ON YEDİNCİ BÖLÜM
21 Mayıs sabahı, Albert’in Monte Cristo Kontu’nu davet ettiği Helder Sokağı’ndaki evde büyük
hazırlıklar yapılmaktaydı.
Albert de Morcerf’in evi büyük bir avlunun köşesinde, hizmetkârlar için ayrılmış binanın
karşısındaydı. Avlu ile bahçe arasındaysa, son derece özgün mimarisiyle Kont ile Kontes Morcerf’in evi
bulunmaktaydı. Albert evin tek çocuğu olmanın rahatlığı içinde yaşıyordu. Bir yandan annesinin yanı
başında olmak hoşuna gidiyor, öte yandan kendine ait bir evde yaşamanın tadını çıkarıyordu.
Saat on buçuğu yeni vurmuştu ki kapı açıldı ve hizmetkârlardan biri içeri girdi:
“Ekselansları Monte Cristo Kontu geldiler efendim.”
Kont, son derece sade ama bir o kadar da kusursuz giyimiyle kapıda göründü.
“Dakiklik krallara yaraşır bir sıfattır,” dedi Kont, Albert’in elini sıkarken. “Ancak bütün iyi niyetlerine
karşın gezginler bazen dakik olmayı başaramazlar. Umarım geç kaldığım bir iki saniye için beni
affedersiniz.”
“Ben de tam şu anda arkadaşlarıma sizden söz etmekteydim. Dostlarım Chateau-Renaud Kontu; İçişleri
Sekreteri Bay Lucien Debray; zorlu bir gazeteci ve hükümetin korkulu rüyası Bay Beauchamp; Sipahi
gemisinin kaptanı Maximilian Morrel.”
Bu son adı işittiğinde, o ana kadar İngilizlere özgü soğukluğunu koruyan Kont’un yüzü, elinde olmadan
kızardı.
“Üzerinizde fatihlerin üniforması var bayım,” dedi Kont. “Bundan dolayı gurur duyuyor olmalısınız.”
O sırada kimse Kont’un sesindeki titremeyi ya da her zaman son derece soğuk ve ifadesiz bakan
gözlerinin isteği dışında parladığını fark etmemişti.
“Bu üniformanın altında ordunun en cesur ve soylu yüreklerinden biri atmaktadır,” dedi Albert. “Bay
Morrel’in, tıpkı sizin yaptığınız gibi, Chateau-Renaud’nun yaşamını kurtarmış olduğunu öğrendim. Ben de
dostlarımıza Roma’da başıma gelenleri anlatıyordum. İsterseniz içeri geçelim, kahvaltı hazır.”
Sessizce yemek odasına geçtiler. Kontun fazla bir şey yemediğini gören Albert, sürekli yolculuk eden
birinin Paris yemeklerini biraz yadırgayacağından korktuğunu söyledi.
“Beni daha iyi tanımış olsanız,” dedi Kont, “yemek konusunun benim için hiç de sorun olmadığını
bilirdiniz. Önüme konan her şeyi yerim, çok az miktarda olmak koşuluyla. Bugünse iştahımın biraz kabarık
olduğunu itiraf etmeliyim, dün sabahtan beri hiçbir şey yemedim de…”
“Yirmi dört saattir hiçbir şey yemediniz mi?” dedi konuklardan biri şaşkınlıkla.
“İşlerim çok yoğundu, kaybedecek vaktim yoktu.”
“O halde arabanızda bir şeyler yemiş olmalısınız…”
“Hayır, sıkıldığım ve kendimi eğlendirecek gücü bulamadığım, ya da aç olduğum ve yemek istemediğim
zamanlarda yaptığım gibi, uyudum.”
“Canınız istediğinde uyuyabiliyor musunuz?”
“Genellikle. Çok iyi bir hapım var.”
“Bu ilacı her zaman yanınızda taşıyor olmalısınız,” dedi gazeteci olan Beauchamp.
“Evet, her zaman,” dedi Kont.
“Bu haplardan birini görebilir miyim acaba?”
“Elbette,” dedi Kont; ortasında bezelye büyüklüğünde bir zümrüt bulunan altın kaplamalı ilaç
kutusundan bir hap çıkartarak. Hap elden ele dolaşıyordu, ama herkes ilaçtan çok kutuyla ilgilenmişti.
“Bu hayatımda gördüğüm en büyük taş,” dedi Chateau-Renaud.
“Bunun gibi üç tane daha vardı bende,” dedi Kont. “Birini majestelerine vermiştim, diğerini de yüce
Papa’ya… Üçüncüsünü de kendime sakladım. Kutuya yerleşmesi için oydurmak zorunda kaldım; bu da
değerini epey azalttı, ama kullanıma daha uygun bir hale getirdi.”
Herkes şaşkınlık içinde Kont’u dinliyordu. Öylesine sade bir anlatımla konuşuyordu ki, yalan
söylemesi olanaksızdı.
“Majesteleri ile Papa size zümrütlere karşılık ne verdiler?” diye sordu Debray.
“Majesteleri bana bir kadının özgürlüğünü bahşetti, yüce Papa da bir adamın yaşamını…”
“Sizi dinlemekten ne kadar keyif aldığımı anlatamam sayın Kont,” dedi Albert. “Arkadaşlarıma sizin
efsanevî kişiliğinizden söz ediyordum, ama Parisliler o kadar kuşkucudurlar ki, bu tür şeylere günlük
yaşamlarının bir parçası olmadıkça inanmazlar. Hatta benim Roma’daki kaçırılışıma bile inanmıyorlar.
Lütfen Kontum, Vampa’dan biraz söz eder misiniz?”
“Vampa denen bu ünlü hırsızı on yıldır tanırım,” diye söze başladı Kont. “Henüz çok genç olduğu ve
hâlâ çobanlık ettiği günlerde, bana yolu göstermesine karşılık olarak kendisine bir altın vermiştim. O da
bunun altında kalmamak için bana, kendisinin yaptığı ve hâlâ sakladığım bir hançer vermişti. Daha sonra,
bu olayı unuttuğundan ya da beni tanımadığından olsa gerek, beni kaçırmaya çalıştı. Ancak ben, on iki
adamıyla birlikte onu tutsak etmeyi başardım. Onları Roma adaletine teslim edebilirdim, ama bunu
yapmadım. Vampa’yı adamlarıyla birlikte serbest bıraktım.”
“Bir daha günah işlememesi koşuluyla! Sözlerini tutmuşa benzemiyorlar!” dedi gazeteci gülerek.
“Hayır Bay Beauchamp, sadece bana ve dostlarıma dokunmamaları koşuluyla,” dedi Kont. “Ayrıca,”
diye devam etti, “dostumuz Albert’i kurtarırken başka planlarım vardı. Bay Morcerf beni Paris çevresine
tanıtacağına söz vermişti, öyle değil mi Bay Morcerf?”
“Kesinlikle,” dedi Albert. “Ancak korkarım, dağlara, düşsel manzaralara alışkın biri olarak Paris’te
biraz hayal kırıklığına uğrayacaksınız. Ayrıca tanıştırılmak için ne bana ne da başka bir kimseye
ihtiyacınız var; adınız, ününüz ve zekânız sayesinde her çevrede kabul göreceğinize kuşkum yok. Size
ancak bir konuda yardımım dokunabilir: iyi bir ev bulma konusunda. Size benimle birlikte kalmanızı
öneremeyeceğim, çünkü yakında bu evde benden başka biri daha olacak….”
“Ah, beyimiz aile erkeği oluyor!” dedi Kont. “Sizi kutlamama izin verin.”
“Henüz ortada kesin bir şey yok, ama yakında size müstahbel eşim Eugenie Danglars’ı tanıştırmaktan
zevk duyacağım Kontum,” dedi Albert.
“Eugenie Danglars!” dedi Kont dikkatsizlikle. “Baron Danglars’ın kızı mı?”
“Evet, Bay Danglars’ı tanır mısınız?”
“Kişisel olarak değil,” dedi Kont. “Ama sanırım yakında tanışacağız, çünkü Roma’daki
Thompson&French şirketi aracılığıyla bankasında kendime kredi açtırdım.”
Bu son sözleri söylerken Kont Maximilian’a baktı. Thompson&French’in adını işiten Maximilian çok
şaşırmıştı.
“Thompson&French mi dediniz? O bankayı tanır mısınız?”
“Evet, Roma’daki bankacılarımdır. Bir sorun mu var?”
“Yıllar önce bu bankacılar bize büyük bir iyilik etmiş, sonradan da bunu inkâr etmişlerdi. Bütün
araştırmalarımıza karşın bunun nedenini öğrenemedik. Belki bize bu konuda yardımcı olabilirsiniz.”
“Elimden geleni yapacağım,” dedi Kont.
“Bay Danglars’dan söz ederken konuyu dağıttık,” dedi Maximilian. “Kont için uygun bir ev bulmaktan
söz ediyorduk.”
“Bu konuda başınızı ağrıtmanız gerekmez beyler,” dedi Kont. “Benim kalacak bir yerim var zaten.”
“Umarım otelde kalmayı düşünmüyorsunuz Kontum,” dedi Albert.
“Hayır, açıkçası Paris’te bir ev almaya karar verdim ve gelmeden önce hizmetkârlarımdan birini bu iş
için buraya gönderdim. Kendisi benim nasıl bir şey istediğimi gayet iyi bildiğinden, şu an her şey hazır
durumda. Bu sabah kendisiyle buluştuğumda bana yeni evimin adresini verdi: Champs-Elysees, otuz
numara.”
Genç konuklar şaşkınlık içinde bakıştılar. Kont öylesine sade bir ifadeyle konuşuyordu ki, söyledikleri
ne kadar sıradışı da olsa ona inanmamak elde değildi. Üstelik yalan söylemek için hiçbir nedeni de yoktu.
“O halde ihtiyaç duyduğunuz her şey hazır,” dedi Chateau-Renaud. “Champs Elysees’te bir ev,
hizmetkârlar…”
Kahvaltı bitmiş, konuklar tatlılarını yemeye başlamışlardı.
“Sevgili Albert, saat on iki buçuk olmuş,” dedi Derbay ayağa kalkarak. “Konuğun çok hoş ama artık
işime dönmem gerekiyor. Geliyor musun Morrel?”
“Konta kartımı verir vermez geliyorum,” dedi Maximilian. “Kız kardeşimle eşinin evinde bizi ziyaret
edersiniz değil mi Kont?”
“Zevk duyarım Bay Morrel,” dedi Kont.
Maximilian ile Chateau-Renaud, Kont’u Albert’le yalnız bırakarak çıktılar.
|