Eşitlik ve Farklılık
Feminizmin amacı ataerkilliği yıkmak ve cinsiyet baskısına son vermek olmasına rağmen femi
nistler, pratikte bunun ne anlama geldiği ve nasıl gerçekleştirilebileceği konusunda bazen emin
olamamışlardır. Geleneksel olarak kadınlar erkeklerle
eşitlik istemişlerdir; hatta feminizm çoğu
kere cinsiyet eşitliği elde etmek için yapılan bir hareket olarak nitelendirilir.
Ancak eşitlik konusu
feminizm içinde temel çatlaklar da meydana getirmiştir: Bazı feministler, zıt eşitlik fikirlerini kabul
etmişler; bazıları ise farklılık fikrini desteklemek amacıyla eşitliği tamamen reddetmişlerdir. Libe
ral feministler, erkeklerle yasal ve siyasî eşitliği savunurlar. Bunlar, cinsiyete bakmaksızın kadınların
kamusal hayatta erkeklerle eşit ölçülerde rekabet etmesine imkân veren eşit haklar gündemini des
teklemişlerdir. Böylece eşitlik, kamusal alana eşit giriş anlamına gelir. Sosyalist feministler, bunun
aksine, kadınlar da sosyal eşitlikten faydalanmadıkları sürece eşit hakların bir anlam taşıyamayaca
ğını ileri sürerler. Bu anlamda eşitlik, ekonomik açıdan uygulanabilir olmalıdır ve dolayısıyla eşit
lik, mülkiyet sahipliği, ödeme farklılıkları ve maaşlı ve maaşsız işgücü gibi konulara yönelmelidir.
Radikal feministler, temelde aile ve kişisel hayattaki eşitlik ile ilgilenirler. Dolayısıyla eşitlik, çocuk
bakımı ve diğer ev içi sorumlulukları, kendi bedeninin kontrolü ve cinsel ifade ve ifa gibi konular
açısından işlerlik göstermelidir.
Aralarındaki gerginliklere rağmen bu eşitleyici konumlar, olumsuz bir anlatımdaki
toplumsal
cinsiyet farklılıklarını ele alma konusunda birleştirilir. Eşitleyici feminizm şekilleri, baskının bir
göstergesi olarak gördüklerinden “farklılığı” ataerkillikle ilişkilendirir. Bu açıdan
feminist amaç,
kadınları “farklılık”tan kurtarma isteği ile tanımlanabilir. Ancak diğer feministler eşitlikten ziyade
farklılığı savunuyorlar. Farklılık feministleri, eşitlik fikrini yanlış yönlendirilmiş veya istenmeyen
bir durum olarak görüyorlar. Erkekle eşit olmayı istemek, erkeklerin olduğu veya sahip olduğu şeye
göre hedeflerini tanımlamaları açısından kadınların “erkek kimlikli” oldukları anlamına gelir. Femi
nistler ataerkilliği yıkmaya çalışsalar da birçoğu, erkeklere göre şekillenmeye karşı uyarıyorlar: Bu
şekillenme sonucunda kadınlar, erkek toplulukların özelliğini taşıyan rekabetçi ve saldırgan davra
nışlar benimsemek durumunda kalacaktır. Birçok feminist için özgürleşme, kadın
olarak gelişme
ve amaçlarını gerçekleştirme isteği, yani başka bir ifadeyle “ kadın kimlikli” olma anlamına gelir.
Böylece farklılık feministleri, cinsiyet farklılıklarının siyasî ve sosyal önemi olduğunu savunan
“kadın lehine” bir konumu onaylarlar. Bu, erkek ve kadınların temelde
psiko-biyolojik düzeyde
farklı oldukları inancına dayanır. Erkeklerin saldırgan ve rekabetçi doğasının, kadınların ise yaratıcı
ve empatiye yatkın karakterlerinin toplum yapısından ziyade hormonal ve diğer genetik farklılık
ları yansıttığı düşünülür. Kişiliği idealize edip cinsiyet farklılıklarını göz ardı etmek hata olur. Ka
dınlar, kendi cinslerinin farklı özelliklerinin görmeli ve onlarla övünmelidir; özgürlüğü cinsiyetsiz
“kişiler” olarak değil gelişmiş ve tatmin olmuş kadınlar olarak aramalılar. Kültürel feminizm şek
linde bu, kadın hünerleri, yani, sanat ve edebiyat ile sadece kadınlara özgü deneyimlerin üzerinde
önemle durulmasına
ve çocuk doğurma, annelik ve âdet görme gibi bir “ kız kardeşlik” fikrinin
desteklenmesine neden olmuştur.