Pereira İddia Ediyor



Yüklə 0,79 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə17/20
tarix28.11.2023
ölçüsü0,79 Mb.
#166952
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   20
Pereira İddia Ediyor - Antonio Tabucchi

Bakam Küçük Sanatçıların Sergisini Açıyor. Plajda genç sanatçıların
eserlerini gösteren büyük bir fotoğraf sayfanın yarısını kaplıyordu:
denizkızları, kayıklar, gemiler ve balinalar. Pereira sayfayı çevirdi, ikinci
sayfada şöyle bir başlık atılmıştı: İspanya’daki Portekizli Erlerin Yaman
Direnişi. Alt başlık ise şöyleydi: ‘Askerlerimiz,
Italyan Denizaltılarının Uzaktan Desteğiyle, Bir Çarpışmada Daha
Kendilerini Gösterdiler.’ Pereira makaleyi okumak istemedi ve gazeteyi
katlayıp bir sandalyenin üzerine koydu. Omletini bitirdi ve şekersiz bir
limonata daha içti. Sonra hesabı Odeyip kalktı, içerde çıkarmış olduğu
ceketini giydi ve yürüyerek Lisboa’nın merkezine yöneldi. Vardığında,
saat beşe çeyrek vardı. Pereira bir kahveye girdi, diye iddia ediyor
Pereira ve bir likör söyledi. Kalbine iyi gelmediğini biliyordu, ama sağlık
olsun diye düşünmüştü. Sonra Lisboa'nın bulunduğu eski binanın
merdivenlerini çıktı ve Bayan Filipa’yı selamladı. Haber vereyim, dedi
Bayan Filipa. Gerek yok, diye karşılık verdi Pereira, ben kendim haber
veririm, saat tam beş ve müdür bey bana saat beşte randevu verdi.
Kapıyı tıklattı, müdürün sesi, girin, diye seslendi. Pereira, ceketinin
önünü ilikleyip içeri girdi. Müdür güneşten yanmış, kapkara olmuştu,
kaplıcalardaki parkta güneşlendiği belli oluyordu. Geldim işte müdür
bey, dedi Pereira, emrinize amadeyim, her şeyi anlatın bana. Her şeyi
anlatsam bile vakit yetmez Pereira, dedi müdür, görüşmeyeli bir ayı
geçti. Kaplıcalarda görüşmüştük, dedi Pereira, halinizden hoşnuttunuz.
Tatil tatildir, diye kısa kesti müdür, tatili boş verin. Pereira, çalışma
masasının önündeki sandalyeye yerleşti. Müdür, eline bir kalem aldı ve
masanın üzerinde döndürmeye başladı. Doktor Pereira, dedi, izin
verirseniz sen diye hitap etmek istiyorum. Rica ederim, diye karşılık
verdi Pereria. Bak Pereira, tanışalı çok olmadı, bu gazete
kurulduğundan beri tanıyoruz ancak birbirimizi ama senin iyi bir
gazeteci olduğunu biliyorum, otuz yıla yakın yerel muhabir olarak
çalıştın, hayatı tanıyorsun ve anlayacağına şüphem yok. Elimden geleni
yapacağım, dedi Pereira. Evet, dedi müdür, ama şu son darbeyi
beklemiyordum senden. Ne darbesi, diye sordu Pereira. Fransa’ya övgü,


dedi müdür, önemli kişilerin hiç hoşuna gitmedi. Neymiş bu Fransa
övgüsü, diye sordu Pereira şaşkın bir tavırla. Pereira, diye haykırdı
müdür, Alphonse Daudet’nin Almanlarla savaştan söz edilen ve ‘Yaşasın
Fransa’ cümlesiyle son bulan bir anlatısını yayınladın. Bir ondokuzuncu
yüzyıl öyküsü, diye karşılık verdi Pereira. Ondokuzuncu yüzyıl öyküsü
olduğu doğru, diye sürdürdü müdür, yine de Almanlarla savaştan söz
ediyor. Pereira, Almanların bağlaşığımız olduğunu bilmiyor olamazsın.
Hükümetimiz bağlaşıklık antlaşması yapmadı, diye karşı çıktı Pereira,
hiç değilse resmi olarak. Yeter Pereira, dedi müdür, biraz düşün.
Bağlaşıklık yoksa bile kaynaşma var en azından, güçlü bir kaynaşma,
hem iç hem de dış politikada Almanlar gibi düşünüyoruz, biz de
Almanya’nın yaptığı gibi Ispanyol milliyetçilerine yardım elimizi
uzatıyoruz. Ama sansürde ses çıkarmadılar, diye kendini savundu
Pereira, sakin sakin öykünün yayınlanmasına izin verdiler. Sansürde bir
sürü cahil adam var, dedi Müdür, kör cahiller, sansür müdürü akıllı bir
adamdır, benim de dostumdur, ama Portekiz’de çıkan her gazetenin
prova yazılarını bizzat okuması olanaksız, geri kalanlar memurdur,
sosyalizm ve komünizm gibi bozguncu sözcüklerin geçmesini önlemek
için para alan gariban polis memurlarıdır, sonu ‘Yaşasın Fransa’ diye
biten Alphonse Daudet’ nin öyküsünü anlamaktan acizdirler, dikkat
etmesi gereken bizleriz, sakınımlı olmalıyız, tarihi ve kültürel deneyimi
olanlar biz gazetecileriz, bizler kendi kendimizi denetlemeliyiz.
Denetlenen benim, dediğini iddia ediyor Pereira, doğru, gerçekten beni
gözleyen biri var. Biraz açıklar mısın lütfen, dedi müdür, ne demek
istiyorsun? Yazı işlerinde bir santral var artık, telefonlar doğrudan
gelmiyor, hepsi binanın kapıcısı Celeste’den geçiyor. Bütün yazı
işlerinde aynı şey uygulanıyor, diye karşılık verdi müdür, sen yokken,
senin yerine biri telefonlara bakıyor ve iletileri not ediyor. Evet, dedi
Pereira, ama kapıcı kadın polis muhbiri, eminim. Yeter Pereira, dedi
müdür, polis güvenliğimizi sağlıyor, gece uykumuzu bekliyor, ona
minnet duymalısın. Ben kimseye minnet duymam müdür bey, diye
karşılık verdi Pereira, sadece profesyonelliğime ve karımın anısına
minnet duyarım, iyi anılara her zaman minnet duymalı insan, diye
onayladı müdür, ama sen Pereira, kültür sayfasını yayınlamadan önce,
bana göstermelisin, ben böyle buyuruyorum. Ama size vatansever bir
anlatı olduğunu önceden söylemiştim, diye üsteledi Pereira, siz de şu
sıralar vatanseverliğe gerek duyduğumuzu söyleyerek içimi


rahatlatmıştınız. Müdür bir sigara yakıp başını kaşıdı. Portekiz
vatanseverliği, dedi, bilmem anlıyor musun Pereira. Portekiz
vatanseverliği, oysa sen Fransız öyküleri yayınlamaktan başka bir şey
yapmıyorsun ve bizler Fransızlarla kaynaşmıyoruz, bilmem anlıyor
musun. Her neyse, dinle beni, okurlarımızın güzel bir Portekiz kültür
sayfasına gereksinimi var, Portekiz’de en az on yazar arasında seçim
yapma olanağın var, ondokuzuncu yüzyıldakileri de alabilirsin, gelecek
sefer Portekiz’i çok iyi tanıyan Eça de Queiroz’un bir öyküsünü al, yoksa
aşklarla ve hapisle dolu hareketli bir yaşam sürmüş olan, tutkunun
türküsünü söyleyen Camilo Castelo Branco’yu da alabilirsin, Lisboa
yabancı meraklısı bir gazete değil, kendi köklerine inmelisin,
eleştirmen Borrapotas olsa, toprağa dönmelisin, derdi. Bu adı hiç
duymadım, dedi Pereira. Milliyetçi bir eleştirmendir, rakibimiz olan bir
gazetede yazıyor, Portekizli yazarların topraklarına dönmeleri
gerektiğini savunuyor. Ama ben toprağımdan asla ayrılmadım, dedi.
Pereira, çocuk gibi bağlıyım toprağa. Tamam, diye kabullendi müdür,
ama kendi başına bir işe kalkışmadan önce bana danışmaksın, bilmem
anladın mı? Gayet iyi anladım, dedi Pereira ve ceketinin üst düğmesini
açtı. Peki, diye bağladı müdür, sanırım görüşmemiz sona erdi, aramızda
iyi bir ilişkinin kurulmasını arzu ediyorum. Kesinlikle, dedi Pereira ve
müdürün yanmdan ayrıldı.
Dışarı çıktığında, ağaçların doruklarını eğen sert bir rüzgâr
vardı. Pereira yürüyerek uzaklaştı, sonra durup çevrede bir taksi var mı,
diye bakındı. Buraya kadar gelmişken akşam yemeği için Café
Orquidéa’ya gitmeyi düşündü, sonra vazgeçti ve eve dönüp bir sütlü
kahve içmenin daha iyi olacağı sonucuna vardı. Ama ortalıklarda hiç
taksi olmadığını, yarım saat beklemesi gerektiğini iddia ediyor Pereira.


22
Ertesi gün, Pereira evden çıkmadı, diye iddia ediyor Pereira.
Geç kalktı, kahvaltısını etti ve Bernanos’un kitabını bir kenara bıraktı,
çünkü Lisboa’da yayınlanması mümkün değildi. Kitaplığını karıştırdı ve
Camillo Castelo Branco’nun bütün eserlerini buldu. Rasgele bir öykü
seçti ve ilk sayfasını okumaya başladı. Anlatıyı bunaltıcı buldu.
Fransızların ha i liğinden de, ironisinden de yoksundu, karanlık,
özlemli, sorun dolu, trajedi yüklü bir öyküydü. Pereira çok geçmeden
sıkıldı. Karısının portresiyle konuşmak istiyordu, ama söyleşiyi daha
sonraya erteledi. O zaman kendine maydanozsuz bir omlet yaptı,
hepsini yedi ve yatmaya gitti, hemen uyudu ve güzel bir düş gördü.
Sonra kalktı ve bir koltuğa oturup pencereden dışarısını seyretti.
Dairesinin pencerelerinden, karşıdaki kışlanın palmiyeleri görünüyor,
arada bir de bir borazan sesi işitiliyordu. Pereira borazan seslerini ayırt
edemiyordu, çünkü askerliğini yapmamıştı ve bu iletiler ona
anlaşılmaz
geliyordu. Gözlerini esintiyle kıpırdayan
palmiye dallarına
dikip çocukluğunu düşündü. Oğle sonrasının büyük bir bölümünü böyle,
çocukluğunu düşünerek geçirdi, ama Pereira bundan söz etmeyi arzu
etmiyor, çünkü bu öyküyle hiç ilgisi yok, diye iddia ediyor.
Saat dörde doğru, kapının çalındığını duydu. Pereira
uyuşukluğundan silkindi, ama yerinden kalkmadı. Birinin kapısını
çalmasını garip bulmuştu, belki Setubal’den dönen Piedade olabilir,
diye düşündü, herhalde kız kardeşini öngörülenden önce ameliyat
etmişlerdi. Kapının zili yeniden çınladı, bu kez çekinerek iki kez, uzun
uzun iki kez çalınmıştı. Pereira kalktı ve binanın giriş kapısını açan
askıyı çekti. Merdivenin sahanlığında bekledi, kapının yavaş yavaş
kapandığını ve ayak seslerinin çabuk çabuk tırmandıklarını işitti. Içeri
giren kişi sahanlığa geldiğinde, kim olduğunu seçemedi, çünkü
merdivenler karanlıktı, çünkü artık gözleri pek iyi görmüyordu.
Merhaba Doktor Pereira, dedi Pereira’nın tanıdığı bir ses,
benim, girebilir miyim? Monteiro Rossi’ydi. Pereira onu hemen içeri
aldı, hemen sonra da kapıyı örttü. Monteiro Rossi holde durdu, elinde
küçük bir çanta vardı, üzerine de kısa kollu bir gömlek giymişti.
Ozür
dilerim Doktor Pereira, dedi Monteiro Rossi, size daha sonra her şeyi
anlatacağım, binada kimse var mı? Kapıcı kadın Setubal’de, dedi
Pereira, üst kattaki kiracılar daireden çıktılar, Oporto’ya taşındılar. Beni


kimse görmüş müdür, ne dersiniz, diye sordu heyecanla Monteiro Rossi.
Terliyordu ve ha iften kekeliyordu. Sanmıyorum, dedi Pereira, ama ne
işiniz var burada, nereden geliyorsunuz? Daha sonra her şeyi
anlatacağım size Doktor Pereira, dedi Monteiro Rossi, ama şimdilik bir
duş alıp gömleğimi değiştirmem gerekiyor, bitkin düştüm. Pereira
banyonun yerini gösterdi ona ve temiz bir gömlek, haki renkli
gömleğini verdi. Size biraz bol gelecek, dedi, ama idare edersiniz,
Monteiro Rossi yıkanırken, Pereira holde karısının portresinin
karşısına geçti. Ona bir çok şey söylemek isterdi, diye iddia ediyor
Pereira, örneğin Monteiro Rossi’nin çat kapı eve geldiğini ve de başka
olayları. Ama bir şey söylemedi, söyleşiyi erteleyip salona döndü.
Monteiro Rossi banyodan çıkıp geldi, Pereira’nın çok bol gelen gömleği
içinde yüzüyordu. Teşekkür ederim Doktor Pereira, dedi, bitkinim, size
bir sürü şey anlatmak isterdim, ama çok yorgunum, belki bir öğle
uykusu iyi gelir. Pereira, delikanlıyı yatak odasına götürdü ve çarşa ların
üzerine pamuklu bir örtü serdi. Buraya uzanın, dedi, ayakkabılarınızı
çıkarın, ayakkabılarınızla uyursanız vücut dinlenmez, rahatınıza bakın,
sizi daha sonra uyandırırım. Monteiro Rossi yattı, Pereira kapıyı kapattı
ve salona döndü. Camilo Castelo Branco’nun öykülerini bir kenara
bıraktı, yeniden Bernanos’u eline alıp bölümün devamını çevirmeye
başladı. Lisboa’da yayınlayamazsa, sağlık olsun, diye düşündü, belki de
kitap olarak yayınlatabilirdi, Portekizlilerin hiç değilse okunacak iyi bir
kitabı olurdu, ciddi, ahlâki, temel sorunlara değinen bir kitap, okurların
vicdanını rahatlatacak kitap, diye düşündü Pereira.
Saat sekizde, Monteiro Rossi hâlâ uyuyordu. Pereira mutfağa
gitti, dört yumurta çırptı, içine bir kaşık Dijon hardalı ve bir tutam
mercanköşk koydu. Güzel bir omlet hazırlamak niyetindeydi, kuşkusuz
Monteiro Rossi kurt gibi açtır, diye düşündü. Salonda sofrayı iki kişilik
kurdu, beyaz bir örtü serdi. Silva’nın evlilik hediyesi olan Caldas da
Rainha tabaklarını çıkardı ve şamdanlara iki mum dikti. Sonra Monteiro
Rossi’yi uyandırmaya gitti, ama odaya usulca girdi, çünkü aslında onu
uyandırmak canını sıkıyordu. Delikanlı yatağın üzerine yığılmış
uyuyordu, bir kolu boşluktaydı. Pereira seslendi, ama Monteiro Rossi
uyanmadı. O zaman Pereira kolunu dürtüp Monteiro Rossi, dedi, yemek
saati, eğer böyle uyursanız gece uyuya-mayacaksınız, bir-iki lokma bir
şeyler yeseniz iyi olur. Monteiro Rossi, dehşet içinde alelacele yataktan
kalktı. Sakin olun, dedi Pereira, ben Doktor Pereira’yım, burada


güvendesiniz. Salona geçtiler ve Pereira mumları yaktı. Omlet pişerken
Monteiro Rossi’ye yemek dolabında kalmış bir ezme konservesi sundu,
sonra da mutfaktan seslendi: Ne oldu size, Monteiro Rossi? Teşekkür
ederim, diye karşılık verdi Monteiro Rossi, konukseverliğinize teşekkür
ederim Doktor Pereira, ayrıca bana gönderdiğiniz para için de teşekkür
ederim. Marta bana iletti. Pereira, omleti masanın üzerine koydu ve
peçetesini boynuna doladı. Eee, Monteiro Rossi, diye sordu, neler
oluyor? Monteiro Rossi, bir haftadır ağzına bir şey koymamış gibi
tabağına saldırdı. Yavaş olun, tıkanacaksınız, dedi Pereira, sakin sakin
yiyin, sonra peynir de var, şimdi anlatın bakalım. Monteiro Rossi bir
lokma yuttu, kuzenim tutuklandı, dedi. Nerede, diye sordu Pereira, size
bulduğum pansiyonda mı? Yok canım, diye yanıtladı Monteiro Rossi,
Alentejo’da yerli halktan adam toplamaya çakşırken yakalandı, ben
mucize eseri kaçıp kurtulabildim. Ya şimdi, diye sordu Pereira. Şimdi
peşimdeler Doktor Pereira, sanırım bütün Portekiz’de beni arıyorlar,
dün akşam bir otobüse bindim, Barreiro’ya kadar gelebildim, oradan bir
araba vapuruna bindim, Cais de Sodre’den buraya kadar da yayan
geldim, çünkü otobüse binecek param kalmamıştı. Burada olduğunuzu
bilen var mı, diye sordu Pereira. Yok, diye yanıtladı Monteiro Rossi,
Marta bile bilmiyor, niyetim de onunla bağlantı kurmak, hiç değilse
güvenlikte olduğumu söylemek isterim Marta’ya, beni başınızdan
savmazsınız değil mi Doktor Pereira? Burada dilediğiniz kadar
kalabilirsiniz, diye karşılık verdi Pereira, en azından eylül ortasında
Piedade dönünceye kadar, kapıcı kadin aynı zamanda benim ev işlerime
de bakar; Piedade güvenilir bir kadındır, ama kapıcıdır, kapıcı kadınlar
da öteki kapıcı kadınlarla çene çalarlar, burada olduğunuz ortaya çıkar.
Eh, dedi Monteiro Rossi, 15 Eylül’e kadar başka bir şeyler ayarlarım,
şimdi belki Marta’yla konuşabilirim. Bakın Monteiro Rossi, dedi Pereira,
şimdilik unutun Marta’yı, bende kaldığınız sürece kimseyle bağlantıya
geçmeyeceksiniz, rahatınıza bakıp dinlenin, daha iyi. Ya siz, siz ne
yapıyorsunuz Doktor Pereira, diye sordu Monteiro Rossi. Olüm yazıları
ve anımsamalar yazmaya devam ediyor musunuz hâlâ? Kısmen, diye
yanıtladı Pereira, ama sizin yazmış olduğunuz yazıları yayınlamak
olanaksız, hepsini yazı işlerinde bir dosyanın içine koydum, neden çöpe
atmadığımı da bilmiyorum doğrusu. Size bir şey itiraf etmenin zamanı
geldi, diye fısıldadı Monteiro Rossi, söylemekte geç kaldığım için özür
dilerim, ama
O yazıları yazan ben değilim. Bu da ne demek, diye sordu


Pereira. Doğrusu Doktor Pereira, Marta bana çok yardım etti, hepsini
kısmen o yazdı, temel ikirlerin hepsi onun ikirleri. Çok yakışıksız bir
şey bence bu, diye karşılık verdi Pereira. Ha, diye yanıtladı Monteiro
Rossi, ne kadar yakışıksız olduğunu bilmem, ama siz Doktor Pereira,
Ispanyol milliyetçilerinin ne diye bağırdıklarını biliyor musunuz? Viva

Yüklə 0,79 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   20




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin