OTUZ İKİNCİ BÖLÜM
Morrel, Monte Cristo’dan ayrıldıktan sonra Villefortların evine gitti. Valentine’i haftada iki kez ziyaret
etmesi kararlaştırılmıştı. Valentine büyükbabasıyla birlikte onu bekliyordu. Opera’daki olayları duymuştu.
Maximilian’ın Kont’u yalnız bırakmayacağını tahmin ettiğinden merakla haberleri bekliyordu. Morrel ona
iyi haberi verdiğinde genç kız epey rahatladı.
“Artık kendi işlerimize dönebiliriz,” dedi Valentine. “Büyükbabamın bu evden ayrılmak istediğini
biliyorsun. Buna mazaret olarak gösterdiği nedenden haberin var mı? Buranın havasının bana
yaramadığını söylüyor.”
“Haksız sayılmaz, bugünlerde pek solgun görünüyorsun,” dedi Morrel.
“Olabilir, ama büyükbabam sağ olsun, son günlerde bana doktorluk yapıyor. Birkaç gün içinde beni iyi
edeceğine eminim.”
“O halde gerçekten hastasın!”
“Ah, hastalık bile denmez, sadece kendimi biraz kötü hissediyorum o kadar. Büyükbabam bana kendi
ilaçlarından veriyor. Ona kalırsa bu bir panzehirmiş.”
“İyi ama o ilaç sadece büyükbabanın içmesi için hazırlanmamış mıydı?”
“Evet öyle, zaten çok da acı bir tadı var. Artık ne içsem o acı tadı alıyorum.”
Noirtier soran gözlerle Valentine’e baktı.
“Evet büyükbaba, hatta az önce şekerli su içeyim dedim, yine o acı tat vardı, yarısını bırakmak zorunda
kaldım.”
Noirtier bir şey söylemek istediğini belirten bir işaret yaptı. Valentine kalkıp sözlüğü almaya
niyetlendi, ama tam o sırada korkunç bir acı içinde karnını tutarak sandalyesine çöktü; kolları kasıldı ve
hareketsiz kaldı.
Noirtier’nin gözlerindeki dehşetli ifadeyi gören Morrel yardım çağırması gerektiğini anlayarak
Valentine’in odasındaki hizmetçiyle Barois’nın yerine gelen uşağı çağırdı. Uşakla hizmetçi odaya girer
girmez çığlığı bastılar. Bu sesleri işiten Villefort çalışma odasından seslenerek Noirtier’nin odasına
koştu: “Ne oluyor?”
Morrel hemen yan odaya saklandı. Valentine’in durumunu gören Villefort bağırmaya başladı: “Doktor!
Bay d’Avrigny! Aman Tanrım, gidip onu getirmem gerek!”
Morrel diğer kapıdan çıkmıştı. Birden Villefort ile doktorun yaptığı konuşmayı hatırladı. Valentine’in
gösterdiği belirtiler de, Barois’nınki kadar ağır olmasa da, aynıydı. Sonra hemen Monte Cristo’nun
sözlerini anımsadı: “Yardıma ihtiyacın olduğu zaman mutlaka bana gel,” demişti Kont ona. Maximilian
hemen Kont’un evine koştu.
Bu arada Villefort da doktorun evine varmış, çılgınlar gibi kapıyı çalıyordu. Uşağın bir şey
söylemesine fırsat vermeden yukarı çıkmıştı bile.
“Doktor,” diye bağırdı çalışma odasına dalarak, “evim lanetlendi!”
Doktor bakışlarıyla “Size söylemiştim!” der gibiydi, ama dudaklarından şu sözler çıktı: “şimdi sıra
kimde?”
“Kızım, Valentine!”
“Kızınız mı?” dedi doktor şaşırarak.
“Gördünüz mü, yanılmışsınız işte! Lütfen doktor, kızıma yardım edin! Bu kez suçluları kendi ellerimle
cezalandıracağımdan emin olabilirsiniz!”
Villefort doktorla birlikte arabasına binerek eve döndüğü sırada Morrel de Kont’un evine varmıştı.
“Sorun nedir Maximilian?” dedi Kont, Morrel’i ter içinde görünce.
“Ah, yardımınıza ihtiyacım var, daha doğrusu Tanrı’nın yardımına!”
“Dinliyorum,” dedi Kont.
“O halde başlıyorum. Bir akşam birinin bahçesinde saklanmak zorunda kalmıştım ve yanımdan geçen
iki kişinin, adlarını şimdilik gizli tutsam iyi olacak, konuşmasına kulak misafiri oldum. Bahçenin
sahibinin evinde biri ölmüştü. Konuştuğu diğer adam doktordu ve kendisi bir ay içinde aniden gelen bu iki
ölüm konusundaki endişelerinden söz ediyordu.”
“Neden endişeleniyordu?”
“Doktor bu ölümlerin nedeninin…”
“Evet?”
“…ancak zehirlenmeye bağlanabileceğini söylüyordu.”
“Gerçekten mi?” dedi Kont hafifçe öksürerek.
“Evet. Doktor buna benzer bir olayın daha yaşanması halinde sessiz kalamayacağını söylemişti. Bunun
ardından üçüncü bir ölüm daha oldu, ama ne doktor ne de ev sahibi bu konuda bir şey yaptı. şimdi
dördüncü bir ölüm sırada bekliyor ve ben ne yapmam gerektiğini bilmiyorum.”
“Dostum,” dedi Kont, “Tanrı’nın işini Tanrı’ya bırakmalısın. Belli ki Tanrı o evi lanetlemiş, bu işe
karışmak bize düşmez. Üç ay önce Bay Saint-Meran öldü, ardından Bayan Saint-Meran ile Barois. şimdi
de sıra yaşlı Noirtier’de ya da Valentine’de, öyle değil mi?”
“Bütün bunlardan haberiniz vardı demek! Bunca zaman neden sustunuz?”
“Beni ilgilendirmeyen işlere karışmam da ondan. O insanları tanımam bile.”
“Ama ben… ben onu seviyorum!” diye bağırdı Morrel.
“Kimi seviyorsunuz?” dedi Kont ayağa fırlayıp Morrel’in ellerine sarılarak.
“Valentine’i! Tanrım, onun bir tek gözyaşı için kanımı akıtmaya hazırım! şimdi onu öldürüyorlar,
anlıyor musunuz? Onu kurtarmama yardım etmelisiniz.”
Bu sözleri işiten Kont gözlerini kapatıp birkaç saniye hiçbir şey söylemeden kaldı. Bu iç
hesaplaşmanın ardından başını kaldırarak Morrel’e baktı.
“Tamam,” dedi, “sana yardım edeceğim. Güçlü olmalı, umudunu yitirmemelisin, çünkü ben yanındayım.
Henüz gün bitmedi; bana bu kadar erken geldiğin için talihlisin. Valentine bugün ölmediyse, onu
kurtaracağım! şimdi evine dön Maximilian, acını kimseye belli etme ve hiçbir şey yapma. Sana iyi
haberlerle geleceğim. Git!”
“Kont, bu sakinliğiniz beni korkutuyor. Ölümü yenecek bir güce mi sahipsiniz? İnsanüstü güçleriniz mi
var? Yoksa siz bir melek misiniz?”
“Çok şey yapabilirim dostum,” diye yanıtladı Kont. “Artık gidin, yalnız kalmalıyım.”
Morrel direnmeye bile çalışmadan Kont’un elini sıkarak çıktı.
Villefort ile doktor eve vardıklarında Valentine hâlâ kendine gelmemişti. Doktor hemen gerekli
incelemeleri yapmaya başladı. Villefort da doktorun her hareketini izliyor, incelemenin sonucunu
bekliyordu. Noirtier de olan gücüyle olup biteni kaçırmamaya çalışıyordu. Sonunda d’Avringy konuştu.
“Yaşıyor!”
“Kurtuldu mu yani?” diye sordu Bay Villefort.
“Yaşadığına göre, evet,” dedi doktor. “Valentine’in hizmetçisini çağırır mısınız?”
Villefort kızının başından ayrılıp hizmetçiyi aramaya gitti. O sırada doktor, Bay Noirtier’nin kendisine
bir şey söylemeye çalıştığını görerek kapıyı kapattı.
“Bana söylemek istediğiniz bir şey mi var?” diye sordu doktor yaşlı adama.
“Evet,” diye işaret etti yaşlı adam.
“Yalnızca benim duymam gereken bir şey mi?”
“Evet.”
“Tamam, işim bittikten sonra sizinle kalacağım,” dedi doktor.
Villefort hizmetçiyle birlikte geri döndü, arkasında da Bayan Villefort vardı.
“Zavallı çocuğa ne oldu böyle?” diyerek gözyaşları içinde Valentine’in yanı başına gelen Bayan
Villefort, iyi bir anne gibi davranmak için elinden geleni yapıyordu.
Bay d’Avringy Noirtier’ye bakmayı sürdürüyordu. Bayan Villefort’u gören yaşlı adamın gözleri
büyüdü, yüzü sarardı ve alnında iri ter damlaları birikti.
“Ah,” dedi doktor farkında olmadan, yaşlı adamın gözlerini izleyip Bayan Villefort’u görünce. O sırada
Bayan Villefort Valentine’in kendi odasında daha rahat edeceğini söyleyerek hizmetçiyle birlikte onu
odasına taşıyordu. Valentine kendine gelmişti, ama hâlâ konuşmakta güçlük çekiyordu. Doktor Villefort’a
eczacıya gidip yazdığı ilacı hazırlatmasını, ilaç hazırlanırken de başından ayrılmamasını söyledi. Evdeki
herkese, Valentine’e yiyecek ya da içecek hiçbir şey vermemelerini emretti. Daha sonra Noirtier’nin
yanına dönerek kapıyı kapattı.
“Artık yalnızız,” dedi. “Bana söyleyecekleriniz torununuzun hastalığıyla mı ilgili?”
“Evet.”
“Yitirecek vaktimiz yok. Ben soracağım, siz de yanıt vereceksiniz.”
Yaşlı adam doktoru başıyla onayladı.
“Valentine’in başına gelenleri önceden sezmiş miydiniz?”
“Evet.”
“Barois ölürken yanındaydınız. Neden öldüğünü biliyor musunuz?”
“Evet.”
“Siz de Barois’nın zehirlenmiş olduğunu fark ettiniz mi?”
“Evet.”
“Öldürülmek istenen kişinin Barois olduğunu düşünüyor musunuz?”
“Hayır.”
“Hedeflenen kişi sizce torununuz muydu?”
“Evet.”
“Valentine’in katilin planlarına yenik düşeceğine inanıyor musunuz?”
“Hayır,” diye başını salladı Noirtier zafer dolu bir edayla.
“Katilin bu işe bir son vereceğini mi düşünüyorsunuz?”
“Hayır.”
“O halde Valentine zehirden etkilenmeyecek.”
“Evet.”
“Bunu nasıl başarmayı düşünüyorsunuz?”
Noirtier gözlerini bir noktaya dikti; d’Avringy yaşlı adamın gözlerini izlediğinde ilaç kutularını işaret
ettiğini gördü.
“Ha, ha!” dedi doktor. “Torununuzun zehre karşı bağışıklık kazanmasını sağladınız, değil mi?”
“Evet,” dedi Noirtier.
“Her gün dozu biraz daha artırdınız, değil mi?”
“Evet,” dedi Noirtier gözleri parlayarak.
“İlacınıza brusin kattığımı biliyordunuz ve zehrin etkisini ortadan kaldırmak için ona kendi ilacınızdan
verdiniz. Harika! Valentine’in şu an yaşıyor olmasını size borçluyuz.”
O sırada içeri Villefort girdi.
“İşte benden istediğinizi getirdim, hazırlanırken bir dakika bile başından ayrılmadım,” dedi eczacıdan
aldığı ilacı doktora vererek.
Doktor ilacı dudaklarına götürüp tadına baktıktan sonra, “Tamam,” dedi. “şimdi Valentine’in yanına
gidelim. Ev halkına vermem gereken talimatlar var. Herkesin bunlara uymasını sağlamalısınız.”
Doktor, Valentine’in yanına döndüğü sırada, İtalyan bir rahip Villefortların bitişiğindeki evi kiralamaya
geldi. Evin eski sahiplerinin evden çıkmaya nasıl ikna oldukları bir merak konusuydu; ama binanın eski
olduğu, bakıma ihtiyaç duyduğu buna karşın rahibin akşam saat beşte mobilyalarıyla birlikte eve
taşınmakta tereddüt etmediği biliniyordu.
Aynı gece evin önünden geçen insanlar, bu eski evin içinde onlarca işçinin çalışmakta olduğunu görerek
şaşırmışlardı. Evi yenilemekte olan bu yeni kiracı, Rahip Busoni’den başkası değildi.
Valentine yatağından çıkamıyordu. Gece boyunca hasta beyni türlü düşüncelerle doluyor, gözlerinin
önünden tuhaf şekiller geçiyordu. Gündüz olunca büyükbabasının varlığı onu kendine getiriyordu. Bay
Noirtier her sabah torununun yanına gidip bir iki saat onunla kalıyordu. Bay Villefort da mahkemeden
döner dönmez babasıyla kızını ziyaret ediyordu. Akşam sekizde Bay d’Avrigny, Valentine’in ilacını
vermeye geldi. Doktor, genç kıza bakan hemşireye, Valentine uyuyana dek başında bekledikten sonra
kapıyı kilitleyip anahtarı Bay Villefort’a götürmesini tembihlemişti. Valentine uykuya dalınca hemşire
yavaşça kapıyı kilitleyip anahtarları götürdü, böylece odaya Bayan Villefort ile Edward’ın kaldığı oda
dışında hiçbir giriş kalmamıştı.
Morrel de her sabah Bay Noirtier’ye uğrayarak Valentine’in durumu hakkında bilgi alıyordu. şiddetli
sinir nöbetleri geçirmesine karşın Valentine giderek iyileşiyordu. Hem zaten Kont da kendisine genç kızın
yaşayacağına dair güvence vermişti; bu nedenle Morrel’in endişeleri de giderek azalıyordu.
Valentine bu sinir nöbetlerine özellikle geceleri yakalanıyordu. Gözünün önünden tuhaf gölgeler
geçiyor, genç kız kimi zaman üvey annesinin kendisini tehdit ettiğini, kimi zaman da Maximilian’ın
kollarını açarak ona doğru geldiğini görüyordu. Hatta bir keresinde Monte Cristo Kontu’nu bile görmüştü.
Bir akşam hemşire her zamanki gibi doktorun hazırladığı ilacı genç kızın başucuna koyup kapıyı
kilitleyerek odadan çıkmıştı ki beklenmedik bir olay oldu. Hemşire çıktıktan yaklaşık on dakika sonra
Valentine, şöminenin yanındaki kütüphanenin kapısının en küçük bir ses çıkarmaksızın açıldığını gördü.
Bunun da her zaman gördüğü o yanılsamalardan biri olduğunu sandı, bu nedenle hiç şaşırmadı. Sonra
açılan kapıdan odaya giren bir adam Valentine’in başucuna yaklaştı. Valentine bu görüntülere o kadar
alışmıştı ki yine Morrel’i göreceğini sanıyordu. Ama figür yaklaştıkça bunun Morrel olmadığını anladı.
Sessizce genç kızın başucundaki bardağı alan adam ışığa doğru giderek sıvıdan bir yudum alıp tadına
baktı. Valentine gördüğü şeyin biraz sonra yerini başka bir görüntüye bırakmasını bekliyordu, ama adam
yitip gitmek bir yana Valentine’in yanına gelip bardağı kendisine uzatarak son derece gerçek bir sesle,
“şimdi içebilirsin,” dedi. Valentine bu kez şaşırmıştı, çünkü her geceki görüntülerden farklı olarak bu
adam kendisiyle konuşmuştu. Tam çığlık atacağı sırada adam parmağını dudağına götürerek ses
çıkarmamasını işaret etti.
“Monte Cristo Kontu,” diye fısıldadı Valentine.
“Korkmayın ve sakın kimseyi çağırmayın,” dedi Kont. “Karşınızda gördüğünüz adam size en yakın
dostunuzdan daha sadıktır. Beni dinleyin ya da daha doğrusu bana bakın. Gözlerimin ne kadar kızarmış,
yüzümün ne kadar solmuş olduğunu görüyor musunuz? Bunun nedeni son dört gecedir gözümü kırpmadan
şu kapının ardından sizi gözlüyor olmam, çünkü dostumuz Maximilian’a sizi koruyacağıma dair söz
verdim.”
“Maximilian! O halde size aramızdaki her şeyi anlatmış olmalı.”
“Evet, ben de ona sizi yaşatacağıma söz verdim.”
“Beni yaşatmak mı? Yoksa siz de doktor musunuz?”
“Evet hanımefendi, inanın Tanrı’nın size gönderebileceği en iyi doktorum.”
“Dört gecedir nerede saklanıyordunuz?”
“şu kapının arkasında,” dedi Kont. “Kapının açıldığı evi yeni kiraladım.”
Kont biraz durakladıktan sonra: “Dinleyin,” dedi. “Bu dört gece boyunca odanıza giren insanları, size
hazırlanan yemekleri, içecekleri izledim. İçeceğinizde tehlikeli bir şey bulunduğundan kuşkulandığımda
şimdi yaptığım gibi odaya girip bardağınızı boşaltarak zehrin yerine ilaç koydum.”
“Zehir mi? Neden söz ediyorsunuz?”
Kont cebinden küçük bir şişe çıkararak Valentine’in bardağına içindeki kırmızı sıvıdan damlattı. “Bunu
içtikten sonra bu gece başka hiçbir şey içmeyin,” dedi. “Son dört gecedir yaşamanızı sağlayan şey buydu.
Kapının arkasında durup bardağınıza zehrin boşaltılışını izlerken ne büyük işkenceler çektiğimi
anlatamam, ben yetişemeden zehri içeceğinizden o kadar korkuyordum ki!”
“Bardağıma zehir konduğunu gördüğünüze göre bunu yapanın kim olduğunu da görmiş olmalısınız,”
dedi Valentine.
“Evet, gördüm.”
“Tanrım! Babamın evinde, hasta yatağımda yatarken birilerinin beni öldürmeğe çalıştığını mı
söylüyorsunuz? Bu olanaksız!”
“Bu acımasız katilin ilk kurbanı siz değilsiniz Bayan Valentine,” dedi Kont. “Bay ve Bayan Saint-
Meran’ı, gözlerinizin önünde ölen zavallı Barois’yı anımsayın. Doktorun kendisi için hazırladığı ilaçlar
sayesinde zehre karşı bağışıklık kazanmış olmasa büyükbabanız da aynı şekilde ölecekti.”
“Demek bu yüzden büyükbabam son bir aydır kendi içtiği içeceklerden içmemi istiyordu, öyle mi?”
“Bu içeceklerin acı bir tadı var mıydı?”
“Evet.”
“Bu her şeyi açıklıyor. Büyükbabanız bu evde olup bitenlerin farkına varmış, sizi korumak için zehre
alışmanızı sağlamış.”
“Peki beni öldürmek isteyen bu… bu katil kim?”
“Onu bu akşam göreceksiniz.”
“Nasıl?”
“Bu akşam size verdiğim ilaç sayesinde sinir nöbetine yakalanmayacak, odanızda olup biten her şeyi
görebileceksiniz. Gece yarısı olmak üzere, katiller için en uygun zamandır bu. Bütün cesaretinizi toplayın;
dudaklarınızın arasından en ufak bir sesin bile çıkmasına izin vermeyin. Onu göreceksiniz.”
Valentine Kontun elini tutarak: “Bir ses duydum,” dedi. “Çabuk, gidin!”
“Hoşça kalın,” dedi Kont gülümseyerek, sonra parmaklarının ucuna basarak kütüphanenin arkasına
saklandı. Kapıyı kapatmadan önce bir kez daha dönerek, “Unutmayın, uyur gibi yapacaksınız,” diye
ekledi.
Valentine artık yalnızdı. Kafasından türlü düşünceler geçiyordu. Neden biri kendisini öldürmek
istesindi ki? Kime ne zararı dokunmuştu? Ya Kont bir dahaki sefere vaktinde yetişemeyip ona yardım
edemeseydi? Ya Maximilian’ı bir daha göremeyecek olsaydı?
Aradan yarım saat geçmişti; Valentine’in kafası bu düşüncelerle meşgulken birden Edward’ın kalmakta
olduğu karşı odada yerin gıcırdadığını işitti. Dirseğinin üzerinde dikilip dinlemeye çalıştı, tam o sırada
birinin odasına geldiğini anlayarak çabucak yatıp gözlerini kapattı. Bütün gücünü toplayıp derin
uykudaymışçasına soluğunu yavaşlatmaya çalıştı.
“Valentine,” dedi bir ses.
Genç kız korkuyla ürperdi, ama hiç ses çıkarmadı.
“Valentine,” dedi tekrar aynı ses.
Yine aynı sessizlik. Valentine uyanmayacağına söz vermişti. Artık odada işitilen tek ses, Valentine’in az
önce boşaltmış olduğu bardağa dökülen sıvının sesiydi. Valentine bütün cesaretini toplayarak gözlerini
araladığında beyaz bir sabahlık giymiş bir kadının bardağına bir şeyler koyduğunu gördü. Bayan
Villefort’tu bu!
Valentine, gelenin üvey annesi olduğunu anlayınca öylesine şiddetle titredi ki Bayan Villefort olduğu
yerde bir adım gerileyerek yatağın arkasındaki duvara yaslandı. Perdenin arkasında bir süre Valentine’i
dinledikten sonra, onun düzenli soluğunu işitince uyuduğuna karar verip sıvının geri kalanını da kızın
bardağına boşalttı. Ardından öylesine sessiz bir şekilde odayı terk etti ki, Valentine onun gittiğinden emin
olamadı. Az sonra kütüphanenin arkasından gelen sesler genç kızı şaşkınlığından uyandırdı. Yavaşça
açılan kapının arkasından Monte Cristo Kontu göründü.
“Evet?” dedi Kont. “Hâlâ bir kuşkunuz var mı?”
“Buna inanamıyorum! Ne yapacağım ben şimdi? Evi mi terk edeceğim?”
“Valentine, peşinizdeki kişi sizi hiçbir yerde rahat bırakmayacaktır. Uşaklarınızı parayla kandıracak,
gittiğiniz her yerde sizi izleyecektir. Ölüm türlü kılıklar altında ardınızda olacaktır, içtiğiniz suda,
yediğiniz yemekte, her yerde.”
“Ama büyükbabam sayesinde zehre karşı bağışıklık kazandığımı söylemiştiniz.”
“Sadece bir tek çeşidine karşı. Zehrin türü kolayca değiştirebilir. Eminim katil de bunu akıl etmiştir.”
Kont bardağı alıp dudaklarına götürdü.
“Yanılmamışım. Artık katil sizi brusinle zehirlemekten vazgeçmiş, basit bir uyuşturucu kullanmış. Bunu
içmiş olsaydınız şu ana kadar çoktan ölmüş olurdunuz.”
“Ah Tanrım! İyi ama neden? Bu kadına hiçbir zararım dokunmadı ki!”
“Çünkü zenginsiniz Valentine; büyükbabanızın bütün mirası size kalacak ve küçük Edward bu paradan
pay alamayacak.”
“Ah, zavallı çocuk! Bütün bu suçlar onun için mi işleniyor?”
“Sonunda anladınız. Ama artık korkmanıza gerek yok, çünkü ben yanınızdayım. Sizi koruyabilmem için
söylediklerime harfi harfine uymanız gerekir. Bundan sonra benden başka hiç kimseye güvenmeyeceksiniz,
babanıza bile.”
“Yoksa o da mı bu işin bir parçası?”
“Tam olarak değil, ama bir savcı olarak babanızın bütün bu ölümlerin nedenini araştırması gerekirdi.
şu an benim yerimde olup sizi koruması, gözetmesi gereken kişi babanızdı.”
“Tanrım, yaşamak için elimden geleni yapacağım! Çünkü benim ölümüm, beni seven iki kişinin,
büyükbabamla Maximilian’ın ölümü demektir!”
“Başınıza ne gelirse gelsin, Valentine, korkmayacağınıza söz verin. Korkunç acılar çekebilirsiniz;
gözleriniz görmez, kulaklarınız işitmez olabilir, hatta bir sabah uyandığınızda kendinizi kefene sarılı bir
halde bir tabutun içinde de bulabilirsiniz. O an kendinizi toparlayıp şöyle düşünün: şu anda dışarda bir
yerde benim mutluluğum için çabalayan bir adam var, benim ve Maximilian’ın mutluluğu için…”
Valentine Kont’a minnetle bakıyordu, onun söyleyeceği her şeyi yapmaya hazırdı.
“şimdilik hoşça kalın,” dedi Kont. Katilin, Valentine’in zehri içtiğini düşünmesi için bardaktaki sıvının
yarısını şömineye boşalttı. Sonra Valentine’e son bir defa daha sevgiyle bakarak odadan çıktı.
|