PRİmer baş AĞrilari doç. Dr. Sabahattin Saip



Yüklə 177,62 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə1/3
tarix09.03.2017
ölçüsü177,62 Kb.
#10865
  1   2   3

                                PRİMER BAŞ AĞRILARI 

                                                             Doç.Dr. Sabahattin Saip 

 

 

 

      Baş  ağrısı insanlık tarihi boyunca en başta gelen sağlık sorunlarından biri 



olmuştur. Her toplumda,her çağda çok sık olarak insanları etkilemektedir.Öyle ki 

yaşamı boyunca hiç başı ağrımamış kişi bulmak güçtür.Başta birinci basamak,nöroloji 

poliklinikleri olmak üzere hemen hemen her türlü polikliniğe baş  ağrısı nedeniyle 

başvuru çok sıktır.Baş ve çevresinde ağrıya duyarlı yapıların çok olması bu durumu 

kısmen açıklayabilir.Saçlı deri, baş ve boyun kasları, periost, göz, kulak, burun, 

boğaz, intrakranial arterlerin proksimal kısımları,meningeal arterler,venöz sinüsler ve 

büyük venler,V,IX,X kranial sinirler ile ilk üç servikal spinal sinirler başlıca ağrıya 

duyarlı yapılardır. Bu yapıların basıya uğramaları ve yer değiştirmeleri, steril ve 

nonsteril iltihabi patolojileri, baş ve boyun kaslarının sürekli kasılmaları,intrakranial ve 

ekstrakranial arterlerin çap değişiklikleri, ağrıya duyarlı sinirlerin irritasyona uğramaları 

sağrı nedeni olabilir. Tüm bu bilgilerden anlaşılacağı gibi baş  ağrılarının pek çok 

nedeni olabilir. Kişinin hayatını tehdit eden bir neden olabileceği gibi, yaşamında iyi 

gitmeyen bir durumu ifade biçimi de olabilir.  Uluslararası Baş  Ağrısı Derneği'nin 

(Inter-national Headache Society-IHS) 1988  ve son olarak 2004’te yayınladığı baş 

ağrılarını sınıflama rehberlerinde baş ağrılarını öncelikle iki ana gruba ayırdıktan sonra 

bu grupların alt gruplarıyla 13 ayrı grupta sınıflamıştır. Öncelikle primer ve sekonder baş 

ağrıları olarak iki ana grup söz konusudur. Eğer baş ağrısına neden olan ikincil bir olay 

söz konusu ise (Tümör,enfeksiyon,beyin damar hastalığı,glokom, akut sinüzit....) bu 

‘sekonder baş ağrısı’ olarak değerlendirilir. Yok eğer öykü,  fizik ve nörolojik muayene 

veya gerektiğinde ileri tetkikler ile ağrının nedeni olarak yapısal bir değişiklik veya 

sistemik bir hastalık veya geçirilmiş kafa travması söz konusu değil ise, o zaman 

‘primer baş  ağrısı’ olarak kabul edilmektedir.Tüm baş ağrılarının yaklaşık %90’nını 

primer baş  ağrıları oluşturmaktadır.Sadece iyi bir öykü ve gerektiğinde dışlama 

yöntemiyle tanısı konabilen primer baş  ağrılarını öncelikle birinci basamakta görev 

yapan hekimler olmak üzere hemen hemen her branşta hekimlerin iyi tanımasının 

gerekliliği açıktır. 

               Genellikle  genç  erişkin yaşta başlayan ve tekrarlayıcı özellikte olan primer 

baş  ağrılarını Uluslararası Baş  Ağrısı Derneği 2004 sınıflamasında,dört alt grupta 

toplamıştır.  Tablo 1’de görüldüğü gibi primer baş  ağrıları migren baş  ağrısı,gerilim tipi 

baş  ağrısı,küme ve otonom bulgularla seyreden diğer baş  ağrıları ve son olarak da 

seyrek görülen diğer primer baş ağrıları olarak sınıflanmışlardır. 



                                    Primer Baş Ağrıları (IHS 2004) 

                                                 1-Migren 

                                                 2-Gerilim baş ağrısı 

                                                 3-Küme ve diğer otonom bulgularla seyreden baş ağrıları 

                                                 4-Diğer seyrek görülen baş ağrıları 

                                                                              Tablo 1 



 

1-MİGREN 

Hipokrat’tan  bu yana yarım baş  ağrısı olarak tanımlanmıştır.Değişik toplumlarda 

görülme sıklığı değişmekle birlikte, her toplumda kadınlarda daha sık görülmektedir.Bu 

oran genellikle 2’ye 1’dir.Ülkemizde görülme sıklığı kadınlar için %15-18 iken, erkekler 

için %8-10’dur.Her yaşta ortaya çıkabilir, ancak sık olarak doğurganlık çağında ortaya 

çıkmaktadır.En önemli özelliklerinden biri tekrarlayıcı olmasıdır.Tekrarlama frekansı 

kişiden kişiye değişmektedir. Hatta aynı kişide yaşamının değişik dönemlerinde 

tekrarlama sıklığı değişmektedir. Her ne kadar başta da değindiğimiz gibi yarım baş 

ağrısı olarak bilinmekle birlikte ağrıların 3’te biri  tüm başta hissedilir.Aynı kişide bile 

bazen tüm başta, bazende yarım başta hissedilir.Bir diğer özellik te taraf değiştirmesidir. 



Aynı kişide bazen sağ, bazende sol hemikranial olabilir. Eğer bir kişinin ağrıları israrla 

hep aynı tarafta ise tanıda biraz daha üzerinde durulmalıdır. 

      Yukarıdaki bilgilerden de kolayca anlaşılacağı gibi migren homojen bir durum 

değildir. Tablo 2’de görüleceği gibi Uluslararası Baş Ağrısı Derneği migreni alt gruplara 

ayırmış ve sınıflamıştır. Bu ayrışmada öncelikle auranın varlığı,yokluğu göz önüne 

alınmış, sonrada eşlik eden nadir durumlara göre isimlendirmelere gidilmiştir. Biz burada 

en sık olarak görülen form olan aurasız migren ve kısmende auralı migrenden söz 

edeceğiz. 



Migren Alt Formları (IHS 2004) 

1-Aurasız migren 

2-Auralı migren 

3-Migren öncüsü olan çocukluğun periodik sendromları 

4-Retinal migren 

5-Migren komplikasyonları 

6-Olası migren 

                                                Tablo  2 

 Aurasız Migren: 



     Tüm migrenlerin yaklaşık %90’ı aurasızdır. Aurasız migren için oluşturulmuş tanı 

kriterleri Tablo 3’te görülmektedir. 

 

Aurasız MigrenTanı kriterleri (IHS 2004) 

A. Geçmişte,B ve D kriterlerini dolduran en az 5 atak geçirmiş olmak 

B. Baş ağrısı ataklarının 4-72 saat sürmesi(tedavisiz yada başarısız tedavi girişimi) 

C. Baş ağrısının aşağıdaki özelliklerden en azından 2 ve fazlasını  içermesi 

            1.Tek taraflı yerleşim 

            2.Zonklayıcı karakterde 

            3.Orta veya şiddetli ağrı 

            4.Rutin fizik aktivitelerle ağrının şiddetlenmesi ve aktivitelerden kaçınma 

      D.  Ağrıya aşağıdaki semptomlardan 1 yada fazalasının eşli etmesi 

           1. bulantı ve/veya kusma 

           2. fotofobi ve fonofobi 

      C.Altta yatan başka bir  durum ,hastalığın olmaması. 

                                                                                    Tablo 3 

     Genellikle  yanlış olarak migren eşittir baş  ağrısı olarak bilinir. Oysa ağrı, serebral 

disfonksiyona bağlı olarak oluşan ve değişik dönemlerden ve semptomlardan oluşan 

sürecin sadece bir dönemini oluşturmaktadır.Migren atağının prodrom,aura,ağrı ve 

postdrom dönemleri vardır. 

Prodrom dönemi:Genellikle migrenli kişiler ağrılarının başlamasından saatler 

bazende günler önce değişik yakınmalar belirtirler.Yaklaşık %50-60’ında değişik 

nöropsikolojik semptomlar ile değişik sistemik,otonom semptomlar görülür.Bunlar aşırı 

duyarlılık,tepkisellik, depresif duygu durumu,öfori, konsantrasyon ve dikkatte 

azalma,kelime bulma güçlüğü, esneme ve uyuma isteği gibi nöropsikolojik 

semptomlar olabileceği gibi, halsizlik, açlık, tatlı yeme isteği, iştah artışı, aşırı su içme, 

sık idrara çıkma,ishal veya kabızlık gibi sistemik otonom bulgular olabilir. Haberci 

semptomlar olarak yorumlanabilecek bu semptomların anatomik karşılığı , frontal 

loblar, hipotalamus, serebral hemisferler ve santral noradrenerjik sistemler,locus 

ceruleus olduğu görülecektir. Böylece bir migren atağının genellikle beynin birçok bö-

lümünün etkilendiği "nörojenik" bir "başlangıç dönemi" ile ortaya çıktığını kabul etmek 

yanlış olmayacaktır. 



Aura dönemi: Aura dönemi, auralı migreni  olan kişilerde görülmektedir. Ancak auralı 

migreni olanların her atağının auralı olması koşulu yoktur. Bir başka deyişle migrenli 

bir kişide hem auralı, hem aurasız, hem de baş  ağrısız aura ataklarının bir arada 

görülebilmesi olasıdır. Aura dönemi genellikle -varsa- prodrom döneminin ardından 

ve ağrı döneminin öncesinde ortaya çıkmaktadır.Tanı kriterlerine göre genellikle 4 

dakika içinde ortaya çıkıp, maksimum bir saat sürer ve ağrı başlamadan önce 



sonlanır. Bununla birlikte bazı ataklarda veya bazı kişilerde ağrı dönemi içinde yer 

aldığı da bilinmektedir. IHS’nin oluşturduğu Auralı migren tanı kriterleri tablo 4’tedir. 



   Auralı Migren Tanı Kriterleri (IHS 2004) 

A.  B-D kriterlerini dolduran en az 2 atak geçirmiş olmalı 

B.  Motor güçsüzlük olmaksızın,aura semptomu olarak aşağıdakilerden 

birinin varlığı 

1.Tam düzelen pozitif ve/veya negatif görsel semptomlar 

2.Tam düzelen pozitif ve/veya negatif duysal semptomlar 

3.Tam düzelen disfazik konuşma bozukluğu 

C.  Aşağıdakilerden ikisininvarlığı 

      1.Homonim görsel semptomlar ve/veya unilateral duysal semptomlar 

      2.Bu aura semptomunun 5 dakika veya daha uzun sürede gelişmesi 

      3.Söz konusu semptomun 5 ile 60 dakika arası sürmesi 

D.  Aurasız migren tanı kriterlerini dolduran baş ağrısının aura sırasında  

      veya auradan sonraki 60 dakika içinde başlaması 

E.  Altta yatan başka bir sistemik veya nörolojik hastalığın olmaması.  

                                                                                               Tablo 4 

 

      Aura döneminde kortikal veya beyin sapı disfonksiyonu ile uyumlu semptomlar 



 ortaya çıkmaktadır. Aura semptomları çoğunlukla 5-20 dakika içinde gelişmekte ve 

genellikle süre 60 dakikayı geçmemektedir. Birden fazla aura semptomunun 

varlığında bu süre uzayabilmektedir. Tipik aura semptomları arasında homonim 

görsel bozukluklar, tek taraflı uyuşma veya karıncalanmalarla  şekillenen 

somatosensoriyel semptomlar, tek taraflı pareziler ve kelime bulma güçlüğü veya 

afaziyi andıran konuşma bozuklukları gelmektedir. Bunların dışında baş dönmesi ve 

nadir olmakla birlikte işitsel veya koku hallusinasyonları da aura semptomları 

arasında sayılabilir. 

Görsel semptomlar çoğunlukla hemianopik özellikte olup, pozitif ve negatif semptomlar 

olarak değerlendirilmektedirler. Pozitif semptomlar, yanıp sönen ışık parlamaları 

şeklinde olan ve basit tip olarak kabul edilen "photopsia" (fotopsi) ya da şekilsel 

özellikler taşıyan ve "scintillating scotoma" (takopsiya veya fortifikasyon spektrumu) 

olarak adlandırılan komplike tipte görsel hallüsinasyonlar şeklinde ayrılmaktadır. Bu 

son şekilde bir yarımay üzerinde dizili izlenimi veren tırtıllı kenarlar veya zigzag/kırık 

çizgiler  şeklinde gözüken halüsinasyonlar genelde görme alanının ortasından 

başlayarak kenara doğru ilerlemektedirler. Negatif semptomlar ise görme alanının 

hemianopik olarak etkilendiği bir görme bulanıklığı  şeklindedir. Hastalar bazen bu 

semptomu "gözümün önünde tül perde varmış gibi" ya da "buzlu cam arkasından 

bakıyormuş gibi" diye tanımlamaktadırlar. Bu semptomun çoğu zaman homonim 

hemianopik bir özellik taşıması nedeniyle hastaların bir kısmı hemianopik kusurun 

oluştuğu taraftaki gözle görmediklerini sanarak, görsel kusuru tek göze ait gibi 

belirmektedirler. Öte yandan altitüdinal tipte görme kusurları ile de 

karşılaşılabilmektedir. Çocuklarda karşılaşılan görsel semptomlar arasında 

metamorfopsi, mikropsi, makropsi şeklinde görsel algılama kusurları, hatta şekilli 

karmaşık olanlara da rastlanılmaktadır. 

  Görsel  aura  semptomlarının oksipital lob görme korteksinin disfonksiyonu sonucu 

geliştiği ve migren atakları  sırasında ortaya çıktığı kabul edilen serebral yayılan 

depresyonun başlangıç dönemi ile uyumlu olduğu düşünülmektedir. Diğer aura 

semptomlarının gelişmesi de ilgili kortikal yapıların benzer şekilde etkilenmesi ile 

açıklanmaktadır.  



Ağrı Dönemi:  Ağrı genellikle hastaların da belirttiği gibi enseden, baş arkasından, 

başın bir tarafından yavaş başlayan bir ağrı/ağırlık/rahatsızlık hissi olarak başlar. Ağrı 

eşiğinin düştüğü ve nöro-vasküler değişikliklerin gelişmektiği bu dönem kısa sürer. 

Kişiler genellikle bir süre sonra tanıdıkları migren ağrısının başlayacağını anlarlar. 

Atak tedavisi için en uygun zaman olan bu dönemi şiddetli, çoğu zaman zonklayıcı 

veya korkunç bir basınç olarak tanımlanan, saatler, bazen 1-2 gün süren ağrı izler. 



Genellikle tek taraflı olan bu ağrı kişiynin günlük aktivitelerini engelleyecek şiddette 

olabileceği gibi bazen orta şiddette olabilir, gün içinde şiddetinde değişiklikler olabilir. 

Ağrıya genellikle bulantı, kusma, anoreksi, fotofobi ve fonofobi gibi semptomlar eşlik 

eder. Baş hareketleri, yürüme gibi günlük rutin hareketlerle ağrı  şiddetlenir. Bu 

nedenle kişiler seesiz,karanlık bir ortamda hareketsiz olarak ağrılarının geçmesini 

beklerler. Bir süre sonra ağrı giderek hafifler ve şekil değiştirir. Zonklayıcı  şiddetli 

ağrının yerini hafif künt bir ağrı alır ve sonlanır. 

Postdrom Dönem:Yorgunluk, bitkinlik, duygusuyla, giderek atağın yükünün 

kaybolduğu ve yerini bir rahatlama hissine bıraktığı dönemdir. Bu dönemde 

iştahsızlık, giderek yerini acıkma hissine bırakmakta, bazılarında tatlı yeme isteği 

belirmekte, kişi sık idrara çıkma gereği duymaktadır. Bu dönem genellikle kişinin 

"kendini iyi hissettiği" bir dönemdir. 

     Süreç böylece tamamlanmakta ve kişi yeniden normal yaşama dönmektedir. Ta ki 

bir yeni atağın etiklenip başlamasına kadar.u sürenin ne kadar sürece ği 

belirsizdir.Kişiden kişiye değişmektedir.Hatta aynı kişide de bazen kısa bazen uzun 

sürmektedir.Bu süre araya giren değişik faktörlerden etkilenmektedir. Migren atağı 

tetikleyici faktörler olarak bilinen bufaktörlerin başında  stress, açlık, öğün atlama, 

uyku düzenindeki sapmalar, ağır kokular, bazı yiyecek ve özellikle alkollü içecekler, 

hava değişimi lodos, ve menstruasyon sayılsa da, bu tetik faktörlerin tüm migrenliler 

için geçerli olduğu yanılgısına düşülmemelidir. Nitekim besinlerin bazı atakları 

tetikleyebilecekleri sıklıkla konuşulmakla birlikte bu etken migrenlilerin sadece küçük 

bir bölümü için geçerlidir, üstelik bu besinler de kişiden kişiye farklılık göstermektedir. 

Migren ataklarının ortaya çıkışını kolaylaştıran etkenler arasında "çikolata" sıklıkla 

sayılmaktadır. Ancak yukarıda da değinildiği gibi migrenlilerin bir bölümünde prodrom 

sırasında tatlı yeme gereksinimi ortaya çıkmakta ve genellikle en kolay ulaşılan oldu-

ğundan çikolata yenmekte, kısa bir süre sonrada başağrısı başlayınca ataktan 

çikolata sorumlu tutulmaktadır. Halbuki çoğu zaman bu dönemde "migrenin atak 

süreci" başlamış olmakta, ve bu ardısıra düzen içinde doğal olarak çikolata yense de 

yenmese de ağrı bir süre sonra ortaya çıkmaktadır. 

Tetikleyiciler arasında menstürasyon dönemi ile ilişkili östrojen düzeyindeki değişimler 

ve östrojen ile ilişkili durumlar (örneğin; gebelik, doğum kontrol hapı kullanımı, post-

menapozal hormon tedavileri), duyarlı kadınlarda migren ataklarını tetikleyebilirler. 

Ancak mens dönemi ile ilgili tüm ağrılar "migren" olmayabilir. 

      Migren  ataklarının ortaya çıkışını kolaylaştıran etkenlerin iyice sorgulanıp 

öğrenilmesinin tedavi açısından önemli değeri vardır. Bunların arasında önlenebilir 

olanların tanınıp hastanın bunlardan kaçınmasının sağlanması bile atak sayısında 

kayda değer düşmeler sağlayabilir. 



Migren Patogenezi 

     Değişik baş  ağrılarının tanımlanmalarına ait yazılı belgelerin M.Ö. birkaç bin yıl 

öncesine dek uzanmasına karşın, başın bir yarımını etkileyen ve sıklıkla görsel ve 

gastrointestinal semptomlarla ilişkili yarım başağrılarını, yani "migreni" ilk tanımlayan 

kişinin M.S. ikinci yüzyılda yaşamış olan Kapadokyalı Aretaeus olduğu kabul 

edilmektedir. 1600’lü yıllarda Thomas Willis migren baş  ağrılarının ortaya çıkışında 

vasküler etkenlerin varlığına değinmiş ve ondan sonra geliştirilen benzer ya da karşıt 

görüşler sonucu yakın zamana dek migrenin öncelikle vasküler veya nörojenik kökenli 

olabileceği tartışması süregelmiştir. Günümüzde migrenin nörojenik kökenli olduğu, 

atakların ortaya çıkışının beynin aşırı duyarlılığı (kortikal hipereksitabilite) veya bir 

başka deyişle uyarılma eşiğinde düşme ile ilişkili olabileceği ve olasılıkla 

beyinsapındaki bazı yapıların atak sürecini başlattığı öne sürülmektedir. Merkezi sinir 

sisteminde paroksismal olarak ortaya çıkan bu duyarlılığın genetik kökenli olduğu ve bir 

kanalopati ile açıklanabileceği yönünde yoğunlaşan güncel görüşler vardır. 

      Auralı migrende semptomların, karşı serebral hemisferin ilgili bölgelerinde arkadan 

öne doğru yayılan, olasılıkla önce nöronal bir hipereksitabilite hali ve ardından nöronal 

metabolik gereksinimlerde bir azalma ile şekillenen reaktif bir depresyon (spreading 

depresyon) sonucu geliştiği düşünülmektedir. Olasılıkla bu duruma sekonder olarak 



gelişen ama eşik değerlere ulaşmayan bir iskemi (oligemi) nin varlığı beyin kan akımını 

gösteren çeşitli çalışmalarda kaydedilmiş olup, süresi aura dönemini aşarak ağrı 

döneminin ilk birkaç saatine dek uzayabilmektedir. Günümüzde aura semptomlarının 

klasik anlayış olan vazokonstriksyona değil, ama birbirini izleyen nöronal eksitasyon ve 

depresyon ile ilişkili olduğu görüşü böylece daha kabul görür hale gelmiştir. 

       Positron emisyon tomografisi ile yapılan bir çalışmada spontan gelişen bir migren 

atağının ağrı döneminde cingulate korteks, görsel ve işitsel kortikal alanlar ile 

beyinsapının karşı dorso-lateral bölgesinde kan akımının arttığı gösterilmiştir. Atağın 

tedavisinden sonra da bir süre daha bu durumun sürmesi ile beyinsapındaki söz 

konusu aktivasyon alanının migren atağının başlamasından sorumlu yapı olabileceği 

öne sürülerek bu bölge "migren beyinsapı jeneratörü" olarak değerlendirilmiştir. 

Cingulate korteksteki aktivasyon doğrudan ağrı ve emosyonel değişim ile, görsel ve 

işitsel kortikal alanların aktivasyonu da fotofonofobi ile ilişkilendirilmiştir. 

       Locus coeruleus ve raphe çekirdekleri gibi aminerjik beyinsapı çekirdekleri serebral 

kan akımını düzenlemekte, kortikal nöronal uyarılabilirliği etkileyebilmekte ve endojen 

ağrı kontrol mekanizmalarını kontrol etmektedirler. Bu yapıların etkisi ile 

trigeminovasküler sistemin dolaylı veya doğrudan etkilenmesiyle de ağrının ortaya 

çıkabileceği bir olasılık olarak gözükmektedir. Nitekim ağrının bazı migrenlilerde bir baş 

yarımında hissedilmesi trigemino-vasküler yapıların tek taraflı etkilenmesi ile 

açıklanmaya çalışılmaktadır. Trigeminal kontrol altında olduğu kabul edilen 

ekstrakraniyal ağırlıklı nörojenik inflamasyon ve vasküler bir dilatasyonun ortaya çıkışı 

ile birlikte merkezi ağrı iletim sistemlerinin baskılanmasında bir yetersizlik ve ağrı 

eşiğinde düşme ağrının periferik ve merkezi mekanizmaları arasında kabul gören ek 

görüşlerdir. 

    Geçici  hafif  hemiparezi  atakları ve bunları izleyen migren tipi başağrıları ile 

şekillenen familyal (ailesel) hemiplejik migren (FHM) otozomal dominant bir hastalık 

olup, hastaların bazılarında serebellar bulguların hatta komanın da geçici nörolojik 

klinik tablo içinde yer alabildiği geniş bir yelpazeyi oluşturmaktadır. Bu hastalık 

grubunda nöronların voltaja bağımlı P/Q tipi kalsiyum kanallarının a-la subünitesini 

kodlayan CACNA1A genine ait farklı mutasyonlar gösterilmiştir. İzole migrenin benzer 

şekilde bir kanalopati olabileceği düşünülmüş ve bu yönde halen süregiden genetik 

araştırmalar başlatılmıştır. 

       Özetle  fizik,  psikolojik  ya  da  biyolojik  stresin  olasılıkla genetik yatkınlık sonucu 

beyin duyarlılığı artmış kişilerde bu eşiğin aşılmasına neden olarak migren dönemlerini 

başlattığı, bu arada beyinsapı mekanizmalarının aktive olmasıyla birlikte ağrının ortaya 

çıktığı ve bu sürecin sonunda da giderek eşiğin yükselmesiyle atağın sonlandığı 

söylenebilir. 

Migren Tedavisi 

     Migrenin ilaçla tedavisi profilaktik tedaviyi ve atak tedavisini içerir. Profilaktik tedavi 

ile kastedilen, belirli bir süre (sıklıkla 6 ay ya da daha uzun süre) günlük düzenli ilaç 

kullanımıyla atakların sıklığını ve şiddetini azaltmaya yönelik tedavidir. Atak tedavisi ile 

kastedilen ise, migren atağı sırasında o atağı dindirmeye yönelik tedavidir. Her migrenli 

için atak tedavisi düzenlenirken, profilaktik tedavi ise migrenlilerin azınlık bir grubu için 

gerekir.  

     Atak  Tedavisi:Atak tedavisinde amaç en kısa zamanda (2 saat) kişinin ağrısını 

geçirmektir.İlke olarak kişi ağrının başlayacağını hissettiği anda kişiye en uygun ilaçla 

tedaviye başlamaktır. İlaç tedavisi yanısıra atağın daha kısa ve tolere edilebilir olması 

için karanlık ve sessiz bir ortamda bulunması ve mümkünse uyuması önerilebilir. 

    Atak  tedavisinde  nonspesifik (migrene özel olmayan) ve spesifik (migrene özel) 

ilaçlar tek başına veya birlikte kullanılırlar. Basit analjezikler (parasetamol, metamizol), 

kombine analjezikler (kafein veya kodein + analjezik kombinasyonları), nonsteroid 

antiinflamatuvar (NSAI) ilaçlar nonspesifik ajanlardır. Oysa ergotamin tartarate (kafein 

kombinasyonlu) preparatları ve triptanlar  migren atak tedavisinde kullanılan spesifik 

ilaçlardır. 



   Hafif  şiddette migren ataklarında basit analjezikler başarılı olabilirken orta şiddette 

veya  şiddetli baş  ağrılarında çoklukla yetersiz kalırlar. NSAI ilaçlar, atakları 

sonlandırmada veya şiddeti hafifletmede daha etkilidirler. Ayrıca, migren atağı 

sırasında bulantının varlığı ve oluşan   gastrik staz nedeniyle oral preparatların emilimi 

zorlaşacağından, atak tedavisinde,önce antiemetik (metoklopramid 10 mg veya 

domperidon 10 mg) alınıp 15-20 dakika sonra etkili dozda (1000 mg asetil salisilik asit 

veya 1000 mg naproksen sodyum eşdeğeri veya üzeri dozlar) NSAl ilaç alınması 

başarı şansını çok arttırır. NSAl ilaçların kullanımında kısıtlayıcı faktör gastrointestinal 

yan etkilerdir. Gastrik yakınmaları olan olgularda  gastrointestinal yan etkili olmayan 

ilaçlar tercih edilmelidir. Nonselektif NSAI ilaçlar görece ucuz oluşları ve hafif/orta 

şiddette ağrılarda çoğunlukla etkili olmaları nedeniyle uygun seçeneklerdir. Bununla 

birlikte, gastrointestinal yan etkiler ve sık gelen ataklarda sık kullanıldıklarında ilaç kötü 

kullanımı baş ağrılarına yol açmaları kullanımlarını kısıtlayıcı nedenlerdir. 

    NSAI ilaçlara yanıtsız ataklarda triptan grubu ilaçlar uygun seçeneklerdir. Triptanlar 

selektif 5-HT 1B agonistlerdir. Ergotamin tartrate ise nonselektif (5-HT1 ve 5-HT2 

agonisti) serotonin agonistidir. Ergotamin tartrate, 1 mg dozda oral kullanıldığında NSAl 

ilaçlardan daha yüksek başarı oranları sağlar. Bununla birlikte, gerek karotis dalları, ve 

periferik damarlarda vazokonstriktif yan etkileri, gerekse bulantı, irritabilite gibi yan 

etkileri, ayrıca ilaç kötü kullanımı baş ağrılarına en fazla neden olan ilaç grubu olmaları 

nedeniyle atak tedavisinde kullanımları, hastaların bu grup ilaçlarla tanıştırılmaları 

sakıncalıdır. Triptanlar ise selektif agonistik etkileri nedeniyle daha az yan etki ve daha 

yüksek etkinliğe sahiptirler. Ülkemizde bulunan triptan grubu ilaçlardan sumatriptan 

,eletriptan ve zolmitriptan kısa etkili (2 saat dolayında yarı ömür), naratriptan uzun 

etkilidir (6-8 saat yarı ömür). Tüm triptanlarda göğüste sıkışma hissi, bulantı, tansiyon 

düşüklüğü hissi gibi yan etkiler görülebilir. Miyokard infaktüsü geçirmiş olanlarda, 

kontrol edilemeyen hipertansiyonu olanlarda, 65 yaş üstü kişilerde, çocuklarda ve 

hamilelerde, hemiplejik, baziler, oftalmoplejik migren gibi auradaki nörolojik kusurun 

ciddi olduğu migren tiplerinde veya uzamış auralı migren ataklarında triptanlar 

kullanılmamalıdırlar. Naratriptan içlerinde en az yan etkiye fakat diğer triptanlara göre 

daha az antimigren etkinliğe sahip ilaçtır. Triptanların kana geçişleri NSAI ilaçlara göre 

daha hızlı ve daha fazla olduğundan, antiemetik kullanmadan da verilebilirler. Bununla 

birlikte, başarısız kalma durumunda, diğer ataklarda antiemetik verilmesinden 15-20 

dakika sonra kullanımları başarı şansını arttırabilir. Triptanlar migren atağının başında 

ilk ilaç olarak verilebilecekleri gibi, "kurtarıcı ilaç" olarak, NSAI ilaca ilk 1-2 saatte yanıt 

alınamadığında ek ilaç şeklinde kullanabilirler. 

     Steroidler, parenteral metoklopramid ve klorpromazin, önce kullanılmış ilaçlara 

yanıtsız durumlarda baş vurulabilecek etkili ilaçlardandır. Opiatlara atak tedavisinde 

baş vurulması, hastayı bu grup ilaçlarla tanıştırmamak adına önerilmez. 



Yüklə 177,62 Kb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin