Eylül 2016 İstanbul/Türkiye



Yüklə 6,61 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə8/59
tarix18.01.2017
ölçüsü6,61 Mb.
#5811
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   59

KAYNAKÇA

Bice, Hayati, Pir-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevi ve Hikmetleri, H Yayınları, Istanbul 

Kasım 2014.

Hoca Ahmed Yesevi, Açıklamalı Divan-ı Hikmet, Haz. Ahmet Eğilmez Rıdvanoğlu, 

Gayem Yayınları, Istanbul 2014.

Hoca Ahmed Yesevi, Günümüz Aşk Yolcusuna Divan-ı Hikmet, Haz. Hayati Bice. H 

Yayınları, Istanbul Kasım 2015.

Köprülü, Fuad, Türk Edebiyatı’nda İlk Mutasavvıflar, Diyanet Işleri Başkanlığı Yayın-

ları, Ankara 1976.

Ömerustaoğlu, Adnan, “XI. Yüzyıldan XXI. Yüzyıla Kutlu Bilgi”, Türk Tefekkür Dün-



yası Bilgi Şöleni, 1.Cilt, Denizli 2015.

İrfanın Anlam Kaybı ve Belirsizliği –  

Yesevîlikte Sofra Tutmak



Ahmet TAŞĞIN* 

Giriş

Bildiri, Edebî Sanatlardan Mecazlar ve Anlam Sanatları çerçevesinde Ye-

sevîlik yolunda önemli bir başlık teşkil eden “Sofra Tutmak” başlığını izah 

etmeyi amaçlamaktadır. Bu çerçevede burada, mecazların edebî sanatlar içe-

risindeki öneminin sıkıştırıldığı edebiyat alanından sosyal bilimler içerisinde 

hangi şekilde istifade edileceğine dair bir değerlendirme ve tartışma yapmak-

tadır. Böylece klasik metin ve anlam dünyası etrafında konuyu sosyal bilimler 

nitel araştırma yönteminden istifade ederek izah etmeyi hedeflemektedir. 

Klasik metinlerin sayı ve içerik olarak Türk Islam dünyasında sayılama-

yacak ölçüde olduğu bütün herkesin malumudur. Yine bu eserlerin modern 

dönemin  ortamına  ve  modern  bilim  zeminine  aktarılmasında  karşı  karşıya 

kalınan bazı sorunlar bulunduğu da yine akademik çevrelerce malumdur. Bu 

sorunlar arasında daha çok eserlerin yayınlanması ve neşre hazırlama ilkeleri 

yani Latin harflerine aktarma için kullanılan yöntem olarak ileri sürülmekte-

dir. Doğrusu klasik metinlerle ilgili burada aktarılan husus, batılı bir çalışma-

nın ürünü olarak irfan kaynaklarının yayınlanmasında karşı karşıya kalınanın 

transkript ya da noktalama sorunu olmadığıdır. Kaldı ki bu husus, Şarklı bir 

adamın evinin bir odasını “Şark Köşesi” yapması anlamına gelmektedir. Öy-

leyse sorun, bu metinleri bir transkript olarak gören zihin de dâhil metni elin-

de dolaştıran toplulukları ya da metnin muhataplarıyla ilgilidir. Yani klasik 

metinlerde kurulu dünya, anlam ve kavramsal düzlemi bırakılmayarak her ta-

raftan “çimdiklendi” veya yağmalandı. Bu çimdiklenmeye karşın bir türlü bu 

*  Prof. Dr., NEÜ Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Sosyoloji Bölümü, Meram Konya, ahmetyt@

hotmail.com



82  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

metinler modern sosyal bilimlerin parçası veya nesnesi haline getirilemedi. 

Oysa modern bilim ve felsefesinin en iddialı olduğu konular arasında klasik 

metin, anlam, dil ve bunun kurulu dünyası yer almaktadır. 

Bu çalışma klasik metinlerin değerlendirilmesinde oluşan soruna dikkat 

çekmektedir.  Öyleyse  klasik  metinlerin  geniş  bir  alana  yayıldığı  ve  bir  bü-

tün olarak konunun ele alınıp bir program oluşturulması gerekmektedir. Bu 

eserlerin önemli bir kısmı din bilimleri içerisinde kısmen de edebiyatçılar ve 

tarihçiler arasında değerlendirmeye tabi tutulmuş veya tutulmaktadır. 

Bir  adım  daha  ileri  gidilecek  olursa  edebî  metinlerin  anlam  dünyasının 

kurgusunda başvurulan izahlar da dikkat çekicidir. Bütün bu çaba ve gayrete 

rağmen klasik metinlerin en fazla hareket alanı kazandığı yer ve çevre, tarih 

alanı olmuştur. Giderek daha fazla çalışmanın ve araştırmacının konusu ol-

masına karşın eserlerin sosyal bilimlerin diğer alanlarına doğru hareket ettiği 

veya ettirildiği söylenemez.

Klasik metinler arasında tasavvuf ve tarikatları konu alan eserler başlı ba-

şına bir yekûn teşkil eder. Türkistan’dan Rum ve Balkanlara kadar bu coğraf-

yada tasavvuf ve tarikatlara ilişkin çalışmaların hemen ilk referansı Ahmed 

Yesevî’dir.  Ahmed  Yesevî’nin  tasavvuf  ve  tarikata  ilişkin  görüşleri  bir  çizgi 

olarak bir arada tutulup kurulmalıdır. Böylece hem düşünce ve anlam hem 

de tarih ve coğrafya olarak bağlantı kurulabilmesiyle bir bütün olarak takibi 

ve anlaşılması mümkün olabilecektir. Bütün bu alanların parçalı olduğu veya 

parçalanmış olarak kaldığı, bu parçaların da bir türlü bir araya getirilme ça-

balarının sonuç vermeyerek yorgunluk ve ümitsizlik oluşturduğunu da söyle-

mek mümkündür. Buradan hareketle klasik metinler ya yazıyla resmedilmiş 

ya da sözlü olarak korunmuştur. Bir başka yönüyle bu metinler, yani özellik-

le  menakıpnameler  gerçekleşmiş  bir  programı  aktarmaktadır.  Bu  metinler-

de ismi geçen veya programı uygulayan olarak Rum ve Balkanlarda yaşayan 

Müslüman ve farklı kökene sahip toplulukların marifet anlayışını kuran ve 

yerleşikliğini sağlayan Hoca Ahmed Yesevî’dir.

1

Ahmed Yesevî’nin Türkistan’dan başlayan faaliyetleri Çin, Hindistan, Ho-



rasan,  Rum  ve  Balkanlara  kadar  ulaşmıştır.  Kendisinden  sonra  sistematik-

leştirdiği marifet anlayışını yetiştirdiği öğrencileri aracılığıyla çok geniş bir 

1

  H. Kâmil Yılmaz, “Anadolu ve Balkanlar’da Yesevî Izleri”, Ahmed-i Yesevî Hayatı Eserleri 



Tesirleri, Hazırlayan Mehmed Şeker – Necdet Yılmaz, Istanbul: Seha Neşriyat, 1996, ss. 567-

580. 


Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 83


coğrafyaya taşımıştır. Marifet anlayışı, onun mektebinde yetişen halifeler ile 

Müslüman  Türklerin  bulunduğu  ya  da  ulaştığı  son  hududa  kadar  götürül-

müştür. Doğal olarak Rum diyarında yaşayan Türklerin marifet anlayışı ve bu 

coğrafyadaki gerekçe ve meşruiyeti de yine Türkistan Piri Hoca Ahmed Yesevî 

tarafından tayin edilen halifeler ile yerleştirilmiştir. 

Uzun bir göçün ardından çok geniş bir sahaya yayılan Türk topluluklarıy-

la birlikte ya da onların ardından gelen Yesevî dervişleri, irşatlarına devam 

edip  irşadın  farklı  kökene  sahip  topluluklar  arasında  da  yayılmasını  sağla-

dılar. Hatta bu husus Türkistan, Horasan, Rum ve Balkan eren ve evliyaları 

çevresinde de ifade edilmektedir. Türkistan kaynağı Cengiz istilası ardından 

giderek zayıflamış ve bu süreç Emir Timur ile de Türkistan ve Horasan birlik-

te tamamlanmıştır. Ahmet Yesevî irşadıyla yolu takip eden bu toplulukların 

yaşadıkları sorunlara bakışı ve sorunları hangi menşeden değerlendikleri hu-

susu da önemlidir. Bu önemine karşın Ahmet Yesevî tarafından üretilen ya da 

yeni baştan canlandırılan erkânın sunduğu çözüm ve bu çözümün programı 

giderek kaynağında zayıflamıştır. 

Diğer yandan zorunlu göçlerle taşındığı yeni yerlerde de yani Rum ve Bal-

kanlarda tabi olarak bu program yeni biçimler alarak devam etmiştir. Bir süre 

sonra  her  iki  zaman  ve  mekân  arasındaki  bağlantı  ve  ilişki  de  kopmuştur. 

Doğal olarak kaynağında kuruması ve yeniden hay hâline geldiği topraklarda 

aldığı yeni biçimden dolayı Ahmet Yesevî programı bilgi ve hikmet olarak akıl 

ve kalpten yazıldığı yerden silinince veya unutulunca Yesevî marifetinin te-

mel kavramsal alanı ve bu alanın gerçekleşme yolu anlaşılamaz hâle gelmiştir. 

Doğrusu anlaşılsa bile pratikleri kaybolduğu için nasıl uygulandığı ortadan 

kalkmıştır. 

Ahmet Yesevî’nin hikmet ya da Teberrükleri dışında farklı metinlerde doğ-

rudan Ahmet Yesevî ismiyle beraber erkânına ilişkin kısa bilgiler ile halife-

lerinin varlığından da söz edilmelidir. Hem hikmet metninde hem de onun 

adına hareket etmiş olan nakiplerinin yolun uygulanmasında başvurdukları 

yöntem ve erkânın uygulaması bir şekilde bu alanda meşgul olan çevrelerin 

dikkat ve nazarına düşmemiş ve gelmemiştir. Hatta bu metinlerdeki Ahmet 

Yesevî ile ilişkisi şeyh, halife ve mürit şeklinde bağlantısını kurmada göste-

rilen heves aynı şekilde erkânın uygulanmasında gösterilememiştir. Çünkü 

Ahmet Yesevî, iktidarın aygıt ve aracına dönüşmüş ve Timur ile son bulan 

süreç ile tamamen resmî ya da zahir hâle gelen Tasavvuf ve Tarikat uzmanlık 


84  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

veya profesyonel alanının parçası hâline gelmiştir. Ahmet Yesevî’nin halife-

leri ve halifelerin uyguladığı erkân ise yine iktidar için tersinden bir aygıta 

dönüşmüştür. Böylece aynı alanı ortadan ikiye bölerek her ikisini de kendi 

meşruiyeti için kullanıp konunun geri dönülüp toparlanma imkânını ortadan 

ya da gündem kaldırmıştır. 

Her şeye rağmen Rum ve Balkan coğrafyasında yaşayan topluluklar, Ye-

sevî halifeleri vasıtasıyla Yesevî marifetinin kavram ve pratiklerini korumayı 

başarmışlardır.  Yesevî  ardılı  topluluklar,  kavram  ve  pratikleri  korumalarına 

karşın kavram ve pratiklerin anlamını kaybetmişlerdir. Başka bir ifadeyle en 

azından burada ele alınan hususlar etrafında aktarılan kavramların anlamı be-

lirsiz hâle  gelmiştir.

2

 Uzun ve geniş bir coğrafyada yayılan Yesevîlik, gelişip 



genişlediği toplulukları da kendi irfanı üzerinden tanımlamış ve anlamlandır-

mıştır. Aynı şekilde üzerinde yaşadıkları mekânı ya da toprakların tanım ve 

anlamını da kaybetmişlerdir. Sonuç itibariyle bilginin belirsizliğinin yanında 

mekânın da yetimiyle karşı karşıya kalınmıştır. Bir şekilde mekânını yani var-

lık alanını kaybedince mesajı da kaybetmiş oldu. 

Bütün bunlar göstermektedir ki Yesevîlik marifete ilişkin kavram ve an-

lam dünyasını yeniden davet edebilecek iki türlü mekânı da kaybetmek üze-

redir


3

.  Belki  bundan  daha  ötede  bu  mekânın  ortadan  kaldırılması  için  son 

kale  de  yıkılmaya  çalışılmaktadır.  Bu  mekândan  ilki  insanın  kendisidir.  Bir 

mekân olarak insan, Yesevîlik kavram ve anlamını sözlü ve yazılı olarak taşı-

maktadır. Sözlü aktarımla zihin ve kalbe kaydetmiştir. Bununla beraber sözlü 

bu metinleri yazı ile deriye vb. malzemeye işlemektedir. Bu iki kayıt mekân 

olarak insan ile sağlanmaktadır. Böylece Yesevî irfanı sözlü ve yazı yardımıyla 

günümüze kadar ulaşmıştır. Bu açıdan bakıldığında “Talib”

4

, araştırıp elde et-



tiğini zihnine ve kalbine yazılı olan yazıyla günümüze kadar taşımıştır. Ikinci 

mekân ise Yesevî halife ve dervişlerin yani Türkistan ve Horasan pirlerinin 

2

  Ahmet Taşğın, Dediği Sultan ve Menakıbı: Konya ve Çevresinde Ahmet Yesevi Halifeleri, Konya: Çizgi 



Yayınları, 2013.

3

  Hacı Bektaş Veli, Makâlât, Hazırlayan Ali Yılmaz vd. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 



2011, s. 110-137. 

4

  “Taleb, maddi ya da manevi olsun, bir şeyin varlığını araştırmak.” Rağıb el-İsfahani, Müfredât 



Kuran Kavramları Sözlüğü, Çeviren ve Notlandıran Yusuf Türker, 3. Baskı, Istanbul: Pınar Ya-

yınları, 2012, s. 926-927. 



Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 85


türbeleridir. Bu her iki mekân Rum ve Balkan coğrafyasında yaşayan Yesevî 

marifetinin senetleridir

5



Bu hususta karşı karşıya kalınan bir başka sorun da kavram ve anlam dün-



yasının hangi şekilde pratik hâle getirileceği hususudur. Bu sorunun çözümü 

ve izahındaki havza Rum ve Balkandır. Rum ve Balkan coğrafyasında kendile-

rini Türkistan ve Horasan’a refere eden eren ve evliyaya bağlı topluluklardır. 

Öyleyse bu metinleri baştan sona yeniden ele alıp kavram ve anlam olarak 

ortaya koymak gerekmektedir

6

. Çünkü Yesevî adı ve marifeti bir şekilde bu 



topluluklar bünyesinde sözlü ve yazılı metinler olarak korunmuştur. Bu top-

luluklara yönelik muhkem alan dikkate alındığında iktidar ve araçlarının han-

gi manevra ve malzemelerle bir köşeye sıkıştırmıştır. Bu yüklenmesine karşın 

parçaların bir araya getirilmesiyle varlık ve bilgi alanı anlaşılabilir ve ortaya 

çıkarılabilir. 

Yesevîlik araştırmaları uzun zamandan beri yapılmakta ve yapılmaya de-

vam edeceği de aşikârdır. Yapılan çalışmaların eksik bıraktığı ve izah edeme-

diği hususlarda dâhil Yesevîlik çalışmaları devam edecektir. Özellikle “Islam 

Ilimlerinin” teşekkülü ve kazandığı meşruiyet merkezinde inşa edilen “ulum” 

çerçevesinde kurmuştur. Bu inşa edilen ilimlerin süreç içerisinde kazandığı 

anlam ve dayattığı yöntem bütün alanları kuşatmıştır. Bu nedenle Yesevîlik 

etrafında şekillenmiş marifet, inşa edilen ilimlerin kavram, yöntem ve anlam 

alanı dışında kalmıştır. Tasavvuf ve Tarikatlar hakkında yerleşik bilgi, bu hu-

susun en çarpıcı örneklerindendir. Bir şekilde bu bilginin inşa edilip kurgu-

landığı çevre ve yine bilgi ve bu bilginin elde edildiği yöntemi, bir süre sonra 

iktidarın bütün imkânı ve desteğiyle yerleşik hâle gelmiştir. Böylece evveli ve 

ahirini belirleyecek şekilde iktidarın aygıtlarına dönüşmüş ve ihsa edilen alan 

aradan geçen zaman sonrasında hangi koşullarda oluştuğuna dikkat edilme-

den veya edilmeyerek Tasavvuf ve Tarikatlar hakkındaki yerleşik bilgi sürdü-

rülmeye devam edilmektedir. 

Doğal  olarak  yukarıdaki  hususlar  dikkate  alınarak  Yesevîlik  üzerine  ya-

pılan çalışmalar, iktidar aracına dönüşen ve ihsa edilen bu alanın verileriyle 

5

  Yılmaz Kurt, “Hoca Ahmed Yesevî’nin Rum Eyâletindeki Zaviye Kurucuları Üzerindeki Etki-



leri”, Milletlerarası Hoca Ahmet Yesevî Sempozyum Bildirileri, Kayseri: Erciyes Üniversitesi Yayın-

ları, 1993, ss. 255-270.

6

  Ahmet Taşğın, “Menkıbelerin Kurduğu Zaman ve Mekân: Ahmed Yesevi ve Hacı Bektaş Örne-



ği”, Uluslararası İpek Yolunda Türk Dünyası Ortak Kültür Mirası Bilgi Şöleni (3-4 Ekim 2013), Editör 

Fahri Atasoy, Ankara: Türk Yurdu Yayınları, 2014, ss. 267-272.



86  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

eksiklikleri ya da yöneldikleri hususların içeriği ve bu çalışmaları yapanların 

yaklaşım ve yöntemi de buradan hareketle ortaya konulmuştur. Yani bu çalış-

mada, iktidar tarafından iç edilerek kurulan ve bir süre meşruiyeti tartışılma-

yıp mutlak doğru olarak kabul edilen ilimlerin ihsa edilmesi ve usulü çeper ve 

çevresine dikkat ederek konunun kendi imkânına yönelmiştir. Böylece olunca 

da şu ana kadar Yesevîlik hakkında araştırma yapan çevrelerin, Yesevîlik ve 

ardıllarını “Sünnilik” dışında ya da heteredoks, senkretik şeklinde adlandır-

malarına karşın, bu çalışmadaki yaklaşımı takip etmeleri güçleşmiş ve tabi 

bir itirazda bulunmaktadırlar. Çünkü konunun malzemesine yönelik yapılan 

gayreti yöntemine dair yapılmamaktadır. Bu durum da ilgili çevrelerin iktidar 

ve araçlarına kısa bir zaman sonra dönüştüklerini göstermektedir. 

Yesevîlik, kendi ortaya çıkıp geliştiği alanın sınırlarını zorlardı. Nihayetin-

de içerisinde büyüdüğü havzanın etrafına taştı veya taşmayı arzuladı. Bir süre 

sonra Yesevîlik, bu aktörler tarafından yeni bir dil ile yeni mekânlara aktarıldı. 

Hâlbuki Ahmed Yesevî, Tasavvuf ve Tarikat tarihi ilim alanı içerisinde hangi 

başlıklar altında neler yapmış, hangi yenilikleri getirmiş ve hangi kavramsal 

alanı nasıl bir anlam dünyası kurarak ortaya koymuştur? Bütün bunlar için 

hangi yöntemi önermiş gibi temel prensiplere yönelip ortaya koyduğu esaslar 

daha belirgin hâle getirilmeliydi. Yesevî ve ardıllarının takip ettiği program ve 

bu programın yöntemi başlı başlına bir konu olması hasebiyle bu pratiklerden 

yola çıkarak yeni bir Tasavvuf ve Tarikat Tarihi yazılmalıdır? Ya da Yesevî ve 

ardıllarının takip ve tatbik ettikleri esaslar etrafında yeni bir kavramsal alan 

ve yöntem kurulmalıdır

7



Konu bu sorularla işaret edilen bir yerden ele almaktan daha ziyade tarih 

ya da sosyal tarih ve sosyal tarihin kazandırıldığı kavramsal alanı üzerinden 

hareket edilerek neticeye varılmaktadır. Bu durum da yerleşik olan Tasavvuf 

ve Tarikat kavramsal alan ve başlıklarına yaklaştırmaya ya da benzetilmeye 

zorlanmaktadır.  Bir  şekilde  iktidar  elinde  ve  ihsa  edilen  ilim  merkezinden 

çıkarak yapılan değerlendirme alanın uzmanlarını çıkış noktalarına getirmek-

tedir. Doğal olarak Yesevîlik üzerine yapılan çalışmalar, başladığı yere çekil-

7

  Hayati Bice, Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî, Istanbul: Insan Yayınları, 2011, s. 324-329; 



Mustafa Kara, “Yeseviyye’nin Temel Kitabı Cevâhiru’l-Ebrâr min Emvâci’l-Bihâr”, Ahmed-i 

Yesevî Hayatı Eserleri Tesirleri, Hazırlayan Mehmet Şeker-Necdet Yılmaz, Istanbul: Seha Neş-

riyat, 1996, ss. 241-269. Burada konunun anlaşılmasına kolaylık sağlayacak konu başlıkları 

arasında özellikle “zaman, mekân, ihvan ve sultan” gibi dörtlü bir tasnifin üzerinde durulması 

veya buna dikkat edilmesi önerilir.  


Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 87


mekte ve bir adım ileriye gitmemektedir. Çünkü vardığı nokta, çıkış yeriy-

le  aynıdır.  Giderek  önerdikleri  yerine,  hangi  şahıs  kadrosuyla  hareket  edip 

nerelerde  nasıl  yerleştikleri  hakkında  bilgi  verilmekte  ve  mevzunun  içeriği 

hakkında izah edilmekten kaçınılmaktadır. Netice itibariyle Yesevî’nin hayatı 

ve hikmetlerinde aktarılan marifet ile Rum ve Balkanlarda günümüze kadar 

etkisi süren irfanın kavram ve anlam dünyası üzerinde durulmamıştır. Çünkü 

bu kurucu şahıs ve onlara ait yazılı ve sözlü metinlerin inşa ediciliği, konunun 

aktarıcıları tarafından dikkate alınmamakta hatta bilinçli olarak bu alandan 

kaçıldığı izlenimi de vermektedir

8



Yesevîlik hakkında yapılan çalışmalarda bir şekilde ele alınan konu ve baş-

lıklar, tarih ve sosyal tarih çerçevesinde şahıs kadrosuna yönelmektedir. Bu 

durum Yesevî irfanının kendisine özgü bir alanının var olduğuna dair çıkar-

sama da bulunulup kaynağına da ilişkin çok farklı sonuçlara ulaşılmaktadır. 

Yesevîlik’in  bir  bütün  olarak  kurulu  kavramsal  alanı  ile  bu  alanı  oluşturan 

parçaların birinden diğerine aktarılan anlam dünyası arasında kurulmamak-

tadır. Doğal olarak kurulamayan bu ilişki başka alanlardan medet umut edip 

yönelerek bütünlükçü yaklaşımdan uzaklaşılmasının getirdiği birikimle farklı 

alanlara başvurmaktadır. Buradan elde edilen parçalı bilgi ve bilgi arasında-

ki ilişkisizliğe ihtimam gösterilmeden diğer veya öteki uzak bir alana taşın-

maktadır.  Böylece  alan  genişletilerek  takibi  ve  ilişki  kurmak  imkânsız  hâle 

gelmektedir. Bu taşıma da daha çok heyecan verici olması hasebiyle batıni ve 

gulat topluluklar olmaktadır.

9

Sonuç  olarak  Yesevîlik  araştırmalarının  temel  problemi  Yesevî  marifeti-



nin  kurulu  kavram  ve  anlam  dünyasının  ortaya  konulamaması,  kavram  ve 

anlam dünyası arasındaki ilişkinin sağlanamaması ve daha da ötesi anlamın 

kaybolması ve belirsizliğinin takip edilip görülememesidir. Bu temel sorun 

genel olarak doğu, Türk veya Müslüman dünyada klasik metinlerin kavram 

ve  anlam  dünyasının  kavranması  ve  aktarılması  hususunda  sosyal  bilimler 

8

  Umay Günay, “Ahmed Yesevî’den Hareketle Yazılı Kültürün Sözlü Kültüre Etkisi Konusunda 



Tespitler”, Milletlerarası Ahmed Yesevî Sempozyumu Bildirileri, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 

1992, ss. 25-31. 

9

  Irene Melikoff, “Ahmed Yesevî ve Türkler’de Islâmiyet”, Milletlerarası Ahmed Yesevî Sem-



pozyumu Bildirileri, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1992,  ss. 61-67; Irene Melikoff, Uyur 

Idik Uyardılar, Istanbul: Cem Yayınevi, 1993, s. 167-182; Ahmet Yaşar Ocak, “Anadolu Türk 

Halk Sûfîliğinde Ahmed-i Yesevî Geleneğinin Teşekkülü”, Milletlerarası Ahmed Yesevî Sem-

pozyumu Bildirileri, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1992,  ss. 75-84.



88  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

için mecazi anlatımın sunduğu imkân da değerlendirilmelidir. Böylece birçok 

metnin, sosyal bilimlerin konusu hâline gelmesi ve bu yolla birçok çalışma 

yapılmasını da sağlayacaktır

10



Sofra Tutmak ve Sofra Açmak

Yesevî hikmetlerinin arasında Yetim, miskin, garip konusu yer almaktadır. 

Hatta bu konu açık açık ilk hikmette ayrıntılı bir şekilde aktarıldı. Hazreti 

Muhammet aleyhisselamın Miraç’a çıkışına da yetim ve miskinin hâlini sor-

duğu için gerçekleştiğini dile getirmektedir. Işte sofra tutmak konusu ve sofra 

tutmak gerekçesi buradan daha iyi anlaşılmaktadır. 

Garip, fakir, yetimleri Rasul sordu

O gece Mirac’a çıkıp Hakk cemalini gördü

Gerip gelip indiğinde fakirlerin halini sordu

Gariplerin izini arayıp indim ben işte. 

……

Garip, fakir, yetimleri sevindiresin



Parçalayıp aziz canını eyle kurban

Yiyecek bulsan, canın ile misafir

Hak’tan işitip bu sözleri dedim ben işte

Garip, fakir; yetimleri kim sorar

Razı olur o kulundan Allah

Ey habersiz sen bir sebep, kendisi saklar

Hak Mustafa öğüdünü işitip dedim ben işte

11

.



Yesevî kaynakları arasında yer alan eserlerden Neseb-nâme’de “Sofra Tut-

mak ve Açmak” yer almaktadır.  Konu” hem Ahmed Yesevî hem onun ataları 

hakkında verilen bilgiler arasında yer verilmektedir. Her hangi bir yerde irşat 

faaliyeti başlatan pir ya da mürşit, bu vazife veya bir bakıma faaliyet yürüte-

10

  Ali Yıldırım- Hasan Şimşek, Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri, 9. Baskı, Ankara: 



Seçkin Yayıncılık, 2013, 235-249.

11

  Hayati Bice, Hoca Ahmed Yesevi Divan-ı Hikmet, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2010, 



s. 63-65; Namık Kemal Zeybek, Aşk Yolu Hoca Ahmet Yesevi ve Hikmetleri, Istanbul: Ötüken 

Yayınları, 2014, s. 64-75. 



Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 89


ceği yere yerleşmesi veya görevlendirilmesini ifade etmek için kullanılmakta-

dır


12

“Hace Ahmed Yesevî’nin atası Ibrahim Şeyhin Ebu Musa adlı bir ashabı 



var idi. Ebu Musa Hace on beş yıl Ibrahim Şeyhin hizmetinde halvet kıldı. 

Ibrahim Şeyh, Ebu Musa Hace’ye Hızır aleyhisselam işareti ile “Yesi ilinde 

sofra tut!” diye izin verdiler. Kırk üç yıl Yesi ilinde sofra tuttular, kırk yıl Hızır 

aleyhisselam ile sohbet etti. O vakitte Yesevî Ahmed Hace yirmi yaşında idi. 

.....

Yine  Sufi  Muhammed  Danişmend  Zernuki  geldi,  Ahmed  Hace  Ata’nın 



hizmetinde kırk defa halvet kıldı. Ondan sonra Şeyh Ahmed Yesevî, Sufi Mu-

hammed Danişmend’e izin verdi: “Git, Otrar’da sofra tut!” diye söyledi. Sufi 

Muhammed Danişmend Otrar’da kırk yıl sofra tuttu, yetmiş yıl Hızır aleyhis-

selam ile yetmiş yıl sohbet etti.

13

” 

Neseb-nameyi  yayına  hazırlayan  Prof.  Dr.  Kemal  Eraslan,  sofra  tutmak 



hakkında şu bilgiyi vermektedir:

“sofra tut-“dergâha gelenlere sofra açıp yedirip içirmek” deyiminin mahi-

yeti, usul ve erkânı hakkında yeterli bilgi bulamadık. Mehmet Zeki Pakalın’ın 

verdiği bilgi göre, somat (

Mevlevilerde Bektaşilerde meşinden veya bezden yapılırdı. Sofra üç türlüdür: 

1. Müdevver şekilde meşin olup etrafına halkalar dikilirdi. Halkalardan geçi-

rilen zincir vasıtasıyla kullanılmadığı zaman büzülüp torba veya dağarcık şek-

line sokulan sofra, 2. Dergâhlarda, hassaten Konya Mevlevihanesinde kullanı-

lan meşin sofra, 3. Bir arşın genişliğinde uzun bir meşinden ibaret olan sofra. 

Buna “elifi somat” denirdi, Yemekten sonra “somat günbângi” okunurdu.”

14

Gölpınarlı da bu konuya tasavvuf deyimlerini konu alan eserinde “somat” 



bahsinde yer vermiştir. Lakin müstakil olarak sofra, sofra tutmak veya sofra 

12

  “Bu kelime, ‘sarı olmak’, ‘sarı’ gibi anlamlarına gelir. Neseb-name’de ‘sufradarlık’, ‘sufra tut-



mak’ şekillerinde görülen kelime, ‘idare etmek’, ‘şakirtlere başlık etmek’ anlamlarında kul-

lanılır.  Neseb-name’deki  bilgilere  göre,  ilk  ‘sufra  tutucular’,  Ahmet  Yesevi’nin  atası  Ishak 

Bab ile babası Ibrahim Şeyh’tir. Ahmed Yesevi’nin kendisi de Yesi’ye sadece ‘sufra tutmak’ 

için gelmiştir. Demek ki, ‘sufra tutmak’ Yeseviyye tarikatının anenevi bir mirasıdır.” Aşirbek 

Kurbanoğlu Müminov, “Mübeyyidiyye – Yaseviyye Alakası Hakkında”, Bir Türk Dünyası Ince-

lemeleri Dergisi, Sayı 1, Yıl 1994, s. 116.

13

  Mevlana Safiyyüd-din, Neseb-Nâme Tercümesi, Hazırlayan Prof. Dr. Kemal Eraslan, Istanbul: 



Yesevi Yayıncılık, 1996, s. 61.

14

  Neseb-nâme Tercümesi, s. 73. 



90  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

açmak hakkında herhangi bir açıklamada bulunmamıştır

15

. Buna karşın sofra 



konunun Ahmet Yesevî ve Hacı Bektaş Veli arasındaki ilişkiyi aktaran Hacı 

Bektaş Vilayetnamesi yayını münasebetiyle açıklama yapmaktadır. Gölpınarlı, 

Vilayetname’deki terimler hakkında şu açıklamaları yapmıştır:

“Sofra, Bektaşîlerde, meşinden, çeşitli yiyecek şeyler konmak için gözleri 

bulunan ince uzun bir sofra vardır ki bunu bellerine sararlar ve Arab alfabe-

sinde ‘elif’, yani ‘a’ harfine benzediğinden ‘elifi sofra’ adı verilir. Şeyh, halife-

lik verdiği dervişe bir de ‘elifi sofra” sunar.”

16

Sofra  tutmak  konusunun  Türkistan  ve  Horasan  diyarındaki  anlamı  yu-



karıda  verildi.  Konunun  Rum  diyarında  karşılığına  gelince,  bu  husus  Hacı 

Bektaş Veli’nin Ahmed Yesevî bağlantı ve ilişkisinde yer verilmektedir. Hacı 

Bektaş Veli, Rum diyarına hareket etmeden Horasan’dan Türkistan’a Ahmed 

Yesevî’nin yanına uğrar ve kendisine Rum’da irşat görevi takdim edilir. Hacı 

Bektaş Veli’nin görev alışına işaret olarak altı adet nişan verilir. Bu nişanlar-

dan bir tanesi de sofradır. 

“Ahmed Yesevî’nin başında, bir zira uzunluğunda bir elifi taç vardı. Bu taç, 

hırka, çerağ, sofra, alem ve seccadeyle, Tanrıdan Muhammed peygambere gel-

mişti. O da, onları erkânla Murtaza Ali’ye vermişti. Imam Ali, Imam Hasan’a 

sunmuştu,  ondan  Imam  Hüseyin’e  değmişti.  Imam  Hüseyin,  onları  Imam 

Zeynelabidin’e  vermişti,  o,  oğlu  Imam  Muhammed’e,  o,  oğlu,  Imam  Cafer 

Sadık’a, o, oğlu Imam Musa Kazım’a, o, oğlu, Imam Ali Rıza’ya tapşırmıştı. 

Imam Rıza, onları doksan dokuz bin Türkistan pirinin ulusu, Hace Ahmed 

Yesevî’ye sunmuştu. Hepsi de, Şeyhin Tekkesinde dururdu, onları, halifele-

rinden hiç kimseye vermemişti. Soran olursa, sahibi vardır, gelir derdi. Birisi 

gelip Şeyhten kisve giymek isterse, ne varsa onu giydirirdi. Hatta bir talip, 

kurban getirecek olursa onun postundan bir külah yaparlardı, onu verirdi. 

Bir gün halifeler, hep toplanalım da dediler, Şeyhten, onları istiyelim, bi-

rimizden birisine versin. Sabah çağı, doksandokuz bin halife, sabah namazını 

kıldılar. Hâcenin avlusu pek genişti. …….. o emanetler, o adamın hakkıdır; 

elifi taç, kendiliğinden uçar, başına konar, hırka, eğnine gelir, çırağ, uyanıp 

önünde dikilir, sofra, varır, yayılır, alem, başının üstünde durur, seccade, altı-

na döşenir. Zahmet çekmeyin, sahibi var onların, çıkar gelir şimdi. 

15

  Abdülbâki Gölpınarlı, Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, Istanbul: Inkılap 



Yayınevi, 2004, s. 278. 

16

  Abdülbaki Gölpınarlı, Manâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektâş-ı Veli Vilâyet-Nâme, Istanbul: Inkılap 



Yayınevi, 2014, s. 139. 

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 91


Halifeler,  bu  sözleri  duyunca  utançlarından,  başlarını  yere  eğdiler,  şaşı-

rıp kaldılar. Derken bir de baktılar ki birisi, selam verip ‘sabahu’l-aşk’ deyip 

geldi, oturanları aralayıp bir yere oturdu. Bu gelen er, Hünkar Hacı Bektaş 

Veliydi…….

Namazı kıldıktan sonra geçti, yerine oturdu. Elifi taç, yerinden kalktı, uça-

rak geldi, Bektaş’ın başına geçti. Bunu gören halifeler, birden salavat getirdi-

ler. Hırka da havalanıp sırtına kondu. Çırağ, durduğu yerden kalkıp uyandı, 

önünde  durdu.  Peygamberin  sancağı  da  durduğu  yerden  kopup  Hünkâr’ın 

başı ucunda dikildi, seccade kalkıp altına döşendi. 

Hacı Bektaş, o emanetleri, Ahmet Yesevî’ye sundu. Hace, erkâna uygun 

olarak Hünkâr’ı tıraş etti, emanetleri verdi, icazetini teslim etti: Ya Bektaş, 

dedi. Tam olarak nasibini aldın. Müjde olsun ki kutbu’l-aktablık senindir. Biz, 

bu yokluk yurdunda çok eğlenmeyiz, ahirete gideriz. Var, seni Rum’a saldık, 

Sulucakaraöyük’ü sana yurt verdik, Rum abdallarına seni baş yaptık. Rum’da 

gerçekler, budalalar, serhoşlar çoktur, artık hiçbir yerde eğlenme, hemen yürü. 

…..”


17

Hacı Bektaş Veli’ye bağlı Çelebiler ki Hacı Bektaş Veli’nin soyundan ge-

lenler  olarak  kabul  edilir,  kendilerine  bağlı  halife  tayininde  “sofra”yı  yakın 

zamana kadar atama şartları arasında sayıp sürdürmüşlerdir. Bektaşilikte sof-

ra, irşat makamına gelen kişiye verilmektedir. Kaldı ki günümüze kadar fark-

lı  Bektaşi  toplulukları  da  sofra  erkânı  uygulamaktadırlar.

18

  Bunun  dışında 



genel olarak tarikatlarda sofra konusu ya da yemek adabı ayrıcalıklı bir yere 

sahiptir.

19

Hacı  Bektaş  Veli’ye  bağlı  hatta  onun  soyundan  gelen  Çelebiler  arasında 



Sofra konusu yakın tarihli bir icazetnamede de kaydedilmiştir. 

“Bu belge Allah’ın yardımıyla tamam oldu. Bu belgenin yazılış nedeni şu-

dur ki; Ariflerin, sultanı, ışıkların önderi Sultan Hacı Bektaş Velî -Allah onun 

17

  Menâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektâş-ı Veli Vilâyet-Nâme, s. 15-16. 



18

  Bedri Noyan, Bütün Yönleriyle Bektâşîlik ve Alevîlik Cilt 9, Ankara: Ardıç Yayınları, 2011, 

s.  189-216;  Refik  Engin,  –  Ali  Çakır,  “Amuca  Bektaşilerinde  Sofra  ve  Sofra  Erkânı”,  Türk 


Yüklə 6,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   59




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin