Kader beni, iki Alman devletinin tam sınırları üzerinde bir kasabada, Braunau am Inn'de



Yüklə 1,96 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə3/30
tarix31.12.2021
ölçüsü1,96 Mb.
#49735
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   30
Adolf Hitler - Menim mubarizem

1
 l$e ikinci derecede kaldı, fakat yine de çok kesin tesirleri oldu. 
i te bu genel siyasi karı ıklı ın içinden iki parti ortaya çıktı. Bu ' partilerden biri milli, di eri 
de sosyalist idi. Fakat partilerden ikisi de gelecek için geçmi ten ders almı tı. 1866 sava ının 
feci sonucundun sonra Habsbourg Hanedanı, sava  meydanında intikam alma iste inin içine 
dü mü tü. Fakat Meksika imparatoru Maximilien'in feci akıbeti Fransa ile bir yakınla maya 
engel oldu. Çünkü Maximitlen'in talihsiz macerası her  eyden önce Üçüncü Napolyon'a 
ba lanmı  ve Fransızlar tarafından terk edilmesi büyük bir infiale sebep olmu tu. Fakat 
Habsbourglar yine de pusuya yatmı  bekliyorlardı. 1870 -1871 sava ı e i görülmemi  bir zafer 
eklinde sonuçlanmalıydı, Viyana Sarayı muhakkak ki her  eye ra men, Sadovva'nin kanlı 
intikamını almak için te ebbüs edecekti. Fakat sava ın en göz kama tırıcı ve zor inanılır 
kahramanlık haberleri çevreye yayılmaya ba layınca, hükümdarların en aklı ba ında olanı 
zamanın uygun olmadı ını takdir etti ve kötü  ansa kar ı mümkün oldu u kadar güler yüz 
gösterdi. 
Fakat bu sava ın kahramanca mücadelesi çok daha kuvvetli bir mucize meydana getirmi ti. 
Habsbourglarda bir yön de i tirme oldu. Bu de i iklik ise kalpten gelme bir hamleye 
dayanmıyordu. Bu de i ikli i günün  artlan emretti. Böylece eski do u sınırındaki Alman ırkı 
Reich'ın sa ladı ı zafer sarho lu u ile sürüklendi ve atalarının hayallerinin büyük ve ihti amlı 
bir gerçek içinde canlanmasını derin bir heyecanla seyretti. 
Artık gerçekten bir Almanlık e ilimi besleyen Avusturyalı bu andan itibaren,  u gerçe i 
teslim etmi ti. Konigratz bile eski federasyonun kokmu  enkazı ile kar ıla mayacak bir 
imparatorlu un tekrar kurulmasını kötü, fakat gerekli bir  art olarak görüyor ve yeni 
imparatorluk o eski fenalıklardan uzak bulunuyordu. Özellikle tecrübe ile  u ö renilmi ti: 
Habsbourg Hanedanı tarihi görevini tamamlamı tı, yeni imparatorluk ise ancak kahramanlık 
prensipleri ile dolu Reich tacım, ona gerçekten layık olan bir ba a giydirebilir-di. i te bundan 
dolayı kadere  ükretmek lazımdır. Çünkü karı ık bir devrede yapılan bu seçim, millete ümit 
bah eden bir kimseye, yani Frederic'e taç giydirmi ti. Fakat, büyük sava tan sonra Habsbourg 
Hanedanı'nın çifte monar isi, Slavla tırma siyasetinin bir gere i olarak tehlikeli Alman 
unsurlarını yok etmeye ba ladı ı zaman yeryüzünden silinece ini anlayan ırkın direnci çok 
iddetli oldu. Böyle bir kar ı koyusu ve patlayı ı Alman tarihi henüz kaydetmemi ti.  lk defa 
vatan sevgisine sahip insanlar birer asi oldular. Bunlar millete ve devlete kar ı de il, kendi 
milliyetlerini kaybettirme yoluna giden hükümet  ekline kar ı idiler. Böylece son yıllarda ilk 
defa olarak mahalli ve hanedana duyulan sevgi hisleri, vatana ve ırka gösterilen milli a ktan 
ayrıldı. 
1890-1900 yıllarında Avusturya'daki Panjermanist hareketin kuvveti devlet otoritesinin ancak 
milli menfaatlere hizmet ederse, halkın saygısına ve yardımına kavu aca ını açıkça ortaya 
koydu. Esasen devletin otoritesi bir gaye olamaz. Çünkü devlet otoritesi bir gaye kabul 
edilirse, istibdadı kutsal saymak gerekir. 
Bir hükümet bir milleti her vasıta ile felakete götürürse bu milletin her ferdinin isyanı bir hak 
de il, görevdir. 
"Böyle bir ihtimal ne zaman olur?" sualine nazariyeye ait mütalaalarla cevap verilemez. Böyle 
bir meseleyi kuvvet halleder ve muvaffakiyet kararını verir. Her hükümet kendi hesabına, 
devlet nüfuz ve kuvvetini muhafazaya mecbur hisseder. En kötü hükümet, hatta milli 
menlaatlere defalarca hıyanet etmi  olan hükümetler dahi böyle dü ünürler. Bu durumda olan 
hükümet kendine kar ı bir mücadele yapıldı ında kendi hürriyet ve ba ımsızlı ım korumak 
için, dü manın kullandı ı silahların aynını kullanmak zorundadır. E er mücadele hükümet 
tarafından yapılıyorsa, o vakit yapılan mücadele "kanuni" olmalıdır. Fakat kar ı taraf da aynı 
mücadele yolunu tercih ediyorsa, yasadı ı mücadelede tereddüt gösterilmemelidir.  nsanlarin 


hayatlarının en büyük gayesi bir devletin devamını teminden ibaret de ildir. Amaç ırkların 
bekasıdır. 
Millet baskı altında bulundurulursa veya yok edilmek tehlikesine dü erse, kanunlara riayet 
etmek meselesi ikinci planda kalır. Zulme u rayan milletin beka içgüdüsü ile yaptı ı 
mücadelede kullandı ı her türlü vasıta en büyük mazeretini te kil eder. 
Dünya tarihinde e lerine pek sık rastladı ımız iç ve dı  esaretim kurtulmak için yapılan 
mücadeleler hep bu prensip dairesinde 
ve
 idare edilmi tir. 
E er bir millet insan hakları için giri ti i mücadelede ma lup tutulmu sa, tarih terazisi 
meseleyi tartmı  ve o milletin bu ölümlü dünyada hayat saadetine bir hakkı olmadı ı 
hükmüne varmı tır. Bekası için mücadeleye hazır olmayan veya kudret ve kuvveti 
bulunmayan bir millet ebedi surette Tanrı tarafından mahvolma a mukadder kılınmı tır. Bu 
dünya, bu düzen korkak ve yüreksiz milletler Uf in kurulmamı tır. Avusturya'da durum  öyle 
idi: Kanuni kuvvet, ,,alman olmayan ço unluklara, meclisin Alman dü manı temeline ve yine 
Almanlara kar ı olan hanedana dayanıyordu. Devletin bütün t nüfuz ve kuvveti bu iki unsurda 
ahsiyet buluyordu. Hükümet etme t|ini ellerinde bulunduranlarla Alman milletinin ters 
kaderini de i tirmeye kalkmak gülünç olurdu. Fakat kanun taraftarlarının isteklerine bakılırsa 
her türlü dirençten vazgeçmeli idi. Çünkü bu direnilen kanuni yollarla idare edilmesi 
imkansızdır. Bu durum ise, çok kısa bir zamanda monar inin eline dü mü  olan Alman ırkının 
yok olması ile sonuçlanacaktı. Fakat ne var ki Avusturyalı Almanlar ancak devletin yıkılması 
sonucunda bu korkunç akıbetten kurtuldular. Gözlüklü nazariyeciler hiç  üphe yok ki 
milletleri için de il, nazariyeleri için seve seve ölürler, insanlar bir kere kendilerine bir kanun 
yaptılar mı, sonra bu kanun için ya adıklarını zannederler. 
Avusturya'daki Panjermanist hareketin ba arısı, bütün bu saçmalıkları zorla silip süpürmesi, 
doktrine ba lı bütün nazariyecileri ve devleti bir put sananları hayret içinde bırakmasıdır. 
Habsbourglar bütün araçları kullanarak Almanların etrafını çevirme e çalı tıkları sırada, bu 
parti hanedana saldırdı. Parti bu ahlakı bozulan devletin içine ilk kepçeyi atıp, yüz binlerce 
ki inin gözünü açtı. Vatan u runda beslenecek a k mefhumunu hanedan elinden kurtarmak 
onun ba arısı idi. 
ilk ba larda taraftarlarının sayısı çoktu. Fakat ba arısı devam edemedi. Ben Viyana'ya 
geldi imde Hıristiyan Sosyal Parti çok önceden bu faaliyete sahip çıkmı  ve iktidar koltu una 
oturmu tu. Panjermanist hareket önemsiz bir seviyeye inmi ti. 
Panjermanist hareketin bütün bu büyüme ve çökme devresi ile Hıristiyan Sosyal Parti'nin 
insanı  a ırtacak  ekilde yükselmesi benim için en önemli bir inceleme konusu oldu. 
Viyana'ya geldi imde kesin olarak Panjermanist harekete sevgi besliyordum. Parlamentonun 
içinde "ya asın Hohenzollern!" diye ba ırmak, cesareti gösterilmesinden büyük bir heyecan 
duymu , çocuklar gibi sevinmi tim. Kendilerini Alman  mparatorlu u'nun geçici olarak 
ayrılmı  bir parçası gibi kabul ettiklerini ve bunu her vesile ile ilan etme e çalı tıklarını 
görmekten zevk duyuyordum. Cermenli in konu edildi i bütün meselelerde do ru ve hiçbir 
fedakarlı ı kabul etmeyen bir hareket  ekli, bana ırkımızın kurtulu u için tek yol gibi 
görünüyordu. Fakat, o kadar parlak bir ba langıçtan sonra bu hareketin niçin kuvvetten 
dü tü ünü bir türlü te his edemiyordum. Bu i te, Hıristiyan Sosyal Parti'nin aynı devre içinde 
böyle büyük bir kuvvete nasıl kavu tu unu anlamakta daha aciz kalıyordum. Bu parti o 
günlerde  eref ve ba arının en son noktasına çıkmı tı, iki hareketi birbiri ile kar ıla tırmaya 
ba ladı ım zaman kader, peri an durumunun da yardımı ile bu meselenin çözülmesinde en iyi 
çareyi bana gösterip, ö retti. 
Bu meseleyi incelemeye iki partinin liderleri ve kurucuları olan iki  ahıstan ba layaca ım 
George von Schoenerer ile Dr. Kari Lueger. Bu iki  ahıs da birer kıymet olarak parlamento 
takımının çok üstüne çıkarlar. Hayatlarının her safhası, genel siyasi ahlaksızlıklardan çok 
uzak kalmı tır. Benim  ahsi sevgim ilk ba larda Panjermanist olan Schoenerer'e kayıyordu. 
Fakat sonraları Hıristiyan Sosyal lidere de sevgi duymaya ba ladım. Bu iki liderin 


melekelerini kar ıla tırdı ım zaman Schoenerer'in prensip meselelerinde daha üstün ve daha 
derin dü üncelere sahip oldu unu görüyordum. O Avusturya Devleti'nin yok olaca ını 
herkesten daha açık bir  ekilde tahmin etti. E er Reich, Schoenerer'in Habsbourglar 
hakkındaki ikazlarına kulak vermi  olsa idi, Almanya'nın ba ına bütün dünyaya kar ı sava a 
girerek u radı ı felaket gelmeyecekti. 
Ama ne var ki, meselelerin derinine inebilen Schoenerer insanlar hakkında çok yanılıyordu. 
i te Dr. Lueger'in kuvveti burada idi. Lueger e ine ender rastlanan bir insan sarrafı idi. 
Özellikle insanlar hakkında görünü lerine bakarak hüküm çıkarmaya çekiniyordu. Bundan 
dolayı hayatın gerçek imkanlarını daha iyi hesaplıyordu. Schoenerer'in ise bu hususta hiç 
kabiliyeti yoktu. Panjermanist Schoenerer'in bütün fikirleri nazari olarak do ru idi. Fakat on-
dü üncelerini halka anlatma ve kabul ettirme kabiliyeti ve kuvveti yoktu. Dü üncelerine, 
anlama melekeleri daima sınırlı olan ilk topluluklarının hissedebilece i bir  ekil vermeyi 
bilmezdi. Peygamberlere özgü basireti ve açık görü leri, hiçbir zaman uygulama ima konması 
mümkün bir fikre ula mazdı, insanları tanımaktan olması, Schoenerer'i gerek halk 
topluluklarının hareketlerinin kuvveti ve gerek yıllanmı  müesseselerin de erleri hakkında 
hüküm hatalarına dü ürdü. 
Schoenerer, hiç  üphe yok ki sonunda genel dü üncelere e ilmek gerekti ini takdir ve teslim 
etti, fakat bu çe it yarı dini kanaatleri ancak büyük toplulukların savunabilece ini anlamadı. 
Burjuva sınıfına mensup olanların iktisadi menfaatlerini korumaları dolayı-mücadele 
kabiliyetlerinin son derece zayıf oldu unu ve bu devletlerin çıkarlarını kaybetmemek için çok 
ihtiyatlı davrandıklarını maalesef pek az takdir edebildi. Halbuki, genel olarak bir fikrin itin 
gelmesi, ancak o fikrin büyük halk topluluklarına nüfuz et-vc halk topluluklarının da 
mücadeleye hazır olduklarını acıkılan ile mümkün olur. Halkın basit tabakalarının önemini 
anla-ItBarm  olmak toplumsal mesele hakkında eksik dü ünceler do-Dr. Lueger ise, 
Schoenerer'in tam aksi hareket etti. Dr. Lueger  insanlar hakkındaki derin vukufu ona çe itli 
kuvvetler hakin do ru hükümler vermek imkanını hazırladı. Onu, halihazırdaki müesseselerin 
de erini hafife almaktan korudu. Hiç  üphe yok  li bu müesseseleri hedefine eri mek için 
kullanmak meziyeti de bu bilgisinden ileri geldi. Dr. Lueger yüksek burjuva sınıfının siyasi 
mücadele kabiliyetinin devrimizde pek önemsiz oldu unu ve bu önemsiz kabiliyetin yeni bir 
hareketin ba arısını sa lamaya yetmeyece ini çok iyi anladı. Bundan dolayı siyasi faaliyetinin 
en büyük kısmını, hayatları tehlikede olan sınıfları kazanmaya harcadı. Bu onları felce 
u ratmak yerine hızlandırıyordu. Eski kuvvet kaynaklarından da faydalanmak için büyük 
müesseseleri kendi tarafına çekmeye u ra ıyordu. Böylece yeni partinin temeli olarak, 
hayatları tehlikede olan orta sınıflan aldı ve en büyük fedakarlıklara hazır, mücadele için 
isyan dolu, sa  lam bir taraftar toplulu u kazandı. Katolik Kilisesi'ne kar ı çok kurnaz 
davranarak ruhbanları kendine çekti. Bunda o kadar ba arı gösterdi ki eski bir parti mücadele 
sahasından çekildi ve bir vakitler kendisine ait olanları tekrar kazanmak için bu yeni parti ile 
birle ti. Bu anlattıklarım Dr. Lueger'i tasvire yetmez. Onun bir de reformcu tarafı vardı. 
Bu büyük adamın amacı son derece somut idi. O Viyana'yı fethetmek istiyordu. Viyana, 
monar inin kalbi idi. Bu çökme halindeki imparatorlu un hasta ve bitkin vücudundaki son 
hayat i aretleri Viyana'dan çıkıyordu. Kalp daha da kuvvetlenirse, vücudun di er kısımları da 
tekrar canlılık kazanırdı. Bu fikir prensip itibariyle do ruydu, fakat ancak belirli bir zaman 
için geçerli olabilirdi. Dr. Lueger'in zaafı burada idi. Viyana Belediye Ba kanı olarak yaptı ı 
is hiçbir zaman unutulmayacak de erdeydi. Fakat monar iyi kurtarmayı ba aramadı, bunda 
geç kalmı tı. Halbuki Schoenerer bu hu u su daha iyi tespit etmi ti. Dr. Lueger çalı malarının 
etken yönünde çok ba arılı oldu, fakat bunlardan umdu u  ey meydana gelmedi Schoenerer 
de hedefine ula amadı ve maalesef korktu u  ey müthi  bir  ekilde gerçek oldu. Yani Dr. 
Lueger Avusturya'yı kurtaramadı, Schoenerer de Alman milletini felaketten koruyamadı. 
Devrimiz için bu iki partinin ba arısızlıklarının sebeplerini incelemek çok faydalı olacaktır. 
Bu inceleme özellikle benim arkada larım için iyi sonuç verecektir. Çünkü bugünkü durum 


aynen geç misteki gibidir. Böylece eskiden bu hareketlerden birini yok olmaya do ru götüren 
ve di erini de sonuçsuz bırakan sebep ve hatalardan korunmak mümkün olabilir. 
Avusturya'da Panjermanist hareketin yıkılması kanaatimce tu, sebebe dayanmakladır. Önce, 
özellikle yeni ve mahiyeti itibarı ile devrimci bir partide toplumsal meselelerin önemi 
hakkında yanlı  bir fikrin hakim olmasıdır. Alman burjuva sınıfının yüksek tabakaları devletin 
veya milletin bir iç meselesi konu edildi i zaman kendi nefislerinden feragat gösterecek kadar 
barı severdir.  imdi oldu u 
Gibi, iyi devirlerde, ba arılı bir hükümet de bu tabakaları devlet için kıymetli bir hale 
getirebilir. Fakat hükümet zayıf oldu u zaman bu , meziyet korkunç bir kusur te kil eder. 
Demek ki, ciddi bir hareketi ba arıya kavu turmak için, Panjermanist hareket bütün 
çalı malarını  halk topluluklarını kazanmaya sarf etmeliydi. Bu yapılmadı ve bundan dolayı 
hareketin geri çekilmemek için muhtaç oldu u kuvvetten yoksun kalındı. Bir hareketin 
ba ında bu husus gözden uzak tutulursa, yeni parti daha sonra düzeltilmesi imkansız bir hata 
i lemi  olur. Çünkü partiye alınmı  olan burjuva sınıfının ılımlı unsurları partinin iç görünü ü 
üzerinde gittikçe tesirli olurlar ve onu halk topluluklarının önemli bir yardımını kullanma 
ihtimalinden mahrum bırakırlar. Bu  artlarda, böyle bir harekete te ebbüs, surat asanlara, 
etkisiz ele tirilere sebep olur. Böylece o andan itibaren hareketteki o yarı dini iman ve 
fedakarlık ruhu eksik kalır. Sonunda bir-olma e ilimi geli ir. Bu da mücadelede bir sessizlik 
do urur ve da zayıf bir barı  yapılır, i te ba langıçta halk topluluklarının taraftar almaya önem 
vermemi  olan Panjermanist hareketin sonu oldu. Burjuva kibar ve kesin duruma geldi. Bu 
hareketin ba arısızlı ının ikinci sebebi de buradan çıktı. 
Avusturya'daki Almanların durumu daha Panjermanist hareke -geli mesi anında ümitsizdi. 
Parlamento Alman milletinin yava  yava  yok edilmesine alet olmu tu. Son anda kurtarma 
te ebbüsü, müessese ortadan kaldırılmadıkça, bu ba arı ümidine asla sahip olamazdı. Bu 
durum Panjermanist hareketi çok önemli bir mesele kar ısında bırakıyordu. Bu parlamento ile 
mücadele etmek için, onun kaidesine göre, parlamentoya girip içerden torpillemek miydi? 
Parlamentoya girildi, fakat oradan ma lup çıkıldı. Parlamentoya girmek için zorunluluk 
duyuldu. Oysa böyle bir kudrete kar ı dı ardan din mücadele edebilmek için, esaslı bir 
cesarete sahip olmak ve aynı zamanda sonsuz fedakarlıkları göze almak gerekirdi. Sonunda 
bo a boynuzlarından yakalandı.  iddetli darbelerin hedefi olundu, çok kere yere dü üldü. 
Vücudun çe itli yerleri kırılmı  bir halde tekrar aya a kalkıldı. Ancak son derece zor bir 
mücadele veren cesur sava çı, zaferin gülen yüzünü gördü. Sebatlı çalı malar, ba arı tacını 
giyinceye kadar gösterilen büyük feragatler sayesinde savunulan davaya yeni  ampiyonlar 
getirir. Fakat bunun için büyük toplulukların içinden halk çocuklarını almak gerekir. Sadece 
onlar bu mücadelenin kanlı sonucuna kadar dövü mek için azim ve sebata sahiptirler, i te 
bunlar Panjermanist harekette yoktu. Bundan dolayı parlamentoya girmekten ba ka bir çözüm 
çaresi bulamadı. Bu karar, uzun mücadele ve müzakerelerin sonunda alınmadı. Esasen ba ka 
bir usul ve hareket üzerinde de durulmadı. Bu i tirakten, bütün milletin huzurunda söz 
söylemek imkanı ile halk topluluklarının daha kolay aydınlatılaca ı umuluyordu. Bu  ekilde 
hareket etmekle fenalı ın köküne saldırmanın dı ardan yapılacak bir hücum dan daha etkili 
olaca ı dü ünüldü. Yasama dokunulmazlı ının her liderin durumunu kuvvetlendirece i, bu 
sebeple nüfuzunun artaca ı sanılıyordu. Oysa durum bamba ka cereyan etti. 
Panjermanist milletvekillerinin, konu ma fırsatım elde ettikleri forum büyümemi , bilakis 
küçülmü tü. Çünkü herkes ya huzurun da konu tu u kimseye ya da gazetelerde çıkan 
konu ma tutanaklarını okuyan halka söz söylemi  oluyordu. Halbuki dinleyicilerin en büyük 
"forum"u parlamentoların oturum salonları de il, büyük ve genel toplantılardır. Ancak bu 
toplantılarda hatibin kendilerine söyleyece i  eyleri dinlemek için gelen binlerce ki i bulunur. 
Öte yan dan parlamentoların oturum salonlarında bir iki yüz ki i vardı. Onlar da milletin 
temsilcileri olan efendilerinden bir  ey ö renmek için de il, gündeliklerim alabilmek için 
oraya gelirler. Bu gibi yerlerde daima aynı simalar görülür. Bunlar hiçbir zaman yeni bir  ey 


ö renemezler. Çünkü bu heriflerde zeka bir yana, yeni bir  ey ö renmek için irade bile 
yoktur. 
Hiçbir zaman milletvekillerinden biri, önce yüksek bir gerçe e kanaat getirecek ve sonra o 
kanaatin hizmetine geçecek de ildi. Evet hiçbiri böyle hareket etmez. Yeni seçimlerde 
milletvekilli im elinden kaçırmamayı garanti ederse belki o zaman basit bir harekette 
bulunur. Ancak bu hamiyet gösterileri, yeniden seçilmeyi garanti edebilmek için yeni bir parti 
veya e ilim aramak içindir. Böyle durumlarda onların parti de i melerini haklı gösterecek, 
fakat ahlak kuralları ile ba da mayan birtakım sebepler bulunur. Mevcut hu parti ezici bir 
hezimete u rayacaksa ya da pek açık biçimde halkın neden dü mü se, o partide büyük bir göç 
ba lar. Parlamento sıçanları derhal partilerinin gemisini terk ederler. Fakat bu de i iklikler, 
daha iyi anlatılmı  bir fikir ve dü ünce veya daha güzel  eyler yapmak yolunda ki çalı malarla 
kesinlikle i de ildir. Bu hareket, parlamento tahtakurusunu ba ka bir partinin sıcak yata ına 
dü üren içgüdünün görünümüdür, i te böyle ki ilerin toplandı ı bir salonda konu mak, 
hayvanların önüne inci serpmek demektir. Sonucu sıfır oldu u için bo  bir zahmetten 'ettir. 
Panjermanist milletvekilleri konu a konu a gırtlaklarını yırttıkları halde etkili olamadılar. 
Basın ise bu konu malar hakkında ya sessizli ini muhafaza ediyor ya da konu maların akı ını 
bozup manasını  de i tirerek yayınlıyordu. Bundan dolayı halk yeni hare-niyeti hakkında bir 
fikir edinemiyordu. Gazetelerde çıkan fıkralar  konu maların orasından burasından alınmı  
parçalardan ibaret  oldu u için, hiçbir  ey ifade etmiyordu. Sözün kısası Panjermanistlerin 
konu tukları yer tam o be  yüz parlamento üyesinden meydanı oluyordu. Bu da her  eyi 
anlatmaya yeter sanırım. Fakat i in daha kötüsü  u oldu: Panjermanist hareket, ancak ilk ,en 
itibaren yeni bir felsefi dü ünce ortaya atmadıkça ba arı t edemezdi. Bu büyük mücadeleyi 
sonuca vardırmak için dahice almak ve hakikati en iyi ve en cesur  ereflere teslim etmek 
gerekirdi. Bir felsefi dü ünce u runda yapılacak mücadele, e er her fedakarlı a hazır kimseler 
tarafından ba latılmazsa, kısa bir zaman ölümü göze alabilecek bir mücadele adamı 
bulunamaz. Kendi için kavga eden kimsede, topluluk u runa mücadele etme imkanı yok olur. 
Herkes bu önemli  artı ö renmeli ve yeni hareketlenecek nesillerin nazarında  an ve  eref arz 
edece ini, bugün ise 

ey sa lamayaca ını bilmelidir. E er bir hareket ne kadar çok im vaat 
ediyorsa, o kadar çok haris kimselerin hücumuna u radı. Gün gelir bu siyaset i çileri parti 
içinde ço unlu u ele geçirerek mevkie çıkarlar. Eskiden namuslu bir mücadele adamı olan 
herif  imdi yeni hareketi tanımamazlıktan gelir. Partiye yeni gelende onu bir yapı kan olarak 
gördüklerinden istemezler, i te bu durumda da böyle bir hareketin kutsal görevi bitmi  olur. 
Panjermanist hareket, çalı malarım parlamento içine yöneltti i  eflerin ve mücadele 
adamlarının yerlerini parlamentocular ele geçirdiler. Böylece bu hareket kısa bir zaman içinde 
di er partilere benzedi ve geçici bir siyasi te ekkül durumuna dü tü. Mücadele etme yerine o 
da "nutuk atmayı ve "müzakere etme "yi ö rendi Böylece çok geçmeden yeni parlamenterler, 
yeni hareketin fikirlerini parlamento belagatinin "manevi silahları" ile korumaya ba ladılar. 
Çünkü bu  ekil mücadelenin, gerekti inde hayatını tehlikeye ama pahasına, sonu belli 
olmayan ve bir çıkar sa lamayan kavga).ı giri mekten daha tehlikesiz oldu unu anladılar. 
Memleketlerdeki taraftarlar, parlamentoya girenlere ümit besle diler, onlardan mucize 
beklediler. Tabii hepsi bo  çıktı, kısa bir zaman sonra sabırsızlanmaya ba ladılar. Çünkü 
milletvekillerinden i ittikleri  eyler, parlamentoya seçtikleri kimselerden beklediklerim hiç 
uymuyordu. Bunun sebebi basının, Panjermanist miletvekillerinin konu malarını halka ters bir 
ekilde yansıtması idi. Bu arada yeni milletvekilleri parlamentoda kendi mücadelelerinin 
tatlıla mı   ekillerinden zevk aldıkları için, halk toplulukları arasında konu  111.1 yapmak 
gibi çok daha tehlikeli bir i e dönmek istemiyorlardı. V;v.ı tasız olarak, yani büyük 
kalabalıklar önünde konu ma yapmanın yararları unutuldu. 
Toplantı yeri i ini gören birahane masası, parlamento kürsüsü ile kesin bir  ekilde yer 
de i tirince ve konu malar do rudan do ruya halka yapılacak yerde "forum"daki, halk 
temsilcilerinin kafalı rina bo altılmaya ba lanınca,Panjermanist hareket bir halk hareken 


olmaktan çıktı. Kısa bir zaman içinde de akademik münaka a); 11.1 mahsus az çok ciddi bir 
kulüp seviyesine indi. Basının sebep oldu u fena intiba ile Panjermanist kelimesi halk 
arasında kötü bir  öhrete sahip oldu. 
Fakat günümüzün züppeleri ve elleri kalem tutan haydutlar  urasını bilsinler ki, bu dünyanın 
büyük devrimleri hiçbir zaman l »ı kaz kalemi bayra ı altında olmamı tır! Sadece her 
seferinde bu kalemlere, devrimlerin kuramsal sebeplerini yazmak i i dü mü tür 
Ta ilk ça lardan beri siyasi veya dini sahalarda büyük tarihi olayları meydana getiren kuvvet, 
sadece a ızla söylenen sözlerin  kudreti olmu tur. Bir milletin büyük bir ço unlu u daima 1"< 
sözün kudretine boyun e er. Bütün büyük hareketler,  ahsi durumların ve ruh haletlerinin, 
volkanı andıran patlamaları ile olmu tur. Ancak bu patlamalar, ya o zalim sefalet ilahına ya da 
halk toplu! ı il'inin sinesine atılan sözlerin kıvılcımları ile meydana gelmi tir. at bu i leri 
hiçbir zaman estetikçi yazarların ve salon kahramanım limonata fıskiyeleri yapmamı tır. 
Milletlerin mukadderatını yakıcı bir ihtiras fırtınası de i tirebilir. Ancak bunu içinde (imasını 
bilen kimse, ihtiras meydana getirebilir ve kendi sevgili da larına bir milletin kalbini açan o 
çekiç darbesini andıran sözü ihtiras kayna ı olur. ihtiras bilmeyen ve a zı kapalı duran kimse 
iradesini açıklamak için Tanrı tarafından seçilmez. 
E er yapacakları i  için görgü ve ehliyet yeterse, geli igüzel ka ıt karalayan yazarlar, 
mürekkep  i elerinin kar ısında oturup "nafiyelerle me gul olarak vakit geçirsinler. Böyle bir 
kimse lider olmak için do mamı tır ve seçilmemi tir. Demek ki büyük amaçlar ve ko an bir 
hareket halkla teması kaybetmemelidir. Herkes her  eyden önce bu açıdan incelemeli ve 
kararlarım bu yöne üfmelidir. Ayrıca halkın üzerindeki tesir imkanlarını azaltacak i lerden 
kaçınmalıdır. Bunun böyle olması demagojik sebepler vasıtasıyla de ildir. Hiçbir büyük fikir, 
ne kadar kutsal ve ne kadar ek olursa olsun, halkın kuvvetli deste i olmadan gerçekle tiremez. 
Gayeye do ru kesin yolu sadece sert gerçek temin eder. Güzel yollardan kaçınmak ister 
istemez gayeden vazgeçmektir. Nnjermanist hareket, faaliyetlerinin büyük bir kısmını halk 
de il de, parlamentoda geli tirmeye ba layınca, belki bir an ba arılar elde etti, fakat buna 
kar ılık gelece ini feda etti i oldu. Çetin olmayan bir mücadele yoluna sapmakla zafere layık 
olmayan bir duruma dü tü. 
Viyana'daki yıllarım sırasında bütün bu meseleler üzerinde durdum. Kanaatimce Cermenli in 
kaderini ellerine almaya aday görünen hareketin yıkılmasının en belli ba lı sebebi, yukarıda ki 
açıklamalardır. Bugüne kadar olan büyük inkılapların derin sebeplerinin bilinmemesi, büyük 
halk topluluklarının öneminin hafife alınmasına sebep oldu. Bunun sonucu olarak toplumsal 
sorunlar hakkında halkın ilgisi zayıfladı ve milletin a a ı tabakalarını elde etmeye  yarayacak 
te ebbüslerde yetersizlik hasıl oldu. Sonunda parlamentoya  kar ı alınan vaziyet bütün 
bunların üstüne tuz biber ekti, eskiden beri devrimci direni te halkta görülen o kuvvet takdir 
edilseydi, gerek toplumsal yönden ve gerek propaganda yönünden ba ka türlü faaliyet 
gösterilirdi. Hareketin en belli ba lı gayreti de parlamentoda de il, fabrikalarda ve sokaklarda 
sari olunurdu. 
Panjermanist hareketin Katolik Kilisesi'ne açtı ı sert saldırı, halk ruhunun gere i gibi 
anla amamasından ileri geldi. Yeni partinin Roma aleyhindeki  iddetli saldırısına sebep, 
Habsbourg Hanedanı'nın Avusturya'yı bir Slav devleti yapma a karar verdi i zaman, bu 
gayesine hizmet edecek gibi gördü ü çarelerin hepsine birden sarılması idi. Dini müesseseler 
tereddüt gösterilmeden ve pi manlık duyulmadan hükümetin hizmetkarı haline getirildiler. 
Çek "Paroisse"ler ve "Cure"ler Avusturya'nın Slavla tırılması i inde kullanılan vasıtalar 
oldular. Genellikle Çek papazları Alman olan bölgelere tayin ediliyorlardı. Bunlar yava  
yava  Çeklerin menfaatlerini, kiliselerin menfaatlerinden üstün tutmaya ba ladılar. Her biri 
Cermenlık ten çıkarma faaliyetinin hücreleri haline geldiler. 
Alman ruhban sınıfının bu duruma kar ı gösterdi i reaksiyon, bir hiç seviyesindeydi. Bunlar 
kar ı bir mücadeleyi idare edecek kabiliyete sahip de illerdi. Ayrıca hasmın saldırısına kar ı 
milletini savunmasını da bilmiyorlardı. Böylece dinin sinsice i lenen suiistimalleri kar ısında, 


herhangi bir müdafaaya sahip bulunmayan Cermenlik a ır a ır, fakat devamlı olarak geri 
çekilmek zorunda kaldı. 
Küçük meseleler deki cereyan  ekli, büyük meseleler dekinin aynısı oldu. Habsbourgların 
Almanlar aleyhindeki gayretleri yüksek ruhban heyetinde de bir tepki uyandırmadı. Böylece 
Alman menfaatlerinin savunulması tamamen ihmal edilmi  oldu. 
Genel intiba da aynı idi. Katolik ruhban heyeti i gal etti i ye ı ile Almanların hukukuna büyük 
zarar veriyordu. Bundan ötürü Ki lise kalben Alman milleti ile beraber olmadı ı gibi, onun 
dü manla rina da yardımcı görünüyordu. Schoenerer'e göre bütün bu fenalı ın sebebi Katolik 
Kilisesinin ba ının Almanya'da bulunmaması itli Kilisenin milletimizin menfaatlerine kar ı 
dü manca tavır takınma sına sebep buydu. 
Eskiden de oldu u gibi, o günlerde de Avusturya'da kültüre an meseleler arka plana atıldı. 
Panjermanist hareketin Katolik Kilisesi ne cephe almasına sebep, Kilisenin ilme ve sanata 
kar ı takındı ı tavırdan ziyade Alman hukukunu savunmaması ve Slavların isteklerine ve 
iddialarına devamlı olarak yardım etmesi idi. Schoenerer yarım i  yapan kimselerden de ildi. 
Kiliseye kar ı mücadeleye, bunun milletini kurtulu  yoluna çıkaracak tek hareket oldu u 
kanaatiyle giri mi ti. Roma'dan ayrılma mücadelesi dü manın iç kalesini fethetmek için en 
etkili bir taktik gibi göründü. E er Schoenerer Unda ba arı gösterebilseydi, Almanya'daki o 
dini bölünmelerin üstesinden gelebilirdi. Bu ba arı ile Alman milletinin ve Reich'ın kuvveti 
daha çok artacaktı. Fakat bu mücadelenin ne ba laması ne de bitmesi do ru de ildi.  üphesiz 
Alman ruhban heyetinin Cermenlik konusunda kar ı koyma kuvveti, Alman olmayan 
meslekta larının özellikle Çeklerin gösterdikleri kuvvetten çok daha zayıftı. Alin 
menfaatlerinin esaslı bir  ekilde savunulması fikrinin hiçbir zaman Alman ruhban heyetinden 
görünür olmadı ını, sadece cahiller ifade edemezlerdi. 
Çek papazı kendi kuvvetine kar ı sübjektif, kiliseye kar ı objektif bir vaziyet aldı ı halde, 
Alman "Cure"si kiliseye sübjektif bir ba lılık gösteriyor ve milletine kar ı ise objektif 
kalıyordu. Bu öyle bir olaydır ki binbir çe it misalini gördükçe insanın asabı bo almaktadır. 
Bunun, Katolikli in özel bir misali olmadı ı meydandadır. Fakat bizde, yine de kısa bir 
zaman içinde her milli müesseseyi ve idealleri kemiren bir derttir. Mesela, memurlarımızın 
milli dirilme te ebbüsleri kar ısında aldıkları tavrı, ba ka bir ırkın memurlarının aynı durum 
kar ısında alacakları tavırla kıyaslayalım, ihtimal verilebilir mi ki, herhangi bir ülkenin 
subayları, bizde tabii olarak kabul edilen ve be  yıldan beri yapıla geldi i gibi   devlet 
otoritesinin arkasına çekilip, milletin dertlerini ihmal etsin. ün iki doktrin de Yahudi 
meselesinde, milli menfaatlere ve dinin gereklerine ters dü en noktaları kabul etmiyorlar mı? 
Oysa Yahudileri ırk yönünden pek az ilgilendiren meselelerde bir Yahudi ihamının aldı ı 
vaziyet, bizim ruhban heyetimizin herhangi bir idemizde aldı ı vaziyetle bir kıyaslansın 
bakalım. Tek bir fikrin müdafaası yapılan yerlerin hepsinde bu olayı görürüz. Devlet otoritesi, 
demokrasi, barı çılık, milletlerarası anla ma gibi birtakım meftunlar, bizde daima bir kesin 
fikirler ve doktrine ait kurallar halini alırlar. Bunlar milletin hayati meseleleri hakkında 
verilecek hükümlere kaynak te kil ederler. 
Bütün önemli konularda, evvelden dondurulmu  bir fikre göre hareket etmek, objektif suretle 
doktrin ile ayrılı a dü en bir olayı Objektif olarak anlamak melekesini tamamen yok eder ve 
sonunda vasıtalarla gayeler arasındaki rolü tersine döndürür. E er kalkınma te ebbüsleri 
zararlı bir hükümetin devrilmesini gerektirecek ise, bu na kar ı gelenler, hemen "bu devletin 
otoritesine kar ı suikasttır" diyeceklerdir. Devletin otoritesi ise, objektifli e dört elle 
sarılanların gözünde bir vasıta de il, bir gayedir. Bu gaye, onların hayatlarını doldurmaya 
yeter. Mesela böyle bir te ebbüse Büyük Frederic bili kalkı sa, aciz cüceler ve ahlak 
dereceleri belli olmayan politikacılar bunu protesto edeceklerdir. Çünkü prensiplere tapanların 
nazarın da, demokrasinin kanunları milletin silahından daha kutsal görünürler. Demek oluyor 
ki, biri devlet otoritesini sa ladı ından dolayı bir milleti yok olmaya sürükleyen istibdatların 
en adisini koruya çak, di eri de taptı ı demokrasi mefhumuna uymadı ı için kurtulup, ümidi 


veren bir hükümeti isteyecektir, i te bunun gibi bizim barı  sever Alman da, millete yapılan 
en kanlı baskı ve  iddetleri, en fena militarist bir devletten gelse ve olayın akı ını de i tirmek 
için savunmadan ba ka çıkar bir yolu bulunmasa bile bunu sessizlikle kar ılayacaktır. Çünkü 
savunma tedbirlerine ba vurmak barı sever cemiyetlerin ruhuna aykırı gelecektir. Alman 
Sosyalisti dünyadaki di er insanlar tarafından devamlı tecavüze u rayabilir. O ise buna yalnız 
karde çe bir sevgi ile kar ılık verir ve intikam almayı dü ünmez. Bu pek acıklı bir durumdur. 
Hatta savunmayı bile aklına getirmez, i te o ki i, Alman'dır. Fakat bu durumu de i tirmek 
için de ilk önce onu iyice anlamak gereklidir. 
Alman ruhban kurulunun basit bir bölümünün milli menfaatleri zayıf bir  ekilde koruması da 
aynı sebebe dayanmaktadır. Bu, ne  uurlu bir kötü niyet eseridir ne de tepeden gelme 
emirlerin sonucudur. Bu milli azim yoklu unda, biz gençlerin Cermenlik yönün-den eksik 
e itim görmemizin ve bir put gibi tapılan fikrin duruma tamamen hakim olmasının sebebi 
vardır. Demokrasi, milletlerarası sosyalizm, barı çılık (v.s.) yönündeki e itim, kendi 
açısından o kadar sert ve dolayısıyla sübjektiftir ki, dünya hakkında çıkarılan genel görü  bu 
durum kar ısında etki altında kalır. Halbuki Germenli e kar ı gençlik üzerinde alınan 
tedbirler tamamen objektiftir. 
Fikrine sübjektif olarak maddi ve manevi varlı ı ile kendisini veren barı çı, bir Alman olarak 
kendi milletine kar ı meydana gelen her tehditte (ki bu tehdit ne kadar haksız olursa olsun) 
objektif hakkın hangi tarafta oldu unu ara tıracaktır. Bu Alman hiçbir zaman beka 
içgüdüsüne ba lanarak, kendi seviyesinin safları arasında sava mayacaktır. Di er bazı 
mezheplerde de durum aynıdır. Protestanlık kendi kayna ına ve geleneklerine uygun geldi i 
nispette Cermenli in menfaatlerini kendinden daha iyi korur. Fakat, milli menfaatlerin 
korunması kendi dü ünce ve geleneklerine aykırı ise veya herhangi bir sebeple bu koruma i i 
geleneklerin dı ında kalmı  bir alanı ilgilendiriyorsa, o zaman aciz kalır, hiçbir  ey yapmaz. 
Protestanlık, milli fikrin geli mesi, ahlak meseleleri, Alman ruhunun, dilinin ve hürriyetin 
korunması söz konusu edildi inde, fena Alman menfaatlerinin gerektirdi i  ekilde hareket 
eder. Çünkü bütün bu konular, Protestanlı ın istinat etti i prensiplerle aynıdır. |Fakat milleti, 
yok etmek üzere olan dü manın pençesinden kurtarmak yolundaki çalı maları da ezme e 
u ra ır. Buna sebep Yahudiler hakkındaki görü leridir, i te ilk önce halledilmesi gereken i te 
budur. Yoksa Almanların ilerde yapacakları bütün kalkınma planları anlamsız duruma dü er. 
Viyana'da oturdu um sırada, bu konuyu önceden kazanılmı  fikrin etkisinde kalmadan 
incelemek fırsatını buldum. Böylece günlük hayatımın akı ı içinde bu hususun canlanma 
te ebbüsleri imkansız ve manasız bir duruma dü er. Bin defa haklı oldu unu anladım. Birçok 
milletten meydana gelen bu  ehirde, milletin menfaatleri sadece barı sever Alman, objektif 
olarak dü ünüyordu. Fakat Yahudi, kendi milletinin menfaatlerine ait hususlarda hiçbir zaman 
ekilde hareket etmiyordu. Yalnız Alman Sosyalist'inin, kendi milletinin menfaatlerini 
beynelmilelci yolda ların huzurlarında  ikayet ve a layıp sızlamaların dı ında bir yolda 
korumak imkanını vermeyecek  ekilde beynelmilelci oldu u da ortaya çıkıyordu. Halbuki  
hiçbir zaman bir Çek veya bir Leh böyle hareket etmiyordu. Sözün kısası o günlerde gördüm 
ve anladım ki bu hatalar, fenalık mezheplerden çok, bizim kusurlu olan e itimimizden ileri 
gelir. Nedense milliyetimize ters dü en dü ünceleri feda edecek kalbimize hakim 
olamıyorduk. Bunun sonucunda da Panjermanist  hareketin, Katolikli ine kar ı olan 
mücadelesinin nazari delili  reddedilmi  oluyordu. 
Alman milleti, gençlik ça larından itibaren, sadece kendi ırkının  haklarını koruyacak biçimde 
e itilmeli ve Alman çocuklarının kalpleri, milletimizin savunmasına ait konularda, o kötü 
"objektif görü ümüzle zehirlenmemelidir.  te o zaman, ba ta radikal bir hükümet dahi 
bulunsa, irlanda, Lehistan veya Fransa'da oldu u gibi Almanya'da da Katolik Kilisesi'nin 
Alman oldu u görülecektir. Bu iddiamın en açık delilini, milletimizin ilk defa bir ölüm kalım 
mücadelesine giri ti inde varlı ını korumak için tarihin önüne çıktı ı o devirlerde buldum. 
Yukarıdan sevk ve idare devam etti i sürece halk üstüne dü en görevini layıkıyla yaptı. 


Protestanlar ve Katolikler sadece cephedeki kuvvetimize de il, özellikle geride kalan 
kuvvetlerimizede hizmet ettiler, ilk sevk ve heyecan yıllarında, iki tarafda kutsal bir Alman 
imparatorlu u'ndan ba ka bir  ey dü ünmedi, imparatorlu un hayatı ve gelece i için herkes 
Tanrısına dua ediyordu. 
imdi Panjermanist harekete, Avusturya'da Alman unsurunun bekası, Katolik dini ile telif 
edilebilir mi, diye sormalı. E er cevap "evet" olursa, bu siyasi parti din ve mezhep 
meselelerine hiç karı  mamalıydı. Yok e er cevap "hayır" olacaksa, bir siyasi partiye de il, 
dini bir reforma ihtiyaç var demekti. Siyasi bir te kilat gibi karı ık yollardan dini bir reform 
yapmak isteyen kimse, dini inanı ların geli mesi ve kilise için bunları tayin eden ve meydana 
getiren  eyleri hakkında hiçbir fikri olmadı ını sadece bu te ebbüsü ile ortaya koymu  olur. 
iki efendiye birden saygı göstermenin mümkün olmayaca ını sırası gelmi ken belirtelim. 
Esasen benim fikrime göre, bir dinin meydana getirilmesi veya yok edilmesi, bir devletin 
kurulmasından daha büyük ve ayrı mahiyette bir harekettir. 
Hiç  üphe yok ki, her zaman birtakım vicdandan yoksun kimseler bulunur. Böyle kimseler 
aynı zamanda dini kendi karanlık siyasi görü lerine alet ederler. Fakat  unu da unutmamalı ki, 
dini veyahut mezhebi kendileri için suiistimal edenler yüzünden, din ve mezhepleri sorumlu 
tutmak mümkün de ildir. Bu adi kimseler, kendi adi içgüdüleri için suiistimal edecekleri 
ba ka müesseseler varsa, hiç çekinmeden onları da istismar ederler. 
Parlamentoda böyle bo  kafalı bir kimse kalkıp kendi siyası menfaati için, dini suiistimal 
edecekse, bu hareketini haklı gösterecek fırsatı nimet sayar. E er böyle bir kimsenin  ahsi 
ahlaksızlı ından dolayı, din ve mezhep sorumlu tutulur ve bu müesseseye hücum edilirse, 
yalancı artık herkesi kendine  ahit tutar. Kendi hareketinin ne kadar haklı oldu unu ve dinin 
kurtulması gerekti inden dolayı kendisine müte ekkir kalınmasını ileri sürer. Sonunda i i 
lyaygaraya bo an bir kimsenin kavgaya sebep te kil etti im kimse Jffiirk etmez. Yahut 
hafızası zayıf olan kamuoyu bunları hatırlamaz. Böylece adi herif, hedefine ula mı  olur. 
Bu gibi kurnaz kimseler bilirler ki, bütün bunların din ile ilgisi hiç yoktur. Bu adi herifler gizli 
gizli gülerken, onlarla mücadele etmi  Olan namuslu, fakat maharetsiz kimse bu i ten ma lup 
çıkar ve hatta insanlı ın iyi niyetinden ümidini keserek hayattan çekilir. Di er taraftan, dini, 
din olmak itibarı ile, hatta kiliseyi de herkesin i ledi i kabahatlerden dolayı sorumlu tutmak 
haksızlık olur. Dini te kilatın büyüklü ü, insanın mutat noksan ve kusurları ile mukayese 
edilince, iyilerle fenalar arasındaki farkın dindar çevreler lehinde tecelli etti i görülür. Ruhban 
kurulunda da kutsal görevleri-siyasi arzuları u runda kullananlar ve siyasi alanda yalan ve 
iftirayı yaydıklarını, hatta yüksek bir gerçe in etkeni olmaları gerektiklerini unutan kimseler 
vardır. Böyle dü ük ahlaklı bir veya iki ki iye kar ılık kutsal görevlerine sadık bütün bir 
te kilatı itham etmek yanlı  olur. 
Kutsal görevlerine sadık binlerce rahip vardır ki, do runun ve ahlakın yok oldu u devrimizin 
bataklı ı üstünde birer adacık gibi yükselirler ve Allah'ın bize gülece i günün do masını 
ate li bir surette temenni ederler...  
Ahlaksız bir herif, üstünde rahip elbisesi oldu u halde yüz kızartıcı bir suç i ledi inde, 
kiliseyi itham etme hakkına nasıl ki pek az sahip isem,  imdi her gün oldu u gibi, bir ba ka 
biri de milliyetini lekeler ve ona hıyanet ederse, bundan dolayı da kiliseyi suçlama hakkına 
pek az nispette sahip bulunurum. Özellikle günümüzde  u husus unutulmamalıdır: Bu 
kötülerin bir tanesine kar ılık, binlerce rahip vardır ki, bunların kalpleri milletlerinin 
felaketinden dolayı kanar. 
Bu arada ilke ve inanç meselelerinin söz konusu oldu unu iddia edenlere de cevap vermek 
isterim. E er bunlar, gerçe i ilan etmek için Tanrı tarafından seçildiklerini hissediyorlarsa bu 
i i yapsınlar. Fakat o zaman da bu i  bir siyasi parti vasıtasıyla dolambaçlı ve karanlık 
yollardan yapılmamalı. Çünkü bu hile olur. E er bunlar kafi cesareti kendilerinde 
bulamazlarsa, bu i ten ellerini çekmelidirler. Alnı açık bir halde isteme e cesaret 
edemedikleri bir  eyi hiçbir zaman siyasi bir olu umun dolambaçlı ve karanlık yollarından 


elde etme e kalkmamalıdırlar. Siyasi partilerin din meseleleri ile hiçbir alaka ve i leri yoktur, 
i te bu meselelerin etkileri, milli hayat aleyhinde olmamalı ve milletin ahlakına bir zarar 
getirmemelidir. Siyasi partilerin mücadelelerine de din karı tırılmamalıdır. 
Kilisenin ileri gelenleri milletlerine zarar vermek için, dini müesseselerden ve dini 
inanı lardan istifade yoluna saptıkları zaman, bu yolda onların arkalarından gidilmemelidir, 
onların silahları ile mücadele etmeye kalkılmamalıdır. Siyasi lider için milletin dini inanı ları 
ve dini müesseseleri daima el sürülmez bir durumda kalmalıdır. Aksi takdirde siyasi bir  ahıs 
olmaktan çıksın ve e er kabiliyeti varsa Islahatçı olsun! 
Panjermanist hareketin, dünyaya kar ı mücadelesini inceleyerek, o günlerde ve özellikle ertesi 
yıllarda  u sonuçları aldım: Bu hareketin toplumsal konular üzerindeki anlayı sızlı ı, 
mücadeleye kabiliyetli olan halktan kendisini koparmı tı. Parlamentoya girmek onun 
hamlesindeki kuvveti zayıflattı. Katolik Kilisesi ile mücadele etmesi, onu birçok çevrelerde 
istenmeyen bir hareket gibi görülmesine sebep oldu, böylece milletin arasındaki en iyi 
unsurların ço undan onu yoksun bıraktı. Avusturya'daki kültür sava ının ameli sonucu sıfıra 
indi. 
Gerçi bu hareket, kiliseden yüz bin ki iyi ayırmaya muvaffak oldu. Fakat kilise bundan bir 
zarar görmedi. Yollarını  a ırmı  bu koyunların kaçı ına gözya ı dökmedi. Esasen kilise, 
eskiden beri kendisinden olmayan kimselerden ba kasını elinden kaçırmadı. Yeni reformla 
eskisi arasındaki fark bundan ibaret kaldı. Eskiden en iyi unsurların birço u samimi bir dini 
kanaat  evk ile kiliseden uzakla mı lardı.  imdi ise sadece inançları gev ek olanlar kaçtılar ve 
bu hareketin özünde de birtakım siyasi dü ünceler vardı. Fakat bu sonuç özellikle siyasi 
yönden gülünç ve aynı zamanda hazin oldu. Alman milletini kurtarabilecek bir hareket, 
gereken sert Realizm ile yönetilmedi inden ve kendisini çökmeye sevk edecek sahalarda yo-
lunu  a ırdı ı için bir kere yok oldu, gitti. 
Panjermanist hareket, e er büyük halk topluluklarının psikolojisini bu kadar yanlı  anlamamı  
olsa idi, hiçbir zaman bu hatayı i lemeyecekti. Hareketin  efleri, hedefe ula mak için 
psikolojik sebeplerden dolayı halka kendilerini ele tirenleri ve hasımlarını göstermeselerdi, 
kavga edebilecek bir kuvvetin tamamen da ılmasını önlerler ve böylece Panjermanist 
hareketin hücum yönü bir tek :   dü mana çevrilmi  olurdu. 
y Bu siyasi partinin, alaca ı kararlarda her  eye giri en, fakat hiçbir zaman sayesine 
eri emeyen tedbirsiz, basiretsiz ve ileriyi görmeyen kimseler tarafından idaresi kadar tehlikeli 
bir  ey yoktur. Fakat f herhangi bir din veya mezhep, hakikaten tenkide müstahak ise hiç-I. bir 
zaman unutulmamalıdır ki, tarihte siyasi bir partinin bu gibi durumda dini bir ıslahat icrasına 
muvaffak olabildi ine dair bir örne e rastlanmaz. Tarih, tatbik edilmeleri söz konusu oldu u 
sırada unutmamak için incelenmez ve okunmaz. Veyahut tarihteki gerçeklerin, bugünkü 
duruma uygulanamayaca ını dü ünmek için tetkik edilmez. Tarih, ibret ve ders almak için 
incelenir ve okunur. Bunu yapmaktan aciz bulunan insan, kendisinin siyasi bir lider oldu unu 
hiçbir zaman aklına getirmemelidir. Böyle bir kimse kendini be enmi , adi bir  eytandır. 
Bütün çabalamaları, ameli kabiliyetsizli ini saklamaya yetmez. 
Genellikle siyasi liderlerin bütün hünerleri, halkın dikkatini tek bir kar ı çıkan üzerine 
çekmekten ibarettir. Hiçbir zaman bu dikkatin da ılmasına meydan bırakmazlar. Bir 
milletteki bu kavga iradesinin hedefi ne kadar yo un olursa ve böyle bir hareketin çekici 
kuvveti ne kadar büyükse, çarpı ma kudreti de o nispette büyük olur. Halka çe itli 
dü manların aynı sınıfa mensup olduklarım telkin etmek hüneri, siyasi liderlere has bir  eydir. 
Çünkü dü manın çok ve çe itli oldu u kanaati, zayıf ve tereddüt sahibi kafalar için kendi 
davalarından  üpheye dü melerine sebep olur. Halk, bir çok dü manla mücadele halinde 
bulunması durumunda kendine  u suali sorar. Di erlerinin haksız olup, yalnız bizim hareket 
ve davranı ımızın haklı olması kabil midir? i te bu soru soruldu u takdirde halkın bütün 
kuvveti felçli bir duruma girer. Bunun için daima çe itli ve sayıca çok dü manı, kendi 
taraftarlarımıza tek bir dü manla mücadele ediliyormu   eklinde göstermek gerekir. Bu, kendi 


halkımızın inancını kuvvetlendirir ve bu inanca saldıranlara kar ı toplu galeyanı artırır, i te 
Avusturya'da Panjermanist hareket bunu anlamadı ve sonunda ba arılı olamadı. 
O gayeyi pek do ru görmü tü, iradesi temizdi, fakat seçti i yol yanlı tı. Bu hareketin 
çökü ünü bir da ın zirvesine çıkmak isteyen ve bu zirveden gözlerim ayırmadan azim ve 
kuvvet dolu bir halde yola çıkan, fakat yoku un zorluklarını ve imkanlarını dikkate alma yan 
adamın ba arısızlı a u ramasına benzetebiliriz. 
Kendisinin rakibi olan Hıristiyan Sosyal Parti de ise bunların aksi görülüyordu. Hıristiyan 
Sosyal Parti'nin tuttu u yol isabetli seçilmi ti. Fakat gaye açık olarak tasavvur edilmiyordu. 
Panjermanist hareketin hataya dü tü ü yerlerin hemen hepsinde Hıristiyan Sosyal Parti'nin 
çalı maları etkili ve akla uygun oldu. Bu parti halk topluluklarının önemini takdir ediyordu. 
Daha ilk günlerden itibaren, toplumsal alandaki siyaseti ile bunu ispatladı. Özellikle küçük ve 
orta sınıf esnafını ele geçirmek için çalı tı ve böylece sebatkar ve fedakarlı a hazır taraftarlar 
topladı. Dini müesseseler aleyhindeki her çe it mücadeleden uzak kaldı. Bu sayede de 
kuvvetli bir propagandanın önemini anladı, halka kendini saydırmak hünerinde, büyük bir 
sanatkar oldu unu ispat etti. E er Avusturya'yı kurtarmayı ba aramadı ise, buna amaçlarına 
tam bir açıklık getirememesi sebep oldu. 
Yeni hareketin Yahudi aleyhtarlı ı ırkçı prensiplere de il, dini inanı lara dayanıyordu. Bu 
hata ikinci bir hata i lenmesine yol açtı. Hıristiyan Sosyal Parti'nin kurucuları Avusturya'yı 
kurtarmak isterken partinin ırk prensiplerine dayanmasına gerek olmadı ım sanıyorlardı. 
Böyle hareket edilirse kısa bir süre sonra devletin sonu gelir diyorlardı. Özellikle Viyana'da 
parti ileri gelenlerinin fikirlerince ihtilaf unsurları bir yana bırakılarak birlik olunması 
isteniyordu. O günlerde ise Viyana'da çe itli ırklar vardı ve özellikle Çekler bulunuyordu. 
Bunun için ırk meselelerinde ho görülü davranarak, onların Alman aleyhtarı bir parti 
kurmalarım önlemek istiyorlardı. Sayıları pek çok olan küçük Çek esnafını Manchester 
liberalizmine kar ı mücadele ile partiye çekmek istediler. Yahudiler aleyhindeki, dini bir 
temele dayalı mücadelenin ihtiyar Avusturya'daki unsurları, bütün milli ihtilafların üstünde 
bile tirecek bir yol olaca ını sandılar. Böyle bir temele dayalı mücadele Yahudileri pek 
korkutmadı. Çünkü bir parça vaftiz suyu, hem Yahudi'yi ve hem de onun ticaretini daima 
kurtarabilirdi. 
Bütün konunun ciddi ve bilimsel bir analizini yüzeyde kalan te ebbüslerle yapamazlardı. Bu 
da böylesine bir Yahudi aleyhtarlı ına akıl erdiremeyenlerin Hıristiyan Sosyal Parti'den yüz 
çevirmeleri  sebep oldu. Bu fikrin çekicili i, dar zekalı bir çevre içinde kaldı. Hissi 
dü üncelerden sıyrılarak gerçek bir anlamaya do ru hamle yapılmıyordu. Yarım yapılan i ler 
Hıristiyan Sosyal Parti'nin Yahudi 
aleyhtarlı ı konusunda takip etti i siyasetin de erini sıfıra indirdi. 
Yapılan, sözde bir Yahudi aleyhtarlı ından ileri geçemedi ve muhalif hareketten çok daha 
tehlikeler do urdu. Çünkü dü man kula ından yakalandı ı dü üncesiyle, huzur içinde derin 
bir uykuya dalındı. Gerçekte ise, bizi burnumuza halka geçirip sürükleyen o idi. Sonunda 
Yahudi, böylesine bir Yahudi aleyhtarlı ına öyle güzel alı tı ki, bunun ortadan kalkması, onu 
kendi aleyhindeki faaliyetin devam etmesinden daha çok üzecekti. Böylece milliyet üzerine 
kurulu devlet fikrinden büyük fedakarlıklar yapmak gerekti ve Cermenli in  müdafaasında da 
çok daha a ır fedakarlıklara giri ildi. Viyana'da bile milliyetçi olmak cesareti 
gösterilemiyordu. Bu konudan kaçınılıyor ve Habsbourglar Devleti'nin kurtarılaca ı ümit 
ediliyordu, i te bu  ekilde devlet yok olmaya sürüklendi. Bu yüzden ilk parti için önemli olan 
hareket kuvvetinin en kudretli kayna ı kaybedildi ve Hıristiyan Sosyal Parti herhangi bir 
partiye benzedi. Bu iki hareketten birini, kalbimin  iddetli çarpı ları ile, di erinide o 
günlerde bana Avusturya'da bütün Alman ırkının asil bir sembolü gibi görünen o kimseye 
kar ı duydu um hayranlık hissinin  evki ile inceledim. Dr. Lueger öldü ü zaman, o muhte em 
cenaze alayı Ringstrasse'ye do ru hareket etti inde, bu hazin merasimde bulunan yüz binlerce 
ki inin arasında ben de vardım, içimdeki heyecana, bu  ahsın bütün eserinin bo  oldu u hissi 


karı ıyordu. Çünkü devlet korkunç bir  ekilde çöküyordu. E er Dr. Kari Lueger Almanya'da 
ya amı  olsaydı, milletimizin en büyük simaları arasına girerdi. Bu tahammül edilmez 
devlette ya amı  olması, gerek eseri ve gerek kendisi için bir felaket oldu. Öldü ü zaman 
Balkanlardaki küçük parlamalar, gün geçtikçe daha  iddetli bir hal alıyordu. Kader 
kaçınılaca ını sandı ı hususların meydana geldi ini görmekten onu korudu. 
Bu hareketlerden birinin aciz kalı ının ve di erinin de ba arısızlı a u ramasının sebeplerini 
aradım. Sonunda  u kanaate vardım. Panjermanist hareket Almanlı ı ihya etme prensibini 
tasarlama  eklinde haklı idi. Fakat bu i  için seçti i vasıtalar  ansız çıktı. Milliyetçi oldu, fakat 
maalesef halkı kazanacak kadar sosyal olamadı. Onun Yahudi aleyhtarlı ı, dini dü ünceler 
yerine ırklar meselesini iyi anlama esasına dayanıyordu. Fakat belirli bir mezhebe kar ı 
mücadelesi bir prensip ve taktik hatası idi. 
Sosyal Hıristiyan hareket, Almanya'nın dirilmesi gayesinde hiçbir açık dü ünceye sahip 
de ildi. Toplumsal meselenin yabancılara kar ı mücadelesinde aldandı ve milliyetçi 
(nasyonalist) fikrin kudreti hakkında fikir sahibi olamadı. 
E er Hıristiyan Sosyal Parti, halkı anlama meselesine, Panjermanist hareketin ırklar 
meselesine verdi i önem kadar sarılsa idi, yani milliyetçi olsa idi, yahut Panjermanist hareket 
milliyetçilik ve Yahudi aleyhtarlı ı konularındaki isabeti kadar, Hıristiyan Sosyal Parti'nin 
Sosyalizm hususundaki vaziyetini anlasa idi, ortaya çıkan hareket Alman ırkının kaderinde 
çok önemli ve olumlu bir rol oynayacaktı. E er bu böyle olmadı ise bunun suçu Avusturya 
Devleti'nin özüne aittir. 
Partilerin hepsinde fikirler tam manasıyla olgunla ıp, kesin  ekillerini almadıkları için hiçbir 
partiye girmedim. Daha o günlerde bu hareketlerin sonuçsuz kalaca ını, Alman ırkını 
gerçekten milli bir kalkınmaya kavu turmayaca ım anlıyordum. Habsbourglar Devleti'ne 
kar ı duydu um kin ve nefret bu devirde gitgide ço aldı. Yabancı siyasi konularla me gul 
oldukça, bu devletin Almanların felaketine sebep olmaktan ba ka bir i e yaramayaca ı fikri 
bende dal budak salıyordu. Alman milletinin kaderinin Almanya'da de il, Reich'ın kendisinde 
çizilece im her gün daha açık bir  ekilde görüyordum. Bu sadece genel siyasi sebeplerden 
dolayı de il, aynı zamanda kültür yönünden de böyle olacaktı. Avusturya kültür ve güzel sa-
natlarda da Alman milleti için tam bir anlamsızlık örnekleri veriyordu. Bu rezalet mimari 
sahada daha çok göze çarpıyordu. Arnuvoar tık bu hususta büyük zaferler kazanamazdı. 
Çünkü Ringstrasse bittikten sonra Viyana'da geli en planlara kıyasla Almana pek önemsiz 
i lerden ba ka bir  ey kalmamı tı. 
Akıl ve gerçek beni Avusturya'daki acı, fakat verimli geçen çıraklı ıma devam etmeye 
zorluyordu. Fakat kalbim ise oradan ayrıl mı tı. Böylece çifte hayat sürmeye ba ladım. 
Bu devletin bo lu unu ve onu kurtarmanın imkanı olmadı ını anladıktan sonra, beni ezen bir 
sıkıntının pençesine dü tüm. Onun bütün yapaca ı te ebbüslerin Alman ırkını felakete 
sürükleyece ini de hissediyordum. Bu devletin gerçekten büyük ve de erli her Almanı 
küçültece ine ve ona engel olaca ına kanaat getirdim. Çünkü Alman milletinin aleyhine olan 
her faaliyeti te vik edip, kolayla tırıyordu. Monar inin merkezi Viyana'da, Çeklerden, 
Lehlerden, Macarlardan, Rutenlerden, Sırplardan ve Hırvatlardan meydana gelen ırki ala ım 
bende tiksinti uyandırıyordu. Bu arada insanlı ın çökü ünü hazırlayan mikrop Yahudileri de 
unutmamak gerek, î te bu büyük  ehir, nikah dü meyen akrabalar arasında meydana gelen 
evlenmeye benziyordu. 
Gençli in dili, A a ı Bavyera Bölgesi'nde konu ulan lehçe idi. Ben, ne bunu unutabiliyordum 
ne de Viyana diline bir benzetme ' yapabiliyordum. Bu  ehirde kaldı ım sürece, Almanya'nın 
bu eski kültür merkezim yok etmeye ba layan bu yabancı ırklar toplulu una kar ı kinim 
kabarıyordu. Bu devletin ömrünü uzatmaya çalı mak ,bana çok gülünç geliyordu. O sırada 
Avusturya öyle eski bir mozaik gibiydi ki, parçaları bir araya toplayan çimento artık 
dayanıksız bir duruma gelmi ti. Bu  aheser elle dokunulmadı ı sürece, sizi e siz bir varlık 


görünü ü ile aldatmaktaydı. Fakat buna dokunulur dokunulmaz, tuzla buz olacaktı, i te bu 
darbenin ne zaman indirilece i söz konusu idi 
Benim kalbim daima Alman imparatorlu u için çarptı, Avusturya Monar isi için de il. Bu 
ihtiyar monar inin çökme saati, bana her zaman Alman ırkının kurtulmasının ba langıcı gibi 
geldi. Bütün bu sebepler beni, gençli imden beri duydu um gizli hülyaların ve  gizli a kın 
çekti i yere gitmeye zorladı. Zamanı gelince bir mimar olarak, milletime kaderimin bana 
verdi i küçük ve büyük çerçeve ''içinde samimi görevleri yerine getirece imi ümit ediyordum. 
Sözün 
1
 kısası kalplerindeki en ate li emellerinin gerçekle ti i yerde ya amak ve faaliyette 
bulunmak saadetine sahip kimseler arasına katılmak istiyordum. Kalbimin emeli ise, sevgili 
vatanımın, mü terek büyük vatan olan Alman Reich'ı ile birle mesinden ibaretti. 
Bu büyük iste in de erini anlamayanların sayıları bugün bile Çoktur. Fakat ben, kaderin bu 
saadeti tattırmadı ı kimselere hitap ediyorum. Anavatandan ayrı dü tüklerinden dolayı, ana 
dilin kutsal hazinesi u runa mücadele etme zorunda kalanlara, vatana ba lı Olu ları yüzünden 
kötü hareketlere u rayanlara ve sevgili ana topra ın kalbine dönme imkanını verecek saadet 
dolu günü elem dolu bir  evkle bekleyenlere sesleniyorum. Ve biliyorum ki bu kimseler beni 
anlayacaklardır. 
Alman olup da, sevgili vatana mensup olmak imkanını bulamamanın ne oldu unu bütün 
varlıkları ile bilenler, vatandan ayrı dü mü  kimselerin kalplerinde her an yanan derin sıla 
hasretini takdir edebilirler. Bu sıla hasreti herkesi üzüyor, herkesi ne e ve saadetten yoksun 
bırakıyordu. Bu hal, vatanın kapısı açılıncaya ve mü terek kan, mü terek imparatorlukta barı  
ve sükûn buluncaya kadar devam edecektir. 
Viyana benim için acı bir okul oldu ve içimde öyle kaldı. Fakat benim için çok verimli bir 
okuldu. Viyana'ya henüz yarı çocuk ya ta iken gelmi tim. Bu  ehri terk etti im zaman ciddi 
bir adam olmu tum. Hayat hakkındaki genel dü üncelerimi ve özellikle siyasi inceleme 
eklim orada ö rendim. Bu ö rendiklerime bazı ekler yaptım, fakat hiç terk etmedim. O 
yılların bütün de erlerini ancak  imdi anlayabiliyorum. 
Hayatımın bu devresini geni  bir  ekilde anlattım. Bu mütevazı ba langıçtan sonra, be  yıl 
kadar kısa bir süre içinde halk topluluklarının büyük bir hareketi olmaya ba layan parti için 
gerekli konuları ve ilk hayat derslerini aldım. E er  ahsi fikirlerden meydana gelen bir 
sermaye, bende daha ilk yıllardan itibaren kısmen kaderin baskısı ve kısmen de  ahsi 
inceleme ve okumalarım sayesinde birikmemi  olsaydı; bilmem Yahudilere, Sosyal 
Demokrasi'ye, Marksizm'e ve toplumsal konulara kar ı ne tavır alırdım. Çünkü, vatanın 
ba ına gelen felaketler, binlerce ki iyi yıkılmanın iç sebepleri hakkında dü ünmeye sevk 
ettiyse de; bu çökü , insanı mücadele yıllarından sonra kaderleri ile ba  ba a kalmı  olanların 
elde edebilecekleri dayanıklılı a hiçbir zaman ula tırmaz.  
 
 
BÖLÜM 4 
1912 yılının baharında Münih'e gittim, Sanki yıllarca orada .oturmu um gibi  ehir bana hiç 
yabancı gelmedi, incelemelerim beni defalarca bu Alman sanatının merkezine götürmü tü. 
Münih bilinmezse Almanya görülmü  sayılamayaca ı gibi, Münih tanınmadıkça Alman sanatı 
hakkında da bir fikre sahip olunamaz. Bütün güçlüklere  ra men burada geçirdi im devre 
hayatımın en mesut zamanı oldu . Çalı ıyordum. Aldı ım ücret pek az bir  eydi. Resim 
yapmak !in ya amıyordum. Kendi geçimimi sa lamak için resim yapıyorum. Resim 
yapmamın sebebi, hayat imkanlarını ö renmek ve bu anda ilerlemeyi devam ettirebilmek 
içindi. Günün birinde tasavvur etti im gayeye ula aca ımdan eminim. Bu kanaat bana 
çalı marımda büyük bir enerji kayna ı oldu. 
Hayatın basit ve küçük üzüntülerine kolayca ve kayıtsız kalarak tahammül göstermek için bu 
husus bana yetiyordu. Üstelik buna, daha ikametimin ilk anından itibaren bu  ehre kar ı 
ruhumu çevreleyen derin sevgi de karı ıyordu, i te bir Alman  ehrindeydim. Viyana ile ne 


büyük fark vardı. Burada konu ulan dil bana gençli imi hatırlatıyordu ve lehçe itibariyle 
benimkine yakındı. Böylece her  ey benim için çok de erli ve yüce oldular. Fakat beni en çok 
Hofbrahaus'tan Oddon'a ve Oktoberfest'ten Pinacotheque'e uzanan o e i görülmemi  
manzaralar çekiyordu. Bugün dünyada di er yerlerin hepsinden çok bu  ehre ba lanı ımın 
sebebi, benim geli memi ayrılma kabul etmez  ekilde uygun gelmesi ve bunda büyük rol 
oynamasıdır. Fakat burada gerçekten gizli bir memnuniyet duyduysam, bunu Wittelsbachların 
bu harikalar dolu  ehirlerinin so uk bir akıl ile de il de ancak hassas bir ruha sahip kimseler 
üzerinde yapaca ı etkiye ba lamak gerekir. 
Münih'te mesleki çalı malarımdan ba ka, özellikle siyasi ve dı  olayları devamlı olarak 
incelemek beni cezbediyordu. Almanya'nın anla malarla ilgili politikasını inceleyerek dı  
siyasetini anlıyordum. Bu anla ma siyasetini daha Avusturya'da bulundu um sıralarda bile 
kesinlikle hatalı buluyordum. Fakat Viyana'da Reich'ın kendisi ne kadar büyük hayallere 
kaptırdı ım göremiyordum. O günlerde müttefikimizin ne kadar aciz oldu unu Berlin'in 
bildi ini ve pusuya yatmı  dü manları uyandırmamak için Bismarck tarafından ba latılmı  
siyasete devam edildi im sanıyordum veya bunu böyle kabul etmek istiyordum. Fakat halkla 
temas edince, bu fikrin yanlı  oldu unu büyük bir korku ile gördüm. Aydın çevreler dahil, her 
tarafta Habsbourglar Monar isi hakkında zerre kadar bir bilgi olmadı ını tespit ettim ve 
hayretler içinde kaldım. Halk bile müttefikin ciddi bir devlet oldu unu, tehlike anında askeri 
kuvvet verece ini sanıyordu. Monar inin daimi bir Alman Devleti oldu una ve buna gü-
venilmesi gerekti ine inanılıyordu. Burada da kuvvetin sayı ile ölçülece i sanılıyordu. 
Nedense Avusturya'nın çok eskiden beri bir Alman Devleti olmaktan uzakla tı ı ve iç 
durumunun her gün çökmeye do ru yakla tı ı görülemiyordu. Ben bu durumu diplomatlardan 
çok daha iyi biliyordum. Bu diplomatlar, kadere do ru, her zaman oldu u gibi gözleri kapalı 
ilerliyorlardı. Yukarıdan kamuoyuna verilen gıda, halkın duygularında aksetmiyordu. 
Tepedekiler de müttefike kar ı altın danaya beslenen ibadetin aynını tekrarlıyorlardı. Samimi 
olarak eksik olan  ey, nezaketle telafi edilmek isteniyordu. Söz her zaman pe in para yerine 
geçiyordu. 
Viyana'da iken devlet adamlarının nutukları ile Viyana gazetelerinin makaleleri arasında açık 
farkı gördü ümde beni bir hiddet dalgası kapladı. Viyana ne de olsa bir Alman  ehri idi. Fakat 
Viyana'dan veya Alman Avusturya'dan uzakla ıp, imparatorlu un Slav  ehirlerine 
varıldı ında büyük farklar derhal göze çarpıyordu. Prag'da bu üçlü devlet komedisi hakkında 
neler söylendi ini bilmek için Prag gazetelerine  öyle bir göz atmak yeterdi. Bu diplomasi 
oyunları hakkında orada alaydan ba ka bir  ey yoktu. Barı  sırasında, iki im parator 
birbirlerine sevgi gösterilerinde bulunurlarken, anla manın Niebelungenlerin ideallerinin 
hayali gerçekle me safhasına gelindi i an feshedilece i açıkça söyleniyordu. O halde neden, 
birkaç yıl sonra anla maların tatbik edilme saati geldi inde italya'nın üçlü anla madan çekilip, 
iki müttefikini yüzüstü bırakmasına ve hatta dü manla anla masına hayret edildi? Oysa, 
italya'nın Avusturya ile beraber sava ması mucizesine bir an bile inanabilmek için diplomat 
körlü üne yakalanmı  olmak gerekirdi. Yalnız Habsbourglar ve Almanlar, italya ile yapılan 
anla maya taraftar gözüküyorlardı. Habsbourglar zaruret dolayısıyla ve hesaplarına uygun 
geldi i için Avusturyalı Almanlar da iyi niyetle bir anla maya inanıyorlardı. Çünkü bu üçlü 
anla ma ile Alman imparatorlu u'na büyük hizmetlerde bulunacaklarını, onun kuvvetini 
arttıracaklarını sanıyorlardı. Bu  nanı ta siyasi bönlü ün de etkisi vardı. Bu beslenen ümidin, 
tahakkuk etmeyece i bir yana, böylesine bir hareketin Reich'ı uçuruma Sürükleyece i ve buna 
da devlet kadavrasının sebep olaca ını bilmemek bence aptallıktı. Bu anla ma yükünden 
Avusturyalı Almanlar, Cermenlikten çıkma a daha çok mahkum oluyorlardı. Gerçekte 
Habsbourglar, Reich ile yapılan anla ma ile o yönden gelecek bir saldırıyı önlediklerini 
sanıyorlardı. Halbuki böyle bir saldırıya pek haklı olarak maruz kalabilirlerdi. Anla ma onlara 
iç siyasetlerinde Cermenli i ezmek yolunda daha rahat hareket etmelerini sa lıyordu. 
Avusturyalı Almanlar arasında pek adice yürütülen Slavla tırma hareketine kar ı yükselecek 


itirazları anla mayı vesile ederek susturacaklarım dü ünüyorlardı. Hani Reich Almanya'sı bile 
Habsbourglar Hükümeti'ni tanır ve ona güven beyan ederken Avusturya'daki Almanlara ne 
oluyordu? Yoksa bütün Almanların gözünde vatan haini olarak damgalanmak için, kar ı mı 
durmalıydılar? Halbuki bu Almanlar yıllarca Almanya u runda her türlü fedakarlıklara 
katlanmı lardı. 
E er Habsbourg Monar isi'ndeki Cermenli in kökü kazanırsa bu anla manın ne de eri 
kalırdı? Üçlü anla manın de eri Almanya için Avusturya'daki Alman nüfuzunun devamına 
ba lı de il miydi? Yoksa Habsbourgların bir Slav imparatorlu u ile saltanat sürebilece ine 
inanılıyor muydu? 
Gerek Alman siyasetçilerinin ve gerek kamuoyu tarafından Avusturya'daki milliyetler 
konusunda alınan vaziyet budalalık ve manasızlıktan ba ka bir  ey de ildi. 70 milyonluk bir 
ırkın gelece i ve emniyeti bir çürük anla ma üzerine bina ediliyor ve aynı zaman da her geçen 
yıl, müttefik devlet anla masının temelini te kil eden unsuru sistemli bir  ekilde kemiriyordu. 
Gün gelecek, ortada Viyana siyasetçileri ile yapılan anla manın ka ıdından ba ka bir  ey 
kalmayacaktı, italya ile durum, esasen ilk günlerden beri bunun aynı idi. 
E er Almanya'da ırklar tarihi ve psikolojisi biraz dikkatle ince-lense ve açıklansa idi, Ouirinal 
ile Viyana imparatorluk Sarayı'mn kol kola sava a gireceklerine hiçbir zaman ihtimal 
verilemezdi. Herhangi bir italyan hükümeti, tek bir italyan askerini,  iddetle nefret edilen 
Habsbourgların katıldı ı bir sava a, dü man sıfatının dı ında bir sıfatla göndermeye kalkı tı ı 
anda, bütün bir italya bir volkan gibi patlayacak hale gelir. Ço u zaman Viyana'da italyanların 
Avusturya Devleti'ne ba lılı ından alayla ve kinle bahsedildi ine  ahit oldum. Yüzyıllar 
boyunca italya'nın ba ımsızlı ı aleyhinde Habsbourgların i ledikleri hatalar o kadar çoktu ki, 
unutulması imkansızdı. Böyle bir istek esasen gerek italyanlarda ve gerek hükümetinde de 
yoktu. Bundan dolayı italya için Avusturya ile yapaca ı iki  ey vardı. Ya anla ma ya da sava , 
onlar birincisini seçip, ikincisine rahatça hazırlanabilirlerdi. 
O halde neden anla ma yapılıyordu? Almanya'nın anla ma siyaseti rahat oldu u kadar, 
kendisi için de tehlike arz ediyordu. Demek ki Reich'ın gelece i Alman milletinin 
imkanlarının devamına ba lı kalıyordu. 
Bu durumda ne yapılmalıydı? 
Almanya'nın nüfusu her yıl dokuz yüz bin ki i artıyordu. Bu yeni vatanda ları beslemek 
yıldan yıla zorla ıyordu. Kıtlık tehlikesi ba  gösteriyordu. Bu kıtlık tehlikesinin önünü almak 
için çare bulunamazsa bir gün felaketle burun buruna gelmek mümkündür. Böyle korkunç bir 
ihtimalden kaçınmak için dört çare vardır. 
1) Bu tehlike kar ısında ba vurulacak çarelerden biri: Fransızların yaptıkları gibi do umların 
artmasını yapay bir  ekilde sınırlamaktı. 
Tabiat, kıtlık veya uygun olmayan iklim  artlarında ve verimsiz topraklı yerlerde, bazı 
memleket veya bazı milletler için nüfus artmasını sınırlar. Bu arada hiçbir zaman do urma 
kabiliyetine engel olamaz, ancak do an ferdin ya amasını önler. Fertleri çetin bir mahrumiyet 
kar ısında kuvvetsiz ve aciz bırakır ve böylece bunları hayattan ayırır. Di er taraftan hayatın 
zorlukları ile mücadeleye fırsat verdi i fertler, her türlü yoklu a katlanırlar. Bu fertler 
dayanıklıdırlar ve nesil vermeye kabiliyetlidirler. Tabiat ferde kar ı sert hare-kette bulunur 
ve hayatın mücadeleleri ile yarı abilecek çapta de ilse   Onu derhal sahneden geri çekerek 
milleti kuvvetli bir halde idame eder. Bu suretle sayının azalması, ki iyi ve sonuç olarak da 
milleti daha kuvvetli yapar. 
Fakat insan kendi zürriyetini sınırlamaya kalkarsa, i te o zaman i  de i ir, insan tabiat ile aynı 
malzemeden yapılmamı tır. O be eri bir yaratıktır, însan do anların ya amasına kar ı engeller 
çıkaramaz. Ancak do urma i ine engel olabilir. Hiçbir zaman milleti dü ünmeyen, yalnız 
kendi  ahsını dü ünen insanın bu davranı ı daha insani ve daha adilane görünürse de tamamen 
yanlı tır. Tabiat insanları çocuk yeti tirmekte hür bırakmakla beraber, zürriyetlerini çok çetin 
bir sınavdan geçirir. Sayıları ço alan fertler arasında ya amaya layık olarak en iyileri seçer. 


Bunları muhafaza eder ve ırkı koruma görevini bunlara vererek zürriyeti devam ettirme 
olana ına sınırlar. Fakat, insan do an her canlıyı ne pahasına olursa olsun korumaya çalı ır,  
ilahi iradenin bu  ekilde düzeltmesi, insana akla uygun gelir, insan| bu yeni noktada da tabiatı 
alt etti inden ve tabiatın yetersizli ini ortaya koydu undan dolayı sevinç duyar. Fakat ne var 
ki bu zavallıdır, gerçekten sayının belirli bir miktarda kaldı ını ve bu arada ferde erinin de 
azaldı ım istemeyerek de olsa görürler. Çünkü do urma melekesi sınırlandırılıp da do um 
azalınca, en kuvvetli ve en fla lamların ya amalarını sa layan tabii hayat mücadelesinin 
yerine,pek açık olarak en hastalıklıları ve zayıfları kurtarmak i i ortaya çıkacaktır. Sonunda 
tabiatın iradesi hafifletilecek ve böylece gittikçe berbatla an bir nesil ortaya çıkacaktır. 
En son  u olur ki, günün birinde dünyada hayat böyle bir kuvvetin elinden alınır. Çünkü 
insan, milletlerin süreklili ini sa layan ebedi kanuna ancak bir süre kar ı koyabilir, intikam 
dakikası er geç gelir çatar. Daha kuvvetli olan bir millet, daha zayıf olan bir milleti 
'kovacaktır. Çünkü hayata do ru nihai saldırı , ferdiyetçi bir insaniyetin manasız engellerini 
ortadan kaldırarak; yerlerini daha kuvvetli  rfanlara vermek için zayıfları yok eden tabiata 
uygun bir be eriyete yer sa layacaktır. Bu durumda Alman milletinin geçimini kim, nü-
fusunun artmasını sınırlama yoluyla temin etmek isterse, Alman milletinin gelece ini elinden 
alıyor demektir. 2) Nüfus artı ı kar ısında alınacak ikinci tedbir de dahili kolonizasyondur. 
Bir topra ın verimini belirli bir noktaya kadar ço altmak imkan dahilindedir ve bu artma bir 
noktaya kadardır. Bu yüzden, nüfus artı ı, bir müddet topra ımızın verimini arttırmak sure-
tiyle kar ılanabilir. Fakat ihtiyaçların nüfus artı ından daha çabuk arttı ı da gözden uzak 
tutulmamalıdır, insanların yiyecek ve giyecek ihtiyaçları, birkaç yüzyıl önce ya amı  
insanların ihtiyaçlarından mukayese kabul etmez bir  ekilde artmı tır. Bundan dolayı üretim-
deki her artmanın, nüfusta da bir ço alma meydana getirece ini dü ünmek çılgınlıktır. Asla, 
topra ın fazla ürününün, insanların hükmedici ihtiyaçlarını kar ılamak için kullanıldı ı do ru 
de ildir. Fakat, bir yandan en büyük sınırlama ve öte yandan üstün bir gayretle çalı ılsa dahi, 
yine topra ın gere i olarak son bir noktaya varılabilir Mümkün olan her türlü mesaiye ra men 
bir gün gelecek ki, artık topraktan daha fazla ürün almaya imkan kalmayacaktır. Er geç 
kaderin çizdi i korkunç son bu olacaktır. Kıtlık hasılatın dü ük oldu u yıllarda ortaya 
çıkacak, artan nüfus ile kıtlık stokla acak ve an çak ürünün bol oldu u yıllarda doldurulan 
ambarlar sayesinde darlık çekilmeyecektir. Fakat açlık bu milletin ebedi arkada ı durumu na 
girecektir. O zaman tabiat i e müdahale edecek ve ya amak için seçilecek olanları tespit 
etmek ve atamak gerekecektir. Yahut, insan lar ço almayı suni olarak sınırlama (do um 
kontrolü) yoluna gide çekler ve milleti bekleyen ve daha önce sözünü etti imiz hazin akı beti 
hazırlayacaklardır. 
Bu ihtimalin günü geldi inde herhangi bir  ekilde bütün bir in sanlı ı kaplayaca ı, dolayısıyla 
hiçbir milletin bu mukadder akıbet ten kendini kurtaramayaca ı itirazı ilk bakı ta do rudur. 
Ama bu iddiaya da verilecek cevap vardır.  urası bir gerçek ki bir gün gele çek, insanlık, 
artan nüfusun ihtiyaçlarını topraktan kar ılayamaya çak ve nüfusun ço almasını sınırlamak 
zorunda kalacaktır. Bu durumda i i ya tabiata bırakacak veya kendisi bir yol bulacak ve bu 
denge kurmaya çalı acaktır. Biz  imdi  öyle ümit edelim ki böyle bir durum  imdiki 
imkanlara kıyasla daha geni  imkan ve vasıtaların bulundu u bir sırada vukua gelsin. O 
zaman da bütün milletin bu durumdan üzüntü duyacaklardır. Halbuki bugün dünya üzerin de 
kendine gerekli olan topra ı elde etme e kuvveti yetmeyen millet, böyle bir durumdan 
rahatsız oluyor. Devrimizde halen istifade edilmeyen geni  topraklar vardır ve bu arazi 
i lenmeyi beklemektedir. Bu toprakları ilerde tabiat tarafından gönderilecek yeni milletler için 
tahsis edilmi  veya ayrılmı  bir arazi olarak kabul etmek manasızlık olur. Bilakis bu topraklar, 
sahip çıkabilecek ve i leyebilecek millete nasip olacaktır. Tabiat siyasi sınırlar kabul etmez. 
O, yaratıkları dünya üzerine serpi tirir ve kuvvetlerin serbest faaliyetlerini takip eder. Cesaret 
ve faaliyet hususunda en kuvvetli olan, tabiatın sevgili çocu u o "asil ya amak" hakkını elde 
edecektir. 


Bir millet dahili kolonizasyon faaliyetinin içine kapanırsa ve di er taraftan di er ırklar da 
dünya üzerine yayılırlarsa do umları tahdit zorunda kalacaktır. Oysa di er milletler nüfusça 
ço almaya devam edeceklerdir. Bu milletlerin i gal etti i alan ne kadar küçükse bu durum o 
kadar süratli ortaya çıkacaktır. Esefle belirteyim ki, bütün medeniyet verici ırklar, içine 
daldıkları barı çılık prensibi ile yeni topraklar kazanmaktan çok zaman vazgeçerek, dahili 
kolonizasyon ile yetindiklerinden meydan de ersiz milletlere kalmakta ve nüfusun iskan 
edilebilece i yerler bunların ellerine geçmektedir. Bunun sonucu olarak  u durum ortaya 
çıkmaktadır: 
En yüksek medeniyete ula mı  ırklar, daha a a ı medeniyete mensup, fakat tabiat bakımından 
daha kaba ve sert yapılı ırkların . geni  arazi üzerinde sınırlamaya gerek görmeksizin nüfusça 
arttı ı ı bir sırada, kendi yerlerinin sınırlı olu u neticesinde ço alamamakta ve do um 
kontrolüne gitmek zorunda kalmaktadırlar. Di er bir tabirle, bir gün gelecek dünya kültürü 
daha az yüksek, fakat enerjisi fazla bir be eriyetin eline geçecektir. Yani gelecekte iki imkan 
ortaya çıkacaktır! Ya dünyamız modern demokrasinin olu umları ile idare edilecektir. Bu 
durumda da sayıca çok olan milletler terazide a ır basacaklardır. Veyahut dünya tabiat 
kanunları dahilinde idare edilecektir. Bu vakit de, do umları sınırlamı  topluluklar de il, sert 
iradeli milletler duruma hakim olacaklardır. Be eriyetin hayatı bir gün büyük mücadelelere 
sahne olacaktır. Sonunda yalnız beka içgüdüsü Üstün çıkacaktır. Budalalık, korkaklık ve 
kendini be enmi likten olu an insaniyet güne te kalmı  kor gibi bu içgüdü kar ısında eriyip 
gidecektir. Be eriyet daimi bir mücadele içinde büyümü  ve geli mi tir. Daimi barı , 
be eriyetin mezarını hazırlar. 
Almanlar için "dahili kolonizasyon" kelimeleri u ursuzdur. Biz de hayatımızı uyu ukluk 
içinde kazanabilece imiz fikrini do urur. Bu nazariye bizim içimize bir kere yerle irse, dünya 
üzerinde Almanlara ait olan mevkii temin u rundaki bütün gayretler bitmi  demektir. Bir 
Alman hayatını ve gelene ini bu vasıta ile temin edebilece ine inanırsa, artık her türlü faal 
savunma ortadan kalkar. Böylece bütün dı  politika ile Alman milletinin gelece i topra a 
gömülmü  olur. Bunun için bu u ursuz zihniyeti Alman milletine yerle tirmeye kalkanın 
daima Yahudi olması hiçbir zaman bir tesadüf de ildir. Yahudi bu gibi i lerden gayet iyi 
anlar, insanları yakından tanıdı ı için, onların hayat u rundaki çetin mücadelelerini 
manasızla tıra-cak  ekilde tabiata yumruk indirmeyi ve kendini dünyanın hakimi mevkiine 
çıkaracak çareyi buldu unu birtakım hayalperestlere inandırır. Yahudi bu zavallı hayalperest 
kimselerin, kendisinin minnettar birer kurbanı olduklarını da bilir. 
Bir memleketin geni  topraklara sahip olması harici emniyetin esasını te kil eder. Bir milletin 
sahip oldu u toprak ne kadar geni se o milletin tabii himayesi de o kadar büyük demektir. 
Belirli yere sahip milletlere kar ı, daima daha çabuk, daha kolay, daha etkili ve daha askeri 
sonuçlar elde edilir. Topra ı daha büyük olan milletlere kar ı durum de i ir. Ayrıca devletin 
geni li i ciddi  ekilde yapılmayan saldırılara kar ı bir korunma alanı meydana getirir. Çünkü 
ba arı ancak çok uzun ve çetin mücadelelerden sonra kazanılır. Birbirine baskın  eklinde 
yapılacak saldırılar ise, bu  ekli göze almak için tamamen mecburi sebepler yoksa da pek çok 
görülebilir, i te böylece bir devletin toprak itibariyle büyüklü ü tek ba ına milletin hürriyet ve 
ba ımsızlı ın süreklili ini sa layan unsur olur. Dar toprak istilayı davet eder. 
Almanya'da halkın ço alması ile, geni lemeyen toprak arasındaki denge olu turmada bu ilk 
iki çareden de kaçınıldı. Buna do umların sınırlandırılması meselesinde bazı ahlaki konular 
sebep oldu. Dahili kolonizasyondan ise, büyük araziye kar ı bir hücumun hissedilmesinden ve 
mülkiyete kar ı bir tecavüzün ba langıcından korkuldu u için vazgeçildi. 
Bu durum kar ısında artan nüfusa ekmek ve i  temin etmek için ancak iki çare daha kalıyordu: 
3) Bu çarelerden biri yeni topraklar elde etmek ve her yıl artan nüfusu bu yeni topraklara 
yerle tirmek suretiyle milletin kendi geçimini kendisinin sa lamasına çalı maktı. 4) Di er 
çare ise sömürge ve ticaret politikası idi. Kendimize dı  pazarlar bulmalıydık. 


Bu iki yol tetkik edildi ve nihayet son  ık üzerinde karara varıldı. Halbuki ilk çare daha uygun 
idi. Artan nüfusumuzu yerle tirece imiz yeni yerler temin edilmesi gelecek bakımından da 
son derece faydalı olurdu. 
Bütün bir milletin temeli olmak üzere sa lam ve kusursuz bir köylü sınıfı meydana getirmek 
ve bunu muhafaza etmek hususuna önem verilmelidir. Dertlerimizin ço u  ehir nüfusu ile 
köylü arasındaki oransızlıktan do maktadır. Küçük ve orta köylülerden olu mu  sa lam 
topluluk, eskiden beri toplumsal dertlerimize kar ı bir korunma vasıtası olarak meydana 
çıkmı tır. Bugün de aynı toplumsal rahatsızlıklar içindeyiz. Bir millete kapalı bir iktisadiyat 
çerçevesi içinde günlük geçimini sa layan tek hal çaresi budur. Böyle olursa sanayi ile ticaret 
üstün ve zararlı durumlarından geri çekilerek milli bir iktisadiyatın genel çerçevesi dahilinde 
bir mevki alırlar. Ve sonunda ihtiyaçlara denk hale gelirler. Artık, sanayi ve ticaret, milletin 
temeli olmaktan çıkarak, onun yardımcısı olurlar. Fonksiyonları ihtiyaçlarımızla, bütün 
alanlardaki üretimlerimiz arasında do ru nispeti korumaktan ibaret kalır. Bu durum, halkı 
yabancı devletlere tabi olmaktan bir dereceye kadar kurtarır. Sanayi ve ticaret mü kül 
günlerde devletin hürriyetini ve milletin ba ımsızlı ını sa lamaya yardım eder. Gerçi böyle 
bir toprak politikası ancak Avrupa'da uygulanabilir. Bu arada  unu da kabul etmeliyiz ki bir 
milletin öteki bir millete oranla elli misli fazla bir topra a sahip olması, Tanrı'nın iradesine 
uygun dü mez. Böyle bir hal kar ısında, siyasi sınırları dolayısıyla ebedi hukukun 
sınırlarından uzak tutulmaya rıza göstermek caiz de ildir. E er dünyada herkesin ya amasına 
yeter derecede yer varsa, ya amak için gerekli olan topra ı bize versinler.  üphesiz bunu 
gönül rızası ile yapmayacaklardır, i te o zaman da herkesin kendi hayatı için mücadele etmek 
hususunda sahip oldu u hak, i e müdahale edecektir. Sonunda tatlılıkla çözümlenemeyen i  
yumrukla halledilecektir. Ecdadımız, vaktiyle kararlarını bugünkü manasız barı çılık anlayı ı 
içinde verseydi,  imdi elimizde bulunan milli topra ımızın üçte birine bile sahip 
olamayacaktık ve böylece Alman milleti de Avrupa'da gelece ini dü ünmek derdinden (!) 
kurtulacaktı. Hayır, Reich'ın do u sınırlarını biz atalarımızın gayretli çalı malarına borçluyuz. 
Ayrıca milletimizin toprak bütünlü ünü sa layan kuvvet de onların sayesindedir. Esasen 
bugüne kadar gelebilmemizi sa layan tek nokta bu toprak büyüklü üdür. Toprak bü-
yüklü ünün faydalarını ortaya koyan bir sebep daha vardır: 
Avrupa'daki devletlerin ço u bugün ters oturtulmu  piramitlere benzetilebilir. Bu devletlerin 
Avrupa'daki toprakları sömürgelerin o geni  arazisine, dı  ticaretinin önemine kıyasla gülünç 
denilecek kadar küçüktür. Bu durum için, zirve Avrupa'da, kaide ise bütün dünya da denebilir. 
Sadece Amerika Birle ik Devletleri bu tarifin dı ında kalır. Bu devletin kaidesi de kendi 
kıtasındadır. Dünyanın di er bölgeleri ile sadece zirve ile temas kurarlar. Bu  ekil o devletin 
iç kuvvetini meydana getirir. Avrupa devletlerinin zayıf noktalan da buradadır, ingiltere bile, 
Avrupa devletleri için söylediklerimi ters çıkartamaz. Çünkü Britanya  mparatorlu u söz 
konusu edilirken Anglo Sakson dünyasının varlı ı unutulmamalıdır, ingiltere'nin sadece 
Amerika Birle ik Devletleri ile olan kültür ve dil beraberli inden dolayı, herhangi bir Avrupa 
devleti ile kıyaslanamaz. 
Almanya için sa lam bir toprak politikasını ba anya ula tırabilmenin tek yolu Avrupa'da yeni 
yerler elde etmekle olurdu. Sömürgeler yo un bir  ekilde Avrupalılarla iskan edilme e müsait 
olmadıkça bu gayeye hizmetleri dokunamaz. Hem 19. yüzyılda barı  yolu ile Avrupa 
devletleri için böyle sömürge görevini görecek topraklar elde edilemezdi. Hatta büyük bir 
sava a giri meden bu  ekilde bir sömürge siyaseti dahi takip edilemezdi. Halbuki böyle bir 
sava ı Avrupa'nın dı ında yerler elde etmek yerine, Avrupa Kıtası içinde toprak elde etmek 
üzere göze almak çok daha uygun olurdu, i te böyle bir  eye karar verilecek olursa, artık her 
eyi bırakarak sadece bu harekete sarılmak gerekir. Hepimizin iradesine ve enerjisine ihtiyacı 
olan böyle bir hareket, yarım tedbirlerle, tereddütlü davranı larla gerçekle tirilemez. Bunun 
için Reich'ın bütün siyasetini sadece bu gayeye ayırmak gerekir. Bu hareketin 
kuvvetlendirilmesinden ba ka, herhangi bir dü üncenin gere i olan bir küçük jest dahi ya-


pılmamalıdır. Bu gayeye te ebbüse sadece sava  imkan verirdi. Bunu bütün açıklı ı ile kabul 
etmek gerekir. Silahlanma yarı ı sakin bir gözle dikkate alınmamalıdır. Bütün anla malar bu 
yönden incelenmelidir. Avrupa'dan toprak mı isteniyor? i te bu sadece Rusya'nın zararına 
olur. Bunun için de Reich, Alman kılıcı ile Alman sabanına toprak bulmak ve böylece milletin 
günlük ekme ini sa lamak üzere eski "Toton  övalyeleri"nin yolundan yürümeliydi. Böyle 
bir siyaset için de Avrupa'da imkan dahilindeki tek müttefik ingiltere idi. Bir kere ingiltere ile 
anla ma yapıldı mıydı, Germenlerin yeni seferlerine ba lanabilirdi. Bunda bizim hakkımız, 
ecdadımızın hakkından az de ildir. Barı sever halkımızdan hiçbiri do unun ekme ini 
yemekten çekinmiyor. O halde sapanın yolunu kılıcın açaca ını da kabul etmek gerekir, 
ingiltere'nin sevgisini çekmek için hiçbir fedakarlıktan kaçınmamalıdır, ingiliz sanayii ile 
hiçbir rekabette bulunmamalı ve sömürgelerden, denizlerdeki üstünlüklerden vazgeçilmeliydi. 
Bu sonuca ancak kesin ve açık bir vaziyet ula tırabilirdi. Ya sömürgelerden ve ticaretten 
vazgeçilecekti, veya bir Alman sava  donanmasından... 
Hiç  üphe yok ki sonuç geçici bir sınırlama olacaktı, fakat azamet ve üstünlük dolu bir 
gelecek vardı. Öyle anlar oldu ki, ingiltere böyle bir hususu görü meye müsait davrandı. 
Çünkü nüfus artı ı yüzünden Almanya, ya ingiltere'nin yardımı ile Avrupa'da kaynaklar elde 
edecekti ya da ingiltere yardım etmezse dünyanın herhangi bir yerine kayacaktı, i te bu 
durumu ingiltere çok iyi anlıyordu. 20. Yüzyılın ba larında ingiltere'nin kendisi Almanya'ya 
yakla tı ı sıralarda, bu hususu gerçekle tirmek lazımdı. Daha ileri yıllarda açık olu umlarını 
gördü ümüz bu istek o günlerde ortaya çıkıyordu, ingiltere hesabına kestaneleri ate ten 
çıkarmak dü üncesi Almanya'da ho a gitmeyen bir durum yaratıyordu. Sanki, bir anla manın 
her iki devlet için de kârlı olmayaca ı kanaati vardı. Aslında ingiltere ile pek kolay bir 
anla ma yapılabilirdi. Yalnız ingilizler, her istifadenin bir kar ılı ı olaca ını bilen kurnaz 
kimselerdi. 
Gayet iyi idare edilen bir Alman dı  siyasetinin 1904 yılında Japonya'nın rolünü 
benimseyebilece i de dü ünülmeliydi. Bundan Almanya hesabına çıkacak sonuçlar 
tahminlere sı dırılamazdı. Herhalde dünya sava ı çıkmazdı. 1904 yılında dökülen kan, 1914-
1918 yıllarında on misli fazla kan akıtılmasına engel olurdu, i te bunun sonucu olarak, acaba 
bugün Almanya dünya üzerinde nasıl bir yerde bulunurdu? 
Bütün bunlar Avusturya ile anla ma yapmanın manasızlı ım ortaya koymaktadır. Bu devlet 
kadavrası, Almanya'ya beraber sava mak için yana mıyor, sadece sonsuz bir barı ı korumak 
için sokuluyordu. Sonra bu anla madan, monar i içindeki Alman unsurları, yava , fakat er geç 
yok etmek için kurnazca faydalanacaktı. Gerçi bunu ba arması imkansızdı. Bu durumda da 
anla manın imkansızlı ı ortaya çıkıyordu. Çünkü, kendi ülkesindeki Cermenli in yok edil-
mesindeki kuvvete sahip olmayan bir devlet Almanya'nın menfaatlerine ne kadar yardımcı 
olabilirdi. 
Almanya'da, Habsbourg Devleti'nden Alman ırkına mensup on milyon insana diledi i gibi 
hakim olmak imkanını çekip almak için milli his ve ruh yoksa, büyük bir cesarete ihtiyacı 
olan geni  planların tahakkukunda Avusturya'dan yardım beklenmesine de lüzum olmazdı. 
Eski Reich'ın Avusturya meselesinde aldı ı tavra bakılarak, kendi milleti için kesin 
mücadelede nasıl davranaca ı anla ılırdı. Hiç  üphe yok ki, Cermanızmin yıldan yıla daha 
çok baskı görmesine fırsat verilmemeliydi. Çünkü, Avusturya'nın müttefik olarak de eri, 
ancak Alman unsurunun varlı ı ile sa lanabilirdi. Fakat idareciler bu yolu tercih etmediler. 
Mücadele etmek kadar, çekinip korktukları bir  ey yoktu. Gerçi sonunda buna müsait 
olmayan bir zamanda mecbur kalacaklardı. 
Kaderin pençesinden kurtulmak istiyorlardı. Fakat çabaları bo a çıktı. Dünya barı ını 
korumanın rüyasını görüyorlardı. Sonunda Dünya Sava ı ile derin uykudan uyandılar. Bu 
barı  rüyası, Almanya'nın gelece ine  ekil vermek için üçüncü yola önem verilmesinin belli 
ba lı sebebi olmu tur. Ele geçirilecek toprakların do uda oldu u biliniyor ve bunun için 
mücadele etmenin gere i kabul ediliyordu. Fakat ne pahasına olursa olsun barı  isteniyordu. 


Çünkü daha o günlerden itibaren Almanya'nın dı  siyasetinin esas a ırlı ı Alman milletinin 
bekasım sa lamak de ildi. Dı  siyasetimizin esas gayesi her çareye ba vurarak dünya barı ını 
devam ettirmekti, i te bu tutumun sonucu herkesin bildi i gibi olmu tur. Bu konuya özellikle 
tekrar dönece im. 
imdi bu durumda dördüncü ihtimal kalıyordu. Yani sanayide ilerlemek, dünya ticaretine ve 
denizlere hakim olmak ve sömürgeler. Böyle bir geli meye daha kolay ve daha çabuk eri mek 
gerekirdi. Keza bir topra ı kolonize etmek ço u zaman yüzyıllarca sürer. Esasen onun derin 
kuvveti de buradadır. Ani bir parlama söz konusu de ildir. Hem derece derece, hem derin ve 
devamlı bir hamle söz konusudur. Yani sanayi geli mesinin belirtilerinden farklıdır. Sanayi 
geli mesi çevreye birkaç yıl içinde kuvvetli ve parlak alevler saçabilir, fakat bunlar devamlı 
de ildir, sabun köpü üne benzer. Israrlı çalı malarla çiftlikler kurup, buralara çiftçi aileleri 
yerle tirmek, bir donanma meydana getirmekten daha zordur. Fakat seri bir  ekilde meydana 
getirilen donanmanın yok olması da çok çabuk olabilir. Esasen Almanya böyle hareket ederse 
bu yolun da er geç sava a çıkaca ını bilmeli idi. Çalçene heriflerin gururla söyledikleri 
ırkların "barı  yolu ile fethi" sözüne, yani silaha sarılmadan muz aramak için nazik olmanın 
ve iyi davranmanın yetece ine, ancak çocuklar inanabilirler. 
Hayır, biz bir defa bu yola girersek, günün birinde ingiltere'nin bize dü man olması 
mukadderdi, ingiltere'nin, Almanya'nın barı çılık faaliyetine  iddetli bir bencillikle muhalefet 
etti inden dolayı bizim bu harekete kızmamız budalalıktan da öte bir  ey olurdu, i te biz bu 
kadar saftık! 
Avrupa'da toprak ele geçirmek için Rusya'ya kar ı ingiltere ile birle mek gerekirken, sömürge 
ve dünya ticareti politikası da ancak Rusya ile birle erek  ngiltere'ye kar ı takip edilebilirdi. 
Ancak bu takdirde, bu politikanın sonuçlarını kabul etmek ve özellikle bir an evvel 
Avusturya'yı bırakmak lazım gelirdi, i te ne taraftan bakılırsa bakılsın Avusturya ile yapılan 
anla ma 1900 yılına do ru gerçek bir delilikten ibaretti. Fakat gerek ingiltere'ye kar ı Rusya 
ile ve gerek Rusya'ya kar ı ingiltere ile anla ma yapmak hiç dü ünülmüyordu. Çünkü her iki 
halde de sava  çıkardı, i te bu sava ı önlemek için, o ticaret ve sanayi siyaseti 
benimseniyordu, iktisadi ve barı  yollarından dünyanın fethi her çe it kuvvet politikasının 
kesin olarak boynunu koparıp atacak ve i ini bitirecek bir usul sanılıyordu. Gerçi bundan tam 
emin de ildiler. Özellikle ingiltere'den ara sıra hiç akıl almaz tehditler geldi i zaman inançları 
sarsılıyordu. Bundan dolayı bir donanma in a etmeye karar verdiler. Fakat bu karar verilirken 
ingiltere'ye saldırmak ve onu yok etmek dü ünülmüyordu. Tam tersine barı ı korumak ve 
dünyanın barı  yolu ile fethedilmesi faaliyetine devam edilmesi isteniyordu. Bundan dolayı, 
gerek sayı ve tonaj itibariyle ve gerek silah yönünden mütevazı bir donanma meydana 
getirildi. Niyet barı çılık emelim anlatmaktı. 
Dünyanın iktisadi ve barı  yollarından fethedilmesi konusundaki saçmalıkların bir devletin dı  
siyasetinin en büyük prensibi derecesine çıkarılması, kepazelikten ba ka bir  ey de ildi, 
ingiltere'yi böyle bir fethin imkan dahilinde oldu una örnek gösterilmesi ise bu kepazeli i en 
açık  ekliyle ortaya koyuyordu. Bizim tarihi, bir ö retmen olarak kabul etmemizin bu alanda 
bize çok zararları dokunmu tur. Bu zararları onarmak ise pek zordur. Birçok kimse tarihi 
hiçbir  ey anlamadan ezberlerler, i te bundan dolayı ingiltere'nin, yukarıdaki dü üncelerin tam 
kar ıtına örnek oldu unu anlamadılar. Çünkü hiçbir devlet iktisadi fetihlerini ingiltere'den 
daha sert ve kılıç zoru ile yapmamı  ve yapmı  olduklarım da ingilizler kadar azimle 
korumamı tır. ingiliz siyasetinin göze çarpan en büyük özelli i siyasi kuvvetinden iktisadi 
fetihler yapması ve sonra her iktisadi ba arısını siyasi kuvvet haline getirebilmesidir. Ayrıca 
ingiltere'nin kendi iktisadi çıkarları için sava mayacak kadar korkak oldu una inanmak çok 
büyük hata idi. ingiltere'nin milli orduya sahip olmaması bu iddiaya hak verdirmez. Burada 
önemli olan ordunun geçici bünyesi de il, eldeki bu orduyu ileri sürmek niyet ve kararıdır, in-
gilizler ihtiyaçları olan silaha daima sahip olmu lardır. Onlar sava tan galip çıkmalarını 
sa layacak silahları ellerinde bulundurmu lardır. Ücretli askerler yetti i müddetçe sava a 


bunları yolladılar. Fakat ba arı için bu yetmeyince, kendi milletinin en de erli kanından yar-
dım almak yolunu da bildiler. ingilizlerin mücadele iradeleri, sebatları daima aynı  ekilde 
kalmı tır. Oysa Almanya'da okullarda, basında ve mizah yayınlarında ingiltere hakkında çok 
yanlı  fikirler ortaya kondu. Bu yanlı  fikirler bizim hayal kırıklı ına u ramamıza sebep oldu. 
Her tarafa yayılan uydurma kanaat, sonunda ingiltere'yi hafife alma hissi do urdu, i te bunun 
cezasını çektik. Bu yanlı  fikirler ingilizlerin akıl almayacak kadar korkak ve sadece hilebaz 
birer i  adamı oldukları fikrini yaydı. Bizim sözde iyi yeti mi  profesörlerimiz, ingiltere gibi 
geni  ve dünyaya egemen bir imparatorlu un hile yolu ile ele geçirilemeyece ini akıllarına 
getiremiyorlardı. Bu hatalı yolu ikaz eden az sayıdaki ki ilerin sözleri ise dinlenmiyordu. 
Tommiesler, Flanderlerde bizimle kar ı kar ıya geldiklerinde hayrete dü en arkada larımın 
yüz ifadelerini hâlâ hatırlıyorum. Kavganın ilk günlerinden itibaren herkese bu Iskoçyalıların, 
mizah yayınlarında ve resmi a ızlarda anlatılan kimselere benzemediklerini anladılar. Bu olay 
benim için, bazı propaganda  ekillerinin faydası hakkında inceleme yapmama sebep oldu. Bu 
yanlı  dü ünce, hiç  üphe yok ki onu yayanlara bazı faydalar sa lıyordu. Dünyanın iktisadi 
yönden fethedilmesinin mümkün oldu unu  spat için, yanlı  olmakla beraber bu örnekten 
faydalanılabilinirdi. ingiltere'ye ba arı temin etmi  bir  eyin bize de ba arı sa laması ge-
rekirdi. Hatta Almanların yüksek görü leri ve bizim ingilizlere has olan hilebazlıktan uzak 
olu umuz biz Almanlar için bir üstünlük sayılırdı ve böylece küçük milletlerin sevgilerini ve 
itimatlarım kazanmamız söz konusu olurdu. Bizim hürriyetimizin ba kaları için derin bir 
nefret kayna ı olaca ını bir türlü anlamıyorduk. 
Üçlü anla manın manasızlı ını bize ancak, dünyanın iktisadi ve barı  yolları ile 
fethedilebilece ine ait saçmalıklar açıkça anlatabilirdi. Hangi devletle anla ma yapılabilirdi. 
Bir fetih için Avusturya ile Avrupa'da bile sava a girilemezdi. Bu anla manın do u tan sakat 
olu u buradaydı. Belki bir Bismarck çaresizlik içinde, böyle bir anla maya katlanabilirdi. 
Fakat onun ba arısız halefleri hiçbir i  yapamadı. Hele Bismarck tarafından yapılan 
anla manın en esaslı temelleri, artık kalmamı tı. Çünkü Bismarck kendi zamanında, Avustur-
ya'yı hâlâ bir Alman Devleti sayıyordu. Fakat oy usulünün yava  yava  kabulü ve parlamenter 
usullere göre idare edilme bu ülkeyi Almanlıkla hiçbir ilgisi olmayan karmakarı ık bir hale 
getirdi. Irki bir siyaset yönünden de, Avusturya ile anla ma yapmak, kötü ve yanlı  bir yoldu. 
Çünkü Reich'ın yanında yeni bir büyük Slav Devleti'nin kurulmasına göz yumuluyordu. Hiç 
üphe yok ki bu devlet, Rusya aleyhine de il de er geç Almanya aleyhine dönecekti. Tuna 
Monar isi'nde, bütün birinci derece makamlardan Panjermanistler uzakla tırılınca, anla ma 
çürüyecek ve yıldan yıla zayıflayacaktı. Almanya'nın, Avusturya ile anla ması 1900 yılına 
do ru, Avusturya'nın italya ile olan anla masının aldı ı  ekle bürünmü tü. 
Avusturya'daki Cermenli in u radı ı zulüm ve baskıya kar ı, protestoda bulunmak gerekirdi. 
Ancak böyle bir yol tutulursa, açıktan açı a bir mücadeleye girmek gerekirdi. 
Üçlü anla manın de eri psikolojik yönden mütevazı idi. Çünkü bir anla ma mevcut bir 
durumu korumak ve devam ettirmekle kalırsa, kuvveti de gitgide zayıflar. Halbuki bir 
anla ma o anla mayı yapan devletlerin, bundan yararlanarak geli meyi dü ünmeleri so-
nucunda daha kuvvetli bir duruma gelir. Bunda da kuvvet kar ı koymada de il, saldırmadadır. 
O günlerde bu gerçek bazı kimselerce kabul edildi ise de, maalesef mesleki çevrelerde 
anla ılmadı. 1912 yılında, genel kurmaya ba lı bir subay olan Ludendorff bir muhtıra ile bu 
anla manın zayıf yönlerini açıklamı tı. Ne yazık ki devlet adamları bu muhtıraya de er 
vermediler. Genellikle, akıl ve mantık sadece basit insanlarda daha etkili bir  ekilde kendini 
gösterse de, siyaset adamları söz konusu olunca bu prensip tamamen ortadan kalkar. 
1914 Sava ı'nın Avusturya yolu ile çıkması ve Habsbourgların i in içinden sıyrılma a imkan 
bulamamaları Almanya için bir bahtiyarlıktır. E er sava  ba ka bir sebepten ve yönden 
çıksaydı, Almanya yalnız ba ına kalırdı. Çünkü Habsbourglar hiçbir zaman Almanya 
yüzünden çıkmı  bir sava a katılmadıkları gibi, böyle bir kavgaya dahil olmak da 
istememi lerdir. Avusturya'daki Slavlar 1914 yılında monar inin Almanya'ya yardım 


etmesine imkan bırakmadan monar iyi parçalardı. Fakat o devirlerde Tuna Monar isi ile 
yapılan bu anla madan do acak tehlike ve zorlukların artması ihtimalim anlayabilenler pek 
azdı. Avusturya'nın pek çok dü manı vardı. Bu köhne devletin mirasına konmak için her 
taraftan Tuna Monar isi'nin parçalanması bekleniyordu ve Almanya'nın buna engel olaca ı 
dü ünülerek bize kar ı da husumet besleniyordu. Sonunda  u karara varılmı tı, Viyana'ya 
ancak Berlin'den geçilerek kavu ulur. Bu yüzden Almanya en çok ümit verici anla ma 
imkanlarını kaybetti. Halbuki bu anla ma Rusya ve hatta italya ile gergin bir havanın esmesi-
ne sebep oldu. Çünkü Roma'da halk Almanya'ya kar ı olumlu dü ünüyorsa da, Avusturya 
aleyhindeki dü manlık her italyan'ın kalbinde yatıyordu. Sonra, ticaret ve sanayile me 
politikasına giri ilince, Rusya ile sava  asla dü ünülemezdi. Böyle bir  eyden ancak bu i-ki 
devletin dü manları faydalanabilirdi.  te bunun içindir ki ba langıçta Yahudiler ve 
Marksistler her  eye ba vurarak bu iki devleti birbiri ile sava maya zorladılar. 
Bir de bu anla ma daima Almanya için tehlike arz ediyordu. Çünkü Bismarck'ın Reinch'ına 
dü man olan bir devlet için, di er devletleri Almanya'nın müttefiki olan Avusturya'nın 
zararına zengin olmak vaadi ile kı kırtmak, her zaman pek kolay bir  eydi. Viyana 
Monar isi'nin aleyhine bütün Do u Avrupa'yı, özellikle Rusya ile italya'yı harekete geçirmek 
imkan dahilindeydi. E er Almanya'nın müttefiki olan Avusturya herkesin ilgisini çeken bir 
miras te kil etmeseydi, Kral Edward'ın nüfuz ve idaresi altında kurulan dünya anla ması 
meydana gelmezdi, i te bu yüzden çe itli niyetleri olan ve birine zıt gayelerin pe inde ko an 
devletleri aynı taarruz cephesi sürüklemek mümkün olmu tur. Almanya'ya kar ı genel bir 
saldırı halinde bu devletlerin hepsi Avusturya'nın zararına zengin olmayı tasavvur 
edebilirlerdi. Osmanlı împaratorlu u'nun da bu felaketler getiren anla maya açıkça de ilse 
bile, dolayısıyla katılmı  bulunması bu tehlikeyi daha da artırıyordu. Dünya maliyesini idare 
e-.... Yahudilerin ise henüz mali ve ekonomik kontrol altına almaları Almanya'yı yok etmek 
üzere çok eskiden beri besledikleri emellerini sonuçlandırabılmeleri için böyle bir yeme 
ihtiyaçları vardı, i te, ancak anla manın bu  ekilde lehimlenmesi mümkün oldu. 
Habsbourglar Devleti ile yapılan bu anla ma daha Viyana'da en beni azap içinde bırakıyordu, 
imdi ise bu husustaki fikir ve kanaatim daha da kuvvetlendi. 
Devam etti im belirli yerlerde, çökmeye mahkum bir devlet ile yapılan bu manasız 
anla manın içinden, e er zamanında sıyrılamaz, Almanya'yı daha da felaket dolu bir sonuca 
sürükleyece i hakkındaki kanaatimi gizlemiyordum. Sonunda Dünya Sava ı'nın fırtınası 
bütün akla uygun dü ünceleri ortadan kaldırır gibi oldu unda  co kunlu un verdi i ba  
dönmesi ancak pek ho  olmayan gerçe e ba lanmaları gereken merkezleri sardı ında, bu 
kanaatim bir an bile olsa sarsılmadı. Hatta cephede bulundu um günlerde bile, münaka a 
fırsatı elime geçti inde Almanya'nın menfaati için bu anla mayı bozmak gerekti ini ve bu i  
ne kadar erken yapılırsa milletimiz için o kadar iyi olaca ını anlatıyordum. Habsbourglar 
Monar isi'ni bırakmakla Almanya'nın dü manlarının sayısının azalaca ını ve böylece 
milyonlarca insanın çizme giymesi, çökmekte olan bir hanedanı ayakta tutmak için de il, 
Alman milletinin kurtulu u için olaca ını bir bir izah ediyordum. 
Sava tan önce anla ma siyasetinin sakat oldu u birkaç defa izah  edildi. Alman muhafazakar 
çevreleri, bu mübala alı güvene kar ı daha ihtiyatlı davranılmasını tavsiye ettiler. Fakat bütün 
akla uygun Sözleri oldu u gibi bu ikazları da rüzgar silip götürdü. Nedense bir kere dünyanın 
fethi yolunda gidildi inde bunun sonucunun pek büyük olaca ına, bu i teki fedakarlı ın ise 
bir hiç derecesinde kalaca ına inanılmı tı. Bu i lerden anlamayanlar için de burunlarının di-
kine do ru yok olmaya gittiklerini ve fareli köyün kavalcısı misali o zavallı halkı da 
pe lerinden sürüklediklerini gayet sakin bir  ekilde dü ünmek kalıyordu. Bir iktisadi fethin 
saçmalı ını, tatbiki mümkün bir siyasi sistemmi  gibi gösteren ve millete dünya barı ının 
devamını siyasi bir gaye oldu unu kabul ettiren sebep, bizim bütün siyasi dü üncelerimizin 
hastalıklı durumundan ileri geliyordu. 


Alman teknik sanayiinin zaferi, Alman ticaretinin artan ba arıları, bütün bunların kudretli bir 
devlet ile kabil olaca ını bize unutturuyordu. Birçok çevrede, bizzat devletin bu olaylara 
hayatını borçlu ekonomik bir müessese demek oldu u ve te kilatın ekonomiye ba lı 
bulundu u kanaati müdafaa ediliyordu. Bu hal en do ru bir vaziyet gibi görülüyordu. 
Halbuki devletin iktisadi bir dü ünce ile veya belirli bir iktisadı geli me ile hiçbir münasebeti 
yoktur. Devlet sarih ve sınırları tayin edilmi  bir arazi üstünde, gayesi iktisadi görevler 
ifasından ibaret olmak üzere, ekonomik anla malarla meydana gelmi  de ildir. Devlet fizik ve 
ahlak bakımından birbirine benzer yaratıklardan olu an bir topluluk te kilatıdır. Devlet, bu 
insanların nesillerine daha iyi hayat sa lamak ve milletleri Tanrı tarafından gösterilen gayeye 
eri tirmek için kurulmu tur. Bir devletin manası ve gayesi budur ve yalnız bundan ibarettir. 
iktisadiyat yukarıda izah etti imiz görevin ifası için gereken birkaç vasıtadan ancak biridir, 
iktisadiyat hiçbir zaman devletin ne sebebi ne de gayesidir. 
i te devletin, devlet sıfatı ile mutlaka belirli bir topra a dayanmasının lüzumsuzlu unun 
sebebi buradadır. Böyle bir  art ırkda larının geçimlerini kendi imkanları ile sa lamak isteyen 
topluluklarda zaruri olur. Bu arada be eriyetin içine, di er milletleri kendileri için çalı tırmak 
maksadıyla asalaklar gibi sokulmak kabiliyetine sahip milletler, sınırlandırılmı  küçük 
topraklara dahi sahip olmamalarına ra men devlet te kil edebilirler. Bu asalaklı ı ile bütün 
be eriyete ıstırap veren millet Yahudilerdir. Yahudi Devleti hiçbir zaman mekan içinde var 
olmadı. Dünyaya sınırsız olarak yayılmakla beraber, bir milletin fertlerini ihtiva etmektedir. 
Bunun içindir ki bu millet her yerde devlet içinde devlet vücuda getirmi tir. Bu suni devlet, 
din yaftası altında ilerleyebilmek ve böylece üstün ırkların dini inanı lara her zaman 
gösterdikleri müsamahayı sa lamak için dünyanın en büyük hokkabazlık hünerlerini 
yapmaktan geri kalmaz. Gerçekte ise Hazreti Musa'nın dini, Yahudi ırkının korunması 
mezhebinden ba ka bir  ey de ildir. Bunun için bu din gayesine ilgisi bulunan toplumsal, 
siyasal ve ekonomik bilimlerin alanını da - tamamen içerir. 
insanın bekasını sa lama içgüdüsü, insan topluluklarının olu umunun ilk sebebidir. Bu 
yüzden, devlet bir ırk organıdır, bir iktisadi te kilat de ildir. Bu durumu ça da  devlet 
adamları anlamamaktadırlar. Neticede bu devlet adamları, devleti iktisadi vasıtalarla 
kurabileceklerini zannetmektedirler. Halbuki devlet, türün ve milletin devamlılı ını sa lama 
içgüdüsünü, faaliyetine esas alan bir olu umdur. 
Bir nevi bekası, bir ferdi feda etmeyi gerektirir. Schiller, "Hayatınızı ileri sürmezseniz, hiçbir 
zaman hayatınızı kazanamazsınız." , der.  airin sözlerinin manası da budur. Ferdi hayatın 
fedası, ırkın 
!' bekasım temin için geçerlidir. Bir devletin te kili ve idamesi için en esaslı  art, karakter ve 
ırk birli i üzerine kurulmu  bir dayanı ma 
| hissinin hakim olması ve her vasıta ile bunun müdafaasına hazır durulmasıdır. Bu husus, 
kendi toprakları üzerinde ya ayan millet- 
I ferde kahramanca faziletlerin geli mesiyle, sahtekarlarda ise, riya ve hile dolu bir zulümle 
son bulur. Yeter ki bu üstün vasıflar do u tan 
l kazanılmı  ve siyasi  ekiller arasındaki fark da bunun güzel bir delili olsun, i te bir devletin 
kurulu u, hiç olmazsa ba langıçta, bu üstün 
'Vasıfların olu umundan meydana gelmelidir. Hayat mücadelesinde yenilen ve sonunda 
mahkûm olan ırklar, bu kavgada kahramanca (faziletler göstermeyenler ile dalkavuk ve 
sahtekarların hilelerine kurban gidenlerdir. Burada eksik olan akıldan ziyade, azim ve cesa-
rettir. Bu da kendim insani hisler perdesi arkasında saklamaya çalı ır. 
Herhangi bir devletin iç kuvvetinin iktisadi geli meye pek ender uygun dü mesi, devletlerin 
yabancı ve koruyucu vasıflarının ekonomiye ne kadar az ba lı bulunduklarını açıkça ortaya 
koyar. Birçok örnek bize açıkça göstermi tir ki, ekonomik geli me daha çok devletin 
çökmesinin yakın oldu una i aret eder. E er insan topluluklarının kurulu u her  eyden önce 
ekonomik kuvvet veya bunun etkenleri ile açıklanıyorsa, devletin kuvvet ve azametini eko-


nomik geli menin büyüklü ü ile ifade etmek gerekirdi. Devletlerin kurulu unda veya 
korunmasında ekonomik kuvvete inanı ı reddeden delillere tarihin her sayfasında rastlarız. 
Özellikle Rusya bu devletin kurulu unda maddi unsurların rol oynamadı ını, aksim ahlaki 
faziletlerin bu kurulu u sa ladı ını fevkalade bir açıklıkla ortaya koyar.  te, ancak bu ahlaki 
faziletlerin himayesi ile ekonomi meydana çıkmaya ba lar ve e er devletin yaratıcı 
kabiliyetleri çökerse o da yıkılır gider. 
Devletleri do uran ve muhafaza eden kuvvetlerin neler oldu u sorulursa, bu soruya verilecek 
cevap  u olur: Ferdin toplum u run da fedakarlık ruhu ve gösterece i irade. Bu iki faziletin 
ekonomi ılı bir ilgisi ve mü terek tarafı yoktur. Çünkü insan hiçbir zaman ekonomi u runda 
feda edilmez, insan, bir i  için de il, bir ideal için hayatını feda eder. 
Halkın hissiyatını anlamaya ilgisi bulunan hususlarda Ingilizle rin psikoloji bakımından di er 
devletlere kıyasla üstün olduklarını gösteren ve ispat eden  ey sava a girmeleri için ileri 
sürdükleri se beptir. Biz Almanlar ekme imiz için sava tı ımız sırada onlar hürrı yet, hatta 
kendi hürriyetleri için de il, küçük milletlerin hürriyetle: ı için silah atıyorlardı. Bizde bu 
duruma güldüler ve kızdılar, böylece Alman diplomasisinin daha sava tan önce ne kadar 
fikirsiz ve aptal

oldu unu ortaya koydular.  uursuz ve azimli insanları her halde ölüme do ru 
yürüten kuvvetin ne olabilece i hakkında zerre kadar fikirleri yoktu. 1914 yılında Alman 
milleti, bir fikrin u runda sava  tı ına inandı ı sürece mücadeleye yardımcı oldu. Fakat 
Alman mil letini yalnız günlük ekme i için sava a soktukları zaman çarpı mak tan vazgeçti. 
Devlet adamlarımız, insanın bir iktisadi menfaat u ru na mücadele etti i andan itibaren 
elinden geldi i kadar ölümden kaçındı ını hiçbir vakit anlamadılar ve farkına varamadılar. 
Çünkü, ölüm onları kazanılan zaferin semeresinden mahrum bıraktı. Çocu  unun selameti 
endi esi, en zayıf bir anneyi bile bir kahraman halı ne sokabilir. Bütün tarih boyunca görülen 
udur ki, ırkın ve oca ın yahut bunları savunan devletin bekası u rundaki mücadelelerde, 
insanlar kendilerini dü man mızraklarının üstüne atmı lardır. De mek ki  u husus ölümsüz bir 
gerçek olarak ilan edilebilir. Hiçbir za man bir devlet barı sever ekonomi ile kurulmamı tır. 
Devlet daim;ı ırkın beka içgüdüsü sayesinde kurulmu tur. Bu içgüdü, ister kendi ni 
kahramanlık sahasında,isterse entrika sahasında göstermi  olsun ikisi de birdir. Yalnız birinci 
halde, çalı an ve medeniyet sahibi olan |f devletler meydana çıkmı lardır. Di er halde de 
asalak Yahudi toplulukları meydana gelmi tir. Bir millette ekonomi, bu içgüdüyü iletmeye 
ba lar ba lamaz; esaret, zulüm ve tazyiki getiren sebep «Üne dönü ür. 
Sava tan önce, Almanya için dünya ticaret merkezlerini ele geçirmek veya ticaret ve sömürge 
siyaseti ile dünyayı barı  yolu ile fethetmek imkanı oldu una beslenen inanç, irade kuvveti, 
icraata az-, ve kesinlik gibi di er bütün faziletleri yok eden klasik bir hasta-idi. Dünya 
Sava ı'nın bütün sonuçları ile böyle bir durumdan meydana gelmesi tabiat kanunlarının 
gere iydi. E er meseleye derinlemesine bakılmayacak olursa Alman milletinin bu tavır ve 
hare-eti, çözülmesi imkansız bir muamma gibi görünür. Sadece kudret kuvvet siyasetinin 
temelleri üzerinde yükselmi  bir imparatorlu un en güzel örne im bizzat Almanya vermi ti. 
Prusya, Reich'ı donran hücre oldu ve bu hücreden çevreye  ualar saçan bir kahra-anlık çıktı. 
Bu kahramanlık, mali i lemlerden ve ticari i lerden meydana gelmedi. Böylece Reich'ın 
kendisi de, kudrete yönelmi  bir siyasetin ve askerlerinin cesaretinin en büyük mükafatı oldu. 
imdi Alman milleti nasıl oldu da siyasi içgüdüsünde böyle dü kün bir hale geldi? i te burada 
tek ba ına bir olay söz konusu de ildir. Her tarafta gerçekten korku verecek miktarda 
çökmenin tek sebebi görülüyordu. Bu sebep bazı kere milletin vücudunda alevler gibi 
dola ıyor, bazı kere çe itli yerlerde milletin etini kemiren çıbanlar meydana getiriyordu. Sanki 
arkası hiç kesilmeyen bir zehir dalgası, esrarlı ve dikkatli bir kuvvet ile mikrobunu vücudun 
en son damarlarına iletiyor ve böylece aklı ve içgüdüsüyle felce U ratıyordu. 1912 yılından 
1914'e kadar Reich'ın anla ma ve iktisadi siyasetine ait bütün konuları dikkatle incelerken ve 
Viyana'da ba ka bir yol takip ederken tanıdı ım kuvvet, bütün bunların tek sebebi idi. Bu 
esrarlı ve zehirli kuvvet, Marksizm'in hayat hakkındaki dü üncesiydi. 


Hayatımda ikinci defa bu yıkıcı ve yok edici doktrinin incelenmesine giri tim. Beni bu ikinci 
incelemeye çevremin günlük intibaları ve etkileri yerine, bu defa hayatın genel olaylarının 
de erlendirilmesi zorladı. Bu yeni dünyanın nazari edebiyatına tekrar girip sonuçlarını açıkça 
görmeye çalı tı ım sırada, bunların siyası alanda, kültür ve iktisat hayatındaki tesirlerim tespit 
ediyordum. Bu sefer de bütün dikkatimi, bu veba mikrobuna galip gelmek için çalı:... n 

te ebbüslere yo unla tırdım. 
Bana, güya kendini sükûn ve intizam içinde gösteren geleciyi tarihin hakkımdaki haksız bir 
i lemi gibi kabul ediyordum. Geni, M günlerimde bile ciddi ve dikkatliydim. Hiç barı çı 
olmadım. Bun bu yolda terbiye etmeye çalı an bütün te ebbüsler neticesiz kaldı Boerier 
Sava ı* bana uzak bir devrenin  im ekleri gibi geldi. Ilı ı gün gazeteleri dört gözle bekliyor, 
resmi sava  bildirilerini dikkatli okuyordum. Bu kahramanlar sava ına uzaktan da olsa  ahit 
oldu um için çok mutluydum. Rus Japon Sava ı ise daha ya lı ve dal 1.1 dikkatli bir ça ıma 
rastladı. O zaman milli hisler dolayısıyla Japon ları tutmu tum. Rusların yenilmesinden, 
Avusturyalı Slavların yenilmelerini görüyordum. Sonra yıllar gelip geçti. 
Bir vakitler atalet içinde görünen  ey, fırtına öncesi olan bir sûkûnetten ba ka bir  ey de ildi. 
Daha Viyana'da iken Balkanların üzerinde ilerde kopacak kasırgayı haber veren o sakin 
hareket yayılıyordu. Daha o günlerde kuvvetli bir ı ık gibi parlayan ve sonra endi e veren 
zulmetler içinde gözden kayboluyordu, i te bu sırada Balkan Sava ı çıktı ve ilk kasırga 
Avrupa'yı silip süpürdü. Ortaya çıkan hava, insanı bir kabus gibi kaplıyordu. Hava, içinde 
tropik bir hararet gizli yordu. Öyle ki, bir felaket hissi, devamlı duyulan bir endi enin sonu 
cunda sabırsızca bir bekleyi e döndü. Artık hiçbir yönden durdurulmasına imkan olmayan 
kadere Tanrı'dan cereyan vermesi isteniyordu. i te o zaman dünyaya ilk korkunç yıldırım indi. 
Kasırga co tukça co tu, gök gürültülerine Dünya Sava ı'mn top sesleri de karı tı. 
Ar idük Ferdinand'm öldürüldü ü haberini Münih'te duydu  um zaman, derhal beni bir endi e 
dalgası kapladı. O günlerde so ka a pek sık çıkmıyordum. Bu olay hakkında birtakım önemli 
ha herlerden ba ka bir  ey ö renememi tim. Acaba Ar idük'ü yere se ren kur unlar Alman 
ö rencilerinin tabancalarından mı çıkmı tı

Bunlar veliahtın Slavla tırmak çabalarına kar ı 
galeyana gelerek bu iç dü mandan Alman milletini kurtarmak istemi  olamazlar mıydı

i te bu 
i in sonucunun ne olaca ı derhal tahmin edilebilirdi. Hiç  üphe yok ki yeni bir zulüm 
kasırgası etrafı kaplayacak ve bu eziyetler bütün dünyanın gözünde "haklı" ve "kuvvetli bir 
gerekçeye" (Bu arada Hitler on ya ındaydı) istinat ettirilecekti. Fakat bir süre sonra bu i in 
faillerinin isimlerini i itip, bunların Sırp olduklarını ö renince hikmetine akıl erdirilemeyen 
Tanrı'nın intikamı kar ısında deh ete dü tüm. Çünkü Slavların büyük dostu ve yardımcısı, 
Slav mutaassıplarının kur unlarına hedef olarak can vermi ti. 
Bugün Avusturya Hükümeti ni verdi i ültimatomun  eklinden mündericatından dolayı suçlu 
görmek haksızlıktır. Ba ka hiçbir devlet aynı  artlar içinde daha de i ik bir yol takip 
edemezdi. Avusturya'nın güneydo usunda aman vermeyen bir dü man vardı. Bu dü man 
monar iye kar ı gitgide daha sık tahriklerde bulunuyordu,  mparatorlu un tahribi için en 
uygun gün gelene kadar bu tahrikken vazgeçmek niyetinde de ildi. Bu beladan kurtulmak 
imkan-ı ve imparator ölür ölmez felaketin ortaya çıkmasından korkuyordu. Çünkü o zaman 
yıllar içinde devlet, ihtiyar imparatorunda kendi sembolünü bulmu tu. Artık büyük halk 
toplulukları Uyar devlet adamının ölümünün, imparatorlu un ölümünü ifade edece ine 
inanmaya ba lamı lardı. Böylece Slav siyasetinin bütün itlerine kar ı Avusturya Devleti'nin 
hayatı bu ihtiyar imparatorun tel ba arısı ile sa landı ı fikri uyandırılıyordu. Bu dalkavukça 
ha-etlerden saray ho lanıyordu. Pohpohlu sözlerin altında yatan ve irini derhal gösterebilecek 
olan zehri göremediler. Çe itli zamanda söylendi i halde, bu geçmi  devirlerin en akıllı 
hükümdarının, hükümeti idare hususunda sahip oldu u hünere ne kadar çok bel ba lanırsa, 
kaderin günü geldi i vakit vergisini almak üzere onun kapısını çalaca ını hiç kimse 
dü ünmüyordu. Belki de dü ünmek istemiyorlardı. Hatta ihtiyar Avusturya Devleti'ni ya lı 


imparator olmadan dü ünmek mümkün müydü? Bir vakitler Marie Trerese’in kurban oldu u 
facia tekrarlanmayacak mıydı?  
Ne denirse densin, Avusturya Hükümeti'ne sebep oldu u sava ı, e er ba ka türlü hareket 
etseydi çıkmayaca ını söylemek haksızlık olur. Artık sava tan kaçınılamazdı. Belki onu bir 
iki yıl geciktirmek kabildi. Fakat ne var ki Avusturya için oldu u kadar Almanya  için de bir 
felaket gelecekse bu kaçınılması imkansız olan hesap gününü devamlı olarak ertelemekten 
ileri gelecekti. Çünkü hesap 
günü hiç uygun olmayan bir zamanda gelip çatacaktı. Barı ı kurtarmak için sarf edilen çaba, 
sava ı çok uygun olmayan bir zamana er-| (elemekten ba ka bir i e yaramayacaktı. Bence, bu 
sava ı istememi  olan bir kimse, hiç olmazsa bunun sonuçlarını da dü ünmek cesaretini 
kendinde bulmalıydı. Avustur ya'yı feda etmek gerekecekti, fakat yine de sava  çıkacaktı. 
Ama sa va , di er bütün milletlerin bize kar ı mü terek bir kavgası  eklindi de il, 
Habsbourglar Monar isi'nin parçalanması için patlak verecek ti. O zaman da ya Avusturya'ya 
yardım için sava a girme kararı ala çak, ya da ba ımızı iki elimizin arasına alıp kaderin neler 
gösterece  ini bekleyecektik. 
Bugün sava ı kötüleyenler ve bu hususta atıp tutanlar, bu sava  a en çok sebep olan 
kimselerdir. Yirmi otuz yıldır Alman Sosyalist Demokrasi'si, Ruslarla sava  için en hile dolu 
tahrikleri i leyip dur mu tur. Halbuki Merkez Parti'si dini dü ünceler dolayısıyla, Avus turya 
Devleti'ni, Alman siyasetinin kö e ta ı ve merkezi durumuna getirmeye çalı mı tı. Simdi bu 
hataların sonuçlarına katlanmak gerekirdi. Ortaya çıkan bu olay, ne yapılırsa yapılsın 
önlenemeyecek ve mutlaka patlak verecekti. Alman Hükümeti'nin hatası, barı ı ko rumak için 
hücuma uygun dü en zamanların geçmesine sebebiyet vermesi ve dünya a ına dü erek, bir 
dünya ittifakına kurban gitme sidir. Bu dünya ittifakı öyle bir anla maydı ki, barı ı koruma 
çabala rina kar ı bir dünya sava ına çanak tutuyordu. 
E er Viyana Hükümeti o zamanki ültimatomu daha ılımlı bir üs lupla kaleme alsaydı sonuç 
yine de de i meyecekti. Hatta hükümet halkın nefret ve itirazı kar ısında yok olacaktı. Çünkü 
halkın gözün de ültimatomun üslûbu çok ılımlıydı, t te bu olayları inkar edecek bir kimse 
beyinsiz ve hafızadan yoksun veya bir yalancıydı.Tanrı  a hittir ki, 1914 sava ı halka zorla 
kabul ettirilen bir sava  olmamı tı Tersine halkın istedi i bir sava tı. Genel güvensizli e bir 
son vermek isteniyordu, iki milyon Alman'ın askere ko masının ve kanlarının son damlalarına 
kadar vatanı müdafaaya hazır olmasının sebebi buydu Benim için de bu saatler gençli imin 
acı ahlarında sanki bir kurtulu  saati olmu tu. Beni böyle bir devirde ya attı ı için bugün bile 
Tan rı'ya  evk içinde  ükrediyorum. Öyle bir mücadeleye giri mi tik ki dünya bundan daha 
iddetlisini görmemi tir. Çünkü halkta, bu defa Sırbistan ve Avusturya'nın akıbeti de il, 
Alman milletinin hayatının yahut sonunun söz konusu oldu u kanaati hakimdi. Senelerce de 
vana etmi  bir ataletten sonra halk kendi gelece ini açık olarak görü yor ve te his ediyordu. 
Bundan dolayı, bu mücadeleye ba ından itibaren  evk ve heyecan karı tı. Bu his halktaki 
co kunlu un basit bir tela tan do an alev olmasını sa ladı. Halbuki ciddiyete çok ihtiyaç ardı. 
Genellikle bu mücadelenin derinli i hakkında esaslı bir  ekilde dü ünülmüyordu. Kı  gelince 
eve dönülece i ve yeni temeller üzerine sessiz sedasız çalı maya devam olunaca ı 
sanılıyordu. 
Hiç  üphe yok ki insan arzu etti i  eyi ümit eder ve sonunda la inanır. Millet uzun zamandır 
devam eden emniyetsizlikten yorgun dü mü tü, i te bundan dolayı herkesin Avusturya Sırp 
çeki mesinin barı  yolu ile çözümlenece ine inanmaması pek normaldi, belki de bu sayıları 
milyonları bulan insanların arasında idim. Saldırıya geçildi i haberi Münih'te duyulur 
duyulmaz, aklıma iki  ey geldi. Bir kere sava  kaçınılmaz bir hale gelmi ti, ikincisi 
Habsbourglar imparatorlu u bu durumda anla mayı korumak zorundaydı. Beni en çok 
korkutan  ey, Almanya'nın bir kavgaya sürüklenmesi ve Avusturya'nın da bu kavgaya 
do rudan do ruya sebep olmadı ı için Almanya ile beraber kavgaya girmek üzere karar 
vermeye ülkesindeki siyasi durumunun müsait olmaması idi.  mparatorlu un Slav ço unlu u, 


böyle bir  eye kar ı sabotaja giri ecek ve müttefik devlete istedi i yardımı yapmaktansa, 
imparatorlu u paramparça etmeyi daha uygun bulacaktı, i te bu tehlike  imdi ortada yoktu, 
ihtiyar imparatorluk istese de, istemese de sava mak zorundaydı. 
Bu kavga kar ısında benim  ahsi kanaatim pek sade ve açıktı. ,'Kanaatime göre Avusturya ile 
Macaristan Sırbistan'dan herhangi bir özür dileme  eklinde cevap almak için sava mıyorlardı. 
Bu sava  Alman milletinin bekasını korumak, gelece ini ve hürriyetini sa lamak için yaptı ı 
bir mücadeleydi. Bismarck'm Almanya'sı  imdi  ava mak zorundaydı. Atalarımızın 
Wissembourg'dan Sedan'a ve Paris'e kadar uzanan sava  alanlarında kanlarını kahramanca 
dökerek fethettikleri yerlerin,  imdi Alman gençli i tarafından yeniden kazanılması 
gerekiyordu. E er bu kavga sonuna kadar ba arı ile yönetilirse, i te o zaman milletimiz, 
dünya üzerinde büyük bir ha met ve gururla yerini alacak ve Alman imparatorlu u tekrar 
barı  için bir sı ınma yeri durumuna gelecek ve böylece milletin çocukları için barı  a kı 
yüzünden günlük ekmeklerinden yoksun bırakılmak mecburiyeti ortadan kalkacaktı. 
Vaktiyle delikanlı iken milli  evk ve heyecanın bo  bir hülyadan ibaret olmadı ını ispat 
etmeye imkan bulmayı arzulardım. Bazı kere, haklı olmadan "hurra" diye ba ırmak bile 
günah gibi gelirdi Kader tanrısının anlamsız eli milletler ve insanlar hakkında, duygu larının 
samimiyetine göre hüküm vermeye ba ladı ı yerde bunu söylemek gerekirdi, i te bundan 
dolayı benim ve daha milyonlarca insanın kalbi felçli durumdan kurtulup, böyle bir duruma 
geldi i miz için saadetten kabarıyordu. "Deutschland Über Alles"i o kadar çok söylemi  ve 
avazım çıktı ı kadar “Heil” diye haykırmı tım ki Tanrı'nın lütfü olmak üzere artık ezeli ve 
ebedi Hakimin huzuruna çıkarak bu hissiyatın do rulu unu ispat edebilmek hakkını 
kazandı ıma emin bulunuyordum. Çünkü, daha ilk andan itibaren bir sa va  ba langıcında, 
kitaplarımı ne  ekilde olursa olsun terk etmek zorunda kalaca ım pek açık gelmi ti. Yerimin, 
vaktiyle içimdeki sesin ça ırdı ı yer oldu una inanıyordum. 
Siyasi sebeplerden dolayı önce Avusturya'yı terk ettim. Habsbourglar Devleti için mücadele 
etmek istemiyordum. Fakat milletim ve imparatorluk için her an ölmeye hazırdım. 3 
A ustosta Kral Üçüncü Louis'ye bir dilekçe sundum ve Bavyera alayına girmek lütfunun 
benden esirgenmemesini talep ettim. Hiç  üphe yok ki o günlerde özel kalem daireleri pek 
me guldü, i te bundan dolayı, hemen ertesi günü, iste imin kabul edildi i haberini ve bir 
Bavyera alayına müracaat emrini alınca pek çok sevindim. Birkaç gün zarfın da ancak altı yıl 
sonra sırtımdan çıkaraca ım üniformamı giydim i te benim ve her Alman için  u ölümlü 
hayatın en unutulmaz ve en yüce zamanı bu suretle ba ladı. 
Bu büyük kavganın olayları kar ısında, bütün bir geçmi  tatsız bir hiçli e gömülüyordu, 
iftiharla, fakat üzüntü duyarak bu eski günleri dü ünüyordum. Bu fevkalade olayın 
yıldönümleri on kert-tekrarlandı.  imdi Tann'nın lütfü ile katılmak imkanına kavu tu um o 
kahramanların kavgalarının ilk anılarım dü ünüyorum. San ki hepsi dün olmu  gibi, birçok 
olaylar gözlerimin önünden gelip, geçiyor. Önce kendimi üniformalı olarak sevgili 
arkada larımın arasında görüyorum. Sonra tek tek hepsi hayalimde canlanıyor: ilk de fa talime 
çıkı ımdan, ta cepheye gidene kadar ki günlerim... 
O zaman beni ve arkada larımı üzen tek bir husus vardı. O da cepheye geç ula mak korkusu. 
Bu durum, çok kere beni rahat etmekten alıkoyuyordu. Nihayet mutlu gün geldi. Görevimizi 
yapmak üzere Münih'i terk ettik, ilk defa Rhein'i gördüm. Nehrin sakin dalan yanı sıra batıya 
do ru gidiyorduk. Bu Alman nehrini yüzyıllık Uçmanın hırs ve tamahına kar ı koruyacaktık. 
Güne in ilk ı ıkları sabah sisini aralarken gözlerimizin önünde Niedenvald anıtı parıldadı. 
Gö süm heyecandan daralıyor ve nefesim kesiliyordu. Sonra  so uk ve rutubetli; bir gece 
geçirdik. Bütün gece boyunca sessiz yürüdük. Sabah birdenbire ba larımızın üzerinden 
kur unlar geçmeye ba ladı. Kur unlar topra ı kamçıladı, ilk ölüm haberi üzerine iki yüz 
a ızdan ilk "Hurra!" yükseldi. O zaman kur unların vızıldamaları, topra ın sesi ve insanların 
feryat ve  arkıları duyulmaya ba ladı. Herkes gözleri hummalı kendisini ileri do ru çekilmi  
hissediyordu. Hem de gittikçe hızlanarak. Sonunda kavga, pancar tarlalarından ve çitlerden 


ötelerde ba ladı. Bir kavga ki gö üs gö üse... Fakat  uzaklardan bir melodi kulaklarımıza 
kadar geliyordu. Bu hal, yava  yava  bizi avucunun içine alıyor, takımdan takıma sirayet 
ediyordu. Ölüm bizim saflarımızda tahribata ba ladı ı zaman,  arkı bizi de ı etti. Onu sıramız 
gelince söyledik ve ba kalarına intikal ettirdik: Deutschland, Deutschland über Alles, über 
Alles in der welt!" Dört gün sonra geriye döndük. On yedi ya ındaki çocuklar, ü birer büyük 
adam gibi görünüyordu. List alayına mensup gönüllüler ihtimal ki, askeri kurallara uygun bir 
ekilde sava amıyordu, ama hepsi de "asker gibi ölmesini" biliyorlardı. Bu ba langıçtı. Yıllar 
birbirini böyle takip etti.  evk ve heyecan yava  yava  so udu. Ölüm korkusu co kun 
sevinçleri bo du. Bir gün geldi ki, herkes idi hayatı ile görevi arasında mücadele etmeye 
mecbur kaldı. Bu mücadele benim  ahsımda da oldu. 
Ölüm çevrede dola tı ı vakit, daima belirsiz bir  ey insanı isyana sevk ediyor, acz içinde 
kalmı  vücuda kendisini mantı ın sesi gibi göstermeye çalı ıyordu. Ne var ki bu sadece 
korkaklıktan ibaretti ve 'tebdili kıyafet" ederek herkesi avucunun içine almak istiyordu. Fa-at 
insanı ihtiyatlı olmaya zorlayan bu ses ne kadar çabalarsa çabalasın, ona kar ı direnme de o 
kadar  iddetli oluyordu. Böylece gizli bir mücadeleden sonra görev hissi üstün geliyordu. Bu 
mücadele bende daha 1815-1916 kı ında sona ermi ti, irade, inkarı imkansız bir hakim 
mevkie geçmi ti, ilk günlerde saldırılara "ya asın" diye ba ırarak (Almanya'nın Renonya 
üzerindeki hakimiyetini ifade eden 35 metre yüksekli inde cermen heykeli.) ve kahkahalar 
savurarak katıldımsa da,  imdi sakin ve o nispetti azimliydim. Bu hislerini devamlıydı. Artık 
asabım bozulmadan, akıl sa a sola sapmadan sadece kaderin son denemelerine katılabilirdim. 
Genç bir gönüllü iken, "ihtiyar bir asker" olmu tum. Bu de i iklik bütün orduya sirayet 
etmi ti. Devamlı mücadele içinde ordu ihtiyarladı, hücuma dayanamayanları, hücum yok etti. 
iki üç yıl boyunca, bir sava  yerinden öteki bir sava  meydanına atıldıktan ve devamlı bir 
ekilde sayıca birçok dü mana ve üstün silahlara kar ı mücadele ettikten ve açlı a maruz 
kaldıktan sonra bu ordu hakkında bir hüküm verilmelidir.  te bu de erli orduyu tecrübe etme 
fırsatı  imdi do mu tu. Yıllar geçer, fakat hiç kimse Dün ya Sava ı'ndan Alman ordusunu 
anmadan kahramanlıktan söz et meye cesaret gösteremez, i te o zaman, geçmi  günlerin 
karanlıkları içinden, ne sarsılan ve ne de gerileyen cephelerin ölmez manzaraları ve gri çelik 
mi ferleri ortaya çıkacaktır. Ben o zaman askerdim, siyasetle u ra maya da hiç niyetim 
yoktu, ki bunun zamanı da de il di. Hâlâ o kanaatteyim ki en basit bir arabacı dahi, siyasilerin 
en birincisinden daha iyi hizmetler ifa etmi tir. Evet bütün siyaset adamlarından 
tiksiniyordum: E er elimde olsa, hiç durmaz siyaset adamlarından bir çöpçü taburu kurardım. 
Çünkü bu herifler, do ru, namuslu kimseleri kızdırmadan ve onlara zararları dokunmadan 
kendi keyifierince, canlarının istedi i kadar bu i i yaparlardı. 
Onun için bu sırada siyaseti aklıma getirmedin. Fakat bazı olaylar kar ısında dikkatli 
olmaktan geri duramazdım. Bu olaylar bütün millete dokunuyordu. Ve aynı zamanda biz 
askerleri de alakadar ediyordu. Beni sinirlendiren iki husus vardı. Bunları zararlı sayıyordum. 
Bir kısım basın a ır a ır (birçok kimse için derhal anla ılmayacak bir  ekilde) genel  evk ve 
galeyanın içine acı damlalar akıtmaya ba ladı. Bu i , iyi dü ünceler ve a ikar bir "temenni 
maskesi" altında yapılıyordu. Kazanılan zaferler kutlanırken, fazla co kunluk 
gösterilmesinden çekimliyordu. Cesaret ve kahramanlık tamamen tabii bir  ey olarak kabul 
ediliyordu. Dü üncesizce yapılan memnuniyet patlamalarına nefsi terk etmemek gerekirdi. 
Hatta yabancı ülkeleri dü ünmek bile buna lüzum gösterirdi. Çünkü o ülkelerdeki sessizlik ve 
makul bir sevinç dalgası, çılgınca alkı lardan çok daha ho  gelirdi. Sözün kısası sava ın bizim 
niyetimizde olmadı ını unutmamalıydık. Biz insanlı ın barı ını sa lama i ine katılmı  
oldu umuzu itiraf etmekten utanç duymalıydık. Bu sebeplerden dolayı öyle çok fazla 
ba rı malarla ordunun harekatının temizli ini lekelememek gerekirdi. Çünkü dünya böyle bir 
durumu kötüye yorumlardı. Gerçek bir kahramanın sessizlik içinde parlak faaliyetlerini 
unutmak için gösterdi i tevazu kadar hayranlık duyulacak ba ka bir  ey olamazdı. Çünkü her 
ey bu tevazu içinde özetleniyordu. 


te bu gevezeler, kulaklarından tutulup direklerin önüne götürülmelidir. Halbuki büyük 
psikolojiler yapma a kalkan bu kalem serserilerini, bayram içindeki mesut millete tecavüz 
edemez hale sokmak için ipe çekecek yerde, her zaferi kutlayan ne eyi ve heyecanı 
hafifletecek tedbirler alınmaya ba landı. 
evk ve heyecanın bir kere kırıldı ı ve yok edildi i zaman, ''bunlara ihtiyaç duyuldu unda 
bile bir daha canlandırılmayaca ım i kimse aklına getirmiyordu.  evk ve heyecan kudreti 
olmadan milleti manen çetin bir imtihana maruz bırakan mücadeleye nasıl devam 
'i edilebilir? 
Halk topluluklarının psikolojisini gayet iyi bildi im için, bu gibi durumlarda bu "demir"i 
sıcak vaziyette tutacak ate i, estetik bakımdan yüksek bir ruh hali ile canlandırmanın mümkün 
olmayaca ının farkındaydım. Bence, ihtirasların körüklenmesi için mümkün  olan her  eyin 
yapılmaması bir çılgınlıktır. Bir lütuf olarak yaratılmı  olan  evk ve heyecanın yok edilmek 
istenmesi tamamen anla ılmaz bir  eydi. 
O sıralarda ikinci derecede beni sinirlendiren di er husus da ,;. "Marksçılı a" kar ı nasıl bir 
vaziyet alınması uygun olaca ı hakkındaki fikirlerdi. Bu durum, bu "veba mikrobu" hakkında 
zihinlerde ' ufacık bir mefhum dahi bulunmadı ını açıkça gösteriyordu. Partiler arası birli i 
dü ünmekle, Marksizm'in akıl, mantık ve ihtiyat dairesinde sevk edilece i, yani kontrol altına 
alınaca ı zannediliyordu. 
Halbuki, burada bir parti söz konusu de ildi, söz konusu olan be eriyetin imhası ile son 
bulacak bir "doktrin"di: Bu gerçek, Yahudile mi  üniversitelerde ve resmi surette okunması 
zorunlu olan konuların dı ında, herhangi bir kitabı eline alıp okumayan yüksek dereceli 
memurlarımız arasında görülemiyordu. En önemli olaylar bu "dima lardan geçer, fakat orada 
bir iz bırakmaz, i te bunun için, devlet te ebbüsleri, özel te ebbüsleri daima arkadan ve ancak 
seke seke takip eder.  
 
 
 
                                                   BÖLÜM 5 
1914 A ustos günlerindeki Alman i çisinin hareketini Marksizm'le aynı kabul etmek kadar 
manasız bir  ey olamaz. O zaman Alman i çisi bu "zehir"in kendine bula masını önleyecek 
yolu bul mu tu. E er böyle olmasaydı kavgaya hiçbir  ekilde katılmazdı. Fa kat,  imdi 
Marksizm'in "Milli" oldu unu dü ündükleri için aptaldırlar.  imdi bu durum, devlet 
memurlarının, bu doktrini okumak ve incelemek zahmetine katlanmadıklarını gösterir. E er 
böyle olmasa idi, saçma bir  ey zihinlerde bu kadar kolay iz bırakmazdı. Esas ve kesin gayesi 
Yahudi olmayan bütün devletleri yıkmaktan ibaret olan Marksizm, avucunun içine aldı ı 
Alman i çisinin 1914 Temmuzun da uyandı ını ve vatanın hizmetine ko tu unu deh et içinde 
gördü Birkaç gün içinde halkın bu alçakça aldatılı ının hileleri ve yalanları etrafa yayıldı. Bu 
durum kar ısında Yahudilerden olu an müdürler sürüsü tek ba larına ve yalnız kaldılar. 
Altmı  yıldır, halka telkin et tikleri  eylerden sanki bir iz kalmamı tı. Alman i çisinin adi 
çobanları için bu durum çok kötü oldu. Fakat bütün Yahudi liderler kendilerini tehdit eden 
tehlikeyi görür görmez yalancılık kılıfına giriverdiler ve milli  evk ve galeyanı rezilane taklit 
ettiler. 
Halkı zehirleyen bu Yahudilerin bütün hile ve yalan dolu cemiyetlerine kar ı tedbir almanın 
tam sırasıydı. O zaman hiç tereddüt göstermeden onların davalarını görmek gerekirdi. 1914 
yılının A ustos ayına tesadüf eden günlerde, milletlerarası birli e dair Yahu di gevezeli i 4 
yıl sonra Alman i çisinin zihinlerinde birdenbire kayboldu. Ve bir süre sonra da, bunun yerine 
Amerikan  arapnelleri hareket halindeki Alman kıtalarının erleri üzerine karde li in takdisleri 
gibi ya ıyordu. Alman i çisi, milli hüviyetine kavu tu u bir sırada, 


milli bir hükümet için milletin dü manlarını merhametsizce yok etek bir milli görev te kil 
ederdi. En iyilerin cephede öldürüldü ü tada, hiç olmazsa geride kalan mikrobu yok etmek 
gerekirdi. 
Fakat bu milli görev yapılacak yerde, imparator, eski katillere elini uzattı. Milletin en korkunç 
katillerini korudu ve müsamaha ile kar ıladı. i te onlarda bu durumdan istifade ederek, 
kendilerini toplayabildiler. 
Yılan, eski adi görevine eskisinden daha ihtiyatlı ve pek tabi ^Olarak daha tehlikeli bir  ekilde 
devam ediyordu. Yeminlerine sadık kalmayan katiller ihtilal dü ünüyorlardı. Ben, katillere 
layık olma-. lütuf muamelesine kar ı daima derin bir nefret duydum. Fakat, neticenin de bu 
kadar felaketli olabilece ini hiçbir zaman tahmin etmezdim. 
Ne yapmak lazımdı? Ele ba ları derhal tevkif etmek, mahkemeye vermek ve milleti 
katillerden kurtarmak, partileri da ıtmak, parIamentonun gerekirse süngülerle aklını ba ına 
getirmek veya daha iyisi onu kapatmak. Bugün cumhuriyet idaresi partileri nasıl kapatırsa 
imdi de aynı  ekilde hareket edilmeliydi. Çünkü bütün bir milletin hayatı söz konusuydu. 
Fakat o zaman  u mesele ortaya çıkıyordu. Dü ünce gücünün  görü ünü silahla yok etmek 
mümkün müdür? Vah i kuvvetlerin allanılması ile "felsefi fikirlerde mücadele mümkün 
müdür? O zamanlar  ben de bu soruyu defalara kendime sordum. Tarihte rastlanan benzer 
olaylar ve özellikle din meseleleri söz konusu oldu u zaman dü ünülecek  u esaslı fikre 
vardım: Felsefi inanı lar ve fikirler muayyen manevi e ilimlerden do an hareketler, ister 
do ru, ister yanlı  olsunlar, bir zaman sonra artık yalnız bir  art ile maddi kuvvet tarafından 
yok edilebilir. Bu  art  udur: Maddi kuvvet, yeni bir ı ık saçan yeni bir felsefi inanı ın veya 
fikrin hizmetinde olmalıdır. 
Manevi bir inanı a dayanan ahlaki bir kuvvet olmadan yalnız ba ına fiziki bir kuvvet 
kullanarak bir fikrin zihinlerden sökülüp atılması hiçbir zaman sa lanamaz veya yayılmasına 
engel olunamaz. Yalnız, bu fikrin son taraftarlarının kökleri kazınabilir ve gelenekleri yok 
edilebilirse o zaman i  de i ebilir. 
Ancak bu çe it bir hareket, çok zaman bir devletin belirsiz bir süre içinde siyasi bakımdan 
kuvvetli devletler arasından çıkmasına sebep olur. Çünkü tecrübe ile sabit olmu tur ki, böyle 
bir yaralama halkın en iyi tabakalarım rahatsız eder. Gerçekte, manevi bir temele dayanmayan 
zulüm ve baskıların tamamı, ahlaken haksız görünü ı ve bir milletin en iyi unsurları üzerinde 
bir kırbaç gibi saklayarak, onları protestoya yöneltir. Bu da halkın zulüm ve baskıya u rayan 
manevi temayüle ba lılı ı  eklinde kendini ifade eder. Birçok kimselerde bu olay, sadece bir 
fikri kaba kuvvetle yok etmek te ebbüsüne kar ı duyulan muhalefet hissinden ileri gelir, i te 
bu  ekilde kanaat sahibi taraftarların sayısı zulüm ve baskı ile beraber ço alır Bundan dolayı 
bir felsefi dü üncenin yok edilmesi ancak buna inananların derece derece ve sert bir  ekilde 
ortadan kaldırılmaları ile mümkün olur. Fakat böylesine bir iç bünyedeki temizleme hareketi 
sırasında milletin u rayaca ı genel acz ve zaaf, o yok edilenlerin intikamım alır. E er 
aleyhinde bir temizlemeye giri ilen bir doktrin, belirli bir küçük çevrenin sınırlarını a mı sa, 
bu temizlik hareketi her zamankinden çok sonuçsuz kalmaya mahkûmdur, i te bundan 
dolayıdır ki, bütün geli me olaylarında oldu u gibi, çocuklu un ilk günleri seri bir yok 
olmaya maruz kalır. Halbuki yıllar ilerledikçe kar ı koyma kuvveti artar ve ihtiyarlık zaafı 
gelince, ba ka bir  ekil altında ve ba ka sebeplere ba lı kalarak yerini yeni bir gençli e bı-
rakır. 
Gerçekte ise, manevi bir temele dayanmadan bir doktrini ve o doktrinin meydana getirdi i 
te kilatı yok etmek yolundaki çalı maların tamamı sonuçsuz kalmı tır. Sadece kuvvete 
dayanan bir mücadele usulü için, bütün  artların en birincisi daima sebattır. Yine ba arı, bir 
doktrini bo mak için kullanılan usullerin uzun ve devamlı  ekilde uygulanmasına ba lıdır. 
E er, kuvvet müsamahaya u rarsa, bo azlanmak istenen doktrin tekrar kudret kazanmakla 
kalmaz, zu lüm ve baskı gelip geçtikten sonra çekilen acıların do urdu u nefret ve isyan hissi 
ile yeni taraftarlar kazanır ve bu arada eski dönekleri de tam manasıyla kendine ba lar. 


Fakat bu sebat ve ısrar ancak belirli "bir manevi kanaatin sonucu olabilir. Sa lam bir manevi 
temelden meydana gelmeyen her baskı ve  iddet kesin sonuç vermez. Böyle bir baskı ve 
iddet hare ketinde ba nazlık göstergesi ta ıyan felsefi dü üncelere dayanacak bir istikrar 
yoktur, i te bu sebeplerden dolayı çok zaman istenilen sonucun tam tersi olur. Bu sözlere 
eklenecek bir husus daha vardır. Her felsefi dü ünce ister dini, ister siyasi olsun, kar ı fikirleri 
yok et-k için mücadeleye giri mekten çok, kendi kanaatlerini kabul etrmek için çaba sarf eder. 
i te bundan dolayı mücadele bir savun-(la olmak yerme bir saldın mahiyetindedir. Hedefinin 
belirli olması nün için bir üstünlük te kil eder. Çünkü hedef onun kendi fikirlerinin zaferini 
temsil eder. Halbuki, aksi halde kar ı doktrinin yok (dilmesi yolundaki gayenin ne zaman elde 
edildi ini ve artık sa lanmı  olabilece ini tespit zor olur. i te sadece bundan dolayı felsefi bir 
dü ünceye dayanan saldırı kendini savunma ile ilgili harekete yasla daha akla uygun ve daha 
kudretli olacaktır. Çünkü burada da karar ve sonuç savunma ile de il, saldırı ile meydana 
çıkar. Mavi bir kudrete, kar ı kuvvet vasıtaları ile mücadele, yeni bir manevmezhebin sahibi, 
müjdecisi veya yayıcısı  eklinde ortaya çıkılmadıkça, hep kendini savunma ile ilgili bir vasfa 
sahip kalınır, i te özetle  u söylenebilir: Ahlaki bir sistemi maddi kuvvet ile ezmek yolundaki 
te ebbüslerin tamamı, kavga, yeni bir manevi mevzi lehinle bir hücum  eklini almadıkça, kısır 
kalmaya mahkûmdur. Ancak, ki felsefi dü ünce veya inanı  arasındaki mücadelede inatla ve 
insafsızca kullanılan kaba kuvvetin silahı ile müdafaa edilen taraf lehine kesin bir sonuç 
alınabilir. Bunun içindir ki, Marksizm'e kar ı mücadele bugüne kadar daima sonuçsuz 
kalmı tır. 
Bismarck'ın sosyalistler aleyhindeki kanunlarının her  eye ra men bir sonuç vermemesinin de 
sebebi budur. Esasen o kanunlardın bir sonuç çıkmayaca ı da belli bir  eydi. Çünkü mücadele 
bir doktrinin zaferi için yapılmalıydı.  te Bismarck'ın mücadelesi böyle bir platformdan 
yoksundu. Devlet otoritesinin, sükûn, huzur ve asayi  gibi laflarla insanlara ölüm kalım 
kavgası için lüzumlu hamleyi vermek hususunda bir temel olmayaca ı bilinmeliydi. Bismarck 
sosyalistler aleyhinde kanunlar çıkarma i inde, esasen sosyalist dü üncenin eseri olan bir 
müessesenin muhakemesine ba vurmak zorunda kaldı. Bismarck Marksizm aleyhindeki 
mücadelenin mukadderatını burjuva demokrasisinin eline teslim etmekle, tav ana havuç 
emanet etmi  oluyordu. 
Bütün bunlardan çıkan sonuç, Marksizm'e kar ı ate li bir irade  dolu bir doktrinin eksik 
oldu u idi. i te böylece Bismarck'ın mücadelesinin sonu hayal kırıklı ından ibaret kaldı. 
Fakat Dünya Sava ı sırasında yahut sava ın ba langıcında durum ba ka türlü müydü?  
Üzülerek cevap vereyim ki, hayır! 
Hükümetin o devirde Marksizm'in açık misali olan Sosyal demokrasi'ye kar ı vaziyetini 
de i tirmek dü üncelerine daldıkça bu doktrinin yerine konacak bir felsefi fikir 
bulunmadı ını teslim oluyordum. Marksizm'in yok edildi ini farz edersek, halka gıda olarak  
ne yutturulacaktı? Kendilerim idare eden sınıflardan az çok kopmu  olan i çileri, taraftarları 
arasına alabilecek hiçbir fikir hareketi yol tu. Beynelmilelcilikte mutaassıp olan bir kimsenin, 
sınıf mücadelesini bırakarak burjuva bir partiye veya yeni bir sınıfın te kilatına gelece ini 
dü ünmek budalalıktan da öte bir  eydir. Bu gerçe in inkarı yalnız yalancının yüzsüzlü ünü 
ve aptallı ını ortaya koyar. 
Büyük halk topluluklarını, gerçekte oldu undan daha budala sanmaktan özellikle 
kaçınılmalıdır. Siyasi i lere hissiyatın akıldan daha do ru bir yol bulması ender rastlanan 
hallerden, de ildir. Halk topluluklarının beynelmilelcilik hareketi hakkında aldıkları tavır, 
onların dü ünce, duygu ve mantık zaafını gösterirse de, liderin ı özellikle burjuva 
tezgahlarından çıkan barı sever demokrasi taraftarlarının bu halk topluluklarından daha akla 
uygun dü ünememeleri, yukarıdaki iddiamı do rulamaktadır. Sayıları milyonları bul.m 
burjuvaların her sabah Yahudile mi  demokratik gazeteleri buy ı il bir saygı ile okudukları 
sürece, bir parça de i ik olarak hazırlanın r. fakat aynı pislikleri yutmaktan ba ka bir  ey 
yapamayan yolda larını ahmaklıkları ile alay etmeleri terbiyesizce bir harekettir, i te bundan 


dolayı birer vakıa olan  eylere itiraz etmekten kaçınılmalıdır, gerçek inkar edilmez ki, 
özellikle seçimden önce sınıf meselesin di maddi olmayan konular ele alınmamaktadır. 
Milletimizin ço unun  u tarafından duyulan sınıf gururu, kol i çilerine pek az önem verilmesi 
gibi sersemlerin ve aptalların hayalhanelerinde mevcut bir olaydır. Öte yandan, aydın denilen 
kimselerin muhakeme kabiliyetlerindeki zaaf, Marksizm'in bu çevrede sebep oldu u 
miskinli i önlemeye kudreti yetmeyen devletin elinden kaçırdı ı sahaları yeniden 
kazanmaktan aciz bulunaca ının anla ılması ile sabittir. 
Burjuva partiler, kendi kendilerine verdikleri adlarla, hiçbir zaman proletarya topluluklarını 
kıskıvrak ba lamayı basaramayacaklardır. Çünkü burada, birbirlerinden kısmen tabii olarak 
ve kısmende suni olarak ayrılan ve kar ılıklı durumları itibariyle ancak im kavga vaziyeti alan 
iki ayrı dünya görü ü vardır, i te bu kavgada pek tabii olarak en genci galip çıkacak ve bu da 
Marksizm olacaktır. Gerçekten 1914 yılında Marksizm aleyhinde bir mücadele 
dü ünülebilirdi. Fakat, bu davranı  ve hareketin yerini alacak hiçbir  eyin mevcut 
olmamasından dolayı mücadelenin devamı  üpheliydi, önemli bir eksiklik vardı. Daha 
sava tan evvel ben böyle dü ünüyordum. Bundan dolayı, mevcut partilerden birine girmeye 
karar 
eremiyordum. Sosyal Demokrasi'ye kar ı mücadelenin, parlamenter bir partiden ba ka bir 
hareketle yapılması gerekirken, bu hareketin de yoklu u beni bu  ekilde dü ünme e 
zorluyordu. Bu mesele  
hakkında samimi arkada larıma bazen açıldım, i te, ileride siyasi bir faaliyete giri mek fikri 
bana o zaman geldi.  
 
 
                                                        BÖLÜM 6 
Ben propagandayı Marksist Sosyalist te kilatın esaslı surette vakıf oldu u ve gayet ustaca 
kullandı ı bir silah olarak kabul ediyo rum. Bunun bir sanat oldu unu anladım. Bu sanatın 
burjuva parti leri tarafından bilinmedi im de gördüm. Yalnız, bu silahtan Kırı tı yan Sosyal 
hareketi ve özellikle Lueger zamanında istifade edildi im ve ba arı sa landı ını te his ettim. 
Fakat, ilk defa sava  sırasındaki ba arı ile idare edilen bir propa gandamn ne ola anüstü 
sonuçlar sa ladı ım gördüm. Esasen burad.ı her  eyi kar ı tarafın nezdinde incelemek 
gerekiyordu. Çünkü ma alesef, bizim tarafımızdaki faaliyet çok geri idi. Alınanlarda önemli 
nispette propaganda yoklu u, her askerin gözüne açıkça batıyordu Propaganda ile esaslı 
surette me gul olmamın sebebi i te budur. Fi iliyata gelince, dü man bize pek parlak örnekler 
veriyordu. 
Bizde eksik olan bir husus, dü man tarafından dahiyane bir  ekilde ve tam zamanında ortaya 
konuyordu. Bu, "dü man sava  pro pagandası "ndan gayet iyi faydalandım. Fakat zaman 
geçti i halde, bu derslerden yararlanmaları gerekenlerin kafalarında küçük bu parça veya 
küçük biz iz kalmıyordu. Bazıları, ba kalarının verdi i dersleri kabul edemeyecek kadar 
kendilerim akıllı sanıyorlardı ve bazıları ise gereken iyi niyetten yoksundular. Hasıl, bizde bir 
propa ganda yoktu. Bu sahada gösterilen faaliyetin tamamı yanlı  ve eksik ti. O kadar yanlı  
ve eksikti ki, zararlı olmasa dahi tamamen beyhu de bulunuyordu. Esaslı bir tetkikten 
geçirildi inde Alman propa gandasının  ekil yönünden yetersiz ve psikoloji bakımından da ha 
tali oldu u görülüyordu. Söz konusu edilen  eyin ne oldu u anla ılamıyordu. Yani, 
propaganda bir vasıta mıydı, yoksa bir gaye miydi? Bunun cevabı  u-r: Propaganda bir 
vasıtadır, bunun için amacı yönünden hakkın-bir yargıya varılmalıdır. Bundan dolayı,  eklin, 
hizmet etti i gayeye yardımcı olması için münasip bir surette intibak ettirilmesi gerekir. 
Umumi menfaat bakımından önemleri çe itli olan birçok gaye mevcut olabilir. Sonuç olarak 
propagandanın önemim çe itli  ekilde takdir etmek mümkündür. Sava  sırasında, u runda can 
verilen gaye insanın hayal edebilece i gayelerin en asili ve en büyü üdür. Gaye milletimizin 
hürriyeti, ba ımsızlı ı ve güvenli iydi, gelecek olan ekme iydi,  eref ve namusuydu. Muhalif 


fikirlere ra men böyle  eyler mevcuttu ve mevcut olması gerekirdi. Çünkü  eref ve namustan 
yoksun milletler genellikle er geç hürriyet ve istiklallerini kaybederler. Bu da yüksek bir 
adalete uygundur. Çünkü  erefsiz bir sürünün nesilleri hiçbir hürriyete layık de ildir. Köle 
olmak isteyen kimse  eref ve namusa sahip olamaz. E er olmaya kalkarsa, böyle bir namus ve 
eref kısa bir zaman sonunda hafife alınır. 
Almanlar, hayat ve insani  artlar için sava ıyorlardı. Bu bakimin sava  propagandasının 
gayesinin cengaverlik ruhuna faydalı oltası gerekirdi. Gaye Alman milletinin ba arısına 
yardım etmek olmalıydı. 
Milletlerin, dünya üzerinde hayatları u runda mücadeleye gittiklerinde ve "var" yahut "yok 
olmak" konusu ortaya çıktı ında, Utun insaniyet ve estetik dü ünceler hiçe iner. Çünkü bütün 
bu inanı lar bo lukta kanat açıp durmazlar, insanın hayal gücünde olu urlar ve daima ona 
ba lı kalırlar.  nsanın dünyadan gitmesi bu dü ünceleri sıfıra indirir. Çünkü, tabiat bunları 
bilmez. Bu arada  unu ı belirtelim ki, bu dü ünceler, ancak bazı milletlerde pek az bulu-ve 
onların hissiyatlarında vücut buldu u nispet dahilindedir.  nsaniyetçilik ve estetik, bu 
fikirlerin yaratıcı ve koruyucusu bulunan milletlerin ortadan kalktıkları nispette yok olmaya 
mahkumdur. 
Bundan dolayı bütün dü ünceler bir ırkın kendi hayatı u runa  giri ti i mücadelede ancak 
ikinci derecede kalacaktır. Fakat bu  dü ünceler, mücadeleye atılan ırkın bekasını felce u ratır 
u ratmaz, kavganın  eklini de tespit hususuna hakim olurlar. Esasen göze çarpan sonuç da 
budur.  nsaniyetçilik meselesine gelelim. Moltke de bu konuda fikrim söylemi tir. O sava ta 
insaniyetin, kavgayı imkan nispetinde süratle idare etmekten ibaret oldu u ve böylece daha 
sert mücadele usullerinin insaniyete daha çok hizmet etmi  olaca ı kanaatindeydi. Fakat böyle 
bir muhakemeye estetik ve di er konulardaki gevezelikler 11 giri ilecek olunursa, bu 
saçmalıklara verilecek tek bir cevap vardı ı Hayat mücadelesi gibi yıkıcı bir konu her çe it 
estetik dü ünceldi bir yana iter. insanın hayatında en çirkin  ey esaret zinciridir. Acaba 
Schvvabing'e benzeyen sembolistler Alman milletinin  imdiki akı betini estetik diye mi kabul 
ediyorlar? Bu çe it kültür kepazeliklerinin modern yaratıcısı olan Yahudilerle bu hususta 
münaka aya giri ilmez. Onların bütün hayatları, isa'nın hayalinde sembolünü bul mu  
esteti in açıkça ret ve inkarından ibarettir. Fakat, kavga söz konusu edildi inde, madem 
güzellik ve insaniyet hususları bir taralı bırakılıyor, o halde propaganda hakkında bir hüküm 
vermek için de bunlardan istifade edemezler. 
Propaganda sava  sırasında, bir amaca ula mak için kullanılan vasıtaydı. Yani Alman 
milletinin hayatı u runda yapılan mücadele söz konusuydu. Bundan dolayı propaganda bu 
amaç için de eri olan ilkelerden hareket etmek suretiyle muhakeme edilmeliydi, in öldürücü 
silahlar, en insancıl silah durumuna giriyordu. Propaganda daha seri bir zaferin  artıydı ve 
millete; hürriyet,  eref ve haysiyetini sa lamasına yardım ediyordu. Ya amak için yapılan bu 
mücadelede "sava  propagandası" hakkında aldı ım vaziyet buydu. Hükümetçe bu husus 
açıkça anla ılmı  olsaydı, bu silahın kullanılmanın  ekli hakkında hiçbir zaman tereddüde 
dü ülmeyecekti. Çünkü kullanmasını bilenin elinde, bu silah gerçekten korkunç ve deh et 
verici bir  ey oluyordu. 
Propaganda da ikinci bir mesele vardır: Propaganda kime hitap etmeli idi? Aydınlara mı 
yoksa halkın az ö renim görmü  kitlesin, mi? Bunun cevabı  udur: Propaganda daima, 
özellikle toplulu a in tap etmelidir. 
Dü ünenler için, propaganda sadece bilimsel açıklama olabil 11 Esas propaganda onun ihtiva 
etti i husus ile bilim arasındaki münasebettir, yani duvar ilanları ile sanat arasındaki ilgiden 
ibarettir. Duvar  ilanı, gelip geçenlere arz edildi i  ekilde sanatı haiz de ildi ilancılık sanatı 
ressamın  ekil ve renkler vasıtasıyla gelip geçenlerin dikkatlerini çekebilmesindedir. Bir sanat 
sergisine ait duvar ilanı Uruz sergideki sanatı, göze çarptırmak maksadını güder. Bu i te ne 
(dar çok ba arıya ula ılırsa, ilancılık sanatı da o kadar büyük olur. rica, duvar ilanı gelip geçen 
halka serginin manası hakkında bir vermek içindir. Yoksa, bu sergideki büyük sanatın yerine 


geçek için de ildir. Yani bütün bütün ba ka bir  eydir. Sanatı tetkik etmek isteyen bir kimse, 
duvar ilanından ba ka bir  eyi tetkik etmek zorundadır. Ayrıca, sergiyi de üstün körü 
dola makla yetinemezO kimsenin, her  ey için ayrı ayrı derin bir tetkike dalması ve sonra bir 
hükme varması gerekir. Propaganda kelimesiyle ifade ettiniz maksat da bunun aynıdır. 
Propagandanın gayesi, tek tek ve ilmi surette fertleri bilgi sahibi olmak de ildir. Vazifesi, 
kütleleri dikkatini belirli olaylar, zaruret l icaplar üzerine çekmektir. Bu hususun önemi ise 
halka ancak bu ; ile anlatılabilinir. 
Propaganda esasen, lüzum ve zorunluluk te kil etmedi i konu-duvar ilanında oldu u gibi, 
ço unlu un dikkatini çekmekten f et olup, ilim sahibi olanlara yahut sadece bilgi toplamak 
niyetin-ı olanlara ders vermekten ibaret kalmadıkça, duygusallı a ve pek ı akla hitap 
etmelidir. Her propaganda halkın anlayaca ı sahada ^imalıdır. Manevi seviyesini hitap etti i 
toplulu un içindeki kain en dar olanların anlayabilece i biçimde tutmalıdır,  artlarda, taraftar 
kazanılmak istenilen kimseler ne kadar çoksa propagandanın manevi seviyesi de o kadar 
a a ıda olmalıdır. Propagandanın ilmi bakımdan içeri i ne  kadar mütevazı ise ve toplumun 
duygularına ne kadar müracaat ederse, ba arısı da o kadar kesin olur.Ba arı bir 
propagandanın de eri hakkında en büyük delildir, okumu  kimse veya bir iki genç "estet"in 
tasvip ve takdiri ilin yanında hiç kalır. Propagandada sanat dü ünce gücünün çatı ı hallerde, 
içgüdünün hakimiyeti altındaki büyük toplulukların uluyabilece i bir noktaya gelerek, 
psikolojik yönden uygun bir  ekil alıp çevrenin kalbine girecek yolu bulmaktır. Bu hususun 
birde, akıl ve hikmetin en yüksek noktasına çıkmı  sanılan kimselerce anla ılmaması, onların 
zihinlerinde gururdan ba ka bir  ey olmadı ını pıt eder. Fakat propagandanın taraftar 
toplamaya müsait silahları (Estet- Güzeli ve güzelli i seven. Güzelli i i leyen ve onu konu 
edinen.) büyük halk topluluklarının üzerlerine çevrilirse, bu hareketten  u ders ortaya çıkar: 
Büyük toplulukların temsil melekesi sınırlıdır, idraki ise küçüktür. Ayrıca hafızadan yoksun 
olu u pek büyüktür. Bunun için etkili propaganda pek az noktalara nüfuz etmelidir. Bunlar 
de i mez bir kalıpta ve düsturlar içinde, gerekti i nispette ileri sürülmelidir. Ta ki, halkın en 
son ferdi bile bu fikri anlayabil-sin. Bu prensip terk edilerek, dünya boyunca olmak istenirse 
elde edilecek sonuç küçülür. Çünkü topluluk kendisine sunulan  eyi ne anlayabilecek ne de 
aklında tutabilecektir. Bundan dolayı ba arı zayıflayacak ve sonunda da yok olacaktır, i te bu 
bakımdan izahat ne kadar geni  tutulursa, takti in tayininde de psikolojik yönden isabet o 
kadar gereklidir. Mesela Almanya ve Avusturya'da çıkan mizah gazetelerinde dü manı gülünç 
hale getirmek tamamen saçma bir i ti. Çünkü bu propaganda ile beslenen okuyucu üzerinde, 
bir gün kar ıla tı ı dü man bamba ka bir tesir bırakacaktı. Alman askeri dü manın 
mukavemeti kar ısında o güne kadar dü man hakkında kendisine verilen bilgilerin ne kadar 
yanlı  oldu unu ve aldatıldı ını anladı. Böylece askerde dövü me arzusu artaca ı yerde, onun 
direnci kırılmı  oldu. Asker kendisini ümitsizli e terk etti. 
Halbuki  ngilizlerin ve Amerikalıların sava  propagandaları psikolojik yönden akla uygundu. 
Kendi milletlerine Almanları barbar olarak gösteriyorlardı. Bu arada her askeri, sava ın 
deh etlerine kar ı koymaya hazırlıyorlardı. Böylece onlar cephede hayal kırıklı ına 
u ramaktan korunuyorlardı. Kendisine kar ı kullanılan ölüm saçan silah, onun ilk aldı ı 
bilgileri do ruluyor ve böylece hükümetinin verdi i teminatın da do ru oldu u kanaatine 
varıyordu. Böyle dü ünen asker, hasmına büyük bir hırsla saldırıyordu, i te böylece hiçbir 
ngiliz eri, sava tan önce memlekette kendisine yanlı  bilgi verilmi  diye dü ünmüyordu. 
Halbuki Alman askeri için bunun aksi oldu. Öyle ki Alman askeri, sonunda bütün resmi 
bilgileri aldatma ve kafa  i irme olarak kabul etmeye ba ladı. Buna sebep, ilk rastlanan e ekle 
propaganda i ini yöneltmenin mümkün olaca ına inanmasıydı. Böyle bir görevi, insan ruhunu 
en iyi biçimde anlayan usta kimselerin yapabilece ini anlamamı lardır. 
Alman propagandası, kültürü seçkin bir zümrenin i ledi i üzüntü verici bir hataya en canlı 
örne i te kil eder. Bu kimselerin çalı maları, gerekli psikolojik dü üncelerden uzak kaldı ı 


için  stenilenin tam aksı yönünde etki yapmı tır. Gözleri ba lı, kulakları tıkalı olmayanlar 
için, dört buçuk yıl dü man propagandasından ö renilecek çok  ey vardı. 
Özellikle me gul olunan ve hedef alınan bir konu hakkında sistemli  ekilde tek taraflı bir 
vazıyet almak gerekir. Bu propagandanın en önemli ilk  artıdır.  te bu en önemli ilk  art hiç 
anla ılmamı  ve gözden uzak tutulmu tu. Bu yolda öyle hatalar i lendi ki, sava ın 
ba langıcından itibaren yapılan saçmalıkları ancak ahmaklı a maletmek gerekirdi. Mesela bir 
sabunu öven bir duvar ilanı, aynı zamanda ba ka sabunların da iyi oldu unu anlatırsa bu 
garabete ne denir? Herhalde sadece ba  sallanır.  te bizim siyası propagandalarımız da 
tamamen buna benzedi. Propagandanın gayesi çe itli partilerin haklarım güzelce tayin ve 
takdir etmek de ildir. Propagandanın gayesi temsil edilen partinin üstünlü ünü açıkça ortaya 
koymaktır. Propaganda, e er gerçek ba ka tarafta ise, bunu objektif bir  ekilde ara tırmaya ve 
halka dinin adaleti ile açıklamaya kalkı mamalıdır. Propaganda sadece kendisine uygun dü en 
gerçekleri aramakla ve onları tanıtmakla görevledir. 
Sava ın getirdi i felaketin mesuliyetini yalnız Almanya'ya yüklemenin do ru olmayaca ını 
söyleyerek, sava  mesuliyeti konusunu münaka a etmek çok büyük bir hataydı. Bu mesuliyeti 
hiç yorulmadan devamlı bir  ekilde hasımlarımıza yüklemek gerekirdi. Bu yarım tedbirin 
sonucu ne oldu? 
Bir milletin büyük toplulu u politikacılardan, kamu hukuku profesörlerinden ve hatta yalnız 
hüküm verme e kabiliyetli kimselerden meydana gelmez.  üphe ve kararsızlık içinde yüzen 
kimselerden olu ur. Bizim kendi propagandamız hasım tarafa küçük de olsa bir hak verecek 
olursa, kendi hakkımızdan  üphe etmek için bir adım atılmı  olur. Böylece topluluk, hasmın 
haksızlı ının nerede son buldu unu ve bizim hakkımızın nerede ba ladı ını tespitte zorluk 
çeker ve endi e içinde kalır. E er bir de hasım böyle hatalar i lemez de bütün kabahati 
istisnasız kar ı tarafa atarsa, bu durum daha da fenalıklar do urarak ortaya çıkar. Böylece 
halkımız daha akla uygun ve devamlı bir  ekilde idare edilen dü man propagandasına 
inanmaya ba lar.  te bu i , objektiflik illetine yakalanmı  bir millette oldu. Çünkü herkes, 
Alman milleti ve devleti yok edilme tehdidi altında iken dü mana kar ı haksızlık 
yapılmamasına çalı ıyordu. Halkın büyük bir ço unlu u, tıpkı bir kadın ruhi haleti içindedir. 
Bunlar, fikir ve dü ünceleri, fiil ve hareketlerden ziyade duyguların do urdu u dü üncelerden 
çıkarırlar. Bu dü ünceler karı ık olmayıp, gayet basit ve sınırlıdır. Bunların arasında birtakım 
ince farklar yoktur, sadece sevgi veya kin, hak veya haksızlık, gerçek veya yalan, olumlu veya 
olumsuz kavramlar vardır. Hiçbir zaman yarım hissiyata rastlanmaz, i te  ngiltere'nin 
propagandasını idare edenler özellikle bu hususları gayet iyi anlamı lardır,  ngiliz propa-
gandasında  üphe do uracak yarım tedbirlere rastlanmazdı. 
Dü manın halk psikolojisini gayet iyi bildi ini gösteren delil, o mezalim propagandası idi. 
Dü man bu propaganda sayesinde, cephede bozguna u rasa bile manevi kuvveti korumak için 
gerekli malzemeyi buluyordu. Sava ın tek suçlusu olarak Alman milletini ilan ve te hir 
etmekteki ba arı da bu hususu do ruluyordu. Bu büyük yalan, küstahça ve taraf tutarak ileri 
sürülerek halk topluluklarının anlayabilecekleri bir  ekle sokuluyordu. Topluluklar duyguları 
ile harekete geçerler ve daima savurganlı a kaçarlar. Bundan dolayı da o koca yalanlara 
inanırlar. Bu propagandanın ba arısı yalnız, dört yıl süren sava  boyunca dü manın kar ı 
koymaya devam etmesi ile de il, aynı zamanda milletimizin üzerinde yaptı ı etki ile de ortaya 
çıkmı tır. Böyle bir ba arının bizim propagandamıza nasip olmamasına  a ırmamalıdır. 
Propagandamız içerdeki karı ıklıklar esnasında tesirsizlik tohumu saçıyordu. Ayrıca içeri i 
itibariyle de halkın üzerinde gerekli tesiri yapmaktan çok uzaktı. Bizim o ipe sapa gelmez 
devlet adamlarımız, insanları ölüme sevk edebilmek için, o manasız barı çılık sözleri ile 
sarho  etmenin ve co turmanın mümkün olaca ını sanmı lardı. 
Bir propagandada esaslı bir prensibe her zaman kesin bir  ekilde uyulmazsa te kilat içinde 
gösterilen faaliyetler bir ba arı sa lamaz. Propaganda gayet sınırlı konulara temas etmeli ve 
bunları devamlı bir  ekilde tekrarlamalıdır. Dünyadaki di er i lerde de oldu u gibi bunda da 


sebat ve ısrar ba arının en önde gelen  artıdır. Propaganda her  eyi kanıksamı  kimselerin 
pe ine dü memeli ve estetlere kapılmamalıdır. Aksı halde propagandanın muhteviyatı,  ekli 
ve ifadesi halkın üzerinde faaliyet gösterecek yerde, yalnız edebi salonlara devanı eden 
kimselere tesir eder.  te bunlardan vebadan kaçar gibi kaçmak gerekir. Bunlar güzel hisler 
duymaktaki aczleri dolayısıyla , daima kendilerine yeni terbiyeciler ararlar. Bu adamlar kısa 
zaman ilcinde her  eyden bıkarlar, daima de i iklik ararlar. Hiçbir zaman kusursuz bir 
durumda olan ça da larının seviyesine gelemezler, hatta bunları anlayamazlar. Propagandayı 
veya muhteviyatını, kötü 
(,Ve pek eskimi  buldukları için ele tirirler. Onlara daima yeni  eyler   gerekir. Bu herifler, 
halkın nezdinde siyasi ba arının en öldürücü ;(dü manı olurlar. 
Halbuki propaganda her  eyi kanıksamı  küçük beylere, devamlı vakit geçirecekleri meraklı 
vasıtaları sa lamak için yapılan bir ,|ey de ildir. Propaganda kanaat ve telkin içindir.  kna 
edilmesi söz konusu olan kuvvet de topluluktur. Toplulu un ise daima o a ırlı ı  çinde bir 
fikri anlayabilecek duruma gelmesi için, bir zamana ihtiyacı vardır. En basit mefhumlar 
defalarca tekrar edilmeden hafızasını onlara açmaz. 
Hedef çe itli yönlerden aydınlatılabilir. Fakat her açıklamanın gayesi daima aynı düstura 
ula malıdır. Ancak bu böyle olursa, propaganda düzgün bir etki yapabilir. Hiçbir zaman bir 
tarafa sapmadan üstünde yürünen bu yol, daima e it ve metin bir çalı ma sayesinde ba arıya 
ermenin imkanını sa lar, i te o zaman, böylesine sebat ve gayretle nasıl akla, hayale gelmez 
büyük sonuçlara kavu ulaca ı hayretle görülür. Her reklam ister i  hususunda, ister siyasi 
klanda yapılsın, ba arısı devamlı çalı ma ve daimi surette fikri takip etmekle elde edilir. 
Dü man propagandasını örnek almak gerekirdi. Bu propaganda  özellikle belirli halk 
toplulu u için hazırlanmı  birtakım hususlar ihtiva ediyor ve bunlar devamlı bir  ekilde -
ısrarla idare edilip, savunuluyordu. Esaslı fikirlerin ve bu fikirleri yayı  usullerinin bir kere 
ba arısı görülünce, sava  boyunca bunlar, bir de i iklik yapılmadan kullanıldı, ilk önceleri 
cüretli iddiaları yüzünden bu propaganda saçma gibi geliyordu. Daha sonra naho  kabul 
edildi. En sonunda ise inanıldı. Dört buçuk yıl sonra Almanya'da bir ihtilal çıktı ki, ihtilalin 
parolası dü man propagandasından alınmı tı.  ngilizler den bu silahın ba arısının devamlı 
kullanılması ile sa lanaca ı ve bu ba arının yapılan bütün masrafları kar ılayaca ım da 
ö rendim.  ngilizler propagandayı birinci silah kabul ediyorlardı. Halbuki bizde, propaganda 
bir sandalye kapamamı  politikacıların son ekmek parçaları veya gazetelerde i letilen 
küçücük bir damar sayılıyordu. Almanya'da dü man propagandası 1915 yılının ilk aylarında 
ba ladı. 1916 yılından itibaren  öhreti gitgide arttı ve 1918 yılına gelindi inde gerçek bir 
dalga halinde bütün Almanya'yı kapladı. O günlerde bu ideal avcılı ının sonuçlarım yakından 
takıp etmek mümkün oluyordu. Alman ordusu yava  yava  dü manımızın istedi i gibi dü ün-
meye alı tı. Hiçbir Almanda bir reaksiyon görülmedi. Gerçekte ordu, akıllı ve irade sahibi 
efinin idaresinde, bu havayla sava ı kabul etmek kararındaydı. Fakat bu i te gerekli olan 
araçlardan yoksundu.: Ayrıca bu çe it fikrî kültüre bizzat ordu tarafından eri ilmesine izin 
verilmesinde de psikolojik hata vardı. Bu i in yararlı olabilmesi için, ülkenin içinden gelmesi 
gerekirdi, i te o zaman dört yıldan beri büyük kahramanlıklar ve feragat örnekleri vermi  
insanların nezdinde ba arı kazanılaca ı ümit edilirdi. Fakat ülkenin ba ına ne geldi? Bu sonuç 
budalaca bir  ey miydi, yoksa canice bir hareket mıydı? 
1918 yazı ortalarında Marne'ın güney sahilinin tahliye edilmesinden sonra Alman basını 
öylesine canice bir aptallık eseri ortaya koydu ki, bu adi hareket içimde her gün artan bir 
kudurmaya sebep olan  u soruyu aklıma getiriyordu. Ordumuzun kahramanlarının bu manevî 
sefahatine son verecek bir kimse çıkmayacak mıydı? 1914 yılında Fransa'ya e ine 
rastlanmamı , zafer dolu bir  ekilde saldırdı ımız zaman ne oldu? Isonzo Cephesi 
yıkıldı ında italya ne yaptı

1918 yılının ilkbaharında Alman kıtalarının saldırısı Fransız 
mevzilerini yerlerinden kovacak gibi oldu unda ve uzun menzilli a ır topların kudretli 
gülleleri Paris'in kapılarım dövme e ba ladı ında Fransa ne yaptı? Orada, geriye do ru 


alelacele kaçı an alayların yüzlerini kamçılamı lar ve milli hislerin ate lerini onların yüzlerine 
üflemi lerdi.  te o zaman propaganda ve topluluklara tesir etmenin ilmi, askerlerin kalplerine 
kesin zafere inanmayı gürz darbeleri ile tekrar sokmak için nasıl çalı mı tı? E er Tanrı beni 
propaganda servisimizin aciz ve iradesiz adamlarının yerine koysaydı, sava ın kaderinin 
ba ka türlü olaca ı muhakkaktı, i te bu husus aklıma geldikçe üzüntülerin içinde kıvranıp 
dururdum. O aylar içinde kaderin hainli ini ilk defa hissettim. Kader beni öyle bir yerde 
tutuyordu ki, herhangi bir zencinin silahından çıkan serseri bir kur unla yere serilebilirdim. 
Halbuki ba ka bir mevkide vatanıma çok daha büyük hizmetlerde bulunabilirdim. Çünkü ben 
daha o günlerde, bu i te l  ba arılı olaca ıma inanmı  ma rur bir kimseydim. Ne var ki,  anı 
ve "• adı meçhul bir kimseydim. Sekiz milyon insan arasında bir satırlık kaydım vardı. Böyle 
olunca susmam ve bulundu um mevkide bana Ö dü en görevi en iyi  ekilde yapmam 
gerekiyordu. 
1915 yazında ilk dü man bro ürleri elimize geçmeye ba ladı. Bunların içerikleri hep aynıydı. 
Sadece  ekil ve izahat yönünden bazıları de i ikti. Özellikle "Almanya'da kıtlık artıyor" 
iddiasında bulunuluyordu. Sava  bir türlü bitmeyecekti. Halbuki sava ı kazanmak ümidi 
devamlı  ekilde azalıyordu. Bundan dolayı halk barı  istiyordu. Fakat militarist idare ve 
Kayser buna fırsat vermiyorlardı. i te bu hususa vakıf olan bütün dünya, Alman milleti ile 
de il, sadece tek suçlu olan Kayser'e kar ı sava  ediyordu. Bundan dolayı sava , dü man 
barı sever be eriyet tarafından uzakla tırılıncaya kadar 
L
>
 
devam edecekti. Sava  bittikten 
sonra da liberal demokratik devletliler, Alman milletini dünya çapında ebedi barı  ligine 
alacaklardı. Ancak "Prusya militarizmi" yok edildi i gün barı  sa lanacaktı. ı        î te bu 
açıklamayı ispat için dü man bro ürleri bazı kere j;,"memleket mektuplarının kopyalarını da 
ihtiva ediyordu. Bu mektupların muhteviyatı bro ürün açıklamalarını do rular gibiydi. Gerçi, 
bütün bu te ebbüslere gülünüp, geçiliyordu. Bro ürler okunduk-tan sonra genel kurmaya 
gönderiliyordu. Bunların ço u unutturuyordu. Sonunda rüzgar siperlere do ru yeni yeni 
yükler getiriyordu. Bu bro ürleri bize getirme i ini çok zaman uçaklar yapıyordu. 
Bu çe it propagandada bir husus çok geçmeden hayret uyandırmaya ba ladı. Cephede 
Bavyeralıların bulundu u kısımlarda de i mez bir yargı ile Prusya'ya saldırılıyordu. Aynı 
zamanda Prusya'nın sava ın tek suçlusu oldu u söylendi i gibi, Bavyera'ya kar ı j, hiçbir 
husumet beslenmedi i de ekleniyordu. Ayrıca Bavyera, Prusya militarizmine ba lı kaldı ı ve 
ona hizmet etti i sürece, Bavyera'nın hesabına kestaneyi ate ten çıkarmanın imkansız oldu u 
da açıklanıyordu. 
Bu usulün askerler üzerinde tesiri 1915 yılında görülmeye ba landı. Askerler arasında Prusya 
aleyhindeki infial göze çarpacak kadar geli ti. Fakat zirveden temele kadar bu duruma engel 
olmak için hiçbir tedbir alınmadı. Bu  ekil davranı , basit bir hatadan, küçük bir ihmalden de 
öte bir  eydi. Gerçi er geç cezasını görecekti ama, yalnız Prusyalı de il, bütün Alman milleti 
zarara u rayacaktı. Bavyeralı da herhalde Almandı. Böylece dü man propagandası 1916 
yılından itibaren inkar kabul etmez  ekilde ba arılar kazandı. 
Artık do rudan do ruya ülke içinden gelen  ikayet mektupları da olumsuz etkiler meydana 
getirdi.  imdi bu mektupların cepheye dü man bro ürleri ile ula tırılmasına gerek 
kalmıyordu. Buna kar ı da hiçbir  ey yapılmadı. Sadece hükümetin son derece aptalca bazı 
ihtar ve çıkı maları oldu. Ama cephe dü manın saçtı ı bu zehre gark oldu. Saçları uzun, 
akılları kısa bazı sersem kadınlar, bu zehri ülkenin içinde gayet do al olarak imal ediyorlar ve 
bunları cepheye göndermekle dü mana hizmet ettiklerini, kendi yakınlarının sava  alanındaki 
ıstıraplarını uzatmak ve ço altmaktan ba ka bir i e yaramadıklarını bilmiyorlardı. Böylece 
budala kadınların mektupları yüz binlerce insanın kanına girdi. Sonunda 1916 yılında endi e 
verici bazı olaylar vukua geldi. Cephe homurdanıyor ve vah i bir hale bürünüyordu. Askerler 
çe itli sebeplerden dolayı artık memnun de ildiler ve ara sıra da haklı olarak galeyana 
geliyorlardı. Askerler cephede aç kalıp, tevekkül gösterdikleri sırada aileleri ve yakınları 


evlerinde peri an bir durumda idiler. Halbuki ba ka yerler de bolluk ve e lence hüküm 
sürüyordu. 
Buhran daha o günlerde kendini göstermi , fakat bu daima iç meseleler halinde kalmı tı. 
Önceleri ba ırmı  veya mırıldanmı  bir asker, bir müddet sonra gayet do al bir  eymi  gibi 
görevini sessizce yerine getiriyordu. Yine önceleri memnuniyetsizli ini ifade eden bir bölük 
asker, savunmaya memur edildi i toprak parçasına, sanki Almanya'nın akıbeti o çamur 
içindeki bir iki yüz metrelik çukura ba lı imi  gibi çakılıp kalıyordu, i te bu hâlâ o 
kahramanlar ordusunun cephesiydi. 
Kaderin sert bir de i ikli i sonucu cephe ile memleket arasındaki farkı ö renecektim. 1916 
yılının Eylül ayı sonunda kıtam Somme çarpı masına do ru hareket etti. Bu bizim için 
korkunç malzeme çarpı malarından ilki idi. Bu çarpı mayı anlatmak çok zordur. Buna bir 
çarpı madan çok, bir cehennem demek daha do ru olur. Devamlı ate  kasırgalarına Alman 
cephesi haftalarca dayandı. Belki bazen bir parça geriledi, bazen ilerledi ise de, hiçbir zaman 
gev emedi. 7 Ekim günü yaralandım. Tanrı'nın yardımı ile geriye gelebildim ve Almanya'ya 
dönmek üzere sıhhiye trenine bindim. 
Ben vatandan ayrılalı iki yıl olmu tu. Bu  artlar altında bu iki yıl adeta sonu gelmez bir zaman 
parçası sayılabilirdi. Üniforma giymemi  Almanların görünü lerinin nasıl olabilece ini zor 
dü ünüyordum, ilk tedavi için yatırıldı ım hastanede yanımdaki arkada la konu an 
hastabakıcı kadının sesini i itince deh etten irkildim.  ki yıl sonra ilk defa bir Alman 
kadınının sesini duyuyordum! Sonra bizi memleketimize götürecek olan tren sınıra 
yakla tıkça hepimiz bir endi e duymaya ba ladık, iki yıl önce genç askerler olarak geçti imiz 
yerlerin hepsi, Brüksel, Louvain, Liege birer birer gözlerimizin önünden geçip gittiler. 
Sonunda ilk Alman evini yüksek damından ve güzel panjurlarından tanıdık. Vatan! Vatana 
gelmi tik! 
1914 yılının Ekiminde sınırı geçerken  evk ve galeyanla tutu uyorduk.  imdi ise sessizlik ve 
heyecan hüküm sürüyordu. Herkes hayatı pahasına savunmaya zorunlu oldu u yerleri kaderin 
bir kere daha görme e fırsat vermesinden sevinç duyuyordu. Hepimizin, ba kalarının 
gözlerimizin içine bakmalarına fırsat verdi imiz için utanıyorduk. 
Hemen hemen cepheye gidi imin yıldönümünde, kendimi Berlin civarındaki Beelitz 
Hastanesi'nde buluyordum. Bu ne büyük de i iklikti! Somme çarpı masının bataklıklarından 
bu ihti am dolu binanın beyaz çar aflı yataklarına geliyordum. Önceleri bu yataklarda 
yatmakta güçlük çektik. Bu yeni dünyaya yava  yava  alı abildik. Fakat üzülerek belirteyim 
ki bu yeni dünya, ba ka bir yönden de yeniydi. Cephedeki ordunun ruhu burada hayat hakkına 
sahip de ildi. Cephede hiç rastlamadı ım bir  eyi burada i itiyordum. Korkak olmakla iftihar 
ediliyordu; cephede duyulan homurtu ve mırıldanmalar hiçbir vakit görevi aksatmaya te vik 
olmadı ı gibi, korkaklı a kar ı da bir övgü de ildi. Evet, korkmak daima bir korkaklık diye 
kabul ediliyordu. Bundan da çok, bir de eri yoktu. Aksine korkaklı ı ezen bir tiksinme vardı. 
Bu hal genel idi. Tıpkı gerçek bir kahramana gösterilen hayranlık gibi. Fakat hastanede i  
tamamen tersineydi. Bir sürü eleba ı büyük büyük laflar sarf ediyorlar, o bo  belagatlerine 
müracaat ederek, gerçek askerlik prensiplerini gülünç hale sokmaya u ra ıyorlar ve tip olarak 
korkakların karakter zaaflarım tavsiyede bulunuyorlardı. Birkaç adi herif bu hareketi yayma 
i inde eleba ı oluyorlardı. Bu köpeklerden biri hastaneye girebilmek için elini bir dikenli tel 
üzerinde dola tırmı  oldu unu iftiharla anlatıyordu. Bu yaranın basitli ine ra men hastanede 
uzun süre kalmı tı. Almanya'ya bir sıhhiye treni ile sevk edilmesi de hile ile olmu tu. Fakat 
bu adi herif kendi dü üncelerini etrafa yayarken öyle kurnazca hareket ediyordu ki hıyanetini 
kahramanca ölen bir askerin cesaretinden üstün gibi göstermeyi ba arıyordu. Birçok kimse bu 
zavallının sözlerim sessizce dinliyor, bazıları oradan uzakla ıyor, bir kısmı da ba ları ile 
tasvip ettiklerini belirtiyorlardı. Bana ise bulantı geliyordu Fakat neden hastanede böyle bir 
eleba ıya fırsat veriliyordu. Ne yapmalıydı? Bu köpe in ne oldu unu idarenin bilmesi 
gerekirdi. Fakat hiçbir  ey yapmadılar. 


Bir acı duymadan yürümeye ba ladı ım zaman Berlin'e gitme izni aldım. Kıtlı ın her tarafta 
pek  iddetli oldu u derhal görülüyordu. Koca  ehir açlıktan kıvranıyordu. Memnuniyetsizlik 
her tarafı sarmı tı. Askerlerin devam ettikleri yerlerdeki konu malar hastane-dekinin aynı idi. 
Bu heriflerin böyle yerlere kendi dü üncelerini yaymak için gittikleri intibaı uyanıyordu. 
Münih'te ise durum çok daha kötüydü.  yile tikten sonra hastaneden çıkıp depo taburuna 
verildi im zaman, az daha  ehri tanıyamayacaktım. Küfürde, kızgınlıkta çok ileri gidilmi ti. 
Depo taburunda da durum aynıydı. Buna, cepheden dönen askerlere adi talim subaylarının 
gösterdikleri muamele sebep oluyordu. Bu subaylar cephede bir saat bile kalmadıkları için 
eski askerlere böyle kötü davranıyorlar, onlara uygun gelecek bir durum yaralamıyorlardı. 
Gerçi bu eski askerlerde bazı gariplikler vardı. Buna sebep de cephede hizmet etmi  
olmalarıydı. Fakat bu durum, bir doldurma askerinin te ekkülüne kumanda eden kimseler için 
takdir edilemiyordu. Halbuki bu kimseler de, cepheden dönen subaylar olsalardı bu gerçe i 
anlarlardı. Bütün bunlar bir yana genel durum; endi e ve üzüntü verici idi. i in içinden bir 
fırsatını bulup sıyrılmak yüksek bir zekanın mahareti sayılıyordu. Sadık olma ve sebat 
gösterme ise zaaf ve sınırlı bir zekanın i areti olarak vasıflandırılıyordu. Resmi daireler 
Yahudilerle dolmu , ta mı tı. Memurların hemen hepsi Yahudi'ydi. Sözüm ona seçkin ırktan 
olan asker kaçaklarının çoklu una  a ıyordum. 
Bu durum, iktisadî durumdan çok daha kötüydü. Yahudiler, gerçekten "gerekli ki i" 
kesilmi lerdi. Bu örümcekler Alman milletinin kanım yava  yava  emme e ba lamı lardı. 
Millî ve hür ekonomiye öldürücü son darbeyi indirmek için gerekli olan araç, sava  
'.derneklerinin aracılı ı sa lanmı tı. Sınırsız bir merkeziyete ihtiyaç oldu u savunuluyordu. 
Böylece 1916-1917 kı ından itibaren ürünün hemen hemen tamamı Yahudi maliyesinin 
kontrolüne girmi ti. Halk kin ve gazabı ise kime kar ıydı? i te bu sırada tam zamanında bir 
çare bulunmazsa yakın bir felaketin yok olma ile son bulaca ımı deh et içinde gördüm. 
Yahudi bütün Alman milletim soyup sofana çevirdi i ve mali hakimiyeti altına aldı ı sırada, 
halk Prusyalılar aleyhine kı kırtılıyordu. Cephede oynanan bu oyun memleket •içinde de 
sahneye konuyor ve hiçbir reaksiyonla kar ıla mıyordu. Prusya'nın yıkılması, Bavyera'nın 
yükselmesinden ziyade, birinin çökmesi, di erinin de yok olması manasına gelece ini hiç 
kimse anlamıyordu. Bu olaylar beni pek çok üzüyordu. Bunlar Yahudilerin dahiyane 
hilelerinden ibaretti. Böylece halkın dikkatini kendi üzerlerinden uzakla tırarak ba ka 
noktalara çeviriyorlardı, Bavyera ile Prusya birbiri ile kavga ederken Yahudi onların gözleri 
önünde ellerinden hayat imkanlarını çalıyordu. Bavyera'da Prusya'ya sövülüp yayıldı ı sırada, 
Yahudi devrim te kilatı kurarak hem Bavyera'yı ve 'hem de Prusya'yı yıkıyordu. Alman ırkı 
içindeki bu feci ikili e tahammül edemiyordum. Münih'e gelir gelmez, eski vazifeme iade ta-
lebinde bulundum. Cepheye dönmekten mutluluk duyuyordum. 
1917 yılının Mart ayı ba ında tekrar alayıma katılmı  bulunuyordum. Bu yılın sonlarına do ru 
Ordu ümitsizli in en a a ı noktalarından kurtulmu  bulunuyordu. Bütün askerler Rusya'nın 
yıkılmasından büyük bir ümide dü mü ler ve cesaret almı lardı.  imdi her 
;
  eye ra men, 
orduda sava ın Almanya'nın zaferi ile bitece i kanaati uyanmı tı. Tekrar cephelerden  arkılar 
yükseliyordu. Me um kargaların sayıları azaldı. Vatanın gelece ine tekrar inanılmaya 
ba landı. 
Özellikle 1917 sonbahardaki italyan hezimeti ola anüstü bir  zlenim uyandırdı. Bu sefer, 
Rusya harekatı dı ındaki cepheyi delmek  mkanının bir delili sayılıyordu. Böylece büyük bir 
iman seli milyonlarca insanın kalplerine dolmaya ba ladı ve bu kimselere 1918 yılının 
baharını rahatça beklemek fırsatını verdi. Kı  eski günlere kıyasla daha sıkıntısız geçti. 
Me erse bu, fırtınadan evvelki sessizlikmi . 
Cephelerde bu sonsuz kavgaya bir son vermek için hazırlıklara giri iliyordu. Batı cephesine 
do ru ardı arkası kesilmeyen asker ve 


*      Rusya'daki komünist ihtilali o günlere rastlamaktadır. malzeme nakliyatı yapılıyordu. 
Orduya top yekûn taarruz için tali mat veriliyordu, i te bu sıralarda Almanya'da dünyanın en 
büyük alçaklı ı yapıldı. 
Almanya'nın galip gelmesi istenmiyordu. Zafer bize gülmeye ba larken ve 1918 yılı 
ba larında bir Alman hücumu henüz tasarı ha ünde iken, bunu bo azlamak için her çareye 
ba vuruldu. Zaferi im kansızla tırmak istiyorlardı. Cephane fabrikalarında grev yapıldı E er 
bu grev ba arı ile devam etseydi, Alman cephesi yıkılacaktı Böylece Vorvvarts'ın, zaferin, 
Alman bayraklarının arkasından gitmemesi yolundaki iste i tahakkuk edecekti. 
Cephanesizlikten cephe bu iki hafta içinde delinirdi. Böylece tasarı halindeki taarruz ortadan 
kal kar ve itilaf Devletleri kurtulurdu. Neticede uluslararası sermaye Al manya'ya hakim olur 
ve milletleri aldatma yolundaki Marksizm gaye sine ula ırdı. Uluslararası sermayenin 
tahakkümünü tesis etme, milli ekonominin tahribine ba lıydı. Millî ekonominin yok edilmesi 
de birtakım budala heriflerin ve bazı kimselerin alçaklı ı ile oluyordu. 
Cephane grevi ümit edilen ba arıyı sa lamadı. Cepheyi silahsı. bırakmak te ebbüsü kısa 
sürdü ü için cephanesizlik orduyu yol-edemedi. Fakat sebep oldu u ahlakî zarar ordunun yok 
olmasından da büyüktü. 
Memleket artık zafer istemiyorsa, ordu neden hâlâ cephede dövü üyordu. Bu büyük 
fedakarlık ve mahrumiyetlere katlanı  kimin içindi? Memlekette grev varken asker zafer için 
mi çarpı acaktı? Ay rica bu garip durum dü manın üzerinde nasıl bir etki yapmı tı? 
1917-1918 kı ında dü man devletlerin semasını kara bulutlu kapladı. Dört yıl boyunda bir 
devi andıran Almanya'ya kar ı hücumlar yapılmı tı. Fakat bu devi yere sermek mümkün 
olmamı ı ı O sıralarda Almanya'nın kendisini koruması için kalkan tutan kolu serbestti. Bazen 
do uya, bazen batıya ve bazen da güneye saldırma l için kılıç çekmesi gerekiyordu.  imdi ise 
devin arkaları serbest kalmı tı. Dü manlardan birini yere vurmak için seller gibi kan dol-
mu tu. Artık batıda kılıç tutan kol, kalkan tutan kolla birle ecek n Bugüne kadar dü man 
saldırmaktan bir fayda elde edemedi i itin kendine yapılacak hücumdan zarar görece i 
muhakkaktı, i te bun dan korkuluyordu, i te bunun için zafer kösteklenmek isteniyordu 
Londra'da ve Paris'te konferanslar birbirini kovalıyordu. Dü man propagandası için artık 
Almanya'nın zaferinin muhtemel olmadı ım ispat etmek zorla ıyordu. Cephelerde ihtiyatlı bir 
sessizlik vardı. Hatta bu sessizlik dü man ordularını da sarmı tı. Bu heriflerin küstahlıkları, 
birdenbire yok olmu tu. Endi e ve korku veren bir pırıltı görüyorlardı. Alman askerlerine 
kar ı içlerinde duydukları his !t,  imdi tamamen de i mi ti. Bugüne kadar Alman askerini, 
kendini hizmete adamı  bir çılgın gibi görüyorlardı.  imdi ise kar ılarında kendilerinin 
müttefiki olan Rusya'yı yere sermi  bir asker vardı. Bize sadece do uda saldırmak 
zorunlulu unu yükleyen zaruret,  imdi dahi bir kafadan çıkan bir taktik gibi görünüyordu. Üç 
yıl boyunca l Rusya'ya hücum etmi tik. Ba langıçta bir zafer gözükmüyordu. Bu fayda 
vermeyen saldırılarla alay ediliyordu. Çünkü Rusya'nın askerlerinin çoklu u sayesinde zafere 
ula ması gerekirdi. Almanya ise kanının  bitmesi yüzünden yok olacaktı. Gerçi sava  bu 
tahminlere hak verdirecek  ekilde sürdü. 
1914 yılının Eylülünde Tannenberg Sava ı'nda alınan Rus esirlerinin kafileler halinde Alman 
yolları üzerinde akmaya ba lamalarından itibaren bu insan dalgasının arkası bir türlü 
kesilmedi. Yok l edilen her Rus ordusunun yerini bir ba kası alıyordu. Çarlık, tükenmek 
bilmeden sava a yeni yeni kurbanlar sunuyordu. Bu kurban yarı ına Almanya ne kadar 
dayanabilirdi? Bir gün gelecekti ki Almanya'nın son zaferinin arkasından, yine hiçbir zaman 
sonuncu olmayacak Rus orduları sava  alanlarında boy gösterecekti. Bu ne zaman olurdu? 
Bütün tahminlere göre Rusya'nın zaferi gecikmekteydi. Fakat günün birinde her  eye ra men 
gerçekle ecekti. 
i te  imdi bütün bu ümitler yok olup gitmi ti. Mü terek çıkarlar anla ması etrafında en büyük 
kan fedakarlı ını göstermi  olan müttefikin, yani Rusya'nın kuvveti artık kalmamı tı.  imdi 
Rusya bizim saldırılarımız önünde yere serilmi ti. Artık önümüzdeki bahardan korkulmaya 


ba landı. Bugüne kadar bütün kuvveti ile Batı Cephesi'ne yerle memi  olan Almanya ma lup 
edilemedi ine göre bu kahramanlar diyarının bütün kuvvetleri  imdi tek bir cephede 
toplanınca zafere nasıl bel ba lanabilirdi? 
Güney Tir ol Da larının gölgeleri, dü ünce gücü üzerinde ezici bir a ırlık bırakıyordu. 
Flandres sisleri içine kadar Cadorna'nın Binglup orduları bütün yüzlerde hüzün ve korkuya 
sebep oluyordu. F,«fere inanı , kaçınılması imkansız hezimet kar ısında yerini deh et 
bırakmı tı. O sıralarda, so uk kı  gecelerinde sanki Alman ordularının iler içmelerinden 
dolayı çıkan gürültüler kulaklara çarpıyordu. Dü man korku ve endi e içindeydi.  te tam bu 
anda Almanya'dan parlak bu ı ık fı kırdı ve bu aydınlık, cephelerdeki en son obüs 
çukurlarının içine doldu. Büyük hücum için Alman ordularına son emirler veril misti. Ama ne 
yazık ki, Almanya'da da genel grev ba  göstermi ti. 
Önce herkesi bir sessizlik kapladı. Çok geçmeden, dü man propagandası imdadına son anda 
yeti en bu cankurtaran simidini rahat bir iç çekme ile sarıldı. Dü man askerlerinin azalmakta 
olan cesaretlerim yükseltmek için en iyi çare bulunmu tu. Zafer ihtimali muhakkak diye 
tekrarlanmaya ba ladı. Bir süre sonra ba layacak olaylar kar ısında duyulan endi enin yerini, 
imdi azimli bir cesaret almı tı. Artık taarruzu bekleyen dü man, askerlerine sava ın son 
kararını Alman saldırılarının de il, bu saldırılara kar ı gösterilecek sebatlı direnmelerin 
verece ini telkin ediyordu. Almanlar canlarının istedikleri kadar zafer kazanabilirlerdi, ama 
memleketlerine dön düklerinde devrim ile kar ıla acaklardı. 
ingiliz, Fransız ve Amerikan gazeteleri bu inanı ı okuyucularının kafalarına sokmaya 
ba ladılar. Son derece ustaca idare edilen bir propaganda cephedeki askerin manevî kuvvetini 
arttırıyordu. "Almanya, ihtilalle burun buruna!" "Müttefiklerin zaferi pek yakın!" i te manen 
yıkılmı  olan askerin dizlerinin ba ını yemden ba layan en iyi silah buydu. Artık tekrar top 
tüfek ate ine ba lanabilirdi. Bir panik içinde kaçı ı umanlar  imdi sert bir dirençle 
kar ıla tılar. Alman cephane fabrikalarının grevi i te bu elim sonuçları do urdu. Müttefiklerin 
zafere kar ı olan inançlarını arttırdı ve cephanesindeki o ezici ümitsizli i sildi. Binlerce 
Alman askeri bu grevi kanları ile kar ıladı. Öte yan dan bu korkunç grevin te vikçileri olan 
sefil herifler, devrimci Almanya'nın en yüksek hükümet mevkilerine aday oluyorlardı. 
Bu olay Almanya tarafından küçümsendi ise de dü man bunlardan devamlı ve olumlu 
sonuçlar çıkardı. Direnç, her  eyini kay betmi  bir ordu için gurur vesilesi olmaktan çıktı. 
Artık zafer u runda yapılan mücadelenin  iddet ve azgınlı ı görülüyordu. Ger çekten zafer, 
bütün tahminlere ra men, e er Batı Cephesi, Alman saldırılarına sadece birkaç ay kar ı 
koyabilirse, müttefiklere gülümserdi. Dü man parlamentolarında daha iyi bir gelece in im 
kanlan oldu u kabul edildi ve Almanya'nın yok edilmesini sa lamak için yapılacak 
propagandaya bugüne kadar i itilmemi  büyük  paralar ayrıldı. 
Ben ilk ve son hücumlara katılmak bahtiyarlı ına ula mı tım. Bu anlar, hayatımın ola anüstü 
izlenimlerle dolu parçaları oldu. ^Ola anüstü dememe sebep,  imdi sava ın, 1914 yılında da 
oldu u l gibi kendini savunmaktan çıkıp, saldırı niteli ini almı  olmasıydı. 
Cehennem hayatını andıran üç yıl geçip, hesap görme günü gelince siperlerde rahat bir nefes 
alındı. Ba arılı taburlar, bir kere daha •"ne enin içinde bo uldular. Ölmez defnenin son taçları 
zafer haleleri gibi bayrakların üstlerine asıldılar. Bir kere daha vatan  arkıları hareket 
halindeki kıtaların ardında göklere do ru yükseldi ve Tanrı'nın lütfü belki de son nankör 
evlatlarına nasip oldu. 
1918 yazının ortalarına do ru cephede bir bitiklik hali yayıldı. Memlekette ikilik tohumları 
etrafa atılıyordu. Bu niye böyle oluyordu? Çe itli kıtalarda türlü türlü söylentiler dola ıyordu. 
Artık sava ın bir de eri ve gayesi kalmadı ı, sadece akılsız olanların zafere f inanacakları 
anlatılıyordu. Bundan sonra direnmenin halka bir fay-vermeyece i, bundan sadece 
kapitalistlerle, monar istlerin fayda olmayaca ı iddia ediliyordu. Bu bilgiler gerilerden geliyor 
ve cephelerde münaka alara yol açıyordu. 


Önceleri bu husus cephede pek az reaksiyona sebep oldu. Kamuoyunun bizim için ne önemi 
var? Dört buçuk yıl bu sonuç için mi sava mı tık? Topra a gömülmü  kahramanlardan sava  
gayesini böyle hile ile çalmak adi bir haydutluktu. Genç askerlerden kurulu kıtalar 
Flandreslerde "ya asın genel ve gizli oy" diye ba ırarak ölüme atılmamı lardı. "Bütün 
dünyanın üstünde Almanya" diye haykırarak dü mana saldırmı lardı. Bu bir zevkti ve hiçbir 
zaman : manasız sayılamazdı. Fakat oy hakkını isteyenler, bu istekleri için hiçbir zaman 
dövü memi lerdi. Cephedeki asker bütün partilerin terbiyesiz heriflerini tanımıyordu. 
Namuslu Almanların bulundukları yerlerde bu parlamentocu heriflerin sadece bir kısmı vardı. 
te eski cephe askerlerinden Ebert Scheidemann, Barth, Liebknecht ve bunların tayfaları, bu 
heriflerin lehine pek az bir e ilim gösteriyorlardı. Öte yandan asker kaçaklarının, orduyu 
hesaba katmadan, memlekette nüfuz ve kudreti benimsemeye ve sahip çıkmaya ne hakları 
olabilece ine asla akıl erdirilemiyordu. 
Daha i in ba ından itibaren benim  ahsî kanaatim buydu. Halkı kandıran, bu ci eri be  para 
etmez bir sürü adi politikacılardan son derece nefret ediyordum. Sava  boyunca milletin 
faydasına ve hayrına hiçbir  ey söz konusu edilmiyordu. Bu herifler bo  ceplerim doldurmaya 
bakıyorlardı.  imdi sadece kendileri için çalı an ve halkı dü ünmeyen bu sefillerin ipe 
çekilmek için olgun bir hale geldiklerini görüyordum. Bunların isteklerine önem vermek, 
birkaç hırsız için halkın çalı kan elemanlarının menfaatlerini feda etmek demekti. 
Ordudaki muharip sınıfın büyük bir kısmı böyle dü ünüyordu. Fakat memleketten gelen 
takviye kıtaları gittikçe berbatla ıyordu. Öyle ki, cepheye geli leri ordunun kuvvetine hiçbir 
ey eklemiyordu, tersine onu zayıf dü ürüyordu. Özellikle Münihlilerin tamamının bir de eri 
yoktu. Bunların, gençlerini Ypres civarındaki çarpı maya yollamı  olan aynı ülkenin evlatları 
olacaklarına inanmak pek zordu. 
A ustos ve eylül aylarında yok olma i aretleri gittikçe ço aldı. Gerçi dü man saldırılarının 
meydana getirdi i izlenimler, bizim eskiden yaptı ımız direnç sava larının tesirleri ile kıyas 
edilemezdi. Somme ve Flandres çarpı maları, bu saldırılarla kıyaslanırsa çok daha müthi  bir 
ey oldukları görülürdü. Eylül ayı sıralarında benim kıtam üçüncü defa olarak, vaktiyle, genç 
sava  gönüllüleri alaylarında sava ırken ele geçirdi imiz mevzileri i gal etti. Ne tatlı 
hatıralardı bunlar! 1914 yılının Ekim ve Kasımında, ate  emrini almı tık. Kıtamız sanki bir 
dans partisine gider gibi, kalplerde vatan a kı, dudaklarda  arkılarla kavganın içine atılmı tı. 
En asil kanlar, vatanın hürriyeti sa landı ı inancıyla oluk oluk ve keyifle, zevkle akıyordu, 
i te bizim için kutsal bir duruma gelen bu topra ı 1917 Temmuzunda tekrar çi niyorduk. En 
de erli arkada larımız burada can vermi lerdi. Bunlar çocuk sayılacak kadar gençtiler. Bir 
vakitler gözleri  evk ve sevinçle parıldayarak, vatan için ölümle kucakla mı lardı. O zaman 
alayla birlikte ilerleyen biz eskiler "ölünceye kadar sadakat ve itaat" yemini etti imiz bu yerde 
dinî bir heyecanla durmu tuk. Üç yıl önce alayın taarruz ederek ele geçirdi i bu yeri,  imdi 
zorla bir savunma ile koruyacaktık. 
Üç gündür devam eden ate le, ingilizler büyük Flandres'ler hücumuna hazırlanıyorlardı. Bu 
sırada ölülerin ruhları canlanıyor gibi oldu. Alay balçık çamura saplanmı  gibi, deliklere 
tutunup yerim terk etmedi ve bir adım gerilemedi. Fakat eskiden de oldu u gibi, bulundu u 
yerde sayıca azaldı, sonunda ingilizlerin hücumu 31 Temmuz 1917'de ba ladı. A ustosun ilk 
haftasında bizi de i tirdiler ve alaydan birkaç bölük kaldı. Bunlar sendeleyerek geriye 
çekildiler. Hepsinin üstü çamur tabakası ile kaplıydı, insandan çok hayaletlere benziyorlardı. 
ingilizler birkaç yüz obüs çukurundan ba ka "ölüm" bulmu lardı. 
imdi de, 1918 sonbaharında, üçüncü defa 1914 yılının hücum mıntıkası üzerinde idik. 
Eskiden bize istirahat yolu görevini görmü  olan Comins Köyü  imdi bir sava  alanı haline 
gelmi ti. Gerçekte sava  aynı kalmı tı, ama insanlar de i mi ti. Artık asker siyaset yapıyordu. 
Memleketten gelen zehirli haberler her tarafa yayılıyordu. Artık memleketten gelen eski hava 
imdi hiç yoktu. 


13 Ekimi 14'e ba layan gece ingilizlerin gazlı obüs atı ları Ypres'in güney cephesi üzerinde 
iddetle patlıyordu. Bu sava ta sarı gaz kullanıyorlardı. Bu gazın etkisini, vücudumuzun 
üzerinde yaptı ı tahribatı görmeden önce bilmiyorduk, iste o me um gecede ben l bu gazın 
etkisini ö rendim. 13 Ekim ak amı Wervich'ın güneyinde-I ki bir tepe üzerinde iken, uzun 
süre bu gazlı obüs atı larının altında kaldık. Bu saldırı bütün gece büyük bir  iddetle devam 
etti. Gece yarısına do ru içimizden bir kısmını cephe gerisine do ru ta ıdılar. Aramızda 
ölenler vardı. Sabah saat 7'de sarsılarak ve sendeleyerek geri çekildim. Gözlerim alev alev 
yanıyordu. Bir süre sonra gözlerim kor parçası haline geldi. Etrafımı karanlık kapladı. 
Pasevvalk Hastanesi'ne i te bu vaziyette geldim ve maalesef devrimde hazır bulunmak 
üzüntüsünü tattım. Havada anlatılması imkansız, i renç bir  ey dola ıyordu. Herkes birbirine, 
birkaç haftaya kadar i in ba layaca ım söylüyordu. Bu konu malardan bir türlü bir anlam 
çıkaramıyordum. Önce bahardaki gibi bir grevin yapılaca ını sandım. Deniz askerlerinden 
devamlı naho  dedikodular geliyordu. Söylentilere göre deniz askerleri arasında galeyan 
vardı. Fakat bu dedikodular, bende büyük toplulukları ilgilendiren bir konudan çok, belirli 
gençlerin hayallerinde olu an bir  ey izlenimini uyandırıyordu. Hastanede herkes sava ın sona 
erece inden söz ediyordu. Bu sonun yakın oldu u ümidindeydiler. Fakat hiç kimse hemen bir 
sonuç alınaca ını da tahmin edemiyordu. Gazete okuyamıyordum. Kasımda gerginlik genel 
bir hal aldı ve bir gün felaket birdenbire patladı. Deniz askerleri motorlu vasıtalarla gelip, 
halkı devrime te vik ettiler. Ne yazık ki, bazı genç Yahudiler milletimizin ha yatının 
"hürriyeti, güzelli i, namusu ve haysiyeti (!)" u runda yapılan bu hareketin liderleri 
durumundaydılar. Bu adi heriflerin hiçbiri cephede bulunmamı tı. Bir zührevi hastalıklar 
hastanesi vasıtasıyla sava tan uzak yerlere gönderilmi lerdi.  imdi ise orada kızıl paçavrayı 
bayrak yapıyorlardı. 
Yava  yava  kendimi iyi hissetmeye ba ladım. Göz çukurlarımdaki o korkunç a rılar 
hafifledi. Çevremi biraz görebiliyordum, ilerde, bir i te çalı abilecek kadar gözlerimin tekrar 
görebilece i ümidi do du, i te bu korkunç olay çıktı ı sıralarda iyile mek üzere idim. 
ilk günlerdeki ümidim, vatana kar ı giri ilen bu hıyanetin az çok mahalli bir hareketten ibaret 
oldu undaydı. Bir iki arkada ımı bu fikre inandırmaya çalı tım. Özellikle, hastanedeki 
Bavyeralı arkada larım benim bu kanaatime daha çok inanmaya e ilimli gözüktüler. Hava 
tam ihtilal kokuyordu. Bu çılgınlı ın Münih'te de etrafı kaplayaca ına inanmıyordum. Bence 
o asil Wittelsbach Hanedanına kar ı gösterilecek sadakatin, birkaç Yahudi'nin iradesine 
kapılmaktan daha çok olaca ını ümit ediyordum.  te bundan dolayı deniz askerlerinin önayak 
oldukları bu ayaklanmanın bastırılma ını bekliyordum. 
Fakat günler geçtikçe hayatımın en fena ve müthi  bir parçası ortaya çıktı. Söylentiler gittikçe 
öldürücü bir hal alıyordu. Benim mahallî bir olay olarak tahmin etti im çılgınlık, söylentilere 
göre genel bir devrimdi.  te bu sırada cepheden nefret uyandıran pek kötü haberler geldi. 
Teslim olmak istiyorlardı. Fakat böyle bir  ey olabilir miydi? 10 Kasım günü, bizlere küçük 
bir hitabede bulunmak üzere askerî hastaneye bir papaz geldi ve i te o zaman her  eyi 
ö rendik. Papazın anlattıklarım dinlerken duydu um acı sonsuzdu. Bu ihtiyar din adamı, artık 
Hohenzollernler Hanedanı’nın taç giymeye hakkı kalmadı ını, devletin  eklinin Cumhuriyet 
oldu unu söylüyor ve bu rejim de i ikli i kar ısında Allah'ın milletimize kar ı olan lütfünu 
esirgememesi için bizlerden dua etmemizi istiyordu. Bütün bunları söylerken de tir tir 
titriyordu. O saygıde er adam aynı zamanda hanedan hakkında birkaç söz söylemeden 
duramıyordu. Pomeranya'da, Prusya'da ve bütün Alman vatanında yaptı ı hizmetleri saygı ile 
yad ediyordu. Bir ara için için a lamaya ba layınca küçük hastane kö esini derin bir sessizlik 
kapladı. Zannederim ki içimizde a lamayan yoktu. Fakat ya lı adam zorla sözlerine devama 
çalı arak, artık sava a son vermek zorunda bırakıldı ımızı, böylece gelecekte vatanımızın 
büyük bir baskıya maruz kalaca ını, çünkü sava ın kaybedildi ini ve galip gelenlerin iyi 
niyetlerine sı ınarak ate kesi kabul etmek gerekti ini anlatmaya ba layınca kendimi tutamaz 
oldum, daha fazlasını dinlemek benim için imkansızla tı ve birdenbire gözlerimi bir karanlık 


kapladı. Etrafı elimle yoklayıp ve sendeleyerek yatakhaneye geldim, kendimi binbir zorlukla 
yata a attım. 
Ate ler içinde yanan, kor parçası gibi olan ba ımı çar af ve yastı a gömdüm. Annemin 
cenazesinde bulundu um günden bu yana hiç a lamamı tım. Gençli imde kader en insafsız 
ekilde üzerime çullandı ı sıralarda gururum geli mi ti. Uzun sava  yıllarında, ölüm 
cephedeki birçok sevgili arkada ımı alıp götürürken, bunlar için a lamak bana adeta garip 
geliyordu. Çünkü bu dostlarım Almanya u runda can veriyorlardı. Yalnız o korkunç sava ın 
son günlerinde zehirli gaz bana gizlice saldırdı ı ve gözlerimi tahrip etmeye ba ladı ı anda 
kör olmak tehlikesi kar ısında bir an ümitsizli e kapıldım. i te o sırada vicdanımdan kopup 
gelen bir ses ile sanki yıldırım çarpmı  gibi kendime geldim. "Senden çok daha bedbaht ve 
feci durumda olan binlerce ki i varken miskin miskin yakınıp a layacak mısın?" Hemen 
hissiz ve dilsiz kaderime rıza göstermeye ba ladım. Yalnız  imdi vatanımın u radı ı felaket 
kar ısında bütün  ahsî acılarımın ortadan kalktı ını görüyordum. 
Demek bunca fedakarlıklar ve mahrumiyetler bo unaymı . Bitip tükenmek bilmeyen aylar 
boyunca açlıktan duyulan acılar manasızmı . Ölümün nefesini ensemizde duydu umuz halde, 
görevimizi yapmaktan bir an geri kalmamamızın hiçbir de eri yokmu . Sava ta can veren iki 
milyon insanın hayatlarını feda etmeleri faydasızmı . 
Bir gün siperlerinden bir daha geri dönmeyeceklerini bile bile ileri atılan yüz binlerce insanın 
mezarları açılmayacak mıydı? Bu mezarlar açılıp çamur ve kan içindeki kahramanlar birer 
intikam hayaletleri gibi vatana do ru yola çıkmayacaklar mıydı? 1914 yılının A ustos ve 
Eylülünde askerler bugünkü sonuç için mi ölmü lerdi? Aynı yılın sonbaharında gönüllü 
adaylar, bunun için mi genç arkada larının arkalarından gitmi lerdi? On yedi ya ındaki 
delikanlılar, bugünler için mi Flandres topraklarında yere devrilmi lerdi? Alman analarının, 
sonsuz bir sevgi ile ba rına bastı ı evladan bir daha görmemek üzere, üzüntülü bir kalple 
cepheye yollarken, vatan için yaptı ı fedakarlı ın gayesi bu muydu? Bütün bu fedakarlıklar 
bir kaç caninin, memleketi avuçları içine alması için mi yapılmı tı? Demek uykusuz geçen 
gecelerden, sonu gelmeyen yürümelerden bitkin hale gelen askerlerimiz, güne in kızgın ate i 
ve kar fırtınalarının ayazı altında bu caniler için sava mı tı! O etrafı silip süpüren ate in 
cehennemine, gaz bombalarının öldürücü patlamalarına hiç sarsılmadan ve tek görevi dü man 
tehlikesine kar ı durmak oldu unu dü ünerek, bu heriflerin menfaatleri için mi gö üs 
gerilmi ti? Hiç  üphe yok ki, bu kahramanlı ı gösterenler  öyle bir anıt dikilmesine hak 
kazanmı lardı: "Yolcu e er Almanya'ya gidiyorsan memlekete haber ver ki, biz vatana sadık, 
göreve itaatkar burada yatıyoruz." 
Ya memleket ne alemde idi? Göze alınacak yegane fedakarlık bu kadar mıydı? Almanya daha 
az mı saygıya layık görülecekti? Kendi tarihimize kar ı görevlerimiz yok muydu? Bu olay 
gelecek nesillere nasıl haklı gösterilecekti? 
Sefiller, alçaklar, caniler, ahlaksızlar! Bu korkunç ve nefret verici olayları daha açık görmeye 
ne kadar gayret ettimse, bu alçaklık kar ısında alnımdaki utanmanın verdi i kırmızılık da o 
kadar ço aldı. Bu manevî acının yanında, gözlerimde duydu um a rılar hiç kalırdı. 
Bundan çok daha fena günler geldi. Her  eyin yok oldu unu görüyordum. Kafasızlar, 
beyinsizler, yalancılar ve katiller dü manın lütuf ve merhametinden bir  eyler umuyorlardı. 
Bu günler benim içimde büyük bir kinin do masına sebep oldu. Bu olayları çıkaranlara kim 
kin duymazdı? ilerdeki günlerde akıbetimin ne olaca ı hakkında da kesin bir fikir 
edinecektim.  imdi bir süre önce, bana o kadar acı ve endi e veren kendi gelece imi 
dü ündükçe de gülüyordum. Böyle bir arazi üzerinde evler in a etmek gülünç bir  ey de il 
miydi? 
Sonunda en çok korktu um, fakat her zaman so ukkanlılı ım sayesinde olaca ına inandı ım 
bir  eyin meydana geldi ini açıkça görüyordum, imparator ikinci Gulliaume, sahtekar 
adamların bir parça  eref ve namustan nasipleri olmadıklarını aklına getirmeden, memlekette 
barı ı sa lamak için Marksist hareketin  eflerine elini uzatan ilk Alman imparatoru olmu tu. 


Bu kepaze herifler, bir elleri ile imparatorun elini tutarlarken, di er elleri ile de hançer 
arıyorlardı. 
u unutulmamalı ki, Yahudi ile uzla ma yapılamaz. Ancak onunla karar verilebilir. O da ya 
hep, ya hiç! 
Onlar Yahudilerle anla maya u ra sınlar, bana gelince, ben siyasî hayata atılmaya karar 
veriyordum.  
 
 
BÖLÜM 7 
1918 yılının Kasım ayı ba ında tekrar Münih'e geldim. "Askeriler  urası"na ba lı olan 
alayıma iltihak ettim. Bütün bu te kilattan 1-öylesine nefret ediyordum ki, fırsatını bulur 
bulmaz buradan çekilip i gitmeyi dü ünüyordum. Cephede tanı tı ım sadık bir arkada ım 
'plan Schmiedt Ernst ile, Traunstein'a gittim ve askeri kamp da ılın-: caya kadar orada 
kaldım. 1919 yılının Mart ayında Münih'e döndük. Vaziyet tahammül edilmez bir hal almı tı. 
Millet devrime te vik ediliyordu. Eısner'in ölümü, tahammül edilmez halin artmasına, nihayet 
Sovyet Rusya'nın diktatörlü üne, daha do rusu Yahudilerin gecici bir hakimiyetine müncer 
oldu. Bu durum ise, daha ba langıçta devrim hazırlayanların gayesi ve besledikleri ideal idi. 
Bu sırada, sabahtan ak ama kadar, zihnimde bir sürü planlar kuruyordum. Günlerce, her an ne 
yapabilirim diye dü ünüyordum. Fakat bütün dü üncelerim basit bir mü ahede ile son 
buluyordu.  öhretim olmadı ı için, herhangi bir faydalı harekette yer tutabilmek  artlarına 
sahip de ildim. 
Sovyet ihtilali sırasında, ilk defa olmak üzere kendimi açı a vurdum. Merkezi Sovyetlerin 
dikkatini üstüme çektim. 27 Nisan 1919 günü tevkif edilecektim. Fakat beni tevkife gelen "üç 
herif üzerlerine çevrilen tüfek kar ısında göstermeleri gereken cesareti kendilerinde 
bulamadıkları için dönüp gittiler. 
Münih'in kurtulmasından birkaç gün sonra 2. piyade alayındaki devrimci olaylar hakkında, 
tahkikat icrasına bakan komisyona üye tayin edildim. Siyasi mahiyeti olan ilk faal 
memuriyetim bu olmu tur. Birkaç hafta sonra da, orduya mensup olanlar için açılan bir kursa 
katılmak emrini aldım. Bu kursun derslerinde, askere vatani görev ve ahlak e itimi için 
muayyen hususlar ö retilecekti. Benim için bu te kilatın bütün de eri, mevcut durum 
hakkında kendileri ile esaslı surette münaka alar yapabilmek imkanı bulunan bir kaç arkada  
tanımak fırsatını vermesindeydi. Hepimiz, Almanya'nın pek yakın olan yıkılmasının mevcut 
partilerce durdurulamayaca ına kesin  ekilde inanmı tık. Di er taraftan "burjuva nasyonal" 
olu umlar dünyanın en iyi iradesi ile dahi, bu yıkılı ı önlemeye hiçbir zaman muktedir 
olamazdı. Onlarda bir sürü  artlar eksikti. Halbuki "tekrar yapmak" için bu  artların temini 
lazımdı, î te bundan dolayı kendi küçük toplulu umuzda, yeni bir parti kurulması söz konusu 
oldu. Bu sırada önümüzdeki prensipler sonraları Alman î çi Partisi'nde uygulanmı  olan 
prensiplerle aynıydı. Kurulacak te kilatın ismi, büyük halk kütlelerine, bu harekete katılmak 
imkanını verecek  ekilde olmalıydı. Bu husus sa lanmazsa, bütün gayret ve çalı malar bir 
sonuç vermeyecekti. Bunun için "Sosyal Devrimci Parti" adında karara vardık. Çünkü yeni 
hareketin toplumsal fikirleri, gerçekte bir devrim mahiyetine haiz idiler. 
O zamana kadar, iktisadi meseleler üzerindeki dikkatim, toplumsal sorunların 
incelenmesinden öteye geçmemi ti. Fakat sonraları, müttefik devletlere kar ı Alman 
politikasını inceledikçe, ufkum geni ledi. Bu politika hemen hemen tamamıyla, iktisadi 
hayatın hatalı bir tahmini ve gelecek için Alman milletinin menfaatlerinin dü ünülmemi  
olmasından ibaretti. Fikirlerin hepsi her durumda sermayenin sırrının, çalı manın meyvesi 
oldu u noktasında toplanıyordu. Bundan dolayı bu dü ünceler, çalı ma gibi insan faaliyetim 
kolayla tıracak veya zorla tıracak olan etkenlere uyabilecek fikirlere istinat ettiriliyordu. 
Sonuç olarak sermayenin milli önemi, devletin yani milletin büyüklü üne, hürriyetine ve 

Yüklə 1,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   30




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin