KÖKLERİ VE GELİŞİMİ
Birleşm ek ya da paylaşmak anlamına gelen sosyalist terimi Lâtince
“sociare
den türemiştir. İlk
olarak 1827 yılında Britanya’da
Co-operative M agazine’in
bir sayısında kullanılmıştır. 1 8 3 0 ’ların
başına kadar Fransa’da Saint-Sim on’un (1 7 6 0 -1 8 2 5 ) ve Britanya’da R obert Owen’in takipçileri,
inançlarına sosyalizm olarak gönderme yapmaya başlamışlardı ve 1 8 4 0 ’lara kadar endüstrileşmiş
ülkelerin çoğunda, özellikle Fransa, Belçika ve Almanya’da çok bilinen bir terimdi.
Sosyalistler bazen Thomas M ore’un
Ütopya
sı veya Platonun
D evletine
kadar uzanan entelek
tüel mirasa sahip çıkmalarına rağmen, liberalizm ve muhafazakârlık gibi,
sosyalizmin kökenleri de
19. Yüzyıl’da yatmaktadır. Sosyalizm, endüstriyel kapitalizmin gelişmesiyle Avrupa’da meydana ge
len sosyal ve ekonomik şartlara karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Sosyalist düşünceler hızla,
erken endüstrileşmenin bir özelliği olarak yoksulluk ve
bozulmadan muzdarip olan, yeni ama bü
yüyen sanayi işçileri sınıfının gelişimiyle ilişkilendirilir hâle geldi. Sosyalizm ve liberalizmin ortak
köklerinin Aydınlanma’da olmasına ve teoride sebep ve süreç olarak bir düşünceyi paylaşmalarına
rağmen sosyalizm, liberal piyasa toplumunun bir eleştirisi olarak ortaya çıkmış ve endüstriyel kapi
talizme bir alternatif sunma teşebbüsü olarak tanımlanmıştır.
İlk dönem sosyalizmin karakteri, sanayi işçi sınıfının yaşadığı ve çalıştığı katı, hatta çoğu kez
acımasız şartlardan etkilenmiştir. 19. Yüzyıl’ın başlarındaki laissez-faire politikaları, ücret seviyeleri
ve fabrika koşulları belirlenirken fabrika sahiplerine tam bir serbestlik verdi. Ücretler genellikle dü
şüktü, çocuk ve kadın işçi kullanılması olağandı, işgünü sık sık 12 saate çıkıyordu ve işsizlik tehdidi
vardı. Buna ek olarak, yeni işçi sınıfı yanlış yönlendirilmişti, onların hayatına bir istikrar veya anlam
kazandıran sosyal kuramların çok azma sahipti; endüstriyel hayat ve çalışma şartlarını bilmiyordu
ve büyük çoğunluğu birinci kuşak kent yerleşiklerinden oluşuyordu.
Sonuç olarak, ilk sosyalistler
endüstriyel kapitalizm için köklü bir değişiklik, devrimci bir alternatif aramaktaydı. Ö rnek olarak,
Fransa’da Charles Fourier (1 7 7 2 -1 8 3 7 ) ve Britanya’da Robert Owen, rekabet ve açgözlülükten zi
yade işbirliği ve sevgiye dayanan ütopik toplumların kurulmasını savunuyorlardı. Almanlar, yani
Karl M arx (bkz. s. 135) ve Friedrich Engels (1 8 2 0 -1 8 9 5 ), kapitalizmi yıkan devrimin kaçınılmaz
olduğunu belirten ve tarihin yasalarını ortaya koymayı iddia eden daha karmaşık ve
sistematik
teoriler geliştirdiler.
19.
Yüzyıl’ın sonlarında, sosyalizmin karakteri siyasî demokrasinin gelişmesi ve işçi sınıfının
hayat şartlarındaki kademeli gelişimiyle değiştirilmiştir. Sendikaların, işçi sınıfı siyasî partilerinin ve
spor ve sosyal kulüplerinin çoğalması daha fazla ekonomik güvenliğin sağlanmasına ve işçi sınıfının
endüstriyel toplum içine entegre edilmesine hizmet etmişti. Batı Avrupa’nın ileri endüstriyel top-
lumlarında işçi sınıfını devrimci bir güç olarak görmeye devam etmek gittikçe zorlaşmıştı. Sosyalist
siyasî partiler gittikçe yasal ve anayasal taktikleri benimsedi ve işçi sınıfı mensuplarına aşamalı olarak
oy hakkı verilerek, işçi sınıfı teşvik edildi. Birinci Dünya Savaşına kadar, sosyalist dünya, açık bir şe
kilde oy sandığı ve reform söylemleri aracılığıyla iktidar arayışında olan sosyalist partiler ile genellik
le devrim ihtiyacının hâlâ var olduğunu ileri süren ve Rusya gibi geri kalmış ülkelerde reforma övgü
düzen partiler arasında bölünmüştü. 1917 Rus Devrimi bu bölünmeyi sağlamlaştırdı: Reformist
sosyalistler, “sosyalist” veya “sosyal demokrat” adım korurken; Bolşevikler ve Lenin (bkz. s. 140)
modelinin destekçileri olan devrimci sosyalistler, genellikle “komünist” unvanını benimsediler.
20.
Yüzyıl, Afrika, Asya ve Lâtin Amerika’da endüstriyel kapitalizm deneyimi az olan ya da hiç
olmayan ülkelerde sosyalist düşüncelerin yayılmasına tanıklık etti. Bu ülkelerde sosyalizm çoğu kere
sınıf mücadelesinden ziyade anti-sömürgeci mücadeleden dolayı gelişti. Sınıf sömürüsü
düşüncesi
Beşinci Bölüm’de daha ayrıntılı incelenmiş olan milliyetçilik ve sosyalizmin sıkıca birleşmesinden
oluşan sömürgeci baskı düşüncesiyle yer değiştirmiştir. Komünizmin Bolşevik modeli 1945’ten
sonra Doğu Avrupa’ya empoze edilmiştir, model 1949 Devrimi’nden sonra Çin’de benimsenmiş ve
daha sonra Kuzey Kore, Vietnam, Kamboçya ve Laos’a yayılmıştır. Sosyalizmin daha ılımlı modelleri
başka yerlerde de, örneğin, 1947’de elde edilen bağımsızlıktan sonraki 10 yıl Hint siyasetine ege
men olan Kongre Partisi (Hindistan’daki en büyük siyasal parti) aracılığıyla denendi.
Afrika ve Arap
sosyalizminin kendine özgü çeşitleri, sırasıyla geleneksel kabile hayatının ortak değerleri ve Islâmın
ahlâkî prensiplerinden etkilenerek geliştirildi. Sosyalist devrimciler, 1960 ve 1970’lerde O rta ve Gü
ney Amerika’da, Birleşik Devletler emperyalizminin çıkarları için çalışan askerî diktatörlüklere karşı
savaşmaktaydı. 1959 Küba Devrimi’nden sonra iktidara gelen Castro rejimi Sovyetler Birliği ile yakın
ilişkiler geliştirmişti; ne var ki 1979’da Nikaragua’da iktidarı ele geçiren Sandinistra gerillaları bağlan
tısız kalmaya devam etti. 1970’de Şili’de Salvador Ailende, dünyanın ilk demokratik şekilde seçilen
Marksist devlet başkanı oldu, fakat, 1973’te CIA’in desteklediği darbede öldürülerek devrildi.
20.
Yüzyıl’ın sonlarından bu yana sosyalizm, bazılarının “sosyalizmin ölümü’ nü ilân etmeleri
ne sebep olan birkaç olağanüstü aksilikten muzdarip oldu. 1989-1991 Doğu Avrupa devrimlerinde
komünizmin yıkılması bu aksiliklerin elbette en dramatiğiydi. Bununla birlikte bu ilkeler, sosyalist
leri Batılı sosyal demokrasinin ilkeleri etrafında birleştirmekten ziyade, dünyanın birçok kısmında
genellikle liberalizm ve hatta muhafazakârlık ile ilişkili politikalar ve düşünceler benimsemiş parla
m enter sosyalist partileri tartışılır hâle getirdi. Bu bölümün son kısmında, sosyalizmin kendine has
bir ideoloji olarak daha fazla bir geleceğinin olup olmadığı incelenecektir.
Dostları ilə paylaş: