1 T. C. Sağlik bakanliği bakirköy dr. Sadġ konuk eğĠTĠm ve araġtirma hastanesġ



Yüklə 1,13 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə6/7
tarix03.02.2017
ölçüsü1,13 Mb.
#7520
1   2   3   4   5   6   7

 

 

 

 

 

52 


 

 

                                 TARTIġMA 

 

       Kronik  böbrek  hastalığı  organik,  mental  ve  psikososyal  ciddi 

sorunların  geliştiği  bir  tablodur  (52).  Diyaliz  ,  böbrek  hastalarının 

yaşam süresini uzatan  önemli bir tedavi  metodudur.  Bununla birlikte 

çalışma kapasitesinin bozulması, fiziksel aktivitenin azalması, aile içi 

sorunlar  ve  cinsel  sorunlar  gibi  bazı  psikososyal  güçlükler  tedavinin 

sürdürülmesini  güçleştirmekte,  hastalık  sürecini  ve  tedaviyi  olumsuz 

etkilemektedir (53). 

 

     


Renal  replasman  tedavisinin  amacı  SDBY  olan  hastaların 

yaşamlarına  optimal  düzeyde  devam  etmelerini  sağlamaktır  (54). 

Renal  replasman  tedavilerindeki  artan  bilgi  ve  teknolojiye  rağmen 

SDBY  hastalarının  morbidite  ve  mortaliteleri  hala  yüksektir 

(7,8,9,55).  Hastanın  yaşam  kalitesinin  arttırılması  için  hastaya  uygun 

diyaliz tedavisinin yapılması ve yaşam kalitesini etkileyen faktörlerin 

bilinmesi gerekir (36-56). 

 

   



Günümüzde diyaliz tedavisinin yalnızca yaşam süresini uzatmak 

amacıyla  değil,  aynı  zamanda  yaşam  kalitesini  geliştirmek  bakış 

açısıyla uygulanması gerektiği görüşü ağırlık kazanmıştır (57-58). 

 

   



 Psikiyatrik  sendromların  ortaya  çıkmasında  en  önemli  faktör 

kuşkusuz  kronik  hastalığın  kendisidir.  Ancak  ortaya  çıkan  bu 

komplikasyonlar  tedavi  edilmezlerse,  doğrudan  fiziksel  hastalığın 

seyrini  ve  morbiditesini  olumsuz  etkileyeceklerdir  (59).  Kronik 

bedensel  hastalığı  olanlarda  ruhsal  bozukluk  oranı  olmayanlara  göre 

anlamlı düzeyde yüksek bulunmaktadır (60,61,62). 

 

    


Son  yıllarda  yapılan  çalışmalar,  gerek  klinik  ve  epidemiyolojik 

özellikleri,  gerekse  tedaviye  yanıtları  yönünden  depresyon  ve 

anksiyete  bozukluklarının  ortak  özelliklerini  ortaya  koymaktadır. 

Anksiyete  ve  depresyonun  birlikte  görülme  oranı    %  9-40‟tır.  İki 

bozukluğun  bir  arada  bulunması,  hastalarda  ortaya  çıkabilecek 

güçlükleri daha da artırabilmektedir (63). 

 


 

 

53 


 

    


Bireyin hastalığa gösterdiği anksiyete ve depresyon gibi tepkiler, 

onun hastalıkla baş etme biçimini ve gücünü doğrudan etkilemektedir. 

Hastalar,  hastaneye  yatmanın  stresi  oluştuğunda  ve  daha  fazla  tehdit 

hissettiklerinde  normal  baş  etme  yeteneklerini  kullanmakta  güçlük 

çekmektedirler (64,65). 

 

   



Depresyon  ile  örtüşen  ve  hemen  hemen  ona  en  yakın  olan 

fizyolojik yapının anksiyete olduğu, genellikle depresyonun anksiyete 

ile ilişkilendirildiği bildirilmiştir (66). 

 

   



Depresyonu  nedeniyle  ızdırap  içinde  olan  hasta,  fiziksel 

hastalığının yol açtığı bedensel belirtilerini daha ağır yaşar. Bu durum 

tıbbi  hastalığının  gidişini  daha  da  kötüleştirmekte,  meslek,  aile  ve 

sosyal  ilişkilerde  yetersizliklere  yol  açmakta,  yaşam  kalitesini 

bozmaktadır. Hastanın tıbbi sağaltıma direnmesi ile iyileşmesi gecikir 

ve bunun sonucunda, sağaltım süresi uzar, yinelenen hastane yatışları 

ile sağlık giderleri yükselebilir (67). 

 

    


Kronik  hastalığın  türü  ne  olursa  olsun  bireylerin  günlük  yaşam 

aktivitelerini yapamaması, güçsüzlük, hastalık semptomları, hastaların 

fiziksel  iyilik  halinde  bozulmalara  ve  yaşam  kalitesinin  olumsuz 

etkilenmesine neden olmaktadır (68,69).

 

 

    



Son  yıllarda  SDBY‟nde  yaşam  kalitesi  artık  biyokimya 

değerleri,  hospitalizasyon  oranları,  hayatta  kalım  ve  mortalite  gibi 

tedaviye  yanıt  kriterlerinden  biri  olarak  kabul  edilmektedir  (70). 

Yaşam kalitesinin tam bir tarifini yapmak güç olmakla birlikte genel 

bir iyilik hali olarak tarif edilebilir. Dünya Sağlık Örgütü‟nün “sadece 

hasta  veya  özürlülüğün  bulunmaması  değil  fiziksel,  psikolojik  ve 

sosyal  olarak  tam  bir  iyilik  hali”  şeklinde  yaptığı  sağlık  tanımı  bir 

anlamda  Yaşam  Kalitesi  kavramını  sağlık  tanımına  eklemiş 

bulunmaktadır (71).

 

Yaşam kalitesini ölçen bir aracın kişinin fiziksel 



işlevselliğinin yanı sıra sosyal ve psikolojik işlevselliğini de ölçmeye 

yönelik  boyutları  olması  gerekmektedir.  SDBY‟nde  yaşam  kalitesi 

toplum  ortalamasına  göre  düşük  bulunmakta,  bu  fark  fiziksel 

komponentlerde daha belirgin olarak bulunmakta ve hastalığın gidişatı 

boyunca  yaşam  kalitesindeki  azalma  da  fiziksel  komponentte  daha 

belirgin olmaktadır (72). 



 

 

54 


 

 

   


 Kronik hastalıklar hastanın kendisi kadar yakınlarını  da etkiler. 

Kronik  hastalığın  eşliğinde  uzamış  yaşam  hem  hasta,  hem  de  ailesi 

için bazı zorluklara ve kısıtlamalara neden olabilmektedir. 

 

    



Yaşam süresi uzadıkça kronik hastalıkla geçen süre de artmakta 

ve  hem  hastanın  kendisi,  hem  de  aynı  evde  yaşayan  yakınları  bu 

kronik  hastalık  ve  beraberindeki  stres  faktörleriyle  daha  uzun  süre 

karşı  karşıya  kalmakta,  hastalığın  ilerlemesine  uyum  göstermek 

zorunda  kalmaktadırlar  (73).  Yapılan  çalışmalarda;  kronik  böbrek 

yetmezliği  hastalarının  en  büyük  destek  kaynağının  aileleri  olduğu 

tespit edilmiştir (74).   

 

 



     

KBY  bir  aile  hastalığı  olarak  görülmüştür  (75,76).  Bu  tanım 

özellikle diyaliz hastaları için daha belirgin bir tanımlamadır. Çünkü; 

diyaliz  hastalarında  aile  içinden  biri  diyaliz  partneri  olarak 

davranmakta 

ve 


diyalizle 

ilgili  bütün  sorunlarla  muhatap 

olabilmektedir. Bu durumda diyalizden en çok etkilenen kişi hasta ile 

ilgilenen  kişi  olabilmektedir,  hatta  pek  çok  çalışma  bakım 

gösterenlerin,  ruh  sağlığı  ve  yaşam  kalitesi  açısından  bu  durumdan 

etkilendikleri saptanmıştır (77,78,79).



 

 

     

Bakım  vermek  ailelere  önemli  bir  yük  getirir.  Resmi  bakıcı 

olmayan  (ücret  karşılığı  bakan  kişi  değil,  gönüllü  olarak,  hastanın 

yakın  çevresi,  aile  üyelerinden  gibi..)    kişiler  aralarında  yüksek  stres 

düzeyleri,  depresyon,  düşük  öznel  iyilik  hissi,  fiziksel  sağlık  ve 

kendine yeterlilikte azalmanın da yer aldığı önemli sağlık sorunlarıyla 

karşılaşırlar  (14,15).  Bu  yük,  bakım  alan  kişiyle  ilişkilerdeki  önemli 

değişimlerle daha da alevlenir (17,16).

 

  

    



Çalışmamızda  18-80  yaş  arasında  toplam  63  hastanın    %54‟ü  

kadın,  %46  „sı    erkektir.  Türk  Nefroloji  Derneğinin    2007  registry  

raporuna göre düzenli HD ve SAPD programındaki hastaların cinsiyet 

dağılımına  baktığımızda  erkek  hasta  oranını  daha  çok  görmekteyiz 

(HD:%56,1 erkek hasta. SAPD:%51,2 erkek hasta) (19). 

 

    



Hastalık süreleri 6 ay ile 168 ay arasında değişmektedir. Eğitim 

düzeylerine baktığımızda çoğunluğu  %60.3  oranında ilkokul mezunu 



 

 

55 


 

oluşturuken,  sadece  %3.2  lik  kısmını  üniversite  mezunu 

oluşturmaktadır. 

 

   



 Bununla  beraber  bakım  verenleri  15-75  yaş  aralığında  olup, 

bunların %66.7‟si kadın , %33.3‟ünü erkekler oluşturmaktadır. Bakım 

veren  konumundakilerin    %49.2‟sini  eşler,  %20.6  sını  çocuklar, 

%30.2  lik  kısmınıda  diğer  yakınları    (gelini,kardeşi,annesi  ..) 

oluşturmaktadır.

 

Aile  içinde  çoğunluğunda  bakım  veren    konumunda 



eşler  vardır.  Daha  sonra  çocuklar,  aile  içindeki  diğer  kişiler  

gelmektedir  (80).  Aile  içinde  primer  bakımdan  sorumlu  olan  kişi 

çoğunlukla  eşlerdir  (80).

 

Eşlerine  bakan  kadın  bakım  verenler  de, 



erkek  eşler  ve  diğer  aile  bireylerinden  daha  fazladır.  Bizim 

çalışmamızda  da  bakım  veren  konumundan    sorumlu  olanların 

çoğunluğunu eşler oluşturmaktadır. 

   


 Bakım  verenlerin  eğitim  durumlarına  baktığımızda,  çoğunluk 

olarak  %55.6  oranında  ilkokul  mezunları  oluştururken,  en  az  olarak  

%4.8  oranında  üniversite  mezunu  bulunmaktadır.  Bu  sonuçlara 

bakıldığında  hem  hasta,  hemde  bakım  veren  grubunda  eğitim 

düzeylerinin  birbirlerine yakın olduğu görülmektedir. 

  

   



Çalışmamızdaki 

diyaliz 


hastalarının 

primer 


hastalık 

sebeplerinden  çoğunluğun  sebebi  bilinmemekle  beraber    (%28.6), 

tespit  edilen  sebepler  içerisinde  en  fazla  neden  olarak  HT  (  %27 

oranında)  görülmektedir.  Diğer  nedenler;    DM,  IGA    nefropatisi, 

RPGN,  ağırlıklı  olarak  sayılabilir.  Türk  Nefroloji  Derneğinin  2007 

registry raporuna göre etyolojide en çok görülen neden HT daha sonra 

DM olarak bulunmuştur. Son dönem böbrek  yetmezliği etyolojisinde 

yüksek  oranda  bulunan  hipertansiyonun  primer  mi,  yoksa  renal 

yetersizliğe mi bağlı olduğu tartışmalıdır (19).

 

 



   

Depresyon  ve  anksiyete  gibi  psikolojik  hastalıklar  diyaliz 

hastalarında  birbirine  eşlik  eden  ve  çok  rastlanan  problemlerdendir 

(81).  Diyaliz  hastalarında  normal  topluma  oranla  depresyon  ve 

anksiyete  daha  çok  görülmektedir.  Bunların  gerek  yatarak  ya  da 

ayakta  tedavileri,  gerekse  aramızda  yaşayan  insanlardaki  birlikte 

bulunma  prevalansının  belirlenmesi,  birlikte  bulunduklarında  hasta 


 

 

56 


 

üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesi hem klinik hem de akademik 

yönden gereklidir (82). 

 

    



Çalışmamızdaki  hastaların  anksiyete  puanları  0  ile  18  arasında 

değişmekte  olup;  ortalaması  8.61±5.30‟dur,  depresyon  puanları  0  ile 

21 arasında değişmekte olup; ortalaması 8.36±5.72‟dir. Bakım verenin

 

Anksiyete  puanları  0  ile  20  arasında  değişmekte  olup;  ortalaması 



7.15±5.06‟dır. Depresyon puanları 0 ile 20 arasında değişmekte olup; 

ortalaması  6.46±5.03‟tür.Hastalardaki  anksiyete,  depresyon  puan 

ortalamaları, bakım verenlerinden daha yüksektir. 

Aydemir  Ö  ve  ark.

nın  yaptığı  HAD  Türkçe  form  geçerlilik  ve 



güvenilirlik    çalışmasında, 

 

kesme  noktasının,  HAD  anksiyete  alt 



ölçeği  için  10  ve  depresyon  alt  ölçeği  için  7  olduğu  bulunmuştur. 

Zigmond  ve  Snaith  (1983)  geliştirme  çalışmasında  her  iki  alt  ölçek 

için “7 ve aşağısı” hasta olmayan,  “8-10” arası sınırda hasta ve  “11 

ve yukarısı” için belirgin hasta değerlendirmeleri uygun görmüşlerdir. 

   

Çalışmamızda  hastaların  HAD  anksiyete  ve  depresyon 



ortalamaları  Türkçe  geçerlilik  ve    güvenilirliğe  göre  sınırda  hasta 

düzeyine uyduğu  bulunmuştur. Bununla birlikte Özgür B ve ark.‟nın 

yaptığı  çalışmada  hastaların  HAD‟nden  elde  edilen  anksiyete  puan 

ortalaması 12.81±2.95 ve depresyon puan ortalaması 8.24±2.18 olarak 

saptanmış  olup  (83)  ,bizim çalışmamızdaki hastaların  anksiyete puan 

ortalaması düşük, depresyon puan ortalaması ile uyumlu görülmüştür. 

    

Çalışmamızdaki 



bakım 

verenlerin 

çoğunluğunu 

eşler 


oluşturmakla  birlikte  bunu,  çocuklar  ve  diğer  yakınları  takip 

etmektedir.  Tek  tek  bunların  anksiyete  ve  depresyon  puanlarına 

baktığımızda;  eşlerde  en  düşük  görülmekle  birlikte,  çocuklarda 

anksiyete  puanı  düşük,  depresyon  puanı  Türkçe  form  güvenilirlik 

çalışmasıyla uyumlu, diğer yakınlarda ise yine anksiyete puanı düşük, 

depresyon  puanı  Türkçe  form  güvenilirlik  çalışmasıyla  uyumlu 

bulunmuştur. Fakat bakım verenlerin hastaya yakınlık durumuna göre 

ayrı  ayrı  incelendiğinde  ortaya  çıkan  bu  fark  istatistiki  olarak 

anlamlılık düzeyine erişmemiştir. 

  

   Çalışmamızda    Zarit  ölçeği  puanları  23  ile  100  arasında 



değişmekte  olup;  ortalaması  51.76±16.21‟dir.  Bakım  verme  yükü 

 

 

57 


 

ölçeğinin  Türkçeye  uyarlamak,  geçerlilik  ve  güvenilirliğini 

değerlendirmek  amacıyla  yapılan  çalışmada,  ölçeğin  faktör  analizi 

sonunda tek boyutlu olarak kullanılabileceği belirlenmiş ve ortalaması 

20.37±16.54  olduğu  saptanmıştır.  Bizim  çalışmamızdaki  Zarit  puan 

ortalaması  Türkçe  geçerlilik  çalışmasının  üzerinde  tespit  edilmiştir, 

burada burada bakım verenlerde bakım verme yükünü oldukça yüksek 

görmekteyiz. 

     

Yaptığımız  çalışmada  bakım  veren  kişinin 



 

yakınlık  derecesine 

göre  Zarit  puan  ortalamaları  arasında  istatistiksel  olarak  anlamlı  bir 

farklılık  bulunmamaktadır  (p>0.05).

 

Ancak    bakım  verenin  yaşı  ile 



bakım verenin Zarit puanı arasında pozitif yönde, %26.4 düzeyinde ve 

istatistiksel  olarak  anlamlı  bir  ilişki  bulunmaktadır  (p<0.05).

 

Yaşları 


15  ile  75  arasında  değişmekte  olan  bakım  veren  grubumuzda  yaş 

ortalaması arttıkça bakım verme yükününde arttığı görülmektedir. 

   

 Hastalar  yaşamlarındaki  değişikliklere  alışmak  ve  bunlarla 



birlikte  yaşamayı  öğrenirken  birçok  psikolojik  ve  fiziksel  faktörün 

etkisinde  kalabilecekleri  gibi,  yeni  yaşam  tarzına  bağlı  fiziksel  ve 

psikolojik  sorunlar  da  geliştirebilirler.  Tüm  bunlar  bireylerin  yaşam 

kalitelerini olumsuz yönde etkileyebilir (57). 

 

    


Hastaların SF-36 yaşam kalitesi puanlarına baktığımızda fiziksel 

rol  fonksiyon  ve  emosyonel  rol  fonksiyon  ortalamalarının  düşük 

olduğu  görülmüştür.Yani  fiziksel  sağlık  sorunlarına  bağlı  rol 

kısıtlılıkları çalışma saatleri  ya da günlük aktivitelerden kaynaklanan 

fiziksel sağlık sorunlarına etkileri ve çalışma ya da günlük aktiviteler 

üzerine depresyon ya da anksiyete gibi emosyonel sorunların etkisinin 

daha  çok  görüldüğünü  söyleyebiliriz.  Çalışmamızda  ki    hastaların 

depresyon ortalamasının yüksek olması  belki de  yaşam kalitesindeki 

emosyonel rol durumunun düşüklüğü ile orantılı olabilir. 

 

    



Bunun  yanında  bakım  verenin  SF-36  yaşam  kalitesi  ölçeğine 

baktığımızda  genel  sağlık  skorunun  endüşük  olduğu  yani  bakım 

verenlerin kendi sağlıkları konusunda , hastalar kadar olmasa da yine 

de endişeli olduklarnı görmekteyiz. 

    

 


 

 

58 


 

Angelica  G.‟nin  çalışmasında  hastalardaki  SF-36  skorlarındaki 

en düşük ortalama fiziksel fonksiyon ve genel sağlığa ait iken, bakım 

verenlerinde ise mental sağlık başta olmak üzere sosyal fonksiyon ve 

fiziksel fonksiyon da görülmektedir (84 ). 

    


Hem    hasta  grubunda,  hem  de  bakım  verenlerde  yaşam  kalitesi 

puanları  arasında  farklılıklar  olması  elbette  birçok  değişkenden 

etkilenmektedir.  Cinsiyet  farklılığı,  yaş,  öğrenim  durumu,  evli    veya 

bekar  oluşu,  aile  tipi,  gelir  düzeyi  ,  diyaliz  süresi,  hastanın    tedavi 

modaliteleri  gibi.  Acaray  A‟nın    dializ  hastalarında  yaptığı 

çalışmasında  bu  faktörlerin  yaşam  kalitesine  etkilerini  görmekteyiz 

(85). 

     


Yapılan    bir  çalışmada  Kısa  form  36‟nın  (SF-36),  fiziksel  ve 

ruhsal bölümlerindeki her 1 puanlık iyileşmenin mortalite ve hastane 

yatışı oranlarında  %2 azalmayı getirdiği; diğer yandan  “hastalığının 

kronik  seyirli  olduğunu  bilme  ve  bilinçlenme  düzeyinin  artışı”  ile, 

hastalık  üzerindeki  bireysel  kontrol  yükselirken,  duygusal  tepki 

düzeylerinin azaldığı belirlenmiştir (86). 

 

    


Bu  nedenledir  ki    diyaliz  hastaları,  zamanlarının  önemli  bir 

bölümünü diyalizde geçirdiklerinden sosyal,  mental , fiziksel yönden 

etkilenen  ve yaşamları kısıtlanan bu kişilerin takibinde SF-36‟nın ne 

kadar önemli olduğunu görmekteyiz. 

 

    


Zarit  puanı  ile  hastanın  fiziksel  rol  fonksiyon  puanı,  zindelik 

yorgunluk  puanı,  genel  sağlık  puanı  arasında  negatif  yönde  ve 

istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmaktadır (p<0.05). 

    


Zarit  puanı  ile  hastanın  mental  sağlık  puanı,  hastanın  sosyal 

fonksiyon  puanı  ,ağrı  puanı  arasında  negatif  yönde  ve  istatistiksel 

olarak ileri düzeyde anlamlı bir ilişki bulunmaktadır (p<0.001). 

    


Hastada    fiziksel  rol  fonksiyon,  zindelik  yorgunluk  ve  genel 

sağlık  azaldıkça  bakım  verende  bakım  verme  yükü  artmaktadır, 

bununla  birlikte  hastadaki,  mental  sağlık  ,  ağrı  ve  sosyal 

fonksiyondaki  azalma  bakım  verenlerindeki  yüke  etkisi  daha  çok 

olmaktadır.  


 

 

59 


 

    


Diyaliz  hastalarında  makinaya  veya  torbaya  bağımlılığı,  ailevi, 

mesleki,  toplumsal  işlevselliklerindeki  azalmalarda  hastalardaki 

anksiyete ve depresyonun kökenini oluşturmaktadır. 

     


Çalışmamızda  hastalardaki  anksiyete  ve  depresyon  arttıkça, 

bakım  verenlerinde  de  bakım  verme  yükünün  arttığı  gözlenmiştir. 

Zarit puanı ile hastalardaki anksiyete arasında ileri düzeyde anlamlılık 

varken (p<0.001), depresyon ile arasında da istatistiksel olarak anlamlı 

bir ilişki bulunmaktadır (p<0.05). 

     


Bakım verenleri incelediğimizde, bakım verendeki anksiyete ve 

depresyon  arttıkça,  bakım  verme  yüklerinin  de  arttığını  görmekteyiz. 

Zarit puanı ile anksiyete ve depresyon puanları arasında ileri düzeyde 

anlamlı bir ilişki bulunmaktadır (p<0.001). 

    

Shreiner‟in yaptığı çalışmada Zarit bakım verme yükü ölçeğinde 



24  ve  üstü  kesme  puan  alan  bakım  verenlerin  %72‟sinde,  muhtemel 

bir depresyon eğilimi gözlenmiştir (87). Bizim çalışmamızdaki bakım 

verenlerde  de  Zarit  puanı  arttıkça  anksiyete  ve  depresyon  puanının 

arttığını görmekteyiz ve bu da literatürle uyumlu görülmektedir. 

   

 Hastaların  yaşam  kalitesindeki  bozulmanın,  bakım  verenlerde  



anksiyete  ve  depresyona  da  neden  olduğunu  görmekteyiz. 

Hastalardaki  zindelik  yorgunluk,  mental  sağlık,  sosyal  fonksiyon  ve 

ağrı durumlarında bozulma oldukça, bakım verenlerinde anksiyete ve 

depresyon görülme oranı da artmaktadır. Çalışmamızda bakım verme 

yükü    puanı  ile  hastanın  mental  sağlık,  sosyal  fonksiyon,  ağrı  ve 

zindelik komponentlerinde istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı bir 

ilişki bulunmaktadır (p<0.001). 

   


 Bununla  birlikte  hastanın  fiziksel  fonksiyon  puanı  ile  bakım 

verenin  anksiyete  puanı  arasında  negatif  yönde  istatistiksel  olarak 

anlamlı  bir  ilişki  bulunurken  (p<0.05),  fiziksel  rol  fonksiyon  ve 

emosyonel rol fonksiyon ile bakım verenin depresyon puanı arasında  

negatif  yönde  istatistiksel  olarak  anlamlı  bir  ilişki  bulunmuştur 

(p<0.05).  Bu  nedenledir  ki  hastaların  yaşam  kalitesindeki  düzelme 

bakım verenlerinde psikososyal düzelmeyi de beraberinde getirir. 

 


 

 

60 


 

Bizim çalışmamızdaki bakım verme yükü hastaların çoğunlukla, 

zindelik/yorgunluk,  mental  sağlık,  sosyal  fonksiyon  ve  ağrı 

durumundan,  istatistiksel  olarak  da  ileri  düzeyde  anlamlı  olacak 

şekilde  (p<0.001)  etkilenmektedir.  Yani  hastalardaki  fiziksel  ve 

duygusal  nedenlerle  sosyal  aktivitelerin  kısıtlanması,  akraba  ve 

arkadaş ziyaretlerine gidememe, eve  gelen ziyaretçilerin kısıtlanması, 

hastaların  psikolojilerinde  bozulma,  fiziksel  bir  yorgunluk,  enerji 

azlığı  ve  ağrılarının  çok  olması  gibi  durumlar  arttıkça,  bakım 

verenlerin bakım verme yükleri de artmaktadır. 

    

Kronik  hastalığa  sahip  kişilerin  bakım  verenlerinden  ,  hangi 



bakım  verenin  daha  fazla  yük  altında  olduğunu  ,  çalışma  yapmadan 

bilmek mümkün olmayabilir. 

    

    


Pablo  Rebollo‟nun  220  hasta  ve  bakım  verenlerinde  yaptığı 

çalışmada  diyaliz  hastalarının  fonksiyonel  statü  ve  yaşam  kalitesini 

bakım  verenleri  düşük  bulurken,  hemşire  ve  doktorlar  daha  yüksek 

bulmaktadır.Fonksiyonel  statü  ve  yaşam  kalitesindeki  farklı 

değerlendirmeye  neden  olan  hasta  ve  bakım  verenlerindeki 

değişkenler  ise 

a)

  bakım  veren  için  ;  bakım  verme  yükü  (Zarit 



Scalasına  göre),  mental  sağlık  (SF-36‟nın  mental  komponenti),  ve 

hastadaki ek hastalık varlığı 

b) 

hemşire için; hastanın fiziksel sağlığı 



(SF-36‟nın  fiziksel  fonksiyonu  ve  hastanın  günlük  aktivitelerdeki 

bağımsızlığı 

c)

  doktora  göre  ise  hastadaki  ek  hastalık  varlığı  ve 



doktorun  yaşı  ve  deneyimi.  Çalışmalarında  bakım  verendeki  mental 

sağlık komponenti düşük olduğunda, yüksek bakım verme yükünde ve 

hastada ek hastalık varlığında , bakım verenleri hastaların fonksiyonel 

statü  ve  yaşam  kalitesini  düşük  algılamaktadır  (88).  Bizim 

toplumumuzda  da  hastanın  yaşam  kalitesi  gerek  yakınları  gerekse 

sağlık  personeli  tarafından  farklı  algılanıyor  olabilir.  Tedavi  ve 

prognozla  ilgili  bir  değişken  olduğu  kabul  edilmiş  olan  bu 

parametrenin  objektif  değerlendirilebilmesi  amacıyla  SF-36  gibi  bir 

yaşam  kalitesi  ölçeğinin  hasta  takiplerinde  rutin  uygulamaya 

konulması yarar sağlayabilir. 

    

 Bununla 



birlikte  bakım  verenlerin  yaşam  kalitesine 

baktığımızda  daha çok faktörün bakım verenlerin yükünü arttırdığını 

görmekteyiz.  Bakım  verendeki  fiziksel  aktivitelerin  kısıtlanması, 


Yüklə 1,13 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin