Türkçesi: Hilmi Ziya Ülken


İ K İ N C İ   B Ö L Ü M Ü N   S O N U



Yüklə 1,19 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə24/119
tarix17.05.2022
ölçüsü1,19 Mb.
#58305
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   119
Etika - Spinoza

İ K İ N C İ   B Ö L Ü M Ü N   S O N U
12)  Tûbâ,  cennette  kökleri  gökte,  yaprakları  aşağıda  olarak  tasvir  edilen  ağaç  ki,  eski  fel­
sefede temsil olarak üstün mutluluk anlamına gelir. Aynı yerde eskiden “Saadet-i-Uzmâ” denirdi.



3
Duygulanışların Kökü ve Tabiatı Üzerine
Duygulanışlar ve insanların yaşayış tarzı üzerine yazı yazmış olanların 
çoğu, Tabiatın ortak kanunlarına bağlı olanları değil, fakat Tabiat dışında 
olan  şeyleri  incelemiş  görünüyorlar.  Hakikatte  denebilir  ki  onlar  insana, 
sanki Tabiattaki bir saltanat içinde başka bir saltanat gözü ile bakmışlardır: 
Zira onlar insanın Tabiat düzenine bağlı olmak şöyle dursun onu bozduğu­
nu, aksiyonları (etkileri) üzerinde mutlak bir gücü olduğunu ve kendisini 
ancak  kendi  kendisiyle  gerektirdiğini  zannederler.  Bundan  sonra  insan 
güçsüzlüğünü ve kararsızlıklarını inceledikleri zaman, bunun sebebini ta­
biatın mutlak gücüne değil, fakat bu suretle şikâyetleri, alayları hor görme­
lerini çoğu kere kinlerinin konusu olan insan tabiatının bilmem hangi dü­
şüklüğüne (vice) yorarlar. Gözlerinde tanrısal bir kimse en kudretle (ya da 
incelikle) insan güçsüzlüğüne karşı koyan kimsedir. Bununla birlikte, bize 
doğru hayat kuralları yazmış olan ve gayretleriyle sanatlarına çok şey borçlu 
olduğumuz  tanınmış  yazarlar  vardır  ki  insanlara  basiretle  dolu  öğütler 
vermişlerdir; fakat duygulanışlarımızın tabiat ve kuvvetini ve hele ruhu­
muzun onlar üzerindeki egemenliğini tespit etmiş olanını henüz hiç bilmi­
yorum.  Gerçekten,  tanınmış  filozof  Descartes  insanı  yetkin  zannetmişse 
de, gene de, ben onun tutkularımızın ilk nedenlerine yükseldiğini
1
 ve onları
1) Burada 
Passion
 kelimesini psikolojik dar anlamında tutku (ihtiras) diye çevirdik.


130 ETİKA
baskıya  alma  araçlarını  bize  tanıtmaya  çalıştığını  da  biliyorum;  fakat  o, 
konusunu tamamlayamadı ve eserlerinde ancak, sırası gelince göstereceğim 
gibi, dehasının inceliğine hayran bırakmaktan başka bir şey yapamamıştır.
Şimdilik  insanları  tanımaktan  çok,  onların  duygulanışları  ve  etkile­
rinden nefret etmeden, onlarla alay etmekten hoşlananların bahsine dön­
mek  istiyorum.  Şüphe  yok  ki,  bu  kimselerce insanların düşüklüklerinden 
ve  hastalıklarından  geometriciler  gibi  söz  etmeye  kalkmam  ve  onların 
akla aykırı, boş, saçma ve nefrete değer diye ilân etmeden geri kalmadık­
ları  şeyleri  çok  kuvvetli  (vigoureux)  bir  akıl  yürütme  ile  ispat  etmek  iste­
mem  şaşılacak  bir  iş  gibi  görülecektir.  Fakat  bakın  benim  ileri  sürdüğüm 
sebep  nedir?  Hiçbir  şey  Tabiatta  var  olan  bir  düşüklüğe  yorulabilecek 
surette  meydana  gelmez.  Tabiat  daima  aynıdır;  erdemi  ve  işleme  gücü 
her yerde bir ve aynıdır; yani her şeyin kendilerine uyarak meydana gel­
diği  ve  bir  şekilden  başka  şekle  geçtiği  Tabiat  kanunları  ve  kuralları  her 
yerde  ve  daima  aynıdır.  Bundan  dolayı  her  ne  olursa  olsun,  şeylerin  ta­
biatını  bilmek  için  doğru  yolun  da  bir  ve  aynı  olması  gerekir;  bu  daima 
Tabiatın üniversal kanunları ve kuralları aracılığı ile olur. Kendi başlarına 
göz önüne alınan kin, öfke, haset vb. gibi duygulanışlar başka tekil şeyler 
gibi  aynı  Tabiat  zorunluluğu  ve  aynı  tabiat  erdemine  uyarak  meydana 
gelirler.  Bunun  sonucu  olarak,  kendilerinin  vazıh  surette  bilinmelerine 
yarayan,  basit  nedenleri  kabul  ederlerse  ve  yalnızca  göz  önüne  alınması 
dahi  bize  haz  veren  herhangi  bir  şeyin  özelikleri  kadar  bilinmeye  layık 
bazı özelikleri vardır. Öyle ise bu duygulanışların tabiatını ve onların kuv­
vetini,  Ruhun  onlar  üzerindeki  gücünü,  Tanrı  ve  Ruha  ait  daha  önceki 
fasıllarda  kullandığım  metodun  aynını  kullanmak  üzere  inceleyeceğim 
ve insanların etkileriyle iştahalarını sanki çizgiler, yüzeyler ve katı cisim­
lerden söz ediyormuşum gibi göz önüne alacağım.
Tanım I
Eseri  kendi  kendisine  açık  ve  seçik  olarak  tanınan  nedene,  upuygun 
neden  diyorum,  yalnız  başına  ve  eseri  bilinmeyen  nedene  ise  upuygun 
olmayan (ya da kısmi olan) neden diyorum.
Tanım II
Ya bizde ya dışımızda bizim upuygun nedeni olduğumuz bir şey meyda­
na geldiği zaman, yani (önceki tanım) tabiatımızdan ya bizde ya dışımızda


DUYGULANIŞLARIN KÖKÜ VE TABİATI ÜZERİNE 1 31
yalnız  başına  açık  ve  seçik  olarak  bilme  gücünde  bir  şey  çıktığı  zaman, 
etkili  (aktif)  olduğumuzu  söylüyorum.  Tersine  olarak,  bizde  içten  ya  da 
dıştan  ancak  kısmi  olarak  parçalı  nedeni  olduğumuz  bir  şey  meydana 
geldiği zaman edilgin (passif) oluyoruz (souffrir), diyorum.
Tanım III
Duygulanış deyince Bedenin etkileme (tesir etme) gücünün artmasına 
veya eksilmesine, tamamlanması ya da indirilmesine sebep olan bu Beden 
duygulanışlarını, aynı zamanda bu duygulanışların fikirlerim anlıyorum.
Bu duygulanışlardan birinin upuygun sebebi olabildiğimiz zaman duy­
gulanış  deyince  bir  etki  (action);  başka  durumlarda  bir  edilgi  (passion) 
anlıyorum.
Postulat I
İnsan Bedeni etki gücünü arttıran ya da eksilten birçok tarzlarda duy­
gulanmış olabilir: aynı güç üzerine hiçbir noktadan tesir etmeyecek tarz­
larda duygulanmış olabilir.
Bu postulat veya aksiyom, 13’üncü önermeden sonra (bölüm 2) göre­
bileceğiniz V ve VII’nci lemmalar ve birinci aksiyom üzerine dayanmıştır.
Postulat II
İnsan Bedeni pek çok sayıda değişiklikler duyabilir ve bununla birlik­
te  objelerin  izlenimlerini  ve  izlerini  ve  bunun  sonucu  olarak  şeylere  ait 
aynı  hayalleri  saklayabilir  (bölüm  II’de,  V’inci  postulatın  ve  bölüm  II, 
17’nci önermenin scolie’sine bakın).
Önerme I
Ruhumuz bazı şeylerde etkindir, bazı şeylerde edilgindir (tesir eder ya 
da tesir alır); yani upuygun fikirleri olduğu zaman zorunlu olarak etkin­
dir, fikirleri upuygun değil olduğu zamansa zorunlu olarak edilgindir.
Kanıtlama
Herhangi bir insan Ruhunun genel olarak, fikirlerinden bir kısmı upuy­
gundur;  bir  kısmı  sakat  ve  bulanıktır  (scolie  2,  önerme  40,  bölüm  II).  Bir 
kimsenin  Ruhunda  upuygun,  olan  fikirler,  Tanrı  bu  Ruhun  özünü  teşkil 
etmesi  bakımından,  Tanrıda  da  upuygundur  (önerme  sonucu,  önerme


132 ETİKA
11,  bölüm  II)  ve  Ruhta  upuygun  olmayanlar,  Tanrı  sadece  bu  ruhun 
özünü kuşatması  bakımından  değil, aynı  zamanda başka şeylerin  Ruhu­
nu  içine  aldığı  için,  Tanrıda  da  upuygundur.  Bundan  başka  bir  fikir  ge­
nel olarak bir eseri zorunlulukla doğurmalıdır (önerme 36, bölüm I); öyle 
ise  Tanrı,  sonsuz olduğu  için değil, varsayılan fikirlerle duygulanmış ol­
duğu  için  (önerme  9,  bölüm  II’ye  bkz.),  onun  upuygun  nedenidir  (tanım 
I’e bkz.).
Bir  kimsenin  Ruhunda  upuygun  bir  fikirle  duygulanmış  olması 
bakımından Tanrının nedeni olduğu bir eser bulunsun, aynı Ruh bu ese­
rin  upuygun  nedenidir  (önerme  sonucu,  önerme  11,  bölüm  II).  O  halde 
Ruhumuz  upuygun  fikirlere  sahip  olması  bakımından  bazı  şeylerde  zo­
runlu  olarak  aktiftir.  Bu  kanıtlanacak  birinci  noktadır.  Bundan  başka 
Tanrıda upuygun olan bir fikirden zorunlu olarak çıkan her şey hususun­
da,  onda  sırf  bir  insanın  Ruhu  bulunması  bakımından  değil,  bu  Ruhla 
aynı zamanda başka şeylerin ruhları da bulunması bakımından, bu insa­
nın  Ruhunun  upuygun  nedeni  yoktur.  Fakat  yalnız  kısmî  nedeni  vardır 
(Aynı  önerme  sonucu.  Önerme  11):  bundan  dolayı  da  (tanım  2)  kendi­
sinde upuygun olmayan fikirler bulunması bakımından, bazı şeylerde Ruh 
zorunlu  olarak  pasiftir  ki  bu  da  kanıtlanacak  ikinci  nokta  idi.  O  halde 
Ruhumuz vb.
Önerme sonucu
Buradan şu sonuç çıkar ki, upuygun olmayan fikirleri ne kadar çoksa 
Ruhun  o  kadar  pasif  halleri  vardır  ve  upuygun  fikirleri  ne  kadar  çoksa 
Ruhun o kadar aktif halleri vardır.
Önerme II
Hareket veya sükûn halinde, ya da başka herhangi bir halde, ne Beden 
Ruhu, ne de Ruh Bedeni düşünme bakımından gerektiremez.
Kanıtlama
Düşüncenin bütün tavırlarının nedeni, düşünen bir şey gibi göz önüne 
alınan,  yoksa  başka  bir  sıfatıyla  hiçbir  suretle  ifade  olunmayan  Tanrıdır 
(önerme  6,  bölüm  II).  O  halde  Ruhun  düşünmesini  gerektiren  Düşünce­
nin bir tavrıdır, yoksa Uzamın bir tavrı değildir, yani asla bir cisim değil­
dir (tanım I, bölüm II) ki ilk önce kanıtlanması gereken nokta budur.


DUYGULANIŞLARIN KÖKÜ VE TABİATI ÜZERİNE 1 33
Bedenin  hareket  ve  sükûnu  başka  bir  cisimden  gelmesi  gerekir  ki, 
onun  hareket  ve  sükûnu  da  yine  başka  bir  cisimle  gerektirilmiştir,  mut­
lak  olarak  söylenecek  olursa,  bir  cisimde  meydana  gelen  her  şeyin  tav­
rından değil de, uzamın tavrından duygulanmış olması bakımından Tan­
rıdan  gelmesi  gerekir  (aynı  önerme  6,  bölüm  II)  yani  bir  Düşünce  tavrı 
olan  ruhtan  gelemez  (önerme  11,  bölüm  II);  bu  da  kanıtlanacak  ikinci 
noktadır, o halde Beden Ruhu gerektiremez.
Scolie
Bu  söylediklerimden,  II.  bölümdeki  7’nci  önermenin  scolie’siyle  söy­
lemiş  olduğum  şey,  yani  Ruh  ve  Beden  bazen  Düşünce  sıfatıyla  bazen 
Uzam sıfatıyla tasarlanmış olan aynı şey olduğu noktası daha açık anlaşılır. 
Bundan  da  şu  çıkar  ki  Tabiat,  hangi  sıfatıyla  göz  önüne  alınırsa  alınsın 
şeylerin düzen ve bağlantısı her zaman aynıdır. Ve bunun sonucu olarak 
Bedenin  aktif  halleriyle  pasif  hallerinin  düzeni  tabiatça  Ruhun  aktif  hal­
leriyle  pasif  hallerinin  düzenine  uygundur;  bu  da  12’nci  önerme,  bölüm 
II'nin kanıtlamasıyla apaçık görülür. Şeylerin tabiatı bu konuda hiç şüphe 
bırakmazsa  da,  bununla  birlikte  insanlar  bu  hakikatin  deneysel  destek­
lenmesini bulamadıkları  için bu noktayı  elverişli olmayan zihinle incele­
meye  pek  güçlükle  razı  olacaklardır.  Sırf  Ruhun  emri  ile  Bedenin  bazen 
hareket  ettiği,  bazen  hareketini  durdurduğu  ve  yalnızca  Ruhun  iradesi­
ne  ve  düşünme  sıfatına  bağlı  olan  çok  sayıda  fiilleri  yaptığı  hakkındaki 
kanıları  çok  büyüktür.  Gerçekten,  şimdiye  kadar  kimse  Bedenin  gücünü 
tespit edemedi; demek istiyorum ki deney henüz kimseye Bedenin Ruhtan 
bağımsız  olarak  ve  sırf  tensel  gibi  göz  önüne  alınan  Tabiat  kanunlarıyla 
ne  yapabileceği  ve  ne  yapamayacağı  konusunda  hiçbir  şey  öğretmedi. 
Zira  hayvanlarda  fark  edilen  ve  insanın  bilgeliğini  çok  aşan  birçok  şey­
lerden,  hele  uyandırıldıkları  zaman  başarmaya  cesaret  edemeyecekleri 
birçok şeyleri uyurken yapan uyurgezerleri uzun uzadıya anlatmaya gir­
meden bu gösterir ki Beden yalnız, kendi Tabiat kanunlarıyla Ruhu hayre­
te düşüren birçok şeyler yapabilir, yalnız söyleyeceğim ki henüz hiç kim­
se  bütün  fonksiyonlarını  açıklayabilecek  derecede  yetkin  olarak  Bede­
nin  yapılışını  anlamış  değildir.  Sonra  hiç  kimse,  Ruhun  ne  hangi  tarzda 
araçlarla  Bedene  hareket  getirdiğini,  ne  ona  hangi  derecede  hareketler 
verebildiğini, ne de onu hangi hızla kımıldatabildiğim bilmektedir. Bura­
dan şu sonuç çıkar ki, insanlar Bedenin ya şu ya bu aksiyonunun o Bedene


134 ETİKA
emreden Ruhtan geldiğini söyledikleri zaman, ne söylediklerini bilmiyorlar 
ve  parlak  nutukları  bilgisizliklerinin  açığa  vurulmasından  başka  bir  şey 
değildir;  fakat  onlar  Ruhun  Bedeni  hangi  araçlarla  harekete  getirdiğini 
bilseler  de  bilmeseler  de,  bununla  birlikte  eğer  Ruhta  düşünmek  özeliği 
olmamış  olsaydı,  Bedenin  etkisizlik  içinde  kalacağını  duyduklarını  söy­
leyeceklerdi;  aynı  zamanda  sözün,  susmanın  ve  Bedene  ait  birçok  etki­
lerin de büsbütün Ruhun iradesine bağlı olduğunu duyduklarını da buna 
katarlar.  Fakat,  birinci  itiraza  gelince,  ben  onlara  deneyin  bize,  Beden 
etkisizlik  içinde  olduğu  zaman  Ruhun  da  artık  düşünme  yetkisine  sahip 
olmadığını öğretip öğretmediğini sorarım. Diyelim Beden uykuya daldığı 
zaman,  Ruhun  bütün  yetkileri  boşlukta  değil  midir  ve  uyanıkken  ki  gibi 
düşünme gücüne sahip midir? Bundan başka, bütün insanlar Ruhun hep 
aynı  obje  üzerinde  aynı  düşünceye  yatkın  olmadığını  filân  ya  da  falan 
obje  üzerinde  düşünmek  için  Ruhun  yatkınlıklarının  hep  Bedenin  yat­
kınlıklarına  bağlı  olduğunu  bilmiyorlar mı?  Fakat  denecek ki, yalnız  Be­
dene  ait  (maddî)  gibi  göz  önüne  alınan  Tabiat  kanunları,  sanat  eserin­
den başka bir şey olmayan binaları, resimleri ve buna benzer başka şeyleri 
meydana  getirmez  ve  Beden  Ruh  tarafından  gerektirilmiş  ve  yöneltilmiş 
değilse  bir  tapınağı kuramaz. Fakat  daha  önce göstermiştim ki  onlar Be­
denin  ne  yapabileceğini  ve  yalnız  onun  tabiatından  hangi  akıl  yürütme­
lerin  çıkacağını  bilmiyorlar  ve  kendileri  de  yalnız  Bedenin  veya  yalnız 
Tabiat kanunlarının Ruhun yardımı olmaksızın mümkün olduğuna inan­
mayacakları  birçok  şeyleri  meydana  getirdiğini  hissediyorlar,  diyelim  ki 
uyandırıldıkları zaman kendileri de hayrete düşen uyurgezerlerin aksiyon­
ları  (etkileri)  işte  böyledir.  Bundan  başka,  şunu  da  katacağım  ki,  sanat, 
insanların  eserlerinin  sonsuz  derecede  üstünde  olan Bedenimizin yapısı­
na  yaklaşan  hiçbir  şey  yapamaz  ve  daha  yukarda  kanıtlamış  olduğum 
şeyden,  yani  hangi  sıfatıyla  göz  önüne  alınırsa  alınsın,  yalnızca  Tabiatın 
sonsuz şeyi meydana getirdiğinden asla söz etmeyeceğim.
ikinci itiraza gelince, eğer insan konuşmak ve susmak hususunda büs­
bütün bağımsız olmuş olsaydı, bu dünyada bütün işler yolunda gidecekti, 
fakat  deney  bize  fazlasıyla  gösteriyor  ki  insan,  dilinin  ve  arzularının  hâ­
kimi  değildir.  Birçoklarının  bizi  hafifçe  duygulandıran  şeyler  karşısında 
hareket  hürlüğümüzü  sakladığımızı  zannetmeleri  buradan  ileri  geliyor, 
çünkü  başka  bir  objenin  hatırlanması  onların  doğuracağı  isteği  kolaylık­
la yok edebilir, fakat çoğunlukla bizi tutkulandıran ve hiçbir hatırlamanın


DUYGULANIŞLARIN KÖKÜ VE TABİATI ÜZERİNE 1 35
bizi kendisinden çevirmediği şey için soru aynı değildir; bununla birlikte, 
yaptığımız işlerden dolayı kaç kereler pişman olduğumuzu ve çoğu birbi­
rine  zıt  duygulanışların  hükmü  altında  bulunduğumuz  zaman  en  iyiyi 
görmemize rağmen, en kötüyü yaptığımızı tecrübesiyle bilmemiş olsalar­
dı,  bütün  hareketlerimizin  hür  olduğuna  inanmaktan  onları  hiçbir  şey 
alıkoyamazdı. Nitekim, bir çocuk hür olarak sütninesinden süt emdiğini, 
öfkeli  bir  delikanlı  ürkmüş  bir  korkaktan  öç  almak  istediğini  zannede­
cektir; bir sarhoş sonradan pişman olacağı şeyleri söylediği zaman kendi­
sini hür zannedecektir. Hezeyan içindeki adam, geveze çocuk ve bu çeşit­
ten  birçokları  önüne  geçemeyecekleri,  bir  hezeyan  ile  söylenmiş  olduk­
ları  halde,  kendilerinin  hür  olarak  konuştuklarını  hayal  ederler,  böylece 
deney  ve  Akıl  bize  insanların  kendi  aksiyonlarını  (hareketlerini)  bildik­
leri  halde  hareketlerini  gerektiren  nedenleri  bilmemeleri  yüzünden  ken­
dilerini  hür  zannettiklerini  öğretiyor.  Bundan  başka,  Ruhumuzun  irade­
si, Bedenimizin iştahlarından gayrı bir şey değildir ve bu da Bedenin farklı 
yatkınlığına göre değişir. Zira herkes kendi tutkularına göre hareket eder; 
bunların zıddına sahip olanlar ne istediklerin bilmezler ve buna asla sahip 
olamayanlar  bir  objeden  öteki  objeye  bir  teviye  uçar  dururlar  ve  hep  de 
en  hafif  saikle  gerektirilmişlerdir.  Bütün  bunlar,  açıkça  kanıtlarlar  ki, 
ruhun  emri  (décret),  iştah  ve  bunun  gerektirilmesi  aynı  tabiattadır  ve 
Düşünce sıfatıyla göz önüne alındığı, onunla açıklandığı zaman emir adını 
verdiğim  şeyle,  Uzam  sıfatıyla  ve  hareket,  sükûn  kanunlarına  göre  göz 
önüne  alındığı  zaman  gerektirme  (détermination)  adını  verdiğim  şey  tek 
ve  aynı  şeyi  meydana  getirir  ki,  söylemiş  olduğumla  bunu  daha  apaçık 
göstereceğim.  Zira  özel  olarak  göstermek  istediğim  başka  bir  şey  daha 
var:  Önce  bizde  hatırası  olmadan  Ruhun  emriyle  hiçbir  şey  yapamayız. 
Diyelim ki, biz bir şeyi hatırlamıyorsak onun için bir kelime bile söyleye­
meyiz. Öte yandan bir şeyin hatırlanması ya da unutulması hiçbir zaman 
Ruhun  hür  iradesine  bağlı  değildir,  o  halde  zannedilir  ki  Ruhun  elinde 
olan  yalnız  onun  emrine  göre,  bize  hatırlattığı  şeyi  söylemek  ya  da  sus­
maktan  ibarettir.  Bununla  birlikte  rüyada  konuştuğumuzu  gördüğümüz 
zaman yalnız Ruhun emriyle konuştuğumuzu zannederiz, halbuki konuş­
muyoruz  ve  eğer  konuşuyorsak,  bu  yalnızca  Bedenin  kendiliğinden  bir 
hareketiyledir;  nitekim  insanlardan  bazı  şeyleri  sakladığımızı  da  rüyada 
görürüz, bu da uyanıkken bildiğimizi söylememizi sağlayan aynı Ruh em­
riyledir. En sonra uyanıkken yapmaya cesaret edemediğimiz bir şeyi Ruhun


136 ETİKA
emriyle yaptığımızı rüyada görürüz. Bunun sonucu olarak, Ruhta bir kıs­
mı hayalî
2
 bir kısmı hür olmak üzere iki cins emir olup olmadığını bilmek 
isterim.  Bu  hayali  ve  olmayacak  şeyleri  düşünmeye  kadar  gitmez  isten­
mezse,  hür  olduğu  sanılan  Ruhun  bu  emrinin  asıl  hayal  gücünden  ve 
hatıradan  farklı  olmadığını  ve  bunun  da  fikir  olması  bakımından  fikrin 
ister  istemez  (zorunlu  olarak)  içinde  bulunduğunu  olumlamaktan  başka 
bir  şey  olmadığını  kabul  etmek  gerekecektir  (önerme  49,  bölüm  II)  ve 
böylece  fiil  halinde  var  olan  şeylerin  fikirleri  ile  aynı  zorunlulukla  bu 
emirler de Ruhta meydana gelmektedir. Ruhun hür bir emriyle söyledik­
lerini  veya  sustuklarını  ya  da  herhangi  bir  hareketi  (action)  yaptıklarını 
zanneden kimseler gözleri açık rüya görmektedirler.
Önerme III
Ruhun etkileri (aksiyonları) yalnız upuygun fikirlere, edilgileri (pasi­
yonları) ise yalnız upuygun olmayan fikirlere bağlıdırlar.
Kanıtlama
Her şeyden önce Ruhun özünü meydana getiren şey, fiilde var olan bu 
Bedenin  fikrinden  başka  bir  şey  değildir  (önerme  11  ve  13,  bölüm  II)  ve 
bu fikir (önerme 15, bölüm II) bir kısmı (önerme sonucu, önerme 38, bölüm 
II) upuygun olan ve bir kısmı upuygun olmayan (önerme sonucu, önerme 
29, bölüm II) başka birçok fikirlerden meydana gelmiştir. O halde Ruhun 
tabiatından  ileri  gelen  ve  Ruh  kendisinin  yakın  nedeni  olarak  ve böylece 
bilinmesini sağladığı  her  şeyi  upuygun  olan ya da upuygun  olmayan bir 
fikirden zorunlu olarak çıkar. Fakat Ruh, upuygun olmayan fikirlere sahip 
olması bakımından, zorunlu olarak pasiftir; öyle ise Ruhun hareketleri (et­
kileri) yalnız upuygun fikirlerden çıkar ve bu sebepten dolayı Ruh yalnızca 
upuygun olmayan fikirlere sahip olduğu için pasif bir halde bulunur.
Scolie
O halde görüyoruz ki pasif haller (edilgiler) ancak Ruhta olumsuzluğu 
içine alan bir şey bulunmaması bakımından, yani o başka kısımları olma­
dan  kendi  başına  açık  ve  seçik  olarak  algılanmayan  Tabiatın  bir  kısmı 
gibi görülmesi bakımından Ruha atfedilirler ve aynı akıl yürütme ile gös­
2) 

Yüklə 1,19 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   119




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin