Yaşlı adam başını salladı. “Biliyorsun, fazla paraya ihtiyacım yok.”
“Tanrım, beni bağışla!” diye bağırdı Edmond, dizleri üstüne çökerek. “İşte baba, al bu paraları,
birazıyla kendine yiyecek bir şeyler al.” Böyle diyerek cebinde ne var ne yok boşalttı.
Babasının yüzü aydınlandı. “Kimin bunlar?” diye sordu yaşlı adam.
“Benim… senin… bizim! Al bunları, yarın daha fazlasını alacağız.”
“Sakin
ol oğlum, sakin ol,” dedi yaşlı adam gülümseyerek. “Paranı harcarken dikkatli olmalıyım.
İnsanlar benim bir anda o kadar çok şey aldığımı görürlerse onları almak için seni beklemek zorunda
kaldığımı düşünürler. Dinle! Biri geliyor. Caderousse, dönüşünü işitmiş olmalı.”
O sırada Caderousse içeri girdi. Yirmi yaşlarında, kara, gür saçlı bir adamdı. Hünerli ellerinde bir
palto astarına dönüşecek bir kumaş parçası tutuyordu.
“Demek döndün Edmond?” dedi, Marsilyalılara özgü bir vurguyla. Bembeyaz dişlerini ortaya çıkararak
gülümsüyordu.
“Evet,
gördüğün gibi komşum, emrine amadeyim,” dedi Dantes, bu resmî sözlerle soğukluğunu
gizlemeye çalışıyordu.
“Teşekkür ederim. Neyse ki bir şeye ihtiyacım yok, aslında benim yardımıma gerek duyan başkaları
var.” Dantes şöyle bir kıpırdandı. “Seni kastetmedim dostum; sana verdiğim borcu geri ödedin.
Komşuluğa yaraşır bir davranıştı, hesabımız tamam.”
“Bize iyiliği dokunanlarla hesabımız
asla bitmez,” dedi Dantes, “onlara şükran borçluyuzdur.”
“Artık bundan söz etmeye ne gerek var? Geçmiş geçmiştir. şimdi senin dönüşünden söz edelim.
Duyduğuma göre talih sana gülmüş. Bay Morrel’le aran epey iyiymiş.”
“Bay Morrel bana her zaman nazik davranmıştır.”
“O halde onunla yemek yemeyi reddetmekle büyük hata etmişsin.”
“Ne? Yemek davetini reddetmek mi!” diye bağırdı yaşlı Dantes. “Demek seni yemeğe davet etti, öyle
mi?”
“Evet baba,” dedi Edmond gülümseyerek, “ama ben bir an önce seni görmek istiyordum.”
“Sevgili nazik Bay Morrel’in bundan pek hoşlandığını sanmıyorum,” dedi Caderousse, “kaptanlığa
oynayan bir adamın işverenini gücendirmesi hiç de doğru değil. Ona biraz yağ çekmen gerekecek.”
“Kaptan olmam için buna gerek olacağını sanmıyorum,” diye karşılık verdi Dantes.
“Harika! Dostların
bu işe çok sevinecek, hatta bundan çok hoşlanacak birini tanıyorum.”
“Mercedes’ten mi söz ediyorsun?” dedi yaşlı adam.
“Evet,” diye yanıtladı Edmond. “İyi olduğunu, bir şeye ihtiyacının olmadığını gördüğüme göre
babacığım, iznini isteyebilir miyim? Mercedes’i görmek için sabırsızlanıyorum.”
“Git oğlum, git,” dedi yaşlı Dantes. “Umarım Tanrı karından yana yüzünü güldürür.”
Edmond babasından ayrıldı, Caderousse’u selamlayarak dışarı çıktı. Caderousse birkaç dakika
bekledikten sonra çıkarak Senac Sokağı’nın köşesinde Danglars’la buluştu.
“Evet,” dedi Danglars, “onu gördün mü?”
“şimdi ayrıldık,” dedi Caderousse.
“Kaptanlık hayallerinden söz etti mi?”
“İş tamammış gibi konuştu.”
“Fazla aceleci davranıyor.”
“Ama Bay Morrel ona kaptan olacağına dair söz vermiş görünüyor.”
“Pöh!” dedi Danglars. “Henüz kaptan olmadı! Hâlâ o güzel Katalan kızı seviyor mu?”
“Hem de nasıl! Az önce onu görmeye gitti ama yanılmıyorsam o tarafta fena bir fırtına kopacak.”
“Ne demek istiyorsun?”
“Emin değilim, ama geleceğin kaptanını pek de iyi şeyler beklemiyor galiba.”
“Bir şey mi gördün?”
“Mercedes son günlerde
ne zaman kasabaya gelse, yanında kuzeni olarak tanıttığı uzun boylu, kara
gözlü, ona karşı kayıtsız olmadığı belli olan bir delikanlı oluyor.”
“Sahi mi! Sence ona kur mu yapıyor?”
“Sanırım. Yirmi bir yaşında bir adam, on yedi yaşında güzel bir kıza başka ne yapar ki?”
“Dantes de Katalanlara gitti diyorsun ha?”
“Benden önce çıktı.”
“Haydi biz de oraya gidip olacakları seyredelim.”