“Aşırı siyasi görüşler mi? Tanrım! Bunu söylemekten utanıyorum, ama görüş adını hak edecek herhangi
bir fikrimin olduğunu sanmıyorum efendim. Daha on dokuz yaşındayım. Hiçbir şeyden haberim yok ve şu
an bulunduğum konuma gelmişsem bunu tamamen Bay Morrel’e borçluyum. Benim yaşam görüşüm, ki
buna siyasi diyemiyorum, şu üç cümlede toplanmıştır: Babamı severim, Bay Morrel’e saygım vardır ve
Mercedes’e taparım. Pek de sıradışı şeyler olmadığını görüyorsunuz efendim.”
Dantes konuştukça Villefort onun güler yüzünü, içtenliğini görüyor, suçlular konusundaki onca
deneyimine dayanarak bu adamın suçlu olamayacağına inanmaya başlıyordu.
“Bu adamın gayet hoş bir genç olduğu kesin,” diye düşündü. “Hiç düşmanınız var mı Bay Dantes?” diye
sordu sonra.
“Düşman mı? Neyse ki düşman edinmeme neden olacak kadar önemli bir konumda değilim efendim.
Biraz telaşlı bir yapım var, ama emrimdekilere karşı hep nazik olmaya çalışırım.
Onlar da beni bir kardeş
gibi sevip bana saygıda kusur etmezler.”
“Düşmanınız olmayabilir. Ama on dokuz yaşında kaptan olmuş, güzel bir kadınla evlenmek üzere olan
biri olarak kıskanılmanız gayet doğal.”
“Haklısınız. İnsanları anlamakta benden daha usta olduğunuza kuşku yok. Ama dostlarımdan biri bana
karşı böyle duygular besliyorsa, bilmeyeyim daha iyi.”
“Tersine, çevrenize karşı hep gözünüz açık olmalı. O kadar temiz yürekli bir insansınız ki, size
yardımcı olmak için kuralları bozup ihbar mektubunu size göstereceğim. İşte, bakın bakalım. Bu yazıyı
tanıyor musunuz?”
Dantes kâğıda bakıp yazıyı okudu.
“Hayır efendim. Belli ki yazan kişi yazısını değiştirmiş. Sizin tarafınızdan sorgulandığım için çok
talihliyim, çünkü bu kıskanç adamın düşmanım olduğu kesin.”
“O halde sorumu, yargıç karşısındaki bir tutuklu gibi değil, kendisiyle yürekten ilgilenen biri
karşısındaki, haksızlığa uğramış bir adam olarak yanıtlayın. Bu suçlamanın ne kadarı doğru?”
“Kısmen doğru efendim. Napoli’den ayrılışımızdan sonra Kaptan Leclere hastalanıp yatağa düştü.
Elba’ya yetişmek konusunda o kadar endişeleniyordu ki doktor bulmak için
bir limana bile uğramak
istemiyordu. Öleceğine yakın beni yanına çağırarak, bana söyleyeceklerini yerine getirmem için yemin
ettirdi. Kendisi öldükten sonra geminin kumandasını ele alıp Elba Adası’na gitmemi, Mareşal’i bulup ona
bir mektup vermemi, sonra kendisinden alacağım görev her ne ise onu da yerine getirmemi söyledi.”
“Siz ne yaptınız?”
“Yapmam gerekeni. Ölen bir adamın son sözleri her zaman kutsaldır; ama zaten bir denizci olarak,
üstlerimden aldığım emirleri yerine getirmekle yükümlüyüm. Ertesi gün Elba Adası’na vardım. Mareşal
bana Paris’e götürülmek üzere bir mektup verdi. Kaptanımın son arzusuna uyarak bunu kabul ettim. Yarın
da Paris’e gidip görevimi tamamlamayı düşünüyordum ki, ikimizin de bildiği gibi bu ihbar yüzünden
tutuklanmış bulunuyorum efendim.”
“Doğru söylediğinize eminim,”
dedi Villefort, “bir suç işlemişseniz bile bundan haberinizin olmadığı
anlaşılıyor. Bana, Elba’da size verilen mektubu gösterdikten sonra dostlarınıza dönebilirsiniz.”
“Serbest miyim yani!” diye bağırdı Dantes sevinçle.
“Tabii, ama önce bana mektubu verin.”
“Önünüzde duran kâğıtların arasında olsa gerek efendim.”
“Bir dakika,” dedi Villefort. “Kime yollanmıştı?”
“Bay Noirtier’ye, Coq Heron Sokağı, Paris adresine.”
Bu sözleri duyan Villefort yıldırım çarpmış gibi irkildi. Mektubu almak üzere kalktığı sandalyesine
çöküp dehşet içinde uğursuz mektuba baktı.
“Bay Noirtier, Coq Heron Sokağı, Paris,” diye okudu rengi solarak. “Bunu kimseye gösterdiniz mi?”
“Hayır efendim!”
Villefort mektubu okuduktan sonra başını elleri arasına alarak bir an öylece kalakaldı. Biraz sonra
kendini toplayıp şöyle dedi:
“Bu mektupta yazılanlardan haberdar olmadığınızı söylüyorsunuz, değil mi?”
“Evet, efendim.”
Dantes bir sonraki soruyu bekledi, ama başka soru gelmedi. Villefort yine sandalyesine çökerek, terden
ıslanmış alnını silerken üçüncü kez mektubu okudu.
“Bu mektupta yazılanları bir bilseydi,”
diye düşündü, “bilseydi ki Noirtier denen adam Villefort’un
babasıdır, işte o zaman mahvolmuştum!”
Bu doğruydu. Villefort’un babası bir zamanlar devrimciydi ve sonradan Noirtier adını almıştı.
“Ne yazık ki sizi hemen serbest bırakamayacağım. Önce sorgu yargıcına danışmam gerek.
Aleyhinizdeki suçlamanın nedeni bu mektup ve işte…” Villefort şömineye doğru yaklaşarak mektubu
alevlerin içine attı.
“İşte,” diye sürdürdü, “onu ortadan kaldırdım.”
“Ah efendim,” dedi Dantes, “ne kadar iyisiniz.”
“Dinleyin,” diye sürdürdü Villefort, “bana güvenebileceğinizi gördünüz. Bu nedenle, söylediklerime
uymalısınız. Sizi akşama kadar burada tutacağım. Başka biri tarafından daha sorgulanacak olursanız ona
bu mektuptan kesinlikle söz etmeyin. Sadece sizinle ben onun varlığından haberdardık, artık ortadan
kalktığına göre onunla ilgili hiçbir şey söylemeyin, o zaman bu işten kurtulursunuz.”
“Size söz veriyorum efendim.”
Villefort polis memurunu çağırarak kulağına bir şeyler söyledi. Memur başını salladı.
“Memuru izleyin!” dedi Villefort, Dantes’ye.
Dantes Villefort’a minnetle bakarak söyleneni yaptı.
Kapı kapandıktan sonra Villefort yarı baygın bir halde sandalyesine çöktü.
“Tanrım,”
dedi kendi kendine, “savcı burada olsaydı, benim yerime sorgu yargıcı çağrılmış olsaydı ne
yapardım! Ah baba, her zaman mutluluğumu engellemek zorunda mısın, daha ne kadar senin geçmişinle
savaşmak zorunda kalacağım!”
Ansızın aklına gelen bir fikirle yüzü aydınlandı; gözleri, derin bir düşünceye dalmış gibi bir noktada
kaldı.
“Nasıl da düşünemedim!” dedi. “Bu mektup benim talih kuşum olabilir. Bonaparte’ın Elba’dan
ayrılacağı haberini krala veren ben olabilirim. Çabuk oğlum Villefort, iş başına!”