YİRMİ YEDİNCİ BÖLÜM
Bu arada Bay Noirtier Maximilian’ı çağırması için Barois’yı yollamıştı. Bu habere çok sevinen
Maximilan arabanın hazırlanmasını bile beklemeden koşarak Villefortların evine gitti. Yaşlı Barois da
arkasından koşup ona yetişmeye çalışıyordu. Eve vardıklarında zavallı adam kan ter içinde kalmıştı. Yaşlı
uşak Morrel’i özel bir odaya götürdü. Az sonra Valentine de geldi; öylesine güzel görünüyordu ki Morrel
bir an Noirtier’yle olan buluşmasından vazgeçip onunla yalnız kalmak istedi. Ancak o sırada Bay
Noirtier’nin tekerlekli sandalyesinin sesi işitildi. Maximilian yaşlı adamı görür görmez Valentine’le
kendisini kurtardığı için ona ne kadar minnettar olduğunu anlattı. Genç adamı şefkat dolu bakışlarla
dinleyen Noirtier Valentine’e işaret verdi.
“Bana söylediklerinizi Maximilian’a anlatayım mı?” diye sordu Valentine.
“Evet,” diye işaret etti yaşlı adam.
“Büyükbabamın sana anlatacak çok şeyi var,” dedi Valentine, Maximilian’a dönerek. “Bunları bana üç
gün önce anlattı, şimdi de sana tekrar edebilmem için seni çağırtmış bulunuyor.”
“Merakla dinliyorum hanımefendi,” dedi Morrel.
“Büyükbabam bu evden taşınmak istiyor. Barois bugünlerde uygun bir ev aramakla meşgul.”
“İyi ama siz ne olacaksınız hanımefendi? Büyükbabanızın size çok ihtiyacı var.”
“Ben de onunla taşınacağım. Böylece hem daha özgür olacağım, hem de kendime ait bir gelirim olacak.
Büyükbabamın evinde olduğum süre içinde Bay Morrel de rahatça ziyaretime gelebilecek. Benimle mutlu
bir yaşam kurmaya karar vermesi halinde ben de onu bekliyor olacağım.”
“Ah!” dedi Maximilian. “Bu kadar mutluluğu hak etmek için ne yaptım?”
Noirtier iki sevgiliye şefkatle bakıyordu. Kendisinden hiçbir şeyin saklanmadığı Barois da odanın uzak
bir köşesinde mutlu gençleri seyrederek gülümsüyor, bir yandan da açık alnından süzülen terleri siliyordu.
“Zavallı Barois,” dedi Valentine. “Ne kadar terlemişsin!”
“Evet hanımefendi, onca yolu koşarak gelmek beni biraz yormuş olacak,” dedi Barois.
Noirtier gözleriyle bir sürahi limonata ile bir bardağın durduğu tepsiyi işaret etti. Kendisi de yarım
saat önce bu limonatadan içmişti.
“Biraz limonata iç,” dedi Valentine Barois’ya, “seni rahatlatır.”
“Çok iyi olur hanımefendi, susuzluktan ölmek üzereyim.”
Barois tepsiyi alıp Valentine’in doldurduğu bardağı sonuna kadar içti. Valentine’le Maximilian
vedalaşıyorlardı. O sırada zilin çalındığını duydular.
“Bu gelen doktor olmalı,” dedi Valentine saate baktıktan sonra. “Artık Bay Morrel’in de gitmesi gerek,
öyle değil mi büyükbaba?”
Noirtier başını salladı.
“Barois! Gel de Bay Morrel’e yolu göster!”
“Geliyorum hanımefendi,” dedi Barois.
Yaşlı uşak içeri girdiğinde titriyordu.
“Ne oldu Barois, neyin var?” diye sordu Valentine.
Yaşlı uşak yanıt veremedi; gözleri yerinden uğramış bir halde efendisine bakıyor, elini karnına
bastırarak düşmemeye çalışıyordu.
“Düşecek!” diye bağırdı Maximilian.
Gerçekten de Barois’nın titreme nöbeti şiddetlenmiş, yaşlı adam daha fazla dayanamayarak kendini
efendisinin önüne atmıştı.
“Tanrım! Tanrım! Ne oluyor bana? Göremiyorum, ateşten binlerce ok beynimi deliyor. Ah, dokunmayın
bana! Dokunmayın!”
“Bay d’Avrigny! Bay d’Avrigny!” diye bağırıyordu Valentine. “Yardım edin!”
Bütün bu sesleri işiten Villefort telaşla odaya girdi. Onu gören Maximilian hemen perdenin arkasına
saklandı. Noirtier, uşaktan çok dostu gibi sevdiği adama yardım edemiyor olmanın çaresizliği içinde,
dehşete kapılmış bir halde birilerinin bir şeyler yapmasını bekliyordu. Barois ağzından köpükler saçarak
yerde yatıyor, bu manzaranın korkunçluğu karşısında ne yapacağını şaşıran Villefort ise olup biteni
anlamaya çalışıyordu. Bu arada tabii ki Morrel’i görmemişti. Birkaç saniye sonra şaşkınlığını üzerinden
atan Villefort hemen kapıya koşup doktora seslendi.
“Bayan Villefort, gelin! İlaçlarınızı getirin!” diye bağırdı Valentine de merdivenlere koşarak.
“Sorun ne?” diye sordu Bayan Villefort yapay bir sesle.
“Çabuk, gelin!”
“İyi ama doktor nerede?” diye bağırdı Bay Villefort. “Nereye kayboldu bu adam?”
Bayan Villefort ilaçlarıyla birlikte merdivenlerden indi. Odaya girer girmez baktığı ilk kişi Noirtier
oldu. Yaşlı adam gayet sağlıklı bir halde sandalyesinde oturuyordu. Sonra ölmek üzere olan kişinin Barois
olduğunu gördü. Yüzü bembeyaz kesildi ve tekrar Noirtier’ye baktı.
“Tanrı aşkına hanımefendi, doktor nerede?” diye bağırdı Valentine. “Onu sizin odanıza girerken
gördüm. Barois felç geçiriyor; kanı akıtılırsa kurtulabilir.”
“En son ne yemişti?” diye sordu Bayan Villefort soruyu yanıtlamaktan kaçınarak.
“Hiçbir şey, sadece bir bardak limonata içti.”
“Neden şarap içmedi? Limonata iyi değildir ki…”
“Limonata yakındaydı. Barois çok susamış olduğundan hemen içti.”
Noirtier gözlerini Bayan Villefort’tan ayırmıyordu.
“Bir kez daha soruyorum, doktor nerede?” diye bağırdı, Bay Villefort.
Sorudan daha fazla kaçamayacağını anlayan Bayan Villefort: “Edward’ın yanında,” dedi.
Villefort hemen koşup doktoru çağırmaya gitti. Bayan Villefort da onun arkasından çıktı.
Bu arada odanın boşaldığını gören Morrel saklandığı yerden çıktı.
“Hemen git Maximilian, ben sana haber gönderene kadar da bekle,” dedi Valentine.
Genç adam Valentine’in elini kalbine bastırdıktan sonra, Villefort ile doktorun girdiği kapının
karşısındaki kapıdan çıktı.
Barois’in bilinci yerine gelmeye başlamıştı. Bay d’Avrigny ile Villefort onu divana taşıdılar.
“Bana biraz su ile eter getirin, terebentin yağı ile tartar asiti alması için de birini gönderin. şimdi
herkes dışarı çıksın,” dedi doktor.
“Benim de çıkmam gerekiyor mu?” diye sordu Valentine.
“Evet hanımefendi, özellikle sizin çıkmanız gerekiyor,” dedi doktor kızgın bir sesle.
Valentine şaşırarak doktora baktı, sonra büyükbabasını öperek odadan çıktı.
“Kendinizi nasıl hissediyorsunuz” diye sordu doktor, Barois’ya.
“Biraz daha iyiyim.”
“Hazırladığım eter karışımını içebilecek misiniz?”
“Deneyeceğim, ama bana dokunmayın. Dokunursanız yeniden nöbete gireceğimi hissediyorum.”
“Bugün ne yediniz?”
“Hiçbir şey. Sadece efendimin limonatasından bir bardak içtim.”
“Limonata nerede?”
“Mutfaktaki sürahinin içinde.”
“Siz burada kalıp hastayla ilgilenin Bay Villefort, ben gidip limonatayı alacağım,” dedi doktor.
Bay d’Avrigny aceleyle koşarken neredeyse mutfağa gitmekte olan Bayan Villefort’a çarpıyordu. Bayan
Villefort bir çığlık attı, ama doktor onunla ilgilenmedi bile. Sürahiyi bir an önce almak isteğiyle
merdivenleri atlayarak indi. Sürahiyi aldıktan sonra da soluk soluğa hastanın bulunduğu odaya girdi.
Bayan Villefort ağır adımlarla odasına çıkıyordu.
“Sürahi bu mu?” diye sordu Bay d’Avrigny, Barois’ya.
“Evet,” dedi Barois.
Doktor avcunun içine birkaç damla limonata koyduktan sonra dudaklarını avcuna sürdü. Limonatayı bir
süre dilinde beklettikten sonra şömineye tükürdü.
“Aynı şey,” dedi. “Siz de bundan içmiş miydiniz Bay Noirtier?”
“Evet,” dedi yaşlı adam.
“Acı bir tat aldınız mı?”
“Evet.”
“Ah doktor, nöbet yeniden geliyor! Bana yardım edin!” diye bağırdı Barois.
Doktor hemen hastanın yanına koştu.
“Tartar asiti gelmiş mi Bay Villefort?”
Villefort hemen dışarı koşup bağırdı: “Tartar asitini hâlâ bulamadınız mı?”
“Ciğerlerine biraz hava verebilseydim,” dedi doktor çevresine bakınarak, “boğulmasını
önleyebilirdim. Ama gerekli aletler yok ki!”
Barois bu kez ilkinden daha şiddetli bir nöbete yakalanmıştı. Divandan düşmüş, yerde acı içinde
kıvranıyordu. O an elinden hiçbir şey gelmeyeceğini anlayan doktor, Noirtier’nin yanına gitti.
“Kendinizi nasıl hissediyorsunuz? İyi misiniz?”
“Evet.”
“Mideniz nasıl? Hafif mi?”
“Evet.”
“Her pazar almanız için verdiğim hapları aldıktan sonraki gibi mi?”
“Evet.”
“Limonatayı Barois mı hazırladı?”
“Evet.”
“Ona içmesini siz mi önerdiniz?”
“Hayır.”
“Bay Villefort mu önerdi?”
“Hayır.”
“Bayan Villefort?”
“Hayır.”
“O halde Valetine’di?”
“Evet.”
Daha sonra doktor, Barois’nın yanına gitti.
“Konuşabilir misiniz? Haydi dostum, biraz çabalayın.”
Barois kan çanağına dönmüş gözlerini açmaya çalıştı.
“Limonatayı kim hazırladı?”
“Ben.”
“Hazırladıktan hemen sonra Noirtier’nin odasına mı getirdiniz?”
“Hayır, mutfakta bıraktım, çünkü çağrılmıştım.”
“Odaya kim getirdi?”
“Bayan Valentine.”
“Ah, yine mi!” diye bağırdı doktor alnını tutarak.
“Doktor! Doktor!” diye bağırdı üçüncü nöbetin geldiğini anlayan Barois.
“Tartar asiti gelmedi mi hâlâ?” diye bağırdı doktor.
“Eczacının hazırladığı sıvıyı getirdim,” dedi içeri giren Bay Villefort.
“İçin bunu!” dedi doktor Barois’ya.
“Olanaksız doktor. Artık çok geç. Boğazım çoktan tıkandı bile. Ah, başım, kalbim! Tanrım, daha fazla
acı çekmek istemiyorum.”
“Korkmayın dostum, birazdan acılarınız sona erecek,” dedi doktor.
Barois korkunç bir çığlık atarak yere yuvarlandı. Bay d’Avrigny elini yaşlı uşağın kalbinin üzerine
koyarak ağzına bir ayna tuttu.
“Evet?” diye sordu Bay Villefort.
“Hemen mutfağa gidip biraz menekşe özü alın.”
Villefort hemen gitti.
“Korkmayın Bay Noirtier, hastanın kanını akıtmak için onu başka bir odaya götürmem gerekiyor.”
Sonra Barois’yı kollarından tutarak yandaki odalardan birine taşıdı, ardından da kalan limonatayı
almak için odaya döndü.
Noirtier sağ gözünü kırptı.
“Valentine’i çağırmamı istiyorsunuz, hemen haber vereyim.”
Villefort elinde bir bardak menekşe özüyle dönerken doktorla karşılaştı.
“Benimle gelin,” dedi doktor, Villefort’u Barois’nın yattığı odaya götürerek.
“Hâlâ toparlanamadı mı?”
“Öldü bile!” dedi doktor.
“Bu kadar çabuk mu?”
“Evet, ama bu sizi şaşırtmasın,” dedi doktor. “Bay ve Bayan Saint-Meran da bu kadar çabuk öldüler.
Evinizde ölüm herkesi çok kolay yakalıyor Bay Villefort.”
“Ne?” diye bağırdı Bay Villefort. “Hâlâ o korkunç düşüncenizde ısrarlı mısınız?”
“Evet bayım, bunun için yeterince nedenim var. İnsanın yaşamını en küçük bir iz kalmayacak şekilde
alıp götüren çok etkili bir zehir vardır. Bu zehri çok iyi bilirim, onun üzerinde epey çalıştım. Bayan Saint-
Meran’da olduğu gibi zavallı Barois’da da bu zehrin belirtilerine rastladım. Ama bunun varlığını
kanıtlamanın çok daha kesin bir yolu da var. Limonatada zehir varsa, elinizdeki bu menekşe özüne
kattığımızda yeşil bir renk alacaktır; sizin umduğunuz gibi zehir yoksa limonatanın rengi değişmeyecektir.”
Doktor yavaşça menekşe özünün bulunduğu bardağa birkaç damla limonata kattı. Bardağın dibi hemen
tortulandı. Önce tortu mavi bir renk aldı, daha sonra zümrüt rengine döndü, en sonunda da bardağın
dibinde kuşkuya yer bırakmayacak kadar yeşil bir tortu kaldı.
“Talihsiz Barois’nın zehirlenmiş olduğu kesin,” dedi doktor. “Bu konuda herkesin önünde tanıklık
etmeye hazırım.”
Villefort hiçbir şey söylemedi.
“Artık bir şeyler yapmanın vakti geldi,” dedi doktor. “Bu ölümlere bir son vermemiz gerek. Savcı
olarak sanırım ne yapmanız gerektiğini benden daha iyi biliyorsunuzdur.”
“Bana öyle geliyor ki bu suçlar kurbanlardan çok bana yönelik. Bütün bu felaketlerin altında şahsıma
karşı birtakım tasarılar seziyorum,” dedi Villefort.
“Ah insanoğlu! Bütün dünyanın kendi çevresinde döndüğünü sanacak kadar bencil olabiliyor kimi
zaman… Yaşamlarını yitiren insanlara ne oldu sizce? Bay Saint-Meran, Bayan Saint-Meran, Bay
Noirtier…”
“Bay Noirtier mi?”
“Elbette. Suçlunun zavallı uşağınızın yaşamına kastedeceğini mi sanmıştınız? Limonata Noirtier’nin
içmesi için hazırlanmıştı, sadece bir yanlışlık oldu.”
“Peki nasıl oldu da babam zehirlenmedi?”
“Size daha önce de anlatmıştım; babanız kendisine bir süredir verdiğim brusinli ilaçlardan ötürü zehre
karşı bağışıklık kazanmış olmalı. Katilin bundan haberinin olmadığı ortada, ama brusinin ne kadar etkili
bir zehir olduğunu gayet iyi biliyor!”
“Lütfen susun, daha fazla dayanamayacağım,” dedi Villefort.
“İsterseniz katilin işlerine bir göz atalım. Önce Bay Saint-Meran, ardından Bayan Saint-Meran…
Sabırsızlıkla beklenen iki miras!”
Villefort alnından damlayan terleri sildi.
“Bay Noirtier Valentine’in evliliği nedeniyle vasiyetini değiştirmişti, o zaman her şey yolundaydı.
Sonra vasiyetini Valentine’in lehine bozar bozmaz kurban durumuna düştü.”
“Lütfen Bay d’Avrigny, kızıma acıyın!” diye mırıldandı Villefort.
“Onun suçlu olduğunu kendiniz söylediniz işte, kendi öz babası! Bay Saint-Meran’ın ilaçlarını kızınız
gönderiyordu, Bayan Saint-Meran’ın yatağının başında oturup onun içeceklerini hazırlayan kızınızdı, Bay
Noirtier’ye limonatasını getiren de kızınızdı. Kızınız suçludur bayım ve bu konuda bir şeyler yapması
gereken kişi de sizsiniz!”
“Doktor, size inanıyorum. Ama ya kızım suçsuzsa?”
“Güzel,” dedi doktor bir an sessiz kaldıktan sonra. “O halde bekleyeceğim. Ama şunu unutmayın, bu
evde biri daha hastalanacak olursa, sizin başınıza bir şey gelecek olursa, beni çağırmayın, çünkü
gelmeyeceğim. Bu korkunç sırrı saklayacağım, ama vicdanımın utanç ve pişmanlıkla rahatsız olmasına
izin vermeyeceğim. Hoşça kalın!”
|