liminde olmuşlardır. İkinci yaklaşım, sosyalizmi işçi hareketinin bir aracı olarak ele alır. Sosyalizm,
bu görüşe göre, işçilerin siyasî veya ekonomik güç elde etmelerini sağlayacak programı sunar ve işçi
sınıfının çıkarlarını temsil eder. Sosyalizm, böylece gerçekte örgütlü işgücünün çıkarını artırmak
için bir araçtır ve “emekçiliğin (
labourism
) ” bir çeşididir. Bu açıdan, sosyalizmin anlamı evrensel
işçi sınıfı hareketinin başarı veya başarısızlığı ile değişir. Bununla birlikte, sosyalizm ve örgütlü iş
gücü arasındaki tarihsel bağdan şüphe duyulamayacak olsa bile, sosyalist düşünceler vasıflı zanaat-
kârlar, köylü sınıfı ve hatta siyasî ve bürokratik elitler ile de ilgilidir. Onun için bu kitapta sosyalizm,
üçüncü ve geniş anlamda belirli birtakım düşünce, değer ve teori kümesiyle ayırt edilen siyasî bir
inanç veya ideoloji olarak ele alınmaktadır. Bunların en önemlileri aşağıdakilerdir:
►
Toplum
►
İşbirliği
►
Eşitlik
►
Sosyal Sınıf
►
O rtak sahiplik
Toplum
Aslında, sosyalizm, basit bireysel çabalardan ziyâde toplumun gücünü kazanarak sosyal ve eko
nomik problemlerin üstesinden gelebilen sosyal varlıklar olarak bütünleştirici bir insanoğlu viz
yonuna sahiptir. Bu kolektif bir vizyondur; çünkü kişisel çıkarlar elde etm ek için uğraşmak yerine
birlikte çalışarak hedefleri takip edebilme yeteneği ve istekliliği, ayrıca kolektif hareket için insan
kapasitesi üzerinde durur.
Pek çok sosyalist, İngiliz metafizik şair, Jo h n D onne’un (1 5 7 1 -1 6 3 1 )
dizelerini seslendirmeye hazır olacaktır.
Hiç kimse bir adanın tamamı değildir;
Her insan kıtanın, esasın bir parçasıdır;...
Bir kimsenin ölümü beni hüzünlendirir, zirâ ben insanoğlunun bir üyesiyim;
Ve bu yüzden çanın kimin için çaldığını asla söyleme;
O senin için çalıyor.
Bundan dolayı insanlar, arkadaş, erkek kardeş veya kız kardeş gibi genel insanlık bağlarıyla
birbirlerine bağlıdır.
Sosyalistler, insan doğasının doğuştan durağan ve değişmez olduğuna inanmak için, liberaller
ya da muhafazakârlar kadar istekli değildirler. Daha doğrusu onlar, insan doğasının “esnek”, şekil
lendirilebilir, yani sosyal hayat koşulları ve tecrübeleri ile biçimlendirilebilir olduğuna inanırlar.
Uzun zamandır devam eden tartışma, insan davranışını yaratılışın mı yoksa gelişimin mi belirle-
Kolektivizm / Ortaklaşacılık
[Collectivism]
a
Kolektivizm, genellikle, kolektif insan çabasının bireysel uğraşıdan daha pratik ve daha fazla ahlâki değeri ol
duğu İnancıdır.
Bu yüzden, insan doğasının sosyal bir öze sahip olduğunu ve sosyal gruplar olarak adlandırılan
"sınıf1ar’'ın, "milletler"in, "ırklar"ın anlamlı siyasî varlıklar olduklarını ifade ettiği düşüncesini yansıtmaktadır.
Buna rağmen terim, pek tutarlı kullanılmamaktadır. Bakunin (bkz. s. 198) ve diğer anarşistler kolektivizmi, öz
gür bireylerin kendi kendini yöneten topluluklarına işaret etmek için kullanırlar. Diğerleri kolektivizmi birey
selliğin (bkz. s. 45) tam karşıtı olarak ele almakta, kolektif çıkarların bireysel çıkarlara baskın olması gerektiğine
inanmaktadırlar. Bazen de, kolektif çıkarları destekleyen ve dolayısıyla devletin sorumluluklarının artmasının
kolektivizmin gelişmesine işaret eden bir mekanizma olarak devletle bağlantılandırılır.
diği üzerinedir. Sosyalistler, kesinlikle gelişimden yanadırlar. Her birey doğuştan, hatta belki de
daha ceninken, onun kişiliğini düzenleyen ve biçimlendiren deneyimlere boyun eğer.
Tüm insan
becerileri ve nitelikleri, konuştuğumuz dile sımsıkı sarıldığımızdan dolayı, toplumdan öğrenilir.
Liberaller birey ve toplum arasında açık bir ayrım çizerken sosyalistler, bireyin toplumdan ayrıla
mayacağına inanırlar. Onların düşüncesine göre insanlar, ne bağımsız ne de kendi kendilerine ye
tebilen varlıklardır; onları ayrı veya atomize bireyler olarak düşünmek manâsızdır. Bireyler sadece
ait oldukları sosyal gruplar sayesinde anlaşılabilir ve kendilerini anlayabilirler. Bu nedenle insan
davranışı bize, durağan insan doğası hakkında söylediklerinden daha çok, insanların yetiştirildikle
ri ve yaşadıkları toplum hakkında daha fazla şey söyler.
Aslında liberaller ve muhafazakârlar çoğunlukla insanların esas itibariyle çıkarcı ve egoist ol
duğunu iddia ederler. Diğer taraftan sosyalistler, bencil, açgözlü, materyalist veya saldırgan davra
nışın yaratılışla edinilen bir davranış olmadığını, daha ziyade sosyal olarak koşullandırıldığını ileri
sürerler. Böyle özellikler, bencil ve açgözlü davranışı cesaretlendiren
ve ödüllendiren toplumun
ürünüdür. Bu, kesinlikle sosyalistlerin kapitalizme karşı geleneksel olarak yaptıkları bir suçlamadır.
İnsanlar faydayı maksimize edici değildir; daha ziyade, kâr kovalamaya yönelik,
kapitalist piyasa
mekanizması ile böyle davranmaya cesaretlendirilirler.
Sosyalizmin radikal yanı, insanların şu anki durumundan daha çok ne olabileceklerine göster
diği ilgiden ortaya çıkar. Bu, sosyalistleri, insanların toplumun üyeleri olarak gerçek özgürlüğü ve
amaçlarını elde edebilecekleri daha iyi bir toplumun ütopik öngörülerini geliştirmeye sevk eder.
Afrikalı ve Asyalı sosyalistler, sıklıkla, onların geleneksel endüstri öncesi toplumlarının zaten top
luluğun değerini ve sosyal hayatın önem ini vurguladıkları üzerinde dururlar. Bu şartlarda sosya
lizm, Batı bireyciliğinin meydan okuması karşısında geleneksel sosyal değerleri korumaya çalışmış
tır. Tanzanya D evlet Başkanı (1 9 6 4 -1 9 8 5 ) Julius Nyerere’nin işaret etmiş olduğu gibi; “Afrika’da
bizim en önemli ihtiyacımız ‘sosyalizmdir; demokrasiyi ‘öğrenmek’ değil.” O, bu yüzden,
kendi
görüşlerini “kabilesel sosyalizm” olarak tanımlamıştır.
Bununla birlikte Batı’da, endüstriyel kapitalizmin oluşumundan sonra hayatın sosyal boyutu
da düzenlenmiş olmak zorundaydı. Toplumsal hayattaki tecrübeleri düzenleyen Fourier ve Owen
gibi 19. Yüzyıl’ın ütopik sosyalistlerinin amacı buydu. Charles Fourier toplum evleri (
phalansteries
)
diye adlandırdığı her biri yaklaşık 1800 üyeden oluşan model toplulukların kurulmasını teşvik et
miştir. Robert Owen birkaç deneysel topluluk kurmuştur, bunların en çok bilineni 1824-9 tarih
lerinde Indiana’da kurulan New Harmony’dir. En dayanıklı, başarılı komüniteryan deney, üyeleri
tarafından topluca sahip olunulan ve işlenilen, işbirliğine dayalı, genellikle kırsal yerleşim alanla
rından oluşan bir sistemi içeren İsrail’deki
“kibbutz’dur.
İlk
kibbutz
1909’da
kuruldu ve şu anda
İsrail vatandaşlarının % 5’inden fazlası daha az sıkı
Moshav
yerleşim alanlarında yaşarken %3 u
kibbutzim
'de yaşamaktadır.
Dostları ilə paylaş: