Honorine’i bütünüyle yayınlanmıştı ve okurlar arasında çok beğeni
toplamıştı. Pereira biri Tavira öteki Estremoz’dan iki telgraf bile
aldığını iddia ediyor, biri anlatının olağanüstülüğünü vurguluyor, öteki
de pişmanlığın üzerinde herkesin kafa yorması gereken bir şey
olduğunu yazıyor, her ikisi de teşekkürle bitiyordu. Pereira, belki birinin
şişedeki iletiyi almış olduğunu geçirdi aklından, kimbilir ve Alponse
Daudet çevirisinin son şeklini gözden geçirmeye hazırladı kendini. Bir
sabah, müdür Balzac çevirisini kutlamak ve merkeze çığ gibi tebrik
mektubu yağdığını bildirmek için aradı. Pereira, müdürün şişedeki
iletiyi alamayacağını düşünüp içten içe sevindi. Temelde, gerçekten
şifreli bir iletiydi bu ve yalnızca işitmeye hazır olanlar anlayabilirdi.
Müdür ne işitebilir ne de iletiyi anlayabilirdi. Ya şimdi Doktor Pereira,
diye sordu müdür, şimdi ne hazırlıyorsunuz bizlere? Daudet’nin bir
öyküsünün çevirisini yeni bitirdim, diye yanıtladı Pereira, sanırım iyi
karşılanacak. Umarım Aresli kadın değildir, diye karşılık verdi Müdür, kıt
edebi bilgisini gösterme fırsatı çıktığı için sevinerek, biraz açık saçık
bir öyküdür, pek bizim okurlarımıza göre değildir. Hayır, demekle
yetindi Pereira, Les Contes de lundi’den bir öykü, adı da La dernière
classe, bilmem biliyor musunuz, yurtsever bir öyküdür. Bilmiyorum,
diye yanıtladı müdür, ama yurtsever bir anlatıysa çok iyi, yaşadığımız
dönemde hepimizin yurtseverliğe gereksinimimiz var, yurtseverlik
iyidir. Pereira veda edip telefonu kapattı. Telefon yeniden çaldığında,
daktiloya çektiği metni basımevine götürmeye hazırlanıyordu. Pereira
kapının eşiğindeydi ve ceketini giymişti. Alo, dedi bir kadın sesi,
merhaba Doktor Pereira, ben Marta, sizi görmem gerekiyor. Pereira
yüreğinin sıkıştığını hissetti ve sordu: Marta nasılsınız, Monteiro Rossi
nasıl? Anlatacağım Doktor Pereira, dedi Marta, bu akşam nerede
görüşebiliriz? Pereira bir an düşündü, evine uğramasını söylemek
üzereyken vazgeçti ve yanıtladı: Café Orquidéa, saat sekiz buçukta.
Tamam, dedi Marta, saçlarımı kesip sarıya boyadım, saat sekiz buçukta
Café Orquidéa’da görüşürüz, Monteiro Rossi iyi, size bir makale
gönderiyor.
Pereira basımevine gitmek için çıktığında kaygılıydı, diye
iddia ediyor Pereira. Akşam yemeği saatini beklemek için yazı işlerine
dönmeyi geçirdi kafasından, ama soğuk suyla yıkanmak için eve
gitmeye gerek duyduğunun farkma vardı. Bir taksiye bindi ve sürücüyü
oturduğu binaya götüren yokuşu çıkmaya zorladı, genelde taksiler bu
yokuşu çıkmaya yanaşmazlardı, çünkü manevra yapması güçtü, Pereira
adamı razı etmek için sıkı bir bahşiş sözü vermek zorunda kaldı, çünkü
bitkin düşmüştü, diye iddia ediyor. Evine döndü ve ilk iş olarak banyoyu
soğuk suyla doldurdu. Içine daldı ve Doktor Cardoso’nun öğrettiği gibi,
özenle karnını ovdu. Sonra bornozunu giyip holde karısının portresinin
karşısına geçti. Marta yeniden ortaya çıktı, dedi, söylediği kadarıyla
saçlarmı kestirip sarıya boyamış, kimbilir neden, bana Monteiro
Rossi’den bir makale getiriyor, ama Monteiro Rossi’nin her zaman
olduğu gibi başka işleri var, bu gençler beni kaygılandırıyor, neyse, ne
yapalım, gelişmeleri daha sonra anlatırım sana.
Saat sekiz otuzbeşte, Pereira Café Orquidéa’ya girdi.
Vantilatörün yanında oturan, kısa saçlı, zayıf ve sarışın genç kızın Marta
olduğunu anlamasını sağlayan tek şey, daha önceki seferlerde de giymiş
olduğu elbiseydi, yoksa kesinlikle onu tanıyamazdı. Marta tepeden
tırnağa değişime uğramış gibiydi, bu perçemli, kulakların üzerinde
bukleli sarı kısa saçlar ona yaramaz bir yabancı, belki de Fransız havası
veriyordu. Ayrıca, en azından on kilo zayı lamıştı. Pereira’nın yumuşak
ve yuvarlak diye anımsadığı omuzlarında, tavuk kanadı gibi kemikli iki
kürekkemiği görünüyordu. Pereira, kızın karşısına oturup konuşmaya
başladı: Iyi akşamlar Marta, ne oldu size? Görünüşümü değiştirmeye
karar verdim, diye yanıtladı Marta, kimi durumlarda zorunludur bu,
benim için de başka bir kişiye dönüşmek zorunluluk haline gelmişti.
Nedenini bilmeksizin, Pereira’nın aklına kıza bir soru sormak
geldi. Neden sorduğunu bilemiyor. Belki kız aşırı sarışın, aşırı yapay
olduğu ve de bu çehrede tanıdığı genç kızı bulmakta güçlük çektiği için,
belki de kız arada bir, birini beklermiş ya da korkarmış gibi çevresine
kaçamak bakışlar fırlattığı için, her neyse Pereira sordu: Adınız hâlâ
Marta mı? Sizin için Marta’yım tabii, diye yanıtladı Marta, ama elimde
bir Fransız pasaportu var, adım Lise Delauney, mesleğim ressamlık,
Portekiz’de olmamın nedeni suluboya
manzara resimleri yapmak, asıl
neden turizm gibi görünse de.
Pereira canının fena halde maydanozlu omlet ve limonata
çektiğini iddia ediyor. Birer maydanozlu omlete ne dersiniz, diye sordu
Marta’ya. Seve seve, diye yanıtladı Marta, ama önce sek bir portoya
hayır demem. Ben de, dedi Pereira ve iki sek porto ısmarladı.
Sorunlarınız olduğu gün gibi ortada, dedi Pereira, başınız dertte, Marta,
bana açabilirsiniz. Sorun olduğu söylenebilir, diye yanıtladı Marta, ama
bunlar benim hoşuma giden dertler, rahatım yerinde, sonuçta seçtiğim
yaşantının bir parçası. Pereira, kollarını iki yana açtı. Hoşnutsanız,
söylenecek bir şey yok, dedi. Ya Monteiro Rossi, onun da başı dertte
herhalde, uzun zamandır ortalıklarda görünmüyor, o ne âlemde?
Kendimden söz etmekte bir sakınca görmüyorum, ama Monteiro
Rossi’den bahsedemem, dedi Marta. Yalnızca kendimle ilgili soruları
yanıtlayabilirim, şimdiye kadar ses çıkarmadıysa, nedeni başındaki
dertlerdir, şimdilik hâlâ Lizbon dışında, Alentejo’da geziniyor, onun
sorunları benimkilerden daha ciddi olabilir, her neyse, paraya
gereksiniyor ve bu yüzden de size bir makale gönderiyor, bir anımsama
olduğunu söyledi, isterseniz parayı bana verebilirsiniz, ona ulaştırmak
için gerekeni yaparım.
Şu meşhur makalelerin canı cehenneme, demek geçti
Pereira’nın içinden, ha ölüm yazısı ha anımsama, ikisi de bir, Monteiro
Rossi’ye durmadan cepten
ödeme yapıyorum, neden hâlâ işten
çıkarmadığımı bilmiyorum, bir gazeteci olmasını önermiştim, bir
meslek yaşamının yararlarını göstermiştim. Ama Pereira bunların
hiçbirini söylemedi. Cüzdanını çıkarıp içinden iki banknot aldı. Benim
tarafımdan iletirsiniz, şimdi makaleyi verin bana. Marta çantasından
bir kâğıt çıkarıp uzattı. Bakın Marta, dedi Pereira, her ne kadar
sorunlarınızdan uzak kalmak niyetindeysem de bazı konularda bana
güvenebileceğinizi söylemek isterim, politikaya ilgi duymadığımı
biliyorsunuz. Monteiro Rossi’yle bağlantıya geçerseniz, ses vermesini
söyleyin, belki kendimce ona yardımım da dokunabilir. Hepimize büyük
yardımınız dokunuyor Doktor Pereira, dedi Marta, davamız sizi
unutmayacak. Omletlerini bitirdiler ve Marta daha fazla kalamayacağını
söyledi. Pereira güle güle, dedi ve Marta zarif bir şekilde sıvışıp gitti.
Pereira küçük masada kaldı ve bir limonata daha söyledi. Bunları Peder
Antonio ya da Doktor Cardoso ile konuşmak isterdi, ama bu saatte
Peder Antonio derin bir uykudaydı kuşkusuz, Doktor Cardoso da
Parede’deydi. Limonatasını içip hesabı ödedi. Neler oluyor, diye sordu
garson yaklaşırken.
inanılmaz
şeyler, diye yanıtladı Manuel, inanılmaz şeyler Doktor
Pereira. Pereira elini adamın koluna koydu. Ne bakımdan inanılmaz
şeyler, diye sordu. Ispanya’da olanları bilmiyor musunuz, diye yanıtladı
garson. Haberim yok, dedi Pereira. Söylendiği kadarıyla büyük bir
Fransız yazar, Ispanya’da Francocu baskıyı yerden yere vurmuş, dedi
Manuel, Vatikan’da bir skandal patlak vermiş. Şu Fransız yazarın adı
neymiş, diye sordu Pereira. Bilmem, diye yanıtladı Manuel, adı aklımda
değil şimdi, sizin tanıdığınız bir yazardır kuşkusuz, neydi bakayım.
Bernan, Bemadette, öyle bir şey. Bernanos, diye haykırdı Pereira, adı
Bernanos demek! Aynen, diye yanıtladı Manuel, adı tamı tamına böyle.
Büyük bir Katolik yazardır, dedi Pereira gururla, cephe alacağından
şüphem yoktu, demir gibi bir ahlâkı vardır. Portekizce’ye hiç
çevrilmemiş olan Bir Köy Rahibinin Günlüğü’nü bir-iki bölümünü
Lisboa’da yayınlayabileceği geldi aklına.
Manilerle vedalaşıp iyi bir bahşiş bıraktı. Canı Peder Antönio
ile konuşmak istiyordu, ama bu saatte Peder Antönio uyurdu. Merces
Kilisesi’ndeki ayin için her sabah saat altıda kalkardı, diye iddia ediyor
Pereira.
19
Ertesi sabah Pereira çok erken kalktı, diye iddia ediyor
Pereira ve Peder Antönio’yu görmeye gitti. Adamı, kilisede ayin
eşyasının durduğu odada buldu. Oda çok serindi, duvarlarda dinsel
tablolar ve adaklar asılıydı.
Günaydın Peder Antönio, dedi Pereira, geldim işte. Pereira,
diye homurdandı Peder Antönio, uzun zamandır görünmüyordun,
nerelerdeydin? Parede’deydim, diye açıklamada bulundu Pereira,
Parede’de bir hafta geçirdim, Parede ha, diye tekrarladı Peder Antönio,
ne işin vardı Parede’de? Deniz Tedavi Merkezi’ne gitmiştim, diye
yanıtladı Pereira, yosun banyosu ve doğal kürler için. Peder Antönio,
ayin atkısını çıkarmak için ondan yardım istedi. Arada bir aklına
gelenlere şaşıyorum, dedi sonra. Dört kilo zayı ladım, diye ekledi
Pereira ve bir doktorla tanıştım, bana ruh üzerine ilginç bir kuramdan
söz etti. Bu yüzden mi geldin buraya, diye sordu Peder Antönio. Kısmen,
diye kabullendi Pereira, ama başka şeyler hakkında da konuşmak
istiyorum. Konuş öyleyse, dedi Peder Antönio. işte, diye başladı Pereira,
aynı zamanda psikolog da olan iki Fransız ilozofunun kuramı bu,
bizlerin bir tek ruha değil, bir üstün ben’in güdümünde birleşik ruhlara
sahip olduğumuzu öne sürüyorlar,
arada bir üstün ben bizi bir norma
kavuşturuyor, ama bu norm kalıcı değil, değişken bir norm. Beni iyi
dinle Pereira, dedi Peder Antönio, ben Fransisken mezhebindenim,
basit bir insanım ama bana öyle geliyor ki, sen din yolundan sapmaya
başlıyorsun, insan ruhu tek ve bölünmezdir, bu ruhu da bize Tanrı
vermiştir. Evet, diye karşılık verdi Pereira, ama ruh sözcüğünün yerine,
Fransız ilozo ların dediği gibi, kişilik sözcüğünü koyarsak, sapkınlık
ortadan kalkıverir. Bizim tek bir kişiliğimizin olmadığına, bir üstün
ben’in yönetiminde yan yana var olan birçok kişiliği içimizde
barındırdığımıza inanıyorum. Bu aldatıcı ve tehlikeli bir kuram gibi
geliyor bana, diye karşı çıktı Peder Antönio. Kişilik ruha bağlıdır ve ruh
tek ve bölünmezdir, sözlerin sapkınlık kokuyor. Buna rağmen, kendimi
birkaç ay öncesinden farklı hissediyorum, diye itiraf etti Pereira.
Eskiden asla aklıma gelmeyecek şeyleri düşünüyorum, asla
yapmayacağım şeyleri yapıyorum. Başından bir şey geçmiş olmalı, dedi
Peder Antönio. iki kişi tamdım, dedi Pereira, bir delikanlı ve bir genç
kadın, belki de onları tanıdıkça değiştim. Olur böyle şeyler, diye karşılık
verdi Peder Antönio, insanlar bizi etkilerler, olur böylesi. Beni nasıl
etkileyebileceklerini bilemiyorum doğrusu, dedi Pereira, geleceği
olmayan iki garip romantik, etkileyecek biri varsa o da benim, çünkü
onlara ben destek oluyorum, hatta delikanlının geçimini üstlenmiş
olduğum söylenebilir, ona durmadan cepten para veriyorum, stajyer
diye yanıma aldım, ama yayınlanabilir tek bir makale bile yazmıyor.
Peder Antönio, günah çıkarmanın bir yararı olur mu, söyleyin bana.
Bedensel günah işledin mi, diye sordu Peder Antönio. Tanıdığım tek
beden üstümde taşıdığımdır, diye yanıtladı Pereira. Dinle öyleyse
Pereira, diye onun sözünü kesti Peder Antönio, boş yere zamanımı
harcama, çünkü günah çıkarmak için kendimi vermem gerek, oysa ben
yorulmak istemiyorum, az sonra hastalarımı ziyarete gideceğim.
Havadan sudan, senin işlerinden söz edelim, ama günah çıkarmayı boş
ver, hayır, iki dost gibi söyleşelim en iyisi.
Peder Antönio, bir sıranın üzerine oturdu, Pereira da yanına
yerleşti. Dinleyin Peder Antönio, dedi Pereira, ulu Tanrı’ya inanıyorum,
dinsel işlemleri yerine getiriyorum. On Emir’e uyuyorum ve günaha
girmemek için çaba sarf ediyorum. Pazar günleri bazen kiliseye
gitmediğim oluyorsa da, tek nedeni inanç eksikliği değil, tembellik, iyi
bir Katolik olduğuma ve kilisenin Oğretilerine yürekten bağlı olduğuma
inanıyorum, yine de kafam biraz karışık şu sıralarda, ayrıca, gazeteci
olmama rağmen, dünyada olup bitenden haberim yok, üstelik şimdi de
şaşkına döndüm, çünkü Ispanya’daki Iç Savaş konusunda Fransız
Katolik yazarların cephe almalarıyla ilgili büyük bir tartışma var, bana
biraz bilgi vermenizi isterdim Peder Antönio, çünkü siz bu işlerden
anlarsınız, sapkının biri olmamak için nasıl davranmam gerektiğini
bana söylemenizi isterdim. Hangi dünyada yaşıyorsun Pereira, diye
haykırdı Peder Antönio. Şey, diye kendini savunmayı denedi Pereira,
işin aslına bakarsanız Parede’de bir hafta geçirdim, sonra bu yaz bir tek
gazete bile almadım, insan Portekiz gazetelerinden pek bir şey
öğrenemiyor, bildiğim tek tük yeni haberleri de kahve gevezelikleri
sırasında işittim.
Pereira, Peder Antönio’nun ayağa kalkıp ona tehditkâr gibi
görünen bir ifadeyle karşısına dikildiğini iddia ediyor. Dinle Pereira,
dedi, Peder Antönio, kaygı verici bir dönem yaşıyoruz, herkes seçimini
yapmak zorunda, ben bir kilise adamıyım, hiyerarşiye uymam
gerekiyor, ama sen Katolik olsan da kişisel seçimini yapmakta
özgürsün. Oyleyse açıklayın bana, diye yalvardı Pereira, çünkü seçim
yapmayı arzu ediyorum, ama olanlardan habersizim. Peder Antönio
sümkürdü, kollarını göğsünde kavuşturup sordu: Bask din adamlarının
çıkardığı sorunları biliyor musun? Hayır, bilmiyorum, diye kabul etti
Pereira. Her şey Bask din adamlarıyla başladı, dedi Peder Antönio,
Guernica bombalanınca Ispanya’nın en Hıristiyan’ı sayılan Bask din
adamları, Cumhuriyetçiler’in yanında yer aldı. Peder Antönio,
heyecanlanmış gibi sümkürdü ve sözlerini sürdürdü: Geçen yıl baharda,
iki ünlü Fransız yazarı, François Mauriac ve Jacques Maritain,
Basklardan yana bir bildiri yayınladılar. Mauriac, diye haykırdı Pereira,
Mauriac üzerine olası bir ölüm yazısı hazırlanması gerektiğini söyleyip
duruyordum, nitelikli bir adamdır, ama Monteiro Rossi bir türlü
yazamadı. Monteiro Rossi de kim, diye sordu Peder Antönio. işe aldığım
stajyer, diye yanıtladı Pereira, ama tutarlı cephe alan Katolik yazarlar
üzerine ölüm yazısı hazırlamayı beceremiyor. Onlar hakkında ölüm
yazısı hazırlamayı neden istiyorsun peki, diye sordu Peder Antönio,
zavallı Mauriac, bırak da yaşasın, ona gereksinim duyuyoruz, neden
öldürmek istiyorsun adamı? Hayır, kesinlikle böyle bir şey istediğim
yok, dedi Pereira, umarım yüz yaşına kadar yaşar, ama diyelim ki bir
anda aramızdan ayrıldı, Portekiz’de ona zamanında saygı gösterecek
hiç değilse bir gazete bulunacak, o gazete de Lisboa olacak, her neyse,
kusura bakmayın Peder Antönio, lütfen devam edin. Peki, dedi Peder
Antönio, Vatikan devreye girince sorun daha da karmaşık bir hal aldı.
Vatikan binlerce dindar Ispanyol’un Cumhuriyetçiler’in kıyımına
uğradığını, Bask Katoliklerinin ‘Kızıl Hıristiyanlar’ olduklarını ve
aforoz
edilmeleri gerektiğini bildirdi, Basklar da aforoz edildi. Vatikan’ın
görüşüne Claudel de arka çıktı, şu ünlü Paul Claudel, Katolik yazar.
Parisli milliyetçi bir grubun pis kokulu propaganda kitapçığına önsöz
olarak ‘İpanyol Şehitlerine’ başlıklı koşuklu bir od yazdı. Claudel, dedi
Pereira, Paul Claudel mi? Peder Antönio bir kere daha sümkürdü. Ta
kendisi, dedi, ya sen Pereira, sen ne diyorsun bu işe? Böyle pat diye
sorarsanız ne diyeceğimi bilemem, diye yanıtladı Pereira, o da Katolik
ama farklı bir cephe almış, seçimini yapmış. Nasıl olur da pat diye bir
şey söyleyemezsin Pereira, diye haykırdı Peder Antönio, şu Claudel
orospu çocuğunun teki, işte o kadar, böyle şeyleri kutsal bir yerde
söylediğim için üzgünüm, bütün bunları sana meydanın ortasında
söylemeyi yeğlerdim. Sonra ne oldu, diye sordu Pereira. Sonra, diye
sürdürdü
Peter
Antönio,
Ispanyol
din
adamlarının
üst
kademesindekiler, başlarında da Toledo Başpiskoposu Kardinal Goma,
bütün dünyadaki piskoposlara açık mektup gönderme kararı aldılar,
doğru anladın Pereira, bütün dünya dedim, sanki bütün dünya
piskoposları da kendileri gibi pis faşistmiş gibi, işte bu adamların
söylediklerine göre Ispanya’da binlerce Hıristiyan, dinin ilkelerini
savunmak için gönüllü olarak silâha sarılmıştı. Evet, dedi Pereira, ya
Ispanyol şehitler, katledilen dindarlar? Peder Antönio bir an sustu,
sonra yanıtladı: Belki şehit olacaklar ileride, ama hepsi cumhuriyete
karşı komplo hazırlayan kişilerdi; ayrıca cumhuriyet anayasaya
uygundu, halk tarafından onaylanmıştı, Franco hükümet darbesiyle
geldi, haydutun tekidir. Ya Bernanos, diye sordu Pereira, bütün bunların
ortasında Bernanos’un ne işi var? O da Katolik yazardır. Aralarında
Ispanya’yı bilen tek kişi odur, dedi Peder Antonio, otuzdörtten geçen
yıla kadar Ispanya’da yaşadı. Erancocuların yaptıkları katliamları yazdı.
Vatikan onu çekemiyor, çünkü gerçek bir tanıktır. Biliyor musun Peder
Antonio, dedi Pereira, Lisboa'nın kültür sayfasında, Journal d’un curé de
Dostları ilə paylaş: |