Arşiv Kaynak Tarama Dergisi
Archives Medical Review Journal
42
Ölüm
ve
Ölüm Kaygısı
Death and Death Anxiety
Gonca Karakuş
1
, Zehra Öztürk
1
, Lut Tamam
1
1
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları
Anabilim Dalı, A
DANA
Arşiv Kaynak Tarama Dergisi (Archives Medical Review Journal)
2012; 21(1):42-79
ABSTRACT
Although death and life concepts seem so different from each other, some believe that death and
life as a whole that death is accepted as the goal of life and death completes life. In different
cultures, societies and disciplines, there have been very different definitions of death which
changes according to personality, age, religion and cultural status of the individual. Attitudes
towards death vary dramatically according to individuals. As for the death anxiety, it is a feeling
which starts right after birth, lasts a whole life, is the underlying basis of all fears, have an impact
on character development and is formed after realization that the person will no longer exist, can
lose the world and everything is actually meaningless. The aim of this review is to overview death
and death anxiety, the components of death anxiety, approaches about death anxiety, scales that
are used to evaluate the death anxiety and the local and international research on that subject.
Key words: Death, death anxiety
Ö
ZET
Ölüm ve yaşam birbirinden çok farklı kavramlar olarak görünse de kimi görüşe göre yaşam ve
ölüm bir bütünü oluşturmakta, ölüm yaşamın amacı olarak kabul edilmekte ve yaşamı
tamamlamaktadır. Farklı kültürlerde, toplumlarda, disiplinlerde bireyin kişiliğine, yaşına, dinine,
kültürel konumuna bağlı olarak da farklılıklar gösteren çok farklı ölüm tanımlamaları yapılmıştır.
Ölüme karşı insanların gösterdiği tutumlarda kişiye göre birbirinden oldukça farklılık
göstermektedir. Ölüm kaygısı ise ölüm karşısında doğumdan itibaren varolan, hayat boyu devam
eden, bütün korkuların temelinde yatan, karakter yapısının gelişiminde önem taşıyan, insanın
artık var olmayacağının, kendisini ve dünyayı kaybedebileceğinin, bir hiç olabileceğinin
farkındalığı sonrası gelişen bir duygudur. Bu gözden geçirme yazısında ölüm ve ölüm kaygısı
kavramları; ölüm kaygısının bileşenleri; ölüm kaygısını açıklamaya yönelik yaklaşımlar; ölüm
kaygısının değerlendirilmesinde kullanılan ölçekler ve bu konuda yapılan yurtiçi ve yurt dışı
çalışmaların gözden geçirilmesi amaçlanmıştır.
Anahtar Kelimeler:
Ölüm, Ölüm kaygısı
Ar
şiv, 2012 Karakuş ve ark.
43
Ölüm ve yaşam birbirinden çok farklı kavramlar olarak görünse de kimi
görüşe göre yaşam ve ölüm bir bütünü oluşturmakta, ölüm yaşamın amacı
olarak kabul edilmekte ve yaşamı tamamlamaktadır
1
. Doğrudan yaşanmayan
ancak gerçekleştiğinde ise var olmayacağımız; yaşamın tam ve kesin olarak
sona ermesi anlamına gelen ölüm, tüm dönem ve kültürlerde yaşamın önemli
bir olayı olarak kabul edilmiştir
2
. İnsan yaşamı boyunca sürekli farkında
ol
duğu bu belirsiz ve kaçınılmaz kavram karşısında çeşitli tepkiler
verebilmektedir. Ölüm kaygısı da doğumdan itibaren var olan ve yaşam boyu
süren bir kavram olarak insan hayatında yerini almaktadır. Bu kavramı
açıklamaya yönelik çeşitli görüşler ortaya atılmış, birçok çalışmada bu konu
üzerinde odaklanılmıştır. Bu gözden geçirme yazısında ölüm ve ölüm kaygısı
kavramları; ölüm kaygısının bileşenleri; ölüm kaygısını açıklamaya yönelik
yaklaşımlar; ölüm kaygısının değerlendirilmesinde kullanılan ölçekler ve bu
konuda yapılan yurtiçi ve yurt dışı çalışmaların gözden geçirilmesi
amaçlanmıştır.
ÖLÜM
Farklı kültürlerde, toplumlarda, disiplinlerde bireyin kişiliğine, yaşına,
dinine, kültürel konumuna bağlı olarak da farklılıklar gösteren çok farklı ölüm
tanımlamaları yapılmıştır
3,4
. Tüm bu tanımlarda yer alan ortak noktalar canlı
organizmanın kendini yenileme yeteneğini yitirmesi, hayati organlardan birinin
ya da bir kaçının tamamen işlevini yitirerek hayatın sonlanması ve kaçınılmaz
olmasıdır
5
.
Bireysel ve toplums
al açıdan ölüm hiçbir dönemde basit bir olay olarak
anlaşılmamıştır. Eski çağlarda karşılaşılan sembolik işaretler, ölümün basitçe
sadece bedenin ölümüyle eş zamanlı olarak algılanmadığını göstermektedir.
Ölüm her yaş döneminde farklı algılanmıştır
6
. Büyüme çağında olan çocuk
için ölüm ‘gerileme’ olarak algılanır. Çocuk ölümü tanımaktan kaçınır ve bu
olay için zamansız olduğunu düşünmekle birlikte bu durum karşısında suskun
kalarak tepki verir. Genellikle yaşlı insan ölme sırası açısından en uygun kişi
olar
ak düşünülür ve yaşlı bireyin yakınları tarafından üzüntü duyulsa da
Ar
şiv, 2012 Karakuş ve ark.
44
beklentinin gerçekleşmiş olması psikolojik açıdan güven sağlar. Böylelikle,
ölüm, var olduğuna inanmak istediğimiz bir oyunun kurallara göre
oynanmasıdır
7
.
Ölüm farklı dinlerde de farklı anlamlar ifade etmektedir. Yahudilikte ölüm
ağır bir ceza ve korkunç bir gerçek; Hristiyanlıkta ölüm sadece bedenin kaybı
ve hayatın daha güzel bir şekle bürünmesi; Müslümanlıkta ise insan ruhunun
bedenden ayrılarak Allah katına yükselmesi olarak değerlend
irilir
8
.
Yirminci Yüzyıl öncesinde “ölüm” araştırmalara doğrudan konu
edilmemiştir
9
. Ölüm konusu 1900’lu yılların ortalarına kadar bir araştırma alanı
olarak ilgi görmenin; ancak 1950’li yılların ardından ölüm ile ilgili konuların
sıklıkla çalışılmaya başlanmıştır. 20. Yüzyılın ortalarına doğru ölüm konusuyla
ilgili araştırmalara ilginin arttığı, ölüm ve ölmek üzerine birçok çalışmanın
yapılmaya başlandığı görülmektedir
10
. Ölüm üzerine yapılan bilimsel
çalışmalar çeşitli felsefi düşüncelerden kaynak almışlar ve bu düşünceleri
araştırmalarla test etmeye çalışmışlardır
11
. Varoluşçu Psikoloji ölümü,
insanların içinde bulunduğu en büyük ikilem olarak açıklamaktadır. Bu görüşe
göre insan isterse ölümü seçebilir ama istemese de ölümü yaşayacaktır. Bu
yaklaşıma göre ölüm, varoluşun çözemediği fakat yaşamak zorunda olduğu,
belki de yaşamın anlamının içinde saklı olduğu en büyük gizemdir
12
.
Ölüm
K
arşısında
Tutumlar
Ölüme ilişkin sorgulama; yaşamın anlamlandırılmasında önemli rol
oynamaktadır
3
. Ölüm düşüncesi kimi için stres kaynağı iken, kimi için stresten
kurtulma yolu; kimi için bir yok oluşken, kimi için de ölümsüz bir yaşamın
başlangıcıdır
3,13
. Kimileri daha önce ölmüş sevilen bir kişiye kavuşma, onunla
yeniden birleşme inancını dile getirmektedir. Ölümü bir son, hiçlik, yok oluş,
kişiliğin sona ermesi olarak görenler için ölüm, yaşamı ve ilişkileri kesen,
bozan, sona erdiren bir düşman anlamına gelmektedir. Yaşamı ve ölümü bir
bütün olarak algılamak problemlerin çözümünde daha etkin bir katılımı sağlar.
Beraberind
e sorumluluk almayı getirmesinin yansıra yaşamın daha zengin
algılanmasını ve mutlu olmayı da sağlamaktadır[6]. Ölümün yaşamın bir
Ar
şiv, 2012 Karakuş ve ark.
45
parçası olduğunu açıkça ve cesaretle kabullenmek, hayatı ve kendimizi bütün
olarak algılamamızın ön koşuludur. Kişi ölümü tam
anlamıyla kabullendiği
zaman onun ruh sağlığını gerçek anlamıyla kazanmış olduğu düşünülür
14
.
Ölüm düşüncesinin insan yaşamına etkisi kaçınılmazdır; ancak aşırı,
ölçüsüz, patolojik şekilde ortaya çıkan ölüm düşüncesi, insanın psikolojisini
olumsuz etkileyebilmektedir
15,16
. Bu nedenle insanın dengesini koruması
açısından, ölüm düşüncesinin sınırlarını belirlemek önemlidir
17
. Ölüm
karşısında geliştirilen tutumlar denge ve uyumunu yitirdikçe, bireyin kaygı
düzeyi artmakta, çevreye uyum sağlaması güçleşebilmek
tedir
2
.
Ölümün tanımı gibi ölüme karşı tutumlar da kişisel özelliklere, topluma,
dine, kültüre göre değişkenlik göstermektedir. Bu değişkenlik kişinin kendi
dışındaki insanların ölümü veya kendi ölüm ihtimaline karşı da görülmektedir.
İnsanlar çevrelerindeki bireylerin ölümleriyle ilgili olarak yaşadıkları
yaşantılardan yola çıkarak, ölüme ilişkin tutumlarını geliştirmektedirler. Kişinin
kendi ölümü karşısındaki tutumları; ölümü isteme, ölümü kabullenme, ölümü
kabullenmeme ve ölüme meydan okuma şeklinde dör
t
ana başlık altında
toplanabilirken; başkalarının ölümünde buna yas tutma sürecide
eklenmektedir. Bu tutumları kısaca şu şekilde tanımlayabiliriz:
1.
Ölümü kabullenmeme
Eski kültürlerde büyük bir ilgi konusu olan ve bu nedenle varlığını her
yerde hissettire
n ölüm, günümüzün modern toplumunda dışlanmakta ve
toplumsal yaşayışın görünen parçası olmaktan çıkarılmaktadır. Cinsellik, refah
ve mutluluk düşüncesinin hakim olduğu günümüzde, ölümü hatırlatan ve
hatırlatabilecek her şeyden uzak kalmak çağdaş bir davranış biçimi olarak yer
almaya başlamıştır
18
. Utanç verici bir olgu olarak algılanmaya başlanan ölüm,
adeta
sosyal
olarak
kendisinden
bahsedilmesi
yasak
bir
tabuya
dönüşmüştür
6
. Birey ölümü yadsıyarak mücadele edilmesi gereken bir
hastalık ya da aşılması gereken bir engel olarak algılamaktadır. Modern
insan, yaşamının her alanından uzaklaştırmak istediği ölümü, hastane
odalarına taşımakta, ayrıca ölüleri gözden ve şehirden uzak, mezarlıklara
Ar
şiv, 2012 Karakuş ve ark.
46
veya film sahnelerine hapsetmeye çalışarak ölümün duygusal yükünden
k
urtulmaya çalışmaktadır. Ölüm, insan yaşamının sınırlarının dışına itilmiş bir
durumdadır. Ölüm, üstü örtülen ve rahatsız edici bir nesneye dönüşmüştür.
Bu durumda yas tutmak da saklanması gereken ve rahatsız edici bir olgu
haline gelmektedir
19,20
.
Ölümü yadsıma ve onun varlığını reddetmenin, maskeleme ve bastırma
şeklinde iki yolundan söz edilebilir. Maskeleme; ölümü hatırlamamak, onunla
hiç karşı karşıya gelmemek, onun hakkında düşünme fırsatı bulmamak için
kendini günlük işlerine, çalışmalarına vermek, hayatı çok yoğun olarak
yaşamaktır. Bastırma ise ölüm kavramını bilinçten atarak etkisiz hale
getirmektir. Çoğu insan ileriye dönük planlarında ölümü hiç düşünmemekte,
bu dünyada sonsuza kadar yaşayacakmış gibi bir tavır arzusu
sergilemektedir
6
.
2.
Ölüme Meyd
an Okuma
Bütün insanlarda ‘ölümsüzlük arzusu’ psikolojik bir gerçek olarak varlığını
hissettirmektedir. İnsan bir yandan ölümle uzlaşmaya çalışırken bir yandan da
ölümsüzlüğü özler
6
. Godin, insanların ölüm gerçeği karşısında iki farklı şekilde
hareket etti
ğini belirlemiştir. Birincisi, kaçınma ve narsistik korunma
hareketidir. Bu köklü bir yaşama isteği, daha yaşama ve ölümü dışlama
ihtiyacının bir ifadesidir. İnsanda sonsuza dek yaşama arzusu vardır. İkincisi,
‘tamamlanma arzusudur’. Bu daha iyi yaşama, farklı yaşama arzusu şeklinde
kendini gösterir
21
. Her iki durumda da insan, hayatını kesintiye uğratmaksızın
devam ettirme ve sonsuza kadar var olma özlemini dışa vurur
6
. Fromm’a göre
ölüm ve ölümle ilgili bazı adet ve uygulamalar da aynı arzuyu dışa
vurmakt
adır. Çeşitli törenlerde ve inançlarda sergilenen, insan bedenini
muhafaza ederek saklama düşüncesi, ölümsüzlük arzusunun en belirgin dışa
vurumudur. Ölüm düşüncesini bastırmak ve ölüme karşı duyulan korkuyu
azaltmak için uygulanan, ölüyü gömmeden önce onu
süsleme ve
güzelleştirme, esasen ölümsüzlüğe duyulan özlemi anlatmaktadır
22
.
Ölümsüzlük arzusu, inanç ve düşünce olarak farklı şekillerde dile
Ar
şiv, 2012 Karakuş ve ark.
47
getirilmiştir. Ölümsüzlük tanımı içinde maddi, biyolojik, sosyal ve ruhi
ölümsüzlük kavramlarından bahsedilmektedir. Maddi ölümsüzlük; ezeli ve
ebedi olan sadece madde olduğundan insanın da maddi özü bakımından
ölümsüz olabileceği görüşüne dayanmaktadır. Biyolojik ölümsüzlükte ise
ölümden sonra yeniden dirilişe, bir başka alemde ölümsüz olarak hayatın
devam edeceğine inansın ya da inanmasın çoğu insan, bu dünyada biyolojik
bir çerçevede de olsa ölümsüz olmaya arzu duyar. Bazı insanlarda
kendilerinin ölümünden sonra başkalarına faydalı olacak eserler ve çalışmalar
bırakarak ölümsüz olma düşünceleri vardır. Bu anlayış çerçevesinde ölüm
sonrası insanlığın ortak tarihine kavuşmak, ölümlülük karşısındaki en büyük
avuntudur. Bu sosyal ölümsüzlüğü tanımlar. Ruhun ölümsüzlüğü inancı çok
eski dönemlere dayanır. Bu inançlarda bedenin ölümünden sonra ruhun
yaşamaya devam edeceği
ve sonsuza kadar varlığını sürdüreceği düşüncesi
vardır
6
.
3.
Ölümü isteme
Çağdaş kültürde bilinçli ya da bilinçdışı olarak yaşanan ölüm isteği,
sanıldığından daha yaygındır. Freud’un ‘ölüm içgüdüleri’ dediği şey bir bakıma
(yaşamaya olduğu kadar) ölüme, hayatın aslı olan cansız maddeye dönmeye
duyulan istek ve eğilimdir. Jung, bu anlamda biyolojik temele bağlı bir ölüm
içgüdüsünü hiç kabul etmez; fakat ona göre manevi hayata işaret eden bir
başka içgüdü vardır
23
. İnsanın bilinçaltında varlığını kuvvetle hissettiren ölüm
isteği ve özlemini, ana rahmindeki rahat ve huzurlu hayata dönüşün bir ifadesi
olarak yorumlar. Jung’a göre bu eğilim psikolojik hayatın ileri gelişimini
engelleyen bir ‘gerileme’ (regresyon)dir. Hayat mücadelesinde insanın
düşmanı kendi dışında değil, kendi içindedir; onu beraberinde taşımaktadır.
İnsanda sakinliğe sessizliğe, rahatlığa, denge ve uyuma olan eğilim, ölüme
duyduğu özlemdendir
6
.
Ar
şiv, 2012 Karakuş ve ark.
48
4.
Ölümü kabullenme
Çeşitli varoluş felsefelerinde ölümü kabullenme tutumuna rastlanır.
Bunlardan bazıları ölümü hayatı sürdürmemizdeki temel sebep olarak
görürken bazıları ise ölüme yaklaşmanın fizyolojik bir son değil, var olmaya bir
tehdit olarak algılandığı görüşünü savunur. Ölümü cesaretle kabullenmek
psikolojik olarak sağlıklı yaşamın bir önkoşulu olarak görülür. Eğer kişi
ölümlülüğünün ve hiçliğin bastırılmış gerçekliğiyle cesaretle yüzleşirse, daha
sağlıklı bir ruhsal yapıya sahip olabilir. Çünkü kişi ne kadar çok ölümsüzlük
yanılsaması içinde yaşarsa yaşasın, aslında kendi ölümlülüğünü bilir. Bunda
n
dolayı ölümsüzlük yanılsaması kişide bunalım ve psikolojik olarak iyi olmama
haline neden olacaktır
6
.
5. Yas tutma
Kişinin bir yakının, tanıdığı ve sevdiği birinin ölümünü görmesi oldukça acı
verici bir durumdur. Onların ölümünün ardından şiddetli ruhsal acı ve elemler
yaşamak doğal bir durumdur. Normal yas süreci çeşitli evrelerden
oluşmaktadır. Birinci evre şok, uyuşukluk, inkar ve inanmama evresidir. Birkaç
hafta süren ve yoğun olarak yaşanan duygu olan şok ve uyuşukluk ardında
yadsıma ve inanmama ise günlerce ve aylarca sürebilmektedir. İkinci evre ise
kaybedilen kişiye özlem ve ardından gelişebilecek depresif belirtilerin
gözlendiği evredir. Genellikle 5
-
14 gün arasında doruk noktasına çıkmakta
ama daha uzun sürebilmektedir. Yasın üçüncü evresinde yeni şartlara uyum
sağlamadır. Bu dönemde kişi insanlarla ve çevresel etkinliklerle yeniden
ilgilenir, yeni bir denge kurmaya çalışır. Kimileri için bu evre 6
-8 hafta kimileri
içinde aylar hatta yıllar sürebilir. Dördüncü evre, kimliğin yeniden kurulması
evresi
dir. Kişi yeni ilişkiler kurar sevdiği biriyle yeni roller üstlenir. Geride
kalanların yaklaşık yarısının bu evrede yas yaşantısından bazı yararlar ya da
deneyimler edindikleri tespit edilmiştir
24-26
.
Bazen yaslar normal dışı bir seyir izlerler; bazıları çok karmaşıklaşır,
bazıları patolojik bir hal alır. Karmaşık denen yas özellikle çocukta ve yaşlıda
sıkça görülür. Patolojik yas, zihinsel yaşamın işleyişini önemli ölçüde bozarlar,
Ar
şiv, 2012 Karakuş ve ark.
49
dolayısıyla benlik algısını ciddi şekilde yıpratırlar. Bazı kimseler ölen kişinin
ölümünü bir türlü kabullenemez, onun her zaman hayatta olduğunu varsayar.
Bazıları da kendisinin bir parçasını kaybetmiş gibi bir duyguya kapılır. Ölenin
arkasından acı çekme ve yası gereksiz olarak değerlendiren ‘ölümün önemi
yoktur’ şeklinde düşünenler de vardır. Böylelerine göre zaten ölen kişinin
hayattayken hiçbir faydası yoktur, dolayısıyla üzülmeye değmez. Ölenin
arkasından kendisini suçlayan, bu ölümden kendisini sorumlu tutanlar vardır.
Son olarak zihni sürekli ölen kişi ile meşgul olan, yas
döneminde kendini
onunla özdeşleştiren, onun hastalığını ve ölümünü yeniden yaşayan, kendini
onun yerine koyan ve ona benzemeye çalışan kimselere de rastlanır
25
.
ÖLÜM KAYGISI
Ölüm konusunun ruh sağlığı içinde değerlendirilmeye başlanmasının
ardından psikoloji, ölümcül hastaya danışmanlık, ölüm kaygısı, ölüm korkusu,
yas danışmanlığı gibi konular çerçevesinde ölüm olgusuna yoğunlaşılmıştır
27
.
Ölüm düşüncesinin insan yaşamına etkisi kaçınılmazdır. Ancak aşırı biçimde
ve patolojik olarak ortaya çıkan ölüm düşüncesi, insan psikolojisini olumsuz
olarak etkileyebilmektedir
15,16
. Bu nedenle insanın varolan ruh dengesini
koruması açısından ölüm düşüncesinin sınırlarını belirlemek önemlidir
17
.
Ölüm karşısında alınan tavır, denge ve uyumunu yitirdikçe bireyin kaygı
düzeyini artırmakta, yaşadığı çevreye uyum sağlaması güçleşebilmektedir.
Ölüm düşüncesi, insanda kaygı yaratırken aynı zamanda onu yaşama
bağlayan, varoluşunu anlamlandıran bir neden de olabilmektedir. Ölüm
gerçeğinin bilinmesi sayesinde insan, yaşamını bütünüyle daha anlamlı ve
dolu dolu yaşayabilir
17,28
. İnsanın ölüm gerçeğini kabullenmesi onu, korkulu ve
kötümser bir ruh haline sevk etmekten çok; değerlerini gerçekleştirebileceği
bir yaşama yöneltecektir
18
. Varoluşçu psikoterapiye göre ölümlü olduğunu
bi
lmek, insanı, varolan günlerini daha iyi değerlendirmeye, yaşamını
zenginleştirmeye itecektir
29
. Ölüm düşüncesinin yaşama olumlu katkıda
bulunduğunu savunmak kolay görülmese de ölüm düşüncesinin olmadığı bir
yaşam da anlamından çok şey kaybedecektir. İnsan
ancak ölümlü olduğunun
Ar
şiv, 2012 Karakuş ve ark.
50
bilinciyle, daha canlı, daha farklı, bencillikten, sığlıktan ve katılıktan uzak bir
biçimde yaşayabilir
30
.
Kişinin kendi ölümüyle karşı karşıya gelmesi, onu cesaretle karşılaması,
onu kabul etmesi ve onu tümüyle kendi deneyimleri içinde bütünleştirmesi gibi
süreçler bireye yaşam deneyiminin zenginliğini ve bütünlüğünü veren
psikolojik süreçler olarak görülmektedir
31
.
Ölüm kaygısı, doğumdan itibaren varolan, hayat boyu devam eden, bütün
korkuların temelinde yatan, karakter yapısının gelişiminde önem taşıyan,
insanın artık varolmayacağının, kendisini ve dünyayı kaybedebileceğinin, bir
hiç olabileceğinin farkındalığı sonrası gelişen bir duygudur. Literatürde bireyin
ölüm veya ölme ile ilişkili endişe, kaygı veya korku deneyimleri; birini
n
varlığını tehdit eden gerçek ya da hayali algılar tarafından oluşturulan korku,
tedirgin duygu; var olmamanın yaygın korkusu ya da olmamayı yaşama
korkusu; bilinçsizlikte yerleşen bir ölüm korkusu, kesin kavramsal form
gelişmeden önce hayatın erken bir zamanında biçimlenen bir korku, berbat ve
tamamlanmamış olan ve dilin ve hayalin dışında kalan bir korku olarak farklı
şekillerde tanımlanmaktadır
32-35
.
Ölüm kaygısını tanımlamak için ölüm korkusu, çok büyük bir dehşet,
sonluluk korkusu ifadeleri de kullanılmıştır
36
. Terimler genellikle eş anlamda
kullanılırken, ‘ölüm kaygısı’ ve ‘ölüm korkusu’ kavramları ayrıca birbirinden
ayrılmıştır. Ölüm kaygısı tam bir yok olma korkusuna karşılık gelirken, ölüm
korkusu ölümün korkutucu olduğu inancı ile daha somut bir kavramdır
37
.
Korku ve kaygının gelişiminde rol oynayan anatomik yapılar ve biyolojik
süreçler birbirinden farklıdır. Ancak bir tehdit karşısında tamamen birbirinden
ayırt edilemez
38
.
Literatürdeki araştırmalar ölüm kaygısının çok boyutlu bir kavram olduğunu
ortaya koymuştur. Araştırmalarda en çok üzerinde durulan boyutları, belirsizlik
ve yalnızlık korkusu, yakınlarını yitirme korkusu, kişisel kimliği kaybetme
korkusu, ölüm sonrası cezalandırılma korkusu, geride kalanlar için
endişelenme, denetimi kaybetme korkusu, acı duyma korkusu, bedenini
kaybetme ve yok olma korkusudur
16
. Bu boyutları şu şekilde özetleyebiliriz:
Ar
şiv, 2012 Karakuş ve ark.
51
1. Belirsizlik korkusu:
Olaylar hakkında belirsizlik bireyde kaygıya yol açar;
ölüm ve öldükten sonra ne olacağı insan için büyük bir belirsizlik
o
lduğundan korku ve kaygı kaynağıdır
6
.
2. Bedeni kaybetme ve yok olma korkusu:
Benliğin önemli bir parçası
olan bedenin bir parçasının herhangi bir sebeple kopup eksilmesi, insanda
utanç, küçüklük, yetersizlik gibi birçok olumsuz düşüncelere, benlik
saygısının
azalmasına neden olur. Ölümle birlikte bütün bir bedenin yok
olacağını düşünen kimse için, ölüm fazlasıyla korku ve kaygı
uyandırabilecek bir durumdur
6
.
3.
Dostları ilə paylaş: |