İçimizde Bir Yer


İlk Günah ve İlk Yalnızlık



Yüklə 0,64 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə29/31
tarix24.01.2023
ölçüsü0,64 Mb.
#80440
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   31
İçimizde Bir Yer - Ahmet Altan

İlk Günah ve İlk Yalnızlık...
Hıristiyanların, insanın günahkâr bir soydan geldiği için
daha doğarken sahip olduğuna inandıkları "ilk günah" gibi
doğuştan içimizde taşıdığımız bir "ilk yalnızlık" var bence.
Ne yaparsanız yapın kurtulamayacağınız "ilk günah" gibi
ne yaparsanız yapın kurtulamayacağınız, hayatınız boyunca
içinizde taşıyacağınız bir "ilk yalnızlık."
Ruhunuzun bir köşesi bütün insanlığa kapalı, bütün
insanlardan uzak.
Ne kadar yaşarsanız yaşayın, ne yaparsanız yapın, ne kadar
çok dostunuz olursa olsun, kimsenin içeri kabul edilmeyeceği,
kimseyle paylaşılmayacak bir köşe orası.
Orası, hayatın düşmanlarla dolu olduğu, her an bir
tehlikeyle karşılaşabileceğimiz varsayımıyla ruhumuza
yerleştirilmiş bir gözetleme kulesi, oradan herkesi seyrediyor,
gördüklerimizin kayıtlarını tutuyor ve bizim gözcümüzü
şaşırtmasın, kandırmasın diye kimseyi oraya sokmuyoruz.
Bu yalnız köşe, ruhumuzdaki vazgeçilmez kuşkunun da
bekçisi.
Her şeyden ve herkesten kuşkulanıyor.

yalnızlık 
içimizde 
olduğu 
sürece 
herkesten
kuşkulanacağız, o kuşku içimizde olduğu sürece hep içimizde
bir yerde mutlak bir yalnızlık olacak.
O yalnız köşe, o doğarken içimize yerleştirilmiş "ilk
yalnızlık" hayatımızın en büyük ikilemlerinden birini, insan


olmanın huzursuzluğunu, hattâ zaman zaman çaresizliğini de
hayatımıza sokuyor.
Bir yandan, o mutlak yalnızlık, bütün yalnızlar gibi
yalnızlığından kurtulmak istiyor, bir yandan da tamamen
korunmasız kalacağından korkan ruhumuz, o köşenin
başkalarına açılmasını engelliyor.
Bitmez tükenmez bir çekişme yaşıyoruz, daha doğduğumuz
andan itibaren.
Hem bizi o yalnız köşeden kurtaracak, varlığımızdaki
yalnızlığı silecek birini arıyoruz hem de o köşeye en çok
yaklaşandan, oraya girmesi en muhtemel olandan, bizi
fethedip tümden korunmasız bırakacak diye kuşkulanıp onu,
farkına varmadan kimi zaman zihnimizde bir düşmana
çeviriyoruz.
Farkına varmadan bir yanımız âşık olacağı, bütünleşeceği,
kendisini içindeki o "ilk yalnızlıktan" kurtaracak birini
ararken, başka bir yanımız bizi böyle bir "tehlikeye" karşı bizi
uyarıyor.
Âşık olduğumuzda, neredeyse tümü kuşkudan kaynaklanan
kıskançlıklarla, öfkelerle, intikam istekleriyle, bütün
varlığımızı, hayatımızı, ruhumuzu, bedenimizi sevdiğimize
bağışlama arzusunun bir arada ve böylesine kuvvetli bir
şekilde ortaya çıkması, belki de bizi bir çılgına çeviren.
Teslim olmak, yalnızlığından kurtulmak isteyen yanımızla,
kendini korumak, gözetlemek isteyen yanımızın, diğer bütün
duygularımızı etkilemek için ruhumuzda verdiği korkunç bir
savaş bu.
Âşık olduğumuzda, bir başka insanı, onunla tümüyle
kaynaşmak isteyecek kadar sevdiğimizde, ruhumuz, zaferleri,


yenilgileri, casusları, istihbaratları, çatışmaları, ölüleri,
kahramanlarıyla büyük bir savaş alanına dönüşüyor.
Âşık olduğumuz insanın yalnızca tezahürlerini görebildiği
ama asla esas kaynağını ve nedenini keşfedemediği büyük
karmaşa çıkıyor ortaya.
En güçlü aşk cümlelerini fısıldarken neden aniden
huzursuzlanıp huysuzlaştığımızı, gelecekle ilgili hayaller
kurarken birden neden kıskançlık krizleri geçirdiğimizi,
neden böyle dengesiz davrandığımızı, sevdiğimiz insan belki
de hiçbir zaman anlayamıyor.
Üstelik, aynı savaşı o da kendi içinde yaşadığından, bizden
ziyade kendisiyle uğraşmak zorunda kalıyor.
Bütün duyguların ayaklanıp "ilk yalnızlığın" baskısından
kurtulmak için isyan ettiği, bu uğurda çarpışmalara girdiği
zamanlarda, içimizdeki dokunulmaz "yalnızlık", daha sonra
kullanacağı, kendisini haklı göstereceği duyguları, bilgileri,
gözlemleri telaşla biriktirmeye koyuluyor.
Sevdiğimizin sesindeki bir anlık duraksama, bir dil
sürçmesi, başka yana kayan bir bakış, önemsiz minicik bir
yalan, bütün bunlar, uğursuz bir sismograf tarafından
kaydediliyor, küçük kırgınlıklar, kuşkular, kızgınlıklar orada
birikiyor.
O "ilk yalnızlık", teslim olmak isteyen yanımızı, içinde
biriktirdiği duyguları keskin bir bıçağa çevirerek yaralamaya,
kanatmaya, zayıflatmaya başlıyor.
Sana en yakın olanın sana en büyük düşman olduğuna seni
inandırmak için uğraşıyor.
Çoğunlukla bunu başarıyor.


O, seni, sana yaklaşan herkesten korumak isteyen
muhafızın.
Seni, sana rağmen savunan efendin.
Seni koruyor ve seni diğerlerinden koparıp ayırıyor.
Huzursuzluğunun dinmesine izin vermiyor, huzur,
teslimiyetin başlangıcı ona göre, ancak etrafta bir tehlike
olmadığında, kimse "ilk yalnızlığını" tehdit etmediğinde
huzura kavuşabilirsin.
Ve o huzura kavuştuğunda ancak, içindeki "yalnızlık", o
yalnızlıktan kurtulmak için kendi huzursuzluğunu yaratıp
bunu yaşamana izin verebilir.
En âşık olduğumuzda huzursuzlanmamız, en huzurlu
olduğumuzda anlaşılmaz bir şekilde sıkıntılarla sarsılmamız,
gerçek bütünleşmeyi bir türlü başaramamamızdan. Herkes,
kendi ruhunun derinliğine göre değişik acılarla ve
sarsılmalarla yaşıyor bu trajediyi.
Hıristiyanların "ilk günah"tan kurtulamamaları gibi biz de
bu "ilk yalnızlık"tan kurtulamıyoruz.
Ne kadar teslim olmak istesek de teslim olamıyoruz. En
çok sevdiğimizi, en çok kaynaştığımızı bile neredeyse
düşmanca bir dikkatle gözetleyen bir yanımız hep varlığını
sürdürüyor.
Belki de o şüpheci yalnızlığımızı tatmin edebilmek, onu
yatıştırabilmek, haklı gerekçelerle susturabilmek için
sevdiğimizden, sözler, garantiler, vaatler istiyoruz. "Benim
ol" diyoruz.
Tam bilemesek de, onun içinde de bize teslim olmayacak,
bizi gözetleyecek, bizden uzak bir "yalnızlık" olduğunu, o
"yalnızlığın" onu bizden uzaklaştıracağını, bize teslim


olmasını engelleyeceğini, olmadık bir anda bizi terk etmeye
onu zorlayacağını seziyoruz, biz sezmesek bile bizim
"yalnızlığımız", onun da içinde bir yalnızlık olduğuna dair
bizi uyarıyor.
O "dokunulmaz" ve mutlak yalnızlık yüzünden yalnızlıktan
kurtulamıyoruz.
Teslim olmaya en yakın olduğumuzda, en çok
sevdiğimizde, yaşıyoruz en büyük kuşkuyu.
Sevdiğimize düşman bir yan var içimizde.
Bizi bırakmayan bir yan.
Bizi gece yarıları uykularımızdan uyandırıp sevdiğimizin
söylediği bir sözü fısıldayan, o sözü çeşitli biçimlerde
yorumlayan, kuşkularımızı ayaklandıran, sevgiyle yattığımız
bir uykudan neredeyse nefretle ve düşmanca kalkmamıza yol
açan bir yan.
Herhalde bazen kendimiz bile şaşıyoruz kendi
gelgitlerimize.
Sevgi sözcükleri söylemeye hazırlanırken birden neden
öfkeli cümleler sarf ettiğimize.
O "ilk yalnızlık" birgün kuşkularından, düşmanlıklarından,
savunmalarından vazgeçer mi, birgün bir başka insana güven
duyar mı, usul bir uykuya dalıp bizi rahat bırakır mı, bir başka
insanla ruhen ve bedenen mutlak bir bütünleşme sağlamamıza
izin verir mi?
Bunu bilmiyorum.
Karşılıklı olarak birbirimizin ilk yalnızlıklarını, her değişte
ellerimizin kanamasına, içimizin acımasına aldırmadan uzun
uzun okşamamız gerekir belki.


Vahşi bir atı terbiye eder gibi...
Bu kadar sabırlı, bu kadar bilge, bu kadar fedakâr, bu kadar
hoşgörülü, bu kadar arzulu olabilir miyiz?
Bir başka insanı, tanrıyı bile "ilk günahı" affetmeye, bizi
soyumuzun lanetinden kurtarmaya, çevremizdekileri ilk
günahla lekelenmiş düşmanlar yerine, günahtan arınabilecek
faniler olarak görmemize yardım etmeye, içimizdeki "ilk
yalnızlığın" korkularını ve kuşkularını yatıştırmaya razı
edecek kadar çok sevdiğimizde belki...
Ama şu soruyu kim soracak:
— İlk günahla ve ilk yalnızlıkla yaralanmış bu insanlar bu
kadar sevebilir mi?
***



Yüklə 0,64 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   31




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin