Monte Cristo Kontu (epsilon)



Yüklə 0,64 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə35/44
tarix02.01.2022
ölçüsü0,64 Mb.
#37205
1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   ...   44
3913-Monte Cristo Kontu-Alexandre Dumas-Elchin Gen-2002-133s

OTUZ İKİNCİ BÖLÜM
Morrel, Monte Cristo’dan ayrıldıktan sonra Villefortların evine gitti. Valentine’i haftada iki kez ziyaret
etmesi kararlaştırılmıştı. Valentine büyükbabasıyla birlikte onu bekliyordu. Opera’daki olayları duymuştu.
Maximilian’ın Kont’u yalnız bırakmayacağını tahmin ettiğinden merakla haberleri bekliyordu. Morrel ona
iyi haberi verdiğinde genç kız epey rahatladı.
“Artık  kendi  işlerimize  dönebiliriz,”  dedi  Valentine.  “Büyükbabamın  bu  evden  ayrılmak  istediğini
biliyorsun.  Buna  mazaret  olarak  gösterdiği  nedenden  haberin  var  mı?  Buranın  havasının  bana
yaramadığını söylüyor.”
“Haksız sayılmaz, bugünlerde pek solgun görünüyorsun,” dedi Morrel.
“Olabilir, ama büyükbabam sağ olsun, son günlerde bana doktorluk yapıyor. Birkaç gün içinde beni iyi
edeceğine eminim.”
“O halde gerçekten hastasın!”
“Ah,  hastalık  bile  denmez,  sadece  kendimi  biraz  kötü  hissediyorum  o  kadar.  Büyükbabam  bana  kendi
ilaçlarından veriyor. Ona kalırsa bu bir panzehirmiş.”
“İyi ama o ilaç sadece büyükbabanın içmesi için hazırlanmamış mıydı?”
“Evet öyle, zaten çok da acı bir tadı var. Artık ne içsem o acı tadı alıyorum.”
Noirtier soran gözlerle Valentine’e baktı.
“Evet büyükbaba, hatta az önce şekerli su içeyim dedim, yine o acı tat vardı, yarısını bırakmak zorunda
kaldım.”
Noirtier  bir  şey  söylemek  istediğini  belirten  bir  işaret  yaptı.  Valentine  kalkıp  sözlüğü  almaya
niyetlendi, ama tam o sırada korkunç bir acı içinde karnını tutarak sandalyesine çöktü; kolları kasıldı ve
hareketsiz kaldı.
Noirtier’nin  gözlerindeki  dehşetli  ifadeyi  gören  Morrel  yardım  çağırması  gerektiğini  anlayarak
Valentine’in  odasındaki  hizmetçiyle  Barois’nın  yerine  gelen  uşağı  çağırdı.  Uşakla  hizmetçi  odaya  girer
girmez  çığlığı  bastılar.  Bu  sesleri  işiten  Villefort  çalışma  odasından  seslenerek  Noirtier’nin  odasına
koştu: “Ne oluyor?”
Morrel hemen yan odaya saklandı. Valentine’in durumunu gören Villefort bağırmaya başladı: “Doktor!
Bay d’Avrigny! Aman Tanrım, gidip onu getirmem gerek!”
Morrel diğer kapıdan çıkmıştı. Birden Villefort ile doktorun yaptığı konuşmayı hatırladı. Valentine’in
gösterdiği  belirtiler  de,  Barois’nınki  kadar  ağır  olmasa  da,  aynıydı.  Sonra  hemen  Monte  Cristo’nun
sözlerini  anımsadı:  “Yardıma  ihtiyacın  olduğu  zaman  mutlaka  bana  gel,”  demişti  Kont  ona.  Maximilian
hemen Kont’un evine koştu.
Bu  arada  Villefort  da  doktorun  evine  varmış,  çılgınlar  gibi  kapıyı  çalıyordu.  Uşağın  bir  şey
söylemesine fırsat vermeden yukarı çıkmıştı bile.
“Doktor,” diye bağırdı çalışma odasına dalarak, “evim lanetlendi!”
Doktor  bakışlarıyla  “Size  söylemiştim!”  der  gibiydi,  ama  dudaklarından  şu  sözler  çıktı:  “şimdi  sıra
kimde?”
“Kızım, Valentine!”


“Kızınız mı?” dedi doktor şaşırarak.
“Gördünüz mü, yanılmışsınız işte! Lütfen doktor, kızıma yardım edin! Bu kez suçluları kendi ellerimle
cezalandıracağımdan emin olabilirsiniz!”
Villefort doktorla birlikte arabasına binerek eve döndüğü sırada Morrel de Kont’un evine varmıştı.
“Sorun nedir Maximilian?” dedi Kont, Morrel’i ter içinde görünce.
“Ah, yardımınıza ihtiyacım var, daha doğrusu Tanrı’nın yardımına!”
“Dinliyorum,” dedi Kont.
“O halde başlıyorum. Bir akşam birinin bahçesinde saklanmak zorunda kalmıştım ve yanımdan geçen
iki  kişinin,  adlarını  şimdilik  gizli  tutsam  iyi  olacak,  konuşmasına  kulak  misafiri  oldum.  Bahçenin
sahibinin evinde biri ölmüştü. Konuştuğu diğer adam doktordu ve kendisi bir ay içinde aniden gelen bu iki
ölüm konusundaki endişelerinden söz ediyordu.”
“Neden endişeleniyordu?”
“Doktor bu ölümlerin nedeninin…”
“Evet?”
“…ancak zehirlenmeye bağlanabileceğini söylüyordu.”
“Gerçekten mi?” dedi Kont hafifçe öksürerek.
“Evet. Doktor buna benzer bir olayın daha yaşanması halinde sessiz kalamayacağını söylemişti. Bunun
ardından  üçüncü  bir  ölüm  daha  oldu,  ama  ne  doktor  ne  de  ev  sahibi  bu  konuda  bir  şey  yaptı.  şimdi
dördüncü bir ölüm sırada bekliyor ve ben ne yapmam gerektiğini bilmiyorum.”
“Dostum,”  dedi  Kont,  “Tanrı’nın  işini  Tanrı’ya  bırakmalısın.  Belli  ki  Tanrı  o  evi  lanetlemiş,  bu  işe
karışmak bize düşmez. Üç ay önce Bay Saint-Meran öldü, ardından Bayan Saint-Meran ile Barois. şimdi
de sıra yaşlı Noirtier’de ya da Valentine’de, öyle değil mi?”
“Bütün bunlardan haberiniz vardı demek! Bunca zaman neden sustunuz?”
“Beni ilgilendirmeyen işlere karışmam da ondan. O insanları tanımam bile.”
“Ama ben… ben onu seviyorum!” diye bağırdı Morrel.
“Kimi seviyorsunuz?” dedi Kont ayağa fırlayıp Morrel’in ellerine sarılarak.
“Valentine’i!  Tanrım,  onun  bir  tek  gözyaşı  için  kanımı  akıtmaya  hazırım!  şimdi  onu  öldürüyorlar,
anlıyor musunuz? Onu kurtarmama yardım etmelisiniz.”
Bu  sözleri  işiten  Kont  gözlerini  kapatıp  birkaç  saniye  hiçbir  şey  söylemeden  kaldı.  Bu  iç
hesaplaşmanın ardından başını kaldırarak Morrel’e baktı.
“Tamam,” dedi, “sana yardım edeceğim. Güçlü olmalı, umudunu yitirmemelisin, çünkü ben yanındayım.
Henüz  gün  bitmedi;  bana  bu  kadar  erken  geldiğin  için  talihlisin.  Valentine  bugün  ölmediyse,  onu
kurtaracağım!  şimdi  evine  dön  Maximilian,  acını  kimseye  belli  etme  ve  hiçbir  şey  yapma.  Sana  iyi
haberlerle geleceğim. Git!”
“Kont, bu sakinliğiniz beni korkutuyor. Ölümü yenecek bir güce mi sahipsiniz? İnsanüstü güçleriniz mi
var? Yoksa siz bir melek misiniz?”
“Çok şey yapabilirim dostum,” diye yanıtladı Kont. “Artık gidin, yalnız kalmalıyım.”
Morrel direnmeye bile çalışmadan Kont’un elini sıkarak çıktı.
Villefort  ile  doktor  eve  vardıklarında  Valentine  hâlâ  kendine  gelmemişti.  Doktor  hemen  gerekli
incelemeleri  yapmaya  başladı.  Villefort  da  doktorun  her  hareketini  izliyor,  incelemenin  sonucunu
bekliyordu.  Noirtier  de  olan  gücüyle  olup  biteni  kaçırmamaya  çalışıyordu.  Sonunda  d’Avringy  konuştu.


“Yaşıyor!”
“Kurtuldu mu yani?” diye sordu Bay Villefort.
“Yaşadığına göre, evet,” dedi doktor. “Valentine’in hizmetçisini çağırır mısınız?”
Villefort kızının başından ayrılıp hizmetçiyi aramaya gitti. O sırada doktor, Bay Noirtier’nin kendisine
bir şey söylemeye çalıştığını görerek kapıyı kapattı.
“Bana söylemek istediğiniz bir şey mi var?” diye sordu doktor yaşlı adama.
“Evet,” diye işaret etti yaşlı adam.
“Yalnızca benim duymam gereken bir şey mi?”
“Evet.”
“Tamam, işim bittikten sonra sizinle kalacağım,” dedi doktor.
Villefort hizmetçiyle birlikte geri döndü, arkasında da Bayan Villefort vardı.
“Zavallı  çocuğa  ne  oldu  böyle?”  diyerek  gözyaşları  içinde  Valentine’in  yanı  başına  gelen  Bayan
Villefort, iyi bir anne gibi davranmak için elinden geleni yapıyordu.
Bay  d’Avringy  Noirtier’ye  bakmayı  sürdürüyordu.  Bayan  Villefort’u  gören  yaşlı  adamın  gözleri
büyüdü, yüzü sarardı ve alnında iri ter damlaları birikti.
“Ah,” dedi doktor farkında olmadan, yaşlı adamın gözlerini izleyip Bayan Villefort’u görünce. O sırada
Bayan  Villefort  Valentine’in  kendi  odasında  daha  rahat  edeceğini  söyleyerek  hizmetçiyle  birlikte  onu
odasına taşıyordu. Valentine kendine gelmişti, ama hâlâ konuşmakta güçlük çekiyordu. Doktor Villefort’a
eczacıya gidip yazdığı ilacı hazırlatmasını, ilaç hazırlanırken de başından ayrılmamasını söyledi. Evdeki
herkese,  Valentine’e  yiyecek  ya  da  içecek  hiçbir  şey  vermemelerini  emretti.  Daha  sonra  Noirtier’nin
yanına dönerek kapıyı kapattı.
“Artık yalnızız,” dedi. “Bana söyleyecekleriniz torununuzun hastalığıyla mı ilgili?”
“Evet.”
“Yitirecek vaktimiz yok. Ben soracağım, siz de yanıt vereceksiniz.”
Yaşlı adam doktoru başıyla onayladı.
“Valentine’in başına gelenleri önceden sezmiş miydiniz?”
“Evet.”
“Barois ölürken yanındaydınız. Neden öldüğünü biliyor musunuz?”
“Evet.”
“Siz de Barois’nın zehirlenmiş olduğunu fark ettiniz mi?”
“Evet.”
“Öldürülmek istenen kişinin Barois olduğunu düşünüyor musunuz?”
“Hayır.”
“Hedeflenen kişi sizce torununuz muydu?”
“Evet.”
“Valentine’in katilin planlarına yenik düşeceğine inanıyor musunuz?”
“Hayır,” diye başını salladı Noirtier zafer dolu bir edayla.
“Katilin bu işe bir son vereceğini mi düşünüyorsunuz?”
“Hayır.”
“O halde Valentine zehirden etkilenmeyecek.”
“Evet.”


“Bunu nasıl başarmayı düşünüyorsunuz?”
Noirtier gözlerini bir noktaya dikti; d’Avringy yaşlı adamın gözlerini izlediğinde ilaç kutularını işaret
ettiğini gördü.
“Ha, ha!” dedi doktor. “Torununuzun zehre karşı bağışıklık kazanmasını sağladınız, değil mi?”
“Evet,” dedi Noirtier.
“Her gün dozu biraz daha artırdınız, değil mi?”
“Evet,” dedi Noirtier gözleri parlayarak.
“İlacınıza brusin kattığımı biliyordunuz ve zehrin etkisini ortadan kaldırmak için ona kendi ilacınızdan
verdiniz. Harika! Valentine’in şu an yaşıyor olmasını size borçluyuz.”
O sırada içeri Villefort girdi.
“İşte benden istediğinizi getirdim, hazırlanırken bir dakika bile başından ayrılmadım,” dedi eczacıdan
aldığı ilacı doktora vererek.
Doktor  ilacı  dudaklarına  götürüp  tadına  baktıktan  sonra,  “Tamam,”  dedi.  “şimdi  Valentine’in  yanına
gidelim. Ev halkına vermem gereken talimatlar var. Herkesin bunlara uymasını sağlamalısınız.”
Doktor, Valentine’in yanına döndüğü sırada, İtalyan bir rahip Villefortların bitişiğindeki evi kiralamaya
geldi. Evin eski sahiplerinin evden çıkmaya nasıl ikna oldukları bir merak konusuydu; ama binanın eski
olduğu,  bakıma  ihtiyaç  duyduğu  buna  karşın  rahibin  akşam  saat  beşte  mobilyalarıyla  birlikte  eve
taşınmakta tereddüt etmediği biliniyordu.
Aynı gece evin önünden geçen insanlar, bu eski evin içinde onlarca işçinin çalışmakta olduğunu görerek
şaşırmışlardı. Evi yenilemekte olan bu yeni kiracı, Rahip Busoni’den başkası değildi.
Valentine  yatağından  çıkamıyordu.  Gece  boyunca  hasta  beyni  türlü  düşüncelerle  doluyor,  gözlerinin
önünden  tuhaf  şekiller  geçiyordu.  Gündüz  olunca  büyükbabasının  varlığı  onu  kendine  getiriyordu.  Bay
Noirtier  her  sabah  torununun  yanına  gidip  bir  iki  saat  onunla  kalıyordu.  Bay  Villefort  da  mahkemeden
döner  dönmez  babasıyla  kızını  ziyaret  ediyordu.  Akşam  sekizde  Bay  d’Avrigny,  Valentine’in  ilacını
vermeye  geldi.  Doktor,  genç  kıza  bakan  hemşireye,  Valentine  uyuyana  dek  başında  bekledikten  sonra
kapıyı  kilitleyip  anahtarı  Bay  Villefort’a  götürmesini  tembihlemişti.  Valentine  uykuya  dalınca  hemşire
yavaşça  kapıyı  kilitleyip  anahtarları  götürdü,  böylece  odaya  Bayan  Villefort  ile  Edward’ın  kaldığı  oda
dışında hiçbir giriş kalmamıştı.
Morrel  de  her  sabah  Bay  Noirtier’ye  uğrayarak  Valentine’in  durumu  hakkında  bilgi  alıyordu.  şiddetli
sinir nöbetleri geçirmesine karşın Valentine giderek iyileşiyordu. Hem zaten Kont da kendisine genç kızın
yaşayacağına dair güvence vermişti; bu nedenle Morrel’in endişeleri de giderek azalıyordu.
Valentine  bu  sinir  nöbetlerine  özellikle  geceleri  yakalanıyordu.  Gözünün  önünden  tuhaf  gölgeler
geçiyor,  genç  kız  kimi  zaman  üvey  annesinin  kendisini  tehdit  ettiğini,  kimi  zaman  da  Maximilian’ın
kollarını açarak ona doğru geldiğini görüyordu. Hatta bir keresinde Monte Cristo Kontu’nu bile görmüştü.
Bir  akşam  hemşire  her  zamanki  gibi  doktorun  hazırladığı  ilacı  genç  kızın  başucuna  koyup  kapıyı
kilitleyerek  odadan  çıkmıştı  ki  beklenmedik  bir  olay  oldu.  Hemşire  çıktıktan  yaklaşık  on  dakika  sonra
Valentine,  şöminenin  yanındaki  kütüphanenin  kapısının  en  küçük  bir  ses  çıkarmaksızın  açıldığını  gördü.
Bunun  da  her  zaman  gördüğü  o  yanılsamalardan  biri  olduğunu  sandı,  bu  nedenle  hiç  şaşırmadı.  Sonra
açılan  kapıdan  odaya  giren  bir  adam  Valentine’in  başucuna  yaklaştı.  Valentine  bu  görüntülere  o  kadar
alışmıştı  ki  yine  Morrel’i  göreceğini  sanıyordu.  Ama  figür  yaklaştıkça  bunun  Morrel  olmadığını  anladı.
Sessizce  genç  kızın  başucundaki  bardağı  alan  adam  ışığa  doğru  giderek  sıvıdan  bir  yudum  alıp  tadına
baktı. Valentine gördüğü şeyin biraz sonra yerini başka bir görüntüye bırakmasını bekliyordu, ama adam
yitip  gitmek  bir  yana  Valentine’in  yanına  gelip  bardağı  kendisine  uzatarak  son  derece  gerçek  bir  sesle,
“şimdi  içebilirsin,”  dedi.  Valentine  bu  kez  şaşırmıştı,  çünkü  her  geceki  görüntülerden  farklı  olarak  bu


adam  kendisiyle  konuşmuştu.  Tam  çığlık  atacağı  sırada  adam  parmağını  dudağına  götürerek  ses
çıkarmamasını işaret etti.
“Monte Cristo Kontu,” diye fısıldadı Valentine.
“Korkmayın  ve  sakın  kimseyi  çağırmayın,”  dedi  Kont.  “Karşınızda  gördüğünüz  adam  size  en  yakın
dostunuzdan daha sadıktır. Beni dinleyin ya da daha doğrusu bana bakın. Gözlerimin ne kadar kızarmış,
yüzümün ne kadar solmuş olduğunu görüyor musunuz? Bunun nedeni son dört gecedir gözümü kırpmadan
şu  kapının  ardından  sizi  gözlüyor  olmam,  çünkü  dostumuz  Maximilian’a  sizi  koruyacağıma  dair  söz
verdim.”
“Maximilian! O halde size aramızdaki her şeyi anlatmış olmalı.”
“Evet, ben de ona sizi yaşatacağıma söz verdim.”
“Beni yaşatmak mı? Yoksa siz de doktor musunuz?”
“Evet hanımefendi, inanın Tanrı’nın size gönderebileceği en iyi doktorum.”
“Dört gecedir nerede saklanıyordunuz?”
“şu kapının arkasında,” dedi Kont. “Kapının açıldığı evi yeni kiraladım.”
Kont biraz durakladıktan sonra: “Dinleyin,” dedi. “Bu dört gece boyunca odanıza giren insanları, size
hazırlanan  yemekleri,  içecekleri  izledim.  İçeceğinizde  tehlikeli  bir  şey  bulunduğundan  kuşkulandığımda
şimdi yaptığım gibi odaya girip bardağınızı boşaltarak zehrin yerine ilaç koydum.”
“Zehir mi? Neden söz ediyorsunuz?”
Kont cebinden küçük bir şişe çıkararak Valentine’in bardağına içindeki kırmızı sıvıdan damlattı. “Bunu
içtikten sonra bu gece başka hiçbir şey içmeyin,” dedi. “Son dört gecedir yaşamanızı sağlayan şey buydu.
Kapının  arkasında  durup  bardağınıza  zehrin  boşaltılışını  izlerken  ne  büyük  işkenceler  çektiğimi
anlatamam, ben yetişemeden zehri içeceğinizden o kadar korkuyordum ki!”
“Bardağıma  zehir  konduğunu  gördüğünüze  göre  bunu  yapanın  kim  olduğunu  da  görmiş  olmalısınız,”
dedi Valentine.
“Evet, gördüm.”
“Tanrım!  Babamın  evinde,  hasta  yatağımda  yatarken  birilerinin  beni  öldürmeğe  çalıştığını  mı
söylüyorsunuz? Bu olanaksız!”
“Bu  acımasız  katilin  ilk  kurbanı  siz  değilsiniz  Bayan  Valentine,”  dedi  Kont.  “Bay  ve  Bayan  Saint-
Meran’ı, gözlerinizin önünde ölen zavallı Barois’yı anımsayın. Doktorun kendisi için hazırladığı ilaçlar
sayesinde zehre karşı bağışıklık kazanmış olmasa büyükbabanız da aynı şekilde ölecekti.”
“Demek bu yüzden büyükbabam son bir aydır kendi içtiği içeceklerden içmemi istiyordu, öyle mi?”
“Bu içeceklerin acı bir tadı var mıydı?”
“Evet.”
“Bu her şeyi açıklıyor. Büyükbabanız bu evde olup bitenlerin farkına varmış, sizi korumak için zehre
alışmanızı sağlamış.”
“Peki beni öldürmek isteyen bu… bu katil kim?”
“Onu bu akşam göreceksiniz.”
“Nasıl?”
“Bu  akşam  size  verdiğim  ilaç  sayesinde  sinir  nöbetine  yakalanmayacak,  odanızda  olup  biten  her  şeyi
görebileceksiniz. Gece yarısı olmak üzere, katiller için en uygun zamandır bu. Bütün cesaretinizi toplayın;
dudaklarınızın arasından en ufak bir sesin bile çıkmasına izin vermeyin. Onu göreceksiniz.”
Valentine Kontun elini tutarak: “Bir ses duydum,” dedi. “Çabuk, gidin!”


“Hoşça  kalın,”  dedi  Kont  gülümseyerek,  sonra  parmaklarının  ucuna  basarak  kütüphanenin  arkasına
saklandı.  Kapıyı  kapatmadan  önce  bir  kez  daha  dönerek,  “Unutmayın,  uyur  gibi  yapacaksınız,”  diye
ekledi.
Valentine  artık  yalnızdı.  Kafasından  türlü  düşünceler  geçiyordu.  Neden  biri  kendisini  öldürmek
istesindi  ki?  Kime  ne  zararı  dokunmuştu?  Ya  Kont  bir  dahaki  sefere  vaktinde  yetişemeyip  ona  yardım
edemeseydi? Ya Maximilian’ı bir daha göremeyecek olsaydı?
Aradan yarım saat geçmişti; Valentine’in kafası bu düşüncelerle meşgulken birden Edward’ın kalmakta
olduğu karşı odada yerin gıcırdadığını işitti. Dirseğinin üzerinde dikilip dinlemeye çalıştı, tam o sırada
birinin  odasına  geldiğini  anlayarak  çabucak  yatıp  gözlerini  kapattı.  Bütün  gücünü  toplayıp  derin
uykudaymışçasına soluğunu yavaşlatmaya çalıştı.
“Valentine,” dedi bir ses.
Genç kız korkuyla ürperdi, ama hiç ses çıkarmadı.
“Valentine,” dedi tekrar aynı ses.
Yine aynı sessizlik. Valentine uyanmayacağına söz vermişti. Artık odada işitilen tek ses, Valentine’in az
önce  boşaltmış  olduğu  bardağa  dökülen  sıvının  sesiydi.  Valentine  bütün  cesaretini  toplayarak  gözlerini
araladığında  beyaz  bir  sabahlık  giymiş  bir  kadının  bardağına  bir  şeyler  koyduğunu  gördü.  Bayan
Villefort’tu bu!
Valentine,  gelenin  üvey  annesi  olduğunu  anlayınca  öylesine  şiddetle  titredi  ki  Bayan  Villefort  olduğu
yerde bir adım gerileyerek yatağın arkasındaki duvara yaslandı. Perdenin arkasında bir süre Valentine’i
dinledikten  sonra,  onun  düzenli  soluğunu  işitince  uyuduğuna  karar  verip  sıvının  geri  kalanını  da  kızın
bardağına boşalttı. Ardından öylesine sessiz bir şekilde odayı terk etti ki, Valentine onun gittiğinden emin
olamadı.  Az  sonra  kütüphanenin  arkasından  gelen  sesler  genç  kızı  şaşkınlığından  uyandırdı.  Yavaşça
açılan kapının arkasından Monte Cristo Kontu göründü.
“Evet?” dedi Kont. “Hâlâ bir kuşkunuz var mı?”
“Buna inanamıyorum! Ne yapacağım ben şimdi? Evi mi terk edeceğim?”
“Valentine,  peşinizdeki  kişi  sizi  hiçbir  yerde  rahat  bırakmayacaktır.  Uşaklarınızı  parayla  kandıracak,
gittiğiniz  her  yerde  sizi  izleyecektir.  Ölüm  türlü  kılıklar  altında  ardınızda  olacaktır,  içtiğiniz  suda,
yediğiniz yemekte, her yerde.”
“Ama büyükbabam sayesinde zehre karşı bağışıklık kazandığımı söylemiştiniz.”
“Sadece bir tek çeşidine karşı. Zehrin türü kolayca değiştirebilir. Eminim katil de bunu akıl etmiştir.”
Kont bardağı alıp dudaklarına götürdü.
“Yanılmamışım. Artık katil sizi brusinle zehirlemekten vazgeçmiş, basit bir uyuşturucu kullanmış. Bunu
içmiş olsaydınız şu ana kadar çoktan ölmüş olurdunuz.”
“Ah Tanrım! İyi ama neden? Bu kadına hiçbir zararım dokunmadı ki!”
“Çünkü zenginsiniz Valentine; büyükbabanızın bütün mirası size kalacak ve küçük Edward bu paradan
pay alamayacak.”
“Ah, zavallı çocuk! Bütün bu suçlar onun için mi işleniyor?”
“Sonunda anladınız. Ama artık korkmanıza gerek yok, çünkü ben yanınızdayım. Sizi koruyabilmem için
söylediklerime harfi harfine uymanız gerekir. Bundan sonra benden başka hiç kimseye güvenmeyeceksiniz,
babanıza bile.”
“Yoksa o da mı bu işin bir parçası?”
“Tam olarak değil, ama bir savcı olarak babanızın bütün bu ölümlerin nedenini araştırması gerekirdi.
şu an benim yerimde olup sizi koruması, gözetmesi gereken kişi babanızdı.”


“Tanrım,  yaşamak  için  elimden  geleni  yapacağım!  Çünkü  benim  ölümüm,  beni  seven  iki  kişinin,
büyükbabamla Maximilian’ın ölümü demektir!”
“Başınıza  ne  gelirse  gelsin,  Valentine,  korkmayacağınıza  söz  verin.  Korkunç  acılar  çekebilirsiniz;
gözleriniz görmez, kulaklarınız işitmez olabilir, hatta bir sabah uyandığınızda kendinizi kefene sarılı bir
halde  bir  tabutun  içinde  de  bulabilirsiniz.  O  an  kendinizi  toparlayıp  şöyle  düşünün:  şu  anda  dışarda  bir
yerde benim mutluluğum için çabalayan bir adam var, benim ve Maximilian’ın mutluluğu için…”
Valentine Kont’a minnetle bakıyordu, onun söyleyeceği her şeyi yapmaya hazırdı.
“şimdilik hoşça kalın,” dedi Kont. Katilin, Valentine’in zehri içtiğini düşünmesi için bardaktaki sıvının
yarısını şömineye boşalttı. Sonra Valentine’e son bir defa daha sevgiyle bakarak odadan çıktı.



Yüklə 0,64 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   ...   44




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin