos günlerindeki Alman i çisinin hareketini Marksizm'le aynı kabul etmek kadar
manasız bir ey olamaz. O zaman Alman i çisi bu "zehir"in kendine bula masını önleyecek
yolu bul mu tu. E er böyle olmasaydı kavgaya hiçbir ekilde katılmazdı. Fa kat, imdi
Marksizm'in "Milli" oldu unu dü ündükleri için aptaldırlar. imdi bu durum, devlet
memurlarının, bu doktrini okumak ve incelemek zahmetine katlanmadıklarını gösterir. E er
böyle olmasa idi, saçma bir ey zihinlerde bu kadar kolay iz bırakmazdı. Esas ve kesin gayesi
Yahudi olmayan bütün devletleri yıkmaktan ibaret olan Marksizm, avucunun içine aldı ı
Alman i çisinin 1914 Temmuzun da uyandı ını ve vatanın hizmetine ko tu unu deh et içinde
gördü Birkaç gün içinde halkın bu alçakça aldatılı ının hileleri ve yalanları etrafa yayıldı. Bu
durum kar ısında Yahudilerden olu an müdürler sürüsü tek ba larına ve yalnız kaldılar.
Altmı yıldır, halka telkin et tikleri eylerden sanki bir iz kalmamı tı. Alman i çisinin adi
çobanları için bu durum çok kötü oldu. Fakat bütün Yahudi liderler kendilerini tehdit eden
tehlikeyi görür görmez yalancılık kılıfına giriverdiler ve milli evk ve galeyanı rezilane taklit
ettiler.
Halkı zehirleyen bu Yahudilerin bütün hile ve yalan dolu cemiyetlerine kar ı tedbir almanın
tam sırasıydı. O zaman hiç tereddüt göstermeden onların davalarını görmek gerekirdi. 1914
yılının A ustos ayına tesadüf eden günlerde, milletlerarası birli e dair Yahu di gevezeli i 4
yıl sonra Alman i çisinin zihinlerinde birdenbire kayboldu. Ve bir süre sonra da, bunun yerine
Amerikan arapnelleri hareket halindeki Alman kıtalarının erleri üzerine karde li in takdisleri
gibi ya ıyordu. Alman i çisi, milli hüviyetine kavu tu u bir sırada,
milli bir hükümet için milletin dü manlarını merhametsizce yok etek bir milli görev te kil
ederdi. En iyilerin cephede öldürüldü ü tada, hiç olmazsa geride kalan mikrobu yok etmek
gerekirdi.
Fakat bu milli görev yapılacak yerde, imparator, eski katillere elini uzattı. Milletin en korkunç
katillerini korudu ve müsamaha ile kar ıladı. i te onlarda bu durumdan istifade ederek,
kendilerini toplayabildiler.
Yılan, eski adi görevine eskisinden daha ihtiyatlı ve pek tabi ^Olarak daha tehlikeli bir ekilde
devam ediyordu. Yeminlerine sadık kalmayan katiller ihtilal dü ünüyorlardı. Ben, katillere
layık olma-. lütuf muamelesine kar ı daima derin bir nefret duydum. Fakat, neticenin de bu
kadar felaketli olabilece ini hiçbir zaman tahmin etmezdim.
Ne yapmak lazımdı? Ele ba ları derhal tevkif etmek, mahkemeye vermek ve milleti
katillerden kurtarmak, partileri da ıtmak, parIamentonun gerekirse süngülerle aklını ba ına
getirmek veya daha iyisi onu kapatmak. Bugün cumhuriyet idaresi partileri nasıl kapatırsa
imdi de aynı ekilde hareket edilmeliydi. Çünkü bütün bir milletin hayatı söz konusuydu.
Fakat o zaman u mesele ortaya çıkıyordu. Dü ünce gücünün görü ünü silahla yok etmek
mümkün müdür? Vah i kuvvetlerin allanılması ile "felsefi fikirlerde mücadele mümkün
müdür? O zamanlar ben de bu soruyu defalara kendime sordum. Tarihte rastlanan benzer
olaylar ve özellikle din meseleleri söz konusu oldu u zaman dü ünülecek u esaslı fikre
vardım: Felsefi inanı lar ve fikirler muayyen manevi e ilimlerden do an hareketler, ister
do ru, ister yanlı olsunlar, bir zaman sonra artık yalnız bir art ile maddi kuvvet tarafından
yok edilebilir. Bu art udur: Maddi kuvvet, yeni bir ı ık saçan yeni bir felsefi inanı ın veya
fikrin hizmetinde olmalıdır.
Manevi bir inanı a dayanan ahlaki bir kuvvet olmadan yalnız ba ına fiziki bir kuvvet
kullanarak bir fikrin zihinlerden sökülüp atılması hiçbir zaman sa lanamaz veya yayılmasına
engel olunamaz. Yalnız, bu fikrin son taraftarlarının kökleri kazınabilir ve gelenekleri yok
edilebilirse o zaman i de i ebilir.
Ancak bu çe it bir hareket, çok zaman bir devletin belirsiz bir süre içinde siyasi bakımdan
kuvvetli devletler arasından çıkmasına sebep olur. Çünkü tecrübe ile sabit olmu tur ki, böyle
bir yaralama halkın en iyi tabakalarım rahatsız eder. Gerçekte, manevi bir temele dayanmayan
zulüm ve baskıların tamamı, ahlaken haksız görünü ı ve bir milletin en iyi unsurları üzerinde
bir kırbaç gibi saklayarak, onları protestoya yöneltir. Bu da halkın zulüm ve baskıya u rayan
manevi temayüle ba lılı ı eklinde kendini ifade eder. Birçok kimselerde bu olay, sadece bir
fikri kaba kuvvetle yok etmek te ebbüsüne kar ı duyulan muhalefet hissinden ileri gelir, i te
bu ekilde kanaat sahibi taraftarların sayısı zulüm ve baskı ile beraber ço alır Bundan dolayı
bir felsefi dü üncenin yok edilmesi ancak buna inananların derece derece ve sert bir ekilde
ortadan kaldırılmaları ile mümkün olur. Fakat böylesine bir iç bünyedeki temizleme hareketi
sırasında milletin u rayaca ı genel acz ve zaaf, o yok edilenlerin intikamım alır. E er
aleyhinde bir temizlemeye giri ilen bir doktrin, belirli bir küçük çevrenin sınırlarını a mı sa,
bu temizlik hareketi her zamankinden çok sonuçsuz kalmaya mahkûmdur, i te bundan
dolayıdır ki, bütün geli me olaylarında oldu u gibi, çocuklu un ilk günleri seri bir yok
olmaya maruz kalır. Halbuki yıllar ilerledikçe kar ı koyma kuvveti artar ve ihtiyarlık zaafı
gelince, ba ka bir ekil altında ve ba ka sebeplere ba lı kalarak yerini yeni bir gençli e bı-
rakır.
Gerçekte ise, manevi bir temele dayanmadan bir doktrini ve o doktrinin meydana getirdi i
te kilatı yok etmek yolundaki çalı maların tamamı sonuçsuz kalmı tır. Sadece kuvvete
dayanan bir mücadele usulü için, bütün artların en birincisi daima sebattır. Yine ba arı, bir
doktrini bo mak için kullanılan usullerin uzun ve devamlı ekilde uygulanmasına ba lıdır.
E er, kuvvet müsamahaya u rarsa, bo azlanmak istenen doktrin tekrar kudret kazanmakla
kalmaz, zu lüm ve baskı gelip geçtikten sonra çekilen acıların do urdu u nefret ve isyan hissi
ile yeni taraftarlar kazanır ve bu arada eski dönekleri de tam manasıyla kendine ba lar.
Fakat bu sebat ve ısrar ancak belirli "bir manevi kanaatin sonucu olabilir. Sa lam bir manevi
temelden meydana gelmeyen her baskı ve iddet kesin sonuç vermez. Böyle bir baskı ve
iddet hare ketinde ba nazlık göstergesi ta ıyan felsefi dü üncelere dayanacak bir istikrar
yoktur, i te bu sebeplerden dolayı çok zaman istenilen sonucun tam tersi olur. Bu sözlere
eklenecek bir husus daha vardır. Her felsefi dü ünce ister dini, ister siyasi olsun, kar ı fikirleri
yok et-k için mücadeleye giri mekten çok, kendi kanaatlerini kabul etrmek için çaba sarf eder.
i te bundan dolayı mücadele bir savun-(la olmak yerme bir saldın mahiyetindedir. Hedefinin
belirli olması nün için bir üstünlük te kil eder. Çünkü hedef onun kendi fikirlerinin zaferini
temsil eder. Halbuki, aksi halde kar ı doktrinin yok (dilmesi yolundaki gayenin ne zaman elde
edildi ini ve artık sa lanmı olabilece ini tespit zor olur. i te sadece bundan dolayı felsefi bir
dü ünceye dayanan saldırı kendini savunma ile ilgili harekete yasla daha akla uygun ve daha
kudretli olacaktır. Çünkü burada da karar ve sonuç savunma ile de il, saldırı ile meydana
çıkar. Mavi bir kudrete, kar ı kuvvet vasıtaları ile mücadele, yeni bir manevi mezhebin sahibi,
müjdecisi veya yayıcısı eklinde ortaya çıkılmadıkça, hep kendini savunma ile ilgili bir vasfa
sahip kalınır, i te özetle u söylenebilir: Ahlaki bir sistemi maddi kuvvet ile ezmek yolundaki
te ebbüslerin tamamı, kavga, yeni bir manevi mevzi lehinle bir hücum eklini almadıkça, kısır
kalmaya mahkûmdur. Ancak, ki felsefi dü ünce veya inanı arasındaki mücadelede inatla ve
insafsızca kullanılan kaba kuvvetin silahı ile müdafaa edilen taraf lehine kesin bir sonuç
alınabilir. Bunun içindir ki, Marksizm'e kar ı mücadele bugüne kadar daima sonuçsuz
kalmı tır.
Bismarck'ın sosyalistler aleyhindeki kanunlarının her eye ra men bir sonuç vermemesinin de
sebebi budur. Esasen o kanunlardın bir sonuç çıkmayaca ı da belli bir eydi. Çünkü mücadele
bir doktrinin zaferi için yapılmalıydı. te Bismarck'ın mücadelesi böyle bir platformdan
yoksundu. Devlet otoritesinin, sükûn, huzur ve asayi gibi laflarla insanlara ölüm kalım
kavgası için lüzumlu hamleyi vermek hususunda bir temel olmayaca ı bilinmeliydi. Bismarck
sosyalistler aleyhinde kanunlar çıkarma i inde, esasen sosyalist dü üncenin eseri olan bir
müessesenin muhakemesine ba vurmak zorunda kaldı. Bismarck Marksizm aleyhindeki
mücadelenin mukadderatını burjuva demokrasisinin eline teslim etmekle, tav ana havuç
emanet etmi oluyordu.
Bütün bunlardan çıkan sonuç, Marksizm'e kar ı ate li bir irade dolu bir doktrinin eksik
oldu u idi. i te böylece Bismarck'ın mücadelesinin sonu hayal kırıklı ından ibaret kaldı.
Fakat Dünya Sava ı sırasında yahut sava ın ba langıcında durum ba ka türlü müydü?
Üzülerek cevap vereyim ki, hayır!
Hükümetin o devirde Marksizm'in açık misali olan Sosyal demokrasi'ye kar ı vaziyetini
de i tirmek dü üncelerine daldıkça bu doktrinin yerine konacak bir felsefi fikir
bulunmadı ını teslim oluyordum. Marksizm'in yok edildi ini farz edersek, halka gıda olarak
ne yutturulacaktı? Kendilerim idare eden sınıflardan az çok kopmu olan i çileri, taraftarları
arasına alabilecek hiçbir fikir hareketi yol tu. Beynelmilelcilikte mutaassıp olan bir kimsenin,
sınıf mücadelesini bırakarak burjuva bir partiye veya yeni bir sınıfın te kilatına gelece ini
dü ünmek budalalıktan da öte bir eydir. Bu gerçe in inkarı yalnız yalancının yüzsüzlü ünü
ve aptallı ını ortaya koyar.
Büyük halk topluluklarını, gerçekte oldu undan daha budala sanmaktan özellikle
kaçınılmalıdır. Siyasi i lere hissiyatın akıldan daha do ru bir yol bulması ender rastlanan
hallerden, de ildir. Halk topluluklarının beynelmilelcilik hareketi hakkında aldıkları tavır,
onların dü ünce, duygu ve mantık zaafını gösterirse de, liderin ı özellikle burjuva
tezgahlarından çıkan barı sever demokrasi taraftarlarının bu halk topluluklarından daha akla
uygun dü ünememeleri, yukarıdaki iddiamı do rulamaktadır. Sayıları milyonları bul.m
burjuvaların her sabah Yahudile mi demokratik gazeteleri buy ı il bir saygı ile okudukları
sürece, bir parça de i ik olarak hazırlanın r. fakat aynı pislikleri yutmaktan ba ka bir ey
yapamayan yolda larını ahmaklıkları ile alay etmeleri terbiyesizce bir harekettir, i te bundan
dolayı birer vakıa olan eylere itiraz etmekten kaçınılmalıdır, gerçek inkar edilmez ki,
özellikle seçimden önce sınıf meselesin di maddi olmayan konular ele alınmamaktadır.
Milletimizin ço unun u tarafından duyulan sınıf gururu, kol i çilerine pek az önem verilmesi
gibi sersemlerin ve aptalların hayalhanelerinde mevcut bir olaydır. Öte yandan, aydın denilen
kimselerin muhakeme kabiliyetlerindeki zaaf, Marksizm'in bu çevrede sebep oldu u
miskinli i önlemeye kudreti yetmeyen devletin elinden kaçırdı ı sahaları yeniden
kazanmaktan aciz bulunaca ının anla ılması ile sabittir.
Burjuva partiler, kendi kendilerine verdikleri adlarla, hiçbir zaman proletarya topluluklarını
kıskıvrak ba lamayı basaramayacaklardır. Çünkü burada, birbirlerinden kısmen tabii olarak
ve kısmende suni olarak ayrılan ve kar ılıklı durumları itibariyle ancak im kavga vaziyeti alan
iki ayrı dünya görü ü vardır, i te bu kavgada pek tabii olarak en genci galip çıkacak ve bu da
Marksizm olacaktır. Gerçekten 1914 yılında Marksizm aleyhinde bir mücadele
dü ünülebilirdi. Fakat, bu davranı ve hareketin yerini alacak hiçbir eyin mevcut
olmamasından dolayı mücadelenin devamı üpheliydi, önemli bir eksiklik vardı. Daha
sava tan evvel ben böyle dü ünüyordum. Bundan dolayı, mevcut partilerden birine girmeye
karar
eremiyordum. Sosyal Demokrasi'ye kar ı mücadelenin, parlamenter bir partiden ba ka bir
hareketle yapılması gerekirken, bu hareketin de yoklu u beni bu ekilde dü ünme e
zorluyordu. Bu mesele
hakkında samimi arkada larıma bazen açıldım, i te, ileride siyasi bir faaliyete giri mek fikri
bana o zaman geldi.
BÖLÜM 6
Ben propagandayı Marksist Sosyalist te kilatın esaslı surette vakıf oldu u ve gayet ustaca
kullandı ı bir silah olarak kabul ediyo rum. Bunun bir sanat oldu unu anladım. Bu sanatın
burjuva parti leri tarafından bilinmedi im de gördüm. Yalnız, bu silahtan Kırı tı yan Sosyal
hareketi ve özellikle Lueger zamanında istifade edildi im ve ba arı sa landı ını te his ettim.
Fakat, ilk defa sava sırasındaki ba arı ile idare edilen bir propa gandamn ne ola anüstü
sonuçlar sa ladı ım gördüm. Esasen burad.ı her eyi kar ı tarafın nezdinde incelemek
gerekiyordu. Çünkü ma alesef, bizim tarafımızdaki faaliyet çok geri idi. Alınanlarda önemli
nispette propaganda yoklu u, her askerin gözüne açıkça batıyordu Propaganda ile esaslı
surette me gul olmamın sebebi i te budur. Fi iliyata gelince, dü man bize pek parlak örnekler
veriyordu.
Bizde eksik olan bir husus, dü man tarafından dahiyane bir ekilde ve tam zamanında ortaya
konuyordu. Bu, "dü man sava pro pagandası "ndan gayet iyi faydalandım. Fakat zaman
geçti i halde, bu derslerden yararlanmaları gerekenlerin kafalarında küçük bu parça veya
küçük biz iz kalmıyordu. Bazıları, ba kalarının verdi i dersleri kabul edemeyecek kadar
kendilerim akıllı sanıyorlardı ve bazıları ise gereken iyi niyetten yoksundular. Hasıl, bizde bir
propa ganda yoktu. Bu sahada gösterilen faaliyetin tamamı yanlı ve eksik ti. O kadar yanlı
ve eksikti ki, zararlı olmasa dahi tamamen beyhu de bulunuyordu. Esaslı bir tetkikten
geçirildi inde Alman propa gandasının ekil yönünden yetersiz ve psikoloji bakımından da ha
tali oldu u görülüyordu. Söz konusu edilen eyin ne oldu u anla ılamıyordu. Yani,
propaganda bir vasıta mıydı, yoksa bir gaye miydi? Bunun cevabı u-r: Propaganda bir
vasıtadır, bunun için amacı yönünden hakkın-bir yargıya varılmalıdır. Bundan dolayı, eklin,
hizmet etti i gayeye yardımcı olması için münasip bir surette intibak ettirilmesi gerekir.
Umumi menfaat bakımından önemleri çe itli olan birçok gaye mevcut olabilir. Sonuç olarak
propagandanın önemim çe itli ekilde takdir etmek mümkündür. Sava sırasında, u runda can
verilen gaye insanın hayal edebilece i gayelerin en asili ve en büyü üdür. Gaye milletimizin
hürriyeti, ba ımsızlı ı ve güvenli iydi, gelecek olan ekme iydi, eref ve namusuydu. Muhalif
fikirlere ra men böyle eyler mevcuttu ve mevcut olması gerekirdi. Çünkü eref ve namustan
yoksun milletler genellikle er geç hürriyet ve istiklallerini kaybederler. Bu da yüksek bir
adalete uygundur. Çünkü erefsiz bir sürünün nesilleri hiçbir hürriyete layık de ildir. Köle
olmak isteyen kimse eref ve namusa sahip olamaz. E er olmaya kalkarsa, böyle bir namus ve
eref kısa bir zaman sonunda hafife alınır.
Almanlar, hayat ve insani artlar için sava ıyorlardı. Bu bakimin sava propagandasının
gayesinin cengaverlik ruhuna faydalı oltası gerekirdi. Gaye Alman milletinin ba arısına
yardım etmek olmalıydı.
Milletlerin, dünya üzerinde hayatları u runda mücadeleye gittiklerinde ve "var" yahut "yok
olmak" konusu ortaya çıktı ında, Utun insaniyet ve estetik dü ünceler hiçe iner. Çünkü bütün
bu inanı lar bo lukta kanat açıp durmazlar, insanın hayal gücünde olu urlar ve daima ona
ba lı kalırlar. nsanın dünyadan gitmesi bu dü ünceleri sıfıra indirir. Çünkü, tabiat bunları
bilmez. Bu arada unu ı belirtelim ki, bu dü ünceler, ancak bazı milletlerde pek az bulu-ve
onların hissiyatlarında vücut buldu u nispet dahilindedir. nsaniyetçilik ve estetik, bu
fikirlerin yaratıcı ve koruyucusu bulunan milletlerin ortadan kalktıkları nispette yok olmaya
mahkumdur.
Bundan dolayı bütün dü ünceler bir ırkın kendi hayatı u runa giri ti i mücadelede ancak
ikinci derecede kalacaktır. Fakat bu dü ünceler, mücadeleye atılan ırkın bekasını felce u ratır
u ratmaz, kavganın eklini de tespit hususuna hakim olurlar. Esasen göze çarpan sonuç da
budur. nsaniyetçilik meselesine gelelim. Moltke de bu konuda fikrim söylemi tir. O sava ta
insaniyetin, kavgayı imkan nispetinde süratle idare etmekten ibaret oldu u ve böylece daha
sert mücadele usullerinin insaniyete daha çok hizmet etmi olaca ı kanaatindeydi. Fakat böyle
bir muhakemeye estetik ve di er konulardaki gevezelikler 11 giri ilecek olunursa, bu
saçmalıklara verilecek tek bir cevap vardı ı Hayat mücadelesi gibi yıkıcı bir konu her çe it
estetik dü ünceldi bir yana iter. insanın hayatında en çirkin ey esaret zinciridir. Acaba
Schvvabing'e benzeyen sembolistler Alman milletinin imdiki akı betini estetik diye mi kabul
ediyorlar? Bu çe it kültür kepazeliklerinin modern yaratıcısı olan Yahudilerle bu hususta
münaka aya giri ilmez. Onların bütün hayatları, isa'nın hayalinde sembolünü bul mu
esteti in açıkça ret ve inkarından ibarettir. Fakat, kavga söz konusu edildi inde, madem
güzellik ve insaniyet hususları bir taralı bırakılıyor, o halde propaganda hakkında bir hüküm
vermek için de bunlardan istifade edemezler.
Propaganda sava sırasında, bir amaca ula mak için kullanılan vasıtaydı. Yani Alman
milletinin hayatı u runda yapılan mücadele söz konusuydu. Bundan dolayı propaganda bu
amaç için de eri olan ilkelerden hareket etmek suretiyle muhakeme edilmeliydi, in öldürücü
silahlar, en insancıl silah durumuna giriyordu. Propaganda daha seri bir zaferin artıydı ve
millete; hürriyet, eref ve haysiyetini sa lamasına yardım ediyordu. Ya amak için yapılan bu
mücadelede "sava propagandası" hakkında aldı ım vaziyet buydu. Hükümetçe bu husus
açıkça anla ılmı olsaydı, bu silahın kullanılmanın ekli hakkında hiçbir zaman tereddüde
dü ülmeyecekti. Çünkü kullanmasını bilenin elinde, bu silah gerçekten korkunç ve deh et
verici bir ey oluyordu.
Propaganda da ikinci bir mesele vardır: Propaganda kime hitap etmeli idi? Aydınlara mı
yoksa halkın az ö renim görmü kitlesin, mi? Bunun cevabı udur: Propaganda daima,
özellikle toplulu a in tap etmelidir.
Dü ünenler için, propaganda sadece bilimsel açıklama olabil 11 Esas propaganda onun ihtiva
etti i husus ile bilim arasındaki münasebettir, yani duvar ilanları ile sanat arasındaki ilgiden
ibarettir. Duvar ilanı, gelip geçenlere arz edildi i ekilde sanatı haiz de ildi ilancılık sanatı
ressamın ekil ve renkler vasıtasıyla gelip geçenlerin dikkatlerini çekebilmesindedir. Bir sanat
sergisine ait duvar ilanı Uruz sergideki sanatı, göze çarptırmak maksadını güder. Bu i te ne
(dar çok ba arıya ula ılırsa, ilancılık sanatı da o kadar büyük olur. rica, duvar ilanı gelip geçen
halka serginin manası hakkında bir vermek içindir. Yoksa, bu sergideki büyük sanatın yerine
geçek için de ildir. Yani bütün bütün ba ka bir eydir. Sanatı tetkik etmek isteyen bir kimse,
duvar ilanından ba ka bir eyi tetkik etmek zorundadır. Ayrıca, sergiyi de üstün körü
dola makla yetinemez. O kimsenin, her ey için ayrı ayrı derin bir tetkike dalması ve sonra bir
hükme varması gerekir. Propaganda kelimesiyle ifade ettiniz maksat da bunun aynıdır.
Propagandanın gayesi, tek tek ve ilmi surette fertleri bilgi sahibi olmak de ildir. Vazifesi,
kütleleri dikkatini belirli olaylar, zaruret l icaplar üzerine çekmektir. Bu hususun önemi ise
halka ancak bu ; ile anlatılabilinir.
Propaganda esasen, lüzum ve zorunluluk te kil etmedi i konu-duvar ilanında oldu u gibi,
ço unlu un dikkatini çekmekten f et olup, ilim sahibi olanlara yahut sadece bilgi toplamak
niyetin-ı olanlara ders vermekten ibaret kalmadıkça, duygusallı a ve pek ı akla hitap
etmelidir. Her propaganda halkın anlayaca ı sahada ^imalıdır. Manevi seviyesini hitap etti i
toplulu un içindeki kain en dar olanların anlayabilece i biçimde tutmalıdır, artlarda, taraftar
kazanılmak istenilen kimseler ne kadar çoksa propagandanın manevi seviyesi de o kadar
a a ıda olmalıdır. Propagandanın ilmi bakımdan içeri i ne kadar mütevazı ise ve toplumun
duygularına ne kadar müracaat ederse, ba arısı da o kadar kesin olur.. Ba arı bir
propagandanın de eri hakkında en büyük delildir, okumu kimse veya bir iki genç "estet"in
tasvip ve takdiri ilin yanında hiç kalır. Propagandada sanat dü ünce gücünün çatı ı hallerde,
içgüdünün hakimiyeti altındaki büyük toplulukların uluyabilece i bir noktaya gelerek,
psikolojik yönden uygun bir ekil alıp çevrenin kalbine girecek yolu bulmaktır. Bu hususun
birde, akıl ve hikmetin en yüksek noktasına çıkmı sanılan kimselerce anla ılmaması, onların
zihinlerinde gururdan ba ka bir ey olmadı ını pıt eder. Fakat propagandanın taraftar
toplamaya müsait silahları (Estet- Güzeli ve güzelli i seven. Güzelli i i leyen ve onu konu
edinen.) büyük halk topluluklarının üzerlerine çevrilirse, bu hareketten u ders ortaya çıkar:
Büyük toplulukların temsil melekesi sınırlıdır, idraki ise küçüktür. Ayrıca hafızadan yoksun
olu u pek büyüktür. Bunun için etkili propaganda pek az noktalara nüfuz etmelidir. Bunlar
de i mez bir kalıpta ve düsturlar içinde, gerekti i nispette ileri sürülmelidir. Ta ki, halkın en
son ferdi bile bu fikri anlayabil-sin. Bu prensip terk edilerek, dünya boyunca olmak istenirse
elde edilecek sonuç küçülür. Çünkü topluluk kendisine sunulan eyi ne anlayabilecek ne de
aklında tutabilecektir. Bundan dolayı ba arı zayıflayacak ve sonunda da yok olacaktır, i te bu
bakımdan izahat ne kadar geni tutulursa, takti in tayininde de psikolojik yönden isabet o
kadar gereklidir. Mesela Almanya ve Avusturya'da çıkan mizah gazetelerinde dü manı gülünç
hale getirmek tamamen saçma bir i ti. Çünkü bu propaganda ile beslenen okuyucu üzerinde,
bir gün kar ıla tı ı dü man bamba ka bir tesir bırakacaktı. Alman askeri dü manın
mukavemeti kar ısında o güne kadar dü man hakkında kendisine verilen bilgilerin ne kadar
yanlı oldu unu ve aldatıldı ını anladı. Böylece askerde dövü me arzusu artaca ı yerde, onun
direnci kırılmı oldu. Asker kendisini ümitsizli e terk etti.
Halbuki ngilizlerin ve Amerikalıların sava propagandaları psikolojik yönden akla uygundu.
Kendi milletlerine Almanları barbar olarak gösteriyorlardı. Bu arada her askeri, sava ın
deh etlerine kar ı koymaya hazırlıyorlardı. Böylece onlar cephede hayal kırıklı ına
u ramaktan korunuyorlardı. Kendisine kar ı kullanılan ölüm saçan silah, onun ilk aldı ı
bilgileri do ruluyor ve böylece hükümetinin verdi i teminatın da do ru oldu u kanaatine
varıyordu. Böyle dü ünen asker, hasmına büyük bir hırsla saldırıyordu, i te böylece hiçbir
ngiliz eri, sava tan önce memlekette kendisine yanlı bilgi verilmi diye dü ünmüyordu.
Halbuki Alman askeri için bunun aksi oldu. Öyle ki Alman askeri, sonunda bütün resmi
bilgileri aldatma ve kafa i irme olarak kabul etmeye ba ladı. Buna sebep, ilk rastlanan e ekle
propaganda i ini yöneltmenin mümkün olaca ına inanmasıydı. Böyle bir görevi, insan ruhunu
en iyi biçimde anlayan usta kimselerin yapabilece ini anlamamı lardır.
Alman propagandası, kültürü seçkin bir zümrenin i ledi i üzüntü verici bir hataya en canlı
örne i te kil eder. Bu kimselerin çalı maları, gerekli psikolojik dü üncelerden uzak kaldı ı
için stenilenin tam aksı yönünde etki yapmı tır. Gözleri ba lı, kulakları tıkalı olmayanlar
için, dört buçuk yıl dü man propagandasından ö renilecek çok ey vardı.
Özellikle me gul olunan ve hedef alınan bir konu hakkında sistemli ekilde tek taraflı bir
vazıyet almak gerekir. Bu propagandanın en önemli ilk artıdır. te bu en önemli ilk art hiç
anla ılmamı ve gözden uzak tutulmu tu. Bu yolda öyle hatalar i lendi ki, sava ın
ba langıcından itibaren yapılan saçmalıkları ancak ahmaklı a maletmek gerekirdi. Mesela bir
sabunu öven bir duvar ilanı, aynı zamanda ba ka sabunların da iyi oldu unu anlatırsa bu
garabete ne denir? Herhalde sadece ba sallanır. te bizim siyası propagandalarımız da
tamamen buna benzedi. Propagandanın gayesi çe itli partilerin haklarım güzelce tayin ve
takdir etmek de ildir. Propagandanın gayesi temsil edilen partinin üstünlü ünü açıkça ortaya
koymaktır. Propaganda, e er gerçek ba ka tarafta ise, bunu objektif bir ekilde ara tırmaya ve
halka dinin adaleti ile açıklamaya kalkı mamalıdır. Propaganda sadece kendisine uygun dü en
gerçekleri aramakla ve onları tanıtmakla görevledir.
Sava ın getirdi i felaketin mesuliyetini yalnız Almanya'ya yüklemenin do ru olmayaca ını
söyleyerek, sava mesuliyeti konusunu münaka a etmek çok büyük bir hataydı. Bu mesuliyeti
hiç yorulmadan devamlı bir ekilde hasımlarımıza yüklemek gerekirdi. Bu yarım tedbirin
sonucu ne oldu?
Bir milletin büyük toplulu u politikacılardan, kamu hukuku profesörlerinden ve hatta yalnız
hüküm verme e kabiliyetli kimselerden meydana gelmez. üphe ve kararsızlık içinde yüzen
kimselerden olu ur. Bizim kendi propagandamız hasım tarafa küçük de olsa bir hak verecek
olursa, kendi hakkımızdan üphe etmek için bir adım atılmı olur. Böylece topluluk, hasmın
haksızlı ının nerede son buldu unu ve bizim hakkımızın nerede ba ladı ını tespitte zorluk
çeker ve endi e içinde kalır. E er bir de hasım böyle hatalar i lemez de bütün kabahati
istisnasız kar ı tarafa atarsa, bu durum daha da fenalıklar do urarak ortaya çıkar. Böylece
halkımız daha akla uygun ve devamlı bir ekilde idare edilen dü man propagandasına
inanmaya ba lar. te bu i , objektiflik illetine yakalanmı bir millette oldu. Çünkü herkes,
Alman milleti ve devleti yok edilme tehdidi altında iken dü mana kar ı haksızlık
yapılmamasına çalı ıyordu. Halkın büyük bir ço unlu u, tıpkı bir kadın ruhi haleti içindedir.
Bunlar, fikir ve dü ünceleri, fiil ve hareketlerden ziyade duyguların do urdu u dü üncelerden
çıkarırlar. Bu dü ünceler karı ık olmayıp, gayet basit ve sınırlıdır. Bunların arasında birtakım
ince farklar yoktur, sadece sevgi veya kin, hak veya haksızlık, gerçek veya yalan, olumlu veya
olumsuz kavramlar vardır. Hiçbir zaman yarım hissiyata rastlanmaz, i te ngiltere'nin
propagandasını idare edenler özellikle bu hususları gayet iyi anlamı lardır, ngiliz propa-
gandasında üphe do uracak yarım tedbirlere rastlanmazdı.
Dü manın halk psikolojisini gayet iyi bildi ini gösteren delil, o mezalim propagandası idi.
Dü man bu propaganda sayesinde, cephede bozguna u rasa bile manevi kuvveti korumak için
gerekli malzemeyi buluyordu. Sava ın tek suçlusu olarak Alman milletini ilan ve te hir
etmekteki ba arı da bu hususu do ruluyordu. Bu büyük yalan, küstahça ve taraf tutarak ileri
sürülerek halk topluluklarının anlayabilecekleri bir ekle sokuluyordu. Topluluklar duyguları
ile harekete geçerler ve daima savurganlı a kaçarlar. Bundan dolayı da o koca yalanlara
inanırlar. Bu propagandanın ba arısı yalnız, dört yıl süren sava boyunca dü manın kar ı
koymaya devam etmesi ile de il, aynı zamanda milletimizin üzerinde yaptı ı etki ile de ortaya
çıkmı tır. Böyle bir ba arının bizim propagandamıza nasip olmamasına a ırmamalıdır.
Propagandamız içerdeki karı ıklıklar esnasında tesirsizlik tohumu saçıyordu. Ayrıca içeri i
itibariyle de halkın üzerinde gerekli tesiri yapmaktan çok uzaktı. Bizim o ipe sapa gelmez
devlet adamlarımız, insanları ölüme sevk edebilmek için, o manasız barı çılık sözleri ile
sarho etmenin ve co turmanın mümkün olaca ını sanmı lardı.
Bir propagandada esaslı bir prensibe her zaman kesin bir ekilde uyulmazsa te kilat içinde
gösterilen faaliyetler bir ba arı sa lamaz. Propaganda gayet sınırlı konulara temas etmeli ve
bunları devamlı bir ekilde tekrarlamalıdır. Dünyadaki di er i lerde de oldu u gibi bunda da
sebat ve ısrar ba arının en önde gelen artıdır. Propaganda her eyi kanıksamı kimselerin
pe ine dü memeli ve estetlere kapılmamalıdır. Aksı halde propagandanın muhteviyatı, ekli
ve ifadesi halkın üzerinde faaliyet gösterecek yerde, yalnız edebi salonlara devanı eden
kimselere tesir eder. te bunlardan vebadan kaçar gibi kaçmak gerekir. Bunlar güzel hisler
duymaktaki aczleri dolayısıyla , daima kendilerine yeni terbiyeciler ararlar. Bu adamlar kısa
zaman ilcinde her eyden bıkarlar, daima de i iklik ararlar. Hiçbir zaman kusursuz bir
durumda olan ça da larının seviyesine gelemezler, hatta bunları anlayamazlar. Propagandayı
veya muhteviyatını, kötü
(,Ve pek eskimi buldukları için ele tirirler. Onlara daima yeni eyler gerekir. Bu herifler,
halkın nezdinde siyasi ba arının en öldürücü ;(dü manı olurlar.
Halbuki propaganda her eyi kanıksamı küçük beylere, devamlı vakit geçirecekleri meraklı
vasıtaları sa lamak için yapılan bir ,|ey de ildir. Propaganda kanaat ve telkin içindir. kna
edilmesi söz konusu olan kuvvet de topluluktur. Toplulu un ise daima o a ırlı ı çinde bir
fikri anlayabilecek duruma gelmesi için, bir zamana ihtiyacı vardır. En basit mefhumlar
defalarca tekrar edilmeden hafızasını onlara açmaz.
Hedef çe itli yönlerden aydınlatılabilir. Fakat her açıklamanın gayesi daima aynı düstura
ula malıdır. Ancak bu böyle olursa, propaganda düzgün bir etki yapabilir. Hiçbir zaman bir
tarafa sapmadan üstünde yürünen bu yol, daima e it ve metin bir çalı ma sayesinde ba arıya
ermenin imkanını sa lar, i te o zaman, böylesine sebat ve gayretle nasıl akla, hayale gelmez
büyük sonuçlara kavu ulaca ı hayretle görülür. Her reklam ister i hususunda, ister siyasi
klanda yapılsın, ba arısı devamlı çalı ma ve daimi surette fikri takip etmekle elde edilir.
Dü man propagandasını örnek almak gerekirdi. Bu propaganda özellikle belirli halk
toplulu u için hazırlanmı birtakım hususlar ihtiva ediyor ve bunlar devamlı bir ekilde -
ısrarla idare edilip, savunuluyordu. Esaslı fikirlerin ve bu fikirleri yayı usullerinin bir kere
ba arısı görülünce, sava boyunca bunlar, bir de i iklik yapılmadan kullanıldı, ilk önceleri
cüretli iddiaları yüzünden bu propaganda saçma gibi geliyordu. Daha sonra naho kabul
edildi. En sonunda ise inanıldı. Dört buçuk yıl sonra Almanya'da bir ihtilal çıktı ki, ihtilalin
parolası dü man propagandasından alınmı tı. ngilizler den bu silahın ba arısının devamlı
kullanılması ile sa lanaca ı ve bu ba arının yapılan bütün masrafları kar ılayaca ım da
ö rendim. ngilizler propagandayı birinci silah kabul ediyorlardı. Halbuki bizde, propaganda
bir sandalye kapamamı politikacıların son ekmek parçaları veya gazetelerde i letilen
küçücük bir damar sayılıyordu. Almanya'da dü man propagandası 1915 yılının ilk aylarında
ba ladı. 1916 yılından itibaren öhreti gitgide arttı ve 1918 yılına gelindi inde gerçek bir
dalga halinde bütün Almanya'yı kapladı. O günlerde bu ideal avcılı ının sonuçlarım yakından
takıp etmek mümkün oluyordu. Alman ordusu yava yava dü manımızın istedi i gibi dü ün-
meye alı tı. Hiçbir Almanda bir reaksiyon görülmedi. Gerçekte ordu, akıllı ve irade sahibi
efinin idaresinde, bu havayla sava ı kabul etmek kararındaydı. Fakat bu i te gerekli olan
araçlardan yoksundu.: Ayrıca bu çe it fikrî kültüre bizzat ordu tarafından eri ilmesine izin
verilmesinde de psikolojik hata vardı. Bu i in yararlı olabilmesi için, ülkenin içinden gelmesi
gerekirdi, i te o zaman dört yıldan beri büyük kahramanlıklar ve feragat örnekleri vermi
insanların nezdinde ba arı kazanılaca ı ümit edilirdi. Fakat ülkenin ba ına ne geldi? Bu sonuç
budalaca bir ey miydi, yoksa canice bir hareket mıydı?
1918 yazı ortalarında Marne'ın güney sahilinin tahliye edilmesinden sonra Alman basını
öylesine canice bir aptallık eseri ortaya koydu ki, bu adi hareket içimde her gün artan bir
kudurmaya sebep olan u soruyu aklıma getiriyordu. Ordumuzun kahramanlarının bu manevî
sefahatine son verecek bir kimse çıkmayacak mıydı? 1914 yılında Fransa'ya e ine
rastlanmamı , zafer dolu bir ekilde saldırdı ımız zaman ne oldu? Isonzo Cephesi
yıkıldı ında italya ne yaptı
7
1918 yılının ilkbaharında Alman kıtalarının saldırısı Fransız
mevzilerini yerlerinden kovacak gibi oldu unda ve uzun menzilli a ır topların kudretli
gülleleri Paris'in kapılarım dövme e ba ladı ında Fransa ne yaptı? Orada, geriye do ru
alelacele kaçı an alayların yüzlerini kamçılamı lar ve milli hislerin ate lerini onların yüzlerine
üflemi lerdi. te o zaman propaganda ve topluluklara tesir etmenin ilmi, askerlerin kalplerine
kesin zafere inanmayı gürz darbeleri ile tekrar sokmak için nasıl çalı mı tı? E er Tanrı beni
propaganda servisimizin aciz ve iradesiz adamlarının yerine koysaydı, sava ın kaderinin
ba ka türlü olaca ı muhakkaktı, i te bu husus aklıma geldikçe üzüntülerin içinde kıvranıp
dururdum. O aylar içinde kaderin hainli ini ilk defa hissettim. Kader beni öyle bir yerde
tutuyordu ki, herhangi bir zencinin silahından çıkan serseri bir kur unla yere serilebilirdim.
Halbuki ba ka bir mevkide vatanıma çok daha büyük hizmetlerde bulunabilirdim. Çünkü ben
daha o günlerde, bu i te l ba arılı olaca ıma inanmı ma rur bir kimseydim. Ne var ki, anı
ve "• adı meçhul bir kimseydim. Sekiz milyon insan arasında bir satırlık kaydım vardı. Böyle
olunca susmam ve bulundu um mevkide bana Ö dü en görevi en iyi ekilde yapmam
gerekiyordu.
1915 yazında ilk dü man bro ürleri elimize geçmeye ba ladı. Bunların içerikleri hep aynıydı.
Sadece ekil ve izahat yönünden bazıları de i ikti. Özellikle "Almanya'da kıtlık artıyor"
iddiasında bulunuluyordu. Sava bir türlü bitmeyecekti. Halbuki sava ı kazanmak ümidi
devamlı ekilde azalıyordu. Bundan dolayı halk barı istiyordu. Fakat militarist idare ve
Kayser buna fırsat vermiyorlardı. i te bu hususa vakıf olan bütün dünya, Alman milleti ile
de il, sadece tek suçlu olan Kayser'e kar ı sava ediyordu. Bundan dolayı sava , dü man
barı sever be eriyet tarafından uzakla tırılıncaya kadar
L
>
devam edecekti. Sava bittikten
sonra da liberal demokratik devletliler, Alman milletini dünya çapında ebedi barı ligine
alacaklardı. Ancak "Prusya militarizmi" yok edildi i gün barı sa lanacaktı. ı î te bu
açıklamayı ispat için dü man bro ürleri bazı kere j;,"memleket mektuplarının kopyalarını da
ihtiva ediyordu. Bu mektupların muhteviyatı bro ürün açıklamalarını do rular gibiydi. Gerçi,
bütün bu te ebbüslere gülünüp, geçiliyordu. Bro ürler okunduk-I tan sonra genel kurmaya
gönderiliyordu. Bunların ço u unutturuyordu. Sonunda rüzgar siperlere do ru yeni yeni
yükler getiriyordu. Bu bro ürleri bize getirme i ini çok zaman uçaklar yapıyordu.
Bu çe it propagandada bir husus çok geçmeden hayret uyandırmaya ba ladı. Cephede
Bavyeralıların bulundu u kısımlarda de i mez bir yargı ile Prusya'ya saldırılıyordu. Aynı
zamanda Prusya'nın sava ın tek suçlusu oldu u söylendi i gibi, Bavyera'ya kar ı j, hiçbir
husumet beslenmedi i de ekleniyordu. Ayrıca Bavyera, Prusya militarizmine ba lı kaldı ı ve
ona hizmet etti i sürece, Bavyera'nın hesabına kestaneyi ate ten çıkarmanın imkansız oldu u
da açıklanıyordu.
Bu usulün askerler üzerinde tesiri 1915 yılında görülmeye ba landı. Askerler arasında Prusya
aleyhindeki infial göze çarpacak kadar geli ti. Fakat zirveden temele kadar bu duruma engel
olmak için hiçbir tedbir alınmadı. Bu ekil davranı , basit bir hatadan, küçük bir ihmalden de
öte bir eydi. Gerçi er geç cezasını görecekti ama, yalnız Prusyalı de il, bütün Alman milleti
zarara u rayacaktı. Bavyeralı da herhalde Almandı. Böylece dü man propagandası 1916
yılından itibaren inkar kabul etmez ekilde ba arılar kazandı.
Artık do rudan do ruya ülke içinden gelen ikayet mektupları da olumsuz etkiler meydana
getirdi. imdi bu mektupların cepheye dü man bro ürleri ile ula tırılmasına gerek
kalmıyordu. Buna kar ı da hiçbir ey yapılmadı. Sadece hükümetin son derece aptalca bazı
ihtar ve çıkı maları oldu. Ama cephe dü manın saçtı ı bu zehre gark oldu. Saçları uzun,
akılları kısa bazı sersem kadınlar, bu zehri ülkenin içinde gayet do al olarak imal ediyorlar ve
bunları cepheye göndermekle dü mana hizmet ettiklerini, kendi yakınlarının sava alanındaki
ıstıraplarını uzatmak ve ço altmaktan ba ka bir i e yaramadıklarını bilmiyorlardı. Böylece
budala kadınların mektupları yüz binlerce insanın kanına girdi. Sonunda 1916 yılında endi e
verici bazı olaylar vukua geldi. Cephe homurdanıyor ve vah i bir hale bürünüyordu. Askerler
çe itli sebeplerden dolayı artık memnun de ildiler ve ara sıra da haklı olarak galeyana
geliyorlardı. Askerler cephede aç kalıp, tevekkül gösterdikleri sırada aileleri ve yakınları
evlerinde peri an bir durumda idiler. Halbuki ba ka yerler de bolluk ve e lence hüküm
sürüyordu.
Buhran daha o günlerde kendini göstermi , fakat bu daima iç meseleler halinde kalmı tı.
Önceleri ba ırmı veya mırıldanmı bir asker, bir müddet sonra gayet do al bir eymi gibi
görevini sessizce yerine getiriyordu. Yine önceleri memnuniyetsizli ini ifade eden bir bölük
asker, savunmaya memur edildi i toprak parçasına, sanki Almanya'nın akıbeti o çamur
içindeki bir iki yüz metrelik çukura ba lı imi gibi çakılıp kalıyordu, i te bu hâlâ o
kahramanlar ordusunun cephesiydi.
Kaderin sert bir de i ikli i sonucu cephe ile memleket arasındaki farkı ö renecektim. 1916
yılının Eylül ayı sonunda kıtam Somme çarpı masına do ru hareket etti. Bu bizim için
korkunç malzeme çarpı malarından ilki idi. Bu çarpı mayı anlatmak çok zordur. Buna bir
çarpı madan çok, bir cehennem demek daha do ru olur. Devamlı ate kasırgalarına Alman
cephesi haftalarca dayandı. Belki bazen bir parça geriledi, bazen ilerledi ise de, hiçbir zaman
gev emedi. 7 Ekim günü yaralandım. Tanrı'nın yardımı ile geriye gelebildim ve Almanya'ya
dönmek üzere sıhhiye trenine bindim.
Ben vatandan ayrılalı iki yıl olmu tu. Bu artlar altında bu iki yıl adeta sonu gelmez bir zaman
parçası sayılabilirdi. Üniforma giymemi Almanların görünü lerinin nasıl olabilece ini zor
dü ünüyordum, ilk tedavi için yatırıldı ım hastanede yanımdaki arkada la konu an
hastabakıcı kadının sesini i itince deh etten irkildim. ki yıl sonra ilk defa bir Alman
kadınının sesini duyuyordum! Sonra bizi memleketimize götürecek olan tren sınıra
yakla tıkça hepimiz bir endi e duymaya ba ladık, iki yıl önce genç askerler olarak geçti imiz
yerlerin hepsi, Brüksel, Louvain, Liege birer birer gözlerimizin önünden geçip gittiler.
Sonunda ilk Alman evini yüksek damından ve güzel panjurlarından tanıdık. Vatan! Vatana
gelmi tik!
1914 yılının Ekiminde sınırı geçerken evk ve galeyanla tutu uyorduk. imdi ise sessizlik ve
heyecan hüküm sürüyordu. Herkes hayatı pahasına savunmaya zorunlu oldu u yerleri kaderin
bir kere daha görme e fırsat vermesinden sevinç duyuyordu. Hepimizin, ba kalarının
gözlerimizin içine bakmalarına fırsat verdi imiz için utanıyorduk.
Hemen hemen cepheye gidi imin yıldönümünde, kendimi Berlin civarındaki Beelitz
Hastanesi'nde buluyordum. Bu ne büyük de i iklikti! Somme çarpı masının bataklıklarından
bu ihti am dolu binanın beyaz çar aflı yataklarına geliyordum. Önceleri bu yataklarda
yatmakta güçlük çektik. Bu yeni dünyaya yava yava alı abildik. Fakat üzülerek belirteyim
ki bu yeni dünya, ba ka bir yönden de yeniydi. Cephedeki ordunun ruhu burada hayat hakkına
sahip de ildi. Cephede hiç rastlamadı ım bir eyi burada i itiyordum. Korkak olmakla iftihar
ediliyordu; cephede duyulan homurtu ve mırıldanmalar hiçbir vakit görevi aksatmaya te vik
olmadı ı gibi, korkaklı a kar ı da bir övgü de ildi. Evet, korkmak daima bir korkaklık diye
kabul ediliyordu. Bundan da çok, bir de eri yoktu. Aksine korkaklı ı ezen bir tiksinme vardı.
Bu hal genel idi. Tıpkı gerçek bir kahramana gösterilen hayranlık gibi. Fakat hastanede i
tamamen tersineydi. Bir sürü eleba ı büyük büyük laflar sarf ediyorlar, o bo belagatlerine
müracaat ederek, gerçek askerlik prensiplerini gülünç hale sokmaya u ra ıyorlar ve tip olarak
korkakların karakter zaaflarım tavsiyede bulunuyorlardı. Birkaç adi herif bu hareketi yayma
i inde eleba ı oluyorlardı. Bu köpeklerden biri hastaneye girebilmek için elini bir dikenli tel
üzerinde dola tırmı oldu unu iftiharla anlatıyordu. Bu yaranın basitli ine ra men hastanede
uzun süre kalmı tı. Almanya'ya bir sıhhiye treni ile sevk edilmesi de hile ile olmu tu. Fakat
bu adi herif kendi dü üncelerini etrafa yayarken öyle kurnazca hareket ediyordu ki hıyanetini
kahramanca ölen bir askerin cesaretinden üstün gibi göstermeyi ba arıyordu. Birçok kimse bu
zavallının sözlerim sessizce dinliyor, bazıları oradan uzakla ıyor, bir kısmı da ba ları ile
tasvip ettiklerini belirtiyorlardı. Bana ise bulantı geliyordu Fakat neden hastanede böyle bir
eleba ıya fırsat veriliyordu. Ne yapmalıydı? Bu köpe in ne oldu unu idarenin bilmesi
gerekirdi. Fakat hiçbir ey yapmadılar.
Bir acı duymadan yürümeye ba ladı ım zaman Berlin'e gitme izni aldım. Kıtlı ın her tarafta
pek iddetli oldu u derhal görülüyordu. Koca ehir açlıktan kıvranıyordu. Memnuniyetsizlik
her tarafı sarmı tı. Askerlerin devam ettikleri yerlerdeki konu malar hastane-dekinin aynı idi.
Bu heriflerin böyle yerlere kendi dü üncelerini yaymak için gittikleri intibaı uyanıyordu.
Münih'te ise durum çok daha kötüydü. yile tikten sonra hastaneden çıkıp depo taburuna
verildi im zaman, az daha ehri tanıyamayacaktım. Küfürde, kızgınlıkta çok ileri gidilmi ti.
Depo taburunda da durum aynıydı. Buna, cepheden dönen askerlere adi talim subaylarının
gösterdikleri muamele sebep oluyordu. Bu subaylar cephede bir saat bile kalmadıkları için
eski askerlere böyle kötü davranıyorlar, onlara uygun gelecek bir durum yaralamıyorlardı.
Gerçi bu eski askerlerde bazı gariplikler vardı. Buna sebep de cephede hizmet etmi
olmalarıydı. Fakat bu durum, bir doldurma askerinin te ekkülüne kumanda eden kimseler için
takdir edilemiyordu. Halbuki bu kimseler de, cepheden dönen subaylar olsalardı bu gerçe i
anlarlardı. Bütün bunlar bir yana genel durum; endi e ve üzüntü verici idi. i in içinden bir
fırsatını bulup sıyrılmak yüksek bir zekanın mahareti sayılıyordu. Sadık olma ve sebat
gösterme ise zaaf ve sınırlı bir zekanın i areti olarak vasıflandırılıyordu. Resmi daireler
Yahudilerle dolmu , ta mı tı. Memurların hemen hepsi Yahudi'ydi. Sözüm ona seçkin ırktan
olan asker kaçaklarının çoklu una a ıyordum.
Bu durum, iktisadî durumdan çok daha kötüydü. Yahudiler, gerçekten "gerekli ki i"
kesilmi lerdi. Bu örümcekler Alman milletinin kanım yava yava emme e ba lamı lardı.
Millî ve hür ekonomiye öldürücü son darbeyi indirmek için gerekli olan araç, sava
'.derneklerinin aracılı ı sa lanmı tı. Sınırsız bir merkeziyete ihtiyaç oldu u savunuluyordu.
Böylece 1916-1917 kı ından itibaren ürünün hemen hemen tamamı Yahudi maliyesinin
kontrolüne girmi ti. Halk kin ve gazabı ise kime kar ıydı? i te bu sırada tam zamanında bir
çare bulunmazsa yakın bir felaketin yok olma ile son bulaca ımı deh et içinde gördüm.
Yahudi bütün Alman milletim soyup sofana çevirdi i ve mali hakimiyeti altına aldı ı sırada,
halk Prusyalılar aleyhine kı kırtılıyordu. Cephede oynanan bu oyun memleket •içinde de
sahneye konuyor ve hiçbir reaksiyonla kar ıla mıyordu. Prusya'nın yıkılması, Bavyera'nın
yükselmesinden ziyade, birinin çökmesi, di erinin de yok olması manasına gelece ini hiç
kimse anlamıyordu. Bu olaylar beni pek çok üzüyordu. Bunlar Yahudilerin dahiyane
hilelerinden ibaretti. Böylece halkın dikkatini kendi üzerlerinden uzakla tırarak ba ka
noktalara çeviriyorlardı, Bavyera ile Prusya birbiri ile kavga ederken Yahudi onların gözleri
önünde ellerinden hayat imkanlarını çalıyordu. Bavyera'da Prusya'ya sövülüp yayıldı ı sırada,
Yahudi devrim te kilatı kurarak hem Bavyera'yı ve 'hem de Prusya'yı yıkıyordu. Alman ırkı
içindeki bu feci ikili e tahammül edemiyordum. Münih'e gelir gelmez, eski vazifeme iade ta-
lebinde bulundum. Cepheye dönmekten mutluluk duyuyordum.
1917 yılının Mart ayı ba ında tekrar alayıma katılmı bulunuyordum. Bu yılın sonlarına do ru
Ordu ümitsizli in en a a ı noktalarından kurtulmu bulunuyordu. Bütün askerler Rusya'nın
yıkılmasından büyük bir ümide dü mü ler ve cesaret almı lardı. imdi her
;
eye ra men,
orduda sava ın Almanya'nın zaferi ile bitece i kanaati uyanmı tı. Tekrar cephelerden arkılar
yükseliyordu. Me um kargaların sayıları azaldı. Vatanın gelece ine tekrar inanılmaya
ba landı.
Özellikle 1917 sonbahardaki italyan hezimeti ola anüstü bir zlenim uyandırdı. Bu sefer,
Rusya harekatı dı ındaki cepheyi delmek mkanının bir delili sayılıyordu. Böylece büyük bir
iman seli milyonlarca insanın kalplerine dolmaya ba ladı ve bu kimselere 1918 yılının
baharını rahatça beklemek fırsatını verdi. Kı eski günlere kıyasla daha sıkıntısız geçti.
Me erse bu, fırtınadan evvelki sessizlikmi .
Cephelerde bu sonsuz kavgaya bir son vermek için hazırlıklara giri iliyordu. Batı cephesine
do ru ardı arkası kesilmeyen asker ve
* Rusya'daki komünist ihtilali o günlere rastlamaktadır. malzeme nakliyatı yapılıyordu.
Orduya top yekûn taarruz için tali mat veriliyordu, i te bu sıralarda Almanya'da dünyanın en
büyük alçaklı ı yapıldı.
Almanya'nın galip gelmesi istenmiyordu. Zafer bize gülmeye ba larken ve 1918 yılı
ba larında bir Alman hücumu henüz tasarı ha ünde iken, bunu bo azlamak için her çareye
ba vuruldu. Zaferi im kansızla tırmak istiyorlardı. Cephane fabrikalarında grev yapıldı E er
bu grev ba arı ile devam etseydi, Alman cephesi yıkılacaktı Böylece Vorvvarts'ın, zaferin,
Alman bayraklarının arkasından gitmemesi yolundaki iste i tahakkuk edecekti.
Cephanesizlikten cephe bu iki hafta içinde delinirdi. Böylece tasarı halindeki taarruz ortadan
kal kar ve itilaf Devletleri kurtulurdu. Neticede uluslararası sermaye Al manya'ya hakim olur
ve milletleri aldatma yolundaki Marksizm gaye sine ula ırdı. Uluslararası sermayenin
tahakkümünü tesis etme, milli ekonominin tahribine ba lıydı. Millî ekonominin yok edilmesi
de birtakım budala heriflerin ve bazı kimselerin alçaklı ı ile oluyordu.
Cephane grevi ümit edilen ba arıyı sa lamadı. Cepheyi silahsı. bırakmak te ebbüsü kısa
sürdü ü için cephanesizlik orduyu yol-edemedi. Fakat sebep oldu u ahlakî zarar ordunun yok
olmasından da büyüktü.
Memleket artık zafer istemiyorsa, ordu neden hâlâ cephede dövü üyordu. Bu büyük
fedakarlık ve mahrumiyetlere katlanı kimin içindi? Memlekette grev varken asker zafer için
mi çarpı acaktı? Ay rica bu garip durum dü manın üzerinde nasıl bir etki yapmı tı?
1917-1918 kı ında dü man devletlerin semasını kara bulutlu kapladı. Dört yıl boyunda bir
devi andıran Almanya'ya kar ı hücumlar yapılmı tı. Fakat bu devi yere sermek mümkün
olmamı ı ı O sıralarda Almanya'nın kendisini koruması için kalkan tutan kolu serbestti. Bazen
do uya, bazen batıya ve bazen da güneye saldırma l için kılıç çekmesi gerekiyordu. imdi ise
devin arkaları serbest kalmı tı. Dü manlardan birini yere vurmak için seller gibi kan dol-
mu tu. Artık batıda kılıç tutan kol, kalkan tutan kolla birle ecek n Bugüne kadar dü man
saldırmaktan bir fayda elde edemedi i itin kendine yapılacak hücumdan zarar görece i
muhakkaktı, i te bun dan korkuluyordu, i te bunun için zafer kösteklenmek isteniyordu
Londra'da ve Paris'te konferanslar birbirini kovalıyordu. Dü man propagandası için artık
Almanya'nın zaferinin muhtemel olmadı ım ispat etmek zorla ıyordu. Cephelerde ihtiyatlı bir
sessizlik vardı. Hatta bu sessizlik dü man ordularını da sarmı tı. Bu heriflerin küstahlıkları,
birdenbire yok olmu tu. Endi e ve korku veren bir pırıltı görüyorlardı. Alman askerlerine
kar ı içlerinde duydukları his !t, imdi tamamen de i mi ti. Bugüne kadar Alman askerini,
kendini hizmete adamı bir çılgın gibi görüyorlardı. imdi ise kar ılarında kendilerinin
müttefiki olan Rusya'yı yere sermi bir asker vardı. Bize sadece do uda saldırmak
zorunlulu unu yükleyen zaruret, imdi dahi bir kafadan çıkan bir taktik gibi görünüyordu. Üç
yıl boyunca l Rusya'ya hücum etmi tik. Ba langıçta bir zafer gözükmüyordu. Bu fayda
vermeyen saldırılarla alay ediliyordu. Çünkü Rusya'nın askerlerinin çoklu u sayesinde zafere
ula ması gerekirdi. Almanya ise kanının bitmesi yüzünden yok olacaktı. Gerçi sava bu
tahminlere hak verdirecek ekilde sürdü.
1914 yılının Eylülünde Tannenberg Sava ı'nda alınan Rus esirlerinin kafileler halinde Alman
yolları üzerinde akmaya ba lamalarından itibaren bu insan dalgasının arkası bir türlü
kesilmedi. Yok l edilen her Rus ordusunun yerini bir ba kası alıyordu. Çarlık, tükenmek
bilmeden sava a yeni yeni kurbanlar sunuyordu. Bu kurban yarı ına Almanya ne kadar
dayanabilirdi? Bir gün gelecekti ki Almanya'nın son zaferinin arkasından, yine hiçbir zaman
sonuncu olmayacak Rus orduları sava alanlarında boy gösterecekti. Bu ne zaman olurdu?
Bütün tahminlere göre Rusya'nın zaferi gecikmekteydi. Fakat günün birinde her eye ra men
gerçekle ecekti.
i te imdi bütün bu ümitler yok olup gitmi ti. Mü terek çıkarlar anla ması etrafında en büyük
kan fedakarlı ını göstermi olan müttefikin, yani Rusya'nın kuvveti artık kalmamı tı. imdi
Rusya bizim saldırılarımız önünde yere serilmi ti. Artık önümüzdeki bahardan korkulmaya
ba landı. Bugüne kadar bütün kuvveti ile Batı Cephesi'ne yerle memi olan Almanya ma lup
edilemedi ine göre bu kahramanlar diyarının bütün kuvvetleri imdi tek bir cephede
toplanınca zafere nasıl bel ba lanabilirdi?
Güney Tir ol Da larının gölgeleri, dü ünce gücü üzerinde ezici bir a ırlık bırakıyordu.
Flandres sisleri içine kadar Cadorna'nın Binglup orduları bütün yüzlerde hüzün ve korkuya
sebep oluyordu. F,«fere inanı , kaçınılması imkansız hezimet kar ısında yerini deh et
bırakmı tı. O sıralarda, so uk kı gecelerinde sanki Alman ordularının iler içmelerinden
dolayı çıkan gürültüler kulaklara çarpıyordu. Dü man korku ve endi e içindeydi. te tam bu
anda Almanya'dan parlak bu ı ık fı kırdı ve bu aydınlık, cephelerdeki en son obüs
çukurlarının içine doldu. Büyük hücum için Alman ordularına son emirler veril misti. Ama ne
yazık ki, Almanya'da da genel grev ba göstermi ti.
Önce herkesi bir sessizlik kapladı. Çok geçmeden, dü man propagandası imdadına son anda
yeti en bu cankurtaran simidini rahat bir iç çekme ile sarıldı. Dü man askerlerinin azalmakta
olan cesaretlerim yükseltmek için en iyi çare bulunmu tu. Zafer ihtimali muhakkak diye
tekrarlanmaya ba ladı. Bir süre sonra ba layacak olaylar kar ısında duyulan endi enin yerini,
imdi azimli bir cesaret almı tı. Artık taarruzu bekleyen dü man, askerlerine sava ın son
kararını Alman saldırılarının de il, bu saldırılara kar ı gösterilecek sebatlı direnmelerin
verece ini telkin ediyordu. Almanlar canlarının istedikleri kadar zafer kazanabilirlerdi, ama
memleketlerine dön düklerinde devrim ile kar ıla acaklardı.
ingiliz, Fransız ve Amerikan gazeteleri bu inanı ı okuyucularının kafalarına sokmaya
ba ladılar. Son derece ustaca idare edilen bir propaganda cephedeki askerin manevî kuvvetini
arttırıyordu. "Almanya, ihtilalle burun buruna!" "Müttefiklerin zaferi pek yakın!" i te manen
yıkılmı olan askerin dizlerinin ba ını yemden ba layan en iyi silah buydu. Artık tekrar top
tüfek ate ine ba lanabilirdi. Bir panik içinde kaçı ı umanlar imdi sert bir dirençle
kar ıla tılar. Alman cephane fabrikalarının grevi i te bu elim sonuçları do urdu. Müttefiklerin
zafere kar ı olan inançlarını arttırdı ve cephanesindeki o ezici ümitsizli i sildi. Binlerce
Alman askeri bu grevi kanları ile kar ıladı. Öte yan dan bu korkunç grevin te vikçileri olan
sefil herifler, devrimci Almanya'nın en yüksek hükümet mevkilerine aday oluyorlardı.
Bu olay Almanya tarafından küçümsendi ise de dü man bunlardan devamlı ve olumlu
sonuçlar çıkardı. Direnç, her eyini kay betmi bir ordu için gurur vesilesi olmaktan çıktı.
Artık zafer u runda yapılan mücadelenin iddet ve azgınlı ı görülüyordu. Ger çekten zafer,
bütün tahminlere ra men, e er Batı Cephesi, Alman saldırılarına sadece birkaç ay kar ı
koyabilirse, müttefiklere gülümserdi. Dü man parlamentolarında daha iyi bir gelece in im
kanlan oldu u kabul edildi ve Almanya'nın yok edilmesini sa lamak için yapılacak
propagandaya bugüne kadar i itilmemi büyük paralar ayrıldı.
Ben ilk ve son hücumlara katılmak bahtiyarlı ına ula mı tım. Bu anlar, hayatımın ola anüstü
izlenimlerle dolu parçaları oldu. ^Ola anüstü dememe sebep, imdi sava ın, 1914 yılında da
oldu u l gibi kendini savunmaktan çıkıp, saldırı niteli ini almı olmasıydı.
Cehennem hayatını andıran üç yıl geçip, hesap görme günü gelince siperlerde rahat bir nefes
alındı. Ba arılı taburlar, bir kere daha •"ne enin içinde bo uldular. Ölmez defnenin son taçları
zafer haleleri gibi bayrakların üstlerine asıldılar. Bir kere daha vatan arkıları hareket
halindeki kıtaların ardında göklere do ru yükseldi ve Tanrı'nın lütfü belki de son nankör
evlatlarına nasip oldu.
1918 yazının ortalarına do ru cephede bir bitiklik hali yayıldı. Memlekette ikilik tohumları
etrafa atılıyordu. Bu niye böyle oluyordu? Çe itli kıtalarda türlü türlü söylentiler dola ıyordu.
Artık sava ın bir de eri ve gayesi kalmadı ı, sadece akılsız olanların zafere f inanacakları
anlatılıyordu. Bundan sonra direnmenin halka bir fay-vermeyece i, bundan sadece
kapitalistlerle, monar istlerin fayda olmayaca ı iddia ediliyordu. Bu bilgiler gerilerden geliyor
ve cephelerde münaka alara yol açıyordu.
Önceleri bu husus cephede pek az reaksiyona sebep oldu. Kamuoyunun bizim için ne önemi
var? Dört buçuk yıl bu sonuç için mi sava mı tık? Topra a gömülmü kahramanlardan sava
gayesini böyle hile ile çalmak adi bir haydutluktu. Genç askerlerden kurulu kıtalar
Flandreslerde "ya asın genel ve gizli oy" diye ba ırarak ölüme atılmamı lardı. "Bütün
dünyanın üstünde Almanya" diye haykırarak dü mana saldırmı lardı. Bu bir zevkti ve hiçbir
zaman : manasız sayılamazdı. Fakat oy hakkını isteyenler, bu istekleri için hiçbir zaman
dövü memi lerdi. Cephedeki asker bütün partilerin terbiyesiz heriflerini tanımıyordu.
Namuslu Almanların bulundukları yerlerde bu parlamentocu heriflerin sadece bir kısmı vardı.
te eski cephe askerlerinden Ebert Scheidemann, Barth, Liebknecht ve bunların tayfaları, bu
heriflerin lehine pek az bir e ilim gösteriyorlardı. Öte yandan asker kaçaklarının, orduyu
hesaba katmadan, memlekette nüfuz ve kudreti benimsemeye ve sahip çıkmaya ne hakları
olabilece ine asla akıl erdirilemiyordu.
Daha i in ba ından itibaren benim ahsî kanaatim buydu. Halkı kandıran, bu ci eri be para
etmez bir sürü adi politikacılardan son derece nefret ediyordum. Sava boyunca milletin
faydasına ve hayrına hiçbir ey söz konusu edilmiyordu. Bu herifler bo ceplerim doldurmaya
bakıyorlardı. imdi sadece kendileri için çalı an ve halkı dü ünmeyen bu sefillerin ipe
çekilmek için olgun bir hale geldiklerini görüyordum. Bunların isteklerine önem vermek,
birkaç hırsız için halkın çalı kan elemanlarının menfaatlerini feda etmek demekti.
Ordudaki muharip sınıfın büyük bir kısmı böyle dü ünüyordu. Fakat memleketten gelen
takviye kıtaları gittikçe berbatla ıyordu. Öyle ki, cepheye geli leri ordunun kuvvetine hiçbir
ey eklemiyordu, tersine onu zayıf dü ürüyordu. Özellikle Münihlilerin tamamının bir de eri
yoktu. Bunların, gençlerini Ypres civarındaki çarpı maya yollamı olan aynı ülkenin evlatları
olacaklarına inanmak pek zordu.
A ustos ve eylül aylarında yok olma i aretleri gittikçe ço aldı. Gerçi dü man saldırılarının
meydana getirdi i izlenimler, bizim eskiden yaptı ımız direnç sava larının tesirleri ile kıyas
edilemezdi. Somme ve Flandres çarpı maları, bu saldırılarla kıyaslanırsa çok daha müthi bir
ey oldukları görülürdü. Eylül ayı sıralarında benim kıtam üçüncü defa olarak, vaktiyle, genç
sava gönüllüleri alaylarında sava ırken ele geçirdi imiz mevzileri i gal etti. Ne tatlı
hatıralardı bunlar! 1914 yılının Ekim ve Kasımında, ate emrini almı tık. Kıtamız sanki bir
dans partisine gider gibi, kalplerde vatan a kı, dudaklarda arkılarla kavganın içine atılmı tı.
En asil kanlar, vatanın hürriyeti sa landı ı inancıyla oluk oluk ve keyifle, zevkle akıyordu,
i te bizim için kutsal bir duruma gelen bu topra ı 1917 Temmuzunda tekrar çi niyorduk. En
de erli arkada larımız burada can vermi lerdi. Bunlar çocuk sayılacak kadar gençtiler. Bir
vakitler gözleri evk ve sevinçle parıldayarak, vatan için ölümle kucakla mı lardı. O zaman
alayla birlikte ilerleyen biz eskiler "ölünceye kadar sadakat ve itaat" yemini etti imiz bu yerde
dinî bir heyecanla durmu tuk. Üç yıl önce alayın taarruz ederek ele geçirdi i bu yeri, imdi
zorla bir savunma ile koruyacaktık.
Üç gündür devam eden ate le, ingilizler büyük Flandres'ler hücumuna hazırlanıyorlardı. Bu
sırada ölülerin ruhları canlanıyor gibi oldu. Alay balçık çamura saplanmı gibi, deliklere
tutunup yerim terk etmedi ve bir adım gerilemedi. Fakat eskiden de oldu u gibi, bulundu u
yerde sayıca azaldı, sonunda ingilizlerin hücumu 31 Temmuz 1917'de ba ladı. A ustosun ilk
haftasında bizi de i tirdiler ve alaydan birkaç bölük kaldı. Bunlar sendeleyerek geriye
çekildiler. Hepsinin üstü çamur tabakası ile kaplıydı, insandan çok hayaletlere benziyorlardı.
ingilizler birkaç yüz obüs çukurundan ba ka "ölüm" bulmu lardı.
imdi de, 1918 sonbaharında, üçüncü defa 1914 yılının hücum mıntıkası üzerinde idik.
Eskiden bize istirahat yolu görevini görmü olan Comins Köyü imdi bir sava alanı haline
gelmi ti. Gerçekte sava aynı kalmı tı, ama insanlar de i mi ti. Artık asker siyaset yapıyordu.
Memleketten gelen zehirli haberler her tarafa yayılıyordu. Artık memleketten gelen eski hava
imdi hiç yoktu.
13 Ekimi 14'e ba layan gece ingilizlerin gazlı obüs atı ları Ypres'in güney cephesi üzerinde
iddetle patlıyordu. Bu sava ta sarı gaz kullanıyorlardı. Bu gazın etkisini, vücudumuzun
üzerinde yaptı ı tahribatı görmeden önce bilmiyorduk, iste o me um gecede ben l bu gazın
etkisini ö rendim. 13 Ekim ak amı Wervich'ın güneyinde-I ki bir tepe üzerinde iken, uzun
süre bu gazlı obüs atı larının altında kaldık. Bu saldırı bütün gece büyük bir iddetle devam
etti. Gece yarısına do ru içimizden bir kısmını cephe gerisine do ru ta ıdılar. Aramızda
ölenler vardı. Sabah saat 7'de sarsılarak ve sendeleyerek geri çekildim. Gözlerim alev alev
yanıyordu. Bir süre sonra gözlerim kor parçası haline geldi. Etrafımı karanlık kapladı.
Pasevvalk Hastanesi'ne i te bu vaziyette geldim ve maalesef devrimde hazır bulunmak
üzüntüsünü tattım. Havada anlatılması imkansız, i renç bir ey dola ıyordu. Herkes birbirine,
birkaç haftaya kadar i in ba layaca ım söylüyordu. Bu konu malardan bir türlü bir anlam
çıkaramıyordum. Önce bahardaki gibi bir grevin yapılaca ını sandım. Deniz askerlerinden
devamlı naho dedikodular geliyordu. Söylentilere göre deniz askerleri arasında galeyan
vardı. Fakat bu dedikodular, bende büyük toplulukları ilgilendiren bir konudan çok, belirli
gençlerin hayallerinde olu an bir ey izlenimini uyandırıyordu. Hastanede herkes sava ın sona
erece inden söz ediyordu. Bu sonun yakın oldu u ümidindeydiler. Fakat hiç kimse hemen bir
sonuç alınaca ını da tahmin edemiyordu. Gazete okuyamıyordum. Kasımda gerginlik genel
bir hal aldı ve bir gün felaket birdenbire patladı. Deniz askerleri motorlu vasıtalarla gelip,
halkı devrime te vik ettiler. Ne yazık ki, bazı genç Yahudiler milletimizin ha yatının
"hürriyeti, güzelli i, namusu ve haysiyeti (!)" u runda yapılan bu hareketin liderleri
durumundaydılar. Bu adi heriflerin hiçbiri cephede bulunmamı tı. Bir zührevi hastalıklar
hastanesi vasıtasıyla sava tan uzak yerlere gönderilmi lerdi. imdi ise orada kızıl paçavrayı
bayrak yapıyorlardı.
Yava yava kendimi iyi hissetmeye ba ladım. Göz çukurlarımdaki o korkunç a rılar
hafifledi. Çevremi biraz görebiliyordum, ilerde, bir i te çalı abilecek kadar gözlerimin tekrar
görebilece i ümidi do du, i te bu korkunç olay çıktı ı sıralarda iyile mek üzere idim.
ilk günlerdeki ümidim, vatana kar ı giri ilen bu hıyanetin az çok mahalli bir hareketten ibaret
oldu undaydı. Bir iki arkada ımı bu fikre inandırmaya çalı tım. Özellikle, hastanedeki
Bavyeralı arkada larım benim bu kanaatime daha çok inanmaya e ilimli gözüktüler. Hava
tam ihtilal kokuyordu. Bu çılgınlı ın Münih'te de etrafı kaplayaca ına inanmıyordum. Bence
o asil Wittelsbach Hanedanına kar ı gösterilecek sadakatin, birkaç Yahudi'nin iradesine
kapılmaktan daha çok olaca ını ümit ediyordum. te bundan dolayı deniz askerlerinin önayak
oldukları bu ayaklanmanın bastırılma ını bekliyordum.
Fakat günler geçtikçe hayatımın en fena ve müthi bir parçası ortaya çıktı. Söylentiler gittikçe
öldürücü bir hal alıyordu. Benim mahallî bir olay olarak tahmin etti im çılgınlık, söylentilere
göre genel bir devrimdi. te bu sırada cepheden nefret uyandıran pek kötü haberler geldi.
Teslim olmak istiyorlardı. Fakat böyle bir ey olabilir miydi? 10 Kasım günü, bizlere küçük
bir hitabede bulunmak üzere askerî hastaneye bir papaz geldi ve i te o zaman her eyi
ö rendik. Papazın anlattıklarım dinlerken duydu um acı sonsuzdu. Bu ihtiyar din adamı, artık
Hohenzollernler Hanedanı’nın taç giymeye hakkı kalmadı ını, devletin eklinin Cumhuriyet
oldu unu söylüyor ve bu rejim de i ikli i kar ısında Allah'ın milletimize kar ı olan lütfünu
esirgememesi için bizlerden dua etmemizi istiyordu. Bütün bunları söylerken de tir tir
titriyordu. O saygıde er adam aynı zamanda hanedan hakkında birkaç söz söylemeden
duramıyordu. Pomeranya'da, Prusya'da ve bütün Alman vatanında yaptı ı hizmetleri saygı ile
yad ediyordu. Bir ara için için a lamaya ba layınca küçük hastane kö esini derin bir sessizlik
kapladı. Zannederim ki içimizde a lamayan yoktu. Fakat ya lı adam zorla sözlerine devama
çalı arak, artık sava a son vermek zorunda bırakıldı ımızı, böylece gelecekte vatanımızın
büyük bir baskıya maruz kalaca ını, çünkü sava ın kaybedildi ini ve galip gelenlerin iyi
niyetlerine sı ınarak ate kesi kabul etmek gerekti ini anlatmaya ba layınca kendimi tutamaz
oldum, daha fazlasını dinlemek benim için imkansızla tı ve birdenbire gözlerimi bir karanlık
kapladı. Etrafı elimle yoklayıp ve sendeleyerek yatakhaneye geldim, kendimi binbir zorlukla
yata a attım.
Ate ler içinde yanan, kor parçası gibi olan ba ımı çar af ve yastı a gömdüm. Annemin
cenazesinde bulundu um günden bu yana hiç a lamamı tım. Gençli imde kader en insafsız
ekilde üzerime çullandı ı sıralarda gururum geli mi ti. Uzun sava yıllarında, ölüm
cephedeki birçok sevgili arkada ımı alıp götürürken, bunlar için a lamak bana adeta garip
geliyordu. Çünkü bu dostlarım Almanya u runda can veriyorlardı. Yalnız o korkunç sava ın
son günlerinde zehirli gaz bana gizlice saldırdı ı ve gözlerimi tahrip etmeye ba ladı ı anda
kör olmak tehlikesi kar ısında bir an ümitsizli e kapıldım. i te o sırada vicdanımdan kopup
gelen bir ses ile sanki yıldırım çarpmı gibi kendime geldim. "Senden çok daha bedbaht ve
feci durumda olan binlerce ki i varken miskin miskin yakınıp a layacak mısın?" Hemen
hissiz ve dilsiz kaderime rıza göstermeye ba ladım. Yalnız imdi vatanımın u radı ı felaket
kar ısında bütün ahsî acılarımın ortadan kalktı ını görüyordum.
Demek bunca fedakarlıklar ve mahrumiyetler bo unaymı . Bitip tükenmek bilmeyen aylar
boyunca açlıktan duyulan acılar manasızmı . Ölümün nefesini ensemizde duydu umuz halde,
görevimizi yapmaktan bir an geri kalmamamızın hiçbir de eri yokmu . Sava ta can veren iki
milyon insanın hayatlarını feda etmeleri faydasızmı .
Bir gün siperlerinden bir daha geri dönmeyeceklerini bile bile ileri atılan yüz binlerce insanın
mezarları açılmayacak mıydı? Bu mezarlar açılıp çamur ve kan içindeki kahramanlar birer
intikam hayaletleri gibi vatana do ru yola çıkmayacaklar mıydı? 1914 yılının A ustos ve
Eylülünde askerler bugünkü sonuç için mi ölmü lerdi? Aynı yılın sonbaharında gönüllü
adaylar, bunun için mi genç arkada larının arkalarından gitmi lerdi? On yedi ya ındaki
delikanlılar, bugünler için mi Flandres topraklarında yere devrilmi lerdi? Alman analarının,
sonsuz bir sevgi ile ba rına bastı ı evladan bir daha görmemek üzere, üzüntülü bir kalple
cepheye yollarken, vatan için yaptı ı fedakarlı ın gayesi bu muydu? Bütün bu fedakarlıklar
bir kaç caninin, memleketi avuçları içine alması için mi yapılmı tı? Demek uykusuz geçen
gecelerden, sonu gelmeyen yürümelerden bitkin hale gelen askerlerimiz, güne in kızgın ate i
ve kar fırtınalarının ayazı altında bu caniler için sava mı tı! O etrafı silip süpüren ate in
cehennemine, gaz bombalarının öldürücü patlamalarına hiç sarsılmadan ve tek görevi dü man
tehlikesine kar ı durmak oldu unu dü ünerek, bu heriflerin menfaatleri için mi gö üs
gerilmi ti? Hiç üphe yok ki, bu kahramanlı ı gösterenler öyle bir anıt dikilmesine hak
kazanmı lardı: "Yolcu e er Almanya'ya gidiyorsan memlekete haber ver ki, biz vatana sadık,
göreve itaatkar burada yatıyoruz."
Ya memleket ne alemde idi? Göze alınacak yegane fedakarlık bu kadar mıydı? Almanya daha
az mı saygıya layık görülecekti? Kendi tarihimize kar ı görevlerimiz yok muydu? Bu olay
gelecek nesillere nasıl haklı gösterilecekti?
Sefiller, alçaklar, caniler, ahlaksızlar! Bu korkunç ve nefret verici olayları daha açık görmeye
ne kadar gayret ettimse, bu alçaklık kar ısında alnımdaki utanmanın verdi i kırmızılık da o
kadar ço aldı. Bu manevî acının yanında, gözlerimde duydu um a rılar hiç kalırdı.
Bundan çok daha fena günler geldi. Her eyin yok oldu unu görüyordum. Kafasızlar,
beyinsizler, yalancılar ve katiller dü manın lütuf ve merhametinden bir eyler umuyorlardı.
Bu günler benim içimde büyük bir kinin do masına sebep oldu. Bu olayları çıkaranlara kim
kin duymazdı? ilerdeki günlerde akıbetimin ne olaca ı hakkında da kesin bir fikir
edinecektim. imdi bir süre önce, bana o kadar acı ve endi e veren kendi gelece imi
dü ündükçe de gülüyordum. Böyle bir arazi üzerinde evler in a etmek gülünç bir ey de il
miydi?
Sonunda en çok korktu um, fakat her zaman so ukkanlılı ım sayesinde olaca ına inandı ım
bir eyin meydana geldi ini açıkça görüyordum, imparator ikinci Gulliaume, sahtekar
adamların bir parça eref ve namustan nasipleri olmadıklarını aklına getirmeden, memlekette
barı ı sa lamak için Marksist hareketin eflerine elini uzatan ilk Alman imparatoru olmu tu.
Bu kepaze herifler, bir elleri ile imparatorun elini tutarlarken, di er elleri ile de hançer
arıyorlardı.
u unutulmamalı ki, Yahudi ile uzla ma yapılamaz. Ancak onunla karar verilebilir. O da ya
hep, ya hiç!
Onlar Yahudilerle anla maya u ra sınlar, bana gelince, ben siyasî hayata atılmaya karar
veriyordum.
BÖLÜM 7
1918 yılının Kasım ayı ba ında tekrar Münih'e geldim. "Askeriler urası"na ba lı olan
alayıma iltihak ettim. Bütün bu te kilattan 1-öylesine nefret ediyordum ki, fırsatını bulur
bulmaz buradan çekilip i gitmeyi dü ünüyordum. Cephede tanı tı ım sadık bir arkada ım
'plan Schmiedt Ernst ile, Traunstein'a gittim ve askeri kamp da ılın-: caya kadar orada
kaldım. 1919 yılının Mart ayında Münih'e döndük. Vaziyet tahammül edilmez bir hal almı tı.
Millet devrime te vik ediliyordu. Eısner'in ölümü, tahammül edilmez halin artmasına, nihayet
Sovyet Rusya'nın diktatörlü üne, daha do rusu Yahudilerin gecici bir hakimiyetine müncer
oldu. Bu durum ise, daha ba langıçta devrim hazırlayanların gayesi ve besledikleri ideal idi.
Bu sırada, sabahtan ak ama kadar, zihnimde bir sürü planlar kuruyordum. Günlerce, her an ne
yapabilirim diye dü ünüyordum. Fakat bütün dü üncelerim basit bir mü ahede ile son
buluyordu. öhretim olmadı ı için, herhangi bir faydalı harekette yer tutabilmek artlarına
sahip de ildim.
Sovyet ihtilali sırasında, ilk defa olmak üzere kendimi açı a vurdum. Merkezi Sovyetlerin
dikkatini üstüme çektim. 27 Nisan 1919 günü tevkif edilecektim. Fakat beni tevkife gelen "üç
herif üzerlerine çevrilen tüfek kar ısında göstermeleri gereken cesareti kendilerinde
bulamadıkları için dönüp gittiler.
Münih'in kurtulmasından birkaç gün sonra 2. piyade alayındaki devrimci olaylar hakkında,
tahkikat icrasına bakan komisyona üye tayin edildim. Siyasi mahiyeti olan ilk faal
memuriyetim bu olmu tur. Birkaç hafta sonra da, orduya mensup olanlar için açılan bir kursa
katılmak emrini aldım. Bu kursun derslerinde, askere vatani görev ve ahlak e itimi için
muayyen hususlar ö retilecekti. Benim için bu te kilatın bütün de eri, mevcut durum
hakkında kendileri ile esaslı surette münaka alar yapabilmek imkanı bulunan bir kaç arkada
tanımak fırsatını vermesindeydi. Hepimiz, Almanya'nın pek yakın olan yıkılmasının mevcut
partilerce durdurulamayaca ına kesin ekilde inanmı tık. Di er taraftan "burjuva nasyonal"
olu umlar dünyanın en iyi iradesi ile dahi, bu yıkılı ı önlemeye hiçbir zaman muktedir
olamazdı. Onlarda bir sürü artlar eksikti. Halbuki "tekrar yapmak" için bu artların temini
lazımdı, î te bundan dolayı kendi küçük toplulu umuzda, yeni bir parti kurulması söz konusu
oldu. Bu sırada önümüzdeki prensipler sonraları Alman î çi Partisi'nde uygulanmı olan
prensiplerle aynıydı. Kurulacak te kilatın ismi, büyük halk kütlelerine, bu harekete katılmak
imkanını verecek ekilde olmalıydı. Bu husus sa lanmazsa, bütün gayret ve çalı malar bir
sonuç vermeyecekti. Bunun için "Sosyal Devrimci Parti" adında karara vardık. Çünkü yeni
hareketin toplumsal fikirleri, gerçekte bir devrim mahiyetine haiz idiler.
O zamana kadar, iktisadi meseleler üzerindeki dikkatim, toplumsal sorunların
incelenmesinden öteye geçmemi ti. Fakat sonraları, müttefik devletlere kar ı Alman
politikasını inceledikçe, ufkum geni ledi. Bu politika hemen hemen tamamıyla, iktisadi
hayatın hatalı bir tahmini ve gelecek için Alman milletinin menfaatlerinin dü ünülmemi
olmasından ibaretti. Fikirlerin hepsi her durumda sermayenin sırrının, çalı manın meyvesi
oldu u noktasında toplanıyordu. Bundan dolayı bu dü ünceler, çalı ma gibi insan faaliyetim
kolayla tıracak veya zorla tıracak olan etkenlere uyabilecek fikirlere istinat ettiriliyordu.
Sonuç olarak sermayenin milli önemi, devletin yani milletin büyüklü üne, hürriyetine ve
Dostları ilə paylaş: |