1-
FATİHA
2-
BAKARA
3-
ALİ İMRAN
4-
NİSA
5-
MAİDE
6-
EN’AM
7-
A’RAF
8-
ENFAL
9-
TEVBE
10-
YUNUS
11-
HUD
12-
YUSUF
13-
RA’D
14-
İBRAHİM
15-
HİCR
16-
NAHL
17-
İSRA
18-
KEHF
19-
MERYEM
20-
TAHA
21-
ENBİYA
22-
HAC
23-
MÜ’MİNUN
24-
NUR
25-
FURKAN
26-
SUARA
27-
NEBİ
28-
KASAS
29-
ANKEBUT
30-
RUM
31-
LOKMAN
32-
SECDE
33-
AHZAD
34-
SEBE
35-
FATİR
36-
YASİN
37-
SAFFAT
38-
SAD
39-
ZÜMER
40-
MÜMİN
41-
FUSSİLET
42-
ŞÜRA
43-
ZUHRUF
44-
DUHAN
45-
CASİYE
46-
AHKAF
47-
MUHAMMED
48-
FETİH
49-
HUCURAT
50-
KAF
51-
ZARİYAT
52-
TUR
53-
NECM
54-
KAMER
55-
RAHMAN
56-
VAKİ’A
57-
HADİD
58-
MÜCADELE
59-
HASR
60-
MÜMTEHİNE
61-
SAF
62-
CUM’A
63-
MÜNAFİKUN
Ü
64-
TEGAHÜN
65-
TALAK
66-
TAHRİM
67-
MÜLK
68-
KALEM
69-
HAKKA
70-
MEARİC
71-
NUH
72-
CİN
73-
MÜZZEMMİL
74-
MÜDDESSİR
75-
KIYAMET
76-
İNSAN – DEHR
77-
MÜRSELAT
78-
NEBE
79-
NAZİHAT
80-
ASEBE
81-
TEKVİR
82-
İNFİTAR
83-
MUTAFFİFİN
84-
İNSİKAK
Ü
85-
BÜRUC
86-
TARİK
87-
A’LA
88-
GASİYE
89-
FECR
90-
BELED
91-
SEMS
92-
LEYL
93-
DUHA
94-
İNSİRAH
95-
TiN
96-
ALAK
97-
KADİR
98-
BEYYİNE
99-
ZELZELE – ZİLZAL
100-
ADİYAT
101-
KAARİ’A
102-
TEKASÜR
103-
ASR
104-
HÜMEZE
105-
FİL
106-
KUREYS
107-
MA’UN
108-
KEVSER
109-
KAFİRUN
110-
NASR
111-
TEBBET
112-
İHLAS
113-
FELAK
114-
NAS
1-FATİHA:
1- Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle.
2- Hamd o âlemlerin Rabbi,
3- O Rahmân ve Rahim,
4- O, din gününün maliki Allah'ın.
5- Ancak sana ederiz kulluğu, ibadeti ve ancak senden
dileriz yardımı, inayeti. (Ya Rab!).
6- Hidayet eyle bizi doğru yola,
O kendilerine nimet verdiğin mutlu kimselerin yoluna; o
gazaba uğramışların ve o sapmışların yoluna değil.
7- O kendilerine nimet verdiğin mutlu kimselerin yoluna;
o gazaba uğramışların ve o sapmışların yoluna değil.
2-BAKARA:
1- (Elif, Lâm, Mîm.)
2- İşte o kitap, bunda şüphe yok, müttakiler (kötülükten
korunacaklar) için hidayettir.
3- Onlar ki gaybe iman edip namazı dürüst kılarlar ve
kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah yolunda) harcarlar.
4- Ve onlar ki hem sana indirilene iman ederler, hem
senden önce indirilene. Ahirete de bunlar kesinlikle iman
ederler.
5- Bunlar, işte Rabblerinden bir hidayet üzerindedirler ve
bunlar işte felaha erenlerdir.
6- Şu muhakkak ki inkâr edenleri uyarsan da, uyarmasan
da onlar için birdir. Onlar inanmazlar.
7- Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir.
Gözlerinin üzerinde bir de perde vardır. Ve büyük azab
onlaradır.
8- İnsanlardan öyleleri de vardır ki, inanmadıkları halde,
"Allah'a ve ahiret gününe inandık." derler.
9- Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Halbuki sırf
kendilerini aldatırlar da farkına varmazlar.
10- Kalplerinde hastalık vardır. Allah da onların hastalığını
arttırmıştır. Yalan söylemelerine karşılık onlara elem verici
bir azab vardır.
11- Hem onlara: "Yeryüzünde fesat çıkarmayın."
denildiğinde: "Biz ancak ıslah edicileriz." derler.
12- İyi bilin ki, onlar ortalığı bozanların ta kendileridir,
fakat anlamazlar.
13- Onlara: "İnsanların (müslümanların) inandığı gibi
inanın." denilince, "Biz de o beyinsizlerin inandığı gibi mi
inanacağız?" derler. İyi bilin ki, asıl beyinsiz kendileridir fakat
bilmezler.
14- Onlar iman edenlere rastladıkları zaman: "İnandık"
derler. Fakat şeytanlarıyle yalnız kaldıkları zaman: "Biz,
sizinle beraberiz, biz sadece (onlarla) alay ediyoruz." derler.
15- (Asıl) Allah onlarla alay eder ve taşkınlıkları içinde
serserice dolaşmalarına mühlet verir.
16- İşte onlar o kimselerdir ki, hidayet karşılığında
sapıklığı satın aldılar da, ticaretleri kâr etmedi, doğru yolu
da bulamadılar.
17- Onların durumu, bir ateş yakanın durumu gibidir.
(Ateş) çevresini aydınlatır aydınlatmaz Allah onların
(gözlerinin) nurlarını giderdi ve onları karanlıklar içinde
bıraktı, artık görmezler.
18- (Onlar) sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (hakka)
dönmezler.
19- Yahut (onların durumu), gökten boşanan, içinde
karanlıklar, gök gürlemesi ve şimşek(ler) bulunan bir
yağmur(a tutulmuşun hali) gibidir. Yıldırımlardan ölmek
korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Oysa Allah,
inkârcıları tamamen kuşatmıştır.
20- O şimşek nerdeyse gözlerini (n nûrunu) kapıverecek.
Önlerini aydınlattımı ışığında yürürler, karanlık üzerlerine
çöktümü de dikilip kalırlar. Allah dilemiş olsaydı işitmelerini,
görmelerini de alıverirdi. Şüphesiz Allah her şeye kâdirdir.
21- Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan
Rabb'inize kulluk edin ki (Allah'ın) azabından korunasınız.
22- O (Rabb) ki yeri sizin için bir döşek, göğü de bir bina
yaptı. Gökten su indirdi, onunla size rızık olarak çeşitli
ürünler çıkardı. Öyleyse siz de, bile bile, Allah'a eşler
koşmayın.
23- Eğer kulumuz (Muhammed)a indirdiğimiz (Kur'ân)den
şüphe içinde iseniz, haydi onun gibi bir sûre getirin,
Allah'tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın; eğer doğru
iseniz.
24- Yok yapamadıysanız, ki hiçbir zaman
yapamayacaksınız, o halde yakıtı insanlar ve taşlar olan,
inkârcılar için hazırlanmış ateşten sakının.
25- İnanıp yararlı işler yapanlara, altlarından ırmaklar
akan cennetlerin kendilerine ait olduğunu müjdele!
Onlardaki herhangi bir meyveden rızıklandırıldıklarında: "Bu
daha önce de rızıklandığımız şeydir" derler ve o rızık
birbirinin benzeri olmak üzere, kendilerine sunulacak. Orada
çok temiz zevceler de onların. Hem onlar orada ebedî
kalacaklar.
26- Muhakkak ki Allah bir sivri sineği, hatta daha
üstününü misal getirmekten çekinmez. İman edenler bilirler
ki, o şüphesiz haktır, Rabb'lerındandır. Ama küfre
saplananlar: "Allah böyle bir misal ile ne demek istedi?"
derler. Allah onunla birçoklarını şaşırtır, yine onunla
birçoklarını yola getirir. Onunla ancak o fasıkları şaşırtır.
27- Onlar ki, söz verip andlaştıktan sonra Allah'a
verdikleri sözü bozarlar. Allah'ın birleştirmesini emrettiği
şeyi (iman ve akrabalık bağlarını) keserler ve yeryüzünde
bozgunculuk yaparlar. İşte zarara uğrayanlar onlardır.
28- Allah'ı nasıl inkâr edersiniz ki, ölü idiniz sizleri diriltti.
Sonra sizleri yine öldürecek, sonra yine diriltecek, sonra da
döndürülüp ona götürüleceksiniz.
29- O ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı .
Sonra göğe yöneldi, onları yedi gök olarak düzenledi. O, her
şeyi bilir.
30- Bir zamanlar Rabb'in meleklere: "Ben yeryüzünde bir
halife yaratacağım" demişti. (Melekler): "A!.. Orada
bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi
yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni
takdis ediyoruz" dediler. (Rabb'in): "Ben sizin bilmediklerinizi
bilirim." dedi.
31- Ve Âdem'e isimlerin hepsini öğretti, sonra onları
meleklere gösterip: "Haydi davanızda sadıksanız bana
şunları isimleriyle haber verin." dedi.
32- Dediler ki: "Yücesin sen (ya Rab!). Bizim, senin bize
öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz sen
bilensin, hakîmsin".
33- (Allah): "Ey Âdem, bunlara onları isimleriyle haber
ver." dedi. Bu emir üzerine Âdem onlara isimleriyle onları
haber verince, (Allah): "Ben size, ben göklerin ve yerin
gayblarını bilirim, sizin açıkladığınızı da, içinizde gizlediğinizi
de bilirim" dememiş miydim?" dedi.
34- Ve o zaman meleklere: "Âdem'e secde edin!" dedik,
hemen secde ettiler. Yalnız İblis dayattı, kibrine yediremedi,
inkârcılardan oldu.
35- Dedik ki: "Ey Âdem, sen ve eşin cennette oturun,
ikiniz de ondan dilediğiniz yerde bol bol yeyin, fakat şu
ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz."
36- Bunun üzerine şeytan onları(n ayağını) oradan
kaydırdı, içinde bulundukları (cennet yurdu)ndan çıkardı. Biz
de: "Birbirinize düşman olarak inin, orada belirli bir vakte
kadar sizin için bir karar yeri ve bir nasib vardır." dedik.
37- Derken Âdem Rabb'ından birtakım kelimeler aldı,
(onlarla tevbe etti. O da) tevbesini kabul etti. Muhakkak O,
tevbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir.
38- Onlara dedik ki: "Hepiniz oradan inin. Size benim
tarafımdan bir hidayet rehberi geldiğinde, kim o
hidayetçimin izinde giderse, onlar için hiçbir korku yoktur,
onlar mahzun da olmayacaklardır.
39- İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar
da cehennem ehlidirler. Orada ebedî olarak kalacaklardır.
40- Ey İsrailoğulları, size verdiğim nimetimi hatırlayın,
bana verdiğiniz sözü tutun ki, ben de size verdiğim sözü
tutayım ve sadece benden korkun!
41- Yanınızdakini (Tevrat'ı) tasdik edici olarak indirdiğim
(Kur'ân)a iman edin, O'nu, inkar edenlerin ilki siz olmayın,
benim âyetlerimi birkaç paraya değişmeyin. Ancak benden
korkun.
42- Hakk'ı batıla karıştırıp da, bile bile hakkı gizlemeyin.
43- Hem namazı dosdoğru kılın, zekatı verin, rükû
edenlerle birlikte siz de rükû edin.
44- İnsanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur
musunuz? Halbuki kitab (Tevrat)ı okuyorsunuz. Hâlâ aklınızı
başınıza almayacak mısınız?
45- Bir de sabırla, namazla yardım isteyin. Şüphesiz bu,
(Allah'a) saygılı olanlardan başkasına ağır gelir.
46- Onlar ki, Rablerine kavuşacaklarını ve gerçekten O'na
döneceklerini bilirler.
47- Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimeti ve vaktiyle sizi
âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın.
48- Ve öyle bir günden korunun ki, kimse kimsenin yerine
bir şey ödeyemez, kimseden şefaat da kabul edilmez,
kimseden fidye de alınmaz ve onlara hiçbir yardım da
yapılmaz.
49- (Hem hatırlayın ki bir zaman) sizi Firavun ailesinden
de kurtardık, (onlar) size azabın en kötüsünü reva görüyor,
oğullarınızı boğazlıyor, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Ve
bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardı.
50- Hani bir zamanlar sizin için denizi yarıp, sizi kurtardık
da Firavun'un adamlarını suda boğduk, siz de bakıp
duruyordunuz.
51- Hani bir zamanlar Musa'ya kırk gecelik vaad verdik
de sonra siz onun arkasından buzağıyı put edindiniz ve o
halinizle zalimler idiniz.
52- Sonra yine de sizi affettik, artık şükretmeniz
gerekiyordu.
53- Ve hani bir zamanlar Musa'ya o kitabı ve furkanı
verdik, gerekirdi ki, doğru yolda gidesiniz.
54- Hani bir zamanlar Musa kavmine dedi ki; Ey kavmim
cidden siz o buzağıyı put edinmekle kendi kendinize
zulmettiniz, bari gelin Rabbinize tevbe ile dönün de
nefislerinizi öldürün. Böyle yapmanız Bârî Teâlânız katında
sizin için hayırlıdır, böylece tevbenizi kabul buyurdu.
Gerçekten de o Tevvab ve Rahîm'dir.
55- Hani bir zamanlar "Ey Musa biz Allah'ı açıkça
görmedikçe senin sözünle asla inanmayacağız." demiştiniz
de bunun üzerine sizi yıldırım çarpmıştı ve siz de
bakakalmıştınız.
56- Sonra şükredesiniz diye sizi ölümünüzün ardından
yeniden diriltmiştik.
57- Ve üstünüze o bulutu gölge yaptık, ve size ihsan
ettiğimiz hoş rızıklardan yiyin, diye üzerinize kudret helvası
ve bıldırcın indirdik. Onlar, bize zulmetmediler, lakin kendi
nefislerine zulmediyorlardı.
58- Hani bir zamanlar "Şu şehre girin de onun
nimetlerinden dilediğiniz şekilde bol bol yiyin ve kapıdan
secde ederek girin ve "hıtta" (bizi bağışla!) deyin ki, size,
hatalarınızı mağfiret ediverelim, iyilik yapanlara
nimetlerimizi daha da arttıracağız" dedik.
59- Bunun üzerine o zulme devam edenler sözü
değiştirdiler, onu kendilerine söylenildiğinden başka bir
şekle soktular. Biz de kötülük yaptıkları için o zalimlere
murdar bir azap indirdik.
60- Hani bir zamanlar Musa, kavmi için su istemişti, biz
de "asanla taşa vur!" demiştik, bunun üzerine o taştan on iki
pınar fışkırmıştı. Her kısım insan kendi su alacağı yeri bildi.
Allah'ın rızkından yiyin ve için de bozgunculuk ve
saldırganlık yaparak yeryüzünü fesada vermeyin.
61- Hani bir zamanlar, "Ey Musa, biz tek çeşit yemeğe
asla katlanamayacağız, yeter artık bizim için Rabbine dua et
de bize yerin yetiştirdiği şeylerden; sebzesinden,
kabağından, sarmısağından, mercimeğinden ve soğanından
çıkarsın." dediniz. O da size "O üstün olanı daha aşağı olanla
değiştirmek mi istiyorsunuz? Bir kasabaya konaklayın o vakit
istediğiniz elbette olacaktır." dedi. Üzerlerine zillet ve
meskenet damgası vuruldu ve nihayet Allah'dan bir gazaba
uğradılar. Evet öyle oldu, çünkü Allah'ın âyetlerini inkâr
ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Evet
öyle oldu, çünkü isyana dalıyorlar ve aşırı gidiyorlardı.
62- Şüphe yok ki, iman edenler, yahudiler, hıristiyanlar
ve sabiîler, bunlardan her kim Allah'a ve ahiret gününe
gerçekten iman eder ve salih amel işlerse elbette Rabbleri
katında bunların ecirleri vardır, bunlara bir korku yoktur,
bunlar mahzun da olacak değillerdir.
63- Hani bir zamanlar sizden mîsak (sağlam bir söz)
almıştık, Tur'u üstünüze kaldırıp demiştik ki; size verdiğimiz
kitaba kuvvetle tutunun ve içindekilerden gafil olmayın,
gerek ki, korunursunuz.
64- Sonra verdiğiniz sözün arkasından yüz çevirdiniz,
eğer üzerinizde Allah'ın lütfu ve rahmeti olmasa idi herhalde
zarara uğrayanlardan olurdunuz.
65- İçinizden cumartesi günü yasağını çiğneyenleri
elbette bilirsiniz. İşte bundan dolayı onlara "sefil maymunlar
olun!" dedik.
66- Bu ibret dolu cezayı öncekilere ve sonrakilere bir
ders, korunacaklara da bir nasihat, bir öğüt yaptık.
67- Hani bir zamanlar Musa kavmine demişti ki Allah, size
bir bakara (sığır) boğazlamanızı emrediyor. Onlar da "ayol
sen bizimle eğleniyor, alay mı ediyorsun?" dediler. Musa da:
"Böyle cahillerden biri olmaktan Allah'a sığınırım." dedi.
68- Onlar, "Bizim için Rabbine dua et, her ne ise onu bize
açıklasın." dediler. Musa, "Rabbim buyuruyor ki, o ne pek
yaşlı, ne de pek taze, ikisi arası dinç bir sığırdır, haydi
emrolunduğunuz işi yapınız." dedi.
69- Onlar, "Bizim için Rabbine dua et, rengi ne ise onu
bize açıklasın." dediler. Musa, "Rabbim buyuruyor ki, o,
bakanlara sürur veren, sapsarı bir sığırdır." dedi.
70- Onlar, "Bizim için Rabbine dua et, o nedir bize iyice
açıklasın, çünkü o bize biraz karışık geldi, bununla beraber
Allah dilerse onu elbette buluruz." dediler.
71- Musa, "Rabbim buyuruyor ki o, ne çifte koşulup tarla
süren, ne de ekin sulayan, ne de salma gezen ve hiç alacası
olmayan bir sığırdır". Onlar da: "İşte tam şimdi gerçeği
ortaya koydun." dediler. Nihayet onu bulup boğazladılar. Az
kaldı yapmayacaklardı.
72- Hani bir zamanlar siz bir adam öldürmüştünüz de
onun hakkında birbirinizle atışmış ve onu üstünüzden
atmıştınız, halbuki Allah, saklamış olduğunuzu açığa
çıkaracaktı.
73- İşte bundan dolayı, o sığırın bir parçası ile o ölüye
vurun, dedik. Allah ölüleri işte böyle diriltir ve size âyetlerini
gösterir, belki aklınızı başınıza toplarsınız.
74- Sonra bunun arkasından yine kalbleriniz katılaştı,
şimdi de taş gibi, ya da taştan da beter hale geldi. Çünkü
taşlardan öylesi var ki; içinden nehirler kaynıyor, yine öylesi
var ki, çatlıyor da bağrından sular fışkırıyor, öylesi de var ki,
Allah korkusundan yerlerde yuvarlanıyor... Ve sizin neler
yaptığınızdan Allah gafil değildir.
75- Şimdi bunların, size hemen inanacaklarını ümit mi
ediyorsunuz? Halbuki bunlardan bir grup vardı ki, Allah'ın
kelâmını işitirlerdi de sonra ona akılları yattığı halde bile bile
onu tahrif ederlerdi.
76- Üstelik iman edenlere rastladıklarında inandık derler,
birbirleriyle başbaşa kaldıkları zaman, "Rabbinizin
huzurunda aleyhinize delil olarak kullansınlar diye mi tutup
Allah'ın size açıkladığı gerçekleri onlara da söylüyorsunuz?
Hiç aklınız yok mu be?" derlerdi.
77- Peki bilmezler mi ki, onlar neyi sır olarak saklar ve
neyi açıkça söylerlerse Allah hepsini bilir.
78- Bunların bir de ümmî (okuma yazması olmayan) kısmı
vardır, kitabı bilmezler, ancak birtakım kuruntu yığınına, boş
saplantılara kapılır ve zan içinde dolaşır dururlar.
79- Artık o kimselerin vay haline ki, kendi elleriyle kitap
yazarlar da sonra biraz para almak için "Bu Allah
katındandır." derler. Artık vay o elleriyle yazdıkları yüzünden
onlara, vay o kazandıkları vebal yüzünden onlara!..
80- Bir de dediler ki: "Bize sayılı birkaç günden başka asla
ateş azabı dokunmaz". De ki; "Siz Allah'dan bir ahit mi
aldınız? Böyle ise Allah sözünden dönmez. Yoksa siz Allah'a
karşı bilemeyeceğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?"
81- Evet kim bir günah işlemiş de kendi günahı kendisini
her yandan kuşatmış ise, işte öyleleri ateş ehlidirler ve
orada ebedî kalıcıdırlar.
82- İman edip salih ameller işleyenler, işte öyleleri de
cennet ehlidirler ve orada ebedî kalıcıdırlar.
83- Hani bir vakitler İsrailoğulları'ndan şöylece mîsak
(kesin bir söz) almıştık: Allah'dan başkasına
tapmayacaksınız, ana-babaya iyilik, yakınlığı olanlara,
öksüzlere, çaresizlere de iyilik yapacaksınız, insanlara
güzellikle söz söyleyecek, namazı kılacak, zekatı
vereceksiniz. Sonra çok azınız müstesna olmak üzere
sözünüzden döndünüz, hâlâ da dönüyorsunuz.
84- Yine bir zamanlar mîsakınızı almıştık; birbirinizin
kanlarını dökmeyeceksiniz, nüfusunuzu diyarınızdan
çıkarmıyacaksınız. Sonra siz buna ikrar da verdiniz ve
ikrarınıza şahit de oldunuz.
85- Sonra sizler öyle kimselersiniz ki, kendilerinizi
öldürüyorsunuz ve sizden olan bir grubu diyarlarından
çıkarıyorsunuz, onlar aleyhinde kötülük ve düşmanlık
güdüyor ve bu konuda birleşip birbirinize arka çıkıyorsunuz,
şayet size esir olarak gelirlerse fidyeleşmeye kalkıyorsunuz.
Halbuki yurtlarından çıkarılmaları size haram kılınmış idi.
Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı
ediyorsunuz? Şu halde içinizden böyle yapanlar, netice
olarak dünya hayatında perişanlıktan başka ne kazanırlar,
kıyamet gününde de en şiddetli azaba uğratılırlar. Allah,
yaptıklarınızdan gafil değildir.
86- Bunlar ahireti, dünya hayatına satmış kimselerdir.
Onun için bunlardan azap hafifletilmez ve kendilerine bir
yerden yardım da gelmez.
87- Celâlim hakkı için Musa'ya o kitabı verdik, arkasından
birtakım peygamberler de gönderdik, hele Meryem oğlu
İsa'ya apaçık mucizeler verdik, onu Rûhu'l-Kudüs ile de
destekledik. Size nefislerinizin hoşlanmayacağı bir emirle
gelen her peygambere kafa mı tutacaksınız? Kibrinize
dokunduğu için onların bir kısmına yalan diyecek, bir kısmını
da öldürecek misiniz?
88- (Yahudiler, peygamberimize karşı alaylı bir ifade ile):
"Bizim kalblerimiz kılıflıdır." dediler. Bilakis Allah, onları
kâfirlikleri yüzünden lanetledi. Bundan dolayı çok az imana
gelirler.
89- Yanlarındakini tasdik etmek üzere onlara Allah
katından bir kitap gelince, daha önceleri inanmayanlara
karşı onunla yardım isteyip durdukları halde, o tanıdıkları
kendilerine gelince, bu sefer kendileri onu inkâr ettiler. İşte
bundan dolayı Allah'ın laneti kâfirleredir.
90- Ne kadar çirkindir o uğruna kendilerini sattıkları şey
ki; Allah'ın kullarından dilediğine kendi lütuf ve kereminden
vahiy indirmesine kafa tutarak, Allah ne indirdiyse hepsini
inkâr ettiler. İşte bu yüzden de gazap üstüne gazaba
uğradılar. Can yakıcı azap asıl kâfirler içindir.
91- Onlara, "Allah ne indirdiyse ona iman edin." denildiği
zaman, onlar "Biz kendimize indirilene iman ederiz." derler
ve ondan başkasını inkâr ederler. Oysa yanlarındaki Tevrat'ı
tasdik eden gerçek vahiy odur. Onlara de ki; "Peki madem
gerçek mümin sizsiniz de ne diye daha önce Allah'ın
peygamberlerini öldürüyordunuz?
92- Celâlim hakkı için Musa size belgelerle gelmişti de
onun arkasından tuttunuz o buzağıya taptınız. Siz işte o
zâlimlersiniz.
93- Bir zamanlar size, "verdiğimiz kitaba kuvvetle sarılın
ve onu dinleyin." diye Tûr'u tepenize kaldırıp mîsakınızı
aldık. (O yahudiler): "Duyduk, dinledik, isyan ettik." dediler,
kâfirlikleri yüzünden o danayı yüreklerinde besleyip
büyüttüler. De ki, "Eğer siz mümin kimseler iseniz, bu
imanınız size ne çirkin şeyler emrediyor!
94- De ki; Allah yanında ahiret yurdu (cennet)
başkalarının değil de yalnızca sizin ise, eğer iddianızda da
sadık iseniz haydi hemen ölümü temenni ediniz, ölmeyi
cana minnet biliniz.
95- Fakat elleriyle işledikleri yüzünden onu hiçbir zaman
temenni edemiyecekler. Allah o zâlimleri bilir.
96- Elbette onları insanların hayata en hırslı, en düşkün
olanları olarak bulacak, hatta müşriklerden bile daha düşkün
bulacaksın. Onların her biri bin sene ömür sürmeyi arzular,
oysa uzun yaşamak kendisini azaptan kurtarıp
uzaklaştıracak değildir. Allah, onların neler yaptığını görüp
duruyor.
97- Söyle; her kim Cebrail'e düşman ise iyi bilsin ki,
Kur'ân'ı senin kalbine Allah'ın izniyle kendinden önceki
vahiyleri onaylayıcı, müminlere hidayet ve müjde kaynağı
olmak üzere o indirdi.
98- Her kim Allah'a, Allah'ın meleklerine,
peygamberlerine, Cebrail ile Mîkâil'e düşman olursa, iyi
bilsin ki, Allah da o kâfirlerin düşmanıdır.
99- Şanım hakkı için sana çok açık âyetler; parlak
mucizeler indirdik. Öyle ki, iman sahasından uzaklaşmış
fasıklardan başkası onları inkâr etmez.
100- O fasıklar hem bunları tanımıyacaklar, hem de ne
zaman bir ahd üzerine antlaşma yapsalar, her defasında
mutlaka içlerinden bir güruh çıkıp onu bozacak ve
atıverecek öyle mi? Hatta az bir güruh değil, onların çoğu
ahit tanımaz imansızlardır.
101- Üstelik Allah tarafından onlara, yanlarındaki kitabı
tasdik edici bir peygamber gelince, daha önce kendilerine
kitap verilenlerden bir kısmı, Allah'ın kitabını sırtlarından
geriye attılar, sanki hiçbir şey bilmiyorlarmış gibi yaptılar.
102- Tuttular da Süleyman mülküne dair şeytanların
uydurup izledikleri şeyin ardına düştüler. Halbuki Süleyman
inkâr edip kâfir olmadı, lakin o şeytanlar kâfirlik ettiler;
insanlara sihir öğretiyorlar ve Bâbil'de Harut ve Marut'a, bu
iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Halbuki o ikisi "biz
ancak ve ancak sizi denemek için gönderildik, sakın sihir
yapıp da kâfir olmayın!" demeden kimseye birşey
öğretmezlerdi. İşte bunlardan karı ile kocanın arasını
ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Fakat Allah'ın izni olmadıkça
bununla kimseye zarar verebilecek değillerdi. Kendi
kendilerine zarar verecek ve bir fayda sağlamayacak bir şey
öğreniyorlardı. Yemin olsun ki, onu her kim satın alırsa, onu
alanın ahirette bir nasibi olmayacağını da çok iyi biliyorlardı.
Hakkiyle bilselerdi, uğruna canlarını sattıkları şey ne çirkin
bir şeydi.
103- Şayet onlar iman edip de korunmuş olsalardı,
elbette Allah tarafından verilecek mükafat çok hayırlı
olacaktı. Keşke bunu bilselerdi.
104- Ey iman edenler! "râine" demeyin, "unzurna" deyin
ve iyi dinleyin, kâfirler için elemli bir azap vardır.
105- Ne Kitap ehlinden, ne de müşriklerden hiçbiri, size
Rabbinizden bir hayır indirilsin istemez. Allah ise, üstünlüğü,
rahmetiyle dilediğine mahsus kılar ve Allah çok büyük lütuf
sahibidir.
106- Biz bir âyetten her neyi nesheder veya
unutturursak, ondan daha hayırlısını yahut mislini getiririz.
Bilmez misin ki, Allah her şeye kâdirdir.
107- Bilmez misin ki, hakikaten göklerin ve yerin mülkü
Allah'ındır, hepsi O'nundur. Size de Allah'dan başka ne bir
dost, ne de bir yardımcı vardır.
108- Yoksa siz peygamberinizi, bundan önce Musa'ya
sorulduğu gibi, sorguya çekmek mi istiyorsunuz? Halbuki her
kim imanı küfürle değiştirirse artık düz yolun ortasında
sapıtmış olur.
109- Ehl-i kitaptan birçoğu arzu etmektedir ki, sizi
imanınızdan sonra çevirip kâfir etsinler: Hak kendilerine
iyice belirdikten sonra bile sırf nefsaniyetlerinden ve
kıskançlıktan dolayı bunu yaparlar. Buna rağmen siz şimdi af
ile, hoşgörüyle davranın tâ Allah emrini verinceye kadar.
Şüphe yok ki Allah her şeye kâdirdir.
110- Siz namazı hakkıyle kılmaya bakın ve zekatı verin!
Kendi nefsiniz için her ne hayır yaparsanız, Allah katında onu
bulursunuz. Muhakkak ki, Allah bütün yaptıklarınızı
görmektedir.
111- Bir de "yahudi ve hıristiyanlardan başkası asla
cennete giremeyecek" dediler. Bu onların kendi
kuruntularıdır. Sen de onlara de ki; "Eğer doğru iseniz, haydi
bakalım getirin delilinizi."
112- Hayır, hayır! Kim özü iyilik dolu olarak yüzünü
Allah'a tertemiz döndürür ve teslim ederse, işte onun Rabbi
katında ecri vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar
mahzun da olacak değiller.
113- Yahudiler dediler ki, "Hıristiyanlar birşey üzerinde
değiller", Hristiyanlar da "Yahudiler bir şey üzerinde değiller"
dediler. Oysa hepsi de kitabı okuyorlar. Hiçbir bilgisi
olmayanlar da öyle onların dedikleri gibi dediler. İşte bundan
dolayı Allah, ihtilafa düştükleri bu gibi şeylerde, kıyamet
günü aralarında hüküm verecektir.
114- Allah'ın mescitlerini, içlerinde Allah'ın isminin
anılmasından meneden ve onların harap olmalarına çalışan
kimselerden daha zâlim kim olabilir! İşte bunlar, oralara
korka korka girmekten başka birşey yapmazlar. Bunlara
dünyada perişanlık, ahirette de büyük bir azap vardır.
115- Bununla beraber, doğu da Allah'ın, batı da
Allah'ındır. Artık nereye dönerseniz dönün, orası Allah'a
çıkar. Şüphe yok ki, Allah(ın rahmeti) geniştir, O, her şeyi
bilendir.
116- O zalimler, "Allah kendisine çocuk edindi." dediler.
Hâşâ, O sübhândır. Doğrusu, göklerde ve yerde ne varsa
O'nundur. Hepsi O'na boyun eğmiştir.
117- O, göklerin ve yerin yoktan var edicisidir ve O, bir
işin olmasını murad edince, ona yalnızca "ol!" der, o da
hemen oluverir.
118- Bilgiden nasibi olmayanlar da "Allah bizimle konuşsa
ya, yahut bize de bir mucize gelse ya!" dediler. Bunlardan
öncekiler de tıpkı böyle, bunların dedikleri gibi demişlerdi.
Onların kalbleri birbirlerine benzedi. Gerçekten de yakîne
ermek (hakikati bilmek) isteyen bir kavim için biz mucizeleri
çok açık seçik gösterdik.
119- Şüphe yok ki, Biz seni hak ile rahmetimizin
müjdecisi ve azabımızın habercisi olarak gönderdik. Sen, o
cehennemliklerden sorumlu değilsin.
120- Sen onların milletlerine tabi olmadıkça ne yahudiler,
ne de hıristiyanlar senden asla hoşnud ve razı olmayacaklar.
De ki, gerçekten de Allah'ın hidayeti, hidayetin ta kendisidir.
Şânım hakkı için, sana vahiyle gelen bu kadar bilgiden
sonra, kalkıp da onların arzu ve heveslerine uyacak olursan,
sana Allah'dan ne bir dost bulunur, ne de bir yardımcı.
121- Kendilerine kitabı verdiğimiz ehliyetli kimseler onu,
tilavetinin hakkını vererek okurlar. İşte onlar, ona iman
ederler. Her kim de onu inkâr ederse, işte o inkârcılar hüsran
içindedirler.
122- Ey İsrailoğulları! Sizlere ihsan ettiğim nimetimi ve
sizi vaktiyle âlemdeki ümmetlere üstün tuttuğumu
hatırlayın!
123- Ve öyle bir günden sakının ki, o gün kimse, kimsenin
yerine bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez ve
ona şefaat de fayda vermez, hiçbir taraftan yardım da
görmezler.
124- Şunu da unutmayın ki, bir zamanlar İbrahim'i Rabbi,
birtakım kelimeler ile imtihan etti, o, onları sona erdirince,
Rabbi ona, "Ben seni bütün insanlara imam yapacağım."
buyurdu. İbrahim, "Zürriyetimden de yap!" dedi. Rabbi ona
"zâlimler benim ahdime nail olamaz!" buyurdu.
125- Biz ta o zaman bu Beyt'i, insanlar için bir sevap
kazanma ve bir güven yeri kıldık. Siz de Makam-ı
İbrahim'den kendinize bir namazgah edinin. Ayrıca İbrahim
ile İsmail'e şöyle ahid verdik: "Beytimi, hem tavaf edenler
için, hem ibadete kapananlar için, hem de rükû ve secde
edenler için tertemiz tutun!"
126- Ve o vakit İbrahim "Ey Rabbim, burasını güvenli bir
belde kıl, halkından Allah'a ve ahiret gününe iman edenleri
çeşitli meyvalarla rızıklandır" diye yalvardı. Allah buyurdu ki:
"küfredeni dahi rızıklandırır da hayattan biraz nasip aldırırım,
sonra da onu ateş azabına uğratırım ki, orası ne yaman bir
duraktır!"
127- Ve ne vakit ki İbrahim, Beyt'in temellerini
yükseltmeye başladı, İsmail ile birlikte şöyle dua ettiler: Ey
Rabbimiz, bizden kabul buyur, hiç şüphesiz işiten sensin,
bilen sensin.
128- Ey bizim Rabbimiz, hem bizim ikimizi yalnız senin
için boyun eğen müslümanlar kıl, hem de soyumuzdan
yalnız senin için boyun eğen müslüman bir ümmet meydana
getir ve bize ibadetimizin yollarını göster, tevbemize
rahmetle bakıver. Hiç şüphesiz Tevvâb sensin, Rahîm sensin.
129- Ey bizim Rabbimiz, bir de onlara içlerinden öyle bir
peygamber gönder ki, onlara senin âyetlerini tilavet eylesin,
kendilerine kitabı ve hikmeti öğretsin, içlerini ve dışlarını
tertemiz yapıp onları pâk eylesin. Hiç şüphesiz Azîz sensin,
hikmet sahibi Sensin.
130- İbrahim'in milletinden, kendine kıyan beyinsizden
başka kim yüz çevirir? Biz onu dünyada seçkin birisi yaptık,
hiç şüphesiz o, ahirette de iyilerden biridir.
131- Rabbi ona, "İslâm ol!" emrini verince, o "Ben
âlemlerin Rabbine teslim oldum." dedi.
132- Bu dini İbrahim, kendi oğullarına vasiyyet etti, Yakub
da öyle yaptı: "Ey oğullarım! Muhakkak ki, bu dini size Allah
seçti, başka dinlerden uzak durun, yalnızca müslüman
olarak can verin!" dedi.
133- Yoksa siz de olaya şahit mi oldunuz; Yakub'a ölüm
hali gelip çattığı zaman, oğullarına; "Benden sonra neye
ibadet edeceksiniz?" dediği zaman, oğulları; "Senin Allah'ına
ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın Allah'ına, tek olan o
Allah'a ibadet edeceğiz. Biz ancak O'na boyun eğen
müslümanlarız." dediler.
134. Onlar bir ümmetti, geldi geçti. Onlara kendi
kazandıkları, size de kendi kazandığınız. Siz onların
yaptıklarından sorguya çekilecek değilsiniz.
135- Bir de: "yahudi veya hıristiyan olunuz ki, hidayet
bulasınız." dediler. Sen onlara de ki: "Hayır! Hanif olarak
hakka tapan İbrahim'in dinine (uyarız) ki, o hiçbir zaman
müşriklerden olmadı."
136- Deyiniz ki, "Biz, Allah'a iman ettik ve bize ne
indirildiyse İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakup'a ve
torunlarına ne indirildiyse, Musa'ya ve İsa'ya ne indirildiyse
ve bütün peygamberlere Rablerinden ne verildiyse hepsine
iman ettik. Biz onların arasında fark gözetmeyiz ve biz
ancak O'na boyun eğen müslümanlarız."
137- Eğer onlar da sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse
doğru yola girmiş, hidayeti bulmuş olurlar. Yok eğer yüz
çevirirlerse onlar sadece ve sadece didişmenin içindedirler.
Allah onlara karşı sana yeter. Ve O, işitendir, bilendir.
138- Allah'ın boyasına bak, (vaftiz nolacak?) Kim,
Allah'dan daha güzel boya vurabilir ki? İşte biz O'na ibadet
edenleriz.
139- De ki: "Allah hakkında bizimle didişmeye mi
gireceksiniz? Oysa O, bizim de Rabbimiz, sizin de
Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz de size.
Şu kadar var ki, biz O'na ihlas ile sarılıyoruz.
140- "Yoksa siz, İbrahim de, İsmail de, İshak da, Yakup da
ve torunları da hep yahudi ve hıristiyan idiler mi demek
istiyorsunuz?" De ki: "Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah
mı?" Allah'ın şahitlik ettiği bir hakikatı bile bile inkar
edenden daha zâlim kim olabilir? Allah, yaptıklarınızdan gafil
değildir.
141- Onlar bir ümmet idiler, gelip geçtiler. Onlara kendi
kazandıkları, size de kendi kazandıklarınız. Ve siz onların
yaptıklarından sorumlu tutulacak değilsiniz.
142- İnsanlar içinde bir kısım beyinsizler takımı, "Bunları
bulundukları kıbleden çeviren nedir?" diyecekler. De ki:
"Doğu da, batı da Allah'ındır. O, kimi dilerse onu hidayete
erdirir."
143- Ve işte böyle, sizi ortada yürüyen bir ümmet kıldık
ki, siz bütün insanlar üzerine adalet örneği ve hakkın
şahitleri olasınız, Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun.
Daha önce içinde durduğun Kâ'be'yi kıble yapmamız da
şunun içindir: Peygamber'in izince gidecekleri, iki ökçesi
üzerinde geri döneceklerden ayıralım. Bu iş elbette Allah'ın
hidayet ettiği kimselerin dışındakilere çok ağır gelecekti.
Allah imanınızı kaybedecek değildir. Hiç şüphesiz Allah,
bütün insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir.
144- Doğrusu, biz, yüzünün semaya yöneldiğini, orada
şekilden şekile geçerek, aranıp durduğunu görüyorduk. Artık
seni hoşnud olacağın bir kıbleye çevireceğiz. Haydi bakalım,
yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Siz de ey müminler,
nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa doğru çevirin!
Kendilerine kitap verilmiş olanlar da kesinlikle bilirler ki,
Rabblerinden gelen o emir haktır. Ve Allah, onların
yaptıklarından ve yapmakta olduklarından gafil değildir.
145- Celâlim için, sen o kitap verilmiş olanlara, bütün
delilleri de getirsen, yine de senin kıblene tabi olmazlar, sen
de onların kıblesine tabi olmazsın. Zaten onlar da
birbirlerinin kıblesine tabi değiller. Celâlim hakkı için, sana
gelen bunca ilmin arkasından sen tutar da onların arzu ve
heveslerine uyacak olursan, o zaman hiç şüphesiz, sen de
zâlimlerden olursun.
146- O kendilerine kitap verdiğimiz ümmetlerin âlimleri
onu o peygamberi oğullarını tanır gibi tanırlar, böyle iken
içlerinden bir takımı gerçeği bile bile gizlerler.
147- O hak, Rabbindendir. Artık şüpheye düşenlerden
olma sakın!
148- Ümmetlerden her birinin bir yönü vardır, o ona
yönelir, haydin, hep hayırlara koşun, yarışın. Her nerede
olsanız Allah sizi toplar, bir araya getirir. Şüphesiz ki Allah
her şeye kâdirdir.
149- Hem her nereden yola çıkarsan (namazda) hemen
Mescid-i Haram'a doğru yüzünü çevir. Bu emir şüphesiz hak,
Rabbinden olduğu gerçektir. Allah yaptıklarınızdan habersiz
de değildir.
150- Her nereden yola çıkarsan yüzünü Mescid-i Haram'a
doğru çevir, ve her nerede olsanız yüzünüzü ona doğru
çevirin ki insanlar için aleyhinizde bir delil olmasın. Ancak
içlerinden haksızlık edenler başka. Siz de onlardan
korkmayın, benden korkun. Hem üzerinizdeki nimetimi
tamamlayayım, hem gerek ki doğru yolu bulasınız.
151- Nitekim içinizden size bir peygamber gönderdik. O
size âyetlerimizi okuyor, sizi temizliyor, size kitabı ve
hikmeti öğretiyor. Size bilmediğiniz şeyleri öğretiyor.
152- O halde beni anın, ben de sizi anayım. Bana
şükredin de nankörlük etmeyin.
153- Ey iman edenler! Sabır ve namazla yardım isteyin.
Şüphe yok ki Allah, sabredenlerle beraberdir.
154- Allah yolunda öldürülenlere "ölüler" demeyin. Hayır,
onlar diridirler. Fakat siz sezemezsiniz.
155- Çaresiz biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da
mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan
edeceğiz. Müjdele o sabredenleri!
156- Onlar başlarına bir musibet geldiği zaman: "Biz
Allah'a aidiz ve sonunda O'na döneceğiz." derler.
157- İşte onlar var ya, Rablerinden, mağfiretler ve
rahmet onlaradır. İşte hidayete erenler de onlardır.
158- Gerçekten Safâ ile Merve Allah'ın alâmetlerindendir.
Onun için her kim hac veya umre niyetiyle Kâ'be'yi ziyaret
ederse, bunları tavaf etmesinde ona bir günah yoktur. Her
kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah
iyiliğin karşılığını verir, o her şeyi bilir.
59- İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayetin kendisi olan
âyetleri insanlar için biz kitapta açıkladıktan sonra
gizleyenler var ya mutlaka onlara Allah lanet eder. Lanet
edebilecek olanlar da lanet ederler.
160- Ancak tevbe edip halini düzelterek gerçeği
söyleyenler başka. İşte onları ben bağışlarım. Ben çok
merhamet ediciyim, tevbeleri çokça kabul ederim.
161- Ama âyetlerimizi inkar etmiş ve kâfir olarak can
vermiş olanlara gelince, işte Allah'ın laneti, meleklerin laneti
ve insanların laneti hep onların üzerine olsun.
162- Onlar ebedi olarak onun altında kalırlar. Ne azabları
hafifletilir, ne de kendilerine göz açtırılır.
163- Her halde hepinizin ilâhı, bir tek ilâhtır. Ondan başka
bir ilâh yoktur. O Rahmân ve Rahîm'dir.
164- Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile
gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar şeylerle
denizde akıp giden gemide, Allah'ın yukarıdan bir su indirip
de onunla yeri ölümünden sonra diriltmesinde, diriltip de
üzerinde deprenen hayvanları yaymasında, rüzgarları
değiştirmesinde, gök ile yer arasında emre hazır olan
bulutta şüphesiz akıllı olan bir topluluk için elbette Allah'ın
birliğine deliller vardır.
165- İnsanlardan kimi de Allah'tan başka şeyleri O'na eş
tutuyorlar da onları, Allah'ı sever gibi seviyorlar. Oysa iman
edenlerin Allah sevgisi daha kuvvetlidir. O zulmedenler,
azabı görecekleri zaman bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu
ve Allah'ın azabının gerçekten çok şiddetli bulunduğunu
keşke anlasalardı.
166- O zaman kendilerine uyulan kimseler, azabı görerek
kendilerine uyanlardan kaçıp uzaklaşmışlar ve aralarındaki
bütün bağlar parça parça kopmuştur.
67- Onlara uyanlar da şöyle demektedirler: "Ah, bizim
için dünyaya bir dönüş olsaydı da onların bizden
uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık!" İşte
böylece Allah onlara bütün amellerini, üzerlerine yığılmış
hasretler (pişmanlık ve üzüntüler) halinde gösterecektir.
Onlar bu ateşten çıkacak değillerdir.
168- Ey insanlar! Bütün yeryüzündeki nimetlerimden
helal olmak, temiz olmak şartıyla yiyin. Fakat şeytanın
adımlarına uymayın. Çünkü o size belli bir düşmandır.
169- O size hep çirkin ve murdar işleri emreder, Allah'a
karşı bilmediğiniz şeyler söylemenizi ister.
170- Onlara: "Allah'ın indirdiğine uyun." dendiği vakit de:
"Yok, atalarımızı neyin üzerinde bulduysak ona uyarız."
dediler. Ya ataları bir şeye akıl erdiremez ve doğruyu
seçemez idiyseler de mi onlara uyacaklar?
171- O kâfirlerin hali, sadece bir çağırma veya
bağırmadan başkasını işitmeyerek haykıranın haline benzer;
onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, akıl da etmezler.
172- Ey iman edenler! Size kısmet ettiğimiz rızıkların hoş
ve temiz olanlarından yiyin ve Allah'a şükredin, eğer yalnız
O'na kulluk ediyorsanız.
173- O, size yalnız şunları haram kıldı: Ölü hayvan, kan,
domuz eti, bir de Allah'tan başkası adına kesilen hayvanlar.
Sonra kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, başkasının
hakkına tecavüz etmemek ve zaruret ölçüsünü geçmemek
şartıyla ona da bir günah yükletilmez. Çünkü Allah çok
bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.
174- Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip de
bununla biraz para alanlar gerçekten karınları dolusu
ateşten başka birşey yemezler. Kıyamet günü Allah onlara
ne söz söyler, ne de kendilerini temize çıkarır. Onlara sadece
acı veren bir azab vardır.
175- İşte onlar, hidayeti verip sapıklığı, affedilmeyi
bırakıp azabı satın alan kimselerdir. Bunlar, ateşe karşı ne
kadar da sabırlıdırlar!
176- Şüphesiz ki Allah kitabı hak bir sebeple indirmiştir.
Kitap hakkında ihtilafa düşenler ise, şüphesiz haktan uzak,
bir anlaşmazlık içindedirler.
177- Yüzlerinizi bazan doğu, bazan batı tarafına
çevirmeniz erginlik değildir. Fakat eren o kimselerdir ki,
Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve bütün
peygamberlere iman edip, yakınlığı olanlara, öksüzlere,
yoksullara, yolda kalmışa, dilenenlere ve esirleri kurtarmaya
seve seve mal verirler. Namazı kılarlar, zekatı verirler. Bir de
andlaştıkları zaman sözlerini yerine getirenler, hele sıkıntı ve
hastalık durumlarında ve harbin şiddetli zamanında sabır ve
kararlılık gösterenler var ya, işte doğru olanlar da bunlardır,
korunanlar da bunlardır.
178- Ey iman edenler! Öldürmede kısas size farz kılındı.
Hüre hür, köleye köle, kadına kadın. Ama her kim, ölenin
kardeşi tarafından bir şey karşılığı bağışlanırsa, o zaman
örfe uyması, ona diyeti güzellikle ödemesi gerekir. Bu,
Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve bir rahmettir. Her kim
bunun arkasından yine saldırırsa, artık ona acı veren bir
azab vardır.
179- Ey temiz akıl sahipleri! Kısasta sizin için bir hayat
vardır. Ümit edilir ki, korunursunuz.
180- Birinize ölüm geldiği vakit, bir hayır (bir mal)
bırakacaksa, babası, anası ve en yakın akrabası için meşru
bir surette vasiyet etmek, Allah'tan korkan kimseler üzerine
yerine getirilmesi vacib bir hak olarak size farz kılındı.
181- Şimdi her kim, bunu duyduktan sonra onu
değiştirirse, her halde vebali, sırf o değiştirenlerin
boynunadır. Şüphe yok ki Allah, her şeyi işitir ve bilir.
182- Her kim de vasiyet edenin, bir hata işlemesinden
veya bir günaha girmesinden endişe eder de tarafların
arasını düzeltirse, ona bir vebal yoktur. Şüphesiz ki, Allah
çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
183- Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz
kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.
184- (Size farz kılınan oruç), sayılı günlerdedir. İçinizden
hasta olan veya yolculukta bulunan ise, diğer günlerde,
tutamadığı günler sayısınca tutar. Ona dayanıp kalacaklar
üzerine de bir yoksulu doyuracak kadar fidye gerekir. Her
kim de hayrına fidyeyi artırırsa, hakkında daha hayırlıdır.
Bununla beraber, eğer bilirseniz, oruç tutmanız sizin için
daha hayırlıdır.
185- O Ramazan ayı ki, insanları irşad için, hak ile batılı
ayıracak olan, hidayet rehberi ve deliller halinde bulunan
Kur'ân onda indirildi. Onun için sizden her kim bu aya şahit
olursa onda oruç tutsun. Kim de hasta, yahut yolculukta ise
tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde kaza etsin. Allah
size kolaylık diler zorluk dilemez. Sayıyı tamamlamanızı, size
doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah'ı tekbir etmenizi ister.
Umulur ki şükredersiniz.
186- Şayet kullarım, sana benden sordularsa, gerçekten
ben çok yakınımdır. Bana dua edince, duacının duasını kabul
ederim. O halde onlar da benim davetime koşsunlar ve bana
hakkıyla iman etsinler ki, doğru yola gidebilsinler.
187- Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız, size helâl
kılındı. Onlar, sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtü
durumundasınız. Allah, nefsinize güvenemeyeceğinizi bildiği
için müracaatınızı kabul buyurdu ve sizi bağışladı. Şimdi
onlara yaklaşın ve Allah'ın sizler için yazdığını isteyin. Ta
fecrin beyaz ipliği siyah iplikden size seçilinceye kadar yiyin,
için. Sonra da ertesi geceye kadar orucu tam tutun. Bununla
beraber siz mescitlerde îtikaf halinde iken onlara
yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, sakın onlara
yaklaşmayın. Allah, âyetlerini insanlara böyle açıklıyor ki
sakınıp korunsunlar.
188- Bir de aranızda mallarınızı batıl sebeplerle yemeyin.
İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günah ile yemek
için, o malları hakimlere rüşvet olarak vermeyin.
189- Sana hilâllerden soruyorlar. De ki: Onlar insanlar için
de, hac için de vakit ölçüleridir. Bununla beraber iyilik,
evlere arkalarından gelmeniz değildir. Fakat iyiliğe eren,
kötülükten korunan kimsedir. Evlere kapılarından gelin,
Allah'tan korkun ki, kurtuluşa eresiniz.
190- Size savaş açanlarla Allah yolunda çarpışın. Fakat
haksız saldırıda bulunmayın. Çünkü Allah, haksız saldırıda
bulunanları sevmez.
191- Onları nerede yakalarsanız öldürün ve sizi
çıkardıkları yerden onları çıkarın. O fitne, öldürmeden daha
şiddetlidir. Yalnız Mescid-i Haram yanında onlar sizinle
savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın. Fakat sizi
öldürmeye kalkışırlarsa, hemen onları öldürün. Kâfirlerin
cezası böyledir.
192- Artık şirkten vazgeçerlerse, şüphesiz ki Allah çok
bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
193- Hem bir fitne kalmayıp, din yalnız Allah'ın oluncaya
kadar onlarla çarpışın . Vazgeçerlerse, düşmanlık ancak
zalimlere karşıdır.
194- Hürmetli ay hürmetli aya ve bütün hürmetler
birbirine karşılıktır. O halde kim size saldırdıysa, siz de ona
yaptığı saldırının aynıyle saldırın da ileri gitmeye Allah'tan
korkun ve bilin ki Allah, takva sahipleriyle beraberdir.
195- Allah yolunda mal harcayın da kendinizi ellerinizle
tehlikeye bırakmayın ve güzel hareket edin. Çünkü Allah
güzellik ve iyilik edenleri sever.
196- Hac ve umreyi de Allah için tamam yapın. Eğer
bunlardan alıkonursanız, o zaman kolayınıza gelen bir
kurban gönderin. Bununla beraber bu kurban, kesileceği
yere varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden
hasta olana veya başından bir rahatsızlığı bulunana tıraş için
oruç veya sadaka yahut da kurbandan ibaret bir fidye
gerekir. Engellemeden kurtulduğunuz zaman da her kim
hacca kadar umre ile sevab kazanmak isterse, ona da
kolayına gelen bir kurban gerekir. Bunu bulamayana ise üç
gün hacda, yedi de döndüğünüzde ki tam on gün oruç
tutması lazım gelir. Bu hüküm, ailesi Mescid-i Haram
civarında oturmayanlar içindir. Allah'tan korkun ve bilin ki
Allah'ın azabı gerçekten çok şiddetlidir.
197- Hac, bilinen aylardadır. Her kim o aylarda hacca
başlayıp kendisine farz ederse; artık hacda kadına
yaklaşmak, günah işlemek ve kavga etmek yoktur. Siz
hayırdan ne işlerseniz, Allah onu bilir. Kendinize azık edinin.
Şüphesiz ki azıkların en hayırlısı Allah korkusudur. Ey akıl
sahipleri! Benden korkun!
198- Rabbinizin lütfunu istemenizde size bir günah
yoktur. Arafat'tan indiğiniz zaman Meş'ar-i Haram yanında
(Müzdelife'de) Allah'ı zikredin. O'nu, size gösterdiği şekilde
zikredin. Doğrusu siz, bundan önce gerçekten
sapmışlardandınız.
199- Sonra insanların akıp geldiği yerden siz de akıp
gelin. Allah'tan bağışlanmanızı isteyin. Çünkü Allah çok
bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
200- Nihayet hac ibadetlerinizi bitirdiğiniz zaman,
önceleri babalarınızı andığınız gibi, hatta daha kuvvetli bir
anışla Allah'ı anın. İnsanlardan kimisi: "Ey Rabbimiz! Bize
dünyada ver!" der. Onun için ahirette hiçbir kısmet yoktur.
201- Yine onlardan: "Ey Rabbimiz! Bize dünyada bir
güzellik ve ahirette de bir güzellik ver ve bizi ateş azabından
koru!" diyenler vardır.
202- İşte onlar için, kazandıklarından bir nasib vardır.
Allah, hesabı çok çabuk görür.
203- Bir de sayılı günlerde Allah'ı zikredin (tekbir alın).
Bunlardan kim iki gün içinde (Mina'dan) dönmek için acele
ederse ona günah yoktur. Kim geri kalırsa ona da günah
yoktur. Ama bu, takva sahipleri içindir. Allah'tan korkun ve
bilin ki, siz ancak O'nun huzuruna varıp toplanacaksınız.
204- İnsanlardan kimi de vardır ki, dünya hayatı
hakkındaki sözleri senin hoşuna gider ve o kalbindekine
Allah'ı şahit tutar. Halbuki O, İslâm düşmanlarının en
yamanıdır.
205- İş başına geçti mi yeryüzünde bozgunculuk
çıkarmak, ekini ve nesli helak etmek için koşar. Allah ise
bozgunculuğu sevmez.
206- Ona: "Allah'tan kork!" dendiği zaman da kendisini
onuru (gururu) günah işlemeye sevkeder. Cehennem de
onun hakkından gelir. O ne kötü bir yataktır!
207- Yine insanlardan kimi de vardır ki, Allah'ın rızasına
ermek için kendini feda eder. Allah ise kullarına çok
merhametlidir.
208- Ey iman edenler! Hepiniz barış ve selamete girin de
şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o sizin aranızı açan
belli bir düşmandır.
209- Size bunca deliller geldikten sonra yine kayarsanız,
iyi bilin ki, Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
210- Onlar sadece gözetiyorlar ki, Allah, buluttan
gölgelikler içinde meleklerle birlikte geliversin de iş
bitiriliversin. Halbuki bütün işler Allah'a döndürülüp
götürülür.
211- İsrailoğullarına sor: Biz onlara ne kadar açık âyetler
vermiştik. Fakat Allah'ın nimetini her kim kendisine geldikten
sonra değiştirirse, şüphe yok ki, Allah'ın azabı çok şiddetlidir.
212- Dünya hayatı, inkar edenler için bezendi. (Onlar),
iman edenlerle eğleniyorlar. Halbuki takva sahibi olan o
müminler, kıyamet günü onların üstündedir. Allah dilediğine
hesapsız rızık verir.
213- İnsanlar tek bir ümmetti. Ayrılmaları üzerine Allah,
rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere
peygamberler gönderdi ve beraberlerinde hak ile ilgili kitap
indirdi ki, insanların, aralarında ihtilaf ettikleri şeyler
hakkında hakem olsun. Bunda da sırf o kitap verilenler,
kendilerine bunca deliller geldikten sonra tuttular,
aralarındaki hırs ve kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa
düştüler. Bunun üzerine Allah kendi izniyle, iman edenleri,
onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka, ulaştırdı.
Allah, dilediğini doğru yola iletir.
214- Yoksa siz, kendinizden önce gelip geçenlerin hali
(uğradıkları sıkıntılar) başınıza gelmeden cennete
girivereceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluklar, öyle
sıkıntılar dokundu ve öyle sarsıldılar ki, hatta peygamber ve
beraberinde iman edenler: "Allah'ın yardımı ne zaman?"
derlerdi. Bak işte! Gerçekten Allah'ın yardımı yakındır.
215- Ey Muhammed! Sana nereye infak edeceklerini
soruyorlar. De ki: Hayır olarak verdiğiniz nafaka, ana baba,
yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Hayır
olarak daha ne yaparsanız herhalde Allah onu bilir.
216- Savaş size farz kılındı, gerçi o size hoş gelmez.
Olabilir ki siz, bir şeyden hoşlanmazsınız; oysa ki o sizin için
bir hayırdır. Yine olabilir ki, siz bir şeyi seversiniz, oysaki o
sizin için bir kötülüktür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
217- Ey Muhammed! Sana haram aydan ve o ayda
savaşmaktan soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak, büyük bir
günahtır. Bununla beraber Allah yolundan alıkoymak, O'nu
inkar etmek, insanları, Mescid-i Haram'dan menetmek ve
halkını oradan çıkarmak, Allah yanında daha büyük bir
günahtır ve fitne, öldürmekten daha büyük bir vebaldir.
Onlar, güçleri yeterse, sizi dininizden döndürmek için sizinle
savaşmaktan hiçbir zaman geri durmazlar. Sizden de her
kim, dininden döner ve kâfir olarak can verirse artık onların
bütün amelleri, dünyada ve ahirette boşa gitmiştir. İşte
onlar, cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi olarak
kalacaklardır.
218- Şüphesiz ki iman edenlere, Allah yolunda hicret
edip, cihad edenlere gelince, işte onlar, Allah'ın rahmetini
umarlar. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
219- Ey Muhammed! Sana şarap ve kumardan soruyorlar.
De ki: Bu ikisinde büyük bir günah, bir de insanlar için bazı
menfaatler vardır. Fakat günahları, menfaatlerinden daha
büyüktür. Yine sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki:
İhtiyaçtan fazlasını infak edin. İşte böylece Allah, size
âyetlerini açıklıyor. Umulur ki siz düşünürsünüz.
220- Dünya ve ahiret hakkında (düşünürsünüz.) Sana bir
de yetimlerden soruyorlar. De ki: Onlar hakkında
yapacağınız bir ıslah, işlerine karışmamaktan daha hayırlıdır.
Eğer onlara karışırsanız, onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah,
bozguncuyla ıslah ediciyi bilir, birbirinden ayırd eder. Eğer
Allah dileseydi, sizi zora koşardı. Şüphesiz ki Allah çok
güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
221- Müşrik kadınları, iman etmedikçe nikâhlamayın. Bir
müşrik kadın, sizin hoşunuza gitse bile, iman etmiş olan bir
cariye herhalde ondan daha hayırlıdır. Müşrik erkeklere de
mümin kadınları nikâh ettirmeyin. Bir müşrik, sizin hoşunuza
gitse bile, mümin bir köle elbette ondan daha hayırlıdır.
Onlar sizi ateşe davet ederler, Allah ise, kendi izniyle
cennete ve mağfirete davet ediyor ve âyetlerini insanlara
açıklıyor. Umulur ki onlar hatırda tutup, öğüt alırlar.
222-Ey Muhammed! Sana kadınların ay başı halinden de
soruyorlar. De ki: O bir eziyettir Onun için ay başı halinde
oldukları zaman kadınlardan çekilin ve temizleninceye kadar
onlara yaklaşmayın. İyice temizlendikleri zaman ise Allah'ın
emrettiği yerden onlara varın, yaklaşın Şüphesiz ki Allah çok
tövbe edenleri de sever, çok temizlenenleri de sever.
223-Kadınlarınız, sizin için bir tarladır. O halde tarlanıza
dilediğiniz gibi varın ve kendiniz için ileriye hazırlık yapın.
Allah'tan korkun ve bilin ki siz mutlaka O'nun huzuruna
varacaksınız. Ey Muhammed, müminleri müjdele!
224-Sözünüzde durmanız, kötülükten sakınmanız ve
insanların arasını düzeltmeniz için, Allah'ı yeminlerinize
hedef veya siper edip durmayın. Allah, her şeyi işitir ve bilir.
225-Allah, sizi yeminlerinizde bilmeyerek ettiğiniz lağıv
(herhangi bir kasıt olmadan, kanaate göre yanlış yere
yapılan yemin)dan sorumlu tutmaz. Fakat kalbinizin
kazandığı yalan yere yapılan yeminden sorumlu tutar. Allah
çok bağışlayıcıdır, çok halimdir.
226-Kadınlarından îlâ edenler (onlara yaklaşmamaya
yemin edenler) için dört ay beklemek vardır. Eğer bu
yeminlerinden dönerlerse, şüphesiz ki Allah çok
bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
227-Yok eğer boşamaya karar vermişlerse, şüphesiz ki
Allah söylediklerini işitir, kurduklarını bilir.
228-Boşanan kadınlar, kendi kendilerine üç adet süresi
beklerler ve Allah'ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri,
kendilerine helâl olmaz. Eğer Allah'a ve ahiret gününe
inanıyorlarsa gizlemezler. Kocaları da, barışmak istedikleri
takdirde o süre içersinde onları geri almaya daha layıktırlar.
O kadınların, üzerlerindeki meşru hak gibi, kendilerinin de
hakları vardır. Yalnız erkekler için, onların üzerinde bir
derece vardır. Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet
sahibidir.
229- Boşamak (talak) iki defadır. Ondan sonrası ya iyilikle
tutmak veya güzellikle salmaktır. Onlara verdiklerinizden bir
şey almanız da size helâl olmaz. Ancak Allah'ın çizdiği
hudutta duramayacaklarından korkmaları başka. Eğer siz de
bunların, Allah'ın çizdiği hudutta duramayacaklarından
korkarsanız, kadının, ayrılmak için hakkından
vazgeçmesinde artık ikisine de günah yoktur. İşte bunlar,
Allah'ın çizdiği hudududur. Sakın bunları aşmayın, Her kim
Allah'ın hududunu aşarsa, işte onlar zalimlerdir.
230-Eğer kadını bir daha boşarsa, bundan sonra artık
başka bir kocaya varıncaya kadar ona helâl olmaz. Eğer
ikinci koca da onu boşarsa, Allah'ın hududunu sağlam
tutacaklarını ümid ettikleri takdirde öncekilerin birbirlerine
dönmelerinde her ikisine de günah yoktur. İşte bunlar,
Allah'ın tayin ettiği hudududur. Bunları, bilen bir kavim için
açıklıyor.
231-Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini
bitirdiklerinde, artık kendilerini ya iyilikle tutun veya
güzellikle salın. Yoksa haklarına tecavüz için zararlarına
olarak onları tutmayın. Her kim bunu yaparsa nefsine
zulmetmiş olur. Sakın Allah'ın âyetlerini alay konusu
edinmeyin, Allah'ın üzerinizdeki nimetini, size kendisiyle
öğüt vermek üzere indirdiği kitap ve hikmeti hatırlayıp,
düşünün. Hem Allah'tan korkun ve bilin ki Allah her şeyi bilir.
232-Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini
bitirdiklerinde, aralarında meşru bir şekilde rızalaştıkları
takdirde, kendilerini kocalarıyla nikâhlanacaklar diye
sıkıştırıp, engellemeyin. İşte bu, içinizden Allah'a ve ahiret
gününe iman edenlere verilen bir öğüttür. Bu, sizin
hakkınızda daha hayırlı ve daha nezihtir. Allah bilir, siz
bilemezsiniz.
233-Anneler, çocuklarını, emzirmenin tamamlanmasını
isteyenler için tam iki yıl emzirirler. Çocuk kendisine ait olan
babaya da emzirenlerin yiyecekleri ve giyecekleri
geleneklere uygun olarak bir borçtur. Bununla beraber
herkes ancak gücüne göre mükellef olur. Çocuğu sebebiyle
bir anne de, çocuğu sebebiyle bir baba da zarara
sokulmasın. Varise düşen de yine aynı borçtur. Eğer ana ve
baba birbirleriyle istişare edip, her ikisinin de rızasıyla
çocuğu memeden ayırmak isterlerse kendilerine bir günah
yoktur. Eğer çocuklarınızı başkalarına emzirtmek isterseniz
vereceğinizi güzel güzel verdikten sonra bunda da size bir
günah yoktur. Bununla beraber Allah'tan korkun ve bilin ki,
Allah yaptıklarınızı görür.
234- İçinizden vefat edip de geride eşler bırakan
kimselerin hanımları, kendi başlarına dört ay on gün
beklerler. İddet (bekleme) sürelerini bitirdikleri zaman, artık
kendileri hakkında meşru bir şekilde yapacakları hareketten
size bir günah yoktur. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
235-Böyle kadınlara evlenme isteğinizi üstü kapalı
biçimde çıtlatmanızda veya gönlünüzde tutmanızda size bir
vebal yoktur. Allah biliyor ki siz onları mutlaka anacaksınız.
Fakat meşru bir söz söylemekten başka bir şekilde
kendileriyle gizlice sözleşmeyin. Farz olan iddet sona
erinceye kadar da nikâh akdine azmetmeyin (kesin karar
vermeyin). Bilin ki Allah gönlünüzdekini bilir. Öyle ise O'nun
azabından sakının. Yine bilin ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok
yumuşaktır.
236-Eğer kadınları, kendilerine dokunmadan veya onlara
bir mehir takdir etmeden boşarsanız (bunda) size bir vebal
yoktur. Şu kadar ki onlara (mal verip) faydalandırın. Eli geniş
olan hâline göre, eli dar olan da haline göre ve güzellikle
faydalandırmalıdır. Bu, iyilik yapanlar üzerine bir borçtur.
237-Eğer onları, kendilerine dokunmadan önce boşar ve
mehri de kesmiş bulunursanız, o zaman borç, o kestiğiniz
miktarın yarısıdır. Ancak kadınlar veya nikâh akdini elinde
bulunduran kimse bağışlarsa başka. Ey erkekler! sizin
bağışlamanız ise takvaya daha yakındır. Aranızdaki fazileti
unutmayın şüphesiz ki Allah, her ne yaparsanız hakkiyle
görür.
238-Namazlara ve orta namaza devam edin ve Allah için
boyun eğerek kalkıp namaza durun.
239-Eğer bir korku hâlindeyseniz, yaya veya binekli
olarak giderken kılın, (korkudan) emin olduğunuz zaman da
böyle bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği şekilde Allah'ı
zikredin (namazlarınızı yine her zamanki gibi huşû ile kılın).
240-İçinizden hanımlarını geride bırakarak vefat edecek
olanlar, eşleri için senesine kadar evlerinden çıkarılmaksızın
kendilerine yetecek bir malı vasiyet ederler. Bununla birlikte
eğer kendileri çıkarlarsa, kendi haklarında yaptıkları meşru
bir hareketten dolayı size bir sorumluluk yoktur. Allah çok
güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
241- Boşanmış kadınlar için de meşru ve geleneğe uygun
şekilde bir meta'(intifa hakkı) vardır ki verilmesi, Allah'tan
korkanlar üzerine bir borçtur.
242-İşte akıllarınız ersin diye, Allah size âyetlerini böylece
açıklıyor.
243- Görmedin mi o kimseleri ki kendileri binlerce kişi
iken ölüm korkusuyla yurtlarından çıktılar. Allah da
kendilerine "ölün!" dedi, sonra da onlara bir hayat verdi.
Şüphesiz ki Allah, insanlara karşı bir lütuf sahibidir. Fakat
insanların pek çokları şükretmezler.
244- O halde Allah yolunda çarpışın ve bilin ki Allah, her
şeyi işitir ve bilir.
245- Kimdir o adam ki Allah'a güzel bir ödünç versin de
Allah da ona birçok katlarını ödesin. Allah darlık da verir,
genişlik de verir. Hepiniz de O'na döndürülüp
götürüleceksiniz.
246- Baksana, İsrail oğullarının Musa'dan sonra ileri
gelenlerine! Hani onlar, bir peygamberlerine: "Bize bir
kumandan gönder de Allah yolunda savaşalım..." dediler. O
da: "Size savaş farz kılınırsa, acaba yapmamazlık eder
misiniz?" dedi. Onlar: "Bize ne oldu da yurtlarımızdan
çıkarıldığımız ve çocuklarımızdan ayrıldığımız halde Allah
yolunda savaşmayalım?" dediler. Bunun üzerine savaş
kendilerine farz kılınınca da onlardan pek azı hariç, yüz
çevirdiler. Ama Allah, o zalimleri bilir.
247- Peygamberleri onlara: "Allah, size hükümdar olmak
üzere Talût'u gönderdi." demişti. Onlar: "Ona bizim
üzerimize hükümdar olmak nereden geldi? Oysa
hükümdarlığa biz ondan daha lâyıkız, ona maldan bir
genişlik, bir bolluk da verilmemiştir." dediler. Peygamberleri
de "Onu sizin başınıza Allah seçmiş ve ona bilgi ve vücut
bakımından bir güç, bir genişlik vermiştir." dedi. Hem Allah,
mülkünü dilediğine verir. Allah'ın rahmeti geniştir, o her şeyi
bilir.
248-Peygamberleri, onlara şunu da söylemişti: Haberiniz
olsun, Onun hükümdarlığının alâmeti, size o tabutun gelmesi
olacaktır ki onda Rabbinizden bir sekine (sükûnet, gönül
rahatlığı), Musa ve Harun ailelerinin bıraktıklarından bir
bakiyye (kalıntı) vardır. Onu melekler getirecektir. Eğer iman
etmiş kimselerden iseniz, bunda sizin için kesin bir ibret, bir
alâmet vardır.
249-Talut, ordu ile hareket edince dedi ki: "Allah sizi
mutlaka bir nehirle imtihan edecek. Kim ondan içerse,
benden değildir. Kim de onu tatmazsa, işte o bendendir.
Ancak eliyle bir avuç alan başka (bu kadarına ruhsat
vardır)." Derken içlerinden pek azı hariç, hepsi de varır
varmaz ondan içtiler. Talut ve beraberindeki iman eden
kimseler nehri geçtiklerinde. "Bizim bugün, Calut ile
ordusuna karşı duracak gücümüz yok." dediler. Allah'a
kavuşacaklarına inanıp, bilenler ise şu cevabı verdiler: "Nice
az topluluklar, Allah'ın izniyle nice çok topluluklara galip
gelmişlerdir. Allah, sabırlılarla beraberdir."
250-Calut ve ordusuna karşı savaş meydanına çıktıkları
zaman da şöyle dediler: "Ey Rabbimiz! Üzerlerimize sabır
dök, ayaklarımızı sabit tut ve kâfirler topluluğuna karşı bize
yardım et!"
251-Derken, Allah'ın izniyle onları tamamen bozdular.
Davud, Calut'u öldürdü ve Allah, kendisine hükümdarlık ve
hikmet (peygamberlik) verdi ve ona dilediği şeylerden de
öğretti. Eğer Allah'ın, insanları birbirleriyle savması
olmasaydı, yeryüzü mutlaka bozulur giderdi. Fakat Allah,
bütün âlemlere karşı büyük bir lütuf sahibidir.
252-İşte bunlar, Allah'ın âyetleridir. Onları sana hakkıyla
okuyoruz. Şüphesiz ki sen o gönderilen resullerdensin.
253- O işaret olunan resuller yok mu, biz onların bazısını,
bazısından üstün kıldık. İçlerinden kimi var ki Allah,
kendisiyle konuştu, bazısını da derecelerle daha yükseklere
çıkardı. Biz Meryem oğlu İsa'ya da o delilleri verdik ve
kendisini Rûhu'l-Kudüs (Cebrail) ile kuvvetlendirdik. Eğer
Allah dileseydi, bunların arkasındaki ümmetler, kendilerine o
deliller geldikten sonra birbirlerinin kanına girmezlerdi. Fakat
ihtilâfa düştüler, kimi iman etti, kimi inkâr etti. Yine Allah
dileseydi, birbirlerinin kanına girmezlerdi. Fakat Allah
dilediğini yapar.
254- Ey iman edenler! Kendisinde hiçbir alış verişin,
hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin bulunmadığı bir gün
gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda
harcayın. Kâfirlere gelince, onlar zalimlerdir.
255- Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O daima diridir
(hayydır), bütün varlığın idaresini yürüten (kayyum)dir. O'nu
ne gaflet basar, ne de uyku. Göklerde ve yerde ne varsa
hepsi O'nundur. İzni olmadan huzurunda şefaat edecek olan
kimdir? O, kullarının önlerinde ve arkalarında ne varsa
hepsini bilir. Onlar ise, O'nun dilediği kadarından başka
ilminden hiç bir şey kavrayamazlar. O'nun kürsisi, bütün
gökleri ve yeri kucaklamıştır. Onların her ikisini de görüp
gözetmek O'na bir ağırlık vermez. O çok yücedir, çok
büyüktür.
256-Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklıktan
ayırd edilmiştir. Artık her kim tâğutu inkar edip, Allah'a
inanırsa, sağlam bir kulpa yapışmıştır ki, o hiçbir zaman
kopmaz. Allah, her şeyi işitir ve bilir.
257- Allah, iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan
aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin velileri de tağuttur, onları
aydınlıktan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar
cehennemliklerdir. Orada ebedî olarak kalırlar.
258- Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye, Rabbi
hakkında İbrahim'le tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim,
ona: "Benim Rabbim odur ki, hem diriltir, hem öldürür."
dediği zaman: "Ben de diriltir ve öldürürüm." demişti.
İbrahim: "Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen onu
batıdan getir!" deyince o inkâr eden herif şaşırıp kaldı. Öyle
ya, Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.
259- Yahut o kimse gibisini (görmedin mi) ki, bir şehre
uğramıştı, altı üstüne gelmiş, ıpıssız yatıyordu. "Bunu bu
ölümünden sonra Allah, nerden diriltecek?" dedi. Bunun
üzerine Allah onu yüz sene öldürdü, sonra diriltti, "Ne kadar
kaldın?" diye sordu. O da: "Bir gün, yahut bir günden eksik
kaldım." dedi. Allah buyurdu ki: "Hayır, yüz sene kaldın, öyle
iken bak yiyeceğine, içeceğine henüz bozulmamış, hele
eşeğine bak, hem bunlar, seni insanlara karşı kudretimizin
bir işareti kılalım diyedir. Hele o kemiklere bak, onları nasıl
birbirinin üzerine kaldırıyoruz? Sonra onlara nasıl et
giydiriyoruz?" Böylece gerçek ona açıkça belli olunca: "Şimdi
biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir." dedi.
260- Bir zamanlar İbrahim de: "Ey Rabbim! Ölüleri nasıl
dirilttiğini bana göster!" demişti. Allah: "İnanmadın mı ki?"
buyurdu. İbrahim: "İnandım, fakat kalbim iyice yatışsın diye
istiyorum." dedi. Allah buyurdu ki: "Öyle ise kuşlardan
dördünü tut da onları kendine çevir, iyice tanıdıktan sonra
(kesip) her dağın başına onlardan birer parça dağıt, sonra da
onları çağır, koşa koşa sana gelecekler ve bil ki, Allah
gerçekten çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir."
261- Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, bir
tanenin durumu gibidir ki, yedi başak bitirmiş ve her
başakta yüz tane var. Allah, dilediğine daha da katlar.
Allah'ın rahmeti geniştir. O, her şeyi bilir.
262- Allah yolunda mallarını infak eden, sonra
verdiklerinin arkasından başa kakmayı, gönül incitmeyi
uygun görmeyen kimselerin Rableri yanında mükafatları
vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar,
üzülmeyeceklerdir.
263- Bir tatlı dil ve kusurları bağışlamak, arkasından eza
ve gönül bulantısı gelecek bir sadakadan daha hayırlıdır.
Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir, halimdir, yumuşak
davranır.
264- Ey iman edenler! Sadakalarınızı, başa kakmak,
gönül kırmakla boşa gidermeyin. O adam gibi ki, insanlara
gösteriş için malını dağıtır da ne Allah'a inanır, ne ahiret
gününe. Artık onun hâli, bir kayanın hâline benzer ki,
üzerinde biraz toprak varmış, derken şiddetli bir sağnak
inmiş de onu yalçın bir kaya halinde bırakıvermiş. Öyle
kimseler, kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah,
kâfirler topluluğunu doğru yola iletmez.
265- Allah'ın rızasını aramak, kendilerini veya
kendilerinden bir kısmını Allah yolunda sabit kılmak için
mallarını Allah yolunda harcayanların hâli ise, bir tepedeki
güzel bir bahçenin hâline benzer ki, ona kuvvetli bir sağnak
düşmüş de yemişlerini iki kat vermiştir. Böyle bir bahçeye
yağmur düşmese bile mutlaka bir çisenti vardır. Allah,
yaptıklarınızı görür.
266- Hiç biriniz ister mi ki, kendisinin hurmalık ve
üzümlüklerden bir bahçesi olsun, altında ırmaklar aksın,
içinde her türlü ürünü bulunsun da, kendi üzerine de
ihtiyarlık çökmüş ve elleri ermez, güçleri yetmez küçük,
zayıf çocukları olsun. Derken ona ateşli bir bora isabet
ediversin de o bahçe yanıversin. İşte Allah, âyetlerini size
böylece açıklıyor. Umulur ki, düşünürsünüz.
267- Ey iman edenler! İnfakı gerek kazandıklarınızın,
gerek sizin için yerden çıkardıklarımızın temizlerinden yapın.
Kendinizin göz yummadan alıcısı olamıyacağınız fenasını
vermeye yeltenmeyin. Biliniz ki, Allah sadakalarınıza muhtaç
değildir ve hamde layık olandır.
268- Şeytan sizi fakirlikle korkutup çirkin çirkin şeylere
teşvik eder. Allah da lütfundan ve bağışlamasından birtakım
vaatlerde bulunuyor. Allah'ın lütfu geniştir. O herşeyi
bilendir.
269- Dilediğine hikmet verir, hikmet verilene ise pek çok
hayır verilmiş demektir. Ve bunu ancak üstün akıllılar anlar.
270- Her ne çeşit nafaka verdinizse veya ne türlü bir
adak adadınızsa, Allah onu kesinlikle bilir. Ve zalimlere hiçbir
şekilde yardım olunmayacaktır.
271- Sadakaları açıkça verirseniz o, ne iyi olur; yok eğer
onları gizler de fakirlere öyle verirseniz bu sizin için daha
hayırlıdır ve günahlarınızın birçoğunun bağışlanmasına
sebep olur. Bilin ki, Allah, her ne yaparsanız hepsinden
haberdardır.
272- Onları yola getirmek senin boynuna borç değildir,
ancak Allah dilediğini yola getirir. Yaptığınız her iyilik sırf
kendiniz içindir. Siz yalnızca Allah rızasını gözetmenin
dışında infak etmezsiniz. İyilik cinsinden ne infak ederseniz o
size aynen ödenir. Size hiçbir şekilde haksızlık yapılmaz.
273- Sadakalarınızı, kendilerini Allah yoluna adamış olan
fakirlere veriniz. Onlar yeryüzünde gezip dolaşmaya güç
yetiremezler. Utangaç olduklarından dolayı, bilmeyenler,
onları zengin sanırlar. Oysa sen onları yüzlerinden tanırsın.
Yüzsüzlük yapıp kimseden birşey de isteyemezler. Ne türden
bir iyilik yaparsanız, şüphe yok ki, Allah onu bilir.
274- Mallarını gece ve gündüz, gizlice ve açıkça infak
edenler yok mu, işte onların Rableri katında ecir ve
mükafatları vardır. Ve onlara herhangi bir korku yoktur, onlar
hiçbir zaman mahzun da olmazlar.
275- Riba (faiz) yiyen kimseler, şeytan çarpan kimse nasıl
kalkarsa ancak öyle kalkarlar. Bu ceza onlara, "alışveriş de
faiz gibidir" demeleri yüzündendir. Oysa Allah, alışverişi
helal, faizi de haram kılmıştır. Bundan böyle her kim,
Rabbinden kendisine gelen bir öğüt üzerine faizciliğe son
verirse, geçmişte olanlar kendisine ve hakkındaki hüküm de
Allah'a kalmıştır. Her kim de yeniden faize dönerse işte onlar
cehennem ehlidirler ve orada süresiz kalacaklardır.
276- Allah faizi mahveder, oysa sadakaları
bereketlendirir. Allah günahta ve inkârda direnen hiç kimseyi
sevmez.
277- İman edip iyi işler yapan, namazı dosdoğru kılıp
zekatı verenlerin Rabbleri katında elbette mükafatları vardır.
Onlara hiçbir korku olmadığı gibi, onlar mahzun da olmazlar.
278- Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve artık faizin
peşini bırakın, eğer gerçekten müminler iseniz.
279- Eğer böyle yapmazsanız, o zaman Allah ve Resulü
tarafından size savaş açılmış olduğunu bilin. Eğer tevbe
ederseniz, sermayeleriniz sizindir. Haksızlık etmezsiniz,
haksızlığa da uğramazsınız.
280- Eğer borçlu darlık içindeyse, ona ödeme kolaylığına
kadar bir süre tanıyın. Ve bu gibi borçlulara alacağınızı
bağışlayıp sadaka etmeniz eğer bilirseniz sizin için, daha
hayırlıdır.
281- Öyle bir günden korkunuz ki, o gün Allah'a
döndürüleceksiniz. Sonra da herkese kazancı tamamıyla
ödenecek ve hiç kimse haksızlığa uğramayacaktır.
282- Ey iman edenler! Belli bir vade ile karşılıklı borç alış
verişinde bulunduğunuz vakit onu yazın. Hem aranızda
doğruluğuyla tanınmış yazı bilen biri yazsın. Yazı bilen biri,
Allah'ın, kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın da
yazsın. Bir de hak kendi üzerinde olan adam söyleyip
yazdırsın ve herbiri yazarken Rabbi olan Allah'dan korksun
da haktan birşey eksiltmesin. Şayet borçlu bir bunak veya
küçük bir çocuk veya söyleyip yazdıramıyacak durumda biri
ise velisi doğrusunu söyleyip yazdırsın. Erkeklerinizden
hazırda olan iki kişiyi şahit de yapın. Şayet iki tane erkek
hazırda yoksa, o zaman doğruluğuna güvendiğiniz
şahitlerden bir erkekle iki kadın ki, birisi unutunca, öbürü
hatırlatsın, şahitler de çağırıldıklarında kaçınmasınlar; siz
yazanlar da az olmuş, çok olmuş, onu vadesine kadar
yazmaktan usanmayın. Bu, Allah katında adalete daha
uygun olduğu gibi; hem şahitlik için daha sağlam, hem
şüpheye düşmemeniz için daha elverişlidir. Meğer ki,
aranızda hemen devredeceğiniz bir ticaret olsun, o zaman
bunu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Alım satım
yaptığınız vakit de yine şahit tutun. Ayrıca ne yazan, ne de
şahitlik eden bir zarar görmesin. Eğer onlara zarar
verirseniz, o işte mutlaka size dokunacak bir günah olur.
Üstelik Allah'dan korkun. Allah size ayrıntılarıyla öğretiyor ve
Allah her şeyi bilir.
283- Şayet siz sefer üzere olur bir kâtip de bulamazsanız,
o vakit alınmış bir rehin belge yerine geçer. Yok eğer
birbirinize güveniyorsanız kendisine güvenilen adam Rabbi
olan Allah'dan korksun da üzerindeki emaneti ödesin. Bir de
şahitliğinizi inkâr edip gizlemeyin, onu kim inkâr ederse
mutlaka onun kalbi vebal içindedir. Her ne yaparsanız Allah
onu bilir.
284- Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Siz
içinizdekileri açığa vursanız da gizli tutsanız da Allah onunla
sizi hesaba çeker. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğine de
azab eder. Allah her şeye kadirdir.
285- Peygamber, Rabbi'nden kendisine ne indirildiyse
ona iman etti. Müminlerin de hepsi Allah'a, meleklerine,
kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler. "Biz Allah'ın
peygamberleri arasında ayırım yapmayız, duyduk ve itaat
ettik. Ey Rabbimiz, bağışlamanı dileriz, dönüş ancak
sanadır." dediler.
286- Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka yük
yüklemez. Herkesin kazandığı hayır kendisine, yaptığı
kötülüğün zararı yine kendisinedir. Ey Rabbimiz, eğer
unuttuk ya da yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme! Ey
Rabbimiz, bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük
yükleme! Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmeyeceği yükü
de yükleme! Bağışla bizi, mağfiret et bizi, rahmet et bize!
Sensin bizim Mevlamız, kâfir kavimlere karşı yardım et bize.
Dostları ilə paylaş: |