Konuşma metinleri ve biLDİRİ Özetleri Kİtabi


RELAPS LENFOMALARDA TEDAVİ YAKLAŞIMLARI



Yüklə 6,44 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə6/73
tarix03.02.2017
ölçüsü6,44 Mb.
#7521
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   73

RELAPS LENFOMALARDA TEDAVİ YAKLAŞIMLARI
Relaps  geliştiren  hastalarda  ilk  tedaviye  yanıt  daha  sonraki 
adımlar  açısından  önem  taşımaktadır.  İlk  tedaviye  hiç  yanıtı 
olmayan  olgularda  salvage  (hücum)  tedavi  protokollerinin 
de  şansı  çok  sınırlı  kalmaktadır.  İlk  tedaviye  parsiyel  de  olsa 
yanıt  veren  hastalarda  ikinci  basamak  tedavileri  ile  yanıt 
şansı  artmakla  birlikte,  hastalık  progresyonu  ve  erken  relaps 
olasılığı oldukça fazladır. İlk tedaviye tam yanıt veren, özellikle 
yanıt  süresi  bir  yılın  üzerinde  olan  olgularda  ikinci  basamak 
tedavilerine  yanıt  genelde  iyidir.  Çoğu  kök  hücre  nakli 
protokolü için başlangıçtaki tedaviye tam veya en azından iyi 
parsiyel  yanıt  alınmış  olması  istenmektedir.  Bu  protokollere 
girebilmek açısından, ileri yaş, ciddi kronik obstruktif akciğer 
hastalığı, ciddi renal veya kardiyak sorunlar, düşük performans 
statüsü ve SSS tutulumu kontrendikasyon teşkil etmektedir. Bu 
nedenle transplantasyona alternatif olabilecek yüksek yanıt ve 
sağkalım  oranı  sağlayabilecek  kemoterapi  şeması  arayışları 
halen devam etmektedir. 
Salvage (hücum) kemoterapi protokolleri, sisplatin, karboplatin, 
ifosfamid,  mitoksantron,  etoposid,  gemsitabin,  Ara-C  gibi 
birinci basamak tedavilerinde sık olarak yer almayan ajanları 
içerirler. B hücreli olgularda salvage kemoterapi protokollerine 
rituksimab  da  eklenmektedir.  Bu  şemalar  ile  elde  edilen 
sonuçlar hastaların daha önceki tedavileri, bunlara yanıtları ve 
risk faktörlerine göre farklı olmaktadır. Philip ve arkadaşlarının 
çalışmasında  deksametazon,  yüksek  doz  Ara-C,  sisplatin 
(DHAP)  tedavisine  cevap  veren  hastalar,  ek  DHAP  siklusları 
veya kök hücre nakli koluna randomize edildiğinde, hastalıksız 
yaşam oranının kök hücre nakli kolunda belirgin olarak daha 
iyi  olduğu  bulunmuştur.  Bu  çalışma  ile  transplantasyonun 
birinci jenerasyon bir sisplatinli şema olan DHAP’a üstünlüğü 
gösterilmiştir.
25
  Yıllar içerisinde lenfomalar, kök hücre naklinin 
en sık uygulandığı hastalıklar haline gelmiştir. Relaps geliştiren 
tüm olgularda bu seçenek artı ve eksileriyle tartışılmalıdır.
ÖZEL HASTA GRUPLARINDA LENFOMA TEDAVİSİ
Gebelik ve Lenfoma
Gebelik  lenfoma  tedavisi  için  bir  kontrendikasyon  teşkil 
etmemektedir.
26
 Ancak, konjenital anomaliye sebep olabilecek 
ilaçların,  özellikle  antimetabolit  ve  alkilleyici  ajanların  ilk 
trimestirde  kullanılmaması  daha  emniyetli  olur.  İlk  trimestir 
sonrasında  pelvis  ve  batın  bölgesi  korunarak  diğer  bölgelere 
radyoterapi verilebilir.  
Yaşlılık ve Lenfoma
İleri  yaşlardaki  olgularda  en  önemli  prognostik  faktör 
remisyonun sağlanabilmesidir. Bu grup hastalara yan etkisi az 
olan şemalar öneren çalışmacılar olduğu gibi, agresif şemalar 
önerenler de vardır. Günümüzde genelde kabul edilen görüş bu 
hastalarda sadece yaş nedeni ile doz redüksiyonu yapılmaması, 
eldeki etkili şemaların gerekirse koloni stimüle edici faktörler 
desteğinde ve mümkün olduğunca tam dozda kullanılmasıdır. 
2006  Yılı  American  Society  of  Clinical  Oncology  (ASCO) 
kılavuzunda  kemoterapiye  bağlı  febril  nötropeni  riski  %20’yi 
aşan ve yaşı 65’in üzerinde olan olgularda profilaktik granülosit 
koloni stimüle edici faktör kullanımı önerilmektedir.
27
  
Yaşlıların EBV Pozitif Diffüz Büyük B Hücreli Lenfoması
Güncellenen  WHO  sınıflaması  ile  ayrı  bir  antite  olarak 
tanımlanan  yaşlılardaki  EBV  pozitif  DLBCL  oldukça  kötü  bir 
seyre sahiptir ve ortalama sağkalım 2 yıl civarında kalmaktadır.
AIDS ve Lenfoma
AIDS’li  olgularda  görülen  lenfomalar  immün  yetmezliği 
olmayan  kişilere  göre  farklıdır.  Olguların  çoğunda  B  hücreli 
agresif lenfomalar saptanır, SSS başta olmak üzere ekstranodal 
bölgelerde  tutulum  sıktır,  remisyon  oranı  nispeten  düşüktür, 
mortalite  oranı  ise  yüksektir.  Bu  hasta  grubunda,  tam 
dozda  uygulanan  standart  kemoterapi  şemalarının  (CHOP 
veya  metotreksat,  bleomisin,  doksorubisin,  siklofosfamid, 
vinkristin, deksametazon [m-BACOD]), düşük doz kemoterapi 
şemalarına  bir  üstünlüğü  gösterilememiştir.
28 
  HIV  zemininde 

26
lenfoma gelişen olgularda, highly active antiretroviral therapy 
(HAART)  ile  birlikte  lenfoma  tedavisi  yapılmasının,  hem 
lenfoma tedavisinin başarısını hem de sağkalımı arttırdığı kabul 
edilmektedir.  
T  lenfositlerin  baskılandığı  HIV  pozitif  olgularda  gelişen 
hematolojik kanserlerde tedavi için rituksimab veya rituksimab 
içeren  kemoterapi  şemaları  kullanıldığında,  B  lenfositleri 
de  baskılanmaktadır.  Bu  nedenle,  özellikle  CD4  sayısı  düşük 
olgularda rituksimab dikkatli kullanılmalıdır.
DR. İBRAHİM BARIŞTA
HACETTEPE  ÜNİVERSİTESİ  TIP  FAKÜLTESİ,  İÇ  HASTALIKLARI 
ANABİLİM DALI, ONKOLOJİ ÜNİTESİ, ANKARA
PANEL - Jinekolojik Kanserlerin Güncel Tedavisi 
 
K8
ENDOMETRİUM KANSERİNİN GÜNCEL TEDAVİSİ
Endometrium  kanseri  dünyada  kadınlarda  en  sık  görülen 
kanserler  arasında  6.,  jinekolojik  kanserler  içinde    serviks 
kanserinden sonra 2. sırada; gelişmiş ülkelerde  4., jinekolojik 
kanserler  içinde    1.sırada;  gelişmekte  olan  ülkelerde  7., 
jinekolojik  kanserler  içinde    serviks  kanserinden  sonra  2. 
sırada ve ülkemizde ise kadınlarda meme, kolorektal ve tiroid 
kanserlerinden  sonra  4.sırada,  ,  jinekolojik  kanserler  içinde 
ise  1.sırada  yer  almaktadır.  En  sık  postmenopozal  kadınlarda 
görülür,  ortalama  yaş  @  60,  40  yaş  altında  görülme  oranı 
≤%1.  Olguların  @  %90’ı  sporadik,  @  %10’u  kalıtsaldır.  Tip  I 
veya  östrojene  bağımlı  ,  düşük  gradlı  ve  prognozları  iyi  olan 
endometrial  karsinom,  sporadik  olguların  %80’ini;  genellikle 
östrojenle ilişkili olmayan ve atrofik endometrium zemininde 
ortaya  çıkan  yüksek  gradlı  ve  çoğunlukla  seröz  veya  nadiren 
berrak hücreli olan Tip II endometrial karsinomlar ise %10’unu 
oluşturur.    Uterin  sarkomlar,  olguların  %4-9’unu  oluşturur. 
Postmenopozal  kanama  nedeniyle  olguların  yaklaşık  olarak 
%75’i erken evrede tanı alır, bu nedenle 5 yıllık sağkalım oranları  
%80-85 ve kanser spesifik sağkalım ise %90-95’tir. Pelvik veya 
paraaortik lenf nodu tutulumu olan hastaların 5 yıllık sağkalımı 
%44-52, evre IV’te ise %20-25’tir.
Tablo 1’de endometrium kanseri nin 2009’da yenilenen FIGO 
evrelemesi tanımlanmaktadır. 
Tablo 1. Endometrium Kanseri İçin FIGO 2009 Evrelemesi
Evre
Evre I*          
   IA* 
   IB*   
Evre II*     
Evre III*    
  IIIA*       
  IIIB*    
  IIIC*
    IIIC1*    
    IIIC2*       
Evre IV* 
  IVA*  
  IVB *                       
Tanımlama
Tümör uterula sınırlı
Myometrial invazyon yok veya ½’den az
Myometrial invazyon ½’eeşit veya daha fazla
Tümör servikal stromayı invaze etmiş ama uterus dışına 
çıkmamış**
Tümörün lokal yayılımı veya lenf nodu tutulumu
Uterus serozasında ve/veya adnekste tümör
Vaginal veya parametrium tutulumu
Pelvik veya paraaortik lenf nodu tutulumu
Pozitif pelvik lenf nodları
Pozitif paraaortik lenf nodları, pelvik lenf nodları pozitif 
veya negatif
Tümör mesaneyi invaze etmiş ve/veya bağırsak 
mukozasında ve/veya uzak  metastaz                            
Tümör mesaneyi invaze etmiş ve/veya bağırsak 
mukozasında
Uzak metastaz, batın içi veya uzak lenf nodları dahil                                           
*Tüm Gradlar G1, G2, G3
Pozitif sitoloji evreyi değiştirmeden ayrı olarak belirtilmeli
** Sadece endoservikal glandlar tutulmuşsa Evre I olarak kabul 
edilmeli
Endometrium kanserlerinde primer tedavi cerrahidir. Prognostik 

TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
27
faktörler; FIGO cerrahi evresi, myometrial invazyonun derinliği 
(>%50),  histolojik  grad  (grad  III)  ,  lenfovasküler  invazyon, 
histolojik alt tip (seröz papiller ve berrak hücreli), tümör çapı (> 
2cm), endoservikal stromal invazyon ve yaştır. 
Evre  I  ve  II  endometrioid  karsinomda  adjuvan  tedavi 
uygulanması  önerilen  hasta  grubu  seçiminde  NCCN’in 
önerdiği  faktörler;  tümör  gradı,  histolojik  tip,  myometrial 
invazyon  oranı,  hasta  yaşı,  tümör  volümü,  lenfovasküler 
invazyon, servikal invazyon ve alt uterin tutulumu olup pelvik 
radyoterapi ve/veya brakiterapi en sık kullanılan adjuvan tedavi 
yaklaşımıdır.  Yapılan  çalışmalarda  (PORTEC  I,II  ve  GOG99)  ve 
metaanalizlerde  lokal  tümör  kontrolü  ve  hastalıksız  sağkalım 
artışı bildirilmiştir, ancak genel sağkalım farkı yoktur.  GOG122 
çalışması  ile  evre III  ve IV  (postoperatif  en  fazla  2  cm rezidü 
tümör) olgularda adjuvan tüm abdominal radyoterapi (RT) ile 
kemoterapi  (cisplatin 50mg/m
2
 ve doxorubicin  60 mg/ m
2
, 3 
haftadabir, 8 siklüs)  karşılaştırılmış ve hem progresyonsuz hem 
de  genel  sağkalım  kemoterapi  (KT)  alan  hastalarda  anlamlı 
olarak  daha  iyi  saptanmıştır  (HR  0.71  ve  0.68).  İlk  defa  ileri 
evre  endometrium  kanserlerinde  adjuvan  kemoterapinin 
radyoterapiye  üstün  olduğu  gösterilmiştir  ve  standart  tedavi 
olarak  kullanılmaya  başlanmıştır.  Alt  grup  analizlerinde  ise 
seröz  papiller  ve  berrak  hücreli  endometrium  kanserlerinde 
bu  tedaviler  arasında  anlamlı  bir  fark  olmadığı  görülmüştür.   
GOG184  çalışması  ile  evre  III  ve  IV  (postoperatif  en  fazla  2 
cm  rezidü  tümör)  olgular  adjuvan    RT’den  sonra    2  farklı  KT 
rejimine (cisplatin ve doxorubicin [AP], 3 haftada bir  6 siklüs 
veya cisplatin, doxorubicin, ve paclitaxel [TAP], 3 haftada bir  6 
siklüs) randomize edilmişler ve rezidü hastalığı olan olgularda 
TAP  rejiminin  hem  yineleme  riskinde  hem  de  ölüm  riskinde 
%50 azalma sağladığı bildirilmiştir (95%CI: 0.26-0.92). NSGO-
EC-9501/EORTC  55991  ve  MaNGO  ILIADE-III  çalışmalarında 
yüksek riskli evre I, II ve evre III hastalarda adjuvan  RT’e KT 
eklenmesinin ek katkısı olup olmadığı araştırılmış ve kombine 
tedavi  modalitesinin  relaps/ölüm  riskinde  %36  azalmaya 
neden  olduğu  saptanmıştır  [HR=0.64  (95%CI:  0.41-0.99), 
p=0.04]. Kanser  spesifik sağkalımda ise anlamlı farklılık vardı 
ve  adjuvan  radyoterapiye  ek  olarak  adjuvan  kemoterapinin 
yararını  göstermiştir  [HR=0.55  (95%CI:  0.35-0.88),  p=0.01]. 
PORTEC  III  çalışmasında  yüksek  riskli  ve  ileri  evre  olgularda 
(evre IB grad III+LVSI; evre IC-IIA grad III; evre IIB, evre III; evre 
IB-III  seröz  papiller  veya  berrak  hücreli  karsinom)  eş  zamanlı 
kemoradyoterapi ile tek radyoterapi karşılaştırılmakta ve lokal 
yineleme, uzak metastaz, sağkalım ve yaşam kalitesi açısından 
değerlendirilecektir.  Yapılan  çalışmalarda  hastaların  yaklaşık 
olarak dörtte birinin planlanan tedavileri yan etkiler nedeniyle 
tamamlayamadıkları  bildirilmektedir.  Hastalar  bireysel  olarak 
değerlendirilerek tedavi planlamaları yapılmalıdır. 
Seröz  papiller  karsinomlar  ve  Berrak  hücreli  karsinomlara 
epitelyal over kanserlerine benzer bir cerrahi tedavi yaklaşımı 
ve tüm evrelerde kemoterapi  ve radyoterapi önerilmektedir. 
Günümüzdeki kanıtlar Progestinlerin (hormonoterapi) adjuvan 
tedavide kullanımını desteklememektedir.
Tablo 2’de evrelere göre cerrahi tedavi ve Tablo 3’te ise evrelere 
göre adjuvan tedaviler tanımlanmaktadır .  
Tablo 2. Endometrium Kanserinde Cerahi Tedavi Önerileri
Evre 
Tedavi
Evre I       IA, Grad I-II
                 
                 IA, Grad III
                 IB, Grad I-II-III
 
Histerektomi + Bilateral Salpingoooferektomi
Histerektomi + Bilateral Salpingoooferektomi ± 
Pelvik/Paraaortik                  
Lenfadenektomi 
Histerektomi + Bilateral Salpingoooferektomi ± 
Pelvik/Paraaortik                  
Lenfadenektomi
Evre II       
Histerektomi + Bilateral Salpingoooferektomi + 
Pelvik/Paraaortik                  
Lenfadenektomi
Evre III      
Maksimum Cerrahi Sitoredüksiyon
Evre IV A
         IV B      
Anterior ve Posterior Pelvik Ekzenterasyon
Sistemik tedavi, Palyatif Cerrahi  
Tablo 3. Endometrium Kanserinde Adjuvan Tedavi Önerileri
Evre 
Tedavi
Evre I       IA, Grad I-II
                 
                 IA, Grad III
                 IB, Grad I-II
                 IB, Grad III
                                 
İzlem
İzlem veya Brakiterapi
[kötü prognostik faktör (+) ise pelvik radyoterapi ± 
kemoterapi]
İzlem veya Brakiterapi
[kötü prognostik faktör (+) ise pelvik radyoterapi ±ke-
moterapi]
Pelvik radyoterapi
[kötü prognostik faktör (+) ise pelvik radyoterapi ve 
kemoterapi]
Evre II       
Pelvik RT + Brakiterapi
[grad I-II, myometrial invazyon <50%, LVSI (-), tam 
cerrahi evreleme yapıldıysa, sadece brakiterapi]
[kötü prognostik faktör (+) ise radyoterapi ± kemote-
rapi]
Evre III      
Kemoterapi + Radyoterapi
Evre IV       
Kemoterapi , Palyatif Radyoterapi
Hastaların  @  %4’ü  tanıda  metastatik  iken,  izlemde  @  %25-
80’inde lokal-bölgesel relaps veya uzak metastaz gelişmektedir. 
Bu durumda asıl amaç hastaların semptomlarını kontrol altına 
almak  ve  yaşam  kalitelerini  arttırmaktır.  Hastalar  bireysel 
olarak  değerlendirilerek  tedavi  planlamaları  yapılmalıdır. 

28
Sistemik  tedavi  olarak  hormonoterapi  veya  kemoterapi 
uygulanır. Sadece endometriod histolojik tipte hormonoterapi 
önerilmektedir;  progesteron  içeren  ajanlar,  tamoksifen  veya 
aromataz  inhibitörleri  kullanılabilir.  Kemoterapötiklerden 
platinum  içeren  ajanlar  (cisplatin,  karboplatin),  antrasiklinler 
ve taksanlar tek başına veya kombine tedavi olarak tercih edilir. 
İlk sıra kemoterapide cisplatin/carboplatin- paclitaxel ; rezistan 
veya  refrakter  hastalarda  docetaxel,  topotecan,  ifosfamid, 
pegile  lipozomal  doxorubicin,  oxaliplatin  ve  ixabepilon  klinik 
yararı ve tolerabilitesi gösterilmiş ajanlardır. 
Endometrium  kanserlerinde  hastalığın  gelişim  mekanizmaları 
ve  moleküler  temelleri  hakkında  bilgiler  arttıkça  yeni  hedefe 
yönelik  tedaviler  ortaya  çıkmaktadır.  Olguların  %56-100’ünde 
VEGF expresyonu (anti-monoklonal antikorlar veya tirozin kinaz 
inhibitörleri-  bevacizumab,  thalidomid,  VEGF  Trap,  sorafenib, 
sunitinib),  %60-80’inde  EGFR  ekspresyonu  (anti-monoklonal 
antikorlar veya tirozin kinaz inhibitörleri- cetuximab, erlotinib, 
gefitinib),  %10-80’inde  HER-2  (özellikle  tip  II  endometrium 
kanserlerinde)(anti-monoklonal antikor-trastuzumab), %80’inde 
PI3K-PTEN-Akt-mTOR  yolağı  aktivasyonu  (mTOR  inhibitörleri- 
temsiralimus,  deforolimus,  ridaforolimus)  ve  %16’sında  FGFR2 
ve FGFR3 germline mutasyonları  (özellikle tip I endometrium 
kanserlerinde)    görülmektedir  (FGFR’lerine  etkili  ajanlar-
PD173074, SU5402, AZD2171) ve bu hedeflere yönelik faz II-III 
tedavi çalışmaları devam etmektedir. 
Uterus sarkomlarında (Karsinosarkom-Malign Mikst Müllerian 
Tümör,  Leiomyosarkom  ve  Endometrial  Stromal  Sarkom) 
primer tedavi cerrahidir. Endometrium kanseri için uygulanan 
cerrahi evreleme önerilmektedir. Yaygın hastalıklarda yapılan 
cerrahi, palyatif amaçlıdır. Adjuvan tedavinin yeri tartışmalıdır. 
Endometrial  stromal  sarkomlar  daha  nadir  görülmekte  olup, 
çoğu düşük gradlı  ve hormon reseptörü pozitif oldukları için 
kemoterapiden  yararlanmamaktadırlar,  antiöstrojen  ilaçlarla 
hormonoterapi  uygulanabilir;  ancak  yüksek  gradlı  ve  agresif 
seyir  gösteren  olgulara  kemoterapi  (ifosfamid)  ,  refrakter 
olgularda  trabectedin  kullanılabilir.  Leiomyosarkomda 
ifosfamid  ve  doxorubicin,  gemcitabine  ve  docetaxel  önerilen 
kombine  kemoterapi  rejimleridir.  Leiomyosarkomların  büyük 
bir  kısmında  hormon  aktivitesi  gösterilmiştir.  Antiöstrojen 
ajanlar  veya  progesteron  türevleri  ile  tedavi  önerilebilir. 
Tedaviye  refrakter  hastalarda  ET-743  (Trabectedin)  yeni  bir 
tedavi  seçeneği  olabilir.  Karsinosarkomlarda    tedaviye  yanıt, 
genellikle  tümördeki  epitelyal  komponentin  oranına  göre 
değişiklik  göstermektedir  ve  kombine  kemoterapide  ise 
cisplatin ve ifosfamid,  ifosfamid ve paclitaxel, carboplatin ve 
paclitaxel  önerilmektedir.
DR. BİNNAZ DEMİRKAN
K9
OVER KANSERİ
Over  Ca  primer  olarak  postmenopozal  kadınlarda  görülür. 
Vakaların çoğunluğunu 50-75 yaş arasındaki kadınlar oluşturur. 
Kadın  kanserleri  arasında  8.  sırada  görülmesine  karşılık, 
kanserlere bağlı ölümlerde 4-5. sırada yer almaktadır. Cerrahi 
ve ilaç tedavilerindeki gelişmelerle 5 yıllık sağkalım oranlarının 
1970’lerde  %37  lerde  iken  2000’li  yıllarda  %46’lara  ulaşması 
sağlanmıştır.    Epitelial  over  kanserleri  tüm  over  tümörlerinin 
%90’ını  oluşturmaktadır  ve  seröz,  musinöz,  endometrioid, 
şeffaf hücreli tümör, undiferansiye tümör, mikst epitelial tümör 
ve intraepitelial tümör alt tipleri bulunmaktadır. 
Etiyoloji tam olarak bilinmemesine rağmen hücresel düzeyde 
multipl  genetik  defektler  sonucunda  geliştiği  tahmin 
edilmektedir. Over kanseri gelişiminde ve metastazında önemli 
olan,  anjiyogenez,  hücre  büyüme  siklusu,  intrasellüler  sinyal 
ileti yolları ve metastaz biyolojisi farklılıklarından hiçbirisi over 
kanserinde predominant olarak saptanmamıştır. %5-10 vakada 
BRCA1, BRCA2 ve HNPPC genlerinde defekt mevcuttur. 
Erken  evre  over  kanserlerinde  tedavi  sonrası  kürabilite  ve 
uzun sağkalım süreleri sağlanabilmekle birlikte vakaların %70-
75’inde tanı evre III/IV’de konduğundan rekürrens olasılığı sıktır 
ve PFS 10-26 ay ve 5 yıllık sağkalım oranı %45’lerle sınırlıdır.
Cerrahi,  primer  tedaviyi  oluşturmaktadır.  Optimal  cerrahi 
debulking  sonrasında  ileri  evre  hastalarda  ve  erken  evre 
hastaların da büyük bir kısmında platin ve taksan bazlı tedaviler 
sağkalımda  uzama  sağlanmaktadır.  Evre  IA/IB,  iyi  diferansiye 
histolojiler  dışındaki  tüm  hastalarda  adjuvan  kemoterapi 
standartdır. İki GOG çalışmasında sitoredüktif cerrahinin majör 
sağkalım  avantajı  sağladığı  hastalar,  özellikle  makroskopik 
rezidüel  hastalığın  olmadığı  hastalardır.  Evre  III/IV  hastalıkta 
neoadjuvan  kemoterapi  ile  ilgili  de  yapılan  çalışmalarda 
adjuvan  tedaviden  elde  edilen  ile  benzer  sağkalım  oranları 
elde edilmiştir. Ancak bu tedavinin özellikle performansı düşük, 
sistemik hastalıkları olan hastalarda yapılması, primer tedavinin 
optimal cerrahi rezeksiyon olarak seçilmesi önerilmektedir.
Klasik intravenöz kemoterapiyle intraperitoneal kemoterapinin 
karşılaştırıldığı  çalışmalarda  (GOG172)  IP  kemoterapi  ile 
sağkalım  avantajı  sağlanmasına  rağmen  IP  kemoterapi  ile 
grade  3-4  hematolojik,  metabolik  ve  gastrointestinal  yan 
etkiler nedeniyle uygulanması sadece deneyimli merkezlerde 
sınırlı kalmıştır.
Adjuvan  platin  ve  taksan  bazlı  rejimlerle  hastaların  %60’ında 
sınırlı ve ileri evre durumuna göre değişen oranlarda rekürrens 
gelişmektedir. Tümör büyümesi ve metastazında önemli olan 
anjiyogenez, over kanserinde de önemlidir. Adjuvan tedavide 
primer  kemoterapiye  bevacizumabın  eklenmesi  ile  yapılan 
çok  merkezli  faz  III çalışmalarda  (ICON7 ve GOG218) anlamlı 
PFS avantajı sağlanmıştır ve Avrupa İlaç Dairesi Aralık 2011de 
bevacizumabın kemoterapi ile kullanımını onaylamıştır. 
Adjuvan  tedavi  ile  cerrahi  ve  uygun  adjuvan  tedavilere 
rağmen  hastaların  yarısından  fazlasında  rekürrens 
gelişmektedir.  Rekürrens  durumunda  cerrahi  ve  kemoterapi 
kullanılabilmektedir. Kemoterapi seçeneğinin belirlenmesinde 
hastanın  tedavisiz  intervali  önemlidir  Tedavisiz  intervalin 
6  aydan  daha  uzun  olduğu  hastalarda  platin  duyarlılığı 
olduğundan platin içeren kemoterapiler seçilmelidir. Altı aydan 
daha  kısa  sürede  rekürrens  gelişen  hastalarda  ise  nonplatin 
tek  ajanlar  seçilmelidir.  Bu  amaçla,  lipozomal  doksorubisin, 
gemsitabin,  topotekan,  haftalık  paklitaksel,  oral  etoposide, 
hormonoterapi  gibi  seçenekler,  hastanın  genel  durumuna, 
hasta  seçimine  ve  daha  önceki  tedavilerdeki  toksisitlere 
(nörotoksisite,  myletoksisite  gibi)  göre  kullanılabilir.  İkinci 

TIBBI
ONKOLOJI
KONGRESI
29
basamak  tedavide  uygulanım  kolaylığı  platinle  kombine 
edilebilmesi ve tolere edilebilir yan etkiler nedeniyle uzun yıllar 
kullanılan lipozomal doksorubisin, üretilmemesi nedeniyle son 
zamanlarda kullanılamamaktadır. 
İdame ve konsolidasyon kemoterapi ile de sağkalım avantajları 
gösterilememiştir. 
BRCA mutasyonu olan hastalarda PARP inhibitörleri ile yapılan 
preklinik  ve  faz  I  çalışmalarda  kabul  edilebilir  yan  etkiler 
nedeniyle faz II çalışması planlanmış ve halen yürümektedir. 
Ayrıca ilaç direncinde muhtemel rolü olan moleküler hedeflerin 
bulunarak ilaç direncinin  yenilmesi ile ilgili  çalışmalar devam 
etmektedir.
DR. ÖZDEN ALTUNDAĞ 
BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ TIBBİ ONKOLOJİ, ANKARA
K10
SERVİKS KANSERİ
Serviks kanseri tüm dünyada kadınlarda 3. sıklıkta görülmekte 
iken, kanser ölümlerinde 4. sırayı almaktadır. 2008 yılı kanser 
verilerinde tüm kanserlerin %9’unu, kanser ölümlerinin %8’ini 
serviks kanserinin oluşturduğu görülmektedir. Olguların %78’i az 
gelişmiş veya gelişmekte olan toplumlarda ortaya çıkmaktadır. 
Bunun nedeni gelişmiş toplumların aksine bu ülkelerde etkin 
tarama yapılamamasıdır. Tüm dünyadaki serviks kanserlerinin 
%27’inin  görüldüğü  Hindistan’da  kırsal  kesimde  HPV-DNA 
taraması ile ileri evre serviks kanseri riskinin %50 azaldığı rapor 
edilmiştir.  Serviks  kanserlerinde  %80  histopatoloji  Skuamoz 
hücreli kanser (SCC), %20 adenokanser olarak bildirilmektedir. 
Özellikle  gelişmiş  toplumlarda  etkin  tarama  ile  invaziv  SCC 
insidansında  azalma  gözlenirken,  adenokanser  insidansında 
artma kaydedilmektedir. 
Serviks  kanser  gelişiminde  en  önemli  etken  faktör  HPV 
enfeksiyonudur.  Özellikle  16  ve  18  no’lu  sujlar  kanser 
gelişiminden sorumlu tutulmaktadır. Bu sujlara karşı geliştirilen 
aşı programları ile gelecekte serviks kanserinin bir sağlık sorunu 
olmasından çıkması umut edilmektedir. 
Tanı  sonrası  evrelemede  önerilen  böbrek  fonksiyon  tesleri, 
Akciğer  grafisi,  Abdomen  BT  veya  PET/BT  ve  gerektiğinde 
MRI  görüntülemenin  yapılmasıdır.  Günümüzde  evrelemede 
gerekmedikçe invaziv yöntemlere başvurulmamaktadır. Lenfatik 
metastazları ekarte etmek için cerrahi evreleme yapılması pek 
çok  merkezde  yaygın  kullanılmasına  karşın  standart  yaklaşım 
değildir. Çalışmalarda lenf nod disseksiyonunun  ancak büyük 
lenfadenopati varlığında sağkalım katkısı yaptığı gösterilmiştir. 
Erken evre serviks kanserinde primer lokal tedavi cerrahi veya 
radyoterapidir (RT). Evre IA-IB1 ve seçilmiş evre IIA1 hastalarda 
genelde  cerrahi  yaklaşım  seçilirken,  Evre  IB2-IVA  olgularda 
primer lokal tedavi şekli radikal RT’dir.   Evre IB-IIA hastalarda 
yapılan  3  faz  III  çalışmada  radikal  cerrahi  ve  radyoterapi 
karşılaştırılmış,  lokal  kontrol  ve  sağkalım  oranlarında  anlamlı 
fark  saptanmamıştır.  Cerrahi  kolunda  ek  risk  faktörlerinin 
varlığına göre %54-84 hastada adjuvan RT gereksinimi bildirilen 
Landoni  ve  arkadaşlarının  çalışmasında  kombine  tedavi  ile 
toksisite  oranlarında  anlamlı  artış  gözlenmiştir.  Günümüzde 
erken  evre  serviks  kanseri  tedavisinde  hasta  genç  ve  aktif 
seksuel  yaşam  söz  konusu  ise,  preoperatif  değerlendirme  ve 
biyopside  adjuvan  RT  gereksinimi  doğuracak  derin  stromal 
invazyon,  lenfovaskuler  yatak  tutulumu  ve  büyük  tümör  gibi 
ek  risk  faktörleri  yoksa  primer  cerrahi  tercih  edilmekte,  aksi 
taktirde RT cerrahinin yerini almaktadır.  
Erken evre serviks kanserinde radikal cerrahi sonrası  lenf nod 
metastazı,  pozitif  cerrahi  sınır  veya  parametrium  tutulumu 
varlığında  adjuvan  RT  standart  yaklaşımdır.  Bu  olgularda 
konkomittan  Sisplatin  uygulaması  ile  anlamlı  sağkalım  katkısı 
gösterilmiştir.  Bu  major  risk  faktörleri  dışında  derin  stromal 
invazyon,  lenfovasküler  yatak  tutulumu  ve  büyük  tümör 
varlığında  adjuvan  RT  ile  progresyonsuz  sağkalımda  anlamlı 
artış saptanırken, genel sağkalımda RT lehine artış gösterilmiştir. 
Lokal ileri evre serviks kanseri klasik olarak Evre IIB-IV hastalığı 
kapsamaktadır. Ancak günümüzde pek çok merkezde Evre IB2-
IIA2  hastalıkta  bu  grupta  kabul  edilmektedir.    Bu  olgularda 
laparoskopik veya ekstraperitoneal Lenf nod disseksiyonunun 
(LND)  yeri  halen  tartışmalıdır.  MRI  ve  PET/BT  ile  evreleme 
pek  çok  merkezde  cerrahi  evrelemenin  yerini  almıştır. 
Günümüzde LND özellikle >2 cm lenfadenopati (LAP) varlığında 
önerilmektedir. Daha küçük LAP varlığında yoğunluk ayarlı RT 
ile  bu  LAP  bölgesine  10-20  Gy  ek  doz  uygulamaları  cerrahi 
disseksiyona alternatif yaklaşımlar olarak benimsenmektedir.  

30
Lokal ileri evre serviks kanserinde sadece RT ile sağkalım evre II 
hastalıkta %65-70, evre III de %30-40 olarak bildirilirken bu oran 
Evre IVA da %10’lara düşmektedir.  Sadece RT ile yüksek dozlara 
çıkılmasına karşın sağkalım ve kontrol oranlarının düşmesi lokal 
ileri evre serviks kanser hücrelerinde hipoksi, hızlı repopulasyon 
ve  hasar  tamir  özellikleri  ile  açıklanmaktadır.  Bu  tümörde 
RT’nin etkinliğinin arttırılmasının en önemli yolu konkomittan 
kemoradyoterapi  uygulamalarıdır.  Özellikle  1990’lı  yıllarda 
başlatılan  faz  III  çalışmalarda  lokal  ileri  evre  serviks  kanseri 
tedavisinde RT’ye eklenen Sisplatin bazlı kemoterapi rejimleri 
ile genel sağkalımda net %12, progresyonsuz sağkalımda %16 
kazanç  gösterilmiştir.  Sonraki  yıllarda  aynı  faz  III  çalışmaların 
uzun dönem sonuçlarını ele alan meteanalizler benzer sonuçlar 
vermiş,  ve  konkomittan  kemoradyoterapi  sonrası  adjuvan 
kemoterapi  ile  etkinliğin  arttığı  vurgulanmıştır.  Günümüzde 
küratif RT sırasında standart olarak Sisplatin temelli konkomittan 
KT  standart  kabul  edilmektedir.  GOG125  no’lu  çalışmasında 
haftalık  Sisplatin  vs  PVI  5FU  rejimlerini  karşılaştırmış,  5FU 
kolunda  progresyon  riskinde  %35  artış  gözlenmiştir.  İki  faz 
III  çalışmada  konkomittan  Sisplatin  vs.  Sisplatin+5FU  kolları 
arasında sağkalım farkı gösterilememiş, ancak kombine kolda 
toksisite de anlamlı artış saptanmıştır. Günümüzde halen lokal 
ileri evre hastalıkta RT esnasında haftalık 40 mg/m2 Sisplatin 
standart yaklaşım olarak kabul edilmektedir. Son yıllarda lokal 
ileri  evre  serviks  kanseri  tedavisinde  Taksan,  Karboplatin, 
Gemsitabin,  Kapesitabin,  Nedaplatin  gibi  yeni  ajanlar  ve 
Celecoxib, Cetuximab, Bevasizumab, Erlotinib, Tripazamin gibi 
biyolojik ajanlar ile ilgili çalışmalar devam etmektedir. 
Lokal ileri evrede neoadjuvan kemoterapi (NAKT) çalışmalarında 
genelde NAKT-Cerrahi-RT vs RT karşılaştırılmıştır. Bu çalışmaları 
içeren metaanalizlerde çalışmalardaki heterojenite nedeni ile 
anlamlı sonuçlar elde etmek mümkün olmamıştır ve genelde 
kontrol  kolunda  RT  sırasında  konkomittan  KT  olmaması  bias 
yaratmaktadır.  EORTC  55994  no’lu  çalışmada  neoadjuvant 
Sisplatinli  KT  ve  radikal  histerektomi  vs  konkomittan  KT-RT 
karşılaştırılmaktadır.  Yürüyen  diğer  bir  faz  III  çalışma  ise  3TC 
kemoterapisi sonrası radikal histerektomi, konkomittan KT-RT 
ile karşılaştırılmaktadır. Bu çalışmaların sonuçları serviks kanser 
tedavisinde NAKT yerini ortaya çıkaracaktır. 
Sonuç  olarak  serviks  kanseri  tedavisinde  cerrahi,  RT  ve  KT 
önemli yere sahiptir. Minimal komplikasyon riski ile yüksek kür 
oranlarının elde edilmesi hasta tedavi planlarının multidisipliner 
toplantılarda yapılması ile mümkündür.  
Yüklə 6,44 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   73




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin