1 T. C. Sağlik bakanliği bakirköy dr. Sadġ konuk eğĠTĠm ve araġtirma hastanesġ



Yüklə 1,13 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə3/7
tarix03.02.2017
ölçüsü1,13 Mb.
#7520
1   2   3   4   5   6   7

 TARĠHÇE 

 

   


Depresyon  sözcüğü;    çökme,    kendini  kederli  hissetme  işlevsel 

ve  yaşamsal  aktivitenin  azalması  gibi  anlamlarda  kullanılmaktadır. 

Kelimenin kökeni olan“depress” sözcüğü ise,  Latince“depressus” 

tan    gelmektedir.  Yazılı  kaynaklarda  17.  yüzyıldan  beri  bu  sözcüğün 

kullanıldığına 

rastlanmaktaysa 

da, 

ruhsal 


bir 

rahatsızlığın 

tanımlanması  için  kullanımı  geçen  yüzyılın  sonunda  Kraepelin 

tarafından yapılmıştır (32). 

 

   


Depresyon  ve  benzeri  ruhsal  hastalıkların  tanımlanma  ve 

sınıflandırılma  çabaları  eski  çağlara  kadar  uzanır.  Sümer  ve  Mısır 

kaynaklarında  bu  konuda  bazı  bilgilere  rastlanmıştır.  Bilindiği 

kadarıyla ilk kez eski Yunan‟ da Hipokrat, bu sendromun belirtilerini 

tanımlamış ve etiolojisi ile ilgili bir açıklama getirmiştir. 

 

  Hipokrat  ekolü,  vücutta  insanın  emosyonları  ile  ilgili  dört 



sıvının olduğunu  ( kan, sarı safra, kara safra , lenf olmak  üzere  ) ve 

bunlardan  kara  safra  ve  lenf  sıvısının  mani,  melankoli,  frenitis  ve 

paranoya    gelişimine  neden  olduğunu  ileri  sürmüştür.  Hipokrat‟ın       

“eğer  üzüntü  uzun  sürerse  artık  melankolidir”  sözü,  o  zamanlarda 

depresyonun  bir  rahatsızlık  olarak  ele  alındığına  dair  iyi  bir  fikir 

vermektedir.        Aristo‟nun  “Problemata”  kitabında  ve    Galen‟in 

yazılarında da melankoli tanımı kullanılmaya devam etmiştir (32,33). 


 

 

18 


 

 

  



 Tarih  öncesi  dönemlerden  beri  bilinen  “nepenthes”  adlı 

morfin türevinin antidepresan amaçla kullanımı belki de depresyonun 

bilinen  en  eski  farmakolojik  tedavi  şeklidir.“Şok”  tedavisinin 

öncülleri  de  hemen  hemen  aynı  çağlarda  Lepkas  adasında 

uygulanmıştır. Bunlardan  bir kaç yüzyıl sonra M.S.2. yy.‟da Soranus 

Epheisos  diyet,  flebotomi,  lavman,  kusturma,  enerjik  masaj, 

güneşlenme,  ısıtma  ve  alkali  kaynak  sularının  içilmesi  gibi  tedavi 

yöntemlerini önermiştir (32). 

 

   


 Batının Hipokrat-Galen tarzı düşünce sistemi, doğunun Çin‟ de 

Türk  ve  Arap  dünyasında  İbni  Sina  ile  doruğa  çıkan  yaklaşımının 

etkileri sayılmazsa, pek değişikliğe uğramadan ortaçağa kadar devam 

etmiştir. 16. yy.‟ da bir yanda çalışmalarını hayatıyla ödeyen Vesalius 

ilk anatomik diseksiyonu gerçekleştirirken, öte yanda karanlık ortaçağ 

düşüncesi  Hipokrat‟ın  da  gerisine  düşerek  bu  hastalıkların  kökeninin 

“spiritüel” olduğunu iddia etmeyi sürdürmüştür. Onlara göre hasta 

olan  kişiler  “şeytana  tutulmuşlardı”,    oysa  bu  yıllarda  doğu  tıbbı 

hastalarını insanca yöntemlerle tedavi etmekteydi. 

 

    



 16.  ve  17.  yüzyıl  çalışmalarını  en  iyi  tanımlayan  ifade, 

depresyonun etiyolojisi konusunda Vesalius‟un “Melankoli beyin ya 

da  bir  başka  organın  tümöründen  kaynaklanmaktadır”  görüşüdür. 

Vesalius‟u  izleyen  Plater,  ilk  kez  merkezi  sinir  sisteminin  psikiyatrik 

tablolardan 6 sorumlu organ olduğunu savunmuştur. Çin‟de ise 14. yy 

ile 20. yy arasını kapsayan geniş dönem içinde depresyonun etiolojisi 

ile  ilgili  olarak,  “yaşamsal  hava  dolaşımında  bozulma,  aşırı  yas  ve 

hastanın  kontrol  edemediği  çaresizlik  durumları”  tanımlanmıştır. 

1621‟de  Burton  “Melankolinin    Anatomisi”  adlı  üç  ciltlik  bir  eser 

yayınlayarak,  bugünkü  bilgilerimize  çok  yakın  tanımlamalar 

yapmıştır.  17.  Yy‟da  Willis  depresyonun  sıvıların  aşırı  tuzlanmasına 

bağlı  olduğunu  söylemiştir.  18.  Yy‟da  Newton  ve  Bellini‟  nin 

kuramları  tıbbi  açıklamaları  da  mekanikleştirmiştir.  O  yıllarda 

Pitcairn,  Hoffman  gibi  bilim  adamları  depresyonu  dinamik 

mikropartiküller,  hidrodinamik  ilkeler,  kan-lenf-sinir  sıvısının 

dolaşımında  bozulma  ile  açıklarlarken,  Cullen  “sinir  sıvısının 



 

 

19 


 

düzensiz hareketinin belki de elektriksel bir yolla melankoli sebebi” 

olduğunu savunmaktaydı (32). 

 

   



19.  yy  Pinel,  Esquirol,  Falret,  Mendel  ve  Kreapelin‟in 

katkılarıyla  depresyon  bugün  bilinen  kavramlarına  çok  yaklaşmıştır. 

Falret  1854‟te  depresyonlu  hastaların  zaman  içinde  taşkınlık 

geliştirdiklerini,  sonra  tekrar  depresif  dönemin  ortaya  çıkabildiğini 

gözlemlemiş  ve  bu  durumu,  dalgalanan  delilik    (la  folie  circulare) 

olarak tanımlamıştır. Aynı dönemde bir diğer Fransız psikiyatrist olan 

Bailargerise,  manik  ve  depresif  dönemlerin  aynı  hastada  görüldüğü 

durumu,  çift  şekilli  delilik  (la  folie  a  double  forme)  olarak  

adlandırmıştır.  19.  Yy‟da  Alman  psikiyatri  ekolü,  modern  anlamda 

ruhsal  hastalıkları  sınıflandırmaya  çalışmış  ve  Kahlbaum  1882‟de 

mani  ve  melankolinin  aynı  hastalık  sürecinin  farklı  dönemleri 

olduğunu  tanımlamıştır.  Bu  durumun  hafif  şekline  ise  “siklotimi” 

adını  vermiştir  (32).  Kraepelin  ise,  bugün  depresyon  olarak 

anladığımız  durumu  “manik  depresif    hastalık”  ve  “involüsyonel 

depresyon” adı altında ele almış “dementia prekoks” ile ayırımını 

açık  bir  biçimde  yapmıştır.  Kraepelin‟in  nozolojik  çalışmaları  bu 

yüzyıl  içinde,  gerek  ruhsal  rahatsızlıkların  tanımlanması,  gerekse 

psikiyatrik  hastalıkların  etiolojik  ve  kategorik  olarak  sınıflandırılma 

çabalarında  yol  gösterici  olmuştur.  20.  yy  Meyers,  Freud,  Adler, 

Abraham,  Bowlby,  Rado,  Jacobsen‟in  katkıları  yanında  biyolojik 

olarak  da,  bugün  çoğu  hayatta  olan  araştırmacılar  ve  birkaç  yıl  önce 

aramızdan ayrılan Winokur‟ un çalışmalarıyla şekillenmiştir (34). 

 

KLĠNĠK ÖZELLIKLER 

 

Depresyonun genel belirtileri : 

 

Depresif duygudurum varlığı 



 

Hiçbir şeyden zevk alamama (anhedoni) 

 

Konuşmada, düşüncelerde, davranışta yavaşlama 



 

Enerji kaybı, yorgunluk, bitkinlik, letarji, anerji, 

 

Uyku bozukluğu (genellikle insomnia olur) 



 

İştahta değişme (genellikle kilo kaybı olur) 

 

Somatik yakınmalar 



 

Ajitasyon (huzursuzluk olarak yaşanan artmış motor etkinlik) 



 

 

20 


 

 

Cinsel ilgi ve etkinlikte azalma 



 

İşe ya da yapılan diğer etkinliklere karşı ilgi kaybı 

 

Değersizlik, kendini küçük görme, kendi kendini kınama, utanç 



ya da suçluluk duyguları 

 

„Düşünmede yavaşlama‟ ya da „düşüncelerinin  (zihninin) 



karmakarışık olması‟  yakınmalarıyla belirli düşünme ya da 

düşüncelerini belirli bir konu üzerinde yoğunlaştırma yetisinde 

azalma 

 

Anksiyete 



 

Benlik saygısında azalma 

 

Çaresizlik duyguları 



 

Karamsarlık ve umutsuzluk 

 

Ölüm düşünceleri veya intihar girişimleri 



 

Depresyon  tanımlamasının  odak  noktasını  üzüntülü  duygudurum 

(depresyon), azalan keyif alma kapasitesi  (anhedoni) oluşturmaktadır. 

Duygudurum  değişikliği  depresyonun  en  temel  öğesi  olarak 

düşünülür;  acı  ve  üzüntü  duygusu,  hoş  olmayan  olaylara  aşırı 

duyarlılık, 

mutluluk 

verici 


olaylara 

duyarsızlık, 

beklenti 

memnuniyetinde  azalma,  zevk  alamama,  afektte  küntleşme,  apati 

şeklinde dışa vurum olarak belirtilebilir. Çökkün duygudurum 

terimi  negatif  afektif  yansımayı  simgeler  ve  çökkün,  kederli, 

dokunaklı, irritabl veya anksiyöz gibi çeşitli şekillerde tanımlanır. 

 

Depresyonda genel olarak üç alanda bozukluk olduğu 



söylenebilir: 

 

1) Emosyonel alanda (disfori, irritabilite, anhedoni, toplumdan 



uzaklaşma) 

2) Kognitif alanda (kendini kınama, değersizlik ya da suçluluk 

duyguları, umutsuzluk, düşüncelerini belirli bir konu üzerinde 

toplamada güçlük çekme, bellek bozukluğu, hezeyanlar ya da 

halüsinasyonlar) 

3) Vegetatif alanda (yorgunluk-bitkinlik, enerji kaybı, insomnia-

hipersomnia, anoreksiya-hiperfaji, psikomotor retardasyon / ajitasyon, 

libido kaybı) 

 


 

 

21 


 

Depresyonlu hastanın değerlendirilmesi: 

 

1)

 

Öyküden Elde Edilen Bilgiler: 

 

     a. Anhedoni-zevk alamama, 

     b. Arkadaşlar veya aileden uzaklaşma

     c. Güdülenme yokluğu ve engellenmeye dayanma gücünde azalma, 

     d. Vejetatif belirtiler: libido kaybı, iştahsızlık ve kilo kaybı, iştah 

artışı ve kilo alma, düşük enerji düzeyi, adet düzensizliği, sabah erken 

uyanma (terminal insomnia) çökkün hastaların yaklaşık %75‟i 

uykusuzluk veya aşırı uyuma gibi uyku bozukluklarına sahiptir, gün 

içinde dalgalanma (semptomlar sabahleyin kötüleşir). 

     e. Kabızlık, 

     f. Ağız kuruluğu, 

     g. Baş ağrısı. 

 

2) Ruhsal Durum Muayenesinden Elde Edilen Bilgiler: 

 

     a.  Genel  görünüm  ve  davranış;  psikomotor  yavaşlama  veya 

ajitasyon,  göz  temasında  azalma,  ağlama,  vücudun  öne  eğilmesi, 

kişisel görünüme dikkat etmeme. 

     b. Duygulanım; sıkıntılı. 

     c. Duygudurum; çökkün. 

     d.  Konuşma;  azdır  ya  da  kendiliğinden  konuşmaz,  tek  hecelerle, 

uzun aralıklarla konuşur, hafif, düşük tonda ve monotondur. 

     e.  Düşünce  içeriği;  çökkün  hastaların    %60‟ında  özkıyım 

düşünceleri  ve    %15‟inde  tamamlanmamış  özkıyım;  obsesif 

yinelemeler;  yaygın  umutsuzluk;  değersizlik  ve  suçluluk  duyguları; 

bedenle ilgili zihinsel uğraşlar; kararsızlık; içerik yetersizliği; varsanı 

ve  sanrılar    (duygudurumla  uyumlu  suçluluk,  yok  olma,  kötülük 

görme gibi); kendiliğindenlikte azalma. 

     f.  Duyum;  çelinebilirlik,  yoğunlaşma  güçlüğü,  bellek  zayıflığı, 

yönelim bozukluğu olabililir 

     g.  İçgörü  ve  yargılama;  kişisel  değersizlikle  ilgili  bilişsel 

bozukluklar nedeniyle bozulur. 

 

 

 



 

 

22 


 

3) EĢlik Eden Bulgular: 

 

     a. Bedensel yakınmalar; depresyonu maskeleyebilir; özellikle kalp, 

sindirim sistemi, boşaltım sistemi, sırtın alt tarafında ağrı ve ortopedik 

yakınmalar. 

     b. Sanrı ve varsanıları mevcut ise içerikleri çökkün duygudurumla 

uyumlu olmaya eğilimlidir; en yaygın olanlar suçluluk, yoksulluk, hak 

edilmiş  kötülük  görme,  bedenle  ilgili  ve  dünyanın  sonu  geldiği 

şeklindedir.  Duygudurumla uyumsuz sanrılar, duygudurumla belirgin 

olarak  ilişkisi  olmayan  içeriktedirler,  örneğin  çökkün  durumlarla 

ilişkisiz düşünce sokulması, yayınlanması, etkilenme sanrılarıdır. 

 

4) YaĢa Özgü Bulgular: Depresyon değişik yaşlarda farklı şekillerde 

görülebilir. 

 

     a.  Puberte  öncesi:  Somatik  yakınmalar,  ajitasyon,  tek  sesli  işitsel 



varsanılar, kaygı bozuklukları ve fobiler. 

     b.  Ergenlik:  Madde  kötüye  kullanımı,  antisosyal  davranış, 

huzursuzluk,  okuldan  kaçma,  okul  güçlükleri,  gelişigüzel  cinsel 

ilişkiler, reddedilmeye aşırı duyarlılık, yetersiz kişisel bakım 

     c.  Yaşlılık:  Bilişsel  kusurlar  (bellek  yitimi,  yönelim  bozukluğu  ve 

konfüzyon, psödodemans ya da depresyonun demans sendromu, apati, 

çelinebilirlik 

 

 



 

EPĠDEMĠYOLOJĠ  VE  RĠSK ETKENLERĠ 

 

Depresyon  psikiyatrik  hastalıklar  arasında  en  sık  görülenlerden 



biridir.  Kabaca  toplumda  her  10  kişiden  birinde  izlenmekte  olup,  her 

dört kadından birisi ve her 8-10 erkekten birisi yaşamları boyunca en 

az bir kez depresif epizod geçirmektedir. Kadınlarda erkeklerden 2 kat 

fazla  görülmektedir.  Majör  depresyon  orta  yaşlarda  (20-40)  daha  sık 

izlenen  bir  hastalıktır.  Yaşam  boyu  majör  depresyon  prevelansını; 

Angst  1992‟deki  çalışmasında    %4.4-%19.6    ve  Kessler  1994  ‟deki 

çalışmasıyla    %17  olarak  belirtmiştir.  Doğan  ve  arkadaşlarının 

1995‟deki  çalışmasında;  ülkemizdeki  depresyon  yaygınlığı    (%8-20) 

diğer ülkelerdeki oranlara benzer bulunmuştur. Yine Keslerr 1994‟de 


 

 

23 


 

ki  çalışmasında,  1  yıllık  süre  içersinde,  toplumun  %10.3‟ünde  majör 

depresyon  tesbit  edilmiştir.  1  yıllık  prevelans  kadınlarda  %8, 

erkeklerde  %3  civarındadır.  Witchen  ve  arkadaşlarının  1994‟deki 

çalışmasında yaşam boyu tekrarlayan kısa depresyon oranı %11 olarak 

verilmiştir. 

 

Depresyonda risk etkenleri 

 

YaĢ : 

Depresyon daha çok orta yaş hastalığıdır. Majör depresyon orta 

yaş  ve  45  yaş  altında  daha  sık  görülür.  Jorm„un  2000  yılında  ki  bir 

çalışmasına  göre,  daha  öncesinde  var  olan  yaygın  kanının  aksine, 

depresyon yaşlılarda daha fazla görülmektedir. İlerleyen yaşla birlikte 

hastalarda  izlenen  depresif  belirtilerin  artmasına  rağmen,  majör 

depresyon sıklığı artmaktadır (30). 

 

Cinsiyet: 

Major  depresyon  kadınlarda  erkeklere  göre  iki  kat  daha  fazla 

görülmektedir.  Cinsiyete  göre  ortaya  çıkan  bu  farklılık  genç  ve  orta 

yaşta daha belirgindir. Yaş ilerledikçe iki cins arasındaki fark git gide 

azalmaktadır. 

    1)  Biyolojik  ve  genetik  etkenler:  menstürel  siklus  gibi  normal 

hormon  dalgalanmalarına  verilen  anormal  yanıtlar  ya  da  diğer 

hormonal  etkenler;  menopoz,  hamilelik,  doğum,  hormon  ve  doğum 

kontrol  ilaçlarının  etkileri  depresyonun  ortaya  çıkmasında  rol 

oynayabilmektedir. Ayrıca kadınlarda mono amino oksidaz seviyeleri 

yüksektir  ve  tiroid  hormon  bozuklukları  daha  fazla  görülür. 

Postpartum dönemde ortaya çıkan depresyonda ise, düşen östrojen ve 

artan  progesteron  düzeyleri  sorumlu  tutulmaktadır.  Premenstrual 

dönemde  duygusal  insitabilitedeki  artış  da  benzeri  bir  değişimle 

ilişkili  olabilir.  Oral  doğum  kontrol  haplarının  kullanılması  sonucu, 

progesteron  artışıyla  birlikte  depresif    belirtilerinde  artması,  bu 

yaklaşımı desteklemektedir. 

  2)Psikolojik  etkenler:  Bu  konuda,  kadına  toplum  içinde  biçilen  rol, 

bu  konuda  ona  karşı  verilen  tepkiler,  yaşadığı  stresler,  çatışmalar  ve 

çoğu  kez  bunlarla  başa  çıkamamanın  verdiği  çaresizlik,  bunlardan 

sorumlu tutulmaktadır (30). 

 


 

 

24 


 

Irk ve etnik gruplar: 

Loosen  ve  arkadaşlarının  2000  yılında  yaptıkları  bir  çalışmada: 

majör  depresyon  dağılımının  ırklara  ve  etnik  gruplara  göre  farklılık 

göstermediği ve ırklar arasında görülen bazı farklılıklarında, daha çok 

sosyoekonomik  durumun  etkisinden  kaynaklandığını  ileri  sürenler 

yanında, siyah ırkta daha az oranda majör depresyon izlendiğini ileri 

sürenlerde olmuştur (30). 

 

Medeni durum: 

Depresyon  ayrı  yaşayan  ya  da  boşanmış  eşler  arasında  daha 

yüksek oranda izlenmektedir. Yalnız yaşayan annelerde, evli olanlara 

göre,  depresyon  gelişme  riski  iki  kat  daha  fazladır.  Brown  ve 

Moran‟ın 1997 yılında ki çalışmalarında eş kaybının depresyonun ilk 

epizoduyla ilişkili önemli bir çevresel stres etkeni olduğu görülmüştür. 

Bu  risk  cinsiyete  göre  değişim  göstermektedir.  Bekar  kadınlar, 

evlenmiş  kadınlara  göre  daha  az  depresyon  riski  yaşarken,  bunun 

tersine  evli  erkekler  bekar  erkeklere  göre  daha  az  risk  taşımaktadır 

(30). 

 

Aile öyküsü ve genetik özelliker: 



Kendler,  1999  yılında  yaptığı  çalışmada  kişinin  birinci 

dereceden  biyolojik  akrabalarında  majör  depresyon  öyküsü  varsa, 

kendisinde  de  depresyon  görülme  olasılığının  arttığını  ifade  etmiştir. 

Biyolojik  akrabasında  majör  depresyon  olanlarda,  hastalanma  oranı 

erkeklerde %11, kadınlarda %18 düzeyindedir (30). 

 

 



Erken dönem çoçukluk yaĢantıları: 

Bazı  yazarlar  anne  baba  tarafından  sağlanan  ve  süreklilik 

gösteren  sevgi  ve  duygular  beslemenin  depresyon  oluşumunu 

önlediğini,  buna  karşı  anne  babadan  ayrılmanın  ya  da  gerçek 

kayıpların  ileri  yaşlarda  gelişimi  açısından  risk  oluşturduğunu  ileri 

sürmüşlerdir.  Spitz;  yaşamın  ikinci  6  ayında  annesinden  ayrı  kalan 

bebeklerde  açık  depresif  belirtiler  tanımlanmış,  kişiyi  şekillendiren 

dönemlerde  yaşanan  ayrılık  ve  kayıpların;  ya  çocuğun  depresif  yapı 

geliştirmesine  ya  da  ancak  ilkel  savunma  düzenekleri  kullanarak 

depresyondan korunabileceğine dikkati çekmiştir (30). 

 


 

 

25 


 

 

Çocukluk dönemi yaĢantıları: 

    1.  Kayıplar,  özellikle  11  yaş  öncesi  ebeveyn  kaybı  ileriki 

dönemlerde depresyon gelişimiyle ilişkili bulunmuştur. 

    2.  Anne  babanın  ilgisiz  tutumu,  özellikle  17  yaşından  önce 

karşılaşılan ihmal bir başka risk etkenidir. 

    3.  Çocukluk  döneminde  yaşanan  kötüye  kullanım  durumları  da 

diğer  bir  risk  etkenidir.  1994‟te  Bifulco‟nun,  1990‟da  Haris‟in 

yaptıkları  çalışmalarda;  aile  üyelerinden  şiddet  görme,  aile  içinde  ya 

da  yakın  çevre  tarafından  cinsel  tacize  uğrama  gibi  olayların 

depresyonu  yaklaşık  iki  kat  arttırdığı  görülmüştür.  Birmaher  ve 

arkadaşlarının  1996‟da  ki  çalışmasında  çocukluk  dönemlerinde  ki 

kötüye  kullanımlarının  hipotalamik-pituiter-adrenal  (HPA)  eksenin 

işlevlerini  etkileyebileceği  yani  kortikotropin  salgılatıcı  hormon 

uyarma  testinde  daha  yüksek  derecede  ACTH  yanıtlarının  alındığını 

ileri sürmektedirler (30). 

 

Hastalık öncesi kiĢilik özellikleri: 

Depresyonun  kapsamlı  anlaşılabilmesi  için,  kişinin  depresyon 

epizodu öncesindeki „premorbid‟ kişilik yapısı incelenmelidir. Obsesif 

histrionik, pasif ve bağımlı vede sınır kişilik yapısı özelliklerine sahip 

olanlarda depresyon daha çok izlenirken, antisosyal ve paranoid  işilik 

yapısına sahip bireylerde daha az izlenmekte olduğu yönünde görüşler 

vardır (30). 

 

Olumsuz yaĢam olayları ve stres etkenleri: 

Olumsuz  yaşam  olaylarının  tek  başlarına  değil,  ancak  kişide 

genetik,  biyolojik  ya  da  psişik  bir  yatkınlık  bulunması  durumunda 

depresyon  oluşumuna  neden  olduğu  düşünülmektedir.  Bir  çok  insan 

olumsuz  yaşam  olayları  yaşadığı  halde  epizoduna  girmemektedir. 

Çünkü  negatif  olaylar  daha  çok  „efektif  dia  tez‟  e  sahip  bireyler 

üzerinde  etkili  olmaktadır.  Paykel„in  1971,  1994  ve  1997‟de  ki 

çalışmalarında  bu  konuyla  ilgili  bir  diğer  hususa  dikkat  çekilmistir. 

Yaşanan  olayların  kendisinden  çok  o  olayın  o  kişi  tarafından  nasıl 

algılandığı  da  ruhsal  açıdan  çok  daha  önemlidir.  Bu  konuyla  ilgili 

olarak  1997‟de  Brown  ve  arkadaşları,  etkileri  uzun  süre  devam  eden 

yaşam  olaylarının,  depresyon  oluşturmadaki  rolünü  vurgulamış,  kısa 


 

 

26 


 

süreli  etki  oluşturan  olayların  depresyona  yol  açmadığını  ileri 

sürmüşlerdir (30). 

 

Sosyo-ekonomik durum ve sosyal destek : 

Bruce  ve  Takeuchi  1991‟de  yoksul  kişilerde  depresyon  oranının  iki 

kat  daha  fazla  olduğunu,  Rothschild  ise  1999  yılındaki  çalışmasında 

depresyonun  kentlerde, işsizlerde 3 kat, yoksullarda 2 kat daha fazla 

olduğunu belirtmişlerdir (30). 

 

Diğer psikiyatrik durumlarla birliktelik: 

     1. Kupfer 2001‟de depresyonun tekrarlayabilen ve kronikleşen bir 

hastalık olduğunu, birinci epizoddan sonra ortalama %75-80 civarında 

nüks oranı olduğunu ifade etmiştir. 

     2.  Anksiyete  bozukluklarının  varlığı,  depresyon  olasılığını 

artırmaktadır 

     3. Nörolojik hastalıklar; örneğin Parkinson hastalığı, Alzheimer 

hastalığı, inme gibi hastalıklarda depresyon yüksek orandadır. 

     4.  Birincil  uyku  bozukluklarının  varlığı  depresyon  sıklığını 

artırmaktadır. 

     5. Alkol ve madde kötüye kullanımıyla depresyon arasında daha 

yüksek oranda birliktelik izlenir (30). 

 

MAJOR DEPRESĠF EPĠZOD ĠÇĠN DSM-IV TANI 

ÖLÇÜTLERI: 

 

      A.İki  haftalık  bir  dönem  sırasında  daha  önceki  işlevsellik 

düzeyinde  bir  değişiklik  olması  ile  birlikte  aşağıdaki  semptomlardan 

en  az  beşinin  olması:  semptomlardan  en  az  birinin  ya    (1)  depresif 

duygudurum  ya  da    (2)  ilgi  kaybı  ya  da  artık  zevk  alamama  olması 

gerekir. 

     Not:  Açıkça  genel  tıbbı  duruma  bağlı  olan  ya  da  duyguduruma 

uygun  olamayan  hezeyan  ya  da  halüsinasyon  semptomlarını 

katmayınız. 

1.

 

Ya  hastanın  kendisinin  bildirmesi  (örneğin:kendisini  üzgün, 

boşlukta  hisseder.)  ya  da  başkalarının  gözlemesi    (örneğin: 

ağlamaklı  bir  görünümü  vardır..)  ile  belirli,  hemen  her  gün 

yaklaşık gün boyu süren depresif dugudurum. 

 Not: çoçuklarda ve ergenlerde irritabl duygudurum bulunabilir. 



 

 

27 


 

     2. Hemen her gün, yaklaşık gün boyu süren, tüm etkinliklere karşı 

ilgide belirgin azalma ya da artık bunlardan eskisi gibi zevk alamıyor 

olma (ya hastanın kendisinin bildirmesi ya da başkalarınca gözleniyor 

olması ile belirlendiği üzere) 



Yüklə 1,13 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin