‘Anımsamalar’
köşesini
de
sürdürmenizi
isterdim.
Rilke’yi
düşünmüştüm, diye karşılık verdi Pereira, ama sonradan vazgeçtim,
sizin onayınızı almak istiyordum önce. Rilke, dedi müdür, bu isim bana
yabancı değil. Rainer Maria Rilke, diye açıkladı Pereira, Çekoslovakya’da
doğmuştur, ama Avusturyalı şair, diye geçer, şiirlerini Almanca
yazmıştır, yirmialtıda ölmüştür. Bakın Pereira, dedi müdür, size daha
önce de söylemiştim. Lisboa yabancı meraklısı bir gazeteye dönüşmeye
başlıyor yavaş yavaş, neden vatanın bir şairini anımsamıyorsunuz,
neden büyük Camoes’imizi anmıyorsunuz? Camoes mi, dedi Pereira,
ama Camoes binbeş yüzseksenlerde öldü, dörtyüz sene önce. Evet, dedi
müdür, kendisi büyük ulusal şairimizdir, hâlâ günceldir, ayrıca Ulusal
Propaganda Sekreterliği’nin müdürü, daha doğrusu Kültür Bakam
Antönio Ferro’nun ne yaptığını biliyor musunuz? Camoes Günü’yle Irk
Günü’nü aynı zamanda kutlamak gibi harika bir ikir attı ortaya, aynı
gün destanların büyük şairiyle Portekiz ırkını birlikte kutlayacağız, siz
de bir anımsama hazırlayabilirsiniz. Ama Camoes Günü 10 Haziran’dır
müdür bey, diye karşı çıktı Pereira, Camoes Günü’nü
ağustos sonunda
kutlamanın ne anlamı olabilir? Once, 10 Haziran’da kültür sayfamız
daha çıkmaya başlamamıştı, diye açıkladı müdür, bunu makalenizde
belirtebilirsiniz, ayrıca ulusal şairimiz Camoes her zaman anılabilir.
Yazınızda Irk Günü’ne iki satır değinirseniz okurlar hemen
anlayıverirler. Kusura bakmayın müdür bey, diye yanıtladı Pereira
ağırbaşlılıkla, ama size bir şey söylemek istiyorum, temelde bizler
Lusitanyalıydık, sonra Romalılar ve Keltlerle karıştık, ardından da
Araplar geldi, öyleyse hangi ırkı kutlayabiliriz biz Portekizliler? Portekiz
ırkını, diye yanıtladı müdür, kusura bakmayın Pereira, ama itirazınız
pek hoşuma gitmiyor, biz Portekizliyiz, dünyayı bizler keşfettik,
yerkürenin en önemli deniz yolculuklarını bizler yaptık, onaltıncı
yüzyılda bu yolculukları yaparken de Portekizliydik, şimdi de işte biz
buyuz, sizin kutlamanız gereken de bu, Pereira. Müdür bir an sustu,
sonra konuşmasını sürdürdü: Pereira, geçen sefer sen, diye hitap
ediyordum sana, şimdi hâlâ siz diye sürdürmemi anlayamadım
doğrusu. Kimbilir müdür bey, diye karşılık verdi Pereira, belki de nedeni
telefondur. Olabilir, dedi müdür, her neyse, beni iyi dinle Pereira,
Lisboa’nın son derece Portekizli bir gazete olmasını istiyorum, kültür
sayfasının da, eğer Irk Günü üzerine bir anımsama yazmak
istemiyorsan, hiç değilse Camoes üzerine bir şey yaz, hiç yoktan iyidir.
Pereira müdüre veda edip telefonu kapadı. Antonio Ferro,
diye düşündü, korkunç Antonio Ferro, en beteri adamın zeki ve kurnaz
biri olmasıydı, Fernando Pessoa’nın dostu olduğunu da düşünürsek
neyse, diye bağladı, ama şu Pessoa da dostlarını iyi seçermiş. Camoes’e
bir saygı yazısı hazırlamayı denedi, saat yarıma kadar da üzerinde
çalıştı. Sonra da bütün yazdıklarını çöpe attı. Camoes’i şeytan götürsün,
diye düşündü. Portekizlilerin kahramanlığının türküsünü söyleyen bu
büyük şair, Kahramanlık da nereden çıkmıştı şimdi, Pereira ceketini
giydi ve Café Orquidéa’ya gitmek üzere dışarı çıktı. Içeri girip her
zamanki masasına yerleşti. Manuel hemen yanına geldi, Pereira bir
balık salatası ısmarladı. Sakin sakin, fazlasıyla sakin yedi, sonra
telefona gitti. Elinde, Monteiro Rossi’nin numaraları yazdığı kâğıt
pusula vardı, ilk numara uzun uzun çaldı, ama yanıt veren olmadı.
Pereira, yanlış çevirmiş olabileceğini düşünerek tekrar aradı. Numara
uzun uzun çaldı, ama yine yanıt veren olmadı. O zaman ikinci numarayı
çevirdi. Bir kadın sesi yanıtladı: Alo, dedi Pereira, Matmazel Delauney
ile görüşmek istiyorum lütfen. Böyle birini tanımıyorum, diye karşılık
verdi sakınımlı kadın sesi. Merhaba, diye tekrarladı Pereira, Matmazel
Delauney ile görüşmek istiyorum. Kusura bakmayın, ama siz kimsiniz,
diye sordu kadın sesi. Bakın hanımefendi, dedi Pereira, Lise Delauney’e
acele bir iletim var, lütfen kendisini telefona çağırın. Burada Lise adında
kimse yok, dedi kadın sesi, yanılıyorsunuz, size bu numarayı kim verdi?
Kim olduğumun önemi yok, diye karşılık verdi Pereira, eğer Lise ile
konuşmam mümkün değilse bana Marta’yı verin hiç değilse. Marta mı,
diye hayretle bağırdı kadın sesi. Marta’nın soyadı nedir? Bu dünyada bir
sürü Marta var. Pereira, Marta’nın soyadını bilmediğini fark etti. Marta
sarı saçlı zayıf bir genç kadındır, Lise Delauney de denir kendisine, ben
bir dostuyum ve
kendisine çok önemli bir iletim var. Uzgünüm, dedi
kadın sesi, ama burada ne Marta ne de Lise adında biri var, iyi günler.
Telefondan klik sesi geldi ve Pereira elinde ahizeyle kalakaldı. Telefonu
kapatıp masasına döndü. Başka bir şey arzu eder misiniz Doktor
Pereira, diye sordu Manuel oradan geçerken. Pereira şekerli bir
limonata söyledi, sonra sordu: ilginç haberler var mı? Bu akşam sekizde
verecekler haberleri, dedi Manuel, Londra radyosunu alan bir
arkadaşım var, arzu ederseniz yarın her şeyi anlatırım.
Pereira, limonatasını içip hesabı ödedi. Çıkıp yazı işlerine
yöneldi. Celeste’i odasında buldu, hâlâ takvimi karıştırıyordu; Haber
var mı, diye sordu Pereira.
Sizi biri aradı, dedi Celeste, bir kadın aradı,
ama neden aradığını söylemek istemedi. Ismini bıraktı mı, diye sordu
Pereira. Yabancı bir isimdi, diye karşılık verdi Celeste, ama aklımda
tutamadım: Neden bir yere yazmadınız, diye sitem etti Pereira,
telefonculuk yapmanız gerekiyor, Celeste ve de not almanız.
Portekizce’yi bile doğru düzgün yazamıyorum, diye karşılık verdi
Celeste, yabancı isimlerin nasıl çıkacağını bir düşünün hele, karmaşık
bir addı. Pereira yüreğinin sıkıştığını hissetti ve sordu: Ya bu kişi size
ne dedi Celeste? Sizin için bir iletisi olduğunu ve Bay Rossi’yi aradığını
söyledi, ne garip isim, ben de burada Rossi diye birinin olmadığını,
burasının Lisboa gazetesi kültür bölümünün yazı işleri olduğunu
söyledim, sonra da gazete merkezine telefon ettim, sizi orada
bulabileceğimi sanıyordum, size haber vermek istiyordum, ama
yoktunuz, ben de yabancı bir bayanın sizi aradığı iletisini bıraktım, Lise
diye birinin, şimdi aklıma geliyor işte. Gazeteye Bay Rossi’nin
arandığını da söylediniz mi, diye sordu Pereira. Hayır, Doktor Pereira,
diye yanıtladı Celeste kurnaz bir edayla, bunu söylemedim, gereksiz
geldi bana, sadece Lise adında birini sizi aradığını söyledim, merak
etmeyin Doktor Pereira, eğer bulmak istiyorlarsa eminim bulurlar sizi.
Pereira saatine baktı ve Celeste’i selamladı. Bakın Celeste, dedi, ben eve
dönüyorum, çünkü kendimi pek iyi hissetmiyorum, eğer beni arayan
olursa evden aramalarını söyleyin, yarın yazı işlerine gelemeyebilirim,
mektuplarımı siz alırsınız.
Eve geldiğinde saat yediye geliyordu. Terreiro do Paço’da,
Tejo’nun karşı kıyısına geçen araba vapurlarını seyrederek uzun zaman
geçirmişti. Güzel bir öğle sonrasıydı, Pereira da key ini çıkarmak
istemişti. Bir puro yakıp dumanları doymazlıkla içine çekmişti.
Nehre
bakan bir sıraya oturmuş, akordeonlu bir dilenci de yanına yerleşip ona
eski Coimbra şarkıları çalmıştı.
Pereira eve dönünce, Monteiro Rossi’yi hemen göremedi, bu
da onu telaşa düşürdü, diye iddia ediyor Pereira. Ama Monteiro Rossi
banyoda yıkanıyordu. Tıraş oluyorum Doktor Pereira, diye bağırdı
Monteiro Rossi, beş dakikalık işim var. Pereira ceketini çıkarıp sofrayı
kurdu. Onceki akşam kullandığı, Caldas da Rainha tabaklarını koydu. O
sabah satın aldığı iki mumu da masanın üzerine yerleştirdi. Sonra
mutfağa gidip akşam yemeği için ne hazırlayabileceğini düşündü.
Kimbilir neden, Italyan mutfağını tanımasa da aklına bir Italyan yemeği
yapmak geldi. Bir yemek uydurmayı düşündüğünü iddia ediyor Pereira.
Kalın bir jambon dilimi kesip küçük küpler halinde böldü, sonra iki
yumurta aldı, çırptı, rendelenmiş peynir ekledi, jambonu ve biraz
mercanköşkü içine boşalttı, hepsini iyice karıştırdı, sonra bir tencere
suyu ateşe koydu. Su kaynamaya başlayınca, bir süreden beri yemek
dolabında duran spagettileri tencereye attı. Monteiro Rossi gül gibi
taptaze geldi, gövdesini çarşaf gibi saran Pereira’nın haki renk
gömleğini geçirmişti sırtına. Aklıma bir Italyan yemeği yapmak geldi,
dedi Pereira, gerçekten Italyan yemeği mi bilmiyorum, belki sadece bir
özenç, ama hiç değilse makarna. Ne is, diye haykırdı Monteiro Rossi,
yüzyıllardır makarna yememiştim. Pereira mumları yaktı ve tabaklara
spagetti koydu. Marta’ya ulaşmayı denedim, ama ilk numaraya kimse
yanıt vermedi, ikinci numarayı yanıtlayan kadın ise aptal numarasına
yattı, hatta Marta’yla konuşmak istediğimi bile söyledim, ama boşuna.
Yazı işlerine döndüğümde, kapıcı kadın birinin beni aradığını söyledi,
herhalde Marta’ydı arayan, ama sizi arıyordu, yaptığı düşüncesizlikti
bence, her neyse, biri sizinle bağlantıda olabileceğimi biliyordur şimdi,
bu da sorun yaratacak bana sorarsanız. Ya ben, ben ne yapmalıyım, diye
sordu Monteiro Rossi. Daha güvenli bir yeriniz varsa, gitmenizde yarar
var, yoksa burada kalın, ne olacağını göreceğiz, diye yanıtladı Pereira.
Masanın üzerine liköre batırılmış kirazları koydu ve kendine de likörsüz
bir tane aldı. Monteiro Rossi, kendi bardağını doldurdu. O anda kapının
vurulduğunu işittiler. Kararlı darbelerdi kapıya inen, sanki kırmak
istiyorlardı. Pereira, giriş kapısını nasıl geçmiş olabileceklerini merak
etti ve birkaç saniye sessiz kaldı. Darbeler ö keyle inmeye devam etti.
Kim o, diye sordu Pereira ayağa kalkarken, ne istiyorsunuz? Açın, polis,
açın kapıyı yoksa tabancayla açarız, diye yanıtladı bir ses. Monteiro
Rossi odalara doğru kaçtı aceleyle, cılız bir sesle, belgeler Doktor
Pereira, belgeleri saklayın, demeye gücü yetti yalnızca. Sağlam yerdeler.
diye sakinleştirdi Pereira onu ve kapıyı açmak için hole yöneldi.
Karısının portresinin önünden geçerken bu uzak gülümsemeye suç
ortaklığı taşıyan bir bakış fırlattı. Sonra da kapıyı açtığını iddia ediyor
Pereira.
24
Gelenlerin sivil elbise giymiş, tabanca taşıyan üç kişi
olduklarını iddia ediyor Pereira. Ilk giren, ince bıyıklı ve kumral top
sakallı, kısa boylu sıska bir adamdı. Siyasi polis, dedi kısa boylu sıska,
buyuranın kendisi olduğunu göstermek istercesine. Daireyi aramamız
gerekiyor, birini arıyoruz. Kimliğinizi gösterin bana, diye karşı çıktı
Pereira. Kısa boylu sıska yanındaki koyu renk elbiselere bürünmüş iki
hödüğe seslendi: Hey, çocuklar, duydunuz söylediğini, ne
düşünüyorsunuz? Biri tabancasını Pereira’nın ağzına doğrultup
fısıldadı: Bu kimlik yerine geçer mi şişko? Bırakın çocuklar, diye atıldı
kısa boylu sıska. Doktor Pereira’ya böyle davranmayın, namuslu bir
gazetecidir kendisi, her açıdan saygıdeğer bir gazete için yazar, belki
biraz fazla Katolik’tir, tersini söyleyemem, ama doğru yoldan yana bir
gazetedir. Sonra Pereira’ya döndü: Bakın Doktor Pereira, zamanımızı
boşa harcamayın, buraya gevezelik etmeye gelmedik, zamanımızı
harcamak bize göre değildir, ayrıca sizin bu işle bir ilginiz olmadığını
biliyoruz, siz namuslu bir insansınız, kiminle haşır neşir olduğunuzun
farkında değilsiniz sadece, şüpheli birine güven duydunuz, ama
başınıza dert açmak istemiyoruz, bırakın işimizi yapalım yeter. Ben
Lisboa’nın kültür sayfasını yönetiyorum.
Biriyle görüşmek istiyorum,
müdürüme telefon etmek istiyorum, kendisi sizin evimde olduğunuzu
biliyor mu? Bırakın şimdi Doktor Pereira, dedi kısa boylu sıska yalak bir
ses tonuyla. Bir polis eylemine girişmeden önce müdürünüze haber
vereceğimizi mi sanıyorsunuz, daha neler! Siz polisten değilsiniz, diye
diretti Pereira, yetkili değilsiniz, sivilsiniz ve evime girmek için izniniz
yok. Kısa boylu sıska ha iften gülümseyerek yine iki hödüğe döndü: Mal
sahibi inatçı, çocuklar, ikna etmek için ne yapmak gerekir bilemiyorum.
Tabancasını Pereira’ya doğrultan adam elinin tersiyle güçlü bir tokat
indirdi Pereira’nın yüzüne ve Pereira sendeledi. Dur, Fonseca, yapma,
dedi kısa boylu sıska, Doktor Pereira’ya kötü davranmamalısın, yoksa
fena halde dehşete düşüreceksin adamcağızı, hassas bir adamdır, iri
cüssesine bakma sen, kültüre ilgi duyar, aydın biridir, Doktor Pereira’yı
tatlılıkla kandırmak gerekir, yoksa altına işer. Fonseca adındaki hödük
Pereira’ya bir tokat daha attı ve Pereira yeniden sendeledi. Fonseca,
dedi kısa boylu sıska gülümseyerek, elin fazla hareketli, tutmam
gerekecek, yoksa işimizi bozacaksın. Sonra Pereira’ya dönüp Doktor
Pereira, dedi, söylediğim gibi sizinle bir alıp veremediğimiz yok, sadece
sizin evinizde bulunan şu delikanlıya bir ders vermeye geldik, bir derse
ihtiyacı var, çünkü vatanının değerlerini bilmiyor, değerlerini yitirmiş
gariban, biz de yeniden bulmasına yardım etmeye geldik. Pereira
yanağını ovuşturup mırıldandı: Burada kimse yok. Kısa boylu sıska
çevresine bir göz atıp bakın Doktor Pereira, dedi, işimizi kolaylaştırın.
Misa iriniz olan delikanlıya bir-iki soru sormak istiyoruz, o kadar.
Vatansever değerlerini bulması için ufak bir sorgulama altı üstü, sadece
bunun için geldik. Oyleyse polise telefon etmeme izin verin, diye
üsteledi Pereira, onlar da gelip onu karakola götürsünler, sorgulamalar
orada yapılır, benim dairemde değil. Bırakın şimdi Doktor Pereira, dedi
kısa boylu sıska ha iften gülümseyerek, hiç de anlayışlı değilsiniz, bizim
istediğimiz gibi özel bir soruşturma için daireniz biçilmiş kaftan, kapıcı
kadın burada değil, komşularınız Oporto’ya gittiler, sakin bir akşam ve
bu bina son derece hoş bir yer, karakol gibi orta yerde de değil. Sonra da
fonseca diye seslendiği hödüğe bir el işareti yaptı, adam da Pereira’yı
yemek odasına kadar sürükledi. Adamlar çevrelerine baktılar, ama
yemek artıklarının durduğu masadan başka bir şey göremediler.
Mumlar falan, çok sıkı fıkı bir akşam yemeği Doktor Pereira, dedi kısa
boylu sıska, ne kadar da romantik. Pereira karşılık vermedi. Bakın
Doktor Pereira, dedi kısa boylu sıska yalak bir havayla, dulsunuz ve
kadınlarla birlikte olmuyorsunuz, gördüğünüz gibi hakkınızda her şeyi
biliyorum, sakın genç oğlanlar olmasın hoşunuza giden? Pereira,
yeniden eliyle yanağını ovuşturup rezil bir insansınız, dedi, bütün
bunlar tam bir rezillik. Haydi Doktor Pereira, diye sürdürdü kısa boylu
sıska, erkek erkektir, bunu siz de benim kadar biliyorsunuz ve bir erkek
de güzel götlü sarışın bir oğlan bulursa halinden anlarız. Sonra da sert
ve kararlı bir sesle devam etti: Evi altüst etmemizi mi istersiniz yoksa
anlaşmayı mı yeğlersiniz? Burada bir yerde, dedi Pereira, çalışma
odasında ya da yatak odasında. Kısa boylu sıska iki hödüğe buyurdu:
Fonseca, dedi, eline dikkat et, fazla ağır olmasın, sorun çıksın
istemiyorum, küçük bir ders vermek ve öğrenmek istediğimiz bilgiyi
almak yeterli. Lima, sen de kendine hâkim ol, copu getirdiğini ve
gömleğinin altında sakladığını biliyorum, ama kafaya darbe
istemiyorum bilesin, illa da gerekliyse omuzlara ve ciğerlere
vurabilirsin, daha çok can acıtır, iz de bırakmaz. Iki hödük, peki
komutanım, diye yanıtladılar. Çalışma odasına girip kapıyı arkalarından
kapattılar. Güzel, dedi kısa boylu sıska, güzel Doktor Pereira, iki
yardımcım iş yaparken biz de biraz la layalım. Polise telefon etmek
istiyorum, diye yineledi Pereira. Polis, diye sırıttı kısa boylu sıska, ama
polis benim Doktor Pereira, en azından onların yerini ben
dolduruyorum, çünkü bizim polisimiz de geceleri uyuyor, biliyorsunuz.
Polisimiz gün boyu bizi koruyor, akşam olunca da uyuyor, çünkü bitkin
düşmüş oluyor, ortalıkta cirit atan bütün it uğursuzu, misa iriniz gibi
vatan duygusunu yitirmişleri düşünürseniz bu uykuyu hakettiklerini
anlarsınız. Söyleyin bana Doktor Pereira, bu belâya siz neden
bulaştınız? Hiçbir belâya bulaşmadım ben, diye yanıtladı Pereira,
sadece Lisboa için bir stajyer aldım işe. Elbette Doktor Pereira, elbette,
ama işe almadan önce bilgi edinmeniz, polise ya da müdürünüze
danışmanız, sözde stajyerinizin adresini falan vermeniz gerekirdi,
likörlü bir kiraz almama izin verir misiniz?
Pereira, tam o sırada sandalyesinden kalktığını iddia ediyor.
Oturmuştu, çünkü yüreğinin ağzına çıktığını hissediyordu, ama o an
ayağa kalktı ve çığlıklar duydum, odamda neler olduğunu görmek
istiyorum, dedi. Kısa boylu sıska, tabancasını ona çevirdi. Sizin
yerinizde olsam bunu yapmazdım Doktor Pereira, dedi. Adamlarım
hassas bir iş yapıyorlar ve sizin hazır bulunmanız pek hoş olmayabilir,
siz duyarlı bir insansınız Doktor Pereira, bir aydınsınız, ayrıca kalp
hastasısınız, kimi gösteriler size iyi gelmeyebilir. Müdürüme telefon
etmek istiyorum, diye üsteledi Pereira, bırakın müdürüme telefon
edeyim. Kısa boylu sıskanın yüzünde alaylı bir gülümseme belirdi. Bu
saatte müdürünüz de uyuyordur, diye karşılık verdi, belki de güzel bir
kadının kollarında uyuyordur, biliyorsunuz, müdürünüz gerçek bir
erkek Doktor Pereira, taşakları olan bir erkek, sizin gibi sarışın
oğlanların güzel götlerinin peşinde değil. Pereira uzanıp adama bir
tokat attı. Kısa boylu sıska âniden tabancasıyla Pereira’ya vurdu ve
Pereira’nın ağzı kan içinde kaldı. Bunu yapmamalıydınız Doktor Pereira,
dedi adam. Size saygılı davranmamı salık vermişlerdi, ama her şeyin bir
sınırı var, eğer siz bozguncuları evine alan bir geri zekâlıysanız bu
benim suçum değil, ağzınıza bir kurşun sıkabilirim, hatta bunu seve
seve yaparım, eğer yapmıyorsam size saygılı davranmam
istendiğindendir yalnızca, ama bunu kötüye kullanmayın Doktor
Pereira, kötüye kullanmayın, yoksa sabrım taşabilir.
Pereira, o sırada boğuk bir çığlık daha işittiğini ve çalışma
odasının kapısına doğru atıldığını iddia ediyor. Ama kısa boylu sıska
engel olup onu itti. Pe-reira’nın cüssesinden daha güçlü bir itişti bu ve
Pereira geriledi. Bakın Doktor Pereira, beni tabanca kullanmak zorunda
bırakmayın, ağzınıza ya da zayıf noktanız olan yüreğinize bir kurşun
sıkmak isterdim, ama yapmıyorum. Çünkü kimsenin ölmesini
istemiyoruz, sadece size bir vatanseverlik dersi vermeye geldik,
gazetenizin Fransız yazarlardan başka hiçbir şey yayınlamadığı göz
önüne alınırsa, size de biraz vatanseverlik iyi gelebilir. Pereira, dönüp
yerine otururken, Fransız yazarlar böylesi zamanda tek yüreklilik
gösterenlerdir, dedi. Izninizle, bütün Fransız yazarların birer bok
olduğunu söyleyeyim, dedi kısa boylu sıska. Hepsini duvarda sıraya
dizmek, geberdikten sonra da üstlerine işemek gerekir. Bayağı bir
insansınız siz, dedi Pereira. Bayağı ama vatansever, diye yanıtladı adam.
Sizin gibi değilim Doktor Pereira, siz Fransız yazarlarla suç ortaklığı
peşindesiniz.
O
anda iki hödük kapıyı açtı. Sinirli görünüyorlardı ve nefes
nefeseydiler. Ufaklık konuşmak istemiyor, dediler, ona bir ders verdik,
güç kullanmak zorunda kaldık, toz olmakta yarar var. Berbat mı ettiniz,
diye sordu kısa boylu sıska. Bilmiyorum, diye yanıtladı Fonseca
adındaki. Kirişi kırmamız daha iyi olur. Ve kapıya yöneldi, peşinden de
öteki seyirtti. Iyi dinleyin Doktor Pereira, dedi kısa boylu sıska, bizi
evinizde asla görmediniz, uyanıklık etmeye kalkışmayın, sevgi
gösterilerden vazgeçin, bunu size saygı ziyareti olarak kabul edin,
gelecek sefere sizin için gelebiliriz. Pereira kapıyı kilitlerken adamların
merdivenlerden indiklerini işittiğini iddia ediyor. Sonra Pereira yatak
odasına koştu ve Monteiro Rossi’yi halının üzerine yığılmış buldu.
Pereira yüzüne ha if bir şaplak indirerek Monteiro Rossi, dedi.
Koyvermeyin kendinizi, geçti artık. Ama Monteiro Rossi’de hiçbir
yaşam belirtisi yoktu. O zaman Pereira banyoya gitti, bir havlu ıslatıp
Monteiro Rossi’nin yüzünü bu havluyla sildi. Monteiro Rossi, diye tekrar
etti, her şey bitti, gittiler, uyanın. Işte o zaman havlunun kana
bulandığını farketti Pereira ve Monteiro Rossi’nin saçlarının kandan
yapış yapış olduğunu gördü. Monteiro Rossi’nin gözleri faltaşı gibi
açıktı ve tavana bakıyordu. Pereira bir şaplak daha indirdi, ama
Monteiro Rossi’nin damarlarında artık yaşam akmıyordu. Delikanlının
faltaşı gibi açık olan gözlerini kapattı ve yüzüne havluyu örttü. Sonra
bükülü kalmamaları için delikanlının bacaklarını uzattı, ölülerin
bacaklarının durması gerektiği gibi uzattı. Ve çabuk, çok çabuk hareket
etmesi gerektiğini düşündü. Bundan böyle fazla zamanı kalmamıştı,
diye iddia ediyor Pereira.
25
Pereira, aklına çılgınca bir ikir geldiğini, belki uygulamaya
bile koyabileceğini düşündüğünü iddia ediyor. Ceketini giyip çıktı.
Katedral’de, gece geç saate kadar açık kalan bir kahve vardı, oradan
telefon edebilirdi. Pereira içeri girip çevresine baktı. Kahvede, patronla
iskambil oynayan geç saate kalmış birkaç kişi vardı. Garson, tezgâhın
arkasında tembellik eden uyuşuk bir delikanlıydı. Pereira bir limonata
ısmarladı, telefona yöneldi ve Parede Deniz Tedavi Merkezi’nin
numarasını çevirdi. Doktor Cardoso’yu istedi. Doktor Cardoso odasına
çekildi, kim arıyor, dedi telefondaki kadının sesi. Ben Doktor Pereira,
dedi Pereira, acele kendisiyle görüşmem gerekiyor. Çağırayım öyleyse,
ama inmesi için birkaç dakika beklemeniz gerekecek, dedi telefondaki
kadın. Pereira sabırla Doktor Cardoso’nun inmesini bekledi, iyi
akşamlar Doktor Cardoso, dedi Pereira, size önemli bir şey söylemek
istiyorum, ama şimdi söyleyemem. Ne oluyor Doktor Pereira, diye
sordu Doktor Cardoso, kendinizi iyi hissetmiyor musunuz? Doğru,
kendimi iyi hissetmiyorum, diye yanıtladı Pereira, ama bunun önemi
yok. Işin aslı evimde ciddi bir şey oldu, ev telefonumun dinlenip
dinlenmediğini bilmiyorum, önemi de yok zaten, şimdilik başka bir şey
söyleyemem, yardımınıza gereksinim duyuyorum Doktor Cardoso.
Yarın öğle saatinde sizi arayacağım, bana bir iyilik yapmalısınız, sansür
kurulundan üst düzey bir yetkili gibi konuşmalısınız, makalemin
vizeden geçtiğini söylemelisiniz, hepsi bu kadar. Anlamıyorum, diye
karşılık verdi Doktor Cardoso. Bakın Doktor Cardoso, dedi Pereira, sizi
bir kahveden arıyorum ve daha fazla açıklamada bulunamam, evde
aklınızın ucundan bile geçmeyecek bir sorunla karşı karşıyayım, yarın
Dostları ilə paylaş: |