233
yapıyordur. Kafamızın içinde bin bir tilki dolaşır. Çünkü biz hep şüphe
ederiz. Gerçek olup olmadığını anlamak için etrafında döner, gözlerimizi
kısar inceleriz. Ama ne vakit ki anlarız karşımızdaki hakikaten edep
sahibi, indiririz yelkenleri. Yumuşar yüreğimiz. Tanırız edebi aslında.
Görür görmez tanırız. Edep sahibi bir insanla karşı karşıya gelince
biz de
kendimize çekidüzen veririz.
Bulaşıcıdır edep. Tebessümle bulaşır. Gülümseyen bir insan
karşısında biz de elde olmadan gülümseyiveririz. Gün boyu çatık kaşla
dolaşmaya alışkın yüzümüzün kasları gevşeyiverir. Bakmışız ki
dudaklarımız bizden evvel davranmış. Gülümsemeye gülümsemeyle
karşılık vermişiz de haberimiz yok. Edep insandan insana geçer.
Aynadan aynaya yansır. İnsanın şaşmaz tabiatıdır. Kibirlinin karşısında
kibirli, mütevazının karşısında mütevazı olasımız gelir. Diklenene
diklenerek karşılık veririz. Edepliye ise eğiliriz.
Geçenlerde bir yemek masasında bir arkadaşım tanıdık ve buruk
bir şaka yaptı: "Yahu ne zaman yurtdışından dönsem, bana da bir
nezaket geliyor. Tanımadığım insanlara kapıları açmak, trafikte
başkalarına yol vermek filan istiyorum. Bir incelik, bir terbiye geliyor
üstüme. En fazla bir gün sürüyor ama. Sonra bakıyorum herkes birbirine
kaba davranıyor, bana da bir kabalık geliyor... Dangul dungul yola
devam ediyorum."
Öyle kelimeler var ki, harf öbekleri olmaktan çıktı, gündelik
hayatımızın akışını şekillendirmeye başladı. "Hoyrat" bunlardan biri.
Hoyratız birbirimize karşı. Ve sağımız, solumuz, önümüz, arkamız...
hoyrat. Yolda yürürken birbirimize bakışımız, evlerimizin çatıları altında
birbirimizden söz edişimiz; konuşmalarımız, dedikodularımız,
ithamlarımız,
önyargılarımız,
zanlarımız,
yaftalamalarımız,
dışlamalarımız... hep ama hep hoyrat. O kadar çok hırpalıyoruz ki
birbirimizi, öylesine hırçın bir iklimdeyiz ki... Halbuki bu arada uzaktan
bir yerden sesleniyor eski mi eski bir öğreti. Tembihliyor usulca.
downloaded from KitabYurdu.org