“Gerçekten de bu silahı kendime doğrultmak istiyorsam beni kim, ne hakla durdurabilir ki? Bütün
umutlarım yıkılmış, kalbim kırılmışsa, yeryüzünde beni yaşama bağlayacak hiçbir şey kalmamışsa, hayat
bana bundan sonra acıdan
başka bir şey sunmayacaksa, böylesi acınası bir yaşamı sona erdirmekten beni
kim alıkoyabilir? Siz mi sayın Kont?”
“Evet, ben,” dedi Kont.
“Siz! Saçma vaatlerinizle beni kandırdınız! Monte Cristo Kontu, sahte kurtarıcı! Dostunuzun ölümüne
tanık olacaksınız!”
Delice bir kahkahayla masaya doğru gidip silahlarını almaya yeltendi.
Kont elini silahların üzerine koyarak, “Bir
kez daha söylüyorum, kendinizi öldürmeyeceksiniz!” dedi.
“Siz kim oluyorsunuz da özgür ve aklı başında bir adama ne yapması gerektiğini söylüyorsunuz?”
“Ben kim miyim? Ben, babanız da sizin gibi canına kıymayı düşündüğünde onu kurtaran adamım! Ben,
kız kardeşinize ipek çantayı, babanıza da Firavun’u gönderen adamım! Ben, Edmond Dantes’yim!”
Morrel olduğu yerde titremeye başlamıştı. Bütün gücü çekilmiş, kendini Kont’un ayakları dibine
atmıştı. Sonra birden ayağa kalkarak odadan çıktı ve bütün gücüyle bağırdı:
“Julie! Emmanuel!”
Maximilian’ın sesini işiten herkes yukarı çıktı. Morrel kardeşinin elini tuttu. “Dizlerinin üzerine çök
kardeşim! Çünkü karşında babamızı kurtaran adam duruyor! Bu adam…” Morrel “Edmond Dantes”
diyecekti, ama Kont onu durdurdu. Julie Kont’un boynuna sarıldı, Emmanuel de ona sarılmıştı. Odada bir
süre ağlama seslerinden başka bir şey işitilmedi.
Sonunda Kont, Julie ile Emmanuel’in ellerini tutarak şöyle dedi: “Dostlarım, Maximilian’la
biraz
yalnız kalmam gerek.”
Yalnız kaldıklarında Maximilian’a dönerek, “Dostum,” dedi, “yapmayı düşündüğünüz şey bir
Hristiyana yakışmayacak bir davranıştır.”
“Merak etmeyin, canıma kıymayacağım. Nasıl olsa kederimden ölürüm!”
“Umudu elden bırakmamalısınız dostum!”
“Ah! Beni Valentine’i tekrar göreceğime inandırmaya çalışmayacaksınız değil mi?”
Kont hiçbir şey söylemeden gülümsedi.
“Ah, benimle oyun oynuyorsunuz! Tıpkı çocuğunu üzgün görmeye dayanamayıp onu boş sözlerle
avutmaya çalışan bencil bir anne gibisiniz. Hayır dostum, acımı o kadar derinlere gömeceğim ki bana
acıyamayaksınız. Hoşça kalın dostum, hoşça kalın!”
“Tersine,”
dedi Kont, “Bundan sonra benimle yaşayacak, benim yanımdan ayrılmayacaksınız. Bir hafta
içinde ikimiz birlikte Paris’i ardımızda bırakmış olacağız.”
“Bana hâlâ umut etmemi mi söylüyorsunuz?”
“Evet dostum, çünkü derdinize çare olacak bir yol biliyorum. Eğer bir ay içinde sizi eski neşenize
kavuşturamayacak olursam, ölümü size kendi ellerimle sunacağım. Size Valentine’i öldüren zehirden çok
daha etkili bir zehir vereceğim.”
“Söz verir misiniz?”
“Yemin
bile edebilirim,” dedi Kont, Maximilian’a elini uzatarak. “Bugünün 5 Eylül olduğunun bilmem
farkında mısınız? Babanız da on yıl önce bugün yaşamına son vermek istemişti.”
Kont Morrel’i kendine çekip ona sarıldı. Bir süre birbirlerine sarılmış olarak kaldılar.
“Bugünden başlayarak benimle birlikte yaşıyorsunuz; Hayde’nin odasını kullanabilirsiniz, böylece
kızımın yerinde oğlum kalıyor olur.”
“Hayde nerede?”
“Dün gece Paris’ten ayrıldı.”
“Sizi terk mi etti?”
“Beni bekliyor olacak… Eşyanızı toparlayıp
evime gelin, ben de artık kimselere görünmeden çıkayım.”