2.1.1.1.3. Neo-Klasik İktisadi Düşünce Okulu
Neo-Klasik iktisatta uzun süreli gelişme ve bu konuda esas meseleyi teşkil eden
sermaye birikimi süreci, para teorisi çerçevesinde ele alınmaktadır. Bu düşünürlere
göre, nüfus ve teknik bilgi seviyesi veri kabul edilir ve para arzı sabit tutulursa,
yatırımlar ve sermaye artışı bir taraftan reel geliri yükseltecek, diğer taraftan gerek faiz
haddini gerek fiyatlar genel seviyesini düşürecektir. Neo-Klasiklere göre, faiz
haddindeki düşme çok az olacaktır. Çünkü yatırım seviyesi ne olursa olsun, ekonomide
mevcut bulunan toplam sermaye stokuna kıyasla küçüktür ve yatırım fonksiyonunun
faiz elastikiyeti de yüksek kabul edilmekte, hatta Marshall’a göre faiz haddi sıfıra düşse
dahi bir miktar tasarruf yapılacağını belirtmektedir. Bu şartlar altında, Neo-Klasik
düşünürlere göre sermaye birikimi, herhangi bir yatırım tasarruf tutarsızlığına
65
rastlamadan ve faiz haddinin düşmesi suretiyle süresiz bir şekilde devam edebilecektir.
Faiz haddinde sermaye birikimi nedeniyle meydana gelen düşme, para arzı artışı, nüfus
artışı ve yatırımların teşvik edilmesi, teknik bilginin sermaye yoğun yönde gelişmesi
tarafından bertaraf edilebileceği ifade edilmektedir (Hiç, M. , 1981).
Neoklasiklere göre, yatırımlar çok fazla önem arz etmemektedir. Bunun iki
nedeni vardır. Öncelikle sermayenin azalan verimler yasasına tabii olduğunu ileri
sürmeleridir. Neoklasik modelde yatırımlara yansıyan bir birikim (tasarruf) artışı, bir
süre için büyümeyi arttıracaktır. Ama yatırımların çoğalmasıyla sermayenin işgücüne
oranı artacağı için, sermayenin marjinal ürünü azalacak, ekonomi durgun gelişme
durumuna (steady state ) dönecektir. Böylece yatırımların büyümeye katkısı sınırlı
olacaktır. Diğer bir deyişle, neoklasik büyüme modelinde sermaye birikiminin
büyümeye olan katkısı önemli olmayacaktır. Diğer neden ise, sermayenin teknolojiden
ayrı olarak alınmasıdır. Teknolojik gelişmenin ve nüfus artışının büyüme açısından
önemi kabul edilmekle birlikte, onun dışsal sayılması eleştiri konusu olmuştur (Makkı,
Somwaru, 2004; Bulutay, 1995).
İktisat literatüründe, ekonomik büyümenin kaynağının sermaye ve emek
faktörleri ile teknoloji faktörüne indirgenmesi yaygın bir yaklaşımdır. Söz konusu
yaklaşım, Solow ve Abramovitz tarafından geliştirilmiş Denison tarafından ise, yeniden
tanımlanmıştır. Bu yaklaşımda, ekonomik büyüme ile üretim fonksiyonundaki emek ve
sermaye faktörlerinin verimlilik katkıları mukayese edilerek, emek ve sermaye ile
açıklanamayan büyümenin teknolojik yenilikten kaynaklandığı kabul edilmektedir.
Solow ve Denison tarafından 1960’lı yıllarda yapılan çalışmalar ekonomik büyümenin
yarıdan fazlasının teknolojik gelişmeden kaynaklandığını ortaya koymuştur (Gökal ve
Aslantaş, 1997).
Harrod-Domar tarafından oluşturulan modelin emek ve sermaye arasındaki
ikame olanaklarının sınırlı olması ve büyümenin sermayeye dayandırılmasının Solow ve
Swam tarafından eleştirilmesi üzerine, bu ikili kendi isimleriyle anılan bir büyüme
modeli ortaya koymuşlardır.
Modelin varsayımları; tam rekabet, tam istihdam, ölçeğe göre sabit getiri, azalan
verimler kanunu şeklinde ifade edilebilir. Bu varsayımların Neoklasik varsayımlarla
uygunluk taşıdığı gözlenmektedir (Hiç, 1981).
Solow modeli, biri üretim fonksiyonu, diğeri de sermaye birikim eşitliği olan iki
denklem çerçevesinde oluşturulmuştur.
66
Solow’un büyüme modelini oluşturmasında Cobb- Dauglas üretim fonksiyonu
ölçeğe göre sabit getiri ve faktörler arası ikame esnekliğine yer vermesi sebebi ile büyük
bir yardımcı görevi üstlenmiştir (Erkök, 1977).
Üretim Fonksiyonu
1
( , , )
Dostları ilə paylaş: |