Kentsel mekan



Yüklə 5,01 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə3/10
tarix07.03.2017
ölçüsü5,01 Kb.
#10601
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10

2.2.2 Kentsel mekan-birey i
lişkisi
 
Kentsel  mekan 
yalnızca  fiziksel  değil  zihinsel
 
ve  toplumsal  anlamlar  barındıran  bir 
bütündür.  Bu 
anlamlar  bireylerin  deneyimleri aracılığıyla inşa  edilir. 
Kentsel  mekan 

 
11
 
deneyimleri  indirgenemeyen,  öngörülemeyen 
ve  açık  uçlu  yaşantılardır.  Kentsel 
mekan 
ve birey bu anlamda daha önce de belirttiğimiz üzere birbirlerini var ederler, 
üretirler. K
arşılıklı ve sürekli değişen bir ilişki söz konusu
dur. De Certeau ve Raban 
kentsel  mekan  ve  birey 
arasındaki  ilişkinin 
bu 
zenginliğine  ve hiç  bir  zaman  tekrar
 
etmeyen anlar içeren kentsel mekan 
deneyiminin potansiyellerine odaklanırlar.
 
De  Certeau  (2009)  kensel  mekan
ı  metinle;  kent  kullanıcısı  olan  yayayı  da  metnin 
okuyucusu  il
e  ilişkilendirir.  Yaya

seçimleri  doğrultusunda  kentte  yürür;  böylelikle 
öznel  bir  okuma  yapmış  olur. 
De  Certeau,  y
ayaların  bazı  sokaklara  girmekten 
vazgeçip,  bazı  sokaklarda  uzun  uzun  vakit  geçirmesini,  metnin 
b
azı  kısımlarının 
daha  sessiz  bir  tonda
,  bazı
  bölümlerinse  daha  vurgulu 
okunmasına  benzetir
.  Her 
yaya  her  seferinde 
farklı  bir  okuma  yaptığından,
 
metin  yayalar  tarafından  tekrar 
tekrar 
yazılmış
;  kentsel  peyzaj  tekrar  tekrar 
örülmüş  olur
.  De  Certeau  böylelikle 
kentsel deneyimin hem biricikliğine hem de çoğulluna vurgu yapmış olur.
  
Raban (1974) ise kentin 

plastik

 ve 
“akışkan”
 bir y
aradılışa sahip
 
olduğunu düşünü
r. 
Kent, 
bireylere  kendi  istekleri  ve  iradeleri  doğrultusunda  davranma  ve  istedikleri 
kimliğe bürünme gibi bir özgürlü
k sunar. 
“İster beğenin, ister beğenmeyin, kent sizi 
kendisini  yeniden  yaratmaya,  içinde  yaşayabileceğiniz  bir  kalıba  dökmeye  davet 
eder.  Kendinizi  de.  Kim  olduğunuza  bir  karar  verin,  kent  çevrenizde 
yine  sabit  bir 
biçim alacaktır” (sf.9
-10). Kentteki bireyler iradeleri ve hayal
güçleri aracılığıyla kenti 
biçimlendirme  olanağı
na  sahiptirler.  Bu  nedenle  kent 
“yumuşak,  esnek, 
so
nsuzcasına  açık”tır;
 
doğasında  “yoğrulabilir  olmak”  vardır.
  Bireyler  kenti 
hayalgüçleri  ve  iradeleri  ile,  kent  ise  bireyin  aldığı  pozisyon  karşısındaki  dire
nciyle 
bireyleri şekillendirir

Raban’ın bu görüşü çalışmanın ke
ntsel mekan-
birey arasında
 
devingen ve karşılıklılık ilkesine dayalı bir ilişki olduğu düşüncesi ile paralellik taşır.
  
Raban’a 
(1974) 
göre  kent  disiplin  altına  alınama
yacak  kadar  kompleks  bir 
yapıya 
sahiptir,  bu  nedenle  kenti  anlamak  için  objektif  ve  bilimsel  bilgiler  kadar  bireylerin 
öznel 
bakışlarına, 
deneyimlerine  ve 
duygularına
  da 
başvurmak  gerekir.
 

Hayal 
ettiğimiz  biçimiyle  kent,  yanılsamaların,  efsanelerin,  özlemlerin,  karabasanları

yum
uşak  kenti;
  haritalarda  ve  istatiklerde,  kentsel  sosyoloji,  demografi  ve  mimari 
monografilerde varolan katı kent kadar, hatta belki daha da faz
la gerçektir

 (sf.9-10). 
2.3 Affekt 
Affekt  (affect
kavramı 
temel  olarak  felsefe  ve  psikoloji  disiplininde  ortaya 
çıkan
 
ancak son yıllarda siyaset bilimi, antropoloji, şehir sosyolojisi 
gibi  insan  bilimleri  ve 
sosyal bilimler alanları tarafından sıklıkla kurcalanmakta olan bir kavramdır
. Affektin 

 
12
 
önceden 
yalnızca
 teknik 
bir terim olduğu ancak daha sonra bir çok açılı
ma gebe bir 
kavrama dönüştüğünü öne sürmek yanlış olmaz.
  
Affektin  çeşitli
 
alanlardaki  karşılıklarını  ve  açılımlarını  incelemeden  önce  kavramın 
Türkçe karşılığını aramakta fayda vardır. Bu noktada
 
karşımıza en çok “duygulanım” 
sözcüğü
 
çıkar. Duygulanım ise
 
TDK’a göre şu karşılıkları alır: 
 
       
Duygulanım:
 
1. 
İsim
.Etkilenme, duygulanma 
2.  Felsefe
Duyarlığın harekete geçişi
 
3.  Felsefe
Bir ruh durumunun dış sebeplerle değişmesi
 
4.  Felsefe
Tutkudan daha düzenli anca daha güçsüz olan seçkin bir eğilim
 
5.  Ruh bilimi. 
İste

1
 
ve anlıktan
2
 
ayrı görülen duygusal tepkiler gösterme durumu
. 
Özden  “
Türkçemiz  ve  Ps
ikiyatri’de  Dil  S
orunu

  (1997) 
adlı  makalesinde  affekt 
kavramının  özellikle  de  psikiyatri  literatüründeki  Türkçe  karşılığı  konusunda  bazı 
karışıklıklar  olduğunu  öne  süre
r  ve 
gözlemlediği  bu  karmaşık  durumu  kavramın 
yapılmış belirli tanımlamaları ve çelişen kullanımları üzerinden özetler. 
Bunlardan ilki 
olan  Uzman  (1935) 
affekt  kavramına  “teessürde  bozukluk”  başlığı  altında  değinir. 
(Özden,  1997’de  atıfta  bulun
ul
duğu  gibi)

Özden’e 
(1997)  göre  teessür, 
dışşal 
olayların  kişide  uyandırdığı  tepkime  olarak  tanımlanabilir.  TDK’a  gö
re  teessür 
“duygulanım”  anlamın
a  gelir.  Adasal  (1976)  affekti 

d
uygusal  yaşam”
  olarak, 
Arkonaç  (1983)  ise  gene 
“duygulanım”  olarak  kullanı
r.  Öztürk  (1994)  affekti, 
duygulanım  başlığı  altında  “dıştan  ve  içten  gelen  uyaranlara  duygular  ile  tepki 
verebilme  yetisidir”  diye  tarif 
etmektedir.  Yüksel
’e  (1996)
  göre  affekt 
“hastanın 
dışarıdan  izlenen  emosyonlarını  ifade  eder.  Daha  çok  anlık  emosyonel 
yaşantılardır”
.  DSM-III  (Diagnostic  and  Statistical  Manual  of  Mental  Disorders
(1980)  teknik  teriml
er  sözlüğünde  ise  affekt  “Bir  şahsa  bakıldığı  andaki  o  şahıs 
tarafından  ifade  edilen  ve  gözlemlenen  emosyon”  olarak  açıklanmaktadır
.  Son 
olarak  DSM-I
V’de
  (1994)  affekt 
“subjektif  olarak  yaşanan  duygu  halinin 
(emosyon) 
ifadesinin gözlemlenebilir davranış kalıbıdır” diye tarif edilmektedir
 (Özden, 1997
’de 
atıfta bulun
ul
duğu gibi
). 
Özden’e göre bu açıklamalarda çoğunlukla karşımıza çıkan 
duygulanım  kelimesi  ile
  iletilmek  istenen  temel  anlam;  etkileyicilik,  etkilenme,  etki 
altında kalma, etkilenmiş olma halleridir. 
Ancak 
Özden aynı zamanda t
eknik bir terim 
olan affekt için 
yapılan tarifler karşısında

sözlük karşılığı etkilenme olan duygulanım 
sözcüğünün “yetersiz ve cılız” kaldığını ifade eder. Çünkü İngilizce’de affekt sözcüğü
 
hem isim hem fiildir. 
Affektif sıfat, duygulanım ise isimdir. Özden’e göre isim 
 
 
1.
İstenç: İ
rade (TDK)  
2. Anlık: Anlama gücü (TDK)
 

 
13
 
olan 
duygulanım 
kimi yerde fiil yerine kimi yerde isim yerine kullanarak bir dil bilgisi 
hatası
na  sebebiyet  vermektedir.  Özden, 
yabancı  terimleri
  anadile  çevirip  kullanma 
konusunda  en  katı
  ülke  olan 
Almanya’da  bile  psikiyatri  kitaplarında  affekt 
sözcüğünün  aynen  kullanılması
ndan  hareketle 
ve  duygulanım  sözcüğünün 
 
yete
rsizliğinden  ötürü  sözcüğün
 
orijinal  adı  ile  kullanılması  gerektiğin
i  öne  sürer 
(Özden, 1997). 
Bu  çalışmada
 
benzer  bir  tavır  sergilenmiş  ve  affekt  yerine  “duygulanım”  ya  da 
“etkilenme”  sözcükleri  kullanılmamıştır.  Bunun  nedeni  bu 
sözcüklerin  affektin 
aşağıda  değinilecek  çeşitli  disiplinlerdeki  açılımlarını  karşılamak  açısından  yetersiz 
kalacakları düşüncesi ve Özden’in öne sürdüğü gerekçelerdir.
 
Bu noktada Özden’in  
isim  olan  bir 
sözcüğün
 
hem sıfat hem de fiil olarak kullanılması eleştirisine karşılık 
“duygulanım” isminin sıfat hali olarak “duygulanımsal”, fiil hali olarak “duygulanmak” 
sözcüklerinin  kullanılabileceği 
tezi  öne  sürülebilir.  Ancak  bu  noktada  da  bu 
kelimelerin çağrışım gü
çlerinin 
yeterli olmayacağı ve çalışmayı
 hedeflenen noktalara 
yönlendireme
yeceği
 
endişesi  hakim  olmuştur. 
Sonuç  olarak, 
kavramın  Tü
rkçe 
psikoloji  ve  psikiyatri  literatüründe  varolduğu  biçimi  ile  yani  “affekt”  olarak 
kullanılması tercih edilmiştir.
 
Modern  psikolojide  affekt 
kavramı  temel  olarak  bir  duygunun  ya  da  hissin 
deneyimine 
karşılık  gelir 
ve  modern  psikolojinin  ABC
’si  sayılan 
affektif, 
bilişsel 
ve 
davranışsal  olarak  adlandırılan  üç
 
alanından  birini  temellendirir 
(APA  Dictionary  of 
Psychology, 2006). Temel olarak affekt 
kavramı 
bir uyarana içgüdüsel olarak verilen 
tepki olar
ak tanımlanabilir.
  
Çalışmanın  odaklarından  biri  olan  fiziksel  çevre
-bir
ey  etkileşimi  bağlamında  affekti 
tanımlamak  ve  açmak  için  çevre  psikoloji
si 
bağlamında  ele  alınmış  affekt 
tanımlamalarına  başvurulabilir.
  Göregenli
’ye 
(2010) 
göre  “İnsanların  yaşadıkları 
yerle ilgili olarak hissettikleri olumlu ya da olumsuz duygularına ilişkin tepkileri affekt 
öğesini  oluşturur

Yani  affekt  insanların,  yaşadıkları  sosyal
-
fiziksel  çevreye  ilişkin 
genel duygusal tepkilerinin bir 
bütün olarak temsil edilişidir”
 (s.158). Affektif süreçleri 
duyuşsal süreçler olarak tercüme eden Ünlü’ye göre ise bu süreçler


çevre ile ilgili 
duyumsamalar  ve  heyecanlardan  oluşan  imgelerle  birlikte  oluşan  motivas
yonlar, 
arzular ve değerleri kapsamaktadır” 
(Ünlü,  1998,  s.21). 
İnsanların çevrele
rine 
nasıl 
tepki  verdikleri  sorusuna  cevap  arayan  Ajzen  ve  Fishbein  (1981)  bu  soruyu 
yanıtlamak  için 
psikolojinin  çok  eski  üçlüsüne  (age  old  triology)  yani  -önceden 
belirti
ldiği  üzere
-  affekt-
biliş
-
davranış  kategorilerine  başvurabileceğini  öne  sürerler.  
Y
azarlara  göre  bu  üçlü  içerisinde  affekt  “heyecansaldır,  genel  duygusal  tepkiler 
bütünü” anlamına gelir. Ancak ilave olarak “değerlendirici” bir tepkidir; bunun nedeni 

 
14
 
affektin  “pozitif  ve  negatif  bir  değerle  birleşme  özelliğine  sahip  olması”  olarak 
tanımlanabilecek  bir  “birleşme  değeri”  ya  da  “bağdeğer”  olma  özelliği  içermesidir. 
Kısacası 
affektif  tepkiler  sadece  fiziksel 
çevreye  ilişkin  anlamlar  barındı
rmaz; 
“fiziksel  çevrenin,  birey  ve  çevreden  kaynaklanan  uyaranların  buluşma  noktası
nda 
ele  alınmasına  imk
an 
sağlar”  (
Göregenli
,  2010’da  atıfta  bulun
ul
duğu  gibi)
.  Affektin 
bir  bağdeğere  sahip  olması  ve  çevre  ve  birey  arasında  bir  buluşma  noktası 
oluşturması,  kavramın  diğer  disiplinlerdeki  açılımlarında  vurgu  yapılan  “ilişkisel 
olma”  “dolaşımda  olma  hali”  ve  “
d
önüştürücü  olma” 
(transformative
özelliği  ile 
ortaklık  taşır 
ki  bu  özellikler 
kavramın  çalışma  için 
bir  temel 
olmasının  başlıca
 
nedenleridir. 
Son yıllarda affekt kavramına olan odaklanma s
osyal  ve  insan  bilimlerinde 

affektif 
dönüş”
 
(“
affective turn
”)
 olarak adland
ırılan bir kırılmaya neden olur
. Affekt teorisinin 
bilinen  ilk  kaynağı  olarak  Spinoza’dan  başlayan  ve  çoğunlukla  Deleuze’in  eserleri 
üzerine inşa edilmiş olan bu odaklanmanın neden
lerini Hardt, özellikle feminist teori 
içinde  yer  alan  ve  bedene  o
daklanan  çalışmalar  ve  duyguların  keşfi  olarak  g
örür 
(Hardt,  2007).  Duygusal  ve  bedensel  (somatik)  olana,  derinde  yatana,  görülmeyen 
ve kolaylıkla tanımlanamayan
a vurgu yapan affekt teorisi, sosyal bilimlerde ve insan 
bilimlerindeki geleneksel ve mesafeli 
objektif yaklaşımları tartışmaya açar.
 
Spinoza
’a
  göre  affekt 

dürtüler,  güdüler,  duygular  ve  sezgile
r”
i  kapsayan  genel  bir 
kavramdır
 
ve  üçe  ayrılır: 
zevk  (laetitia), 
acı 
ya  da    üzüntü    (tristitia)  ve  arzu 
(cupiditas
ya da iştah 
(appetite). Affekt, 
aklı da
 içerecek biçimde bedende, 
başka bir 
bedenle  etkileşim  sonucun
da 
meydana  gelen  ve  bedenin  eylem  gücünü  arttıran 
veya azaltan 
değişimlerdir
 (Spinoza, 2001). Hardt 
(2007)’
 a göre Spinoza affektlerin 
gücünü  iki  paralel  gelişme  seti  üzerinden  kavrar. 
A
klın  düş
ünme  gücü  ve 
geliştirdikleri
nin, bedenin eyleme geçme gücü ile paral
el olduğunu ifade eder. 
Ancak 
bu, 
aklın
 beden
in eyleme geçmesine karar verdiği 
veya beden
in aklın düşünmesine 
karar  verdiği  anlamına  gelmez

Tam  tersine,  Spinoza  aklın  ve  be
denin  otonom 
ya
pılar olduğunu
 ancak paralel olarak 
ilerlediklerini veya geliştiklerini düşünür.
  
Sonrasında affekti kurcalayan Deleuze ve Guattari ve devamında Massumi, kavramı 
Spinoza

dan türetirler ancak ondan 
farklı olarak duygu ve affekt arasında keskin bir 
ayrım yap
arlar. 
Flatley’e (2008)
 göre de
 
affekt, 
duygu ile arasındaki fark üzerinden 
anlaşılabilir. Duygu içeride olan ve dışa vurulan bir şey iken, affekt daha ilişkisel ve 
d
önüştürücü
 
(transformatif)  bir  şeye  işaret  eder.  Kişinin  duyguları
 
(emosyonları) 
vardır,  ancak  kişi  insanlar  ya  da  objeler  tarafından  etkilenir  (affekt  edilir).  Affektler 
(‘
mood
’ların aksine) her zaman bir nesne veya nesnelerle ilişkili olarak deneyimlenir. 
Başka bir deyişle affektler varolmak, zuhur etmek için nesnelere ihtiyaç duyarlar. Bu 

 
15
 
anlamda  yönelimlidirler  (intentional)  ancak  yönelimli 
olmaları
  bir  nesne-özne 
karışıklığı yaratır. 
Tomkins
’e
 
göre nesne ile affekt arasında “akışkan bir ilişki” vardır. 
Affekt nesnede mi kök buluyor yoksa affekt nesneyi mi üretiyor, anlamak zordur. Bu 
akışkan  ilişki,  affektin  nerede  gerçekleştiği 
veya  affekt
in  gerçekleştiği
  anda  hala 
nesne-
özne  ayrımının  mümkün  olup  olmadığı  sorularını  cevaplamayı  güçleştirir
 
(Flatley, 2008).  
Akalın’a 
(2007)  göre  Deleuze  affektin  duygu
lardan  farklı,  bir  çeşit  bedenl
e
r  arası 
anlam  yaratma  aracı  olarak  düşünülmesi  gerektiğini 
savunur. 
Massumi’ye
  (2002) 
göre  de  “affekt  bedenin  bir  deneyim  halinden  bir  başkasına  geçerken  yaşadığı
  bir 
yoğunluk  ile  bu  geçiş  sırasında  bedensel  kapasitelerde  oluşan  artma  ya  da 
eksilmelerdir
”  (Akalın
,  2007
’de  atıfta  bulunduğu  gibi
). 
Kısacası  ister
  nesne-beden 
arasında  olsun  ister  beden
-beden  ya  da  beden-çevre 
arasında  olsun
,  affekt  genel 
olarak 
dolaşımda olan ve öteki ile akışkan bir ilişki 
içerisinde olan bir 
şeydir.
   
Affekt tam da bu potansiyelleri 
nedeniyle oldukça zor bir kavramdır. Akalın’a 
(2007) 
göre  bunun  nedeni  affektin   

s
omut,  sayılabilir  ya  da  görünür  bir  şey  olmaktan 
ziyade,  bir 
dolaşım  hali”  olmasıdır;  bir  “firarilik  durumu”nu  ifade  etmesidir.  
“Görünenden,  tutulabilirlikten,  anlamlamadan
  (signification)

  her  zaman  biraz  fazla 
kalma halidir, bu nedenle  de k
elimelelerin yetersizliğini vurgular. Bu açıdan affekt, 
“kelimelerin  tam  olarak  yakalayamadığı  bir  şeyi  düşünmenin  bir  yoludur” 
(s.114). 
Hardt’a göre  affektlere  ilişkin  zorluğun  temeli  gerektirdikleri  sentezde;  karmaşık  bir 
nedensellik yaratmalarında yatar.  Çünkü affektler beden ve akla eşit olarak aittirler 
ve  hem  mantığı  hem  de  tutkuları  içerirler.  Affekt
ler 
bizi  bir  nedenselliğe  götürür
ler 
ancak  karmaşık  bir  nedensellik  sunarlar  çünkü
 
nedensellik  ilişkinin  iki  tarafına  da 
aittir.  Bir  başka  deyişle,  affektler  hem  bizim  dünyayı  etkileme  (affekt  etme) 
gücümüzü  ve  hem  de  onun  tarafından  etkilenme  (affe
kt  edilme)  gücümüzü 
aydınlatırlar 
(Hardt, 2007). 
Affektin  akışkan  bir  ilişkiselliğe  sebeb
iyet  vermesi, 
karmaşık  bir  nedensellik 
sunması,
 
dolaşımda olması ve
 
dönüştürüc
ü 
olması gibi özellikleri; 
dinamik bir 
yapıya 
sahip  old
uğuna  işaret  eder; 
bu  nedenlerden  ötürü  affekt,  kentsel  mekan-birey 
etkileşimini
  anlamak  için 
zihin  açıcı  bir  kavramsal  ara
ç  olabilir.  Affektin  kentsel 
mekan
ın devingen, 
öngörülemez ve indirgenemeyen deneyimini anlamak için iyi bir 
kavramsal araç ol
abileceği
 
düşüncesi çalışmanın temellerinden birini oluş
turur. 
Affektin  birey  ile  fiziksel  çevre  a
rasında  bir  buluşma  noktası  yaratması
  ve  ç
eşitli 
affektlerin 
çeşitli
 
dışşal  uyarıcılar  aracılığıyla  tetiklendiği 
göz 
önünde 

 
16
 
bulundurulduğunda  kentsel 
mekan
ın  ve  mimarlığın  affekt  ürettiği 
önermesi  yerinde 
bir önermedir. 
Mimarlık
-
affekt  ilişkisini 
sorgulayanlardan  biri  olarak  Eisenman  affekti  geleneksel 
anlamı
 ile 
kullanır ve mimarlıkta affektin önemine vurgu yapar.
 Eisenman (1993) da 
psikolojideki  çoğu  affekt  tanımlamasına  benzer  bir  tanımlama  yapar;  affekt  çok 
basitçe  bir  fiziksel  çevreye  verilen  duyusal  tepkidir.  Eisenma
n  “
affect
”  ve  “
effect


kıyaslar; ona göre
 bu iki kavram 
İngilizce’d
e sözcük olarak 
benzeyen ancak aslında 
oldukça farklı anlamlar ifade eden iki 
sözcüktür. Etkin olma (effect) bir nedenden ya 
da  etmenden  kaynaklanan  bir 
şeydir; 
m
imarlıkta  bir  nesne  ile  onun  işlevi  ya 
da 
anlamı  ile  olan  ilişkisidir  ve  bu  anlamda  Batı  mimarlığını  son 
iki  yüz
yıldır  domine 
eden bir düşüncedir. Fransız Devrimi’nden beri
 
mimarlık, politik, sosyal ve ekonomi

anlamda,  etkin  olmak 
ile  uğraşmıştır.
 
Eğer  iyi  ise
  etkindir  (effektiftir)
:  eğer  iyiyse
 
daha fazla insana hizmet sunar. Etkin olmaya 
dair en net örnek modern mimarlığın 
yararcı öğret
is
i olan: “form fon
ksiyonu izler
”dir. Bu öğr
eti sosyal olarak uygulanabilir 
ve 
canlı  olan  bir  programın  incelikle  işlenmesi  halinde  iyi  bir  mimari  sağlayacağını
 
iddia eder. Öte yandan, affekt
in iyi olma durumuyla zaruri bir ilişkisi yoktur. 
Affekt ve 
etkin  olma  (effect)  bir 
çok  bağlamda  karşılaştırabilir
.  Eisenma
n  aradaki  farkı 
anlamak için ö
zellikle de aracılı
 (mediated) çevreler
in incelenebileceğini öne sürer:
 
Ö
rneğin ben yabancı bir ülkede ders verdiğim zaman, herkes 
benim  kelimelerimin  teknik  bir 
tercümesini  kulaklıkla  dinler.  Bu  deneyim
,  mekan
ın  ‘şimdi  ve  burada’lığından  farklıdır:  
kulaklıklar  canlı  sesimin  affektini  yok  eder;  duygusunu,  canlılığını
  ve  ruhunu.  Bu  esnada 
çevirmen dinleyiciye çaresizce benim ne demek istediğimi anlatmaya çalışır. Ve 
önemli olan 
kesinlikle 
ne  demek  istediğim
dir
.  Dinleyici  söylediğimi
  anl
amak  zorunda  olduğunu 
hisseder…Fakat ben varlığımı; affektimi hissetmelerini isterim. Tıpkı 
derslerimdeki dinleyiciler 
gibi,  dünyanın  her  bir  yanında  kulaklıkla  müzik  dinleyerek  yürüyen  insanlar  da 
mekanda 
(space
) olmanın affektini kaybederler. Aracısız (
unmediated) uyarana verilen bireysel tepkinin 
kaybı bu 
fenomeni
n sonuçlarından biridir
(Eisenman, 1993, s.43) 
Eisenma
n’a  göre  başlangıcı  15  yy.’a  tekabül  eden  “mekanik  paradigma”  boyunca 
mimarlık güçlü bir iletişim ortamı/aracıdır (
media) ve hem affektif hem de effektiftir. 
Gotik katedrallerde ve hatta erken Rönesans kiliselerinde 
görülebileceği gibi yapılar 
hem gerçek anlamda yani barınma ve kuşatma işlevleri ile doğanın güçlerine karşı
 
fiziksel olarak ayakta durarak, hem de metaforik anlamda yani toplumun söyleminin 
(diskurunun) 
birebir  yansıması  olarak,  mekanik  paradigmanın 
sembolleridir.  Bu 
du
rum teosentrik dönemden antroposentrik döneme geçişle birlikte değişir. 18. yy’da 
Fransız Devrimi ile birlikte ortaya çıkan
 
yeni işlevler ve yeni kurumların 
yeni formlar 
aracılığıyla görünür kılınması için mimarlığa ihtiyaç duyul
ur. Kütüphane, hapishane, 
h
astane,  devlet  okulları  ve  sosyal  konut  projeleri
  gibi  yeni  bina  tipleri 
ortaya  çıkar. 

 
17
 
Ancak  bu  noktada  gereklilik  (necessity)  olarak 
mimarlık  öne  çıkar  yani  mimarlığın 
effektif  (etkinlik)  boyutu  daha  önemli  hale 
gelir.  Mimarlığın  nesnesi  ile  fiziksel 
prog
ram  arasındaki    ilişki  öncelikli  hale gelir,  iletişim  ortamı/aracı  (
mediating)  olma 
durumu 
ve sembolik işlevleri geri planda kalır. Bu nedenle  mimarlık güçlü bir iletişim 
aracı/ortam  olma  özelliğini  yitirir.  Toplumun  barınma
 
ve  diğer  ihtiyaçlarından 
kayna
klanan  işlevleri  sağlar  ancak  bu  işlevleri  daha  az  sembolize  etmeye  başlar

Kısacası  affektif 
boyutu  effektif 
boyutunun  arkasında  kalır. 
Eisenma
n’a  göre 
günümüzde mimarlık

zayıf bir iletişim ortamına/aracına dönüşmesinin yanında hem 
effektif  boyutunu  hem  de  affektif  boyutu
nu  yitirmiştir.  Eisenman’ın  bu  düşüncesine 
yani  mimarlığın  affektif  boyutunu  yitirdiği  görüşüne  katılın
mamakla  birlikte, 
Eisenma
n’ın bu  makalesi

mimarlık  ve affekt  ilişkisini  sorgulayan
  nadir  metinlerden 
biri  olduğu
  ve  genel  anlamda  affektin, 
genel  anlamda  mimarlık  için  önemini 
vurguladığı için
 aktar
ılma gereği duy
ul
muştur.
 
Yüklə 5,01 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin