ERİTROSİTLER VE HEMOGLOBİN METABOLİZMASI
Eritrositler
Dolaşım sisteminde belirli bir süre kalan hücrelere kan hücreleri adı verilmektedir.
Eritrositler, içerdikleri hemoglobine O
2
bağlayarak taşıyan kırmızı renkli kan hücreleridirler.
İnsan eritrositleri, çekirdeksiz ve bikonkav disk şeklindedirler; çapları 6-9
µ, kalınlıkları
merkezde 1
µ ve kenarlarda 2-2,5 µ kadardır. Eritrositler erişkinlerin kemik iliğinde
yapılırlar; toplam vücut ağırlığının %3-6 kadarını oluşturan kemik iliğinin yaklaşık yarısı
eritrosit yapımında görev yapan eritropoietik hücrelerdir. Eritropoietik hücreler ve
dolaşımda bulunan eritrositlerin tümüne eritron adı verilir.
İleri derecede özelleşmiş hücreler olan eritrositlerin %34 kadarı hemoglobin çözeltisidir.
Eritrositlerde nükleus ve mitokondri, ribozom, lizozom, endoplazmik retikulum, Golgi aygıtı
gibi subsellüler organeller bulunmaz.
Eritrosit membranı, 6 nm kalınlığındadır; %49 protein, %44 lipid, %7 karbonhidrat içerir.
Eritrosit membranındaki lipidler, diğer memeli plazma hücrelerinde olduğu gibi, hücre
etrafında dayanıklı bir yapı oluşturmak üzere iki tabakalı bir yapı meydana getirmektedirler.
İnsan eritrosit membran lipidlerinin %25’ini kolesterol, %60’ını fosfogliserid, %5-10’unu
glikolipid, geri kalanını kolesterol esterleri, serbest yağ asitleri, sülfatidler, triaçilgliseroller
oluşturur. Fosfatidil kolinin 2/3’ü ve sfingomiyelinin %80-85’i membranın dış yüzeyinde yer
alır; fosfatidil serin ve fosfatidil etanolaminin %80-90’ı membranın iç yüzeyinde yer alır;
kolesterol ve glikolipidler membranın dış yüzeyinde bulunurlar.
Eritrosit membranında iki tür protein bulunmaktadır. İntegral proteinler adı verilen
proteinler, lipid tabakalarına sıkıca bağlanmışlardır; ekstrinsik proteinler adı verilen
proteinler ise integral proteinlere kovalent olmayan bağlar ile bağlanan periferik proteinlerdir.
Eritrosit membran proteinlerinden band 3 ve glikoforin, integral proteinlerdir; spektrin, band
4, aktin, ankrin ise periferal veya ekstrinsik proteinlerdir. İntegral proteinlerin polipeptit
zincirleri, membranın her iki tarafında da görülür; bunların fonksiyonlarının O
2
ve CO
2
taşınmasıyla ve Cl
−
iyonlarının diffüzyonuyla ilişkili olduğu sanılmaktadır.
Eritrosit membranı, Cl
−
ve HCO
3
−
gibi anyonlara geçirgendir; fakat Na
+
ve K
+
gibi
katyonlara geçirgen değildir. Eritrositlerde K
+
, Na
+
, Ca
2+
, Mg
2+
katyonları ile Cl
−
ve HCO
3
−
anyonları bulunur; en önemli katyon, K
+
’dur. Eritrosit membranında hücre içi ile hücre dışı
arasında iyon dengesini sağlayan pompa sistemleri bulunur; bu pompa sistemleri,
Na
+
/K
+
ATPaz ve Ca
2+
ATPaz gibi enzimlerin etkisiyle çalışırlar.
Eritrositlerde karbonik anhidraz, katalaz, peptidaz, kolinesteraz, anaerobik glikoliz yolu ve
pentoz fosfat yolu enzimleri bulunur.
Dolaşımdaki glutatyonun tamamı eritrositlerdedir.
ADP, ATP ve NADP
+
, eritrositlerin önemli yapı taşlarıdır; inorganik fosfor ve 2,3-
difosfogliserat da eritrositlerde önemli fosfor bileşikleridirler.
Eritrositlerin içindeki osmotik basınç, plazmadaki gibi %0,9’luk NaCl çözeltisinin osmotik
basıncına eşittir ve bu durum izotonik olarak ifade edilir. Eritrositler hipertonik bir ortamda
bulunurlarsa büzülerek küçülürler; hipotonik bir ortamda bulunurlarsa su alarak şişerler ve
sonunda membranlarının bütünlüklerinin bozulmasıyla içerdikleri hemoglobin dış ortama
dağılır ki bu durum hemoliz olarak tanımlanır. Eter, kloroform, safra tuzları, deterjanlar, yılan
1
zehiri gibi bazı biyolojik toksinler, donma ve UV ışınları hemolize neden olurlar; patolojik
durumlarda vücutta meydana gelen hemolizden sonra hemoglobinüri görülebilir.
Eritrositlerdeki metabolik olaylar
Eritrositlerde hemoglobin yapısındaki Fe
2+
şeklinin korunması, düşük Na
+
ve yüksek K
+
düzeyinin sürdürülmesi, düşük Ca
2+
düzeyinin sürdürülmesi, hemoglobin ve diğer
proteinlerdeki tiyol gruplarının oksidasyonunun önlenmesi, eritrosit membran ve iskeletinin
bütünlüğünün korunması için enerji gerekmektedir.
Eritrositlerde nükleus, mitokondri, ribozom, lizozom, endoplazmik retikulum, Golgi aygıtı
gibi subsellüler organeller bulunmadığından protein ve nükleik asit sentezi yapılamaz, lipid
metabolizması son derece kısıtlıdır.
Eritrositler, yaşamlarını korumak ve sürdürmek için gerekli enerjiyi glukozdan sağlarlar.
Glukozun anaerobik glikoliz ve pentoz fosfat yolunda yıkılımı, eritrositlerin enerji
gereksinimini karşılar:
Eritrositlerde glukozun %90 kadarı anaerobik olarak glikolitik yol ile yıkılır ki glukozun
glikoliz yolunda yıkılımı sırasında pirüvat oluşur. Ancak eritrositlerde mitokondriyal
sistemler bulunmadığından pirüvat, sitrat döngüsünde metabolize edilemez; laktik aside
dönüşür. Eritrositlerde glukozun glikoliz yolunda yıkılması sırasında 2 ATP tüketilmekte ve 4
ATP oluşmaktadır ki böylece net kazanç 2 ATP olmaktadır. Eritrositlerde glikolitik yol,
dokularda oksijenin hemoglobinden ayrılmasında önemli rol oynayan 2,3-bisfosfogliserat
oluşumunun da en önemli kaynağıdır. Ancak glikolizin 2,3-bisfosfogliserat yapımında
kullanılması, fosfogliserokinaz aşamasındaki ATP oluşumunun atlanmasına yol açar ve net
ATP kazancı sıfır olur:
Eritrositlerde glikolitik yol, aynı zamanda NADH sağlar. Hemoglobinin oksijene bağlanması
ve salıverilmesi sırasında hemoglobin yapısındaki iki değerlikli demirin üç değerlikli demire
yükseltgenmesi ile methemoglobin oluşur; NADH, methemoglobin yapısındaki üç değerlikli
2
demirin yeniden kullanılmak üzere iki değerlikli demire indirgenmesinde görevli enzimler
için gereklidir.
Glukozun pentoz fosfat yolunda yıkılımı sırasında NADPH oluşur. Hemoglobine oksijen
bağlanması sırasında güçlü bir oksidan olan süperoksit anyonu oluşur. Son derece toksik olan
süperoksit anyonu, süperoksit dismutaz (SOD) etkisiyle hidrojen perokside dönüşür. Hidrojen
peroksit (H
2
O
2
) de toksiktir; katalaz ve glutatyon peroksidaz etkisiyle etkisiz hale
getirilir..Hidrojen peroksidin glutatyon peroksidaz etkisiyle etkisiz hale getirilmesi sırasında
glutatyon (GSH) yükseltgenir ve yükseltgenmiş glutatyon (GSSG) haline dönüşür.
Yükseltgenmiş glutatyonun indirgenerek yeniden kullanılabilir hale dönüşmesi için, pentoz
fosfat yolunda elde edilen NADPH kullanılmaktadır. NADPH, methemoglobin yapısındaki üç
değerlikli demirin yeniden kullanılmak üzere iki değerlikli demire indirgenmesinde de
kullanılır.
Eritrositlerin yaşlanmasıyla eritrosit membranındaki pompa sistemlerinin aktiviteleri azalır,
iyon dağılımında değişiklikler olur; eritrosit içinde Na
+
ve Ca
2+
iyonları konsantrasyonu
artarken K
+
iyonu konsantrasyonu azalır. İyon dağılımındaki değişiklikler sonunda eritrositler
parçalanırlar. Eritrositlerin ömrü, insanda ve köpekte yaklaşık 120 gün, ratta 100 gün
kadardır. İnsanda her gün eritrositlerin 1/120’si retiküloendoteliyal sistemde parçalanmakta ve
bunlardan 6,5-7 g kadar hemoglobin açığa çıkmaktadır.
Porfirin ve hemoglobin biyosentezi
Porfirinler, amino asitlerden derive moleküllerdir; porfirin biyosentezi için temel prekürsör,
glisin amino asididir. İzotop çalışmalarıyla, porfirin halka sistemindeki metenil grupları
karbonu, pirol halkalarındaki azot atomu ve bu azota komşu karbon atomlarından birinin
glisinden sağlandığı gösterilmiştir.
Porfirin biyosentezi tüm hücrelerde olmakla birlikte en fazla eritrosit prekürsörü hücrelerde;
organ olarak en fazla kemik iliğinde ve karaciğerde gerçekleşir. Porfirin biyosentezi kemik
iliğinde hemoglobin sentezi amaçlı iken karaciğerde sitokromların sentezi için gereklidir.
Porfirin biyosentezinde iki ana yol, porfirin halkası oluşumu ve yan zincirde
modifikasyondur. Hem sentezinde ilk ve son üç reaksiyon mitokondride, diğerleri
sitoplazmada gerçekleşir:
3
Porfirin biyosentezi için ilk reaksiyon, mitokondride glisin ile süksinil-KoA’nın,
α-amino-β-
ketoadipat üzerinden
δ-aminolevülinat (ALA) oluşturmak üzere reaksiyonlaşmasıdır. Hemin
organik bölümü, sekiz adet glisin ve süksinil-CoA’dan oluşur. Bu ilk basamakta piridoksal
fosfat (PLP, B
6
PO
4
), glisin ile Schiff bazı oluşturur. Glisinin
α karbonunda oluşan karbanyon
yapı, nükleofilik atak oluşumuna zemin hazırlar ve elektronsever molekül olan süksinil-CoA
ile birleşim sağlanır;
δ-aminolevülinat (ALA) oluşur. Bu reaksiyonu katalizleyen enzim, ALA
sentazdır:
4
ALA sentaz, porfirin biyosentezinde hız belirleyici enzimdir. Bu enzimin sentezi de
mitokondriyal DNA ile değil nükleustan gelen mRNA ile düzenlenmektedir. Enzim, dimer
yapıdadır; her biri 71 kDa’luk alt ünite ve bazik N-terminal sinyal dizi içerir. Sinyal dizi,
enzimi mitokondriye yönlendirir; şaparon protein olarak tanımlanan ATP’ye bağımlı 70
kDa’luk bir sitozolik komponent, ALA sentazı katlanmayan durumda tutar ve böylece enzim
mitokondriyal membrandan geçer. Mitokondride, metal bağımlı bir proteaz tarafından N-
terminal sinyal dizi koparılır; her biri 65 kDa olan alt üniteler oluşur. Mitokondriyal matriks
içinde her biri 60 kDa’luk alt ünite içeren bir protein, ATP bağımlı ikinci bir işlevle proteinin
doğru bir şekilde katlanmasını katalizler ve aktif nativ konformasyonda ALA sentaz oluşur.
ALA sentazın yarı ömrü çok azdır; yaklaşık 60 dakika kadardır.
Mitokondride oluşan
δ-aminolevülinat (ALA), sitoplazmaya çıkar. Sitoplazmada, 2 molekül
δ-aminolevülinat (ALA), porfobilinojen (PBG) oluşturmak üzere kondense olur; reaksiyonu
porfobilinojen sentaz (ALA dehidrataz) katalizler:
ALA dehidrataz, Zn
2+
gerektiren sitozolik bir enzimdir; sülfhidril grupları içerir; ağır
metallerle inhibisyona çok hassastır. Kurşun ile zehirlenmelerde ALA miktarı artar.
Porfobilinojen (PBG) molekülü, propiyonat ve asetat takıları içerir. Dört molekül
porfobilinojen, bir seri enzimatik reaksiyon sonunda protoporfirin IX (Protoporfirin III)
oluşturur. Mitokondride oluşan protoporfirin IX’a (Protoporfirin III) mitokondri içinde ferro
halinde demir (Fe
2+
) katılmasıyla “hem” oluşur:
5
Üroporfirinojen I sentazın sülfhidril içeren grubu, PBG ile, deaminasyon sonucu tiyoeter
bağı oluşturur; ardından 5 adet PBG birimi deamine olarak bağlanıp lineer hekzapirol+enzim
kompleksi oluşur. Bu yapı hidrolitik olarak parçalanıp enzim pirometan kompleksi ve lineer
tetrapirol (hidroksimetilbilan) oluşur. Enzim pirometan bileşiği, bir başka PBG ile yeni bir
döngüye girer; pirometan kompleksi, enzime kovalent bağlı bir kofaktördür.
Üroporfirinojen I sentaz etkisiyle oluşan hidroksimetilbilan, iki farklı yolda değişime uğrar:
1) Enzim etkisi olmaksızın formülde bir kapanma ile Üroporfirinojen I (ÜRO I) oluşur. 2)
Üroporfirinojen III kosentaz etkisiyle tip III izomer olan Üroporfirinojen III (ÜRO III)
oluşur.
Üroporfirinojen III dekarboksilaz, yan zincirlere etki ederek ÜRO I ve ÜRO III
izomerlerinin sırasıyla KOPRO I ve KOPRO III’e dönüşümlerini sağlar. Enzim, demir
tuzlarıyla inhibe olur. Enzim ile ilgili tek gende anormallik, enzim aktivitesinde %50 düşme
yapar; deri belirtileri ve ışığa hassasiyet ile karakterize porfiriya kutanea tarda denen klinik
durum ortaya çıkar.
Koproporfirinojen oksidaz, mitokondriyal bir enzimdir; tip III izomerlere etki ederek
koproporfirinojen III’den protoporfirinojen IX olüşturur. Enzim eksikliğinde, herediter
hepatik porfiriya ya da herediter koproporfiriya denen klinik durum ortaya çıkar.
Protoporfirinojen oksidaz etkisiyle, protoporfirinojen IX’dan protoporfirin IX oluşur:
Protoporfirin IX’un suda çözünürlüğü, diğer hem prekürsörlerine göre çok azdır.
Protoporfirinojen oksidaz enzimi eksikliğinde, porfiriya variegata hastalığı oluşur.
Ferroşelataz, aktivite için redükleyici ajanlara gereksinim gösterir; protoporfirin IX içerisine
demir yerleşimini katalizler ve hem molekülü oluşur:
Demir eksikliğinde çinko protoporfirin oluşur ki bu, parlak flüoresans vermesiyle ayırt edilir.
Mitokondride oluşan hem, mitokondri dışında, ribozomlarda sentez edilmiş olan globin ile
birleşerek hemoglobin oluşturur:
6
70 kg’lık bir insanda günde 8 g hemoglobin sentezlenmekte ve yıkılmaktadır. Günlük porfirin
sentezi 300 mg’dır ve sentez için
≅ 30 mg Fe
2+
kullanılır.
Porfirin biyosentezi, hemoglobin gibi hem protein bileşiklerinin konsantrasyonu ile
düzenlenir; hem protein bileşikleri, porfirin biyosentezinin ilk basamaklarına feedback
inhibitör olarak etki ederler. ALA sentaz enzimi, porfirin biyosentezinde oran kontrol edici
olarak rol oynar. Hem ve hemin, ALA sentaz ve ALA dehidratazı inhibe ederler. 100’den
fazla ilacın ALA sentaz aktivitesini artırdığı da bilinmektedir.
Hemoglobin biyosentezinde pantotenik asit (vitamin B
5
), piridoksal fosfat (vitamin B
6
),
vitamin B
12
ve folik asit vitaminleriyle demir ve bakır elementleri gerekir. Pantotenik asit,
koenzim A’nın yapısına katıldığı için; piridoksal fosfat, dekarboksilasyonda koenzim olduğu
için ALA sentaz enziminin katalizlediği
δ-aminolevülinat (ALA) oluşumunda etkilidirler.
Vitamin B
12
ve folik asit, nükleoproteinlerin yapısına giren pürin biyosentezinde rol alırlar ki
vitamin B
12
ve folik asit eksikliğinde mitotik faaliyet azalır, kemik iliğinde az sayıda ve
büyük eritrositler oluşur, pernisiyöz anemi ortaya çıkar. Demir, her hem molekülüne 1 adet
Fe
2+
olmak üzere bağlanarak hemoglobin oluşumuna katılmaktadır; demir eksikliğinde
hipokrom anemi ortaya çıkar. Bakır, eritrositlerin olgunlaşmasında rol oynar ve bunların
eritropoetik sistemden açığa çıkışlarını uyarır; bakır eksikliğinde kemik iliğinde
olgunlaşmamış eritrositler artar.
İnsanlarda porfirin biyosentezinde görevli bazı enzimlerde genetik defekt olması,
eritrositlerde, vücut sıvılarında, karaciğerde spesifik porfirin prekürsörlerinin birikmesine yol
açar; porfiriyalar diye bilinen bazı genetik hastalıklar ortaya çıkar.
Porfiriyalar
Porfiriyalar, genetik olarak tanımlanmış, hem sentezinde görevli enzimlerin fonksiyon
bozukluklarıdır. Kongenital eritropoetik porfiriya hariç tüm porfiriyalar dominant kalıtılırlar.
Fonksiyonel enzimi kodlayan tek gen vardır; porfiriyalarda %50 normal enzim aktivitesi
gözlenir; kısmi defekt, hem sentez defektine neden olmaz ve anemi oluşmaz. Ancak defektli
enzim gerisindeki porfirinler ve prekürsörleri vücut dokularında ve vücut sıvılarında birikir.
Biriken bileşiklerin toksik yapısına bağlı olarak her bir porfiriyaya özgü semptom ve belirtiler
ortaya çıkar. Kendiliğinden, alkol alınımı, kurşun gibi toksinler, östrojen ve
oralkontraseptifler, ilaçlar etkisiyle başlayabilen akut ataklarda abdominal ağrı,
konstipasyon, nöromüsküler belirtiler ve psikotik bozukluklar 1-2 günden birkaç haftaya
kadar sürebilir; ALA ve PBG ekskresyonunda artış dikkat çekicidir.
Porfiriyalarda mide bağırsak yakınmalarından abdominal ağrı, en sık belirtidir; kabızlık, mide
bulantısı ve kusma olabilir. Otonom sinir sistemi anormallikleri olarak taşikardi,
hipertansiyon, terleme, idrar retansiyonu gözlenebilir. Periferal nöropati, ekstremitede ağrı,
duyuda azalma, kas zayıflığı, paralizi, görme kaybı, felç, koma, ADH’un uygunsuz salınımı
belirtileri ile ortaya çıkabilir.
7
Porfiriyalar, semptomlara göre nörolojik porfiriya ve kutanöz porfiriya olmak üzere iki ana
grupta sınıflandırılabilirler.
Nörolojik porfiriyalar
Nörolojik porfiriyalar, santral sinir sistemi ve deri tutuluşunun birlikte gözlendiği
porfiriyalardır.
1) Akut intermittant porfiriya, porfobilinojen deaminaz aktivitesinde bozukluğa bağlı
olarak ortaya çıkar. Akut intermittant porfiriya, en sık rastlanan porfiriya tipidir. Akut
intermittant porfiriyada hem sentezi azalır; porfirinler oluşmadığı için fotosensitivite olmaz.
Laboratuvar bulgusu olarak idrarda ALA ve PBG artar. Nonenzimatik kondensasyon ile
idrarda az miktarda ÜRO oluşur. Fekal porfirinler normaldir.
2) Porfiriya variegata, protoporfirinojen oksidaz aktivitesinde bozukluğa bağlı olarak
ortaya çıkar. Porfiriya variegatada, PROTO ve KOPRO birikir; akut nörolojik atak ve
fotosensitivite gözlenir.
Laboratuvar bulgusu olarak akut ataklarda idrarda ALA ve PBG artar.
3) Herediter koproporfiriya, koproporfirinojen oksidaz eksikliğine bağlı olarak ortaya
çıkar. Hastaların ancak 1/3’ünde fotosensitivite oluşur.
Laboratuvar bulgusu olarak feçeste PROTO ve KOPRO birikir.
Kutanöz porfiriyalar
Kutanöz porfiriyalar, porfirinlerin deride aşırı derecede birikmesiyle karakterizedirler. Deride
biriken porfirinler, 400 nm’de ışık absorplarlar ve yüksek enerjili duruma geçerler. Yüksek
enerjili porfirinlerden oksijene enerji transfer edilir ve uyarılmış oksijen ürünleri oluşur.
Uyarılmış oksijen ürünleri de hücresel yapıları bozarlar. Moleküler ve hücresel düzeydeki bu
olayların sonucu olarak fotosensitivite ve deri lezyonları ortaya çıkar. Kutanöz porfiriyalarda
ALA ve PBG aşırı yüksek değildir.
1) Kongenital eritropoetik porfiriyada, ÜRO III kosentaz aktivitesi düşüktür; tip III izomer
yerine ÜRO I ve KOPRO I artışı olur. Kongenital eritropoetik porfiriya, otozomal resesif
kalıtılır; erken çocukluk döneminde gözlenir. Kongenital eritropoetik porfiriyada aşırı
fotosensitivite olur; porfirin depolanmasına bağlı olarak dişler kahverengi olur; hemolitik
anemi ve splenomegali saptanır; prognozu kötüdür.
Yoğun miktarda ÜRO ve KOPRO atımına bağlı olarak idrar pembe kırmızı olur. Fekal
porfirinler artmıştır. Kan porfirinleri, normal değerin üzerine çıkar. Eritrositler, ÜRO ve
KOPRO içerdiklerinden flüoresan mikroskop altında flüoresans verirler.
2) Protoporfiriya, ferroşelatazda kısmi defekte bağlı olarak ortaya çıkar. Fotosensitivite,
çocuklukta başlar; güneş ışığı altında yanıklar, kaşıntı, deride şişlik olur. Yüz ve el sırtı en
fazla etkilenen bölgelerdir.
Laboratuvar bulgusu olarak yüksek miktarda PROTO ekskrete edilir; eritrosit serbest
protoporfirinleri yüksektir; idrarda porfirin ve prekürsörleri normaldir.
3) Porfiriya kutanea tarda, üroporfirinojen dekarboksilaz aktivitesi düşüklüğüne bağlı
olarak ortaya çıkar. Ağır karaciğer hastalığı, alkolizm ve bazı ilaçlar semptomları başlatır; en
sık görülen edinsel porfiriya türüdür; genelde yetişkin döneme kadar görülmez. Deride
mekanik hasar oluşur; fotosensitivite gözlenir. Laboratuvar bulgusu olarak idrarda ÜRO ve 7
COOH’li porfirinler artar.
8
Porfirin metabolizmasında sekonder bozukluklar
Pb zehirlenmesi
ALA dehidrataz ve ferroşelataz aktiviteleri düşer. Eritrosit Zn protoporfirini yükselir. İdrarda
ALA artar; PBG normaldir. Tanı için tam kanda Pb ölçümü yapılmalıdır.
Hem prekürsörlerinin idrardaki normal değerleri şöyledir: PBG 0-2 mg/gün,
δ-ALA 1,3-7,0
mg/gün, üroporfirin < 40
µg/gün, koproporfirin< 235 µg/gün, protoporfirin 60 µg/gün.
Fe eksikliği
Zn protoporfirini yüksektir. Eritrosit serbest protoporfirinini ölçmek, demir eksikliği için iyi
bir tarama testidir. Tanı ve tedavi için ayrıca demir eksikliğine neden olan durumlar araştırılır.
Hemoglobinin yıkılımı
Normal insan vücudunda her gün eritrositlerin parçalanmasıyla yaklaşık 6,5-7 gram kadar
hemoglobin serbestleşmektedir. Eritrositlerin parçalanmasıyla serbestleşen hemoglobin,
retiküloendoteliyal sistemde (RES) yani başlıca karaciğer, dalak ve kemik iliğinde yıkılır:
Böbrek, akciğer ve bağırsak, hemoglobin yıkılımında az çok rol oynar.
9
Hemoglobinin retiküloendoteliyal sistemde yıkılması sırasında meydana gelen biyokimyasal
olayların başlangıç dönemi hakkında klasik teori ve Lamberg teorisi olmak üzere iki teori ileri
sürülmüştür.
Hemoglobinin yıkılımı hakkındaki klasik teoriye göre önce hemoglobinden globin ayrılır ve
“hem” serbestleşir; sonra hem’den Fe
2+
ayrılarak protoporfirin meydana gelir; protoporfirinin
porfin halkasının açılmasıyla yeşil renkli biliverdin oluşur; biliverdinin indirgenmesi
sonucunda sarı veya turuncu renkli bilirubin oluşur.
Hemoglobinin yıkılımı hakkındaki Lamberg teorisine göre, hemoglobinden globin ayrılmadan
önce hem kısmının porfin halkasındaki
α-metenil köprüsü, moleküler oksijen (O
2
), sitokrom
p-450, flavoproteinler ve NADPH gerektiren mikrozomal hemoksijenaz sistemi tarafından
parçalanır; biliverdin oluşur. Tavşan eritrositlerinde, biliverdin, Fe
2+
ve globin karışımından
oluşan, koleglobin adı verilen yeşil renkli bir madde saptanmıştır. Biliverdinin
γ-metenil
köprüsünün NADPH gerektiren biliverdin redüktaz tarafından indirgenmesiyle bilirubin
oluşur:
Hemoglobinin hem kısmının bilirubine dönüşümü, yaklaşık 2-3 saatte gerçekleşir.
Hemoglobinin yıkılmasıyla serbestleşen Fe
3+
, ya retiküloendoteliyal sistemde depo edilir veya
tekrar hemoglobin sentezine katılmak üzere transferrinle kemik iliğine iletilir; globin, protein
depolarına katılır; bilirubin ise safra ile atılır.
Plazmada normalde %2-5 mg kadar bulunan serbest hemoglobin, karaciğerde sentez edilmiş
olan ve glikoprotein yapısındaki haptoglobin ile kompleks oluşturur. Hemoglobin-
haptoglobin kompleksi, karaciğer parankim hücreleri tarafından hızla tutularak dolaşımdan
ayrılır. Aşırı hemolize bağlı olarak haptoglobinin hemoglobin bağlama kapasitesi aşıldığında
10
bir miktar serbest hemoglobin karaciğer tarafından doğrudan alınabilir; fakat çoğu iki yol
izleyebilir: 1) Serbest hemoglobin, iki
αβ dimerine ayrılarak böbreklerden atılır veya bu
dimerler haptoglobine bağlanır. 2) Serbest hemoglobin, methemoglobine okside olarak
ferrihem ve globine ayrılır. Ferrihem, hemopeksin ile bağlanarak hemopeksin-ferrihem
kompleksi oluşturur ve bu şekilde karaciğer parankim hücrelerine iletilerek karaciğerde
yıkılır. Ferrihemin bir kısmı, albümine bağlanarak methemalbümin oluşturur; daha sonra
methemalbümindeki hem molekülü hemopeksine aktarılır.
Plazmadaki serbest hemoglobin için böbrek eşik değeri %70 mg’dır. Plazmadaki serbest
hemoglobin düzeyi %70 mg’dan yüksek olursa, hemoglobin, oksihemoglobin veya
methemoglobin şeklinde, albümine veya
β-globuline bağlı olarak idrarla atılır. İdrarda
hemoglobin bulunması, hemoglobinüri olarak tanımlanır. Hemolitik anemilerde ve
kongenital ahaptoglobinemide hemoglobinüri görülebilir.
Bilirubin
Bilirubin, hemoglobinin yıkılımı ile oluşan turuncu renkli safra pigmentidir:
İnsan kanında, parçalanan eritrositlerden başka, kemik iliğinde gerçekleşen abortif
hemoglobin sentezi ile oluşan hemoglobin, hemoglobin olmayan hemler, karaciğerde yıkılan
miyoglobin, katalaz, peroksidaz, sitokrom b
5
ve sitokrom p-450 de bilirubin kaynaklarıdırlar.
Hemoglobinin hem kısmının yıkılmasıyla oluşan bilirubin, indirekt bilirubin (ankonjuge
bilirubin) olarak bilinir. İndirekt bilirubin, Van den Bergh reaksiyonunda diazo reaktifi ile
direkt reaksiyon vermez; ancak %50 etanol, kafein veya üre ile işlemden sonra reaksiyon
verir. İndirekt bilirubin, suda çözünmez, idrara geçmez ve safra ile atılmaz. İndirekt bilirubin,
liposolubldur; membranlardan kolaylıkla geçerek dokulara diffüze olabilir.
Karaciğer dışı retiküloendoteliyal sistem hücrelerinde meydana gelen indirekt bilirubin,
genellikle albümine ve daha az olarak
α
1
veya
α
2
-globuline bağlanarak dolaşım yoluyla
karaciğere taşınır. Her albümin molekülünde bilirubin için bir yüksek affinite yeri ve bir
düşük affinite yeri vardır; plazmadaki yaklaşık %25 mg indirekt bilirubin, yüksek affinite
yerinde albümine sıkıca bağlanabilir. Plazmadaki indirekt bilirubin %25 mg’dan fazla ise,
yüksek affinite yerinde albümine sıkıca bağlanandan arta kalan bilirubin, albümine düşük
affinite yerinde gevşek olarak bağlanır. Albümine düşük affinite yerinde gevşek olarak
bağlanan bilirubin, kolaylıkla albüminden ayrılarak dokulara diffüze olabilir ki bebeklerde
plazmada indirekt bilirubin %20-25 mg’dan yüksek olduğunda santral sinir sistemine geçerek
kern-ikterus denen nöropatik tabloya neden olabilir. Albüminin indirekt bilirubini bağlama
kapasitesi bebeklerde %20-25 mg olduğu halde erişkinlerde %60-80 mg’dır; erişkinler
indirekt bilirubin yüksekliğini daha iyi tolere ederler. Asidoz, anoksi, serbest yağ asitleri
yüksekliğinde indirekt bilirubinin albümine bağlanması azalır; bu durumlarda kern-ikterus
oluşması kolaylaşır. Sülfonamidler, salisilatlar ve tiroit hormonları, albümin üzerindeki
yüksek affinite yeri için bilirubinle yarışırlar ve kern-ikterus oluşumunu kolaylaştırırlar.
Kan dolaşımı yoluyla albümine bağlı olarak karaciğer dışı retiküloendoteliyal sistem
hücrelerinden karaciğere gelen indirekt bilirubin, karaciğerde sinüzoidal plazmada
albüminden ayrılır ve hepatositlerin sitoplazmasına geçer. İndirekt bilirubin, hepatositlerin
11
sitoplazması içinde Y ve Z adı verilen iki sitoplazma proteinine bağlanır. Y ve Z proteinleri,
indirekt bilirubini düz endoplazmik retikulum mikrozomlarına taşırlar. İndirekt bilirubin,
hepatositlerin düz endoplazmik retikulum mikrozomlarında mikrozomal bir enzim olan UDP-
glukuronil transferaz enziminin katalizlediği bir reaksiyonda, glukozun glukuronik asit
üzerinden yıkılımı yolunda oluşan UDP-glukuronik asitle tepkimeye girer; UDP
serbestleşirken bilirubinin iki propiyonil takısından birinin glukuronik asidin yarı asetal
hidroksili ile birleşmesiyle bilirubin monoglukuronid oluşur:
İkinci bir glukuronik asit, bilirubinin diğer propiyonil takısı ile esterleşirse bilirubin
diglukuronid meydana gelir:
Bilirubinin glukuronik asit ile esterleşip bilirubin monoglukuronid veya bilirubin
diglukuronid oluşturması, bilirubinin glukuronik asitle konjugasyonu olarak adlandırılır.
Bilirubinin glukuronik asitle konjugasyonu sırasında çoğunlukla oluşan bilirubin
diglukuroniddir; ancak karaciğer yetmezliğinde coğunlukla bilirubin monoglukuronid oluşur.
İndirekt bilirubinin az bir kısmı, I ve II halkalarındaki hidroksil gruplarında sülfatla
esterleşerek bilirubin sülfat oluşturur. İndirekt bilirubinin karaciğerde glukuronik asitle
konjugasyonu veya çok az oranda sülfatlanmasıyla direkt bilirubin (konjuge bilirubin)
oluşur. Direkt bilirubin, Van den Bergh reaksiyonunda diazo reaktifi ile direkt reaksiyon
verir. Direkt bilirubin, suda çözünür ve safra ile atılır; liposolubl olmadığından lipid
membranlardan geçemez ve kern-ikterus oluşmasında etkili olmaz. Direkt bilirubin normalde
kanda bulunmaz veya çok az bulunur; ancak safra ile atılımının engellendiği durumlarda
kanda artabilir ki kandaki düzeyi %1,5 mg’ı aştığında idrarda saptanır.
Hepatositlerde oluşan konjuge bilirubin (direkt bilirubin), hücrelerden safra kanaliküllerine ve
safra kanaliküllerinden safra içinde bağırsağa atılır. Konjuge bilirubinin safraya atılması,
geniş bir konsantrasyon gradientine karşı olur; bir aktif transport mekanizması tarafından
yürütülür ki bu aktif transport, olasılıkla karaciğerin bilirubin metabolizmasının tümü için hız
sınırlayıcıdır.
Safra ile bağırsağa günde 300 mg kadar atılan bilirubinin %85’i glukuronidlenmiştir, %10
kadarı sülfatlanmıştır, bir miktarı serbesttir, çok az miktarı şeker alkolleri ve asidik
disakkaritlere bağlanmıştır. Bağırsaktaki konjuge bilirubinler, terminal ileumda ve çoğunlukla
kalın bağırsakta bir
β-glukuronidaz etkisiyle glukuronattan ayrılırlar. Glukuronattan ayrılan
bilirubinin bir kısmı, bağırsaktan emilerek tekrar karaciğere gelir. Bağırsaktan emilerek
karaciğere gelen bilirubinin bir kısmı safra ile tekrar bağırsağa atılır, bir kısmı ise karaciğerde
doymamış yağ asitleri peroksitlerinin oluşumunu önleyici yani antioksidan olarak görev
yaptıktan sonra bilinmeyen bir yoldan yıkılır. Bağırsakta glukuronattan ayrılan bilirubinin
bir kısmının emilerek karaciğere gelmesi ve karaciğerden safra ile tekrar bağırsağa
atılmasına bilirubinin enterohepatik dolanımı denir.
12
Bağırsakta glukuronattan ayrılan bilirubinin büyük çoğunluğu çekumda ve özellikle sağ
kolonda bulunan anaerobik bakterilerin enzimleriyle indirgenir ve bilinojenler veya
ürobilinojenler denilen bir grup renksiz bilirubin ürünleri oluşur:
Ürobilinojenler, bilirubinin indirgenmesiyle oluşmuş, renksiz bilirubin ürünleridirler.
Ürobilinojenler, bağırsaktan emilerek portal dolaşım yoluyla karaciğere gelirler. Karaciğere
gelen ürobilinojenlerin büyük kısmı molekülünde bazı değişiklikler yapıldıktan sonra tekrar
safra yoluyla bağırsağa atılırlar; çok az bir kısmı ise büyük dolaşıma geçerek idrarla dışarı
atılır; anormal koşullarda, özellikle aşırı miktarda bilirubin oluştuğunda idrarda ürobilinojen
artar. Ürobilinojenler, kolonda okside olarak bilinler veya ürobilinler denilen renkli bilirubin
ürünlerini oluştururlar:
Ürobilinler, bilirubinin bağırsakta indirgenmesiyle oluşan ürobilinojenlerin okside olmasıyla
oluşan, renkli bilirubin ürünleridirler. Ürobilin ilk defa idrardan sterkobilin ise ilk defa
dışkıdan izole edildiklerinden bu isimleri almışlardır. Hemolizin arttığı durumlarda, bağırsak
florasının henüz oluşmadığı yeni doğan bebeklerde ve geniş spektrumlu antibiyotiklerle
13
bağırsak florasının tahribinde bilirubin, kolonda ürobilinojenlere ve sonra ürobilinlere
dönüşemez; havanın moleküler oksijeni ile oksitlenerek yeşil renkli biliverdine dönüşür.
Bilirubini tanımlama deneyleri
Gmelin yöntemi ile bilirubinin tanımlanması
Bilirubinin nitrik asitle oksitlenerek yeşil renkli biliverdin oluşturması ve biliverdinden
biliverdin oksidasyon ürünleri oluşması prensibine dayanır.
Bir deney tüpüne 1 mL konsantre HNO
3
konur. Tüpteki konsantre HNO
3
üzerine 2 mL
bilirubinli sıvı tabakalandırılır. Tüpte sıvı tabakalarının temas yerinde aşağıdan yukarıya
doğru sarı üzerinden kırmızı, mor, yeşil renk oluştuğu gözlenir.
Açıklama: Deneyde önce bilirubin, nitrik asitle oksitlenerek yeşil renkli biliverdin oluşturur;
daha sonra biliverdin oksitlenerek biliverdin oksidasyon ürünleri oluşur. Tüpte tabakaların
temas yerinde gözlenen yeşil renk, oluşan biliverdinden ileri gelmektedir, diğer renkler ise
biliverdin oksidasyon ürünlerinden ileri gelmektedir.
Rosin yöntemi ile bilirubinin tanımlanması
Bilirubinin iyot ile yeşil renk oluşturması prensibine dayanır.
Bir deney tüpüne 2 mL bilirubinli sıvı konur. Tüpteki bilirubinli sıvı üzerine 2 mL Rosin
reaktifi (Rosin reaktifi, %1’lik iyot-alkol çözeltisidir.) tabakalandırılır. Tüpte sıvı
tabakalarının temas yerinde yeşil renk oluştuğu gözlenir.
Açıklama: Deneyde bilirubin, ya iyot ile oksitlenerek yeşil renkli biliverdin oluşturur ya da
iyot ile bilirubinin birleşmesi sonucu yeşil renkli bir madde oluşmaktadır. Tüpte tabakaların
temas yerinde gözlenen yeşil renk, biliverdinden ya da oluşan yeşil renkli iyot-bilirubin
bileşiğinden ileri gelmektedir.
Diazo reaksiyonu (Van den Bergh reaksiyonu) ile bilirubinin tanımlanması
Bilirubinin diazo reaktifi ile kırmızı renkli azobilirubin bileşiği oluşturması prensibine
dayanır.
Bir deney tüpüne 5 mL bilirubinli sıvı konur. Tüpteki bilirubinli sıvı üzerine 1-2 mL taze
diazo reaktifi (Taze diazo reaktifi: 5 mL Diazo A çözeltisi ile 1 mL Diazo B çözeltisi
karıştırılarak hazırlanır. Diazo A çözeltisi: 1 g sülfanilik asit ve 15 mL konsantre HCl, volüm
1000 mL’ye tamamlanacak şekilde distile suda çözülür. Diazo B çözeltisi: %0,5’lik NaNO
2
çözeltisi.)
eklenerek karıştırılır. Tüpteki karışımın kırmızı renk aldığı gözlenir.
Açıklama: Taze diazo reaktifinin hazırlanması sırasında, önce diazo A çözeltisindeki HCl ile
diazo B çözeltisindeki NaNO
2
’ten HNO
2
ve NaCl oluşur; daha sonra HNO
2
ile sülfanilik
asitten diazobenzosülfonik asit oluşur;
taze diazo reaktifi, diazobenzosülfonik asit
içermektedir. Deney sırasında, taze diazo reaktifindeki diazobenzosülfonik asit ile bilirubin
arasındaki tepkime sonucunda kırmızı renkli azobilirubin bileşiği oluşur. Gözlenen kırmızı
renk, oluşan azobilirubin bileşiğinden ileri gelmektedir.
İdrarda bilirubin arama deneyleri
Rosin yöntemi ile idrarda bilirubin aranması
Bir deney tüpüne tüpün 2/3’üne kadar idrar konur. Tüpteki idrar üzerine 2-3 mL Rosin
reaktifi tabakalandırılır. Tüpte sıvı tabakalarının temas yerinde yeşil renk oluşup
oluşmadığına bakılır ve gözlenenlere göre sonuç rapor edilir:
İdrar ve Rosin reaktifi tabakalarının temas yerinde yeşil renk oluşumu gözlenmezse idrarda
bilirubin (
−)’dir. İdrar ve Rosin reaktifi tabakalarının temas yerinde yeşil renk oluşumu
gözlenirse idrarda bilirubin (+)’dir.
Gmelin yöntemi ile idrarda bilirubin aranması
Bir deney tüpüne 2 mL konsantre HNO
3
konur. Tüpteki konsantre HNO
3
üzerine 1 mL idrar
tabakalandırılır. Tüpte konsantre HNO
3
ve idrar tabakalarının temas yerinde aşağıdan
14
yukarıya doğru sarı üzerinden kırmızı, mor, yeşil renk oluşup oluşmadığına bakılır ve
gözlenenlere göre sonuç rapor edilir:
Konsantre HNO
3
ve idrar tabakalarının temas yerinde aşağıdan yukarıya doğru sarı üzerinden
kırmızı, mor, yeşil renk oluşumu gözlenmezse idrarda bilirubin (
−)’dir. Konsantre HNO
3
ve
idrar tabakalarının temas yerinde aşağıdan yukarıya doğru sarı üzerinden kırmızı, mor, yeşil
renk oluşumu gözlenirse idrarda bilirubin (+)’dir.
Fouchet yöntemi ile idrarda bilirubin aranması
Bilirubinin FeCl
3
ve TCA ile oksitlenerek yeşil renkli biliverdin ve biliverdin oksidasyon
ürünleri oluşturması prensibine dayanır.
Bir deney tüpüne 10 mL idrar konur. Tüpteki idrar üzerine 5 mL %10’luk BaCl
2
çözeltisi
eklenir ve karıştırılır; bir çökelti oluştuğu görülür. İkinci basamakta oluşan çökelti, karışımın
filtre kağıdından süzülmesiyle filtre kağıdı üzerine alınır. Üzerinde çökelti olan filtre kağıdı,
kuru bir başka filtre kağıdının üzerine konur. Filtre kağıdı üzerindeki çökelti üzerine 1-2
damla Fouchet reaktifi (Fouchet reaktifi: 10 mL suda 2,5 g TCA çözülür ve bu çözeltiye
%10’luk taze FeCl
3
çözeltisinden 1 mL eklenip karıştırılır.) damlatılır ve Fouchet reaktifi
damlatılan yerde yeşil renk oluşup oluşmadığına bakılır; gözlenenlere göre sonuç rapor edilir:
Filtre kağıdı üzerindeki çökeltide Fouchet reaktifi damlatılan yerde yeşil renk oluştuğu
gözlenmezse idrarda bilirubin (
−)’dir. Filtre kağıdı üzerindeki çökeltide Fouchet reaktifi
damlatılan yerde yeşil renk oluştuğu gözlenirse idrarda bilirubin (+)’dir.
Açıklama: BaCl
2
, idrardaki sülfat iyonlarını bağlayarak BaSO
4
şeklinde çöktürür. İdrarda
bilirubin varlığında BaSO
4
, idrardaki bilirubini adsorbe ederek beraberinde çöktürür. Süzme
sonucunda BaSO
4
ve adsorbe ettiği bilirubin filtre kağıdının üzerinde kalırlar. Filtre kağıdı
üzerindeki çökeltiye Fouchet reaktifi damlatıldığında, çökeltideki bilirubin, Fouchet
reaktifindeki FeCl
3
ve TCA ile oksitlenerek yeşil renkli biliverdin ve biliverdin oksidasyon
ürünleri oluşturur.
İdrarda bilirubin ürünlerini arama deneyleri
Ehrlich yöntemi ile idrarda ürobilinojen arama deneyi
Ürobilinojenin Ehrlich reaktifi ile kırmızı renk oluşturması prensibine dayanır.
Bir deney tüpüne taze ve bilirubinsiz idrar konur. Bilirubinli idrar, 10 mL’sine 5 mL %10’luk
BaCl
2
eklenip karıştırıldıktan sonra süzülerek bilirubinsizleştirilir. Tüpteki bilirubinsiz idrar
üzerine 1 mL Ehrlich reaktifi (Ehrlich reaktifi: 2 g p-dimetil aminobenzaldehid, 100 mL
%20’lik HCl’de çözülerek hazırlanır.) eklenip karıştırılır ve birkaç dakika beklenir. Tüpteki
karışımda kırmızı renk oluşup oluşmadığına bakılır:
Tüpteki karışımda kırmızı renk oluşumu gözlenirse idrarda ürobilinojen artmıştır.
Tüpteki karışımda kırmızı renk oluşumu gözlenmezse tüp ısıtılır. Isıtma sonucunda kırmızı
renk oluşumu gözlenirse idrarda ürobilinojen normaldir. Isıtmaya rağmen kırmızı renk
oluşumu gözlenmezse idrarda ürobilinojen (
−)’dir.
Açıklama: İdrarda ürobilinojen varlığında; ürobilinojen, Ehrlich reaktifi ile kırmızı renk
oluşturur.
15
Dostları ilə paylaş: |