Türkçesi: Hilmi Ziya Ülken



Yüklə 1,19 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə16/119
tarix17.05.2022
ölçüsü1,19 Mb.
#58305
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   119
Etika - Spinoza

Nature Naturante
, Yaratılmış tabiat 
Nature Naturee
 karşılığıdır. Eskiden 
bu yerde Tabiat-i Fâtıra ve Tabiat-i Meftûre denirdi.


62 ETİKA
Önerme XXX
Fiil halinde sonlu ya da fiil halinde sonsuz olan bir zihin Tanrının sıfat­
larını ve Tanrının duygulanışlarını kavramalı ve başka hiçbir şey kavrama­
malıdır.
Kanıtlama
6’ncı aksiyoma göre doğru bir fikir objesine uygun olmalıdır, yani ken­
diliğinden bilindiği gibi, zihinde objektif olarak bulunan şey zorunlu ola­
rak  tabiatta  verilmiş  olmalıdır;  halbuki  tabiatta  tek  bir  cevher  yani  Tanrı 
vardır  (14’üncü  önermenin  sonucu);  ve  Tanrıda  olanlardan  başka  (öner­
me  15),  nitekim  Tanrıda  olan  ve  aynı  önermeye  göre,  Tanrısız  ne  var 
olabilen,  ne  de  tasarlanabilenlerden  başka  duygulanışlar  yoktur;  öyle  ise 
fiil halinde sonlu ya da fiil halinde sonsuz bir zihin Tanrının sıfatlarını ve 
Tanrının  duygulanışlarını  kavramalı  ve  başka  hiçbir  şey  kavramamalı­
dır.
Önerme XXXI
İster  sonlu  ister  sonsuz  olsun,  fiil  halinde  zihin,  nitekim  irade,  arzu, 
sevgi, vb. Yaratıcı Tabiata değil, Yaratılmış Tabiata nispet edilmelidir.
Kanıtlama
Gerçekten zihin deyine biz, kendiliğinden bilindiği gibi, mutlak Düşünceyi 
değil,  fakat  yalnız  düşünmenin  herhangi  bir  tarzını  anlıyoruz  ki,  o  arzu, 
sevgi,  vb.  gibi  öteki  tarzlardan  ayrılır  ve  bunun  sonucu  olarak  (tanım  5), 
mutlak  Düşünce  yardımıyla  tasarlanması  gerekir;  düşüncenin  ezeli  ve 
sonsuz  özünü  ifade  eden  Tanrının  bir  sıfatı  yardımıyla  tasarlanmalıdır 
diyorum  (önerme  15  ve  tanım  6)  ve  bu  o  tarzda  olmalıdır  ki  bu  sıfat 
olmadan o ne var olabilsin ne de tasarlanabilsin ve bu sebepten (29’uncu 
önermenin  scolie’si)  onun,  düşünmenin  başka  tarzları  gibi  Yaratıcı  Ta­
biata değil Yaratılmış Tabiata nispet edilmesi gerekir.
Scolie
Burada fiil halinde bir zihinden söz etmemin sebebi, güç halinde, kuvve 
halinde başka hiçbir zihni kabul etmeyişim değildir; fakat, her türlü karı­
şıklıktan  kaçınmak  için,  bizim  en  açık  olarak  algıladığımız  şeyden,  yani 
asıl  bilme  etkisinden  söz  etmeyi  istedim,  çünkü  o  bizim  en  açık  olarak


TANRI HAKKINDA 63
kavradığımız  şeydir.  Zira  bilme  etkisinden  daha  büyük  bilgiye  götüren 
hiçbir şeyi bilemeyiz.
Önerme XXXII
İradeye hür neden denemez, yalnızca zorunlu neden denebilir.
Kanıtlama
Zihin  gibi  irade  de,  düşüncenin  bir  tavrından  ibarettir;  ve  bundan 
dolayı  (önerme  28)  her  istek  (volition)  ancak  başka  bir  gerektirilmiş  ne­
denle  var  olabilir  ve  bir  eser  meydana  getirilmesi  gerektirilmiş  olabilir, 
bu  neden  de  yine  bir  neden  tarafından  gerektirilir  ve  sonsuzca  bu  böyle 
gider. Eğer bir iradenin sonsuz olduğu var sayılırsa, o da var olmak ve bir 
eser  meydana  getirmek  için  Tanrı  tarafından  gerektirilmiş  olmalıdır  ve 
bu  Tanrının  mutlak  surette  sonsuz  bir  cevher  olması  bakımından  değil, 
fakat  düşüncenin  mutlak  ve  ezeli  özünü  ifade  eden  bir  sıfatı  olması 
bakımındandır  (önerme  23).  Öyle  ise  hangi  tarzda  tasarlanırsa  tasarlan­
sın, sonlu ya da sonsuz bir irade, kendisinin var olması ve bir eser meyda­
na  getirmesini  gerektiren  bir  neden  ister  ve  böylece  (tanım  7),  ona  hür 
neden denemez, yalnızca zorunlu ya da zorlama neden denir.
Önerme sonucu I 
Buradan şu sonuç çıkar ki: 1. Tanrı eserlerini irade hürlüğü ile meyda­
na getiremez.
Önerme  sonucu  II 
Yine  buradan  şu  sonuç  çıkar  ki:  2.  İrade  ve  zihin  Tanrının  tabiatında 
hareket ve sükûnla ve mutlak olarak varlığı ve etkisi herhangi bir tarzda 
gerektirilmiş  olan  bütün  şeylerle  aynı  münasebetle  bulunmaktadırlar 
(önerme 29). Zira iradenin de, bütün öteki şeyler gibi, herhangi bir tarz­
da var olması ve bir eser meydana getirmesini gerektiren bir nedene ihti­
yacı  vardır.  Bir  irade  verilmiş  olunca,  ya  da  bir  zihin  verilmiş  olunca, 
ondan sonsuzca şeyler çıktığı için, bundan dolayı denemez ki Tanrı irade 
hürlüğü ile hareket ediyor; nitekim hareket ve sükûndan bazı şeyler çık­
tığı  için  —ve  bu  eserler  de  sayısız  olduğu  için-  Tanrı  hareket  ve  sükûn 
hürlüğü ile etki yapıyor denemez. Öyle ise, irade tabiatın başka şeylerinden 
ziyade  Tanrının  tabiatına  ait  değildir,  fakat  onun  Tanrı  ile  münasebeti


64 ETİKA
hareket  ve  sükûnun  Tanrı  ile  münasebeti  gibidir  ve  onlar  tanrısal  tabia­
tın zorunluluğuna bağlıdırlar ve var olmaları, bir eser meydana getirme­
leri onun tarafından gerektirilmiştir.
Önerme XXXIII
Şeyler  Tanrı  tarafından  meydana  getirildikleri  tarzdan  ve  düzenden 
başka hiçbir tarzda ve düzende meydana getirilemezler.
Kanıtlama
16’ncı  önermeye  göre,  her  şey  verilmiş  diye  varsayılan  Tanrının  ta­
biatından çıkar (önerme 16) ve herhangi bir tarzda var olması ve bir eser 
meydana  getirmesi  Tanrının  tabiatının  zorunluluğu  ile  gerektirilmiştir 
(önerme 29).  Eğer,  başka  tabiatta  şeyler  var  olabilseydi, ya da tabiat dü­
zeni  başka  olacak  gibi  bir  eser  meydana  getirmeleri  gerektirilebilseydi,  o 
zaman  Tanrı  da  başka  tabiatta  olabilmeliydi  ve  bundan  dolayı  (önerme 
11), bu başka tabiatın da var olması gerekirdi ve bunun sonucu olarak da 
iki  ya  da  daha  çok  Tanrı  olabilirdi  ki,  bu  da  saçmadır  (önerme  14’ün 
önerme  sonucu  I).  Bu  sebepten  dolayı  şeyler  olduklarından  başka  bir 
tarzda ve başka bir düzende olamazlar.
Scolie
Yukarda  gördüklerimizle,  gün  ışığından  daha  açık  olarak  kendilerine 
zorunsuz  denebilecek  şeylerin  mutlak  surette  bulunmadıklarını  göster­
dikten sonra, şimdi birkaç kelime ile zorunsuzdan ne anladığımı ve önce 
zorunlu  ve  imkânsızdan ne  anlamamız  gerektiğini  açıklamak  isterim.  Bir 
şeye, gerek özüne nispetle gerekse nedenine nispetle, zorunlu denir. Zira, 
bir şeyin varlığı ya kendi özünden ve tanımından ya da verilmiş bir etker 
nedenden  zorunlu  olarak  çıkar.  Aynı  nedenlerden  dolayı  bir  şey  imkân­
sızdır;  ya  gerçekten  ya  özü  ya  tanımında  bir  çelişiklik  bulunur,  yahut  da 
bu şeyi meydana getirecek tarzda gerektirilmiş olan hiçbir dış neden bulun­
madığı  için  bu  böyle  olur.  Şimdi  bizdeki  bilgi  eksikliğinden  başka  hiçbir 
nedenden dolayı bir şeye zorunsuz denemez; özünde çelişme olduğunu bil­
mediğimiz, ya da kendisi hakkında hiçbir çelişmeyi içermediğini bildiğimiz 
bir şey nedenler düzenini bilmediğimiz için varlığını kesin olarak olumla­
yamasak da, derim ki, böyle bir şey bize asla ne zorunlu ne imkânsız gibi 
görünebilir ve bundan dolayı da ona zorunsuz ya da mümkün deriz.


TANRI HAKKINDA 65
Scolie II
Yukarda  geçenlerden  açıkça  şu  sonuç  çıkar  ki,  şeyler  Tanrıca  üstün 
bir  yetkinlikle  meydana  getirilmiştir,  çünkü  bu  şeyler  en  yüksek  derece­
den yetkin olan verilmiş bir tabiattan zorunlu olarak çıkarlar. Ve Tanrıya 
bu  bakımdan  hiçbir  eksiklik  isnat  edilemez;  zira  bunu  olumlamaya  bizi 
zorlayan  onun  yetkinliğidir.  Daha  doğrusu,  biraz  aşağıda  göstereceğim 
gibi,  bunun  aksinin  olumlanmasından  Tanrının  üstün  yetkinliği  olmadı­
ğı sonucu çıkar; zira, eğer şeyler başka bir tarzda meydana getirilmiş olsa­
lardı,  Tanrıya  başka  bir  tabiatı,  en  yüksek  derecede  yetkin  Varlığın  göz 
önüne  alınmasını  ona  atfetmeye  bizi  zorlayan  bir  tabiattan  farklı  bir  ta­
biatı  atfetmek  gerekirdi.  Fakat  şüphe  etmem  ki  birçokları  bu  görüş  tar­
zını  önce  saçma  diye  reddederler  ve  onu  incelemeye  bile  razı  olmazlar; 
ve  bunun  sebebi  yalnızca  onların  Tanrıya  bizim  tanımladığımızdan  büs­
bütün  başka  bir  hürriyeti  vermeye  alışmış  olmalarıdır  (tanım  7),  yani 
mutlak  iradeyi  Tanrıya  verme  alışkınlıklarıdır.  Ve  ben  hele  hiç  şüphe 
etmem  ki,  bu  konuda  düşünmek  ve kanıtlamalarımın  akışını vicdanlı bir 
görüşle  incelemek  isterlerse,  Tanrıya  atfettikleri  bu  türlü  hürriyeti  yalnız 
boş bir şey olarak değil, aynı zamanda bilime büyük bir engel olduğu için 
büsbütün  reddederler.  17’nci  önermenin  scolie’sinde  söylemiş  olduğum 
şeyi  burada  tekrar  etmeye  ihtiyaç  yoktur.  Bununla  birlikte  onların lehine 
olarak,  yine  göstereceğim  ki,  iradenin  Tanrının  özüne  ait  olduğu  kabul 
edilse  bile,  şeylerin Tanrıda  yaratılmış  olduklarından başka  bir tarzda ve 
başka  bir  düzende  yaratılamayacakları  onun  yetkinliğinden  de  pekâlâ 
çıkacaktır.  Her  şeyden  önce  asıl  kendilerinin  kabul  ettiklerini,  yani  var 
olan her şeyin ne ise o olmasının yalnızca Tanrının emrine ve yalnız onun 
iradesine bağlı olduğunu göz önüne alacak olursak, bunu göstermek ko­
lay olacaktır. Gerçekten başka türlü olsaydı, Tanrı her şeyin nedeni olma­
yacaktı.  İkinci  olarak  onlar  Tanrının  bütün  emirlerinin  ezelden  beri  yine 
Tanrı  tarafından  yerine  getirilmiş  olduğunu  kabul  ederler.  Eğer  başka 
türlü olsaydı Tanrıya eksiklik ve kararsızlık isnat edilmiş olacaktı. Ezelde 
ne  zaman,  ne  önce,  ne  sonra  vardır;  öyle  ise  buradan  yani  sırf  Tanrının 
yetkinliğinden, Tanrının başka bir şeyi emredemediği ve asla emretmemiş 
olduğu  sonucu  çıkar.  Fakat  diyeceklerdir  ki,  Tanrının  olduğundan  başka 
türlü bir âlem yapmış olduğu, ya da ezelden beri tabiat ve onun düzenine 
dair başka emirler verdiği varsayıldığı zaman dahi, bundan dolayı Tanrı­
da hiçbir eksiklik olduğu sonucu çıkmaz. Ben ise, onlar bunu söylerken


66 ETİKA
Tanrının  kendi  emirlerini  ister  istemez  değiştirdiğini  de  kabul  ettikleri 
şeklinde  cevap  veririm.  Zira,  eğer  Tanrı  tabiat  hakkında  ve  onun  düzeni 
hakkında emretmiş olduğundan başka bir şey emretmiş olsaydı: yani tabiat 
konusunda başka bir şey istemiş, tasarlamış olsaydı zorunlu olarak şimdiki 
Zihninden  başkası  olacaktı.  Ve  eğer  Tanrıya,  özünden  ve  yetkinliğinden 
hiçbir şey değiştirmeksizin, başka bir zihin, başka bir irade atfetmeye imkân 
olsaydı, yine de yetkin kalmak üzere, yaratılmış şeyler konusundaki emir­
lerini şimdiki hale hangi sebeple değiştirenlesin? Zira, hangi tarzda tasar­
lanırsa  tasarlansın,  onun  Zihni  ve  İradesi  yaratılmış  şeylere  taallûk  eder 
(aittir), her zaman kendi özü ve yetkinliği ile aynı nispettedir. Öte yandan, 
benim bildiğime göre bütün filozoflar Tanrıda güç halinde zihin olmadı­
ğı, yalnız fiil halinde bir zihin olduğu noktasında uyuşmaktadırlar; sonra 
madem  ki  onun  Zihninin  ve  İradesinin  kendi  özünden  ayrılmadığı  nok­
tasında uyuşmaktadırlar, öyle ise buradan şu sonuç da çıkar ki, eğer Tan­
rıda fiil halinde başka bir zihin, başka bir irade olsaydı, onun özü de zo­
runlu olarak başka olacaktı; ve bundan dolayı (önce sonuçlamış olduğum 
gibi) eğer şeyler Tanrı tarafından şimdiki halde olduklarından başka türlü 
meydana getirilmiş olsalardı, Tanrının zihni ve iradesi, yani (kabul edildiği 
gibi) özü de başka türlü olacaktı ki, bu da saçmadır.
Sonra  madem  ki  şeyler  Tanrı  tarafından  başka  hiçbir  tarzda,  başka 
hiçbir  düzende  meydana  getirilememiştir  ve  madem  ki  bu  önermenin 
hakikati Tanrının üstün yetkinliğinin bir sonucudur (sonurgusudur), Tan­
rının  fikirlerde  bulunan  bütün  yetkinlikle  kendi  zihnindeki  fikre  göre 
bütün  şeyleri  yaratmak  istememiş  olmasına  hiçbir  sebeple  asla  kanaat 
getiremeyeceğiz.  Buna  karşı  şeylerde  ne  yetkinlik,  ne  eksiklik  olduğu  ve 
haklarında  yetkin  ve  eksik,  iyi  veya  kötü  denilen  şeylerin  yalnızca  Tan­
rının iradesine bağlı bulundukları şeklinde itiraz edilecektir; bundan do­
layı  da  eğer  Tanrı  istemiş  olsaydı  şimdiki  halde  yetkinlik  olan  şeyi  aşırı 
derecede  eksiklik,  ya  da  eksiklik  olan  şeyi  aşırı  derecede  yetkinlik  haline 
koyabilirdi.  Fakat  istediği  şeyin  zorunlu  olarak  fikrine  sahip  olan  Tanrın 
iradesiyle şeyler hakkında sahip olduğu fikirden başka bir fikre sahip ola­
bilmesini  açıkça  kabul  etmek,  (göstermiş  olduğum  gibi)  büyük  bir  saç­
malıktır.  Kendi  kanıtlarını  onlara  karşı  çevirebilirim  ve  bu  da  aşağıdaki 
şekilde  olur.  Her  şey  Tanrının  gücüne  bağlıdır.  Şeylerin  olduklarından 
başka  türlü  olabilmeleri  için,  zorunlu  olarak  Tanrının  iradesinin  başka 
türlü  olması  gerektir;  halbuki  Tanrının  iradesi  olduğundan  başka  türlü


TANRI HAKKINDA 67
olamaz (son apaçıklıkla Tanrının yetkinlikten çıktığını göstermiş olduğu­
muz  gibi).  Öyle  ise  şeyler  de  başka  türlü  olamazlar.  Her  şeyi  Tanrısal 
ilgisiz  bir  iradeye  bağlı  kılar  ve  her  şeyin  onun  keyif  ve  hevesine  (bon 
plaisir
)  bağlı  olduğunu  kabul  eder.  Bu  sanının  Tanrının  gözünde  daima 
iyilik  amacı  olduğu  halde  etki  (tesir)  ettiğini  kabul  etmeden  ibaret  başka 
bir görüşten daha az hakikatten uzaklaştığını tasdik ediyorum
10
. Zira onu 
savunanlar,  Tanrının  dışında  Tanrıya  bağlı  olmayan  işlemlerinde  Tan­
rının kendisine model olarak aldığı ya da amaca gider gibi kendisine mey­
lettiği  bir şeyi ortaya koyar görünüyorlar. Bu ise Tanrıyı kadere tâbi kıl­
maya varır ki, Tanrı konusunda bundan daha saçma bir şey kabul edile­
mez,  biz  ise  onun  ilk  neden,  bütün  şeylerin  özünün  ve  varlığının  biricik 
nedeni olduğunu göstermiştik. Öyle ise bu saçmalığı reddetmekle zaman 
kaybetmeye gerek yoktur.
Önerme XXXIV
Tanrının gücü kendi özüdür.
Kanıtlama
Gerçekten,  Tanrının  özünün  zorunluluğunun  sonucu  olarak,  Tanrı 
(önerme 11) kendi kendisinin Nedenidir ve her şeyin Nedenidir (önerme 
16  ve  önerme  sonucu  1);  o  halde  her  şeyi  var ve etkin  kılan ve  kendisini 
var kılan Tanrının gücü, onun kendi özüdür.
Önerme XXXV
Tanrının  kudretinde  olduğunu  tasarladığımız  her  şey  zorunlu  olarak 
vardır.
Kanıtlama
Gerçekten,  Tanrının  kudretinde  bulunan  her  şey  özünde  o  tarzda 
bulunur  ki  (önceki  önerme),  onun  zorunlu  bir  sonucudur  ve  bundan 
dolayı da zorunlu olarak vardır.
Önerme XXXVI
Tabiatından bir eser çıkmayan belirli hiçbir şey yoktur.
10) Olumluyorum. Onaylıyorum.


68 ETİKA
Kanıtlama
Var  olan  her  şey  belirli  ve  gerektirilmiş  tarzda  Tanrının  tabiatını  ve 
özünü  ifade  eder  (25.  önermenin  sonucu)  yani  (önerme  34),  var  olan  her 
şey belirli ve gerektirilmiş bir tarzda her şeyin Nedeni olan Tanrının gü­
cünü  ifade  eder;  buradan  şu  sonuç  çıkar  ki,  var  olan  her  şeyden  zorunlu 
olarak bir eserin çıkması gerekir (önerme 16).
Zeyl
Yukarıdaki  bahislerde  Tanrının  tabiatını  geliştirdim  ve  özeliklerinin 
neler olduğunu açıkladım. Gösterdim ki:
O zorunlu olarak vardır.
Tektir.
Sırf kendi tabiatının zorunluluğu ile vardır ve tesir eder (etki yapar).
Her şeyin hür nedenidir ve şu ya da bu tarzda bu böyledir.
Her  şey  Tanrıdadır  ve  ona  bağlıdır,  o  derecede  ki,  onsuz  hiçbir  şey 
var olamaz ve tasarlanamaz.
En  sonra  Tanrı  her  şeyi  bir  irade  hürlüğüyle  ya  da  mutlak  keyif  ve 
hevesle  değil,  mutlak  tabiatının  yani  sonsuz  gücünün  eseri  olarak  önce­
den gerektirmiştir.
Fırsat düştükçe sırasıyla kanıtlamalarımın görülmesine engel olabilecek 
bütün peşin-hükümleri sileceğim; fakat birçok kimselerin, zihninde bazen 
bütün şeylerin zincirlenmesini açıkladığım sıraya göre kavramalarına engel 
olacak kadar daha birçok peşin-hükümler kaldığı için, onları burada hatırlat­
mak ve yeniden doğru aklın kantarıyla onları tartmak gerektiğine inandım.
Burada söz etmek istediğim peşin hükümlerden pek çoğu bir ilk peşin 
hükümden doğmaktadır ki, bu peşin hükme göre insanlar ortak bir gaye- 
nedenler  konusunda  yaşıyorlar;  gerçekten,  genel  olarak  kendileri  nasıl 
bir  gayeye  göre  hareket  ediyorlarsa,  bütün  tabiatın  da  bir  gaye  için  etki 
(ve  hareket)  ettiğini  var  sayarlar  ve  Tanrının  bütün  şeyleri  insan  için  ve 
insanı da kendisi için, yani tapılmak için yapmış olduğunu söylerler.
Önce şu noktaları incelemeye girişmek isterim:
1°  İnsanların  pek  çoğu  neden  dolayı  bu  peşin  hüküm  içinde  böylece 
kalıyorlar ve her birinde niçin buna bağlanmak eğilimi vardır.
2° Bu peşin hükmün yanlışlığını ve
3°  Bu  peşin  hükmün  âlemde  iyi  ve  kötü,  erdem  (sevap)  ve  günah, 
övmek  ve  yermek,  düzen  ve  karışıklık,  güzellik  ve  çirkinlik  ve  bu  gibi


TANRI HAKKINDA 
69
daha  birçokları  üzerinde  yapılmış  olduğunu  gördüğümüz  bütün  sanıları 
nasıl doğurduğunu göstermek isterim. Bütün bu sanıların zihnimizin ta­
biatından  çıkmış  olduklarını  göstermenin  yeri  burası  değildir.  Hiç  kim­
sece itiraz edilmeyen bir ilkeden, yani bütün insanların nedenler üzerin­
de tam bir bilgisizliğinden doğdukları; ve bundan başka hepsinin kendi­
lerine  refahlarını  aratan  bir  iştaha  sahip  oldukları  ve  bunu  duydukları 
noktasından hareket etmek yeter.
Buradan  şu  sonuç  doğar  ki:  1°  İnsanlarda  kendi  iradelerinin,  kendi 
iştahlarının  bilinci ve yakın  bilgisi olduğu  için, kendilerini hür sanıyorlar 
ve  bu  iştahları  kendilerinde  meydana  getiren  ve  istemelerine  sebep  olan 
nedenleri bilememek yüzünden, hatta rüyalarında bile, bunu asla düşün­
müyorlar.
Yine  buradan  şu  sonuç  çıkar  ki:  2°  İnsanlar  hep  bir  amaca  göre,  yani 
iştah  duydukları  faydalı  olan  şeye  göre  hareket  ederler.  Onların  daima 
sırf  yapılmış  şeylerin  gaye-nedenlerini  bilmek  için  çabalamaları  ve  bun­
ları  öğrenince  artık  huzursuzluk  için  hiçbir  sebep  kalmadığından  rahat 
etmeleri bundan ileri gelir.
Hiç  kimse  onları,  bilinmesi  meraklarının  bütün  konusunu  meydana 
getiren  gaye-nedenler  üzerinde  aydınlatamadığı  zaman,  ilk  çareleri  ken­
di kendilerine dönmek ve böyle bir halde hangi gaye-nedenin onları gerek­
tirmiş  olacağını  göz  önüne  almaktır,  kendi  kendilerine  ait  bu  yargılama 
metodu ile (tabiattan aşkın olarak
11
) kendi ruhlarını bütün ruhların ölçüsü 
yaparlar.
Halbuki onlar, gerek kendilerinde, gerek kendi dışlarında meylettikleri 
rahatlığa  onları  götürmeye  elverişli  birçok  araçlar  buldukları  için  (gör­
mekte  göz,  çiğnemekte  diş,  beslenmekte  otlar  ve  hayvanlar,  kendilerini 
aydınlatmakta  güneş,  balıkları  beslemekte  deniz  v.s.)  bütün  bu  şeylerin 
ve genel olarak bütün tabiatın rahat yaşamalarını sağlamaya yarayan araç­
lar olduğunu zannederler.
Ayrıca  bu araçları bulduklarını,  fakat  kendileri meydana getirmedik­
lerini  bildikleri  için,  buradan, onları  kullanmak üzere kendilerine tedarik 
eden başka biri olduğuna inanacak bir saik çıkarmışlardır. Vakaa da şeyleri 
araçlar  gibi  gördükten  sonra onların kendi  kendilerine yapılmış olduğu­
na inanamamışlardır. Fakat tedarikine alıştıkları araçlardan sonuç çıkar­
11) Metinden fazla, Boulainvilliers’nin ilavesi.


70 ETİKA
mak üzere, beşerî hürriyete sahip  bütün ihtiyaçlarına cevap veren kulla­
nacakları her şeyi yapan tabiatın bir ya da birçok idare edicileri olduğuna 
kanaat getirmeye mecbur olmuşlardır.
Başka bir yönden, bu varlık veya bu varlıkların düşünme tarzı ve zihin­
leri üzerine hiçbir türlü bilgileri olmadığı için, ona kendi düşünme tarzları 
ve zihinlerini yormuşlardır ve buradan hareket ederek, insanların sevgisini 
ve hediyelerini kendilerine çekmek amacıyla, Tanrıların bütün bunları on­
ların hizmetine verdiklerini esaslı bir hakikat diye ileri sürmüşlerdir. Kendi 
fikirleri  üzerinde  ve  Tanrıların  tabiatını  kendi  tabiatlarıyla  karşılaştırarak 
hüküm  yürütmek  suretiyle,  insanların  türlü  düşünme  tarzlarına,  bunca 
farklı  tapınışlarına  göre  tasarladıkları  şey  budur;  onların  hepsi  Tanrıya 
en  hoş  görünen  tapınma  tarzına  sahip  oldukları  ve  bundan  dolayı  da 
Tanrının  lütfunu  ve  güvencini  kazandıkları  kanısındadırlar.  O  tarzda  ki, 
bu varlık, onların her zaman anlamsız arzularını ve doymak bilmez hasis­
liklerini  doyurmak  işinde  bütün  tabiatı  hizmetlerinde  kullanmaya  hazır 
idi.  Böylece,  bu  peşin-hüküm  bütün  zihinlere  derin  kökler  salan  yanlış 
inanı  doğurmuştur  ve  buradan  insanların  bütün  çalışma  güçlerini  gaye- 
nedenleri öğrenmeye ve açıklamaya bağlamaları sonucu çıkmıştır.
Fakat  tabiatın  boşuna,  (yani  insan  için  elverişli  olmayan)  hiçbir  şey 
yapmadığını  göstermeye  kalkıştıkları  zaman,  Tabiatın  ve  Tanrıların,  in­
sanlarla  aynı  hezeyana  tutulmuş  olduklarını  göstermeden  başka  bir  şey 
yapmaz  görünüyorlar.  Ve  şimdi  isterim  ki  bu  sapkınlıkların  sonucunun 
ne olduğunu fark edesiniz!
İnsanların kendileri için tabiatta buldukları bu faydalar arasında, ken­
dilerinin  rahat  yaşamasına  hizmet  eder  gözüyle  bakamayacakları  şeylere 
de  rastlamadan  geri  kalmadılar.  Fırtınalar,  yer  depremleri,  hastalıklar  ve 
buna  benzer  başka  kötülükler  bunlardandır  ve  bu  türlü  vakalara  bir  se­
bep  bulmak  için  bütün  bunların  Tanrılarca  insanlardan  öç  almak  için 
olduğunu,  yani  bu  bahtsızlıkların
12
  ancak  insanların  Tanrılara  kötü  dav­
randıkları ve sanki tapınmalarını ihmal ettikleri zaman onlar kızacak olur­
larsa  meydana  geldiğini  tasarladılar;  deney  durmadan  dinlenmeden  bu 
yanlış uslamlamaların eksikliğine karşı kendini gösterdiği ve günde mil­
yonlarca örnekle iyilikler ve kötülükler sofu olanlarla olmayanların başına 
aynı derecede geldiği halde, insanlar her zaman inatla kendi peşin-hüküm­
12) Mutsuzlukların.


TANRI HAKKINDA 71
leri  içinde  kaldılar:  zira  nasıl  kullanılacağını  mutlak  olarak  bilmedikleri 
şeyler  arasına  Tanrıların  bu garip  davranışını koymak ve onları aynı za­
manda  hem  iyi, hem  kötü  saymak, onlara  ilk fikirlerinden vazgeçmekten 
ve  daha  akıl  edilir  bir  sistem  kurmaktan  kolay  geldi;  bu  onları,  Tanrının 
hükümlerinin  sonsuz  derecede  insan  aklının  kaplamı  üstünde  olduğunu 
kural olarak koymaya götürdü. Eğer şeylerin gaye-nedenlerinde durmak­
sızın  onların  özlerini  ve  özelliklerini  göz  önüne  alan  matematik  bilimleri 
insanlara doğrunun bilgisine ulaşmak için başka bir yol göstermiş olma­
saydı,  onları  sürekli  olarak  bilgisizliğin  karanlıklarına  gömülmüş  bırak­
mak için bundan başka şeye ihtiyaç var mıydı? Matematikten başka, insan­
lar,  bu  evrensel  peşin-hükümlerin  boyunduruğunu  bükmede  ve  hakikati 
keşfetmede onlara çok yardımlar eden, burada uzun uzadıya incelenmesi 
lüzumsuz daha birçok yardımcılar buldular.
Sanırım ki, bu düşünceler önceden açıklamasına girişmiş olduğum şeyi 
göstermeye  yetecektir:  Bu  da  insanların  hangi  sebeple  bütün  tabiatın  bir 
gayeye göre hareket ettiğine inanmakta inat ettikleri sorusudur. Şimdi bu 
peşin-hükmün gülünçlüğünü kanıtlamak ve tabiatın belirli bir gayeye göre 
asla hareket etmediğini ve tasarlanan bütün bu gaye-nedenlerin insan zih­
ninin sırf kuruntularından ibaret olduğunu anlatmak için çok güçlük çek­
meyeceğim.  Gerçekten,  hem  açıklamış  olduğum  gibi  bu  peşin-hükmün 
kökü ve ilkesinin ne olduğunu göz önüne alarak, hem de, XVI’ncı önerme­
de ve XXXII’nci önermenin sonucunda söylediğimi hatırlayarak, bu nokta 
oldukça  iyi  kanıtlanmış  bulunacaktır.  Alemde  her  şeyin  tabiatın  ezeli 
zorunluluğu ile ve onun üstün yetkinliğinin eseriyle olduğu ispat edilmek 
istenirse, bütün söylediklerime dikkat ederek de bu kanıya varılacaktır.
Bununla birlikte burada söylediklerime bir şey katmak isterim; o da bu 
gaye-nedenler  doktrininin  tabiatı  büsbütün  yıktığı  ve  altüst  ettiğidir. 
Vakaa bu doktrin gerçekten neden olanı eser diye alıyor. İkincisi de şudur 
ki,  tabiatta  önce  gelmesi  gereken  şeyi  sonraya  koyuyor  ve  en  sonra  en 
üstün ve en yetkin olana eksiklik veriyor. Kendi başlarına apaçık olan ilk 
ikisi üzerinde durmaksızın, burada ispat etmek istediğim bu son noktadır 
ve işte bakın bunu nasıl yapıyorum:
21,  22  ve  23’üncü  önermelere  göre  nedeni  doğrudan  doğruya  Tanrı 
olan her eser üstün olarak yetkindir, o suretle ki bir şey meydana gelmek 
için Tanrı ile kendi arasında araçlı veya ortaç ne kadar çok nedene muh­
taçsa, o kadar az yetkindir.


72 ETİKA
Halbuki,  Tanrının  doğrudan  doğruya  meydana  getirdiği  şeyler  onun 
tarafından konmuş olan bir gayeye ulaşması için yapılmış idiyse, bundan 
şu sonuç çıkar ki, Tanrının meydana getirmiş olduğu bu şeylerin en yetkin­
leri,  şüphesiz  en  sonra  meydana  getirmiş  olduğu  şeyler  olacaktır,  zira 
öncekiler ancak onlar yardımıyla meydana getirilmişlerdir.
Bu  noktaya  bir  de  şunu  kattım  ki,  bu  gaye-nedenler  doktrini  Tanrıyı 
yetkinlikten  yoksun  bir  hale  koyuyor  ve  bu  fark  ediliyor.  Zira  Tanrının 
eğilim duyduğu bir gayeye göre hareket ettiği doğruysa, bundan zorunlu 
olarak şu sonuç çıkar ki, Tanrı eğilim duyduğu ve yoksun olduğu bir şeyi 
arzu  ediyor  demektir  ve  her  ne  kadar  kelâmcılar  (ve  metafizikçiler)  ihti­
yaç  veya  yoksunluk  gayesiyle  (finem  indigentia)  benzeyiş  ve  özümseme 
gayesini (finem assimilationis) ayırıyorlarsa da bununla birlikte onların hepsi 
Tanrının  her  şeyi  kendisi  için  yaptığı,  yoksa  yarattığı  şeyler  için  yapma­
dığı,  çünkü  yaradıştan  önce  gerçekten  Tanrıya  işleme  ve  tesir  etmede 
(agir)
 gaye hizmetini görebilecek Tanrı dışında hiçbir şey atfedemedikleri 
noktasında birleşirler; bundan dolayı onlar zorunlu olarak, Tanrının ken­
dilerine ulaşmak için araçlar kullanmak istediği ve elde etmeyi arzu ettiği 
birtakım şeylerden yoksun olduğunu kabul etmek zorundadırlar. Bu mey­
dandadır.  Hele  hatırlatmayı  unutmamalıyım  ki,  bütün  şeylere  bir  gaye-­
neden vermek yetilerini ilân etmek isteyen bu gaye-neden doktrini güden­
ler  varsayışlarını  (hypothèse)  kanıtlamak  için  yeni  bir  akıl  yürütme,  ya  da 
hüküm verme tarzı tasarladılar: bu da imkânsızlığa değil, fakat bilgisizliğe 
irca  yolu  idi.  Böylece  bilgisizliğin  gerçekten  onların  sistemlerinde  temel 
olduğunu  gösterdiler.  Diyelim  ki  bir  evin  damından  bir  kiremit  düşerek 
bir  adamın  başını  yarsın  ve  onu  öldürsün,  onlar  size  gaye-nedenlerinin 
sistemiyle bu kiremitin bu adamı öldürmek için düştüğünü kanıtlayacak­
lardır;  zira  en  sonra  size  diyeceklerdir  ki,  eğer  bu  kiremit  gerçekten  bu 
adamı  öldürmek  için  Tanrının  iradesiyle  düşmemişse,  rastgele  (tesadüfi) 
olarak onun düşmesi için bunca şartlar nasıl bir araya geliyor? Siz onlara 
cevap  vereceksiniz  ve  sadece  ölmüş  olan  adam  sözü  geçen  evin  damı 
altından geçerken rüzgâr estiği için bu iğreti olayın olmuş olduğunu söy­
leyeceksiniz,  fakat  onlar  bununla  kanmayacaklar,  o  sırada  niçin  rüzgâr 
estiğini ve rüzgâr estiği sırada insanın niçin oradan geçtiğini size sorma­
da  ısrar  edeceklerdir.  Ve  siz  bir  gün  önce,  hava  oldukça  sâkin  olduğu 
sırada deniz kabarmaya başladığı için rüzgâr estiğini; sözü geçen insanın 
hayatının uğursuz bir anında oradan geçtiğini, çünkü bu yolun kendisini


TANRI HAKKINDA 73
bekleyen bir dostuna gitmek için en kısa yol olduğunu söylemekle bundan 
kurtulmuş  ve  onlarla  uyuşmuş  olmayacaksınız.  Onlar  yine  kendilerine 
denizin niçin kabarmış olduğunu ve bu bahtsızın neden dostu tarafından 
tam o günde çağırılmış bulunduğunu açıklamanız için size yüklenecekler­
dir. Zira onların soruları sonsuz olarak uzayacak ve gerçekten onlar bu su­
retle,  sizi bilgisizliklerinin dayanağı  olan Tanrının iradesini ileri sürmeye 
götürünceye kadar nedenlerin nedenlerini sorarak takip edeceklerdir.
Nitekim insan bedeninin yapısını gördükleri zaman budalaca bir hayre­
te düşerler ve şüphesiz o kadar güzel bir düzenlemenin sebeplerini bilme­
melerinden dolayı bu bilgisizlikleri onları bütün bunun asla mekanik ka­
nunlarına göre yapılmış olmadığını, tabiatüstü ya da Tanrıya ait bir sana­
tın eseri olduğu sonucunu çıkarmaya götürür. Bu tabiatüstü sanat onlara 
göre  bütünü  düzenlemeye  o  kadar  elverişlidir  ki,  bu  bütünün  parçaları 
zarar vermeksizin birbirlerine uygun gelirler.
Böylece her kim bir budala gibi hayrete düşecek yerde, tabiat şeylerini 
bilgince bilmeye kendini verirse, çoğu kere bir müşrik ve dinsiz diye karşı­
lanır  ve  halkın  Tabiat  ve  Tanrının  yorumlayıcıları  gibi  hayranlıkla  bak­
tığı  kimseler  tarafından  böyle  oldukları  ilân  edilir.  Onlar  çok  iyi  bilirler 
ki bilgisizliği yıkmak budalaca hayreti yıkmaktır. Yani onların biricik akıl 
yürütme  ve  otoritelerini  koruma  amaçlarını  yıkmaktır.  Fakat  bunu  bir 
yana  bırakalım ve bu gaye-nedenler peşin-hükmünden doğmuş olan ga­
rip sanılar üzerine haber verdiğim üçüncü noktaya geçelim:
Meydana gelen her şeyin kendileri için yapılmış olduğu kanısında ol­
duktan  sonra,  insanlar  kendileri  için  en  faydalı  olduğuna  hükmettikleri 
şeylere  var  olanların  içinde  en  iyisi  gözüyle  bakmak  zorunda  kaldılar  ve 
kendilerine  en  çok  hoş  görünen  şeylere  onlar  en  yetkin  gözüyle  baktılar; 
bu da onları her şeyin tabiatını açıklamak iddiasında bulundukları iyilik-­
kötülük,  düzen-karışıklık,  sıcak-soğuk,  güzel-çirkin  fikirlerine  şekil  ver­
meye götürdü. Başka yönden kendilerini hür görmeleri suretiyle övme ve 
yerme,  erdem  ve  düşüklük  (rezillik)  fikirlerine  ulaştılar  ki,  bunları  insan 
tabiatından  söz  ettiğim  zaman  ilerde  uzun  uzadıya  anlatacağım.  Burada 
şimdilik bütün bu iyi-kötü, düzen ve karışıklık vb. fikirleri üzerine birkaç 
kelime söylemek istiyorum.
İnsanlar  o  halde  sağlığa  yarayan  ve  Tanrıya  tapınmaya  yardım  eden 
her şeye iyilik derler ve bunların aksine de kötülük derler ve şeylerin ta­
biatını bilmeyenler hayal güçlerini akıl yerine aldıkları için, şeyleri tasarla­


74 ETİKA
dıkları biçime göre âlemde bir Düzen olduğuna kuvvetle inanırlar ve hem 
kendi  tabiatlarını,  hem  âlemin  tabiatını  bilmedikleri  için,  bu  tarzda  akıl 
yürütürler. Zira şeyler, duyular aracılığı ile tasarlanınca hayal gücümüzle 
kolayca  kavranacak  bir  tarzda  hazırlanmış  oldukları  zaman  ve  bundan 
dolayı  hayal  gücümüz  bize  onları  hatırlatmak  kolaylığını  verdiği  zaman, 
biz onların düzeni olduğuna hükmederiz ve tersine hayal gücümüz onları 
asla  kavramadığı  zaman  onların  kötü  düzenlenmiş  ya  da  karışık  olduk­
larına hükmederiz.
Zaten insanların zevki en kolaylıkla hayal edebilecekleri şeyi seçmeye 
götürdüğü ve (demin söylediğim gibi) hayal güçleri hafızalarına en kolay 
kazılan  şeyler  üzerine  çevrildiği  için,  bundan  şu  sonuç  çıkar  ki,  onların 
da  gerçekten  yaptıkları  gibi  sanki  tabiatta  bizim  hayal  gücümüzden  ba­
ğımsız  gerçek  ve  mutlak  bir  düzen  varmış  gibi,  düzeni  karışıklığa  tercih 
ederler. Onlar aynı zamanda Tanrının her şeyi düzenle ve bundan dolayı 
bilmeden  yarattığını  söylerler,  Tanrıya  hayal  gücü  yorarlar.  Ancak  belki 
de  Tanrının,  hayal  gücümüze  ait  ihtiyaçları  önceden  görerek,  en  kolay 
hayal  edebilecekleri  bir  biçimde  her  şeyi düzenlemiş  olduğunu söylemek 
isterler ve olabilir ki hayal gücümüzü çok aşan ve bu gerçek hafifliği yüzün­
den  birçokları  onunla  karışan  gösterişler  bulunacağı  şeklinde  bir  itiraz 
önünde duraklamaya kendilerini bırakmayacaklardır. Fakat bu nokta üze­
rinde yeteri kadar durduk.
Bir de hatırlatmak gerekir ki başka bütün kavramlarımız hayal gücü­
müzün  tavırlarından,  yani  hayal  gücümüzün  dış  objelerden  türlü  tarzda 
duygulanmış  olduğu  biçimlerden  başka  bir  şey  değildirler.  Bununla  bir­
likte  bilgisizler  onları  şeylerin  başlıca  sıfatları  gibi  görürler,  çünkü  daha 
önce söylediğimiz gibi, her şeyin kendilerine göre yapılmış olduğuna inanır­
lar  ve  bir  şeyin  tabiatının  ancak  o  şeyle  duygulanışlarına  göre  iyi  ya  da 
kötü, sağlam ya da bozuk olduğunu söylerler. (Yani bu şeylerin kendile­
rini duygulandırış tarzına göre hükmederler.) Diyelim ki objelerin görme 
sinirinde uyandırdığı hareket onlara hoş ve sağlam geliyor, o zaman bunun 
sebebi  olan  objeler  güzeldir  ve  tersine  bir  duyum  uyandırdıkları  zaman 
çirkindir  derler:  Koklam  duyularını  okşadığına  ya  da  gıcıkladığına  göre 
bu şeylere hoş kokulu ya da pis kokulu derler, damaklarına hoş ya da hoş 
değil geldiğine göre ya tatlı ya acı, dokunma duyularına az ya da çok da­
yandığına göre, ya katı, ya yumuşak, ya cilâlı, ya serttirler. En sonra işitme 
duyusuna  ait  olan  her  şey  onlarda  türlü  adlar  alır:  Bazen  bu  bir  gürül­


TANRI HAKKINDA 75
tüdür,  bazen  bir  sestir,  bazen  bir  âhenktir  ve  bu  son  nitelik  bakımından 
insanların garabetleri  Tanrının ahenk  dedikleri  şeyden hoşlandığına  ina­
nacak kadar ileri gitmiştir; hatta gök cisimlerine ait hareketlerin bir âhenk 
teşkil  ettiği  kanısında  olan  filozoflar  bile  olmuştur.  Bütün  bunlar  çok  iyi 
gösteriyor ki herkes şeyler hakkında kendi kafasının yatkınlığına (istida­
dına) göre hüküm veriyor ya da daha doğrusu herkes kendi hayal gücünün 
hayaletlerine  (fantome)  asıl  gerçekler  gözüyle  bakıyor.  İşte  bunun  için  bu 
münasebetle  söylüyorum  ki  insanların  hiçbir  şey  üzerinde  anlaşamamış 
olmalarına  şaşmamalıdır;  o  derece  ki  sanıları  arasındaki  ayrılık  onlarda 
şüpheciliği doğurmuştur; zira insanların bedenleri birçok noktalarda bir­
birine  uysa  bile  daha  çok  noktadan  birbirlerinden  ayrılırlar  ve  bundan 
dolayı birinin iyi diye hükmettiği başkasına kötü görünür. Birinin düzen­
li bulduğu yerde öteki karışıklık bulur (birine hoş gelen ötekine hoş değil 
gelir) ve geri kalanlar da bunun gibidir. Fakat bu soru üzerinde asla geniş­
lemiyorum, çünkü hem bu çeşitli soruları genişleterek (ex professo) incele­
menin yeri burası değildir, hem de zaten herkes bunun ne olduğunu ken­
diliğinden  yeteri  kadar  bilir.  Herkes  şöyle  tekrar  eder:  Ne  kadar  insan 
varsa o kadar görüş vardır, herkes kendi fikrinde ısrar eder, kafalar arasın­
daki  farklar  damaklar  arasındaki  farktan  daha  az  değildir.  Ve  bütün  bu 
atasözleri  (dicton)  insanların  şeyler  hakkında  ancak  kendi  beyinlerinin 
yatkınlığına  göre  hüküm  verdiklerini  ve  şeyleri  bilmekten  ziyade  hayal 
ettiklerini kanıtlıyor.
Eğer  onları  açıkça  tanımış  olsalardı,  kanıtları  matematik,  yani  herkesi 
kendine  çekmek  gücü  değil,  ikna  etmek  gücü  olurdu.  Tabiatı  açıklamak 
için halkın kullandığı bütün kavramlar hayal gücünün tarzlarından ibaret 
olmak ve hiçbir şeyin tabiatını anlatmamakla kalmaz, fakat hayal gücünün 
kuruluş tarzından doğarlar. Onlar şüphesiz hayal oyunlarından başka bir 
şey değildir ve bundan dolayı halk bize aslında şeylerin tabiatının ne oldu­
ğunu öğretmekten ziyade kendi hayalinin yapısı ne olduğunu öğretir. Hayal 
güçlerinin  bu  mahsullerinden  her  birini  ifade  için adlar buldukları  ve bu 
adlar gerçekten var olan varlıklarmış gibi göründüğü için, bütün bu hayalî 
(fantastik)  varlıklara,  akıl  varlıkları  değil; fakat hayal  varlıkları diyorum; 
ve bundan dolayı böyle kaynaklardan bana karşı ileri sürülebilecek bütün 
itirazlara cevap vermenin güç olmadığını tasarlamak kolaydır.
Diyelim ki, burada yanlışları tasvir ettiğim kimselerden birçoğu bize şu 
akıl yürütmeyi yapıyorlar: Eğer var olan her şey Tanrının yetkin tabiatı­


76 ETİKA
nın zorunlu bir sonucu ise, tabiatta bunca yetkinsizlikleri (eksikleri), diye­
lim bozulup çürümeye kadar giden fesatları, bazen yüreği burkan şeyler­
deki  çirkinlikleri  ve  çarpıklıkları,  karışıklığı,  kötülüğü,  günahı,  vb.  niçin 
buluyoruz? Fakat bu iddia daha önce söylemiş olduğum gibi, kendiliğin­
den  reddedilir.  Gerçekten,  şeylerin  yetkinliği  kendi  kendileriyle  ve  kendi 
tabiatlarıyla kaimdir ve şeylerin duyularımız üzerine hoş ya da hoş değil 
olan  izlenimler  bırakmalarına,  bize  ya  faydalı  ya  zararlı  olmalarına  göre 
kendiliklerinden ya az ya çok yetkin olduklarını düşünmek gülünçtür.
Tanrının insanları neden dolayı yalnızca aklın ışıklarıyla hareket ede­
cek  kadar  bilge  yaratmamış  olduğunu  size  soranlara  karşı,  benim  bunun 
onda  yetkinliğin  ilk  derecesinden  son  derecesine  kadar  her  şeyi  yetkin 
olarak  doğurmak  için  hiçbir  maddenin  eksik  olmamasından,  ya  da  daha 
doğru söylersek, 16’ncı önermede  kanıtladığım gibi, sonsuz bir akılla ta­
sarlanabilen  her  şeyin  meydana  gelmesi  için  tabiat  kanunlarının  yeteri 
kadar geniş ve bol olmasından ileri geldiğim söylemekten başka cevabım 
yoktur. İşte işaret etmek istediğim peşin-hükümler bunlardır. Aynı çeşit­
ten daha başkaları varsa biraz ince bakış (réflexion

Yüklə 1,19 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   119




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin