Sigmund Freud
•
•
•
GRUP PSiKOLOJiSi
VE
•
•
EGO ANALiZi
ISBN:
978-605-4523-59-7
©Alter Yay. Rek. Org. Tic. Ltd. Şti.
Yayıncı Sertifika No: l 1483
KİTABIN ADI:
Grup Psikolojisi ve Ego Analizi
YAZAR:
Sigmund
FREUD
ÇEVİREN:
Büşra YÜCEL
James Strachey'in İngilizce çevirisinden Türkçe'ye çevrilmiştir
BASKI ADEDİ:
2000
Alter Yay. Rek. Org.Tic. Ltd.Şti
1. Cd. Elif Sk. No:7 /58
İskitler/ ANKARA
www.alteryayincilik. com
alter@alteryayincilik. com
BASKI:
Bil Ofset Tesviyeci Cad.
Simtes İş Hanı No: 5/7
İskitler /Ankara
Sertifika No: 23261
DİZGİ:
Özlem ŞENTÜRKLÜ
KAPAK:
Mehmet ÖZGÜR
BASIM TARİHİ:
2014
İÇİNDEKİLER
1.
Giriş
. . . . . . . . . . . . . . . . .... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
5
il.
Le Bon 'un Grup Zihni Tanımı.
. . . . . . . . . . . .
.
. . . . . . . .
.
. . . . . . . . . .
7
ili.
Ortak Zihinsel Hayatın Diğer Açıklamaları ........... 17
iV.
Telkin ve Libido
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
.
. . . . . .
.
. . . . . .
23
V.
Yapay İki Grup: Kilise ve Ordu .
. . . . . . . .
..
. .
.
.
.
. . . . . . . . . . .
.
.
28
VI.
Başka Sorunlar ve İş Hatları
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
34
vıı.
Özdeşleşme .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
.
. . . . . .
38
VIII. Aşk Yaşamak ve Hipnoz ........................................ 44
ıx.
Sürü Içgüdüsü
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
.
. . . . . . . . . . . . .
.
.
.
. . . . . . .
50
X.
Grup ve İlkel Topluluk
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
.
. . .
.
.
55
XI.
Ego' da Farklılaşan Aşama
. . . . . . . .
.
. . . . . . . . . . . . . . . . . .
.
. . . . . . . . .
60
XII.
Dipnot.
. . .
.
. . . .
.
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
.
. . . . . . . .
..
. . . ..
.
. .
65
XIII. Kaynakça ................................................................ 7
6
1
GİRİŞ
Bireysel psikoloji ve sosyal psikoloji veya grup psikolojisi
arasındaki karşıtlık ilk bakışta çok önemli gibi görünebilir ama
daha yakından incelendiğinde, bu ayrımın keskinliğini kaybet
tiği görülebilir. Bireysel psikoloji bireylerle ilgilenir ve onların
içgüdüsel dürtülerini tatmin etme yollarını keşfeder; ama sadece
nadiren olan ve bazı istisnai durumlarda bireysel psikoloji, bi
reyin diğer insanlarla olan ilişkilerini dikkate almayan bir po
zisyondadır. Bir bireyin zihinsel hayatında başkaları bir model
olarak, bir amaç olarak, bir yardımcı olarak veya karşıt bir taraf
olarak sürekli olarak yer alır. Bu yüzden ilk zamanlardaki birey
sel psikoloji, uzun ama tamamen haklı bir deyişle, aynı zamanda
sosyal psikolojidir.
Bir bireyin ailesiyle, kardeşleriyle, eşiyle ve doktoruyla
olan ilişkileri şimdiye kadar yaşanılan bütün ilişkiler psikanalitik
araştırmaların asıl konusu olmuştur sosyal bir olay olarak düşü
nülebilir. Bu açıdan bakıldığında bu ilişkiler "narsistik"1 olarak
adlandırılan başka bazı süreçlerle zıtlık içinde olabilir. Sosyal ve
narsistik arasındaki zihinsel hareketin zıtlığı tamamen bireysel
psikolojinin alanına ginnektedir ve bunun sosyal psikoloji veya
grup psikolojisinden ayrımı iyice hesaplanmamıştır (Bleuler nar
sistikleri "otistik" olarak adlandırabilir).
Daha önce de bahsedildiği gibi ailesiyle, kardeşleriyle, eşiy-.
le, arkadaşlarıyla ve doktoruyla ilişki içinde olan birey, bu in
sanlardan kendisi için büyük öneme sahip olan sadece tek bir
insanın veya çok az bir insanın etkisi altına girer. Şimdi sosyal
psikoloji veya grup psikolojisinden konuşurken
bu
ilişkileri bir
kenara koymak ve aynı anda bireyi etkileyen, bir şekilde bağlı
1
Güdülerin tatmininin kısmen veya tamamen diğer insanların etkisinden dolayı
geri çekilmesi.
5
olduğu veya birçok açıdan ona yabancı olan, çok sayıda insanı
araştırma konusu olarak ayrı tutmak olağan hale gelmiştir. Bu
yüzden grup psikolojisi bireyle; bir etnik grubun, bir milletin,
bir sosyal sınıfın, bir mesleğin, bir kurumun üyesi olarak ya da
belirli bir amaç için belirli bir zamanda bir araya gelmiş kalaba
lık bir grubun öğesi olarak ilgilenir. Birbirine doğal olarak bağ
lı olan şeyler arasındaki devamlılık bir kere bölünürse, bu özel
koşullar altında görünen olguları daha aza indirgenemeyen özel
bir içgüdü başka hiçbir durumda ortaya çıkmayan sosyal içgüdü
("sürü içgüdüsü'', "grup zihni") olarak kabul etmek kolaydır. Zi
hinsel hayatımızı harekete geçirmek için, başka türlü göz önünde
bulundurmayacağımız yeni bir içgüdüye her ne kadar zor gibi
gözükse de önem vermeye cesaret edebiliriz. Bu yüzden bek
lentilerimizi diğer iki ihtimale yöneltebiliriz: sosyal içgüdü ilkel
ve duyarsızca sınıflandıran bir şey olmayabilir ve sosyal içgüdü
gelişiminin başlangıcını keşfetmek, aile gibi dar bir alanı incele
mekle mümkün olabilir.
Grup psikolojisi sadece başlangıç aşamasında olmasına
rağmen ayrı konulan ve şimdiye kadar birbirinden dikkatli bir
şekilde hiç ayırt edilmemiş çok sayıda konuyu sahiplenir. Fark
lı şekillerdeki grup oluşumunu sade bir biçimde sınıflandırmak
ve bunlar tarafından üretilen zihinsel olay büyük bir gözlem ve
açıklama gerektirir ve verimli bir kaynakçanın oluşmasını sağlar.
Bu kitabın kısıtlı boyutunu grup psikolojisinin geniş boyutuy
la karşılaştıran herkes bütün materyalden seçilen sadece birkaç
noktanın burada anlatıldığını hemen anlar. Gerçek şu ki, özel
olarak ilgilenilen birkaç soru psikanalizin derin psikolojisiyle
alakalı olacaktır.
6
il
LE BON'UN GRUP ZİHNİ TAN IMI
Bir tanım vermekten başlamak yerine bu inceleme yazısı
altındaki olay çeşitliliğini belirlemekle başlamak daha faydalı
olabilir ve bu çeşitlilik arasından özellikle dikkat çekici ve karak
teristik gerçekleri seçmek için biziın sorularımız eklenebilir. Bu
amaçların hepsini Le Bon 'un hak ettiği gibi ünlü olan çalışması
Psychologie des foules ( 1 8 95)'ten alıntılarla başarabiliriz.
Konuyu bir kere daha açıklığa kavuşturalım. Eğer bir psiko
loji bir bireyin yatkınlıklarını, içgüdüsel dürtülerini, hareketinin
an1açlarını ve en yakınındaki kişilerle olan ilişkilerini araştırmak
gibi görevlerini bütünüyle taman1ladıysa ve bütün konuları bağ
lantılarıyla açıkladıysa, kendini daha sonra aniden tamamlan-
111amış yeni görevlerle yüzleşirken bulabilir. Psikoloji, bu bireyi
beklenilenden oldukça farklı olarak anladığı, düşündüğü, hisset
tiği ve davrandığı durumlarda, şaşırtıcı gerçekleri açıklamaya
mecbur olacaktır. Bu durumlar, bireyin bir "psikolojik grubun"
özelliklerini alarak o topluluğa katılmasıdır. Öyleyse "grup" ne
demektir? Bireylerin zihinsel hayatı üzerindeki kararlı etkiyi ye
rine getirme gücünü nasıl kazanıyor? Birey üzerindeki zihinsel
değişikliğin doğası nedir? Bu üç soruya cevap vermek teorik
grup psikolojisinin görevidir. Bu sorulara cevap vermek için en
iyi yaklaşım üçüncüsünden başlamaktır. Bireyin hareketlerin
de meydana gelen değişikliği gözlemlemek grup psikolojisine
malzeme sağlar; açıklanacak şeyin tanımını yapınak açıklama
yapma girişiminden önce gelmelidir. Şimdi Le Bon'un kendisi
için konuşmasına izin verelim. Le Bon: "Bir psikolojik grup tara
fından sergilenen en çarpıcı şey ardından gelme özelliğidir. Gru
bu bir araya getiren kişiler kim olursa olsun, hayatlarının tarzı,
meslekleri, karakterleri, zekaları aynı ya da farklı olabilir. Aslına
bakarsak grup üyeleri bütün bunları ortak varlığa ekleyerek bir
7
grup haline gelirler ve bu bireylerin grup içindeki düşünme, his
setme ve davranma tarzı her bir bireyin yalnızken nasıl düşün
düğünden, hissettiğinden ve davrandığından oldukça farklıdır.
Bireylerin oluşturduğu grup dışındaki hallerde var olmayan ve
harekete dönüştürülmeyen bazı fikirler ve hisler vardır. Psiko
lojik grup belirli bir süre için bir araya getirilmiş benzer olma
yan unsurlardan oluşan duruma bağlı bir yapıdır. Tam anlamıyla,
bir araya gelerek bir vücudu oluşturan hücreler yeni bir varlığın
özelliklerini gösterir ve bu özellikler hücrelerin tek başınayken
gösterdikleri özelliklerden oldukça farklıdır." ( 1 920, 29.)
Şimdi de biz Le Bon 'un açıklamasına müdahale iznini ala
rak kendi açıklamamızı yapalım ve buna bağlı olarak bir gözlem
anlatalım. Eğer bir gruptaki bireyler bir bütünlük oluştuyorsa,
mutlaka onları bir araya getiren bir şey olmalıdır ve bu bağ ta
mamen grubun özelliği olabilir. Ancak Le Bon bu soruya cevap
vermez. Le Bon, bireyin grup içindeki değişiklikleri düşünmeye
devam eder ve kendi derin psikolojimizin temel varsayımlarının
grupla uyumunu anlatır.
"Bir bireyin yalnızken olduğu haliyle grup içindeki halinin
ne kadar farklı olduğunu kanıtlamak kolaydır ama bunun neden
lerini keşfetmek çok da kolay değildir."
"Bireyleri incelemek için ilk olarak, modem psikoloji tara
fından oluşturulan gerçekleri zihnimize söylemek gereklidir, bu
gerçekler şudur ki bilinçaltı durumu sadece zeka kullanımında
değil bedensel yaşamda da tamamıyla ağır basmaktadır. Zihnin
bilinçli olan kısmı bilinçaltı ile karşılaştırıldığında daha küçük
bir öneme sahiptir. En usta analizciler, en zeki gözlemciler bile
bireyin davranışlarını belirleyen az sayıdaki güdülerden daha
fazlasını bulurken nadiren başarılı oldular. Bizim bilinçli hare
ketlerimiz, zihnimizde kalıtsal olarak var olan bilinçaltı temeli
nin bir sonucudur. Bu temel, nesilden nesile miras bırakılan ve
bir ırkın düşünce yapısını oluşturan çok sayıda ortak özellikten
8
oluşmaktadır. Hareketlerimizin belirli olan nedenlerinin arkasın
da, hiç kuşku yok ki itiraf etmediğimiz gizli nedenler de vardır.
Bu sebeplerin de arkasında bizim bilmediğimiz daha da gizli bir
çok neden vardır. Bizim günlük hareketlerimizin büyük bir kıs
mı gözlemlemekten kaçtığımız gizli dürtülerimizin sonucudur."
(lbid., 30.)
Le Ban, bireylerin belirli gereksinimlerinin grup içinde yok
edildiğini ve bu şekilde ayırt ediciliğin gözden kaybolduğunu
düşünüyor. Ayrı cinsten olanlar aynı cinsten olanların içine gö
mülüyor ve ırksal bilinçaltı su yüzüne çıkıyor. Şunu söyleıneliyiz
ki, zihinsel üstyapı gibi gelişimi bireylerde değişiklik gösteren
şeyler kaldırılıyor ve bilinçaltı esasları herkeste aynı şekilde olan
bir görüşe dayandırılıyor.
Bu şekilde gruptaki bütün bireyler sıradan bir özellik göste
riyor. Le Ban, grup içinde bireylerin daha önce sahip olmadıkları
yeni özellikler de göstermeye başladıklarını düşünüyor ve bunun
nedenini 3 farklı etmende arıyor.
"Birincisi, bir grubun parçasını oluşturan bireyin, sadece
sayısal sebeplerden, yenilmez güç düşüncesinden içgüdülerine
kazanç sağlaması ister istemez bireyi kısıtlıyor olabilir. Bireyin,
grup içindeki kimliğinin belli olmayacağı ve genellikle bireyi
kontrol eden ve tamamen yok olmasına neden olabilen sorumlu
luk duygusunun grup içinde olmadığı düşüncesiyle kendi kendi
ni kontrol etme eğilimi daha azdır." (lbid., 33.)
Bizim bakış açımıza göre, yeni özelliklerin görülmesine çok
da fazla önem vermemek gerekir. Bize göre, grup içinde olmak,
bireyin bilinçaltında yatan bastırdığı içgüdüsel dürtülerden kur
tuln1asına olanak vereceğini söylemek yeterli olacaktır. Bireyin
sergilediği yeni özellikler aslında insan zihninin bilinçaltında kö
tülüğe olan eğiliminin göstergesidir. Böyle durumlarda bilincin
ya da sorumluluk duygusunun kaybolmasını anlamak çok da zor
değildir. Çok uzun zamandır bizim "sosyal kaygı" olarak tanım
ladığımız şey aslında bilinçtir.
9
"İkinci sebep, grup içindeki diğer özelliklerin göstergelerin
belirlenmesine aracılık eden yayılmadır. Yayılma, varlığını gös
termesi kolay açıklaması zor bir kavramdır. Kısaca çalışacağımız
hipnotize edici yöntemler arasında sınıflandırılmalıdır. Bir grup
içindeki her duygu ve hareket bir yayılmadır ve bireyin kendi
menfaatlerini ortak menfaatler için feda ettiği bir durumdur. Bi
reyi grubun bir parçası yapmasından hariç, bireyin nadiren ye
tenekli olduğu kendi doğasına oldukça zıt olan bir yetenektir."
(lbid., 33.)
Daha sonra bu son cümleye bağlı olarak önemli bir varsayı
mın temelini oluşturacağız.
"Üçüncü ve en önemlisi, bir gruptaki bireylerin gösterdiği
belirli özelliklerin yalnızken olduğundan oldukça farklı bir şekil
de olması nedenini belirler. Demek istediğim şu ki telkine açık
lık. Yukarıda bahsedilen yayılma sadece bir etkidir.
"Bu olayları anlamak için son zamanlardaki psikolojik bul
guları aklımızda tutmak gereklidir. Bugün artık biliyoruz ki deği
şik süreçlerle, birey kendi bilinçli kişiliğini tamamen kaybedebi
lir, onu kendi kişiliğinden mahrum bırakarak yönlendiren kişinin
bütün önerilerine uyabilir ve karakteriyle, kişiliğiyle tamamen zıt
olan hareketlerde bulunabilir. En dikkatli araştırmaların kanıtla
maya çalıştığı şey, bir bireyin hareket halindeki bir grubun içinde
zamanla eriyerek kendisini, grubun çekici etkisinin sonucunda
ya da bizim bilmediğimiz özel bir durumun içinde bulmasıdır.
Bu durum hipnotize edilmiş bir bireyin kendisini hipnotize eden
kişinin ellerinde bulması gibi büyüleyici bir durumdur . . . Bilinçli
kişilik tamamen yok olmuş, akıl ve irade kaybolmuştur. Bütün
hisler ve düşünceler hipnotize eden kişinin istediği yöne doğru
yönelmiştir.
"Aynı zamanda böyle bir durum tahminen bireyin bir grubun
parçasını oluşturduğu bir durumdur. Birey artık hareketlerinde
10
bilinçli değildir. Bu durumda, hipnotize edilen bireylerde olduğu
gibi, aynı zamanda bazı yetenekler köreltilirken bazı yetenekler
yüksek derecelere çıkartılabilir. Bir telkinin etkisi altında, birey
bazı hareketlerin başarısını karşı konulamaz bir ataklıkla kendi
üstüne alabilir. Bu ataklık, grup içinde, hipnotize edilmiş bir bi
reyinkinden daha karşı konulmazdır. Bu gerçeklikle, bir gruptaki
bütün bireyler için telkin aynıdır ve gücünü karşılıklı davranış
lardan alır." (lbid., 34.)
"Göreceğiz ki telkin ve düşüncelerin, fikirlerin aynı doğrul
tuda yayılması yoluyla bilinçli kişiliğin kaybolması, bilinçaltın
daki kişiliğin baskın olması ve telkin edilen önerileri hemen dav
ranışa dönüştürme eğilimi bireyi grubun bir parçası yapan başlı
ca özelliklerdir. Artık birey kendisi değildir ve kendi isteklerinin
yönlendirmesiyle hareket etmeyi bırakıp başkalarının kontrolü
altında olan biri haline gelir." (lbid., 35 .)
Le Bon bir bireyin grup içindeki durumunu hipnotize edil
miş bir kişiyle aynı olarak görür ve iki durum arasında sadece bir
karşılaştırma yapmaz. Bizim bu duruma herhangi bir şekilde kar
şı çıkmaya niyetimiz yok ama şu gerçekliğe değinmek isteriz ki
bireyin grup içinde değişmesini sağlayan son iki neden (yayılma
ve telkine açıklık) açık bir şekilde eşit derecede değildir çünkü
yayılma, telkine açıklığın göstergesi gibi gözükmektedir. Buna
ek olarak, bu iki faktörün etkisi Le Bon'un dikkat çektiği gibi
keskin bir şekilde birbirinden ayrılmamıştır. Yayılma ile grup
üyelerinin birbirleri üzerindeki etkisini bağlantılı hale getirerek
ve de aynı zamanda Le Bon'un hipnoz etkisiyle benzer olarak
gördüğü gruptaki telkinin belirtilerini başka bir kaynak olarak
göstererek Le Bon'un cümlelerini belki de en iyi şekilde anlat
mış oluruz. Ama hangi kaynak? Le Bon 'un açıklamasında bah
setmediği, karşılaştırmadaki temel esaslardan birini, grup içinde
hipnotize eden kişinin kim olduğu, fark ettiğimiz zaman eksiklik
hissine saplanıp kalmaktan uzak duramayız. Buna rağmen Le
1 1
Bon, derinlerde kalınış bilinmezlik ve bireylerin birbiri üzerinde
kullandığı, asıl telkinin güçlendirildiği yayılmacı gerçekliğin çe
kiciliğinin etkisi arasında bir ayrım yapmamıştır.
Bir gnıp içindeki bireyi anlamaya yardım etmesi için başka
bir sebep daha var: "Ek olarak, birey örgütlü bir gnıbun parça
sını oluşturduğu gerçeğinden dolayı, medeniyet basamağından
birkaç adıın geriler. Birey tek başına belki görgülü birisi olabilir;
kalabalık içindeyken belki içgüdüleriyle hareket eden kaba bir
kişi olabilir. Birey, ilk insanların doğaçlama özelliğine, şiddeti
ne, vahşiliğine ve de coşkunluğuna ve kahramanlığına sahiptir."
(lbid.,
36.)
Le Bon özellikle, bir bireyin grup içine karıştığında
yaşadığı düşünsel becerilerinde olan gerileme üzerinde çok dur
nıuştur.
Şimdi bireyi bir kenara bırakalım ve Le Bon tarafından özet
lenmiş grup zihnine bakalım. Bir psikanalistin, grup zihninin
kaynağını bulmakta ve bir yere oturtmakta yaşadığı zorluk sade
ce bir tane değildir. Le Bon, bunun yolunu ilk insanların ve ço
cukların zihinsel hayatıyla benzeyen yönlerini işaret ederek bize
yolu kendisi göstermiştir (Ibid., 40.)
Bir grup fevri, değişken ve asabidir. Buna nedeyse yalnızca
bilinçaltı neden olmuştur. Bir grubun uyduğu dürtüler, cömertlik
ya da zalimlik, kahramanlık ya da korkaklık duruınlarında olabi
lir; ancak, bu dürtüler çok otoriter olduklarından dolayı kişinin
ilgileri, nefsini koruması bile kendini gösteremez (lbid., 4 1 .).
Hiçbir şey önceden planlanmışlıkla alakalı değil. Bir grup bazı
şeyleri tutkuyla istese de tahammül becerisi olmadığı için hiçbir
zaınan çok uzuıı :ünnez. Grup, istediği şey ve bunu başarmanın
arasında olan hiçbir gecikmeye tahammül edemez. Grubun gücü
nün her şeye yettiğine dair bir kanı vardır; bir birey için iınkan
sızlık kavran1ı grup içinde yok olur.
Bir grup akıl almaz bir şekilde her şeye kanar ve bütün etki
leınelere açıktır, eleştirel kabiliyeti yoktur ve onun için olasılık-
12
sız hiçbir şey yoktur. Grup, bireylerde serbest çağrışımla ortaya
çıkan, birbirleriyle alakalı şekillerle düşünür ve gerçeklikle uyu
şup uyuşmadığı makul bir birim tarafından hiçbir zaman kontrol
edilmez. Bir grup olma hissi genellikle oldukça basittir ve olduk
ça abartılınıştır. Dolayısıyla bir grup ne şüphe etmeyi bilir ne de
kararsızlığı.
Grup direk olarak en uç noktalara gider; eğer bir şüphe
gösterilirse hemencecik inkar edilemez bir gerçekliğe bürünür;
beğenmeme gibi bir durumun ortaya çıkması çok öfkeli bir düş
manlığa dönüşür (lbid., 56.)
Uç noktalara eğilim
1ı
olarak bir grup sadece aşırı uyarıcı tar
geldiğinde heyecanlanahi
1
ır. Grup üzerinde etki kurmaya çalışan
herhangi birinin görüşlerinde mantıksal bir tutarlılığa gerek yok.
Bunu gerçekleştirmek için en ikna edici boyalan kullanmalı,
abartılı olmalı ve aynı şeyleri tekrar tekrar söylemeli.
Grup doğru ya da yanlışın ne olduğu konusunda hiçbir şüphe
içinde olınadığından ve bilinçli olduğundan dolayı ve bunlara ek
olarak da sahip olduğu büyük güçten dolayı otoriteye bağlı oldu
ğu kadar tahammülsüzdür de. Güce saygı duyar ve zayıflık gös
tergesi olduğuna inandığı için kibarlıktan sadece çok az bir şekil
de etkilenir. Kahramanlarından istediği şey güçtür hatta şiddettir.
Baskı altında olmak, yönetilmek ve ona hakim olan kişilerden
korkmak ister. Temel olarak, grup tamamen muhafazakardır, bü
tün yeniliklere ve gelişmelere karşı derin bir isteksizliği vardır ve
geleneğe sonsuz bir saygısı vardır (Ibid., 62 .).
Bir grubun manevi değerleri hakkında doğru bir karara var
mak için, bireylerin grup içinde bir araya geldikleri zaman bütün
bireysel kısıtlamaları azaldığını ve eski zamanlardan kalan açı
ğa çıkmamış bütün zalim, merhametsiz ve yok edici içgüdüle
rin özgürce doyuma ulaşmak için bireyi kışkırttığını göz önünde
bulundunnak gerekir. Oysa ki, telkinin etkisi altında gruplar fe
dakarlık, bencil olmama ve kendini bir 1maca adama gibi büyük
13
başarılara da gücü yeter. Yalnız olan bireylerde sadece kişisel il
giler bireyi harekete geçirirken, bir grubun içinde bu çok az öne
çıkar. Kendi etik değerleri olan bir bireyin bir grup tarafından
yükseltildiğinden bahsetmek de mümkün ( lbid., 65.). Oysa ki,
bir grubun zihinsel kapasitesi bir bireyin kapasitesinin oldukça
altındadır. Grubun ahlaki davranışları bir bireyinki kadar yükse
lebileceği kadar derinlere de batmış olabilir.
Le Bon'un tanımındaki diğer özellikler grup zihninin ilkel
insanlarla özdeşleşmesinin nasıl haklı olduğunu belirgin bir şe
kilde gösteriyor. Grup içindeki en çelişkili fikirler bile yan yana
olabilir ve aralarındaki mantıksal zıtlıktan hiçbir sorun çıkmak
sızın birbirini hoş görebilir. Psikanalistlerin de uzun zamandan
beri dikkat çektikleri bu durum bireylerin, çocukların ve sinir
hastalığı olan kişilerin, bilinçaltındaki zihinsel hayatlarında olan
durumdur.
Daha da fazlası, bir grup, kelimelerin sihirli gücünün bo
yunduruğu altına girer. Bu kelimeler grup zihnindeki aşılması
en zor fırtınaları harekete geçirme ve bu fırtınaları sakinleştir
me yeteneğine sahiptir (lbid., 1 1 7.). "Gerekçe ve görüşler bazı
sözcüklerle ve formüllerle mücadele konusunda yeteneksizdirler.
Bunlar grubun huzurunda büyük bir ciddiyetle anlatılınış ve say
gı ifade edilirken hemen söylenen desteklendiği belli olan ve bü
tün başların eğildiği sözcüklerdir. Bunlardan çoğu doğal güçler
olarak ya da doğaüstü güçler olarak düşünülür (lbid., 1 1 7.). Bu
bağlantıda akılda tutulması gereken şey ilkel insanlar arasındaki
tabu ve isimlere ve sözcüklere atfetmeye çalıştıkları güç.
Son olarak, gerçeklikten sonra gruplar hiçbir zaman arzulan
ınaz. Gruplar yanılsama isterler ve onlarsız yapamazlar. Gerçek
olmayan şey gerçekliğe üstün olsun isterler, doğru olan bir şey
den ne kadar güçlü bir şekilde etkileniyorlarsa doğru olmayan
bir şeyden de o kadar etkilenirler. Bu ikisinin ayrımına varmama
gibi bir eğilimleri vardır (Ibid., 77.).
14
Bu hayal aleminin üstünlüğünün ve gerçekleşmemiş istek
lerden doğan yanılsamanın psikolojik bozuklukların belirleyici
etmeni olduğuna dikkat çektik. Psikolojik bozukluklar, sıradan
tarafsız bir gerçeklik tarafından değil de psikolojik gerçeklik ta
rafından yönlendirildiğini bulduk. Histerik bir belirti gerçek bir
deneyimin tekrarına değil de hayal gücüne bağlıdır ve takıntılı
bir psikolojik bozukluktaki suçluluk hissi hiçbir zaman gerçek
leştirilmeyen kötü bir niyete bağlıdır. Hatta rüyalardaki ve hip
nozdaki gibi, bir grubun gerçek şeyleri test etme gibi zihinsel
işlemleri, arzulu dürtülerinin gücü ve duygusal yükü ile karşılaş
tırıldığında arka plana düşüyor.
Le Bon'un grupların liderleri konusunda söyledikleri daha
az detaylı ve bizim altında yatan ilkeyi açıkça anlatmamıza ola
nak vermiyor. Le Bon, belirli bir sayıdaki canlı varlıkların, hay
van topluluğu ya da insan topluluğu fark etmeksizin, bir araya
gelir gelmez kendilerini içgüdüsel olarak bir üstün otoritesi altına
yerleştirdiklerini düşünüyor (Ibid., 1 34.). Grup itaatkar bir top
luluktur ve birisi tarafından yönetilmezse yaşayamaz. İtaat için
böylesine bir arzusu vardır ve bu içgüdüsel olarak kendini gru
bun yönetimine atayan herkese girer.
Bu şekilde grubun istekleri yarım yamalak lidere taşınsa da
lider kişisel özelliklerini buna ayarlamaya çalışmalıdır. Grubun
inancını uyandırmak için lider kendini güçlü bir fikirle çekici
kılmalıdır. Lider, grupta olmayan ve üyelerin kabul edebilece
ği güçlü ve etkileyici bir iradeye sahip olmalıdır. Le Bon daha
sonra farklı tarzlardaki liderlerden ve grup üzerindeki çalışma
yöntemlerinden bahsetmiştir. Genel olarak Le Bon, liderlerin,
kendilerinin ve fanatiklerinin inandığı fikirlerle kendi varlıklarını
hissettirdiklerine inanıyor.
Ayrıca, Le Bon hem fikirlere hem liderlere "saygınlık" diye
adlandırdığı gizemli ve karşı konulaınaz bir güç atfeder. Saygın
lık, üzerimizde bir birey, bir iş ya da bir fikir tarafından gösterilen
bir çeşit hakimiyettir. Bu bizim eleştirel yeteneğimizi tamamen
15
durdurur ve bizi merak ve saygıyla doldurur. Hipnozdaki büyü
lenmişlik durumu gibi bir duygu canlandırır (lbid., 1 48). Le Bon
kazanılmış veya yapay saygınlığın kişisel saygınlıkla ayrımını
yapar. Kazanılmış veya yapay saygınlık, insanların isimlerine,
geleceğine, ününe ve düşüncelerine geleneğin etkisinde eklen
miştir. Bu saygınlık türü bütün durumlarda geçmişe kulak verdiği
için bu karışık etkiyi anlamamıza çok yardım edemiyor. Kişisel
saygınlık lider olan çok az kişiye liderliği aracılığıyla eklenir ve
herkesi itaat ettirecek çekici bir büyü gibi bir etkisi vardır. Ancak
bütün saygınlıklar başarıya bağlıdır ve bir başarısızlık durumun
da kaybolur (lbid., 1 59).
Le Bon, liderliğin işleviyle saygınlığın başarıldığı ve say
gınlığın öneminin grup zihninin ustalıklı bir şekilde uygulanmış
tasviriyle tamamen bir uyum içinde olduğu izlenimini vermez.
16
III
ORTAK ZİHİNSEL HAYATIN DİGER AÇIKLAMALARI
Le Bon'un tanımını giriş kısmı aracılığıyla kullanmıştık
çünkü bilinçaltındaki zihinsel hayata yaptığı vurguyla kendi psi
kolojimizle oldukça iyi uyuşuyor. Ancak, eklemeliyiz ki gerçekçi
bir olgu olarak bu yazarların hiçbiri yeni hiçbir şey ileri sürme
miştir. Grup zihninin belirtilerini zarara uğratmak ve değerini dü
şürmek için Le Bon'un söylediği her şey, onun gibi eşit derecede
farklılığı ve karşıtlığı olan herkes tarafından önceden söylenmişti
ve literatürün ilk zamanlarından beri düşünürler, devlet büyükleri
ve yazarlar tarafından uyumlu bir şekilde tekrar etn1eye devam
ediliyor. Le Bon'un en önemli düşüncelerini kapsayan, zihinsel
işlevin toplu olarak engellenmesine ve gruptaki duygusallığın
yükseltiln1esine değinen iki önerme kısa bir süre önce Sighele ta
rafından oluşturulınuştur. Aslında, Le Bon'a özgü olarak artaka
lan şey bilinçaltı ve zihinsel hayatın ilkel insanlarla karşılaştırıl
ması kavramlarıdır. Bu kavramlar bile Le Bon'dan önce elbette
ki üstü kapalı bir şekilde söylenmiştir.
Ancak, daha fazlası, Le Bon tarafından yapılan grup zihni
nin tanımı ve tahmini ve diğerleri herhangi bir yolla tartışmasız
bir şekilde bugüne bırakılmamıştır. Hiçbir şüphe yok ki grup zih
niyle alakalı az önce bahsedilen bütün olaylar doğru bir şekil
de gözlemlenmiştir ancak tamaınen zıt bir düşüncede etkin hale
gelen grup oluşumunun diğer belirtilerini, grup zihninin mutla
ka takip etmesi gereken daha yüksek fikirlerden ayırt etmek de
mümkündür.
Le Bon, bazı özel durun1larda grubun ahlaki değerlerinin,
grubu oluşturan bireylerin ahlaki değerlerinden daha üstün ola
bileceğini ve sadece toplulukların yüksek seviyede cömertliğe
ve fedakarlığa eğimli olduğunu kabul etmek için hazırlanmıştır.
"Yalnız olan bireylerde kişiyi harekete geçirme gücü sadece ki-
17
şisel ilgiler iken, grup içindeyken kişisel ilgiler çok nadir öne
çıkar." (Le Bon, çeviri 1 920, 65.) Diğer yazarlar, bireyler için ah
laki standartlar koyan tek şeyin, bireyin bu standartların yüksek
taleplerine ulaşmaya çalışırken bu kuralların birinde ya da öte
kisinde başarısızlığa uğramasına rağmen, toplum olduğunu ileri
sürerler. Ya da bu yazarlar, bazı istisnai durumlarda toplumlarda
en olağanüstü grup başarılarını mümkünleştiren şevk denilen bir
olgunun ortaya çıkabileceğine dikkat çekerler.
Düşünsel işe gelince, düşünce alanındaki büyük kararların
ve problemlerin çözümlerinin sadece kendi başına çalışan bir
birey için mümkün olduğu bir gerçek olarak kalmaya devam
ediyor. Ancak grup zihninin de zeka alanındaki yaratıcı düşün
ce üretme kabiliyeti, halk müziğinde, halk biliminde gösterildiği
gibi dilin kendisi tarafından da gösterilmektedir. Bu açık bir soru
olarak kalmaya devam etmektedir ve daha da fazlası bireysel bir
düşünür ya da yazar, yaşadığı grubun etkisine ne kadar minnettar
olmalıdır ve diğerlerinin aynı anda paylaştığı zihinsel bir işi on
lardan daha iyi ne kadar yapabilmektedir.
Tamamen tutarsız bu açıklamalara rağmen, grup psikolojisi
nin çabaları başarısız bir sonuç elde etmeye mecbur gibi görünü
yor. Ancak bu ikilemden kaçmanın daha umut verici bir yolunu
bulmak kolaydır. 'Grup' adı altında muhtemel olarak toplanan
çok sayıdaki ve oldukça farklı yapının belki de ayırt edilmesi
gerekir. Sighele, Le Bon ve diğerleri, grupların aceleyle toplan
mış, geçici ilgileri olan ve değişik türde insanlardan oluşan kısa
süreli bir özelliği olduğunu iddia etmişlerdir. Devrimci grupla
rın en başta da Fransız Devrimi'ni gerçekleştirenlerin özellikle
ri şüphesiz bir şekilde kendi açıklamalarından etkilenmeleridir.
Karşıt fikirler kendi kökenlerini insanoğlunun kendi hayatlarını
aktardığı ve toplumun kurumlarında şekillenen istikrarlı gruplara
ya da derneklere borçludurlar. İlk soydan olan insanların grupları
ile ikinci soydan olan insanların ilişkileri yüksek ama dalgalı de
nizden dip dalgasına kadar aynı türdendir.
1 8
McDougall, 'Grup Zihni' kitabında, az önce bahsedilen aynı
zıtlıktan yola çıkmıştır ve örgütlenmenin nedenleri için bir çö
züm bulmuştur. En basit şekilde, grubun hiçbir örgütlenmeye sa
hip olmadığını ya da güçlükle bir ismi hak ettiğini söylemektedir
ve bu şekilde olan bir grubu "kalabalık" olarak tanımlamaktadır.
Ancak McDougall, bir insan kalabalığının bütün olayları, örgüt
lenmenin kurallarını aktarmadan bir araya gelebileceğini ve top
lumsal psikolojinin en gerekli gerçeklerinin kusursuz olarak özel
bir kolaylıkla gözlemlenebileceğini söylemiştir (McDougall,
1 920, 22). Rastgele insan kalabalığının bir araya gelerek psiko
lojik anlamda grup oluşturmadan önce bir koşulun sağlanması
gerekmektedir: bu bireylerde mutlaka birbirleriyle, bir nesneye
aynı ilgiyi duymak, bir durumda aynı duygusal önyargıya sahip
olmak gibi benzer bir şeylerin olması gerekmektedir.("sonuç ola
rak" bir şeyler katmaktan hoşlanmalıyım) "bir derecede karşılıklı
etki" (lbid., 23 ). Bu "zihinsel türdeşlik" ne kadar fazla olursa,
bireyler psikolojik bir grup oluşturmaya o kadar gönüllü olur ve
grubun belirtileri bir o kadar göze çarpıcı olur.
Grup oluşumunun en dikkat çekici ve de en önemli sonucu,
grubun bireylerinde oluşan "duyguların yüceltilmesi ve derinleş
tirilmesi" dir (lbid., 24). McDougall'ın düşüncesine göre, erkek
ler başka hiçbir koşul altında erişmediği ya da nadiren eriştiği
duygulara grubun içine karıştığında bir adım daha yaklaşır ve
ilgilenenler için bu keyif verici bir deneyimdir. Kendilerini açık
ça tutkularına bırakırlar ve bu yüzden grubun içine birleşmiş bir
şekilde ve bireyselliğin sınırlayıcı hissi kaybolur. Bireylerin bu
şekilde ortak bir dürtüye kapılma davranışı, McDougall'ın "te
mel anlayışlı tepki ile duyguları direk olarak başlatmanın ilkele
ri" diye adlandırdığı yolla açıklamaktadır (Ibid., 25). Duygusal
bir durumun belirtilerinin algılanması, onları algılayan insanda
aynı etkiyi uyandırması kendiliğinden hesaplanır. Aynı zamanda
aynı etki gözlenen insan sayısı ne kadar fazla ise bu kendiliğin
den olan baskının büyümesi de o kadar güçlü olur. Birey eleşti-
19
ri
gücünü kaybeder ve kendini aynı etkiye bırakır. Ancak birey
bunu yaparak onda bu sonucu ortaya çıkaran başka insanların
heyecanını artırır ve böylelikle karşılıklı etkileşimle, bireylerin
etkileyici yükümlülüğü yoğunlaşır. Açık olan bir şey var ki baş
kalarıyla aynı şeyi yapmanın ınecburiyeti birçok kişiyle uyum
içinde kalmak istemekten geliyor. Kaba ve basit duygusal güdü
ler grup içinde çabuk yayılmaya meyillidir (lbid., 39).
Etkilenmenin yoğunlaşması için olan bu mekanizma grubun
sayesinde ortaya çıkan diğer bazı etkiler tarafından tercih edilir.
Grup bireyi sınırsız bir güç ve üstesinden gelinemez bir tehlike
olması için zorlar. Grup, bir an iÇin otoritenin sahibi olan, cezası
bireyin korkulan olan ve bireyin, uğruna birçok engellenmeye
maruz kaldığı insan toplun1unun bütünüyle yer değiştirir. Bireyin
kendisini bunun karşısına koyması açıkça onun için çok tehli
kelidir. Birey için etrafındaki örnekleri takip etınek hatta belki
"yığınla aramak" bile onun için daha güvenli olacaktır. Yeni oto
riteye uyum için önceki "bilincini" kullanım dışı bırakabilir ve
bu yüzden engellenmelerin kalkmasından elde ettiği artan keyfin
çekiciliğine boyun eğer. Genel olarak bu yüzden, bu çok göze
çarpmaz ve böylelikle gnıptaki bir bireyi normal koşullarda uzak
kaldığı bir şeyler yaparken ya da bir şeyleri onaylarken görn1eli
yiz. Bu şekilde genellikle gizemli bir kelime olan "telkin etme"
ile örtülmüş bilinmezliği aydınlatmayı bile ümit edebiliriz.
McDougall gruptaki zekanın toplu olarak engellenmesi hak
kındaki tezi çürütmez (Ibid., 41 ). Daha düşük zekanın anlayışı
nın daha yüksek zekanın değerini kendi seviyesine düşürdüğünü
söyler. Daha yüksek seviyedeki zeka hareketlerinde engellenir
çünkü genelde etkileşiınin yoğunlaştırılması zihinsel çalışma
nın doğruluğu için istenilmeyen duruınlar yaratabilir. Diğer bir
neden ise bireyler grup tarafından korkutulur ve her bir bireyin
kendi performansı için duyduğu sonıınluluk hissinde bir azalma
vardır.
20
McDougall'ın basit "örgütlenmemiş bir grubun psikolojik
davranışını özetlediği görüşü Le Bon 'un görüşlerinden daha faz
la cana yakın değildir. Böyle bir grup "aşın şekilde duygusal,
fevri, şiddetli, kararsız, tutarsız, iradesiz ve hareketlerinde abar
tılıdır. Sadece kaba duyguları gösterir ve duygularından daha az
arınmıştır; telkine oldukça açıktır, kafa yorma konusunda dik
katsizdir, karar almada çabuktur, en basit ve mükemmel olma
yan kararlan bile almaya kabiliyetsizdir; kolaylıkla yönetilebilir,
kendinin farkında olma konusunda yetersizdir, kendine olan say
gısı ve sorumluluk duygusu eksiktir, kendi zorlamasıyla bilincin
den uzaklaşabilir bu yüzden grup, sorumluluk sahibi olmayan ve
mutlak gücün bütün belirtileri üretmeye meyillidir. Bu durumun
sonucu olarak, grubun davranışı, ortalama bir bireyin davranışı
gibi değil de daha çok başa çıkılmaz bir çocuk ya da yabancı bir
durumdaki cahil ve hırslı bir zalim gibidir. En kötü durumlar
da normal bir insanın davranışı gibi değil de vahşi bir canavarın
davranışı gibidir." (lbid., 45.)
McDougall çok iyi örgütlenmiş bir grubu yukarıda bahsedi
len grupla karşılaştırdığı için özel bu örgütlenmenin ne içerdiğini
öğrenmeye ve hangi etmenler tarafından oluşturulduğuna özel
bir ilgi duyuyoruz. Yazar toplum zihnini daha yüksek bir seviye
ye çıkartmak için beş tane "temel koşul" saymıştır.
Birinci ve en temel olan koşul, grubun varlığında belirli bir
derecede süreklilik olmalıdır. Bu fiziksel de olabilir resmi de ola
bilir. Eğer aynı bireyler belirli bir zaman grup içinde kalmaya
devam ederse bu fizik�el olur. Bireylerin başarılarıyla bağlanan
sabit pozisyonlar bir gr..ıp sistemi oluşturuyorsa bu da resıni olur.
İkinci koşul, gruba üye bireyde grubun yapısıyla, birleşmey
le, işlevleriyle ve becerileriyle ilgili bazı fikirlerin oluşması ge
rekmektedir ve bu şekilde birey grupla bir bütün olarak duygusal
bir ilişki kurabilir.
2 1
Üçüncü koşul, grup ona benzeyen ama birçok konuda farklı
olan diğer gruplarla etkileşim halinde (belki de rekabet durumun
da) olmalıdır.
Dördüncü koşul, grup özellikle bireylerin birbirleriyle olan
ilişkisini belirleyen geleneklere, göreneklere ve alışkanlıklara sa
hip olmalıdır.
Beşinci koşul, grup, özelleşme ve onu meydana getiren iş
levlerinin ayırt edilmesi şeklinde ifade edilen belirli bir yapıya
sahip olmalıdır.
McDougall'a göre eğer bu koşullar sağlanırsa grup oluşu
munun psikolojik dezavantajları ortadan kaldırılır. Zihinsel ye
teneğin toplu bir şekilde aşağı seviyeye çekilmesini, zihinsel
görevlerin performansını gruptan uzaklaştırıp bu performansları
grubun bireyleri için ayırırsak engelleyebiliriz.
McDougall 'ın, grubun "örgütlenmesi" olarak adlandır
dığı durum daha haklı sebeplerle başka bir yolla açıklanabilir.
Problem, bireye ait olan ve grup oluşumu tarafından söndürülen
özelliklerin nasıl oluşturulduğuna bağlıdır. Birey için, grubun
dışarısı, kendi devamlılığına, kendi öz-bilincine, geleneklere ve
göreneklere, kendine özgü işlevlere ve pozisyonuna sahip olduğu
yerdir ve birey burada kendini rakiplerinden ayrı tutar. Bireyin
"örgütlenmemiş" grubun içine girmesi yüzünden, birey bu ayırt
edici özelliklerini bir süreliğine kaybeder. Eğer amacın, grubu bi
reyin özellikleriyle donatmak olduğunu fark edersek, Trotter'in
kıymetli bir düşüncesini hatırlayabiliriz. Grupları oluşturmaya
olan eğilim, daha ileri bir organizma oluşturmak için çok hücreli
canlıların biyolojik bir devamlılığın etkisidir.
22
iV
TELKİN VE LİBİDO
Grup içindeki bir bireyin, grubun etkisi altına girdiğinde zi
hinsel faaliyetinde büyük bir değişiklik meydana geldiğini söy
leyerek başlamıştık. Bireyin etkileme yatkınlığı olağanüstü bir
şekilde yoğunlaşırken zihinsel yeteneği önemli derecede azal
mıştır. Her iki süreç de bireyin gruptaki diğer insanlara yakınlaş
ma yönüne kanıt olmaktadır ve bu sonuç sadece, her bireye özgü
olan dürtülerin engellenmişliğinin kaldırılmasıyla ve bireyin ger
çekten kendisine ait olan isteklerini ifade etmekten vazgeçmesiy
le elde edilebilir. Bütün bu istenmeyen sonuçların daha büyük bir
grup "örgütlenmesi" ile en azından önlenebileceğini duymuştuk
ancak bu grup psikolojisinin temel gerçekleriyle (etkilerin yo
ğunlaşması ve gruptaki zihin gücünün engellenmesi) zıtlık içinde
değildir. Şu anda ilgiıniz grup içindeki bir bireyde meydana ge
len bu zihinsel değişikliğin psikolojik açıklamasını bulmak.
Daha önce de bahsedildiği gibi bireyin gözünü korkutmak,
başka bir deyişle, kendini koruma güdüsü gibi mantıksal neden
lerin görünürdeki olayı kapsamadığı çok açık. Bunun ötesinde,
sosyoloji ve grup psikolojisi otoriteleri tarafından açıklama ola
rak ileri sürülen şey çeşitli isimler verilmesine rağmen genel
likle aynıdır. Bu şey sihirli söz "telkin"dir. Tarde ( 1 890) bunu
"taklit" olarak adlandırmaktadır ancak telkin kavramı altında
taklit olduğunu ileri süren bu yazarın fikrine katılamayacağız
ve taklit gerçekte telkinin bir sonucudur (Brugeilles, 1 9 1 3 ). Le
Bon bu sosyal olayın kafa karıştırıcı bütün noktalarının kayna
ğını iki noktada bulmuştur: bireylerin karşılıklı olarak birbirini
telkin etmesi ve liderlerin saygınlığı. Ancak saygınlık ne kadar
telkin etkisi uyandırma kapasitesiyle kabul edilebilir. McDou
gall bir anlığına "duyguları basitçe harekete geçirme" ilkesiyle
telkinin varsayımı olmadan bunu başarabileceğimiz izlenimini
23
veriyor. Ancak daha fazla düşündüğümüzde bu ilkenin, duygu
sal etmenlerin yarattığı stres dışında bizim bildiğimiz "taklit"
ve "yayılma" açıklamalarından daha fazla bir şey söylemediğini
fark etmeye zorlanıyoruz. Hiç şüphesiz ki başkasının duygula
rının belirtilerinin farkında olduğumuz zaman, kendimizi aynı
duygu durumuna sokmaya meyilliyiz. Ancak ne kadar sıklıkla
biz bu duygunun karşısında durmayı başaramıyoruz, ona dire
nemiyoruz ve bu duyguya en zıt şekilde tepki veremiyoruz? Ne
den bir grup içindeyken bu yayılma etkisine sürekli olarak izin
veriyoruz? Bir kere daha söylemeliyiz ki bizi uymaya zorlayan
bu yatkınlık taklittir ve bizde bu duyguyu yaratan şey ise grubun
yönlendirici etkisidir. Bundan oldukça farklı bir şekilde, McDo
ugall telkinden kurtulmamıza olanak vermez; grupların kendile
r;nc
özel telkine açıklıkla ayırt edilebileceğini başka yazarlardan
•iuyduğumuz kadar ondan da duymuştuk.
Bunun sonucunda, telkin (ya da daha doğru şekliyle telki
ne açıklık) aslında azaltılamayan temel bir olaydır ve bireyin
zihinsel hayatının esas gerçeğidir. Bernheim'in düşünceleri gibi
hayret verici sanatına l 889 yılında şahit oldum. Telkinin gad
darlığına olan örtülü kin duygusunu bile hatırlıyorum. Kendini
sorumsuz gibi gösteren bir hasta çığlıklarla karşılandı: "Ne yapı
yorsun?"
Vous vous contre-suggestionnez!,
bu adaletsizliğin ve
şiddet eyleminin göstergesi dedim kendi kendime. Eğer insan
lar telkinle onu boyundurukları altına almaya çalışıyorlarsa aksi
yönde telkin yapmak onun kesinlikle hakkıdır. Daha sonra benim
bu direnişim, telkine karşı çıkan, her şeyi açıklayan, açıklamadan
muaf olan bir yön aldı. Bunu düşünerek eski bir bilmeceyi tekrar
ettim:
Christopher, Christ 'i usandırdı; Christ bütün dünyayı usan
dırdı; öyleyse Christopher adımını nereye attı?
Otuz yıl ondan ayrı bir kenarda durduktan sonra telkinin sır
rının çözmeye şimdi bir kere daha yaklaştım ama durumda hiçbir
24
değişiklik göremedim (bu cümleye bir istisna elbette ki psikana
listin etkisine tanıklık etmek olabilir). Telkin kavramını doğru
bir şekilde oluşturmak için gösterilen özel çabaların, bu ismin
alışılagelmiş kullanımına uymak için yapıldığını fark ettim (örn.
McDougall, 1 920). Bu daha genişletilmiş bir kullanım kazanan
ve gitgide anlamını daha da yitiren kelime için kesinlikle gerek
siz değildir. Ancak yeterli mantıksal temeli olmayan koşullarda
insanı etkileyen telkinin doğasını anlamak için hiçbir açıklama
yoktur. Eğer detaylı bir araştırmanın üstlenileceğinin an meselesi
olduğunun farkında olmasaydım, son otuz yılın literatürünü ince
leyerek bu cüınleyi destekleme işinden kaçınmamalıydım.
Bunun yerine, grup psikolojisi üzerine ışık tutmak amacıyla
"libido" kavramını kullanma girişiminde bulunacağım. Libido,
psikonevrozların çalışılmasında iyi hizmet veren bir kavramdır.
Libido duyguların teorisinden alınan bir ifadedir. Libido
ya gerçekten ölçülememesine rağmen sayısal büyüklük olarak
düşünülen enerji isınini veriyoruz. Libidoyu, güdüleri her şeyi
yapmak zorunda olan "aşk" kelimesinin bünyesine alabiliriz.
Aşk derken ne demek istediğimizin esası cinsel aşka ve amacı
olan cinsel birlikteliğe dayanmaktadır. Ancak, bunu kendini ve
başkalarını sevmek, aileyi ve çocuklarını sevmek, arkadaşlık ve
insan sevgisi, kendini bazı somut nesnelere ve somut fikirlere
adamak gibi içinde sevgi kelimesini bulunduran durumlardan
ayırmıyoruz. Bizim sunduğumuz gerekçeler psikanalitik araştır
maların, bu yatkınlıkların aynı içgüdüsel uyarıların ifadesi oldu
ğunu öğrettiği gerçeğine dayanıyor. Her iki cinsin birbirleriyle
olan ilişkilerinde içgüdüleri cinsel birleşmeye doğru götürüyor
ama diğer durumlarda kendi kimliklerinin (yakınlığa duyuları
özlem ve fedakarlık gibi özelliklerin) fark edilmesini sağlamak
için asıl doğalarını yeteri kadar koruınalarına rağmen bu amaçtan
sapıyorlar ya da bu anıaca ulaşmaları engelleniyor.
Dilin, birleşmenin taınaınen savunulabilir kısmının, "aşk"
keliınesinin çok sayıdaki kullanımıyla oluşınasına olanak vere-
25
ceği düşüncesindeyiz ve aşk kelimesini bilimsel tartışmalarımıza
ve açıklamalarımıza ten1el almaktan daha iyi bir şey yapamayız.
Bu kararı oluştururken, aşırı yenilikçi bir hareketin suçlusuymuş
gibi psikanaliz hafif bir öfke fırtınasının oluşmasına izin verir.
Aşkı bu geniş anlamda kabul ederken yeni hiçbir şey yapılma
mış. Kendi kökeninde, işlevinde ve cinsel aşkla olan ilişkisinde,
filozof Plato'nun "Eros" kavramı aşk gücü psikanalizin libidosu
kavramıyla kesişmektedir. Nachmansohn'un
( 1915) ve Pfister'ın
( 1 921) da gösterdiği gibi ve bir hareketin öncüsü olan Paul,
Corinthians'a yazdığı ünlü mektubunda, aşkı her şeyin üstünden
tutar ve o da aşkı kesinlikle geniş anlan11nda anlamıştır. Bu sade
ce gösterir ki erkekler en fazla heğendıklerini söyledikleri zaman
bile her zaman büyük düşünürleri ciddiye almazlar.
Psikanaliz, bu aşk güdülerine kökeninden dolayı cinsel iç
güdüler adını vermiştir. "Eğitimli" olan insanların büyük bir kıs
mı bu terminolojiyi bir hakaret olarak düşünmektedir ve bunun
rövanşını "çarpıtılmış cinsellik" serzenişi ile psikanalize cevap
vererek almıştır. Cinselliği insan doğasını incitici ya da aşağıla
yıcı olarak düşünen herhangi biri, daha kibar ifadesi olan "Eros"
ve "erotik" kavramlarını kullanma özgürlüğüne sahiptir. İlkin
de böyle bir şey yapmış olabilirim ve bu yüzden kendimi birçok
zıtlıktan ayrı tutuyorum. Ancak bunu, cesaretsizlikten ödün ver
meyi önlemek istediğim için yapmıyorum. Hiç kiınse bu yolun
birini nereye yönlendirebileceğini söyleyemez; birisi keliınelerle
ilk yolu verir ve sonra azar azar kuvveti de verir.
Aşk ilişkilerinin ya da daha tarafsız bir ifadeyle duygusal
bağların da grup zihninin varlığını oluşturduğu varsayımıyla şan
sımızı deneyeceğiz. Otoritelerin bu ilişkilerden hiç bahsetmedi
ğini hatırlayalım. Onlara neyin karşılık geldiği telkinin parava
nında, sığınağında saklıdır. Hipotezimiz geçici iki tane düşünce
lerden ilk aşamada destek buluyor. Birincisi, bir grup açık olarak
bir tür güç tarafından bir arada tutulur: güç dünyadaki her şeyi
26
bir arada tutan Eros 'tan daha başarı ile verilebilir. İkincisi, eğer
grup içindeki bir birey kendi ayırt ediciliğinden vazgeçerse ve
diğer üyelerin telkinle kendisini etkilemesine izin verirse bu baş
kalarına, karşılarında olmaktan ziyade onlarla uyum içinde olma
gereksinimi duyduğu için yaptığı izlenimini verir.
27
v
YAPAY İKİ GRUP: KİLİSE VE ORDU
Grubun yapısı hakkında bildiklerimizden hatırlayabiliriz
ki çok farklı grupları ve gelişimlerindeki zıt alanları birbirinden
ayırt etmek mümkündür. Çok çabuk dağılan ve çok uzun süre
varlığını sürdüren gruplar: aynı türden bireylerden oluşan homo
jen gruplar, homojen olmayan gruplar, doğal gruplar, bir arada
bulunmak için dışarıdan bir güce ihtiyaç duyan yapay gnıplar,
ilkel gruplar ve belirli bir yapıya sahip son derece örgütlenmiş
gruplar. Yazarların daha
az
ilgi gösterıneye yüreklendirildiği ko
nuyla ilgili aynına değinmeliyiz. Lideri olmayan ve olan grupla
rın ayrımından bahsediyorum. Sıradan yöntemlerin tam tersine,
bizim hareket noktamıza benzeyen basit bir grup oluşumu seç
mek yerine oldukça düzenli, uzun süre varlığını devam ettiren
ve yapay grupları seçelim. Bu tarz yapıların en ilginç örnekleri
kiliseler ve ordulardır.
Kilise ve ordu yapay gruplardır. Başka bir deyişle, bu gnıp
ların dağılmasını önleyen belirli dışsal bir güç işlemektedir. Bir
kural olarak böyle bir gruba dahil olup olmamayı istemesi konu
sunda bir insana danışılmaz ya da ona hiçbir seçenek verilmez.
Bu gruptan ayrılmaya yönelik herhangi bir girişim zulümle veya
ağır ceza ile karşılaşır ya da bu girişim belirli koşullara bağlıdır.
Bu kuruluşların böylesine özel bir korunn1aya neden ihtiyaçları
olduğunu araştırmak şu anki ilgimizin oldukça dışındadır. Bizim
ilgimizi çeken sadece gerçeklik olarak adlandırılan bir durumdur.
Diğer durumlarda daha çok gizlenmiş, oldukça iyi bir şekilde ör
gütlenmiş, daha önce bahsedildiği şekilde dağılmaktan korunan
gruplarda gözlenebilir.
Bir kilisede (Katolik Kilisesinin avantajı ile), bir orduda da
olduğu gibi, ancak ikisi arasındaki farklılık belki başka yönler
dedir, başlarında gruptaki her bireyi eşit bir şekilde seven birisi-
28
nin olduğu yanılsaması ikisi için de geçerlidir (Katolik Kilise
sinde Mesih, orduda ise Başkomutan). Her şey bu yanılsamaya
bağlıdır; eğer bu düşünce yıkılsaydı dışsal güçlerin izin verdiği
kadarıyla hem Kilise
heın
de ordu dağılırdı. Bu eşit sevgi Me
sih
tarafında açık bir şekilde ifade edilmiştir: "Mademki benim
kardeşlerin1e bir :;;eyler yaptınız, aynı şeyi bana da yapın." O,
gruptaki bireylerin birbirleriyle kardeş ilişkisi içerisinde olduk
larını ve kendisinin onların yedek babalan olduğunu düşünür.
Birey üzerine yapılan bütün istekler Mesih 'in bu sevgisinden
kaynaklanmaktadır. Kilisenin içinde olan demokratik özellik,
birçok nedenden dolayı Mesih'in karşısında herkes eşittir ve
onun sevgisini herkes eşit olarak paylaşır. Hıristiyan toplumu
ve bir aile arasındaki benzerlik dua etmektir ve inananlar ken
dilerini Mesih'in kardeşleri olarak adlandırır. Hiç kuşkusuz ki,
her bireyin Mesih'e olan bağı aynı zamanda her birini birbirine
bağlar. Aynı şey ordu için de geçerlidir. Başkomutan ordudaki
her askeri eşit şekilde seven bir babadır ve bu nedenden dolayı
kendi aralarında arkadaşlardır. Ordu yapısal olarak bu şekildeki
birçok gruptan oluşması yönüyle Kiliseden farklılık gösterir. Her
komutan kendi bölüğünün başkomutanı ve babasıdır ve de kendi
birliğinin resmi görevli olmayan çalışanıdır. Aynı yapısal düze
nin Kilisede de olduğu doğrudur ancak ekonomik açıdan aynı
rolü oynamamaktadır. Bireyler hakkında daha fazla bilgi sahibi
olmak ve onlarla ilgilenmek bir başkomutandan çok Mesih'e at
fedilebilir.
Bir orduyu birlikte tutına önemine sahip olan, birinin ülke
si, milli şerefi, gibi hiçbir fikrin içinde yer bulaınadığı ordunun
şehvetli yapısına haklı olarak bir itiraz gelebilir. Bu grup bağının
farklı bir durumudur ve hiçbir zaman bu kadar basit olınaınış
tır; örneğin, Sezar, Wallenstein, Napolyon gibi büyük general
ler göstermektedir ki bu fikirler bir ordunun varlığı için olmazsa
olmaz değildir. Ordudaki bu şehvetli etkeni, etkili olmadığı du
ruınlarda bile yok saymak sadece teorik anlamda bir ilıınal değil
29
hem de pratik anlamda bir tehlikedir. Alman bilimi kadar ruhsal
olmayan Prusyalı askerlik ruhu,
1.
Dünya Savaşı'nda bunun so
nuçlarından zarar görmüştür. Biliyoruz ki Alman ordusunu tahrip
etmiş savaş bozuklukları bireyin orduda oynamayı beklediği role
karşı çıkması ile tanınıyor. Simmel' e göre, bir bireyin üstlerinden
acımasız muamele görmesi hastalığı harekete geçiren en önemli
kuvvettir. Eğer libidonun isteklerinin önemi daha iyi değerlen
dirilseydi, Amerikan Başkanı 'nın gerçek dışı vaatlerinin Ondör
düncü maddesine bu kadar kolay inanılmazdı ve muhteşem alet
ler Alman liderlerinin ellerinde bozulmazdı.
Farkına varılmalıdır ki bu iki yapay gruptaki her birey
Mesih'e ve Başkomutana ve gruptaki diğer bireylere bu şehvetli
bağ ile bağlıdır. Bu iki bağ nasıl birbirleriyle alakalı, birbirleri
ye aynı türden mi ve aynı değerleri mi taşıyorlar ve psikolojik
olarak nasıl tanımlanıyor gibi sorular sonra ortaya çıkabilecek
merak için ayrı bir kenara koyulmalı. Grup psikolojisinde lider
lerin önemini yeteri kadar değerlendiremeyen önceki yazarlara
karşı hafif bir serzenişte bulunmak gerekir. Gnıp psikolojisinin
en önemli olayına (birey grup içinde özgürlükten yoksundur) bir
tanım getirmeye karşı doğru yoldayız. Eğer her birey yoğun bir
duygusal bağ ile iki yöne bağlıysa bu durumu bireylerin kişilik
lerinde meydana gelen değişikliklere ve kısıtlamaya atfetmekte
hiç zorluk çekmeyiz.
Grubun özünde yer alan şehvetli bağlar ve aynı zamanda
askeri gruplarda en iyi çalışılabilecek panik durumu bu etkiye
bir ipucu olabilir. Bu şekildeki gruplar eğer ayrılırsa panik du
rumu ortaya çıkabilir. Üstler tarafından verilen emirlerin hiçbiri
dinlenmediği zaman ve her bireyin kendi hesabına çalışıp diğer
lerini dikkate almadığı zaman panik oluşabilir. Karşılıklı bağlar
son bulur, büyük ve anlamsız bir korku bağımsızlığına ulaşır. Bu
korku bütün bağları ve diğerlerini düşünme duygusunu hiçe sa
yacak kadar büyür. McDougall paniği yayılma yoluyla duygula
rın derinleştirilmesinin tipik bir örneği olarak kullanmıştır. Bütün
30
bunlara rağmen, tanımlamanın bu mantıksal yöntemi yetersiz ka
lır. Bu korkunun neden büyüdüğü ile ilgili birçok soru cevap bek
lemektedir. Tehlikenin büyüklüğü bundan sorumlu olamaz. Ordu
için de aynısı geçerlidir; paniğe kapılan birisi belki de daha önce
başarıyla büyük ya da daha büyük bir tehlikeyle karşılaşmıştır.
Bu kişi tehdit edici tehlikeyle hiçbir ilişkisi olmasına dayanamaz
ve genelde en öneınsiz durumlardan bile kaçar. Eğer panik kor
kusu içindeki bir birey sadece kendi hesabına çalışmaya başlarsa
şimdiye kadar tanıklık ettiği, tehlikelerin ona küçük görünmesini
sağlayan duygusal bağlar varlığına son verir. Artık kendi başına
tehlikeyle karşı karşıyadır ve şüphesiz ki tehlikeyi daha büyük
olarak düşünür. Bu nedenle, panik korkusu grubun şehvetli yapı
sının bir rahatlama olduğunu varsayar ve bu rahatlamaya savunu
labilir bir şekilde tepki verir. Bu düşüncenin aksi olan, gruptaki
şehvetli bağlar tehlikeyle karşı karşıya kalma korkusuyla zarar
görebilir düşüncesi çürütülebilir.
Gruptaki korkunun yayılma yoluyla oldukça artacağı görü
şü bu sözlerle en az karşı çıkılan şey değildir. Mc Dougall'ın
görüşü, tehlikenin gerçekten büyük olduğu ve grubun güçlü bir
duygusal bağı olmadığı zaman durumla tamamen uyuşmaktadır.
Ancak, gerçekten yol gösterici durum ve amaçlarımız için en
iyi kullanılan yukarıda bahsedilen şeydir. Normalden daha fazla
olmayan ve daha önce yaşanılan bir tehlike ile karşılaşılmasına
rağınen bir bölüğün birlikleri artan bir paniğe kapılabilir. "Panik"
kelimesinin kullanımının açık bir şekilde ve belirsizliklerden
uzak olması beklenmemelidir. Bazen panik kelimesi herhangi bir
toplu korkuyu ifade ederken, bazen bir bireyin bütün bağların
sınırını aştığı zamanlarda ve sıklıkla korkunun ortaya çıkınasının
herhangi bir olay tarafından desteklenmediği durumlarda kul
lanılabilir. Eğer "panik" kelimesini herhangi bir toplu korkuyu
ifade ederkenki anlamında ele alırsak etki alanı oldukça geniş
bir örnekleme yapınış oluruz. Bir bireydeki korku ya tehlikenin
büyüklüğü ile ya da duygusal bağların koparılmasıyla meydana
31
gelebilir İkinci bahsedilen durum nevrotik korku ya da kaygı du
rumlarıdır. Korkunun ortaya çıktığı gibi ortak tehlikenin arthğı
ya da grubu bir arada tutan duygusal bağın azaldığı duruınlarda
panik de ortaya çıkar. İkinci bahsedilen durum nevrotik kaygıya
benzetilebilir.
Mc Dougall gibi paniği, grup zihninin en sade işlevi ola
rak tanımlayan herhangi bir kişi, grup zihninin en göze çarpan
özelliklerinden birini kendi kendine yok ettiği gibi çelişkili bir
duruma ulaşacaktır. Paniğin bir grubun yok olması anlamına gel
diğinden şüphe duymak imkansızdır. Panik, başkalarını düşünme
duygularının yok olmasını içerir.
Paniğin ortaya çıkmasının tipik bir duruınu Nestroy'un Ju
dith ve Holofemes hakkında Hebbel'in oyunu adlı parodisinde
ömeklenmiştir. Bir asker haykırmaktadır: "Komutan başını kay
betti!" ve bunun üzerine bütün Asurlular kaçmışlardır. Bir an
lamda liderin kaybolması onun hakkında endişe duyulmaya baş
lanmasıdır, paniği ortaya çıkarır. Tehlikenin aynı olmasına rağ
men gruptaki üyelerin birbirlerine ve liderlerine olan bağlan bir
kural gibi yok olur. Prens Rupert'in kuyruğu kırılınca düşmesi
gibi grup tozun içinde ortadan kaybolur.
Dini bir grubun yok olmasını gözlemlemek çok kolay değil
dir. Kısa bir süre önce Katolik kökeninin
Hava Karanlıkken
adlı
İngilizce bir romanı geçti elime. Bu roman ,böyle bir ihtimalin
ve sonuçlarının, bana göre, mantıklı ve ikna edici bir betimle
mesini yapıyor. Roman, Hıristiyan insanın düşmanları tarafından
yapılan gizli bir planın Cennette bir mezar oluştururken başarıya
ulaşmasının nasıl keşfedildiğini anlatıyor.
Dini grubun başına gelen dağılmaya neden olan olayın kor
ku olmadığı farz ediliyor. Bunun yerine, Mesih'in eşit sevgisin
den dolayı, daha önceden yapamadıkları. diğer insanlara karşı
olan acımasız ve düşmanca güdüler onları var ediyor. Ancak,
Mesih 'in saltanatı zamanında bile inananlar topluluğuna ait ol-
32
mayan, onu sevmeyen ve onun tarafından sevilmeyen insanlar bu
bağın dışında kalıyorlar. Bu yüzden bir din, kendilerine sevginin
dini deseler bile, ona ait olmayanlara karşı katı ve sevgisiz ol
malıdır. Her din sahiplendiği sevginin dini ile aynı yoldadır. Ona
ait olmayanlara karşı acımazsız ve hoşgörüsüz olmak her din
için doğaldır. Kişisel olarak inananlara, şüpheci ve umursamaz
insanların psikolojik anlamda daha iyi olduklarından dolayı çok
sert bir biçimde yaklaşmamalıyız. Eğer bu hoşgörüsüzlük ken
disini şiddetçi ve acımasız olarak göstermezse, nadiren de olsa
insan davranışlarında bir yumuşama olduğundan bahsedebiliriz.
Bunun sebebi, dini inançların ve onlara olan şehvetli bağların
inkar edilemez bir şekilde zayıflamasıdır. Eğer dini bir inançta
başka bir bağ yer alırsa Din Savaşları zamanında olduğu gibi dı
şarıda kalanlara karşı aynı hoşgörüsüzlük olacaktır. Eğer bilimsel
düşünceler arasındaki farklılıklar grup· için de aynı önemi elde
etseydi aynı sonuçlar bu yeni güdüyle tekrarlanabilirdi.
33
VI
BAŞKA SORUNLAR VE İŞ HATLARI
Şimdiye kadar iki yapay gruptan bahsettik ve her ikisinin de
iki türlü duygusal bağ tarafından hükmedildiğini bulduk. Bun
lardan bir tanesi lider ile olan bağdır ve grup üyelerini bir arada
tutan daha kuralcı bir bağ gibi görünür.
Geriye grubun yapısında açıklanmak ve tanımlanmak üze
re çok fazla şey kalıyor. Şu doğrulanmış gerçekle başlamalıyız
ki içinde bu bağları oluşturmadıkça insanların sadece bir araya
gelmesiyle grup oluşmaz. Ancak herhangi bir insan topluluğun
da, kolaylıkla bir psikolojik grup oluşturma yatkınlığı olduğunu
söylememiz gerekir. Dikkatimizi daha az ya da daha çok kalıcı,
kendiliğinden oluşan farklı türdeki gruplara vermemiz gerekir.
Kökenlerini ve dağılmalarını çalışmaya özen göstermek gerekir.
Her şeyin üstünde lideri olan ve olmayan grupların farklılıkların
dan bahsetmemiz gerekir. Lideri olan grupların temel ve bütün
olmayabileceklerini göz önünde bulundurmamız gerekir. Başka
gruplarda bir fikrin ve soyutluğun liderde olamayabileceğini (ör
neğin liderinin gözle görülemediği dini grupların geçiş dönemin
de olma durumu), birçok insanın paylaştığı bir isteğe olan ortak
yatkınlığın bir yedek gibi işlev görmeyeceğini düşünmemiz ge
rekir. Bu soyutluk ikinci lider diye adlandırdığımız kişide daha
az ya da daha çok şekillendirilmiş olabilir ve ilginç çeşitlilikler
fikir ve lider arasındaki ilişkiden doğmuş olabilir. Lider ya da yol
gösterici fikir olumsuz da olabilir. Belirli bir kişiye ya da kuru
ma karşı olan düşmanlık belki birleştirici bir şekilde işleyebilir
ve aynı türdeki duygusal bağlar olumlu olabilir. Duruın böyle
olunca akıllara liderin grubun varlığı için zorunlu olup olmadığı
sorusu gelebilir.
Ancak bütün bu sorular şimdiye kadar grup psikolojisinin
literatürünün bir parçasıyla ilgilendi ve grubun yapısında karşı-
34
laştığımız temel psikolojik problemlere olan ilgimizi başka yöne
çevirmeyi başaramayacak. Dikkatimizi ilk olarak bir grubun
ayırt edici özelliği olan şehvetli bağlara en direk kanıtı getirme
sözü veren bir düşünceye vereceğiz.
Genel olarak erkeklerin arasında olan duygusal ilişkileri
gözümüzün önünde tutalım. Schopenhauer 'in ünlü donan kirpi
temsiline göre hiçbiri komşusuyla çok yakın bir ilişkiyi idare
edemez.
Psikanalizin kanıtı gösteriyor ki neredeyse iki insan arasın
daki belirli bir süre devam eden her duygusal ilişki (evlilik, arka
daşlık, aile ve çocuklar arasındaki ilişki) sadece bastırmanın so
nucunda kurtulan hoşnutsuzluk ve düşmanlık tortusu bırakır. Bu,
iş ortaklarının ya da bir astın üstü hakkında yakınmasında daha
az gizlenmiştir. Aynı şey erkeklerin daha geniş bir şekilde bir ara
ya geldikleri zaman da olmaktadır. İki ailenin evlilikle birbirine
bağlandığı her zaman ikisi de kendini daha iyi ya da daha üstte
olduğunu düşünmektedir. Her iki komşu kasabadan biri diğerinin
en kıskanç rakibidir. Her küçük eyalet diğerine kibirle yukarıdan
bakar. Yakın akraba olan iki ırkın kol uzunluğu birbirlerini tutar;
Kuzey Almanya Güney Almanya 'ya tahammül edemez, İngiliz
ler İskoçyalılara her türlü karalamayı yapar, İspanyalılar Porte
kizlileri küçümserler. Artık şaşırmıyoruz ki büyük farklılıklar
neredeyse aşılması güç bir tiksinmeye yol açar.
Eğer bu düşmanlık başka durumlarda sevilebilecek insanla
ra yöneltilirse biz bunu duyguların tezatlığı olarak adlandırıyo
ruz. İnsanların yabancılara karşı hissettikleri gizlenmeyen nefret
ve hoşnutsuzluğu biz insanın kendini sevmesi yani narsizm ola
rak adlandırıyoruz. İnsanın kendini sevmesi bireyi korumak için
çalışır ve gelişiminin belirli çizgilerinden herhangi bir ayrılma
olacakmış gibi davranır. Neden sadece farklılaşmanın detayla
rına böyle bir hassasiyet gösterildiğini bilmiyoruz ama çok açık
ki bütün bağlarda erkekler kaynağının ne olduğunun bilinmediği
nefret ve saldırganlığa bir yatkınlık göstermektedir.
35
Ancak, hoşgörüsüzlüğün kısa bir süreliğine ya da uzun bir
süreliğine ortadan kalktığı zaman bir grup oluşturulur. Grup olu
şumu devam ettiği sürece, grup içindeki bireyler birbirleriyle aynı
gibi davranır, diğer üyelerinin tuhaflıklarına hoşgörü gösterirler,
kendilerini onlarla eşitlerler ve onlara karşı hiçbir hoşnutsuzluk
hissetmezler. Teorik bakış açılarımıza göre narsizmin böyle bir
kısıtlılığı sadece bir sebepten dolayı oluşabilir bu da diğer in
sanlarla olan şehvetli bağlardır. Kendine olan sevgi sadece bir
engel tanır o da başka insanlara ve nesnelere olan sevgidir. Kendi
içindeki dayanışma grubu libidonun hiçbir etkisi olmadan baş
ka insanlara hoşgörü göstermeye ve onları düşünmeye yönlen
dirmeli midir gibi bir soru yükseliyor. Bu itiraz belki narsizmin
var olan hiçbir kısıtlamasının bu şekilde etkilenmeyeceği çünkü
bu hoşgörü diğer insanların birlikteliğinden doğrudan kazanılan
avantajlarından daha uzun süre devam etmeyeceği gibi bir yanıt
la karşılaşabilir. Bu tartışmanın pratik anlamdaki önemi varsa
yılandan daha azdır. Birliktelik durumlarında görüldüğü gibi iş
arkadaşları arasında düzenli olarak aralarındaki ilişkiyi sadece
faydanın ötesinde sürdüren ve kuvvetlendiren şehvetli bağlar
oluşturulur. Aynı şey erkeklerin sosyal ilişkilerinde, psikanalitik
araştırmaların aşina olduğu bireysel libidonun gelişimi yönünde
de geçerlidir. Libido kendisini büyük hayati ihtiyaçların gide
rilınesine bağlar ve ilk nesnesini bu süreci yaşayan insanlardan
seçer. Genel olarak insanoğlunun gelişiıninde, sevgi tek başına
bencilliği fedakarlığa taşıyan uygarlaştırıcı etken olarak hareket
eder. Aynı şey hem kadınlar için değerli olan hiçbir şeye zarar
vermeyen bütün yasaklarla kadınların cinsel aşkı için hem de eş
cinsel erkekler için geçerlidir.
Eğer grup içinde kendine olan narsistik sevgi kısıtlamalara
ınaruz kalırsa grup oluşun1unun temelinin grubun üyeleri arasın
da yeni türdeki şehvetli bağları içerdiğinin güçlü bir göstergesi
dir.
36
İlgiınizi şu anda gruplarda var olan bu bağların doğasının
ne olduğunu anlamaya yöneltebiliriz. Nevrozların şimdiye kadar
ilgilendiğiıniz psikanalitik çalışmalarında neredeyse nesnelerle
olan bağların yalnızca ci nsel bir amacın p.:::;;inde koşan aşk gü
düleri tarafından yapılır. Gruplarda bu şekilde bir cinsel amaçla
ilgili hiçbir sorunun kanıtı yoktur. Burara, asıl amacından çev
rilmiş olmasına rağmen bu hesapta daha az enerji ile çalışmayan
sevgi güdüleriyle ilgileniyoruz. Sıradan bir nesne yükünün sınır
ları içerisinde cinsel amaçtan çevrilmiş güdünün sapma olayını
daha önceden gözlemlemiştik. Onları sevmenin dereceleri olarak
tanımlıyoruz ve onları egonun haklarına saldırıda yer almasından
tanıyonız. Şimdi dikkatiınizi daha yakından sevme durumunun
gruplarda var olan bağlara aktarılmasına yöneltiyoruz. Buna ek
olarak, bu şekildeki nesne yükünün, cinsel hayattan bildiğimiz
gibi, sadece diğer insanlarla olan duygusal bağları mı temsil et
tiğini yoksa başka işleyişlerin de var olup olmadığını bilmek is
tiyoruz.
Psikanalizden öğrendiğimiz gibi duygusal bağlar için başka
işleyişler de vardır ve bu yeteri kadar bilinmeyen ve tanımlaması
zor olan zaman zaman bizi grup psikolojisinin konusundan uzak
tutan
özdeşleşme
olarak adlandırılır.
37
VII
ÖZDEŞLEŞME
Özdeşleşme, psikanaliz tarafından başka insanlarla olan
duygusal bağların en eski tanımlanması olarak bilinir. Özdeşleş
me Oidipus kompleksinin tarihinde önemli bir rol oynamaktadır.
Küçük bir erkek çocuğu babasına özel bir ilgi gösterir; babası
gibi büyümek ve onun gibi olmak ister ve onun yerine geçmek is
ter. En basit şekliyle diyebiliriz ki babasını kendine örnek alır. Bu
davranış, çocuğun babasına veya genel olarak erkeklere pasif ya
da feminen yaklaşımla başarılmaz; tam tersine tipik olarak mas
külendir ve Oidipus kompleksinin tanımına çok iyi uymaktadır.
Çocuğun babasıyla özdeşleşmesiyle birlikte ya da biraz daha
sonra bağlılık tarzına (anaklitik) göre annesine gerçek bir nes
ne yükü geliştirmeye başlar. Çocuk daha sonra psikolojik olarak
ayrı iki tür bağ gösterir: annesine karşı doğrudan cinsel bir nesne
yükü ve model olarak aldığı babasıyla bir özdeşleşme. Her iki
bağ da belirli bir süre karşılıklı bir etki ya da müdahale olmadan
yan yana geçinip giderler. Zihinsel hayatın birleşmesine doğru
karşı konulamaz ilerlemenin sonucunda, en sonunda bu iki bağ
bir araya gelir ve Oidipus kompleksi bu ikisinin birleşmesinden
doğar. Küçük çocuk annesine ulaşan yolda babasının durduğu
nun farkına varır. Çocuğun babasıyla olan özdeşleşmesi sonra
düşmanca bir görünüşe bürünür ve annesini düşünerek babasıyla
yer değiştirmek ister. Aslında özdeşleşme ilk başta çelişkilidir,
başkasının ortadan kalma isteği gibi kolaylıkla duyarlılık ifadesi
olarak değişebilir. Libido organizasyonu arzu ettiğimiz nesnenin
ve ödülün yeme ile asimile edildiği ve bu şekilde yok olduğu
oral evrenin türevi gibi hareket eder. Bildiğimiz gibi yamyam bu
noktada durur; düşmanlarına yiyip bitirici bir düşkünlüğü vardır
ve sadece ona düşkün olan insanları yiyip bitirir.
38
Baba ile olan özdeşleşmenin sonraki gelişimi kolaylıkla or
tadan kalkabilir. Oidipus kompleksi tersine çevrilebilir ve baba
cinsel isteklerin tatmin olmayı istediği nesne olarak düşünülebi
lir. Bu özdeşleşme olayında baba, onunla olan bir nesne bağının
öncüsü olur. Aynı şey gerekli olan yerine geçıne ile kız çocuğu
için de geçerlidir.
Baba ile özdeşleşme ve babayı bir nesne olarak seçmek ara
sındaki ayrımı bir formülle yapmak kolaydır. İlk durumda kişinin
babası kişinin ne olmak istediğidir. İkinci durumda ise baba kişi
nin sahip olmak istediğidir. Bu aynın, bağlılığın egonun öznesi
mi yoksa nesnesi mi olduğuna bağlıdır. İlk türdeki gibi bir bağ
herhangi bir cinsel nesne seçimi yapmadan önce zaten mümkün
dür. Ayrımın metapsikolojik bir açıklamasını yapmak oldukça
zordur. Sadece görebiliriz ki özdeşleşme bir kişi model alındık
tan sonra insanın egosunu şekillendirmek için çaba harcar.
Özdeşleşmenin karışık bağlantılarından ziyade nevrotik be
lirtilerin yapısında olduğu zamanı çözelim. Farz edelim ki kü
çük bir kız çocuğu annesi gibi aynı can sıkıcı (örneğin ıstıraplı
öksürük) belirtileri geliştirmiş. Bu çok çeşitli şekillerde olabilir.
Bu özdeşleşme Oidipus kompleksten geliyor olabilir. Böyle bir
durumda özdeşleşme kızda annenin yerine geçmek için beslediği
düşmanca isteğin ve kızın babasına karşı beslediği nesne sev
gisinin açıklanmasının önemini artırıyor. Özdeşleşme, annesinin
yerinde olmak istemesinin suçluluk duygusuna bir gerçeklik ka
zandırıyor: "Annen olmak istedin ve şimdi sen sensin." Bu his
terik bir belirti yapısının bütün işleyişidir. Ya da, diğer taraftan,
sevilen insandaki belirtilerle aynı olabilir. Örneğin, Dora, baba
sının öksürüğünü taklit etti. Bu durumda gelinen noktayı
bu öz
deşleşme nesne seçİlninin yerine ortaya çıktı ve bu nesne seçimi
özdeşleşmeye geri döndü
diyerek tanımlayabiliriz. Öğrendik ki
özdeşleşme duygusal bağın en eski ve asıl biçimidir. Bastırma ve
bilinçaltı mekanizması baskınken belirtilerin oluştuğu durumlar-
39
da nesne seçimi özdeşleşmeye geri dönüyor (ego nesnenin özel
liklerini üzerine alıyor). Bu özdeşleşmelerde ego bazen sevilme
yen bazen de sevilen bir insanı taklit ediyor. Her iki durumda
da özdeşleşme kısmi ve oldukça kısıtlıdır, nesnesi olan insandan
sadece bir özellik alır.
Belirti oluşumunda sık sık ve önemli olan, taklit edilen in
sanla olan her türlü nesnesel özdeşleşmenin bırakıldığı üçüncü
bir durum vardır. Farz edelim ki yatılı okuldaki kızlardan bir ta
nesi gizli bir aşk içinde olduğu birisinden kıskançlığını artıran bir
mektup aldı ve bu mektuba histerik bir kişiye uyan şekilde tepki
verdi. Daha sonra duruınu bilen arkadaşlarından bir tanesi zihin
sel olarak aynı uyumu yakaladı. Bu özdeşleşme mekanizması, ih
timale veya kendini aynı duruma koyma isteğine bağlıdır. Diğer
kızlar da gizli bir aşk ilişkisi olsun isterlerdi ve suçluluk duygu
sunun etkisi altında bu durumda yer almayı kabul ederler. On
ların sempati duygusundan uzak olduklarını kabul etmek yanlış
olur. Buna karşılık, sempati sadece özdeşleşmenin dışında ortaya
çıkar ve bu şekildeki bulaşma ya da taklit etmenin, önceden var
olan sempati duygusunun bir kızın okulundaki arkadaşlar arasın
dakinden daha az olduğu durumlarda yer aldığı kanıtlanmıştır.
Bir ego diğeriyle olan önemli benzerliği bir noktaya bağlıdır, bi
zim örneğimizde aynı duygulara açıklığa bağlıdır; özdeşleşme
bu noktanın üzerine kurulur ve bulaştırıcı durumun etkisi altında
egonun ürettiği belirtilerle yer değiştirir. Belirtiler aracılığıyla
özdeşleşme bu yüzden, bastırılmak zorunda kalınan iki ego ara
sındaki rastlantı noktasını işaret eder.
Bu üç kaynaktan ne öğrendiğimiz belki şu şekilde özetlene
bilir. Birincisi, özdeşleşme bir nesne ile olan duygusal bir bağın
asıl biçimidir. İkincisi, özdeşleşme gerileyici bir yolda şehvetli
bir nesne bağı için nesneyi egoda içselleştirme yoluyla bir yedek
olur. Üçüncüsü, özdeşleşme cinsel isteğin nesnesi olmayan bir
insan ile paylaşılan ortak bir özelliğin herhangi bir yeni algısıyla
ortaya çıkabilir. Bu ortak özellik ne kadar yaygınlaşırsa özdeşleş-
40
me o kadar başarılı olur ve böylelikle, yeni bir bağın başlangıcını
temsil eder.
Bir grup içindeki üyelerin birbirlerine olan karşılıklı bağ,
ortak önemli bir duygusal özelliğe bağlı olan özdeşleşmenin do
ğasıdır ve tahmin edebiliriz ki bu ortak özellik lidere olan do
ğal bağdan kaynaklanmaktadır. Diğer bir tahmin özdeşleşmenin
problemlerinden yorulmaktan uzak olduğumuzu söyleyebilir ve
psikolojinin "empati" olarak adlandırdığı süreçle karşı karşıya
gelebiliriz. Empati, diğer insanlarda egomuza doğal olarak neyin
yabancı olduğunu anlamamızda önemli bir rol oynamaktadır. Biz
özdeşleşmenin anlık duygusal etkilerini kısıtlayalım ve bizim zi
hinsel hayatımızda olan önemini bir kenara bırakalım.
Ruh hastalıklarının en zor konularını araştıran psikanalitik
araştırmalar, özdeşleşmenin kolaylıkla anlaşılamayan durumla
rını gösterebiliyor. Daha iyi inceleyebilmek için bu durumlardan
iki tanesini ele alalıın .
Erkeklerde eşcinselliğinin oluşumu genellikle şöyledir.
Genç bir adam sıra dışı bir şekilde uzun ve aşın derecede annesi
ne Oidipus kompleks ile sabitlenmiştir. Ancak, ergenliğin sonun
da annesine olan ilgisini diğer cinsel nesnelere çevirme zamanı
gelmiştir. İşler ani bir gidişata sapmıştır: genç adam annesinden
vazgeçememektedir ama kendini annesiyle özdeşleştirmektedir.
Kendisini annesi haline dönüştürmüştür ve egosunu onun için
değiştirebilecek ve annesinden gördüğü ilgi ve sevgi gibi onun
da sevebileceği nesneler aramaktadır. Bu, oldukça sık yaşanan
ve herhangi bir hipotezden oldukça bağımsız olan doğal bir itici
gücün ve ani dönüşümlerin olduğu bir süreçtir. Bu özdeşleşme
ile ilgili en göze çarpıcı şey onun geniş ölçeğidir; şimdiye kadar
nesne olarak söylenen modelin cinsel karakterinde egoyu yeni
den biçimlendirir. Bu süreçte nesnenin kendisinden vazgeçilir.
Vazgeçilen ya da kaybedilen bir nesne ile özdeşleşme ve bu nes
nenin yedeği olarak onu egoda içselleştirme artık bize yeni bir
4 1
durum değildir. Bu şekildeki bir süreç bazen küçük çocuklarda
da gözlenebilir. Kısa bir süre önce böyle bir gözlem
Internatio
nale Zeitschrift far Psychoanalyse
'de yayımlandı. Yavru kedisi
ni kaybettiği için mutsuz olan küçük bir çocuk hiç çekinmeden
açıkça şimdi kendisinin bir kedi yavrusu olduğunu ve masada
yemek yiyemeyeceğini söyledi.
Nesne ile olan özdeşleşmeye başka bir örnek ise melankolik
lerin analizinden geliyor. Bir duygusal yakınlığın en göze çarpan
özelliği, sevilen nesnenin gerçek ya da duygusal kaybına neden
olan heyecandan gelmektedir. Bu durumların en önemli özelli
ği, egonun durmadan kendisini eleştirerek ve kınayarak zalimce
kendi değerini düşürmesidir. Bu kötüleme ve kınamalar nesneyi
en dibe koyar ve egonun intikamını alır. Nesnenin gölgesi ego
nun üzerine düşer ve buradaki içselleştirme şüphesiz bir şekilde
açıklığa kavuşur.
Ancak, bu melankoliler bize başka bir şeyi de göster
mektedir: ego bölünmüştür ve iki parçaya ayrılmıştır ve bir par
çası diğerine karşı hırslıdır. İkinci parça içselleştirme tarafından
çoktan değiştirilmiştir ve kaybedilen nesneleri içerir. Ancak za
limce davranan parça bizim tarafımızdan tanınmamaktadır. Bu
parça ego içindeki önemli birim olan ve normal zamanlarda ego
ya önemli bir tutum içinde olan bilinci de içerir. Bundan önceki
durumlarda şöyle bir hipotez oluşturmuştuk: böyle bir birim ego
da gelişir ve onunla anlaşmazlığa düşer. Biz bunu "ego ideali"
olarak adlandırıyoruz ve görevleri aracılığıyla öz-gözlem, ahlaki
vicdan, rüyaların sansürü ve psikolojik baskının başlıca etkisi
gibi şeyleri ona atfediyoruz. Ego ideali narsizmin çocuksu ego
sunun kendi kendine yetebilmekten hoşlanan mirasçısıdır. Her
geçen gün çevrenin ego üzerindeki etkilerini bir araya getirir. Bu
yüzden egosuyla kendini tatmin edemeyen bir adam yine de ego
dan farklılaşmış ego ideali ile tatmin bulabilir. Gözlemin yanıl
gılannda, bu birimin dağılması aşikar olur ve bu yüzden ken-
42
dinden daha güçlü olanların, her şeyden önce ailesinin etkisinde
kendi kökenini gösterir. Ancak söylemeyi unutmamalıyız ki ego
ideali ve gerçek ego arasındaki uzaklığın miktarı bir bireyden
diğerine oldukça değişiklik gösterir. Birçok insanda egodaki bu
farklılaşma çocuklarda olduğundan daha fazla olmaz.
Bu malzemeyi grupların şehvetle örgütlenmesini anlamak
için kullanmalıyız ve nesne ile ego arasındaki karşılıklı ilişkinin
örneklerini hesaba katmalıyız.
43
VIII
AŞK YAŞAMAK
ve
H İPNOZ
Değişkenliğine rağmen dilin kullanımı bir çeşit gerçeklikle
doğru kalıyor. Bu yüzden pek çok türdeki duygusal ilişkilere
"aşk" adını veriyor ancak yine de bu aşkın gerçek, doğru ve asıl
olup olınadığından kuşku duyuyor. Kendi gözlemleriınizden ya
rarlanarak aynı bulguya ulaşmakta zorluk çekmeyiz.
Durumların bir sınıfında, aşk cinsel güdülerin bir parçası
olan nesne yükünden daha fazla bir şey değildir. Direk olarak
cinsel tatınin ve ortadan kalkan yük düşüncesiyle amacına ulaştı
ğında bu duygusal aşk olarak adlandırılır. Ancak bildiğiıniz gibi
bu şehvetli durum nadiren basit olarak kalır. Ortadan kalkan yü
kün yeniden meydana çıkmasını kesin olarak hesaplamak ınüm
kündür ve bunun cinsel nesneye olan uzun süre devam eden yükü
idare eden ve onu tutkusuzca seven ilk güdü olduğundan şüphe
edilmen1elidir.
Erkeklerin erotik hayatı tarafından takip edilen oldukça dik
kat çekici gelişim seyrinden kaynaklanan başka bir neden bu
raya eklenmelidir. Genellikle çocuk beş yaşına geldiğinde sona
eren gelişimin ilk aşamasında, aşkı için ilk nesneyi ailesindeki
biriden ya da diğerinden bulur ve bütün bu cinsel güdüler ve tat
min olma istekleri bu nesnede birleşir. Bu çok sayıdaki çocuk
ça cinsel amaçları reddetmeye zorlayan bastırma, ailesiyle olan
ilişkilerinde derince bir değişikliği gerisinde bırakır. Çocuk hala
ailesine bağlı kalır ama amaçlarından engellenmiş olarak tarif
edilen içgüdüleı ıyle bağlı kalır. Bu nesnelere olan aşkıyla karşı
bundan sonra hissettiği duygular "sevecen" olarak nitelendirilir.
iyi bilinir ki önceki duygusal yönelimler daha az ya da daha çok
korunn1uş olarak kalır ve bu yüzden asıl akımın hepsi var olmaya
devam ediyor.
44
Ergenlikte oldukça direk olarak cinsel amaca ulaşmak için
güçlü ve yeni dürtüler oluşur. Uygun olmayan durumlarda bu
dürtüler, duygusal bir akım olarak devam eden sevecenlik duy
gusundan ayrı kalır. Bir adam derin saygı duyduğu bir kadına
duygusal istek gösterecektir ama kadın adama cinsel olarak hiç
ilgi duymamaktadır. Bu adam sadece sevmediği hatta küçümse
diği başka kadınlar için cinsel güç sahibi olacaktır. Ancak daha
sıklıkla ergen, belirli bir derecede duygusal olmayan ilahi aşkı ve
duygusal dünyevi aşkı başarıyla birleştirir ve cinsel nesnesiyle
olan ilişkisi, yasaklanmayan güdüleri ve amacından engellenmiş
güdülerinin etkileşmesiylc nitelendirilir. Aşk yaşayan bir kişinin
derinliği, sadece duygu!'al olan istekleriyle karşılaştırıldığı gibi,
amacından engellenmiş
sc
ıecenlik güdüleriyle paylaştığı şeyle
rin büyüklüğüyle ölçülebilır.
Aşk yaşamanın sorusu ile ilgili olarak, cinselliğe verilen faz
la önem konusunda takılıp kalmışızdır. Sevilen nesne belirli bir
derecede eleştiri özgürlüğünden hoşlanır. Sevilmeyen insanlara
ya da kendisinin sevilmediği bir zamana göre sevilen nesnenin
özelliklerine daha çok değer verilir. Eğer duygusal dürtüler daha
az ya da daha çok etkin bir şekilde bastırılırsa ya da bir kenara
bırakılırsa, nesnenin nıanevi değer boyutunda duygusal olarak
sevilmeye başladığının yanılsaması üretilir. Oysaki taın tersine
bu değerler sadece duygusal çekicilikte ödünç olarak verilebilir.
Bu görüşü yanlışlayan eğilim
idealleştirmedir.
Ancak şu
anda bizim için duruşumuzu bulmak kolaydır. Görüyoruz ki
nesneye egomuzla aynı şekilde davranılmaktadır bu yüzden aşk
yaşarken ciddi bir boyutta olan narsistik libido nesneden taşar.
Aşk seçeneklerinin birçok türünde gönnek mümkündür ki nesne
ulaşamadığımız ego idealine yedek olarak görev yapar. Egoınuz
da ulaşmak için çabaladığımız ve narsizmimizi tatınin etmek için
ulaşnıak istediğiıniz bu dolambaçlı yoldaki mükemmellikler adı-
.
.
na o nesncyı scverız.
45
Eğer cinselliğe verilen fazla önem ve aşk yaşamak daha faz
la artarsa bu durumun değerlendirmesi daha da açık olur. Cinsel
tatmine yönelik olan dürtüler şimdi belki de tamamen arka plana
itilebilir. Örneğin, her zaman olduğu gibi genç bir adamın duy
gusal tutkularıyla ego gitgide daha sessiz sakin ve makul olur.
Nesne, egonun kendine olan sevgisini tamamen alana kadar git
gide daha görkemli ve değerli olur. Böylelikle egonun kendini
feda etmesi doğal bir sonuç olur. Nesne adeta egoyu tüketmiş
olur. Alçakgönüllülüğün, narsizmin kısıtlanmasının ve kendini
yaralamanın özellikleri aşk yaşamanın her durumunda olur. Uç
noktalarda bu özellikler yoğunlaşır ve sonuç olarak duygulardan
vazgeçme bu özelliklerin tek başına üstün olmasını ister.
Bu özellikle mutsuz olan ve tatmin olmayan aşklarda kolay
lıkla olur. Her şeye rağmen her cinsel tatmin genellikle cinselliğe
verilen fazla önemin düşürülmesine yol açar. Soyut bir fikre olan
adamadan artık bir farkı kalmayan egonun kendisini nesneye
"adaması" ile eş zamanlı olarak ego idealinin tamamen çalışmayı
durdurmasında pay sahibidir. Bu temsi lci tarafından yapılan eleş
tiri sessizdir; nesnenin yaptığı ve istediği her şey doğru ve kusur
suzdur. Nesnenin uğruna yapılan hiçbir şeyde vicdanın hükmü
yoktur, aşkın acımasızlığının körlüğünde suça adım atar. Bütün
durum tamamıyla tek bir formülle açıklanabilir:
Nesne ego idea
linin yerine konmuştur.
Artık özdeşleşme ile aşk yaşamanın uç noktaları arasında
ki farkı "çekicilik" ya da "esaret" olarak tanımlamak kolaydır.
Ferenczi'nin dediği gibi çekicilik durumunda ego kendini nes
nenin özellikleri ile zenginleştirmiştir, kendini nesnede "içselleş
tirmiştir". Esaret durumunda ise ego yoksullaşmıştır, kendisini
nesneye teslim etmiştir, kendi en önemli bileşeni için nesneyi
yedek yapmıştır. Daha yakın değerlendirme egoyu yalın yapar
ancak bu şekildeki bir açıklama gerçekten var olmayan bir zıtlık
yanılsaması yaratır. Ekonomik açıdan zenginleşme ya da fakir
leşme ile ilgili hiçbir soru yoktur. Aşk yaşamanın en uç noktasını
46
egonun kendisini nesnede içselleştirdiği bir durum olarak bile
tanımlayabiliriz. Başka bir farklılık konunun temelinin uygunlu
ğuyla hesaplanabilir. Özdeşleşme durumunda, nesne ya kaybolur
ya da ondan vazgeçilir, daha sonra egonun içinde arka plana atı
lır. Ego model aldığı nesne kaybolduktan sonra kendisinde kısmi
bir değişiklik yapar. Diğer durumda ise nesne korunur ve egonun
aleyhinde ego tarafından taşınan fazlaca bir nesne yükü vardır.
Ancak gene de kendini belli eden bir zorluk vardır. Özdeşleş
menin nesne yükünün bırakıldığını varsayması bu kadar kesin
midir? Nesne korunduğu sırada özdeşleşme de olamaz mı? Bu
hassas soru üzerinde tartışmaya kalkmadan önce konunun asıl
varlığını içeren başka bir alternatif olduğunu fark etmeye başla
mamız gerekmektedir:
acaba nesne egonun yerine mi yoksa ego
idealinin yerine mi konulmuştur?
Aşk yaşamaktan hipnoza geçiş sadece küçük bir adımdır.
İkisinin de uyuştuğu konu bellidir. Hipnotize edici olan kişiye
karşı da sevilen kişiye karşı da aynı acizce boyun eğiş, aynı itaat,
aynı eleştiri eksikliği vardır. Kişilerin kendi önceliklerinde hep
aynı üzücü şey vardır; hiç kimse, hipnotize eden kişinin ego ide
alinin yerine adım adım ilerlediğinden şüphe etmez. Her şey hip
nozla daha açık ve daha yoğun olur. Hipnotize eden kişi yegane
nesnedir ve başka kimseye dikkat verilmez ama ona verilir. Ego
rüya gibi bir şey yaşamaktadır; her ne isterse ya da söylerse bize
ego idealinin işlevlerinden bahsetmeyi ihmal ettiğimiz gerçekle
ri test etme işini hatırlatıyor. Elbette ki, eğer egonun gerçekliği
olayların gerçekliğini test etme işini bırakan zihinsel faaliyet için
kefil olursa, ego gerçekliği algılar. Cinsel amaçlarından engelle
nen dürtülerin tamamen yok olması, durumun aşın saflığına kat
kıda bulunuyor. Cinsel tatmin dışarıda bırakıldığında, hipnotize
edici ilişki aşk yaşayan birisinin sınırsızca kendini adamasıdır.
Oysaki aşk yasamanın asıl durumunda bu şekildeki tatmin sade
ce geçici bir süre durdurulabilir ve daha sonraki olası bir amaç
için arka planda kalmaya devam eder.
47
Hipnotize edici ilişki iki üye ile bir grup oluşturmak oldu
ğunu söyleyebiliriz. Hipnoz bir grup oluşumuyla kıyaslama yap
mak için iyi bir nesne değildir çünkü hipnoz kendisiyle aynıdır.
Grubun karmaşık yapısının dışında bizim için bir etkeni ayrı tu
tar: bireyin lidere olan davranışı. Hipnoz, direk cinsel amaçları
olmayan bir aşk yaşamaktan ayırt edildiği gibi grup oluşumun
dan da sayı kısıtlılığıyla ayırt edilebilir. Bu açıdan bakıldığında
hipnoz bu iki durum arasında ortada yer almaktadır.
İlginçtir ki insanlar arasındaki uzun süreli bağı sağlayan şey
amaçlarından engellenmiş cinsel dürtülerdir. Bu durum cinsel
dürtülerin tamamen tatmin yaşatmaya gücü yetmediği gerçeğin
den kolaylıkla anlaşılabilir. Amaçlarından engellenmemiş cinsel
dürtüler, cinsel amaca her ulaşıldığında sıra dışı bir şekilde ener
jisinin azalmasının sıkıntısını çekiyor. Duygusal aşkın tatmine
ulaştığında sönmesi onun kaderidir. Var olmaya devam edebil
mesi için en baştan itibaren tamamen sevecen öğeleri bir araya
getirmesi gerekmektedir.
Hipnoz, şimdiye kadar aşk yaşamakla direk olarak cinsel
amaçların dışarıda bırakılacağına dair yaptığımız mantıklı açık
lamalarla kendisini belli etmeseydi grupların şehvetli birleşimi
nin gizemini hemen çözerdi. Fark etmemiz gereken açıklanma
mış ve gizemli olan hala çok şey var. Üstün olan birisinin güçsüz
ve zayıf birisiyle olan ilişkidt:n kaynaklanan paralizi fazladan bir
unsur içermektedir. Üretildiği yöntem ve uyumakla olan ilişkisi
çok belirli değildir. Bunun yanı sıra başkaları hipnoza tamamıyla
dirençlidir. Başka konularda tamamen yönlendirici bir uyma ol
duğu durumlarda bile hipnotize edilen kişinin ahlaki vicdanı bel
ki dirençlilik gösterebilir. Ancak bu belki de hipnoz durumunda
her zaman yapıldığı gibi yapılan şeyin sadece bir oyun olduğu,
başka bir durumun doğru olmayan üretiminin hayatın öneminden
uzak olduğu gibi bazı bilgilerin korunmasından kaynaklanabilir.
48
Önceki tartışmalarımızdan sonra, grupların şehvetli birleşi
mine bir formül verme durumundayız ya da en azından şimdiye
kadar bahsettiğimiz grupların lideri vardır ve bir bireyin özel
liklerini ikincil olarak kazanmak için çok fazla örgütlenmeyi
başaramamışlardır.
Bu şekildeki gruplarda birkaç birey bir tane
nesneyi ego ideallerinde aynı yere koyar ve sonuç olarak birbir
leriyle egolarında özdeşleşirler.
Bu durumun grafik gösterimi aşağıdaki gibidir:
Ego İdeali
1
1
, ,
1
1
_ _
-
��x
1
1
,
/
Dışarıdaki
/
/
/
Nesne
49
IX
SÜRÜ İÇGÜDÜSÜ
Bu formülle grubun gizemini çözdüğümüz yanılgısından
oldu olası hoşlanmıyoruz. Gerçekten yaptığımız anlık ve rahatsız
edici hatıralar hipnozun gizemiyle ilgili olan sorularla yer değiş
tirdi.
Gruplarda gözlemlediğimiz kuvvetli duygusal bağlar özel
liklerinden bir tanesini açıklamak için oldukça yeterli. Bu özellik
üyelerindeki bağın1sızlık ve girişkenlik eksikliği, tepkilerindeki
benzerlik, grup bireylerinin seviyelerine inmeleridir. Eğer bütü
nüyle bakacak olursak, bir grup bize bundan çok daha fazlasını
gösterir. Grubun özelliklerinden bazıları, zihinsel becerinin za
yıflığı, duyguları dizginleme eksikliği, ölçülü olma ve geciktir
me kabiliyetsizliği, duyguları ifade ederken her sınırı aşma isteği
ve buna benzer özellikler zihinsel hareketliliğin çocuklarda ve
zalimlerde bulmaktan şaşırmayacağımız daha önceki seviyelere
gerilemesinin doğru bir resmini çıkartmaktadır. Bu şekildeki bir
gerileme ortak grupların olmazsa olmaz bir özelliğidir. Bunun
yanı sıra örgütlenmiş ve yapay gruplarda daha geniş kapsamlı bir
araştırma yapılmalıdır.
Bireyin özel duygusal dürtüleri ve zihinsel hareketlerinin
kendi başlarına çok zayıf olması ve tamamen bağımlı olması du
rumu grubun diğer üyeleri tarafından da tekrar edilip pekiştirili
yor. Bu bağımlılık duruınunun kaç tanesinin insan toplumunun
normal birleşiminin bir parçası olduğu, ne kadar az özgünlüğün
ve kişisel yüreğin içinde bulunduğu ve her bireyin grup zihnin
den ne kadar etkilendiği sorularını hatırlatıyor. Telkinin etkisi,
sadece lider tarafından uygulanmadığını ve bireyler tarafından
grubun diğer üyelerine de uygulandığını iddia ettiğimiz zaman
bizim için daha gizemli bir hale geliyor.
50
Tevazu için teşvikten sonra, daha basit bir düzeyde açıkla
ma yapma sözü veren diğer bir ifadeye yönelelim. Bunlardan
bir tanesi Trotter'in 1916 yılındaki sürü psikolojisiyle ilgili olan
kitabında benim tek üzüldüğüm nokta şudur ki sürü psikolojisi
en son olan büyük savaş tarafından serbest bırakılan nefretten
tamamen kurtulamaz.
Trotter, gruplarda sürü içgüdüsü (toplu halde yaşama) olarak
kendini gösteren zihinsel durumun, diğer türlerde olduğu gibi in
sanlarda da doğuştan geldiğini söylemektedir. Biyolojik olarak,
toplu halde yaşama durumu çok hücreliliğe bir benzeyiştir ve
onun bir birleşimidir. (Libido teorisi açısından, libido tarafından
devam ettirilen ve bütün canlılarda aynı şekilde hissedilen daha
da kapsamlı bir birimde toplama eğiliminin daha fazla bir göster
gesidir.) Eğer bir birey yalnızsa kendisini eksik hisseder. Küçük
çocuklar tarafından gösterilen korku sürü içgüdüsünün bir ifa
desi gibi gözüküyor. Sürüye karşı koyma ondan ayrılmak kadar
iyidir ve bu yüzden bu durumdan endişeyle uzaklaşılır. Ancak
sürü yeni veya alışılmamış her şeye yüz çevirir. Sürü içgüdüsü
bölünemeyecek en önemli bir şey gibi görünür.
Trotter, en önemli olarak düşündüğü içgüdülerin listesini ve
riyor: kendini koruma, beslenme, cinsellik ve sürü. Sonuncusu
genellikle diğerleriyle zıt hale gelir. Suçluluk ve görev duygusu
toplu halde yaşayan hayvanlara özgü mülkiyettir. Trotter, psika
nalizin egoda var olduğunu gösterdiği baskıcı güçlerin sürü iç
güdüsünden kaynaklandığını söylemektedir. Konuşma, önemini
sürüdeki karşılıklı anlayış kabiliyetine borçludur ve geriye kalan
büyük çoğunluktaki bireylerin özdeşleşmesine bağlıdır.
Le Bon grup oluşumunun gelip geçiciliğiyle ve Mc Dougall
değişmez ortaklıklarla ilgilenirken, Trotter ilgisinin odağı olarak
birleşmenin daha genellenmiş bir biçimini seçmiştir. Ancak Trot
ter sürü içgüdüsünün kaynağını bulma gerekliliğinde değildir.
Trotter onu en önemli şey olarak nitelendirmiştir ve daha fazla in-
5 1
dirgenemeyeceğini söylemiştir. Boris Sidis'in sürü içgüdüsünün
kökenini telkinde bulmak için yaptığı girişimler neyse ki onun il
gilendiği kadar gereksiz. Bu, benzer ve tatmin edici olmayan bir
açıklamadır. Karşıt öneri ise telkinin sürü içgüdüsünün kaynağı
olduğu görüşüdür ve bizi konudan daha da uzaklaştırmaktadır.
Ancak Trotter'in liderin grubun bir parçası olmasına çok
al'.
önem verdiği ifadesi karşıtlığa açıktır ve diğerlerine göre daha
fazla haklılığı vardır. Bunun yanı sıra, eğer lider göz ardı edilirse
grubun yapısını kavramanın iınkansız olduğu düşüncesindeyiz.
Sürü içgüdüsü lider için hiçbir yer ayırmamaktadır; lider sadece
sürüsüyle birlikte atılır ve sürü çobansızdır. Trotter 'in fikri psi
kolojik olarak zayıflatılabilir. Söylemek istediğinı şu ki sürü iç
güdüsü indirgenemez değildir, kendini koruma içgüdüsünde
ve
cinsellik içgüdüsünde olduğu gibi birincil değildir.
Sürü içgüdüsünün birey oluşu izlemek doğal olarak kolay
değildir. Yalnız kaldıkları zaman çocuklar tarafından gösterilen
ve Trutter'in içgüdünün göstergesi olarak iddia ettiği korku başka
bir yoruma açıktır. Bu korku çocuğun annesiyle ve daha sonra ta
nıdık diğer insanlarla, kaygıya çevirmekten başka bir yol bilıne
diği yerine getirilmeyen isteklerin ifadesini ilişkilendirir. Yalnız
kaldığı zaman çocuğun korkusu herhangi bir sürünün üyesi olına
sı durumunda da hafifleınez. ı\ncak tam tersi duruın bu türdeki
bir yabancının varlığında meydana gelebilir. Sürü içgüdüsünün
doğasındaki ya da grup duygusundaki hiçbir şey uzun zanıandır
çocuklarda gözlenmez. Böyle bir şey öncelikle çocuğun ailesiyle
olan ilişkileri dışında meydana gelir ve büyük çocuğun küçük
çocuğu kıskandığı için verdiği tepki gibi hareket eder. Büyük ço
cuk kendisini takip eden kıskançlığı ailesinden uzak tutmak ve
bütün özelliklerinden yoksun bırakmak için bir tarafa koymaktan
kesinlikle hoşlanır. Ancak, küçük çocuğun ailesi tarafından ken
disi kadar sevildiği gerçeği karşısında ve kendine zarar vermeden
bu düşmanlığı devam ettinnenin imkansızlığı sonucund3, büyük
çocuk kendisini diğer çocuklarla özdeşleştirmeye zorlanır. Böy -
52
lelikle çocukta okula başladığında daha da gelişecek olan grup
duygusu gelişir. Bu tepki oluşumu tarafından istenilen ilk şey
adalettir. Eğer bir kişi kendisini beğenmezse hiçbir olayda baş
kalarını beğenemez. Bu dönüşüm (kıskançlığı grup duygusuna
çevirmek), eğer başka durumlarda da gözlenemezse muhtemel
olarak düşünülmeyebilir. Düşünmemiz gereken tek grup olarak
kızlar ve kadınlar vardır. Bütün hepsi şevkli ve duygulu şekil
de aşk yaşamaktadırlar. Her biri için diğer insanları kıskanmak
kolaydır. Ancak, sayılarını ve aşklarının amaçlarına ulaşmadaki
imkansızlığın sonucunu dikkate alırsak kıskançlıktan vazgeçer
ler. Birbirlerinin saçını çekmek yerine birleşmiş bir grup olarak
hareket ederler. Ortak hareketlerindeki durumun kahramanına
saygı gösterirler. İlk başta rakipleri kendilerini birbirleriyle aynı
nesneye olan aşkları sayesinde özdeşleştirmeyi başardılar. Her
zaman olduğu gibi içgüdüsel bir durum çeşitli sonuç üretme ko
nusunda başarılıdır. Gerçek sonuç belirli bir miktardaki tatmin
ihtimalini getirir oysaki diğer sonuçlar kendi içinde daha belir
lidir ve geçip gider çünkü hayat duruınları herhangi bir tatmine
yönelimi engeller.
Toplumda daha sonra grup ruhunu şeklinde beliren şey as
lında kıskançlık yaratan türeviyle çelişmemektedir. Hiç kimse
kendisini ileriye koymak istememelidir. Herkes eşit olmalıdır ve
eşit şeylere sahip olınalıdır. Sosyal adalet şu demek oluyor ki
kendimizdeki birçok şeyi inkar ediyoruz ve bu yüzden başka
larında da bu inkar ettiğimiz şeyler olmamalı ya da bu şeyleri
araınaya becerileri olmamalı. Eşitlik için olan bu istek sosyal
vicdanın ve görev duygusunun kökenidir. Kendisini, psikanali
zin anlamak için bize i'ğrettiği gibi, hiç beklenmedik bir şekilde
frenginin diğer insanlara bulaşma korkusunda gösterir. Perişan
insanlar tarafından gösterilen bu korku, hastalıklarını diğer in
sanlara bulaştırmaya çalışan bilinçaltındaki bir isteğe karşı olan
vahşi mücadeleye benzemektedir. Neden sadece kendileri hasta
lanmalıdır ve diğer insanlardan bu kadar ayrılmalıdır? Neden di-
53
ğer insanlar da onunla aynı duruma düşmesinler? Aynı şey Solo
monların görüşlerinin zekice hikayesinde de bulunmuştur. Eğer
bir kadının çocuğu ölürse başka bir kadın da yaşayan bir çocuğa
sahip olmamalıdır. Sevdiğini yitirmiş bir kadın bu dilekle tanınır.
Sosyal duygu, önceden düşmanca olan bir duygunun özdeş
leşmenin doğasıyla olumlu bir bağa dönüşümüdür. Bu tersine dö
nüş, grup dışı bir kişiyle olan ortak sevecen bağın etkisi altında
olur gibi gözüküyor. Biz özdeşleşmenin ayrıntılı analizini göz
önünde bulundurmuyoruz ama eşitliğin sürekli gerçekleştirilme
si isteğini eski haline getirme amacımız bize yetiyor. İki yapay
grup (Kilise ve ordu) hakkındaki konuyu daha önceden duymuş
tuk. İkisinin de gerekli ön koşulu şudur ki bütün üyeleri bir kişi
yani lider tarafından eşit şekilde sevilmelidir. Bir grup içindeki
eşitlik isteği sadece kendi üyelerine uygulanır lidere değil. Bü
tün üyeler birbirlerine eşit olmalıdır ama hepsi bir kişi tarafından
yönetilmek istenmektedir. Birbirleriyle özdeşleşebilenlerin çoğu
eşittir ve tek bir kişi onlardan üstündür.
5 4
x
GRUP VE İLKEL TOPLULUK
1912 yılında Darwin'in, insan toplumunun ilkel biçimi güçlü
bir erkek tarafından zorbaca yönetilen bir kabiledir varsayımıyla
ilgileniyordum. Bu sürünün şansının insan soyunun yıkılmayan
tarihçesine bağlı olduğunu göstermeye çalıştım. İçerisinde dinin,
ahlakın ve sosyal örgütleşmenin başlangıcını bulunduran totem
ciliğin gelişimi şiddetle liderin öldürülmesine ve baba soyundan
olan sürünün kardeş birliğine dönüşümüne bağlıdır. Bu sadece bir
hipotezdir ve arkeologların tarih öncesi zamanları aydınlatmaya
çalışması gibidir. Nazik bir İngiliz eleştirisi tarafından eğlenceli
bir biçimde adlandırılması gibidir. Eğer hipotez yeni çevrelere
daha fazla ahenk ve anlayış getirirse bence güvenilirdir.
İnsan grupları, eşit şartlara sahip olan bir grup arasında üs
tün bir gücü olan bireyin tanıdık bir resmini sergiler. Bu resim
bizim ilkel kabile fikrimizde de bulunmaktadır. Böyle bir grubun
psikolojisini sürekli bahsettiğimiz (bilinçli bireyin kişiliğinin kü
çülmesi, duyguların ve düşüncelerin aynı yöne odaklanması, zih
nin duygusal yanının ve bilinçdışı ruhsal hayatın ağır basması,
ortaya çıkan niyetleri hemen uygulama eğilimi) tanımlardan bi
liyoruz. Bütün bu tanımlar ilkel zihinsel hareketliliğe gerilemeye
karşılık gelmektedir.
Bu yüzden grup bize ilkel topluluğun dirilişi gibi görünüyor.
İlkel bir birey potansiyel olarak herkesin içinde yaşamaya devam
eder. Böylelikle ilkel topluluk sıradan bir topluluktan ziyade or
taya çıkabilir. Sonuç olarak şunu söylemeliyiz ki grupların psi
kolojisi en eski insan psikolojisidir. Grupların bütün belirtilerini
yok sayarak bireysel psikoloji diye ayırdığımız şey eski grup psi
kolojisine aşamalı belki de hala tamamlanmamış bir süreç olarak
baskın gelmeye başladı.
55
Bireysel psikoloji, aksine, grup psikolojisi kadar eski olma
lıdır. Öncelikle iki çeşit psikoloji vardı: grubun bireysel üyeleri
nin psikolojisi ve babanın, şefin ya da liderin psikolojisi. Grup
üyeleri bugün gördüğümüz bağlara bağlıydı. Ancak ilkel toplulu
ğun babası özgürdü. Onun zihinsel hareketleri yalnız kaldığında
bile güçlü ve bağımsızdı. İstekleri başkalarından gelecek hiçbir
pekiştirece bağlı değildi. Tutarlılık bizi liderin egosunun biraz da
olsa şehvetli bağları olduğunu varsaymaya yönlendiriyor. O kim
seyi sevmedi ama kendisini sevdi. Diğer insanlar sadece onun ih
tiyaçlarını karşılamak için ordaydı. Onun egosuna karşı çıkmak
sadece gerekli olan şeyleri vermek dışında hiçbir şey getirmedi.
İnsanoğlunun tarihinin en başında, lider bir "Süpermen"di.
Bugün
bile
bir grubun üyeleri, eşit oldukları ve liderleri tarafın
,i;ııı
sevildikleri yanılgısına ihtiyaç duyuyorlar. Ancak liderin
kendisi sevgiye ihtiyaç duyar başkaları değil. Liderin belki de
buyurucu bir doğası vardır, oldukça narsistiktir, kendine güven
lidir ve bağımsızdır. Biliyoruz ki sevgi narsizme katkıda bulunur
ve bu şekilde işleyerek uygarlık için bir unsur olabileceğini gös
termektedir.
Sürünün ilkel babası ölümsüz değildi. Daha sonradan ta
pınmayla ölümsüzleştirildi. Eğer ölseydi yerine birinin geçınesi
gerekecekti. Yeri muhtemelen grubun bir parçası olan en küçük
oğlu tarafından doldurulacaktı. Bu yüzden grup psikolojisini bi
reysel psikolojiye dönüştürmenin ihtimali olmalı. İhtiyaç duru
munda bir larvayı işçi yerine kraliçeye dönüştürmenin anlar için
mümkün olması gibi, böyle bir dönüşümün kolaylıkla başarıla
bileceği bir durum keşfedilmeli. Sadece bir ihtimal hayal edile
bilir: ilkel baba oğullarının cinsel dürtülerini tatmin etmesini en
gellemiştir, onlardan kaçınması için zorlamıştır ve sonuç olarak
babasıyla ve birbirleriyle olan duygusal bağlar cinsel amaçların
dan engellenen dürtülerinin dışında ortaya çıknuştır. Yani diğer
bir ifadeyle onları grup psikolojisine zorlamıştır. Babanın cinsel
56
kıskançlığı ve hoşgörüsüzlüğü grup psikolojisine neden olan son
çare olmuştur.
Babanın yerine geçen kim olursa olsun cinsel tatmin ola
nağı bulmuştur ve ona grup psikolojisinin dışında bir seçenek
sunulmuştur. Libidonun kadınlara sabitlenmesi ve herhangi bir
geciktirme veya biriktirme gereği duymaksızın tatmin olasılığı
onun amaçlarından engellenmiş cinsel isteklerinin önemine bir
son veriyor ve narsizminin artmasına neden oluyor.
Yapay bir grubu bir arada tutan mekanizma ve ilkel bir top
luluğun birleşimi arasındaki ilişkiden daha fazla bahsetmemiz
gerekebilir. Kilisede ve orduda bu mekanizma, liderin herkesi
eşit ve doğru bir şekilde sevdiği biçimindeki bir yanılsamadır.
Ancak bu, her oğlun ilkel baba tarafından eşit şekilde zulme
uğradığını ve korkutulduğunu bildiği ilkel topluluklardaki işin
durumunu ideal bir şekilde yeniden yapılandırmaktır. Başka bir
şekilde ifade edilecek olursa, şimdiye kadar oluşturulan bütün
sosyal görevler, insan toplumunun sonraki biçimi tarafından var
sayılmıştır. Doğal bir grup olarak ailenin yok edilemez gücü, ba
banın eşit sevgisi aile içinde gerçek bir uygulama alanı bulmak
tadır şeklindeki gerekli varsayımlara dayanmaktadır.
Gruptan türeyenden daha fazlasını ilkel topluluklardan bek
liyoruz. İlkel topluluk, grup oluşumunun "hipnoz" ve "telkin"
kelimelerinin arkasında yatan anlaşılmaz ve gizemli yanlarını
çözmemize yardım etmelidir. Ben bunu başarabileceğini düşü
nüyorum. Onunla ilgili olumlu ve esrarengiz bir hipotezi hatır
latmak istiyorum aına esrarengizliğin özelliği bastırılmış eski ve
tanıdık bir şey öneriyor. Hipnotize edici kişi gizemli bir gücü
olduğunu ileri sürmektedir ve hipnoz altındaki kişi ona inanmak
tadır. Bu gizemli güç (sıklıkla cinsel cazibe olarak tanımlanır),
ilkel insanlar tarafından tabunun kaynağı olarak görülen, krallar
ve reisler tarafından oluşturulan ve onlara yaklaşmayı tehlikeli
kılan şeyle aynı güçte olmalıdır. Daha sonra hipnotize eden kişi
57
bu gücün sahibi olarak düşünülür. Peki, bu gücü nasıl göstermiş
tir? En yaygın kullandığı yöntem olan, kişiye gözlerinin içine
bakmasını söyleyerek. Ölümlü insanlarda Tanrının olduğu gibi,
ilkel insanlar için de tehlikeli ve katlanılması zor olan şey sadece
reisin
görme yeteneğidir.
Musa Peygamber bile insanları ve Tan
rı
arasında arabulucu olarak davranmak zorunda kalmıştır çünkü
insanlar Tanrı 'nın gördüğünü kanıtlayamamışlardı.
Hipnozun başka şekillerde de harekete geçebileceği doğ
rudur. Örneğin, gözleri parlayan bir nesneye sabitleyerek ya da
tekdüze bir sesi dinleyerek de hipnoz olunabilir. Bu yanıltıcıdır
ve yetersiz fiziksel teorilere fırsat verir. Bu yöntemler bilinç
li dikkati dağıtmaya ve bir noktada sabit olarak tutmaya yarar.
Eğer hipnotize eden bir kişi söz konusu olan kişiye şunu söy
lerse durum aynıdır: "Şimdi kendini sadece benim kişiliğimle
düşün; dünyanın geri kalanı oldukça sıkıcı." Böyle bir konuşma
hipnotize eden kişi için teknik olarak tabi ki uygunsuz olurdu.
Bireyi bilinçaltındaki tutumundan koparırdı ve bilinçli bir şekil
de muhalefet olması için kışkırtırdı. Hipnotize eden kişi, bireyin
bilinçli düşüncelerini kendi amacına yönlendirmekten kaçınır.
Ancak, aynı zanıanda kişi bilinçsiz bir şekilde hipnotize eden
kişiye odaklanan bir gerçekliğin içindedir ve uygunluk tutumu
içine girer. Bu yüzden hipnozun dolaylı yöntemleri, bilinçaltın
daki olayların gidişatına müdahale eden zihinsel enerjinin dağılı
mını kontrol eden bir etkiye sahiptir. Dolaylı yöntemler, çarpıcı
ve göz alıcı bir şekilde etkilemenin direk olan yönteınleriyle aynı
sonuca ulaşır.
l 909 yılında Ferenczi gerçek bir keşif yapmıştır. Hipnotize
eden bir kişi uyuma komutu verdiği zaman kendisini uyuttuğu
kişinin ailesinin yerine koyar. Ferenczi iki türdeki hipnozun ayırt
edilmesi gerektiğini düşünür. Bunlardan bir tanesi annesini mo
del alarak gönül yapan ve sakinleştirendir. Diğeri ise babasını
model alarak korkutucu olandır. Artık hipnozdaki uyuma komutu
58
dünyayla olan ilgiyi koparmaktan başka bir şey değildir. Uyutu
lan kişi tarafından anlaşılır ki dış dünyayla olan ilginin koparıl
ınası uyumanın psikolojik özelliğinden kaynaklanmaktadır. Uyu
mak ve hipnoz durumu arasındaki akrabalık bu duruma bağlıdır.
Aldığı önlemlerle hipnotize eden kişi, hipnoz ettiği kişide
onu ailesine itaatkar yapan ve babasıyla olan ilişkisinde ayılma
yaşatan geçmişe ait izler uyandırır. Uyandırılan şey sadece uysal
ve mazoşistik bir tutumun mümkün olduğu en üstün ve tehlikeli
bir kişilik fikridir. Yüzüne bakmak bile tehlikeli bir girişim gibi
gözükmektedir. İlkel topluluğun üyesi olan bir birey ile ilkel ba
banın ilişkisini ancak bu şekilde tanımlayabiliriz. Diğer tepkiler
den bildiğimiz gibi, bireyler eski durumlardı canlandırmak için
değişken derecelerde kişisel özelliklerini koruyorlar. Her şeye
rağmen hipnoz bir oyundur. Eski fikirlerin aldatıcı bir yenilen
mesidir ancak belki geride kalabilir ve hipnozda isteğin ertelen
mesinin çok ciddi sonuçlarına karşı bir direnç oluşabilir.
Telkin durumunda gösterilen grup oluşumunun esrarengiz
ve zorlayıcı özellikleri adaletle kendi aslının ilkel toplum olduğu
gerçeğine geri dönebilir. Grubun lideri hala heybetli olan ilkel
babadır. Grup hala sınırlanmamış bir güçle yönetilmek istemek
tedir. Otorite için büyük bir tutkusu vardır. Le Bon'a göre grup
ise boyun eğmeye susamıştır. İlkel baba, ego idealinin yerinde
egoyu yöneten grup idealidir. Hipnozun iki grup gibi tanımlandı
ğı yönünde bir iddiası vardır. Geriye telkinin tanımı kalmaktadır:
kavrayışa ve mantığa bağlı olmayan ama tutkuya bağlı olan bir
iknadır.
59
XI
EGO'DA FARKLILAŞAN AŞAMA
Bugün yaşayan bir bireyin hayatını incelersek, grup psikolo
jisinin birbirini tamamlayıcılığını dikkate alarak, gösterilen güç
lükler karşısında kapsamlı bir şekilde anlatma cesaretimizi kay
bedebiliriz. Her bir birey pek çok grubun tamamlayıcı bir parça
sıdır, gruba birçok yönden özdeşleşerek bağlanır ve ego idealini
en çeşitli modellere bağlı olarak oluşturmuştur. Bu yüzden her
birey ırk, sınıf, inanç ve milliyet gibi çok sayıdaki grup ruhunu
paylaşır. Bağımsızlık ve özgünlük için dövüşerek kendisini di
ğerlerinden daha üst bir seviyeye yükseltebilir. Le Bon 'un dahi
ce oluşturduğu grup ruhunun psikolojik karakterinin taslağından
hızlı bir şekilde oluşmuş ve gelip geçici gruplara göre sürekli
devam eden etkisiyle ve aynılıklarıyla değişmeyen ve uzun süre
devam eden grup oluşumları bir gözlemci için daha az dikkat
çekicidir. Diğerleri üzerinde birleştirilmiş, bütünlüğün mucizesi
sayesinde tanıştığımız, sadece geçici olsa da bireysel gereklilik
olarak bildiğimiz şeylerin kayboluşu sadece gelip geçici gruplar
da görülür.
Biz bu mucizeyi birey ego idealinden vazgeçer ve liderin
bünyesinde barındırılan grup idealinin yerini tutar şeklinde yo
rumluyonız. Bir düzeltnıe yapmalıyız ki mucize her durumda
büyük değildir. Birçok bireyde ego ve ego idealinin ayrılması
çok gelişmemiştir, ikisi de kesişmeye hazırdır. Ego genellikle
kendinden hoşnut olma narsizmini korur. Liderin seçiıni bu du
rumla oldukça kolaylaştırılmıştır. Sadece bireylerin sıradan özel
liklerine, daha büyük gücü ifade etmeye ve libidonun daha özgür
olmasına ihtiyaç duyar. Bu durumda güçlü bir lidere olan ihtiyaç
yarım yamalak bir şekilde karşılayacaktır ve başka hiçbir şekilde
sahip olamayacağı üstünlükle kuşatır. Ego idealleri aynlmaınış
olan grubun diğer üyeleri hiçbir düzeltme olmaksızın bu kişinin
60
bünyesinde toplanır. Daha sonra geri kalanı "telkin" ile özdeşleş
ıne yoluyla alıp götürülür.
Grupların şehvetli yapılarının ego ve ego ideali arasında
ki
farklılığa ve özdeşleşmenin olanak sağladığı iki türlü bağa
ve nesneyi ego idealinin yerine koyn1aya yeniden yönlendirdi
ği açıklamalarına katkıda bulunabildiğimizin farkındayız. Ego
analizindeki
ilk aşama olan, egoda farklılaşan aşama varsayımı
psikolojinin farkh alanlarında doğruluğunu aşamalı olarak oluş
turulrnahdır. 1 9 1 4 yılında yazdığım narsizm ile ilgili bildiride,
bu farklılaşma için kanıt olarak kullanılabilecek bütün patolojik
bulguları bir araya getirdim. Psikozların psikolojisinin derinli
ğini iyice anladığımız zaman öneminin daha büyük olduğu fark
edilmesi beklenebilir. Şimdi ego, kendinden bağımsız gelişen
ego ideali ve nesne arasındaki ilişkinin içine giriyor. Nevrozlar
hakkında yaptığımız çalışmalar sayesinde haberdar olduğumuz,
dıştaki bir nesne ile ego arasındaki etkileşim bütünüyle ego için
de yeni hareketlere bağlı olarak tekrarlanabilir.
Bu bakış açısından ortaya çıkabilecek, bir yerlerde çözülme
ıniş olarak bırakmaya mecbur olduğum problemin tartışmasına
kaldığım yerden devam ederek muhtemel sonuçlardan yalnızca
bir tanesini takip edeceğim. Zihinsel işlevlerin zorluklarının ye
niden şiddetlenmesiyle haberdar olduğumuz zihinsel farklılıkla
nn her biri değişkenliğini artırıyor ve bir hastalığın başlaması için
bir başlangıç noktası oluyor. Bu yüzden, doğarak, kendine yeten
bir narsizmden değişen bir dış dünya algısına ve nesneleri keş
fetme başlangıcına bir adım atıyoruz. Bu durum, olayların yeni
durumlanna uzun süre tahan1mül edemediğimiz ve uykumuzda
sürekli olarak onları eski hali olan uyan eksikliği ve nesneler
den kaçınma durumuna geri çevirdiğimiz gerçeğiyle ilişkilen
dirilebilir. Ancak, bu durumda, bizi etkileyen uyarıcının büyük
bir çoğunluğundan geçici olarak uzaklaşarak gece ve gündüzün
sürek!
i
olarak değişmesi aracılığıyla dış dünyadan bir izi takip
6 1
ediyoruz. Böyle bir adımın patolojik olarak daha önemli olan
ikinci örneği ise böyle bir özelliğe bağlı değildir. Gelişimimizin
seyri, zihinsel varlığımızın tutarlı bir egoya ve bilinçaltında ve
bastırılmış bir kısma ayrılmasından etkilenir. Biliyoruz ki yeni
kazanılan bu şeyin tutarlılığı sürekli olan sarsıntılara bağlıdır.
Dışlanan rüyalarda ve sinir bozukluğu durumlarında giriş izni
için bastırma yoluyla korunan kapıda bekler. Uyanık durumu
muzda, aldığımız keyfi artırmak amacıyla, bastırdığımız durum
dan kurtulmalarına izin vermek için ve egomuza geçici olarak
kabul etmek için özel beceriler kullanıyoruz. Şakalar, espriler ve
bir şekilde komik olan şeyler bu açıdan düşünülebilir. Nevrozla
rın psikolojisinden haberdar olan herkes daha az önemin benzer
örneklerini düşünecektir ama ben düşündüğüm şeyleri uygula
maya geçirmeyi hızlandırıyorum.
Ego idealin egodan ayrılması uzun süredir taşınıyor olamaz
ve geçici bir süreliğine tamamlanmamış olmak zorunda. Egodan
faydalanılmış bütün vazgeçişlerde ve kısıtlamalarda, yasaklan
manın sürekli olarak ihlal edilmesi bir kuraldır. Bu kural, aslında
kurallar tarafından sağlanan ilavelerden ne az ne de daha fazla ol
mayan ve keyif verici özelliğini getirdiği serbestliğe borçlu olan
eğlence kurumları tarafından gösterilir. Romanların cümbüşü ve
modem kamavallarımız ve genellikle ahlaksızlığın her türlüsü
ile ve diğer zamanlarda en kutsal olan emirlerin çiğnenmesi ile
biten ilkel insanların eğlenceleri de bunu göstermektedir. Ancak,
ego ideali, egonun kabullenmek zorunda olduğu bütün kısıtla
maların toplamını içermektedir. Bu sebepten dolayı, idealin orta
dan kaldırılması kendini daha sonra bir kez daha tatmin edecek
ego için ister istemez muhteşem bir eğlence olurdu.
Egodaki bir şey ego ideali ile kesiştiği zaman genellikle bir
galibiyet hissi oluşur. Suçluluk duygusu (aşağılık duygusu gibi)
ego ve ego ideali arasındaki gerginliğin bir ifadesi olarak anla
şılabilir.
62
İyi bilinir ki, ruhsal durumları sürekli olarak aşın depresyon
dan mutluluk duygusuna doğru salınan insanlar vardır. Bu salın
tılar, melankoli ve çılgınlık biçiminde çeşitli ve büyük derecede
ortaya çıkar. İlgili kişinin hayatına en ıstıraplı ve rahatsız edici
baskınları yapar. Bu döngüsel depresyonun en tipik durumların
da, tetikleyici dışsal etkenler karar mekanizmasında rol alıyor
gibi gözükmüyor. İçsel güdülere gelince, diğer insanlara göre bu
hastalarda daha fazla ya da hiçbir şey bulunmuyor. Sonuç olarak,
bu duruınların ruhsal kökenli olmadığını düşünmek alışkanlık
olmuştur. Kolaylıkla zihinsel travmalara dönüşebilecek döngüsel
depresyonun benzer durumlarından bahsedelim.
Ruhsal durumun kendiliğinden olan salıntılarının nedeni
belli değildir çünkü melankolinin çılgınlıkla yer değiştirme me
kanizmasını kavrayamıyoruz. Bu hastaların, kendilerine özgü
olan bir katılıkla yönetildikten sonra, ego ideallerinin geçici bir
süre için de olsa egoları içinde çözülmüş olabileceği tahminimi
zin gerçek uygulamasını bulabileceğimiz insanlar olduğunu var
saymakta özgürüz.
Ego analizimizin temeline göre, çılgınlık durun1larında ego
ve ego idealinin kaynaştığından şüphe edilemez. Bu yüzden kişi
galibiyet ve tatmin olmuş ruh halindedir, hiçbir özeleştiriden ra
hatsız olmaz, engellenmişliklerinin, başkalarını düşünme duygu
sunun ve kendini suçlamalarının kaldırılmasından memnuniyet
duyar. Bu çok belirgin değildir ama buna rağmen oldukça muh
temeldir. Melankoliklerin ızdırapları, hassalıkta aşırıya kaçma
konusunda egosuyla ve ideali arasında olan şiddetli çelişkinin bir
ifadesidir. Kendini değersiz hissetme ve aşağılık kuruntusunda
hiç durmadan egoyu suçlu çıkarmaya çalışır. Sorulabilecek tek
soru, biz yeni bir kuruma karşı sürekli olarak başkaldıran ego
ve ego ideali arasındaki değişken ilişkinin nedenlerine mi bakı
yoruz yoksa başka durumları bu olaylardan sorumlu tutmaya mı
çalışıyoruz.
63
Çılgınlığa dönüşüm melankolik depresyon belirtilerinin en
gerekli özelliği değildir. Bu gelişimi göstermeyen, bazısında tek
bazısında ise yineleyen nöbet geçiren melankolikler vardır.
Bunun tam tersine, bazı ınelankolikler vardır ki tetikleyici
sebep etiyolojik kısımda bir rol oynamaktadır. Bu durum genelde
sevdikleri bir nesneyi ölüm yoluyla ya da nesneden libidonun
vazgeçmesi gerektiği durumların sonucu olarak kaybettikten son
ra ortaya çıkar. Bu şekildeki ruhsal kökenli melankoli çılgınlıkla
sonuçlanabilir ve bu dönüşüm kendiliğinden olan bir durum gibi
kolaylıkla birçok kez tekrarlanabilir. Gidişatın durumu özellikle
melankolinin çok az biçiminde ve durumunda psikanalitik araş
tırmaya gönderilenlerde biraz belirsizdir. Sadece, aşkın alçaklı
ğını kendi kendine gösterdiği için nesnenin bırakıldığı durumları
anlayabiliyoruz. Daha sonra egosunda özdeşleşme yoluyla yeni
den kuruluyor ve ego ideal tarafından ağır bir şekilde kınanıyor.
Nesneye yönelik saldırılar ve kınamalar daha sonra melankolik
bir şekilde kendini suçlama biçimini alıyor.
Bu şekildeki bir melankoli de çılgınlığa dönüşebilir. Bu yüz
den, bu olayın ihtimali klinik boyutun özelliklerinden bağımsız
olan bir özelliği temsil etmektedir.
Bütün bunlara rağmen, egonun ego idealine karşı sürekli
olan isyanına melankolinin kendiliğinden olduğu gibi ruhsal kö
kenli de olabilen her iki türünü paylaştıklarını söylemekte hiçbir
zorluk görmüyorum. Kendiliğinden olan türünde ego idealinin
daha sonra kendiliğinden ve geçici olarak ertelenmesiyle sonuç
lanacak özel bir katılık göstermeye eğilimi olduğu varsayılabilir.
Ruhsal kökenli olan türünde ise ego belki de ideal kısmındaki,
reddedilen nesneyle özdeşleşme durumunda karşılaşılan kötü
muameleyle isyana teşvik edilmiştir.
64
Xll
DİPNOT
Geçici bir sonuca ulaştırılan araştırma sırasında, ilk aşama
larda takip etmekten kaçındığımız ama içgörünün gösterdiği çok
sayıdaki yan yollarla karşılaşıyoruz. Bu şekilde bir kenarda kal
mış noktaları şimdi ele almak istiyoruz.
A. Egonun bir nesne ile özdeşleşmesi ve ego idealin bir nes
ne ile yer değiştirmesi arasındaki farklılık, iki büyük yapay grup
olan ordu ve Hıristiyan Kiliselerinde ilginç bir örnek buluyor.
Çok açık ki, bir asker kendisini ona eşit olanlarla özdeşleş
tirirken ideal olarak ordunun lideri olan üstünü örnek alır. Bu as
ker, egolarının topluluğundan ve dostluk sayesinde sahip olunan
şeylerin paylaşımı ve karşılıklı yardımlaşma zorunluluğundan
türemiştir. Ancak, eğer asker kendisini başkomutanla özdeşleşti
rirse gülünç duruma düşer. Wallensteins Lager'deki asker çavu
şuna bu yüzden gülmüştür:
Seni bağışlıyorum, taklidin mükemmel bir şekilde
onun avlandığı ve tükürdüğü şekle uyuyor.2
Bu Katolik Kilisesindeki farklı bir durumdur. Her Hıristi
yan Mesih'i kendi ideali olarak sever ve kendisini özdeşleşme
bağı diğer Hıristiyanlarla ile birleşmiş olarak görür. Ancak Kilise
ondan daha fazlasına ihtiyaç duymaktadır. Her birey kendisini
Mesih ile ve Mesih 'in onu sevdiği gibi onun da diğer insanlara
olan sevgisiyle özdeşleştirir. Her iki durumda da, Kilise, grup
oluşumu tarafından sağlanan libidonun tamamlanması gereken
bir durumda oluyor. Nesne seçiminin olduğu yere özdeşleşme,
özdeşleşmenin olduğu yere de nesne sevgisi eklenmeli. Bu ek
leme çok açık bir şekilde grup oluşumunun ötesine geçiyor. Bir
2
Schiller 'in oyunundaki
6.
sahne
65
kişi iyi bir Hıristiyan olabilir ama yine de kendisini Mesih' in ye
rine koyma ve onun gibi bütün insanları kapsayan bir sevgiye
sahip olma fikrinden uzak olabilir. Zayıf ve ölümlü bir kişinin
kendisini, ruhun yüceliğini ve aşkın gücünü kurtarabileceğini dü
şünmesine gerek yoktur. Ancak, libidonun gruptaki dağılımı ko
nusundaki daha büyük ölçüdeki gelişim, Hıristiyanlığın daha etik
bir seviyeye ulaştığı iddialarının temelinin dayandığı etkendir.
B. İnsanoğlunun, grup psikolojisinden bireysel psikolojiye
genişleyen ve grup içindeki bir birey tarafından da başarılabilen,
zihinsel gelişimindeki noktaları özelleştirmenin mümkün olabi
leceğini söylemiştik.
Bu amaçla kısa bir süreliğine ilkel toplumların babasıyla il
gili olan bilimsel efsaneye geri dönmeliyiz. O, daha sonra dün
yanın yaratıcılığı seviyesine yükselmiştir ve doğrulukla ilk grubu
oluşturan oğullarını meydana getirmiştir. O, çocuklarından her
birinin korktukları ve gurur duydukları idealiydi. Bu gerçek daha
sonra tabu fikrine yol açtı. Çok sayıdaki bu bireyler sonuç ola
rak kendilerini birlikte bağlamışlardır ve onu öldürerek parçalara
ayırmışlardır. Galip gruplardan hiçbiri onun yerini alamamıştır
ya da bir tanesi almıştır ve savaş yeniden başlamıştır. Babala
rının mirasından vazgeçmeleri gerektiğini anlayana kadar savaş
devam etmiştir. Daha sonra, erkek kardeşlerin totemik topluluğu
nu oluşturmuşlardır. Hepsi eşit haklara sahiptir ve cinayetin ha
fızasını korumak ve cezasını çekmek için totem yasaklamalarıy
la birleşmişlerdir. Ancak, gerçekleştirdikleri şeyden duydukları
memnuniyetsizlik hala devam etmektedir ve bu yeni gelişimlerin
kaynağı olmuştur. Erkek kardeşlerin oluşturduğu grupla birleşen
insanlar zamanla eski durumdaki şeyleri yeni seviyeye taşımış
lardır. Bir erkek ailenin bir kere daha başı olmuştur ve babasız
dönemde kurulan kadınların egemen olduğu yönetimi biçiminin
ayrıcalıklarını sona erdirmiştir. Bunu telafi etmek için de, ilkel
toplumun babası tarafından verilen örnekten sonra, anneleri ko-
66
rumak için rahipleri kısırlaştırılan anne tanrıçaları kabullenmiştir.
Ancak gene de yeni aile sadece eskisinin bir gölgesidir. Çok sa
yıda baba vardır ve her biri diğerlerinin haklarıyla kısıtlanmıştır.
Belki de daha sonra bazı insanlar, arzularının ihtiyacıyla
kendisini gruptan bağımsızlaştırmıştır ve babanın yerini üst
lenmiştir. İlk destansı şairdir ve yenilikler onun hayal gücünde
başarıya ulaşmıştır. Bu şair arzuları doğrultusunda yalanlar söy
leyerek gerçeği gizleıniştir. Kahramanlık efsanesini yaratmıştır.
Kahraman, efsanede hala totemik bir canavar olarak yer alan ba
bayı kendi başına katleden bir adamdır. Nasıl ki baba erkek ço
cuğun ilk ideali olduysa, babanın yerine göz diken kahraman şair
de ilk ego idealini yaratmıştır. Kahramanlığa geçiş muhtemelen
annesinin gözdesi olan, babayla ilgili kıskançlıktan koruduğu, il
kel toplum çağındaki ve babasının mirasçısı olan en küçük erkek
çocuk tarafından başarılmıştır. Çok sevilen şiirlerin bulunduğu
tarih öncesi zamanlarda, savaşların ödülü olan ve cinayet için
ayartıcı kadınlar muhtemelen suçların aktif olarak baştan çıkarı
cısı ve azmettiricisi haline gelmiştir.
Kahraman, sadece toplumun hepsinin gücünün yeteceği ba
şarısını yalnız gerçekleştirdiğini ileri sürer. Ancak, Rank'ın göz
lemlediği kadarıyla, peri masalları reddedilen gerçeklerin belirli
ipuçlarını muhafaza eder. Genellikle bu masallarda, kahramanın
bazı zor görevleri yapmak zorunda olduğunu, genellikle en kü
çük erkek çocuk olduğunu ve kendisini babasının yerini temsil
eden aptal yani zararsız olarak tanıttığını görüyoruz. Buna ek
olarak, görüyoruz ki bu kahraman görevini sadece arı veya ka
rınca gibi küçük bir hayvan topluluğunun yardımıyla gerçekleş
tirebiliyor. Rüyalardaki böceklerin ve haşaratların kız kardeş ve
erkek kardeş anlamına gelmesi gibi bunlar da ilkel toplumlarda
ki erkek kardeşler olabilir. Efsanelerdeki ve peri masallarındaki
görevlerden her biri, kahramanın başarısının bir yedeği olarak
kolaylıkla algılanabilir.
67
Efsane, bireyin grup psikolojisinden var olmasının bir adı
mıdır. İlk efsane kesinlikle psikolojik olan kahramanlık efsanesi
dir: efsanenin açıklayıcı niteliği daha sonra takip edilınelidir. Bu
adımı atan ve bu şekilde hayallerinde gruptan kendini bağımsız
kılan şair yine de gerçeklikte kendi yolunu geri bulabilir. Kendi
yarattığı kahramanın yaptıklarını grupla ilişkilendirir. Aslında bu
kahraman kimse değildir, kendisidir. Bundan dolayı, kendisini
gerçekliğin seviyesine düşürür ve dinleyicisini hayal seviyesine
yükseltir. Ancak, dinleyicileri şairi anlar ve ilkel babaya karşı
aynı arzu ilişkisine sahip olduklarından dolayı kendilerini kahra
manla özdeşleştirebilirler.
Kahramanlık efsanesinin yalanı, kahramanın yüceltilmesiyle
en son noktaya ulaşır. Yüceltilmiş kahraman belki de Baba
Tanrı' dan daha önce vardır ve ilkel babanın ilah olarak dönme
sinin bir işaretidir. Daha sonra tanrı serileri tarih sırasına göre
çalışmış olacaktı: Anne Tanrıça - Kahraman - Baba Tanrı. Ancak
bu sadece tanrılık özelliği kazanan hafızalara kazınmış ilkel ba
banın yüceltilmesiyle bugün hala onu hatırlıyoruz.
C. Doğrudan cinsel güdüler ve amaçlarından engellenmiş
olanlarla alakalı birçok şeyi söyledik. Bu ayrımın çok fazla di
renişle karşılaşmayacağı umut edilebilir. Ancak, sorunun detaylı
tartışması, sadece daha önce söylenen şeyleri tekrar etse bile yer
siz olmayacaktır.
Çocuklarda libidonun gelişimi, amaçlarından engellenen
cinsel güdülerin ilk ama en iyi örneğiyle bizi haberdar etti. Bir
çocuğun ailesine karşı beslediği ve sahip çıktığı bütün duygu
lar, çocuğun cinsel dürtülerinin ifadesi olan isteklere kolay bir
dönüşümle geçer. Çocuk, sevdiği nesnelere sevecenliğin bildiği
bütün işaretlerini yapmak ister; öpmeyi istemek, onlara dokun
mak ve onlara bakmak. Boşaltım işlevlerini yerine getirirken ge
nitallerini görmeye ve onlarla olmaya meraklıdır. Evlilikten her
ne anlıyorsa, annesiyle veya hemşiresiyle evleneceğine söz verir.
68
Kendi kendine bir çocuk olarak babasına nasıl dayanacağını ta
sarlar. Çocukluğun kalıntılarının sonraki analizi gibi direk olarak
gözlem de şefkatin, kıskançlığın ve cinsel amaçların tamamen
birleşmesiyle alakalı hiçbir şüphe bırakmaz. Bunun yanı sıra, ço
cuğun henüz tam gelişn1emiş cinsel eğilimleriyle sevdiği kişiyi
nasıl bir yolla nesneye dönüştürdüğünü gösterir.
Genellikle tipik durumlarda Oidipus kompleksi şeklini alan,
çocuğun sevgisinin ilk şekillenmesi gizlilik evresinin başlangı
cından bildiğimiz kadarıyla bastırma dalgasına karşı koyamaz.
Böyle bir durum artakaldığı gibi kendisini aynı insanları ilişki
lendiren taınamen sevecen duygusal bir bağda gösterir ama ar
tık "cinsel" olarak tanımlanmaz. Zihinsel hayatın derinliklerini
aydınlatan psikanaliz, çocukluğun ilk yıllarındaki cinsel bağın
bastırılsa da bilinçaltında olsa da hala devam ettiğini göstermede
zorluk çekmez. Psikanaliz, nereye gidersek gidelim söz konusu
insanla ya da bu insanın asıl örneğiyle duygusal bir nesne bağı
nın mirasçısı olan sevecen bir bağla karşılaşacağımızı iddia et
ınemiz için cesaret verir. Belirli bir durumda tamamlanmış cinsel
eğilimin baskı altında hala var mı yoksa çoktan bitti mi gibi özel
bir araştırma yapmadan bize bir şey açıklayamaz. Daha açık ko
nuşmak gerekirse, bu eğilim bir şekilde ve ihtimalde hala vardır
ve her zaman duygusal enerji saklanabilir ve geri dönme yoluyla
tekrar harekete geçebilir. Tek olan ve cevaplanamayan soru ise
bu eğilim, enerji yükünün ve etkili olan gücün hangi derecesinde
şu anda vardır. Eşit derecede özen iki türlü hatadan uzak durmak
için gösterilmelidir: bastırılmış bilinçaltının önemini küçümse
ınenin Scylla 'sı3 ve patolojiklerin standartlarıyla normalleri de
ğerlendirmenin Charybdis' i4•
Bastırılan şeylerin derinliklerini iyice anlayamayan ya da
anlamayacak olan psikoloji sevecen duygusal bağları, cinsel
1
Yunan mitolojisinde bir canavan temsil etmektedir.
' Yunan mitoloj isinde bir girdabı temsil etmektedir
69
amacı olan dürtülerden türeseler de hiçbir cinsel amacı olmayan
dürtülerin değişmeyen bir ifadesi olarak görür.
Her ne kadar, metapsikolojinin gerekliliklerine boyun eğen
amaçtan sapmanın tanımını vermek zor olsa da bu duygusal bağ
ların, cinsel amaçlardan saptırıldığını söyleyerek haklı çıkabi
liriz. Daha da fazlası, amaçlarından engellenen güdüler genel
likle asıl amaçlarından bir kaçını muhafaza ederler. Sevecen bir
hayran bile, bir arkadaş ya da aşık bile fiziksel bir yakınlığı ve
sevdiği insanın bakışını arzular. Eğer seçecek olursak, amacın
saptırılmasını, cinsel isteklerin
yüceltilmeye
başlamasından fark
edebiliriz ya da diğer bir açıdan, başka noktalarda yüceltmeye
sınır oluşturabiliriz. Amaçlarından engellenen cinsel güdüle
rin, engellenmeyenlere göre büyük bir işlevsel avantajı vardır.
Gerçekten tamamen tatmine güçleri yetmediği için kalıcı bağlar
oluşturmaya uyarlanmışlardır. Direk olarak cinsel olan güdüler
tatmin edildiği her zaman enerji kaybına sebep olur ve cinsel li
bidonun tekrardan birikmesi yoluyla yenilenmek için beklemek
zorundadır. Bu yüzden, bütün bunlar olup biterken, nesne belki
değiştirilebilir. Engellenmiş güdüler, engellenmemiş olanlarla
herhangi bir seviyede harmanlanmaya meyillidir. Engellenme
mişlerden bağımsız oluştuğu gibi tekrardan onlara dönüştürüle
bilir. Öğrenci ve öğretmen arasında, sanatçı ve dinleyicisi ara
sında ve özellikle kadınların durumunda, arkadaş canlısı bir ka
rakterin duygusal ilişkilerinden bağımsız olarak, zevk almaya ve
hayranlığa bağlı olarak erotik arzuların ne kadar kolay geliştiği
iyi bilinir. Bu şekildeki amaçsız başlayan duygusal bağların ge
lişimi sıkça kullanılan bir nesne seçimi yolu sağlar. Pfister 19 1 O
yılındaki
Frömmigkeit des Grafen von Zi
n
zendorf
kitabında, çok
derin dinsel bir bağın bile ateşli cinsel bir heyecana nasıl kolay
lıkla dönüşebileceğinin oldukça açık ve kesinlikle tek olmayan
bir örneğini vermiştir. Diğer bir yandan, direk olan kısa süreli
cinsel dürtüleri, uzun süren ve tamamen sevecen bir bağa dönüş-
70
türmek oldukça sıradan bir durumdur. Tutkulu bir aşkı sağlam
laştırmak büyük bir ölçüde bu sürece dayanmaktadır.
Duyduğumuza doğal olarak şaşırmıyoruz ki, içsel ya da dış
sal engeller amacı ulaşılmaz yaptığı zaman amaçlarından engel
lenen cinsel dürtüler, direk cinsel olan dürtülerin dışında ortaya
çıkıyor. Gizlilik evresi süresince yapılan bastırmalar bu şekildeki
içsel ya da daha sonra içsel olan bir engeldir. İlkel toplumun ba
basının cinsel hoşgörüsüzlüğü yüzünden oğullarını nefsini kır
maya zorladığını varsaymıştık. Bu yüzden, kendi cinsel hazzını
yaşamanın özgürlüğünü yaşarken ve bu şekilde bir bağı yokken
oğullarını amaçlarından engellenmiş bağlar kurmaya zorlamıştır.
Grubun kurduğu bütün bağlar, amaçlarından engellenmiş güdü
lerin özellikleridir. Ancak, şimdi direk cinsel dürtüler ve grup
oluşumu arasındaki ilişkiyi ele alan yeni bir konunun tartışma
sına yaklaştık.
D. Son iki görüş bizi, direk cinsel dürtülerin grup oluşumuna
uygun olmadığını bulgusuna hazırlayacak. Aile gelişiminin tari
hinde cinsel aşkın grup ilişkileri (grup evlilikleri) vardır. Ancak,
genital amacın doğası gereği belirlenen daha önemli cinsel aşk
ego için vardır, aşk yaşamanın özellikleri daha çok gelişmiştir
ve daha şiddetle iki insana özel olmayı gerektirir. Çok eşlilik
eğilimi, değişen nesnelerde art arda tatmin bulmanın hoşnutluğu
olmalıdır.
İki insan yalnızlık arayışlarından dolayı cinsel tatmin ama
cıyla bir araya gelmektedir ve sürü güdüsüne, grup duygusuna
karşı bir gösteri yapmaktadırlar. Ne kadar aşk yaşarlarsa birbirle
rine o kadar fazla yeterler. Grubun etkilerini reddetmeleri, utan
gaçlık duygusu biçiminde ifade edilir. En uç noktalardaki şidde
tin kıskançlık duyguları cinsel bir nesnenin seçiminin grup bağı
tarafından gasp edilmesinden korumak için davet edilir. Başkala
rının varlığında ya da bir grupta aynı zamanda başka cinsel hare
ketler de olduğunda, iki insan için cinsel birleşme sadece bir aşk
7 1
ilişkisinin nedeninin yerini tamamen duygusallığa bıraktığı se
vecenliğin olduğu zaman mümkündür. Ancak bu noktada, cinsel
ilişkilerdeki aşk yaşamanın henüz yer almadığı ve bütün cinsel
nesnelerin eşit değerde olarak düşünüldüğü ilk evrelere doğru bir
gerileme olur. Bemard Shaw'ın, aşk yaşamak bir kadınla diğeri
arasındaki farkı abartmaktır dediği kötü sözü bu duruma bir şe
kilde uymaktadır.
Aşk yaşamanın sadece kadınlar ve erkekler arasındaki cinsel
ilişkilerde kendisini sonradan gösterdiğini ve bu yüzden cinsel
aşk ve grup bağları arasındaki zıtlığın da geç bir gelişimi oldu
ğunu belirten çok fazla bulgu vardır. Bu varsayım bizim ilkel
aile efsanemizle bağdaşmıyor gibi gözüküyor. Erkek kardeşlerin
annelerine ve kız kardeşlerine olan bütün sevgileri babalarını öl
dürmeye sürüklemiştir. Bu aşkı hiçbir şey ama bütün ve sevecen
ve duygusallığın yakınlığı gibi olan ilkel olarak düşünmek ol
dukça zordur. Ancak, daha fazla değerlendirme teorimize olan
bu karşıtlığı onaylama yoluyla çözer. Baba_ cinayetine olan tep
kilerden biri, çocukluktan beri kibar bir şekilde sevilen ailenin
kızlarıyla herhangi bir cinsel ilişkinin yasaklanması anlaınına
gelen dış evliliğin totemik kurumlarından sonra ortaya çıkmıştır.
Bu şekilde, bir erkeğin sevecen ve hassas duygularının arasına
bir şey koyulmuştur ve o kişi bugün hala onu erotik hayatına sıkı
sıkıya yerleştirınektedir. Dış evliliğin sonucu olarak, erkeklerin
duygusal ihtiyaçları yabancı ve seviln1eyen kadınlar tarafından
tatmin edilmek zorunda kalmıştır.
Kilise ve ordu gibi büyük yapay gruplarda, kadına cinsel bir
nesne olarak yer yoktur. Erkeklerin ve kadınların arasındaki aşk
ilişkisi bu yapıların dışında kalmaktadır. Kadın ve erkeğin yer
aldığı grupların oluşturulduğu yerde bile, cinsiyetler arasındaki
farklılığın hiçbir rolü yoktur. Çok nadiren sorulan bir soru vardır.
Libido, homoseksüel bir grubu mu yoksa heteroseksüel bir grubu
mu bir arada tutar. Libido cinsiyetlere göre farklılaştınlınaz ve
özellikle genital yapısının amaçlarını tamaınen hiçe sayar.
72
Bir grup tarafından başka açılardan grubun içine çekilen bir
insanda bile direk cinsel dürtüleri kendi bireysel hareketlerinin
bazılannı devam ettirir. Eğer bunlar çok güçlü olurlarsa, her grup
oluşumunun bütünlüğünü bozarlar. Katolik Kilisesi, takipçile
rine evlenmeyin önerisinde bulunmak ve rahiplerine bekarlığı
dayatmak için isteklerin en iyisine sahiptir. Ancak, aşık olmak
sıklıkla rahiplerin Kiliseden ayrılmalarına yol açmaktadır. Aynı
şekilde kadınların aşkı ırkın, milli ayrımların ve sosyal sınıf
sistemlerinin grup bağlarını koparır. Bu nedenle, uygarlaşmada
bir etken olarak önemli etkiler oluşturmaktadır. Engellenmemiş
cinsel dürtüler şeklini aldığı zamanlarda bile homoseksüel aşkın
grup bağlanyla daha uyumlu olduğu kesin gibi görünüyor.
Psikonevrozların psikanalitik incelemesi bize öğretiyor ki,
hastalıklarının belirtileri, bastırılan ama hala etkin olan direk
cinsel dürtülerde köken bulabiliyor. Bu formülü şunu ekleyerek
tamamlayabiliriz: "engellenınesi taınamıyla başarılı olmamış ya
da bastırılan cinsel amaca geri dönüş yapabilınek için yer yapan
amaçlarından engellenmiş güdüler." Bu, bir nevroz kurbanlarını
asosyal yapınalıdır ve sıradan bir grup oluşumundan onu çıkar
malıdır düşüncesi ile uyum içindedir. Bir nevrozun, grup oluşu
mu üzerinde, aşk yaşamakla aynı parçalayıcı etkiye sahip olduğu
söylenebilir. Diğer bir yandan, grup oluşumu için güçlü bir ener
jinin verildiği yerde nevroz belki azalabilir ve olaylar kısa bir
süreliğine ortadan kalkabilir. Grup oluşumu ve nevroz arasındaki
düşmanlığı terapisel anlamda bitirmek için doğru girişimlerde
bulunuluyor. Bugün uygarlaşan dünyadan dinsel yanılsamaların
kaybolmasından pişmanlık duymayan insanlar bile, nevrozun en
güçlü tehlikelerine karşı baskı altında kaldıkça bu duruına olanak
tanırlar. İnsanları gizemli-dinsel ya da felsefik-dinsel mezhebe
ve toplumlara bağlayan bütün bağların, bütün türdeki nevrozla
rın sahte tedavisinin ifadeleri olduğunu fark etmek zor değildir.
Bütün bunlar direk cinsel dürtüler ve amaçlarından engellen dür
tüler arasındaki zıtlıkla ilişkilidir.
7 3
Eğer kişi kendisini terk ederse, bir nevrotik kendi belirti olu
şumlarını, dışlandığı büyük grup oluşumuyla yer değiştirmeye
mecburdur. Kendisiyle ile ilgili olan hayalleriyle kendi dünya
sını, kendi dinini, kendi aldanmalarını oluşturur ve bu yüzden
insanlığın kurumlarının önemli noktalarını saptırılmış bir şekilde
yineler. Bu da, direk cinsel güdüler tarafından gösterilen baskın
kısmın bir kanıtıdır.
E. Sonuç olarak, libido teorisinin bakış açısından, ilgilendi
ğimiz şeylerin durumlarından, aşk yaşamaktan, hipnozdan, grup
oluşumundan ve nevrozdan karşılaştırmalı bir tahmin ekleyece
ğiz.
Aşk yaşamak,
direk cinsel güdülerin ve amaçlarından en
gellenmiş cinsel amaçların aynı zamanda var olmasına bağlıdır.
Bunun yanı sıra, nesne, öznenin narsistik egosunu ve libidosunu
kendisine çeker. Bu, sadece ego ve nesne için bir yer bulunduran
bir durumdur.
Hipnoz,
iki kişiyle kısıtlı olması nedeniyle aşk yaşamaya
benzer. Ancak, hipnoz tamamen amaçlarından engellenen cinsel
dürtülere bağlıdır ve nesneyi ego idealinin yerine koyar.
Grup,
bu süreci çoğaltır; grubu bir arada tutan güdülerin do
ğası ve ego idealinin nesne ile yer değiştirmesi konusunda hip
nozla uyuşmaktadır. Bunu yapmak için, nesneyle aynı ilişkiye
sahip olmayı mümkün kılan, diğer bireylerle olan özdeşleşmeyi
ekler.
Her iki durum, hipnoz ve grup oluşumu, insan libidosunun
soy biliminden kalan birikimlerdir. Hipnoz bir yatkınlık şeklin
dedir ve grup ise direk hayatta kalan bir biçimdedir. Direk cinsel
güdülerin amaçlarından engellenmiş güdülerle yer değiştirmesi
her iki durumda da, ego ve ego ideali arasındaki aşk yaşamakla
başlayan ayrımı kolaylaştırır.
Nevroz,
bu dizilerin dışında kalır. İnsan libidosunun gelişi
minin alışılmamışlığına bağlıdır. İkinci kez tekrarlayan başlangıç
74
direk olarak cinsel işlev tarafından gecikme evresinin müdaha
leciliğiyle yapılmaktadır. Aşk yaşarken eksik olan bir gerileme
özelliğine sahip olması açısından hipnoza ve grup oluşumuna
benzer. Direk cinsel güdülerin amaçlarından tamamen başarıya
ulaşamayan engellenmiş cinsel güdülere ilerlediği her yerde ken
disini gösterir. Gelişime doğru yol aldıktan sonra ego tarafından
alınan güdüler ile bastırılmış bilinçaltından sıçrayan güdüler ara
sındaki
anlaşmazlığı
temsil eder. Nevrozların kapsamı sıra dışı
bir biçimde zengindir. Ego ve nesne arasındaki, nesnenin korun
duğu ve terk edildiği ya da egonun içinde oluştuğu, ego ve ego
ideali arasındaki çelişkili bütün ilişkileri kapsar.
75
XIII
KAYNAKÇA
Abraham, K. ( l 9 1 2). "Notes on the Psycho-Analytic
lnvestigation and Treatment of Manic-Depressive Insanity and
Allied Conditions,"
Selected Paper on Psychoanalysis,
London,
l 927, Chap VI.
Bleuler, E. ( l 9
l
2). "Das autistische Denken,"
Jb. psychoanal.
psychopath.
Forsch., 4, l .
Brugeilles, R. ( 1 9 1 3). "L'essence du phenomene social: la
suggestion,"
Rev. phi/. ,
75, 593.
Federn, P.
(
l
9 1 9).
Die vaterlose Gesellschaft,
Vienna.
Felszeghy, Bela Yon. ( l 920). "Pan und Pankomplex,"
Imago, 6, 1 .
Ferenczi, S. ( l 909). "Introjection and Tranference,"
First
Contibutions ta Psychoanalysis,
London,
l
952, Chap. II.
Freud, S. ( 1 888-l 889). Preface to Bernheim 's
Die Suggestion
und ihre Heilwirkung,
C. P. 5,
l
l ; Standard Ed., l .
( 1 895) with Breuer, J.,
Studies on Hysteria,
Standard Ed., 2.
(lncluding Breuer 's contributions.)
(l 900)
The /nterpretation of Dreams,
Landon and New
York, l 955; Standard Ed., 4-5.
(l 905) "Physical or Mental Tratınent," Standard Ed., 7, 283.
(
l
905) Jokes and their Relation to the Unconscious, Standard
Ed.,
8.
( l 905) Three Essays on the Thcory of Sexuality, Landon,
1 949; Standard Ed., 7, 1 25 .
( 1 905) "Fragment of an Analysis of a case of Hysteria," C.
P.,
Standard Ed., 7, 3 .
76
( 1 909) "Analysis of a Phobia in a Five-Year-Old Boy," C. P.,
3 , 149; Standard Ed., 1 0, 3.
( l 9 1 O) Leonardo Da Vinci and a Memory of His Childhood,
Standard Ed., l l .
( 1 9 1 O) The Future Prospects of Psychoanalytic Therapy," C.
P., 2, 285, Standard Ed., 1 1 .
( 1 9 1 2) "On The üniversal Tendency to Debasement in the
sphere of Love," C. P., 4, 203; Standard Ed., 1 1 .
( 1 9 1 2- 1 3) Totem and Taboo, London, 1 950; New York,
1 952; Standard Ed., 1 3, 1 .
( 1 9 1 4) "On Narcissism: an lntroduction," C. P., 4, 30;
Standard Ed., 1 4.
( 1 9 1 7) "A Metapsychological Supplement to the Theory of
Dreams," C. P., 4, 1 37; Standard Ed., 14.
( l 9 l 7) "Mouming and Melancholia," C. P. 4, 1 52; Standard
Ed., 14.
( 1 9 l 8) "The Taboo of Virginity," C. P. 4, 2 l 7; Standard Ed., 1 1 .
( 1 9
l
9) "The Uncanny, " C. P., 4, 368; Standard Ed., 1 7.
( 1 920)
Beyond the Pleasure Princip/e,
London, 1 950;
Standard Ed., l 8, 7; Bantam Classics Ed., FC49
( 1 923)
The Ego and the Jd,
London, 1 927; Standard Ed., 1 9.
( 1 923) "Remarks on the Theory and Practice of Dream
Interpretation," C. P., 5, 1 36; Standard Ed., 1 9.
( 1 926)
Jnhibitions, Symptoms and Anxienty,
London, 1 936
(The Problem of Anxiety, New York, 1 936); Standard Ed., 20.
( 1 930)
Civi/ization and lts Discontents,
London and New
York, 1 930; Standard Ed., 2 l .
( l 950)
The Origins of Psychoanalysis,
London and New
York, 1 954. (Partly, including "A Project for a Scientific
Psychology," in Standard Ed., 1 .
77
Le Bon, G. ( 1 895).
Psychologie des foules,
Paris. (Trans.:
The Crowd: A Study of The Popular Mind, London, 1 920.)
McDougall,
W.
( 1 920) The Group Mind, Cambridge.
( 1 920)
"A Note on Suggestion,''
J. Neurol. Psychopaıh.,
1 , 1 .
Marcuszewicz, R. ( 1 920) "Beitrag zum autistischen Denken
bei Kindern,''
ini. Z. Psychoanal. ,
6, 249.
Moede,
W.
( 1 9 1 5) "Die Massen- und Sozialpsychologie im
kritischen Überblick,''
Z. Pödag. Psychol.
1 6, 3 8 5 .
Nachmanson, M. ( 1 9 1 5) "Freuds Libidotheorie verglichen
mit der Eroslehre Platos,''
ini. Z. Psychoanal.,
3, 75 .
Pfister, O. ( 1 9 1 O)
Die Frömmigkeit des Grafen Ludwig
von Zinzendorf,
Vienna. ( 1 92 1 ) "Plato als Vorlaufer der
Psychoanalyse,''
ini. Z. Psychoanal.,
7, 264.
Rank, O. ( 1 922) "Die Don Juan-Gestalt,"
lmago,
8, 142.
Rickman, J. (ed.) ( 1 937)
A General Seleclionfrom ıhe Works
of Sigmund Freud,
London.
Sachs , H. ( 1 920) "Gemeinsame Tagtraume,"
ini. Z.
Psychoanal.,
6, 395.
Simmel, E. ( 1 9 1 8)
Kriegsneurosen und "Psychisches
Trauma,
"
Munich.
Smith,
W.
Robertson ( 1 885)
Kinship and Marriage,
London.
Tarde, G. ( 1 890)
Les lois de l 'imitalion,
Paris.
Trotter,
W.
( 1 9 1 6)
lnslincıs of ıhe Herd in Peace and War,
London.
78
Document Outline - Boş Sayfa
- Boş Sayfa
- Boş Sayfa
Dostları ilə paylaş: |