7
İleri derecede sıvı – sodyum dengesizliği (hiponatremi,
hipervolemi),
Hiperpotasemi (serum potasyumunun 6.5-7 mEq/L ve
üzerinde olması),
Metabolik asidoz (plazma bikarbonat 15 mEq/L ve kan pH‟sı
7.15‟den düşük olması),
Kan üresinin 250-300 mg‟den fazla olması,
Kan üresinin günde 100 mg veya kan potasyumunun günde 1
mEq/L‟den fazla yükseldiği katabolik durumlar,
Medikal
tedaviye
yanıt
vermeyen
hiperfosfatemi,
hiperkalsemi, hiperürisemi,
Metabolik alkaloz (Özel diyalizatörler kullanılarak yapılır).
Diyalizin Göreceli Kontrendikasyonları
Diyaliz tedavisinin mutlak bir kontrendikasyonu yoktur. Ancak
böbrek yetmezliğine eşlik eden göreceli ( rölatif ) kontrendikasyonları
vardır. Bunlar:
Alzheimer hastalığı,
Multi-infark demans,
Hepatorenal sendrom,
Ensefelopati ile ilerlemiş siroz,
İlerlemiş malignite.
Diyaliz Prensipleri
Diyaliz tedavisinin amacı uygun sıvı ve solüt değişimini
sağlamaktır. Sıvı ve solut değişiminin diffuzyon ve ultrafiltrasyon
olmak üzere iki temel prensibi vardır. Diffüzyon membranın iki
yanındaki konsantrasyon farkı nedeniyle solütün konsantrasyonu
yüksek olan taraftan düşük olan tarafa hareketidir. Diffüzyon hızını ve
yönünü etkileyen başlıca üç faktör vardır:
Konsantrasyon gradienti; İki taraf arasındaki konsantrasyon
gradienti arttıkça madde alışverişi hızlanacaktır.
Solütlerin molekül ağırlığı ve hızı; porlardan geçen maddelerin
molekülleri ne kadar büyük ise membrandan geçen madde
miktarı ve geçiş hızı o kadar azalır.
8
Membran direnci; yarı geçirgen membran kalınlığının artması,
porların küçülmesi veya por sayısının azalması membranların
madde alışverişine karşı direncini arttırır. Ultrafiltrasyon
uygulanan basınç nedeni ile membranın bir yanından diğer
yanına sıvı transferidir. Sıvı transferine solüt transferide eşlik
eder. Hemodiyalizde ultrafiltrasyon hidrostatik basınç ile
sağlanırken, sürekli ayaktan periton diyalizinde ozmotik basınç
ile sağlanmaktadır (26).
DĠYALĠZ YÖNTEMLERĠ
PERĠTON DĠYALĠZĠ
Son
dönem
böbrek
yetmezlikli
hastalarda
böbrek
fonksiyonlarının kesintisiz olarak, doğal bir membranla herhangi bir
kuvvete veya alete gerek duyulmadan yerine koyma düşüncesinden
periton diyalizi geliştirilmiştir. Periton boşluğundaki solüt ve su
absorbsiyonu periton zarındaki kapiller dolaşım ve lenfatikler
yardımıyla olur. Periton zarı toksik maddeleri filtre eden yarı geçirgen
zar vazifesi görür (26). Periton diyalizinde vücut ısısına kadar ısıtılmış
genelde 2 litre diyaliz solüsyonu periton boşluğuna yerleştirilmiş olan
kateter vasıtasıyla 10 dakika gibi bir sürede periton boşluğuna verilir.
Periton diyaliz tipine göre değişen periyotta bu solüsyonlar periton
boşluğunda bekletilir. Bekleme sürecinden yaklaşık 20 dakika
içerisinde diyalizat periton boşluğundan geri alınır ve yeni bir
diyalizat tekrar periton boşluğuna verilir. Bu işlem genel olarak günde
4 kez, haftanın 7 günü uygulanır (27). Periton diyalizi hastaları için
altı farklı periton diyaliz yöntemi vardır. Bunlar; sürekli ayaktan
periton diyalizi, aletli periton diyalizi, aralıklı periton diyalizi, sürekli
siklik periton diyalizi, gece periton diyalizi ve tidal periton diyalizidir.
Hem hastanın sosyal şartlarına uygun hem de periton diyalizinin gerek
solüt klirensi gerekse ultrafiltrasyon transferini en yükseğe çıkaracak
olan bir periton diyaliz yöntemi seçilir.
9
Periton Diyalizinin Avantajları
Kolay uygulanabilirlik ve taşınabilirlik,
Kardiyovasküler problemi olanlarda daha iyi kan basıncı ve sıvı
kontrolü sağlanması,
Rezidüel renal fonksiyonun daha iyi korunması,
Sürekli antikoagülasyona ihtiyaç duyulmaması,
Aneminin görülme sıklığı ve derinliğinin daha az olması,
Kan biyokimyasının yavaş ama etkili düzelmesi,
Çocuklar, yaşlılar, diyabetik hastalar gibi damar problemi
bulunan hastalarda kolay uygulanabilmesi,
Hepatit bulaşma riskinin az olması,
Daha serbest diyet ve sıvı alımı,
Periton Diyalizinin Dezavantajları
Artmış enfeksiyon riski (özellikle peritonit),
Yetersiz diyaliz riski,
Potansiyel protein kaybı ve malnutrisyon oluşması,
Kateter yerleştirilmesine bağlı psikolojik problemler,
Hipertrigliseridemi,
Artmış adinamik kemik hastalığı riski,
Özellikle yaşlı hastalarda ve çocuklarda sürekli uygulamaya
bağlı bıkkınlık.
Periton Diyaliz Komplikasyonları
Periton diyaliz komplikasyonları enfeksiyon ve enfeksiyon dışı
olmak üzere iki gruba ayrılır.
Periton diyalizinin enfeksiyon komplikasyonları; katater çıkış
yeri enfeksiyonu, tünel enfeksiyonu ve peritonittir. Enfeksiyon dışı
komplikasyonları ise; sızıntı, herni, hidrotoraks, sırt ağrısı, karın
ağrısı, malnutrisyon ve sklerozan peritonittir.
10
HEMODĠYALĠZ
Hemodiyaliz, hastadan alınan kanın antikoagülasyonla vücut
dışında makine yardımıyla yarı geçirgen bir membrandan geçirilerek,
sıvı solüt içeriğinin yeniden düzenlenlenip hastaya geri verilmesi
işlemidir. İlk olarak 1946 yılında Wilhelm Korff tarafından akut
böbrek yetmezliğinin tedavisinde, 1960‟lardan itibaren de giderek
KBY bulunan hastaların tedavisinde uygulanmaya başlandı.
Hemodiyaliz işleminin gerçekleştirilmesi için yeterli kan akımı
sağlanmalıdır (erişkinde genellikle dakikada 200-600 ml). Yeterli kan
akımı sağlanması için kalıcı veya gecici vasküler giriş yolu gereklidir.
Geçici vasküler giriş yolu sağlanmak için günümüzde en yaygın
kullanılan yöntem çift lümenli bir kateterin femoral, subklaviyen veya
internal juguler vene yerleştirilmesidir.
Kalıcı vasküler giriş yolları ise arteriyovenöz greft ve
arteriyovenöz fistüldür. Arteriyovenöz fistül, arter ile ven arasında bir
pencere açılmasıdır. Sıklıkla distalden başlayarak ön kol ve kol
kullanılır. Eğer fistül girişimi beklendiği şekilde olmuşsa (üzerine
dokunulduğunda dolgunluk ve thrill sesi alınıyorsa) hasta 3 hafta
sonra hemodiyaliz makinesine bu fistül ile bağlanabilir (28).
Hemodiyaliz iĢleminin üç ana birleĢeni vardır.
Diyalizör (filtre),
Pompa yardımıyla kan diyalizat dolaşımını sağlayan sistem,
Solüt klirensi için belirli bir kimyasal kompozisyonda sıvı
(diyalizat).
Diyalizin etkinliğini arttırmak amacı ile diyalizat ve kan
akımları ters yönlüdür. Diyalizörler Hallow fiber (içi boş kapiller)
veya paralel tabakalar yapısında olabilir. Membranların kimyasal
içeriği sellüloz, substituted sellüloz, sentetik sellüloz, sentetik olabilir.
Diyaliz membranın (diyalizör) kapiller içinde hastanın kanı, kapiller
arasında ise makine tarafından hazırlanmış diyalizat bulunur. Kan
akımı 300 ml/dk‟da tutmak için yeterli olan geçici ya da kalıcı damar
girişiminden alınan kan yarı sentetik membrandaki çok sayıda
kapillere pompalanır. Kan akımına ters yönde sodyum klorür, asetat
11
veya bikarbonat ve değişken konsantrasyondaki potasyum içeren bir
diyalizat diyalizöre verilir. Membrandaki diffüzyon, üre gibi küçük
molekül ağırlıklı maddelerin konsantrasyon gradiyentine bağlı olarak
kan tarafını bırakıp diyalizat tarafına hareket etmesini sağlar. Benzer
şekilde genelde konsantrasyonu 35 mEq/L olan bikarbonat kan
tarafına difuze olur. Su ve sodyum klorür fazlalığının uzaklaştırılması,
membran boyunca olan hidrostatik basınca bağlı olarak
ultrafiltrasyonla olur. Hemodiyaliz hastasının ortalama haftada üç
kez-dört saat diyalize girmesi gerekir (24-25).
Hemodiyalizin Avantajları
Atık maddeler vücuttan hızla ve başarı ile uzaklaştırılır,
Hergün değil, haftada iki veya üç kez uygulanır,
Malnutrisyon ile daha az karşılaşılaşılır,
Hastaneye yatma gereksinimin daha az olur,
Karına ait komplikasyonlarla karşılaşılmaz,
Diyaliz ortamı hastanın diğer hastalar ile ilişki kurmasını sağlar.
Hemodiyalizin Dezavantajları
Tedavi seansları arasında sıvı-elektrolit ve metabolik değişime
bağlı olarak diyaliz sonrası hastanın kendini iyi hissetmesi,
ancak sonraki seansa kadar yavaş yavaş tekrar kötüleşmesi
sonucu olaşan rahatsızlık hissedilmektedir,
Tedavi sırasında iğneler kullanılmaktadır,
Çeşitli sıvı ve gıdaların alınmasında kısıtlanmalar vardır,
Fistül için minör cerrahi bir girişim gerekmektedir.
Hemodiyalizin Komplikasyonları
Hemodiyalizin komplikasyonları sık rastlanan ve daha az
rastlanan fakat ciddi olan komplikasyonları olarak ikiye ayrılmaktadır.
Sık görülen komplikasyonları; hipotansiyon, kas krampları, huzursuz
bacak sendromu, bulantı, kusma, baş ağrısı, göğüs ve sırt ağrısı,
kaşıntı, titreme ve ateştir. Daha az rastlanan fakat ciddi
komplikasyonlar; disekilibrium sendromu, anafilaktik reaksiyonlar,
12
aritmiler, kalp tamponadı, intrakranial kanama, konvülziyonlar,
hemoliz, hava embolisi ve hipoksemidir (24,25,26).
TRANSPLANTASYON
Transplantasyon, son dönem böbrek yetmezliğinin seçkin tedavi
şeklidir. Çünkü transplantasyon ile, diyaliz tedavilerinde olduğu gibi
böbrek fonksiyonlarından bazıları değil tamamı yerine getirilir. Ayrıca
diyaliz işleminin oluşturduğu fiziksel ve psikolojik zorluklar ortadan
kalktığından yaşam kalitesi daha iyidir. Fakat transplantasyon
yapılabilmesi için alıcının hayatı tehdit eden ekstrarenal
komplikasyonlarının olmaması gerekir. Primer oksalozis, tedavi
edilemeyen
psikoz,
immünsupresif
tedavi
ile
progresyon
gösterebilecek bir hastalığın olması transplantasyona engeldir. Diffuz
damar
harabiyeti
olmadığı sürece diabetes mellitus kesin
kontrendikasyon değildir (5,23).
ANKSĠYETE BOZUKLUKLARI
İç sıkıntısı, kaygı, bunaltı gibi sözcüklerle anlatılmaya çalışılan
anksiyete yaşamı tehdit eden ya da tehdit şeklinde algılanan, rahatsız
edici, endişe ve korku duygusudur. İçsel ya da dış dünyadan bir
tehlike olasılığı ya da kişi tarafından tehlikeli olarak algılanıp
yorumlanan herhangi bir durum karşısında yaşanan bir
duygudurumdur (29). Kişi kendini bir çeşit alarm durumunda ve sanki
kötü bir şey olacakmış gibi hissetmektedir. Anksiyete, tehlike
durumunda aktif hale geçen biyolojik bir uyum düzeneğiyle
oluşturulur ve tüm bu uyum sağlayıcı özellikleri nedeniyle insan
yaşamının sürdürülebilmesi için var olması gerekli duygudur. Ancak
sağlıklı olan ve olumsuz durumlarla başa çıkabilmek amacıyla ortaya
çıkan bu duygunun şiddetli ve uzun süre yaşanması, bir noktadan
sonra kişinin yaşamını, aktivitelerini, sosyal yaşamını ve kişiler arası
ilişkilerini olumsuz etkilemeye başlamaktadır. İşte bu çizgiden sonra
anksiyete, artık kişide ruhsal sorunlar yaratan bir duygu olarak
karşımıza çıkar.
13
Anksiyetede gerginlik, kaygı ve korku gibi ruhsal belirtilere
davranışsal ve bedensel belirtiler de eşlik etmektedir. Bütün bunların
gerçekleşmesi için o duruma uygun olan otonom sinir sisteminin
etkilediği, solunum, kardiovasküler işlevler, ısı kontrolü gibi
hemostatik düzeneklerin işlevi gereklidir.
TARĠHÇE
Anksiyete sözcüğü, darlık ve sıkışma anlamına gelen
hindogermanik „angh‟ kökünden türetilmiştir. Anlamı değişik
dillerde benzerlik göstermektedir. „anchein‟ (boğulmak, sıkılmak)
„angor‟ (boğulmak, nefes düzensizliği) gibi (29).
Çiçero, öznel anksiyete yaşantısının süresi ve yoğunluğundan
söz edip, geçici patlama tarzında olan anksiyeteyi tanımlarken „angor‟
terimini, daha hafif ve süreğen olanı anlatmak için „anxietas‟ terimi
kullanılmıştır. Orta çağda anksiyete kavramı tanrı korkusuyla ilgili
olarak yorumlanmış, hastalık boyutunda ele alınmamıştır. Varoluşçu
akımın ileri sürdüğü ve anksiyetenin özgürlük ve suçluluk bilincinden
kaynaklanan hiçlik ve varolmama korkusuyla oluşan bir duygu olduğu
bu nedenle insan ruhunun ulaşacağı doğal bir sonuç olduğu şeklindeki
yaklaşımı bu konuya farklı bir bakış açısı getirmiştir (29).
1869‟da Board „fizyolojik yetersizliklerin psikolojik
bozukluklara yol açtığı‟ görüşünden yola çıkarak „nevrasteni‟
terimini ortaya atmış ve bunun tüm anksiyete bozukluklarını içerdiğini
kabul etmiştir. Hecker ise 1893‟te nevrastenik hastalarının çoğunun
anksiyete ataklarından yakındığına dikkat çekmistir. Öznel anksiyete
yaşantısı olmaksızın somatik anksiyete belirtilerinin ön planda
olabileceği görüşü 1908 yılında Stekel‟in „rezidüel anksiyete‟
kavramını ortaya koymasına neden olmuştur. Nitekim bu yaklaşım
ileriki yıllarda Beltman tarfından da „korkusuz panik bozukluğu‟
adıyla tekrar gündeme gelmiştir (29).
14
ANKSĠYETE BELĠRTĠLERĠ
1. Bilişsel belirtiler
2. Duygusal belirtiler
3. Davranışsal belirtiler
4. Fizyolojik belirtiler olarak 4 alana ayrılmıştır.
BiliĢsel belirtiler:
Aklın sisli bulanık olması, çevredeki nesneleri uzakmış gibi ya
da bulanık görme, aşırı uyanıklık hali, kendini aşırı gözleme, çevrenin
olduğundan farklı ve gerçek dışı görülmesi, önemli şeyleri
hatırlayamama, düşünceyi kontrol edememe, konsantrasyon güçlüğü,
dikkat dağınıklığı (hipervijilans), düşüncede duraksamalar, bloklar,
objektif güçlüğü, nedenselleştirme güçlüğü, kontrolü yitirme duygusu,
başa çıkamama korkusu, yineleyici korkulu düşünceler, bilişsel
sapmalar (distorsiyon) (29).
Duygusal belirtiler:
Korku, endişe, dehşet duygusu, tedirginlik, alarm durumuna
geçme, gerginlik, sinirlilik, çaresizlik.
DavranıĢsal belirtiler:
Kaçma, kaçınma, huzursuzluk, olduğu yerde hareketsiz dona
kalma, davranışlarda inhibisyon, konuşma akışında bozukluk,
koordinasyon bozukluğu (29).
Fizyolojik belirtiler:
Bunlar genelde organizmanın kendini korumaya yönelik bir
savunma durumu içine girdiğini gösterir. Çarpıntı, kalp hızında artma,
arteryel kan basıncı değişiklikleri, bayılma hissi, gerçek bayılma, yüz
kızarması, aritmi, derin soluma, nefes darlığı, kesik soluma, boğazda
düğümlenme, bronşiyal spazm, kaslarda gerginlik, reflekslerde artma,
yorgunluk hissi, çabuk yorulma, ağrılar, karın ağrısı, karında
huzursuzluk, spazm, bulantı kusma, ishal, yutma güçlüğü, hava yutma,
ağızda kuruma ya da sulanma, iştah değişiklikleri, uykuya dalma
güçlüğü, uykusuzluk, huzursuz uyku, cinsel isteksizlik, erken
15
boşalma, sık idrara çıkma, yaygın terleme, lokal ellerde terleme,
kaşınma krizleri, sıcak ve soğuk basma nöbetleri, ateş basması gibi
belirtiler normalde zaman zaman hepimizde yaşanan olaylardır.
Dikkat edilirse, çoğu ya normal işlevlerin abartılı hale gelmiş şekli ya
da normal işlevlerdeki baskılanmalardır (29).
ANKSĠYETE BOZUKLUKLARI (DSMIV-TR Sınıflandırılması)
Agorofobi olmadan panik bozukluğu
Agorafobi ile panik bozukluğu
Panik bozukluğu öyküsü olmadan agorafobi
Özgül fobi
Sosyal fobi
Obsesif kompulsif bozukluk
Travma sonrası stres bozukluğu
Akut stres bozukluğu
Yaygın anksiyete bozukluğu
Genel tıbbi bozukluğa bağlı anksiyete bozukluğu
Madde kullanımına bağlı anksiyete bozukluğu
Başka türlü adlandırılamayan anksiyete bozukluğu
Anksiyete belirtileri gösteren hastalarda tanı Ģeması:
Eğer hastada anksiyete belirtileri izleniyorsa, tanı koyabilmek
için:
A. Organik neden araştırılır, organik neden varsa tanı organik
anksiyete ,
B. Organik neden yoksa aşağıdaki nedenler araştırılmalıdır.
16
• Belirli durum ya da durumlardan mantıksız biçimde kaçınma
ve topluluklarda bulunma kokusu varsa tanı: „sosyal fobi‟ olmalıdır.
• Belirli nesne ya da durumlardan kaçınmalar varsa, ancak
topluluklarda bulunma öyküsü yoksa tanı: „ özgül fobi‟ olmalıdır.
• Sosyal fobi ve özgül fobi tanısı konamıyorsa, ancak panik
atağı öyküsü ve evden çıkma korkusu varsa, tanı: „agorafobi ile giden
panik bozukluğu‟ dur.
• Panik atağı var ancak evden çıkma kokusu yoksa tanı:
„agorafobisiz panik bozukluğu‟ dur.
• Yineleyici düşünce ve seremoniler varsa tanı: „obsesif
kompulsif bozukluktur.‟
• Geçirilmiş sosyal ya da fiziksel travma öyküsü ve bunları
yeniden yaşantılama yakınması izleniyorsa, tanı: „travma sonrası stres
bozukluğudur.‟
• Sürekli ve dışarıdan bakıldığında elle tutulur bir nedeni
saptanamayan aşırı endişe durumlarında tanı: „yaygın anksiyete
bozukluğu‟ olmalıdır.
• Yukarıdaki şartları karşılamayan durumlarda da tanı: „atipik
anksiyete‟ olmalıdır.
DEPRESYON
Tanımlama:
Depresif duygular ( depresif duygu durumu „mood‟ ) sağlıklı
insanlarda istenmeyen ya da hayal kırıklığına neden olan yaşamsal
olaylar karşısında ortaya çıkan sıkıntı, üzüntü, keder içeren duygusal
tepkiler olup, yaşamın normal bir parçası olarak kabul edilebilir.
Ancak klinikte ruhsal bir çok daha şiddetli ve kişinin yaşamını
olumsuz olarak etkileyen, hatta onun tüm yaşamsal işlevlerini bozan,
belirli belirti kümelerinden oluşan bir sendromdur.
17
Temel özellikleri arasında kederli ve karamsar duygu durumu,
kötümser düşünme, gelecek hakkında umutsuzluk, hayattan zevk
alamama, enerji azlığı, psikomotor yavaşlama, iştah ve uyku
düzensizlikleri gibi vejatatif belirtiler yer alır (30).
20. Yüzyılın ikinci yarısında teknolojik gelişmeler, duygudurum
bozukluklarının sebeplerinin araştırılmasında biyolojik faktörlerin
rolüyle ilgili çalışmaları hızlandırmıştır. Depresyon etyolojisine
yönelik olarak yapılan nörokimyasal ve nöroendokrinolojik çalışmalar
bu alanda önemli adımlar atılmasına yol açmıştır. Yine depresyonda
beynin yapısal yönünün incelenmesi, belli beyin bölgelerinin
hastalıktaki rolü için ilgi çekici olmuştur (31).
Dostları ilə paylaş: |