01 tutunamayanlar



Yüklə 1,87 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə22/43
tarix02.01.2022
ölçüsü1,87 Mb.
#37691
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   43
oc49fuz-atay-tutunamayanlar

Tunç devri... âşık oldu... utanç devri

Utanç  devri,  tutunamayanların  (disconnectus  erectus)

ortaya çıktığı tunç devrinden hemen sonra gelen tarih ön-

cesi bir dönemdir. Selim Işık, modası geçmiş bir yaratık ol-

duğu  için  bu  dönemi  günümüzde  yaşamaya  çalışmıştır.

Utanç devri bugün bütünüyle yürürlükten kaldırıldığı hal-

de,  Selim  kararın  ilanı  tarihinde  bir  dalgınlık  eseri  olarak

durumdan haberdar olamadığı için, eski kararın gereklerine



430


göre  hareket  etmiştir.  Yaptığım  etraflı  araştırma  sonunda

utanç devri olaylarına Metin’in birinci derecede karışmış ol-

duğunu öğrendim. Metin’le yapılan görüşme ve kendisinin

yazılı olarak verdiği bilgilerle, durumu aydınlatmayı başar-

dığımı sanıyorum. Tunç devri için konulan yeni kanunların

uygulanmasında  karşılaşılan  güçlükler,  bu  devrin  bilinme-

yen  bir  tarihe  ertelenmesiyle  sonuçlanınca,  utanç  devrinin

ağır şartlarına boyun eğmekten başka bir çare görülmemiş-

ti. Metin’in varlığıyla büsbütün ağırlaşan bu şartların yarat-

tığı ortam, Selim’i kaçınılmaz bir yaşantıya sürükledi.

Yarattığı  acıklı  ortamın  farkında  olmayan  Metin  Kutbay,

1933  yılında  Ankara’da  dünyaya  geldi.  Doğduğu  günden,

liseyi bitirdiği güne kadar aynı sokakta ve aynı evde yaşadı.

Çirkin bir bebekti. Tek erkek çocuk olduğu halde, fazla şı-

martılmadı.  Dişleri  düzgün  değildi.  Çenesi  büyüktü.  Huy-

suz bir çocuk olduğu için, ona bir keman alarak oyalamak

istediler.  Müziğe  istidatı  olmadığı  için,  bütün  gün  kemanı

gıcırdatır,  evde  herkesin  canını  sıkardı.  Oysa,  Metin,  ken-

dinde  büyük  yetenekler  görüyordu.  Küçük  yaştan,  acıklı

romanlara,  hüzünlü  şarkılara  karşı  bir  eğilimi  vardı.  Akıllı

olduğu söylenemezdi. Aptal da değildi. Eğilimlerine uygun

her şeyi, iyi kötü ayırt etmeden beğendi. Üçüncü sınıf yerli

romanlarla, Balzac ve Stendhal’i aynı zevkle okudu. Klasik

müzik  eğitimi  görürken,  Türkçe  tangoları  aynı  heyecanla

dinledi. Canı sıkıldığı zaman, başkalarının da canını sıkar-

dı.  Hayatın  boşluğu,  aşkın  acıları  ve  ıstırap  konusunda

ucuz romanlardan ve tangolardan edindiği beylik düşünce-

leri  vardı.  Bu  düşünceleri,  hiçbir  zaman  hayatına  uygula-

madı.  Yüksek  yakalı  gömlekler  giyer,  ip  gibi  kravatlar  ta-

kardı. Orta boyluydu. Uzun boylu ve gösterişli bir insan iz-

lenimi bırakmak için kazık yutmuş gibi yürürdü. Gülerken

dişlerini  göstermemeye  çalışır,  konuşurken,  daha  kısa  gö-

rünsün diye eliyle çenesinin altını kapardı. Kendini beğeni-

431



yordu. Onu beğenmeyenlerin kendisini anlamadığı kanısın-

daydı.  Kendini  aldatırdı,  başkalarına  yalan  söylerdi.  Yalnız

kaldığı zamanlar, bazen kendini kötülerdi: fakat, bunda da

başarılı olamazdı.

Selim’le tanıştığı günden başlayarak onu yalanlarla besle-

di. O güne kadar övünmelerine kimse aldırmadığı için, Se-

lim’in saflığı onu etkiledi ve yalan konusunda kendini aştı.

Önce, romantik bir hastalığı olduğunu ve sanat heyecanları

duyduğu zaman sık sık bayıldığını ileri sürdü. Ayna karşı-

sında  talim  ettiği  acı  gülümsemeleriyle  Selim’i  büyülemeyi

denedi. Selim, tam ona inanmak üzereyken, Türkçe tango-

lar meselesinde kuşkuya düştü. Bununla birlikte, sonunda,

Selim’in romantik bir genç olmadığına ve aşkın ıstıraplarını

anlamasının  imkânsızlığına  karar  verildi  ve  böylece  Selim,

romantik olmaktan vazgeçti. İlk gençliğinin coşkunluğuyla

milliyetçi görünme hevesi, Metin’in Milli Emniyette çalışan

ve bu vatanın düşmanlarını izleyen gizli bir polis olmasına

yetti.  Durumun  gizliliği,  meselenin  fazla  kurcalanmasını

önlüyordu. Bu sıralarda, Selim de, Metin de birkaç yıldır ar-

tık uzun pantalon giyiyorlardı. Selim, bu polislik masalına

inanmakta  güçlük  çekti;  fakat,  Metin’le  ilişkilerini  sürdür-

mek  amacıyla,  kuşkularını  kendine  bile  itiraf  edemedi.  Li-

senin  birinci  sınıfında  okuyan  bir  çocuğun  eline  tabanca

vererek Milli Emniyet binası önünde nöbet tutturan bir teş-

kilatın, gerçeğe ne kadar uyduğunu araştırmadı. Kendisinin

de akıl almaz bazı hayalleri vardı. Fakat nedense, Metin gi-

bi, hayallerine bir gerçeklik vererek anlatmayı beceremiyor-

du.  Nedense  buna  dili  varmıyordu.  Beceriksizliğinden

utandığı  için  bu  meselenin  üstünde  fazla  durmak  istemi-

yordu. Metin’in uydurma aşk maceralarını da inanarak din-

ledi.  İnsanların  yalan  söylemesi  için  bir  gerekçe  görmedi-

ğinden,  onlara  inanmakta  güçlük  çekmiyordu.  İnsanlara

inanmadan,  onlarla  birlikte  olmanın  mümkün  olmadığını

432



sanıyordu.  İnsanlara  inanmadığı  zaman  onlardan  kaçıyor-

du.  Söylenenlere  inanmadığı  zaman,  inanır  görünmenin,

insanlara  ihanet  etmek  olduğunu  düşünüyordu  ve  bu  iha-

netinin  anlaşılmaması  için,  ortalıkta  görünmemeyi  tercih

ediyordu. İnsanları, Metin gibi, bayağı bulduğu zaman ken-

dinde  de  aynı  bayağılığın  bulunduğunu,  başka  türlü  o  in-

sanla birlikte olamayacağını hissediyordu. Metin de, yalan-

larına bu kadar kolay inanan bir insan olduğu için, Selim’i

küçümsüyordu.  Selim’in  ilerde  başkaldırmasını  önlemek

için,  onun  kişiliğini  göstermek  istediği  anlarda  cesaretini

kırarak gelişmesini engelliyordu. Selim, kendisi gibi yalan-

lar  bulup  söyleyemiyordu.  Bu  nedenle  Metin,  Selim’le  bir-

likte bulunmaktan çok hoşlanmıyordu. Selim, insanın yara-

tıcı  hayal  gücünü  öldürüyordu.  Kambur  duruşu,  dağınık

saçları  ve  ütüsüz  elbisesiyle  Selim,  insanı  can  sıkıntısı  ve

ümitsizliğe sürüklüyordu. İnsan ona bakınca, gerçi bir süre

kendinden  memnun  oluyordu;  fakat  sonunda  canı  sıkılı-

yordu.


Selim  de  can  sıkıcı  ve  hayal  kırıcı  görünüşünün,  insana

yeni  heyecanlar  ilham  etmeyen  pısırıklığının  farkındaydı.

Her gece yatakta bu durumdan kurtulmak için Allah’a yal-

varıyordu: omuzları biraz daha genişleyemez miydi? Gittiği

partilerde bir kenarda oturup surat asmamak için acaba ona

dans öğretilemez miydi? Allah, Selim’e dans öğretmeye pek

niyetli  görünmüyordu.  Her  şeye  kadir  olduğu  halde  böyle

küçük  işlerde  bile  kullarına  yardım  etmiyordu.  Üstelik  bu

işlere  Metin’i  memur  ediyordu  ve  Metin  de  Selim’in  bece-

riksizliğiyle alay ediyordu: Selim’in hiçbir şey öğrenemeye-

ceğini söyleyerek gülüyordu. Selim ise, kendini Metin’e be-

ğendirmek için çırpınıyordu. Bir yandan da Allah’a başvur-

mayı  ihmal  etmiyordu:  çok  zayıftı,  biraz  daha  kuvvetlene-

mez miydi? Metin, izci takımında trampet çalıyordu, Selim

de trampet bölüğüne alınamaz mıydı? Allah susuyordu.

433



Selim çalışkandı, Metin tembeldi derslerde. Sonunda, ça-

lışkan  olmanın  kötü  bir  şey  olduğuna  karar  verildi.  İnsan

sonunda  kendisini,  sınıf  birincisi  olmak  gibi  aşağılık  bir

tutkuya kaptırıyordu. Bir karne, sınıf ikincisi olursa, dünya

başına  yıkılmış  gibi  oluyor,  günlerce  sapsarı  bir  suratla,

kimseyle  konuşmadan  dolaşıyordu.  Üstelik  arkadaşları  ça-

lışkan  olmadığı  için,  derdini  anlayacak,  onunla  paylaşacak

biri bulunmuyordu; yalnız kalıyordu. İnsanla alay ediliyor-

du.  Hayatta  başarı  kazanan  bütün  insanların,  okul  yılları

başarısız geçmişti. Çalışkan olmak, ilerisi için kötü bir işa-

retti. Böyle insanlar para kazanamaz, kadınlarla ilişkide ba-

şarıya  ulaşamazdı.  En  kötüsü,  hayatın  dışında  kalırdı.  İn-

sanların ıstıraplarına yabancı olurdu. Hiçbir zaman gerçek-

leri göremezdi.

Metin’in de inkâr kabul etmez üstünlükleri vardı: bisikle-

te daha iyi biniyordu, voleybol oynuyordu ve Selim’den da-

ha  kuvvetliydi.  Herhalde  bunlar  da  yalan  değildi.  Selim’in

alaylarına  kızdığı  zaman  şiddetli  yumruklar  atıyordu  ona.

Kızlar üzerinde görünür bir başarısı vardı. Onların yanında,

Selim gibi sarsak ve elini kolunu nereye koyacağını bileme-

yen bir durumda kalmıyordu. Aynı kızı sevdikleri zamanda

üstünlüğünü açıkça ortaya koymuştu.

Metin, Zeliha adlı bir kızla kısa süren bir ilişki kurmuştu.

Fakat sonunda kıza da dayanılmaz üstünlüklerini kabul et-

tirmeye kalkınca bozuştular. Ne yanından bakılsa, ucuz bir

maceraydı. Zeliha liseyi bitiriyordu. Ailesi, aşağı yukarı ki-

minle  evleneceğini  kararlaştırmıştı.  Zeliha,  son  defa  bir

mektepli aşkı yaşamak istiyordu. Metin’den uygununu bul-

mak  zordu.  İlişkileri  bozulduğu  sırada  Selim  ortaya  çıktı.

Fakat,  Selim’de  can  sıkıcı  özellikler  vardı.  Tanıştığı  kızları

adam  etmeye  kalkıyordu.  Onların,  kitaplardan  ve  ondan

bundan  ödünç  aldıkları  romantik  hayallerini  ciddiye  almı-

yordu. Böyle bir insanla ancak evlenilebilirdi. Buysa pratik

434



güçlükler nedeniyle imkânsızdı: Zeliha, Selim’den dört yaş

büyüktü ve Selim evlenmeyi düşünmeyecek kadar akılsızdı.

Ayrıca, on dört yaşında bir çocukla evlenilmezdi. Bütün ro-

mantizmine  rağmen  Zeliha  bunun  farkındaydı.  Başı  daima

öne  eğik  gezen  bu  çocuğun  çekici  bir  yönü  yoktu;  üstelik

sık sık gülünç durumlara düşüyordu. Böyle çocuklarla genç

kızlar  ancak  alay  edebilirdi.  Sevgililer,  onun  saçma  davra-

nışlarına karşı, ancak göz göze gelerek gülümseyebilirlerdi.

Elbette böyle çocukların bu bakımdan bir yararı vardır: in-

san  kendi  romantizmini  daha  iyi  anlar  bu  kılıksızların  ya-

nında. Selim’e de bu görev verildi. Bir oyunun provaları do-

layısıyla  sürekli  olarak  birlikte  bulunan  bu  üç  kişinin  ara-

sında, yalnız Selim’in yaşadığı başka bir oyun daha oynan-

dı. Selim’in Zeliha’yla ilgilenmesi, Metin’i tahrik etti ve kız-

la ikinci denemeye girişti. Bu aşkın bütün ağırlığını taşımak

Selim’e  düştü.  Bu  üçlü  oyunda,  baştan  beceriklilik  göster-

mediği için, en kötü rol ona kalmıştı. Bir yandan Zeliha’ya

aşkını  anlatamamanın  güçlüğünü  yaşarken,  bir  yandan  da

Metin’in  bitmez  tükenmez  aşk  hikâyelerini  dinlemek  zo-

rundaydı.  Rolünü  oldukça  başarılı  oynadığı  söylenebilir.

Hiç  olmazsa  kendinden  bekleneni  veriyordu.  Çok  istekli

oynadığı  ileri  sürülemezdi;  ama  Metin  ve  Zeliha  kadar  ol-

masa  da,  onun  da  kendine  göre  sıkıntıları  vardı.  Yanlış  çı-

kışlar yaptığı oluyordu. Kıskançlık gibi modası geçmiş duy-

gulara kaptırıyordu bazen kendini. Açıklamanın başında da

açıkça belirttiğimiz gibi, tarih öncesi bir yaratık olduğu için

bu kusurunu hoşgörüyle karşılamak gerekir. Zaten Metin’le

Zeliha  da  ona  yapılabilecek  en  iyi  davranışta  kusur  etmi-

yorlardı:  onu  anlayışla  karşılıyorlar,  huysuzluklarını  hoş

görüyorlardı. Onlardan daha fazlası beklenemezdi; Selim de

beklemiyordu.

Ümitsiz  anlarında  Selim’in  de  yanıldığı  oluyordu.  Yalnız

anlayışla  karşılanması,  bunun  dışında  bir  yaşantıya  katıl-

435



masına  izin  verilmemesi  onu  üzüyordu.  Anlıyordu  tabii.

Ona daha iyi davranılamazdı. Onu beğeniyorlardı, geleceği

parlak bir genç olarak görüyorlardı. Yalnız Metin değil, bir-

çok insan, onu hayatın gerçeklerinden koruyordu. Selim’in

ilgi duyduğu başka kızlar da vardı. Hepsi Selim’i beğeniyor-

lardı: onun sözlerini ciddi bir tavırla ve başlarını sallayarak

dinliyorlardı. Çok doğru söylüyordu. Ne güzel ifade ediyor-

du.  Ona  hak  vermemek  imkânsızdı.  Bu  yaşta  bir  gencin

böyle esaslı sözler etmesi ne güzeldi. Böyle ciddi ve ağırbaş-

lı  bir  insana  ancak  hayranlık  duyulabilirdi.  Başka  bir  şey

duyulamazdı. Bu nedenle bütün kızlar, bu ciddiyet ve ağır-

başlılığa kendilerini layık görmedikleri için, daha hafif genç

erkeklerin koluna girerek uzaklaşıyorlardı.

Selim, her zaman oyunun kurallarına tam uymaya çalıştı-

ğı  için,  bu  üçlü  oyunda  da  üstüne  düşeni  fazlasıyla  yaptı.

Genç sevgililer, olur olmaz zamanlarda ayılıp bayıldıkların-

da ilk yardım ekibi gibi, olay yerine ilk yetişen Selim oldu.

Gerekli ilk müdahaleyi hemen yaptı: yakaları gevşetti, pen-

cereleri açtı, itirafları dinledi, buhrandan buhrana sürükle-

nenlere elini uzattı, özür diledi, acıklı suratlar takındı. So-

nunda,  meslekte  yeni  olduğu  için,  daha  fazla  duramadı,

odadan kaçtı. Bu yüzden kendini suçlayarak, oyunun aslına

uygun  olmasını  sağladı.  Bu  büyük  davranışlar  içinde  aşkı-

nın küçüklüğünden utandı. Sözünün eri olduğu için utanç

devrini sonuna kadar yaşadı.

Metin, bu kadar yalanla uzun süre yaşamadı. Bir gün ger-

çekten  hastalandı  ve  yatağa  düştü.  Yalanlar,  yavaş  yavaş

bünyesini çürütmüş: doktor öyle söyledi. Uyuşturucu mad-

denin  miktarı  fazla  gelmiş;  zehir  etkisi  yapmaya  başlamış.

Hastalığı sırasında bir süre, kendini gene yalanla avutmaya

çalıştı.  Durumu  gittikçe  kötüleşti.  Sonunda  doktor,  yalanı

yasak  etti.  Metin,  artık  gerçekten  öleceğini  sanıyordu.  İyi-

leşmek  için,  son  bir  ümit  olarak  kendini  kötülemeye  baş-

436



vurdu. “Benim yalancı olmama neden göz yumdunuz?” di-

ye bağırıyordu: “İyileşmek istemiyorum. Gene aranıza katı-

lıp  domuz  gibi  ortalığı  kokutmak  istemiyorum.  Bana  acı-

mayın; bırakın daha beter olayım da düzelmem için bir fır-

sat  çıksın  ortaya.  Eskisi  gibi  kötü  olma  fırsatını  vermeyin

bana.”


Hastalığı  ilerledikçe  yalana  nefreti  de  arttı.  “İtiraflarımı

yazmalıyım,”  diye  çırpınıyordu  yatağın  içinde.  “Selim’e

yaptığım  kötülüklerin  tarihini  yazmalıyım.  Ondan  nasıl

nefret etmiş olduğumu anlatmalıyım. Ona nasıl işkence et-

tiğimi söylemeliyim.” Kalem tutacak kadar gücü yoktu. Ke-

limeleri bulamıyor, bulduğu kelimeleri de yanlış yazıyordu.

“Selim’i ben öldürdüm,” diye bütün gün homurdanıyordu.

“Kendimdeki büyük bayağılıkları ona da bulaştırdım: zehir-

ledim  onu.”  Biraz  kuvvet  kazanınca,  “Büyük  Suçlular  An-

siklopedisi”ni okumaya başladı. L harfine kadar geldi. Ken-

dinden büyük suçlu bulamadı. Sabahtan akşama kadar ağ-

layarak  Selim’den  af  diliyordu.  “Artık  inanmayacak  bana,”

diye inliyordu. “Hep eskisiyle karıştıracak.” Düşünmeye ve

gerçeğe duyduğu susuzluğu anlatacak sözler bulmaya çalı-

şıyordu.  Düşünmediği  için  öfkeleniyordu.  “Her  şey  yalan

olamaz,” diyordu. “Bazı gerçekler vardır benim de bildiğim:

inekler dört ayaklıdır, kuşlar havada uçar, iki kere iki dört

eder. Ben de ineğin biriyim ve dört ayak üzerinde yürümeli-

yim.  İki  el  kere  iki  ayak  dört  eder.”  Yataktan  inip  yerde

emeklemeye  çalışıyordu.  Zorla  yatağına  taşıdılar.  “Bırakın

beni” diye direniyordu. “Anlamıyorsunuz: gerçeği bulmaya

çalışıyorum.  Gerçek  de  benim  gibi  dört  ayaklıdır.”  Felsefe

kitapları  okumayı  denedi.  Bir  süre  sonra,  iki  kere  ikinin

dört olduğundan kuşkulanmaya başladığı için bıraktı.

Kötülüğünün  bulaşıcı  olduğu  düşüncesiyle,  kimseyi  ya-

nına  yaklaştırmıyordu.  Karısını,  çocuklarını  odadan  kovu-

yordu.  Her  gün  odayı  dezenfekte  ettiriyordu.  Üzerine  ko-

437



nan sinekler hastalığı yayabilirmiş. Bütün böceklerin ölme-

si gerekiyormuş odada. Sonunda hiç konuşmamaya başladı.

Sorulara  bir  cevap  vermiyordu.  Söylediği  en  masum  sözde

bile  farkına  varmadığı  bir  yalanın  bulunmasından  korku-

yordu.  Doktor,  bu  doğruluk  buhranının,  çok  ileriye  götü-

rülmemesini  tavsiye  etti.  Vücudun,  yalandan  bu  kadar  te-

mizlenmesi, ilerde başka karışıklıklara yol açabilirdi. Hasta-

nın iyileşmesi halinde yalana direnci sıfıra inebilirdi: böyle-

ce, en küçük bir yalan bile öldürücü bir etki yapabilirdi. Bu

sözlere sinirli kahkahalarla cevap veriyordu Metin: “Doğru-

dur doktor bey. Selim de bu yüzden öldü.” Doktor, Selim’e

acıdı. Hastalandığı zaman ona getirselerdi, bir çaresine ba-

kardı.  “Birdenbire  öldü  doktor  bey.  Onu  ben  öldürdüm.

Onu  kurtaramazdınız:  benden  kurtulması  imkânsızdı.  Ya-

lan söylüyorsunuz.” Yerinden fırladı, doktoru kovaladı oda-

nın dışına. Çocuk gibi seviniyordu: “Seni hiç olmazsa dok-

torlardan kurtardım Selimciğim,” diyordu. Selim’le bir kere

konuşmaya  başladımı,  sözlerinin  arkası  gelmiyordu:  “Öl-

medin  değil  mi  Selimciğim?  Öldüğün  de  yalan,  değil  mi?

Benim yaşadığım da yalan, değil mi? Her şey yalan yalan...

yalan... yalan...”

Davacı vekili Turgut Özben’in açıklaması dinlendi. Gere-

ği düşünüldü. Sanığın, bu durumda, cezai ehliyeti olmama-

sı ve elinden alınacak bir şeyi bulunmaması sebebiyle eski

durumuna dönmesine izin verildi. Böylece, Selim Işık dos-

yasının sanıklarından Metin Kutbay’ın hakkında takipsizlik

kararı verilmekle birlikte, diğer sanıklar hakkındaki dosya-

ların tekemmülüne ve duruşmaların ileri bir tarihe bırakıl-

masına  karar  verildi.  Tanrı,  tutunamayanlardan  rahmetini

esirgemesin.

Bat dünya bat! Sonunda Metin’e de acıyacak mıydık?


Yüklə 1,87 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   43




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin