İçimizde Bir Yer



Yüklə 0,64 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə8/31
tarix24.01.2023
ölçüsü0,64 Mb.
#80440
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   31
İçimizde Bir Yer - Ahmet Altan

Bir Sabah Uyandığında...
Sakin, sıradan, ışıklı bir gündü.
Güngörmüş çınarların gölgesi suya vuruyor, sevecen bir
meltemle kıpırdayan sularda dantelli oynaşmalar yaratıyordu.
Arada bir, paslı, eskimiş şilepler geçiyordu.
Karşı tepeler yemyeşildi.
Rumelihisarı'nın burçları gözüküyordu.
Yorgun bir vapur yanaştı iskeleye, bir iki yolcu indi.
Güneş suya vuruyordu, ışık, parlak taşlar gibi sekiyordu
dalgaların üstünde.
Yosun, midye, yaprak kokularıyla, gölgelerle, ışıklarla
zaman eski bir vapur gibi sükûnetle akıyor, beni de kendi
sükûnetiyle sarmalayıp yaşlı bir yolcu gibi yanı sıra
götürüyordu.
İnsanın, menziline varmış bir at gibi bütün yükünü
indirdiği, geçmişini unuttuğu, geleceğine aldırmadığı o
huzurlu anlardan biriydi.
Gözüm, sularda kıpırdayan bir ışık yansımasına takıldı.
Nasıl oldu anlayamadım, o ışık bir an öylesine güçlü bir
biçimde beni içine çekti ki, sanki her şey gerçekliğini
kaybetti, bir ânın içinde o sedef parıltılı öğleden sonra
parçalandı, kuşkulu, sisli, belirsiz bir hale dönüştü.
Hayatımızı, hayattan daha büyük gerçeklerle, evrenin
sonsuzluğuyla, milyarlarca yıldan beri akıp giden zamanla


kıyasladığımızda hissettiğimiz manasızlığı, yetersizliği
hissettim.
Gerçekle ilişkim koptu.
Kısa bir baygınlıktan çıkar gibi o ışığın içinden çıktığımda,
zihnimde yıllarca önce okuduğum bir cümle vardı.
"Hayat, tanrının gördüğü bir rüya mı yalnızca?"
Eve döndüğümde, toz ve kâğıt kokulu bir sahaf
dükkânından aldığım, mavi kapaklı kitabı aradım,
kütüphanedeki raflardan birinde unutulmuş olarak duruyordu.
Miguel Unomuno'nun Sis romanı.
Telaşlı bir şekilde sayfaları karıştırarak o cümlenin
bulunduğu yeri aradım.
"Benim başımdan geçenler, etrafımdakilerin başlarından
geçenler hakikat mi, hayal mi, yoksa tanrının bir rüyası mı
sadece? O uyandığı zaman kaybolacak bir rüya olmasın
bunlar, eğer ona dualar ediyor, ezgilerde onu yüceltiyorsak,
bu, onu uyutmak, sallayarak rüyalara dalmasını sağlamak
isteğinden doğamaz mı?"
Bir başkasının rüyası mıydı bizim yaşadığımız?
Kaderimizin bir başkasının zihnindeki bulanık görüntülerle
belirlendiği bir rüya mıydı bu?
Eğer öyle değil de, hayat çok belirgin, çok net, çok
gerçekse, o zaman, bazen bütün geleceğimizi belirleyen
tesadüfler neydi?
Benim bir öğle vakti Boğaz'a gitmem, orada etrafıma
bakarken bir ışık yalazının içine çekilerek bir anda
gerçeklerden ve hayattan kuşkuya düşmem bir tesadüf değil
miydi?


Bir keresinde genç bir dostuma, "Sence tesadüf nedir?"
diye sormuştum.
O, gözlerini kısmış, dudaklarını şişirmiş, parmaklarının
ucuyla çenesini ovaladıktan sonra hiç unutmadığım o cevabı
vermişti:
"Tesadüf, bilinçaltımızdır."
Tesadüf dediğimiz, hayatımızın beklenmedik, tahmin
edilmedik olaylarla ve insanlarla olan kesişmelerine bizi
bilinçaltımızın hazırlayıp sürüklediğini, bilinçaltımızda öyle
bir hazırlık olmasa, rastladığımız olayların ve insanların da
yanından, onları fark etmeden geçip gidebileceğimizi
düşünüyordu.
Bazen kaderimizi belirleyen tesadüfler aslında bizim
bulmak istediğimiz ama bunun farkında olmadığımız olaylar
ve insanlardı.
Tesadüfleri, onları çok yadırgamadan hayatımıza almamız,
onları kendi geleceğimize katmamız, onları zaten
istememizdendi.
Tesadüflerin kaderimizi belirlemekteki gücünü kabul
edersek ve bu tesadüflerin bilinçaltımızın hazırlığı sonucunda
ortaya çıktığına inanırsak, hayatımıza bilincimiz kadar, hattâ
belki de ondan çok, bilinçaltımızın yön verdiğine de iman
etmemiz gerekiyordu.
Böyle baktığımızda hayat sadece tanrının rüyası değildi.
Biraz da bizim bulanık ve bizi bile şaşırtan kendi
rüyamızdı.
Tanrının ve bizim bilinçaltımızın oluşturduğu bir sisin
içinde, o sisin arasında gözükenleri asla bilinçli bir şekilde
kavrayamadan yaşıyorduk.


Kaderimizi değiştirmeye muktedir değildik ama onunla
tanışmış gibi yaşıyorduk, kendini aldatmanın en vahşi ve en
besleyici yanlarından biri olan bu yanılgı belki de kendi
bilinçaltımızın bulanıklığının, tanrının belirsiz rüyalarıyla
denk gelmesindendi.
Hayat, Unamuno'nun dediği gibi bir "sisti" belki.
Ve Unamuno, şöyle bir gördüğü Eugenia isimli bir kadının
siluetine âşık olan adamın düşüncelerini anlatırken benim
genç dostumun görüşlerine hak veriyordu:
"Hayat bir sistir. Bugün bu sisin içinden Eugenia çıktı. Kim
bu Eugenia? Sanırım, ben onu çoktan arıyordum. Ben onu
arayadurayım, işte o kendisi çıkageldi karşıma."
Ne başlangıcını ne de sonunu bilebildiğimiz zamanın
içinde küçük susinekleri gibi kısacık hayatımızı sürüp,
kendimize ve yaşadıklarımıza yüklediğimiz o olağanüstü ve
biraz komik ciddiyetle yaşarken, ihtiraslarımız, acılarımız,
kıskançlıklarımız ve kızgınlıklarımızla tanrıyı rüyasında
güldürüyor muyduk?
Tanrı gülümseyerek birgün uyandığında yok mu olacaktık?
Biz birgün, bilincimiz kadar bilinçaltımızı da berraklıkla
kavradığımızda mı uyanacaktı tanrı?
"İnsan yalnız kalır da gözlerini gelecek zamana kaparsa,
rüyasında ebediyetin korkunç uçurumu açılır önünde" diyordu
Unamuno.
Geleceğe bakmak, hep ona bakmak kurtarıyordu belki de
bizi, bu sisin içinde yolumuzu bulabilmemiz, kendimizi ve
hayatımızı önemsememiz, hayata bir mana katmamız belki de
geleceğe bakmakla mümkündü.


Bu ânı manalı kılan, ona bir derinlik katan geleceğe
bakmamızdı.
Ya geçmiş?
Geçmiş bize, geleceğe bakmayı ve sislerin arasından
görmeyi öğretiyordu.
Tanrı gülümseyerek uyuyor ve rüyasında bizleri görüyordu.
Biz, tanrının rüyasında dolaşırken bilinçaltımızdaki
milyonlarca belirsiz görüntü, isimsiz duygu, anlaşılmayan
istek, tesadüfleri ve kaderi mi oluşturuyordu?
Kaderimizi 
şekillendirmekte, 
bilincimizin, 
aydınlık
düşüncelerimizin, keskin duygularımızın gücünü yüceltmeye
çalışırken tanrısal bir şakanın kurbanı mı oluyorduk? Sislerin
içinde yaşıyorduk.
Gerçekle bağımızı, bazen suların üstünde gezinen minicik
bir ışık huzmesi koparabiliyor, bizi şüphenin belirsizliğine
fırlatıp atabiliyordu.
O sakin, sıradan, ışıklı öğleden sonra kendimi yükünden
kurtulmuş bir at gibi hissederken, derinlerimde bir şey beni
bir ışıkla sarsılmaya, gerçekten kopmaya, hayattan
kuşkulanmaya hazırlıyordu ama ben, o ışık parçası beni içine
çekmeden daha bir an önce neye hazırlandığımı, ne tür
duygular yaşayacağımı bilmiyordum.
Ama tek bir anda bütün duygularım değişebiliyor, huzurum
yok olabiliyordu.
Bir sisin içinde kendime çarpıyordum. Bu çarpışma
parçalıyordu beni. "Ne büyük acılar ne de büyük sevinçler
öldürür insanı, bu yüzden bu acı ve sevinçler, küçük küçük
değersiz şeylerden oluşmuş muazzam bir sisle sarılı


gözükürler. Evet, işte hayat dediğin bir sis olup olacağı."
Hayat bir sis mi, olup olacağı.
Peki ya gölgeleri sularda salınan çınar ağaçlan, o gemiler,
içimdeki o huzur, o huzurun altına saklanmış özlem, özlemin
yanında duran keder, onların arasından aniden kopuveren
kahkaha, umutlarım?.. Tanrının rüyası mı bütün bunlar?
Öyleyse eğer tanrım, bırak beni rüyanda dolaşayım. Sen de
benim rüyamda dolaşıyorsun çünkü.
***



Yüklə 0,64 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   31




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin