Felsefe Dünyası
60
2. İnsana en yakın ve ona en belirli olan “ben” ile işaret ettiği kimliğidir
(hüviyet). Oysa düşünürler bu kimlik hakkında ihtilaf etmişlerdir. Kimi, bu gö-
rülen heykeldir, kimi bu heykele sirayet eden bir cisimdir, kimi kalpte parçala-
namayan bir cüz, kimi mizaç, kimi de düşünen nefistir (nefs-i natıka) demiştir.
İnsana en yakın ve ona en açık olanda durum böyle ise, en gizli ve ilgice en uzak
nesneleri bilmek mümkün olmaz.
Râzi’nin yukarıda zikredilen gerekçelere sırayla cevapları şöyledir:
1. Akıl yürütme nazaridir ve teselsül gerekmez. İki öncülün sonuç vermesi
zorunlu ise, iki öncül de ya doğrudan doğruya veya dolaylı olarak zorunludurlar.
Bu itirazcıya göre ilim zorunludur, zira zorunludan meydana gelen zorunludur.
Öyle ise zorunlu olarak bilinir ki meydana gelen ilimdir.
2. Tasavvur biliniyor, bilinmeyen tasdiktir. İstenen de tasdik (önerme)dir.
Kişi, onu bulduğu zaman bilinen tasavvurla, onu başkasından ayırt eder.
3. Duyunun yanıltmalarıyla buna karşılık verilebilir.
4. Biz bu iki cümleden meydana gelen şartlı önermeyi düşünürüz. İki cüm-
leden birinin diğerine gerekli olduğuna hükmetmek, her ikisine olan bilginin bu
gereklik ile hükmederken, hazır olmasını gerektirir. Bu ise iki bilginin bir anda
zihinde birleşebileceğini gösterir.
Râzi’nin ilahiyat konusundaki itirazlara cevabı ise şöyledir:
1. Farz edelim ki, bu mahiyetler hakikatlerine göre tasavvur edilemez, ama
hâdis olan şeylerle aralarındaki niteliklere göre tasavvur edilebilirler. Bu, tasdik-
lerin mümkün olduğunu göstermek için yeterlidir.
2. Zikredilen delil, bu ilmin elde edilmesinin zor olduğunu gösterir, yoksa
imkansız olduğunu değil.
92
Râzi, akıl yürütmenin ne olduğunu ortaya koyup, ondan bilginin meyda-
na gelmeyeceğini savunanların gerekçelerine ve onlara cevaplara yer verdikten
sonra akıl yürütmeyi yapan kişinin nitelikleri üzerinde durur. Ona göre akıl yü-
rütenin, sonucu bilmemesi gerekir. Çünkü akıl yürütme bir istektir. Elde olanı
istemek ise muhaldir. Bazen bir nesneyi biliriz, sonra ona ikinci bir delil getir-
meye bakarız, denemez. Çünkü burada istenen, kendisine delil getirilen olmayıp;
ikincisinin kendisine delil olmasıdır ki, bu bilinmiyor. Akıl yürüten cahil olma-
malıdır. Zira, cehalet sahibinin, kendisinin bilen olduğuna kesin kanaati vardır.
Bu, onu araştırmaya atılmaktan men eder.
93
92
Râzi, Kelam’a Giriş (el-Muhassal), s. 28-29; el-Muhassal, s. 41-42.
93
Râzi, el-Muhassal, s. 44.
61
Felsefe Dünyası
Râzi’ye göre bozuk bir akıl yürütme, Mu’tezileden ve Ehl-i Sünnet’ten
çoğunluğa göre cehaleti doğurmaz ve onu gerektirmez. Ancak kendisine göre
cehaleti gerektirebilir. Çünkü;
Kainat öncesizdir
Her öncesiz müessirden müstağnidir.
O halde kainat müessirden müstağnidir.
kıyasında yer alan ilk iki öncülden “kainatın bir müessirden müstağni ol-
duğu” sonucu açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu sonuca inanmamak imkansızdır. Do-
layısıyla bu kıyası kabul etmeyen cahildir.
94
Râzi, iki öncülün zihinde bulunmasının sonucu gerektirmeyebileceğini,
İbn Sînâ’dan örnek vererek ortaya koyar. Ona göre, iki öncül bilindikten sonra
onlardan doğru bir sonuç çıkmayabilir. Şöyle ki; birinin önünden karnı şişkince
bir katır geçtiğinde onun hamile olduğunu düşünmesi mümkündür. Oysa katırın
hamile kalmadığı tecrübe ile sabittir.
95
Aynı örnek üzerinde Gazâlî de durmakta-
dır. Gazâlî, konuyla ilgili şöyle bir diyaloga yer verir:
Biri
: Bu katır hamiledir.
Gazâlî : Katırın kısır olduğunu ve doğurmayacağını bilmiyor musun?
Biri
: Evet, bunu tecrübe ile biliyorum.
Gazâlî : Bu geçenin katır olduğundan emin misin?
Biri
: Evet, o katırdır. Bunu his ve müşahede ile biliyorum.
Gazâlî : Şimdi onun hamile olmadığını biliyor musun?
Gazâlî’ye göre biri tecrübeye dayanan, diğeri de hissî olan iki öncülü bil-
dikten sonra o kimsenin, katırın hamile olmadığı hususunda şüpheye düşmesi
mümkün değildir.
96
Râzi, el-Muhassal adlı esrinde klasik mantık kitaplarında akıl yürütme-
nin çeşitleri olarak ele alınan kıyas, tümevarım ve analojiyi, “delil” başlığı al-
tından kısaca ele almaktadır. Ona göre delil, kendisinin bilinmesinden medlulün
var olduğunun bilinmesi gereken şeydir. Delil; akıl, nakil ve hem akıl hem de
nakilden meydana gelebilir. Aklî delil ve akıl ile nakilden meydana gelen delil
ilim ifade eder. Naklî delil rivayete dayanmaktadır. Delil olarak kabul edilebil-
mesi için naklî haberin doğruluğunun akılla bilinmesi gerekir. Sağlıklı bir akıl
yürütme kesin bilgi elde etmeyi gerektirir. Çünkü iki öncülün bulunması halinde
94
Râzi, age., s. 49.
95
Râzi, age., aynı yer.
96 Gazâlî, el-Mustasfa I, Mısır h. 1322, s. 53; Mi’yaru’l-ilm, (nşr. S. Dünya), Kahire 1961, s. 238.
Bk. İbrahim Çapak, Gazâlî’nin Mantık Anlayışı, Ankara 2005, s. 198.
Felsefe Dünyası
62
sonucun bulunmaması imkânsızdır.
97
Yukarıda da ifade edildiği gibi Râzi’ye göre
aklî deliller; kıyas, tümevarım ve analoji olmak üzere üçe ayrılır. Bir nesneyi bir
nesneye delil getirdiğimizde biri diğerinden ya daha genel ya da daha özel olur.
Geneli özele delil getirmeğe kıyas, özeli genele delil getirmeye ise tümevarım
denir.
98
Bir şey diğerinden daha genel veya özel değil ise bu durumda, ancak her
ikisinin ortak bir nitelikte buluşmaları halinde, ortaklık noktası olarak iki suretin
birinde hükmün sabit olmasına delil getirilir, sonra hükmün öbür surette de sabit
olduğuna delil getirilir ki buna da analoji denir.
99
Sonuç
Ehl-i Sünnet savunucusu olan Râzi, İslâm düşüncesi tarihinde kelam ve
felsefeyi en iyi şekilde mezceden ilk filozoftur. Ehl-i Sünnet’in ilk kelamcıları,
Grek mahsulü olduğu gerekçesiyle mantık ve felsefeyi dolayısıyla Aristoteles ve
onun çizgisini takip eden filozofları eleştirerek, onlara karşı bir çok reddiye yaz-
mışlardır. Gazâlî ve Râzi’yla beraber durum, tamamen değişmiştir. Çünkü Grek
felsefesini tamamıyla reddeden kelamcıların ve bu felsefeyi harfi harfine benim-
seyen Meşşaî filozofların tersine Râzi, bu felsefeyi birçok noktada eleştirirken,
bir çok noktada da kabul etmiştir.
Râzi’nin mantık tarihindeki önemi, mantığı bağımsız bir ilim olarak ka-
bul etmesi, onu sistemli bir şekilde kullanmasından gelmektedir. İbn Sînâ ve
Gazâlî’nin eserlerinin etkisi ile felsefeyle ilgilenmeye başlayan Râzi, bir süre son-
ra bu konuda tam bir otorite kabul edilebilecek duruma gelmiştir. Râzi, mantık ve
felsefe ile ilgili eserlerinde doğrudan Grek filozoflarının eserlerine dayanmamış,
kendisinden önceki Müslüman filozoflardan istifade etmiştir. Ayrıca o Gazâlî’den
sonra İslâmi ilimler özellikle de kelam için mantığı çok önemsemiştir. Bağımsız
mantık eserleri yazmanın yanı sıra, doğrudan mantık ile ilgili olmayan eserlerin-
de de mantığa yer vermiştir. Gazâlî’nin “mantık bilmeyenin ilmine güvenilmez”
prensibini en ileri safhaya götürmüş ve mantığı bağımsız bir ilim olarak kabul
etmiştir. Râzi, mantık ve felsefe ile ilgili konuları işlerken önce filozofların sonra
da kelamcıların görüşlerine yer verir. Örneğin kategorilerle ilgili Aristoteles’in
anlayışına uygun olarak on kategoriyi zikretmekte daha sonra da kelamcıların
97
Râzi, el-Muhassal, s. 50-51; Süleyman Uludağ, age., s. 125. İbrahim Çapak, agm., s.
119 vd..
98 Râzi, el-Muhassal, s. 52. Bkz. Şerhu’l-işarat ve’t-tenbihat, 271 vd. Kıyas ve Tümevarım
için bkz. Tahir Yaren, Kıyasların Yapısı, Ankara 2003, s. 14 vd.; Jean Nicod, Tümevarımın
Mantıksal Problemi (Çev. Tahir Yaren), Ankara 2003, s. 16 vd.
99 Analoji için bkz. Necati Öner, age., s. 173; Necip Taylan, Mantık Tarihçesi Problemleri, İstanbul
1996, s. 148; İbrahim Çapak, age., s. 227; “Fahreddin Râzi’nin İslâm Mantık Tarihindeki Önemi
ve Bazı Mantık Konuları Hakkındaki Görüşleri”, Dinî Araştırmalar, 2005, cilt: VIII, sayı: 23, s.
111-126
63
Felsefe Dünyası
bunlardan izafetli olanları kabul etmediklerini belirtmektedir. Bu arada katılma-
dığı yerler varsa bunlara da dikkate çekmektedir. Kısaca ifade etmek gerekirse
Râzi, iyi bir sistemcidir. Ayrıca o, Gazâlî’nin çizgisini takip eden iyi bir mantıkçı
ve kelamcıdır.
Râzi, her ne kadar doğrudan Grek eserlerinden faydalanmıyorsa da, mantık
konularında nihaî olarak Aristoteles çizgisini takip etmektedir. Çünkü akıl yürüt-
me, dolayısıyla delil çeşitleri yani kıyas, tümevarım; ayrıca tanım ve kategoriler
konusunda ortaya koyduğu bilgiler, Aristoteles’inki ile paralellik arz etmektedir.
Bu durum Râzi’nin, Fârâbî ve İbn Sina’dan ne kadar etkilendiğinin göstergesidir.
Râzi, mantıkla ilgili bir çok eser ortaya koyarak mantık ilminin hem alet hem de
ilim olduğu üzerinde durmuş, ister bir alet olarak isterse ilim olarak kabul edilsin
mantığın diğer ilimlerden önce öğrenilmesi gerektiğine dikkat çekmiştir.
Dostları ilə paylaş: |