ON DOKUZUNCU BÖLÜM
Ertesi akşam Kont sözleştikleri gibi Baron Danglars’ın evine gitti. Uşak, Kont’u baronun çalışma
odasına götürdü.
“Monte Cristo Kontu’yla tanışma şerefine mi eriyorum?” dedi Danglars.
“Evet, herhalde ben de Onur Madalyası sahibi ve Savcılar Odası üyesi Baron Danglars’la
tanışıyorum,” dedi Kont. Danglars’ın kartvizitinde yazan bütün unvanları sıralamıştı. Patavatsızlığı
yüzünden utanan Danglars’ın yüzü kızardı.
“Kontum,” diye başladı söze Danglars, “Thompson &French’ten adınıza yazılmış bir tavsiye mektubu
aldım; ancak mektubun içeriğini pek anlayamadım. Mektupta Monte Cristo Kontu için bankamda sınırsız
bir kredi hesabı açmam söyleniyor…”
“Evet Baron, bunda anlaşılmayacak ne var?”
“Sadece sınırsız sözcüğü sayın Kont,” dedi Danglars. “Biliyorsunuz para meseleleri söz konusu
olduğunda bu sözcük çok belirsiz olabilir. Belirsizliğin olduğu yerde kuşku vardır ve bilgelerin dediği
gibi, kuşku tehlike getirir.”
“Başka bir deyişle,” dedi Kont, “Thompson&French şirketinin sermayesi sınırsız kredi açmayı göze
alacak kadar yüksekken, Bay Danglars’ın sınırları vardır, öyle mi?”
“Bugüne kadar kimse benim sermayemden kuşku duymamıştır,” dedi Danglars gururla.
“Sanırım ben ilk olacağım.”
“O halde bayım, benden istediğiniz kredinin miktarını tam olarak öğrenmek isteyeceğim,” dedi
Danglars biraz düşündükten sonra.
“İyi ama zaten sınırsız kredi istememin nedeni ne kadar paraya ihtiyaç duyacağımı bilmemem,” dedi
Kont.
“Bayım, bankam konusunda istediğiniz yerden bilgi alabilirsiniz. Göreceksiniz; istediğiniz miktar ne
kadar yüksek olursa olsun, hatta bir milyon frank bile olsa, bankam bunu karşılayacaktır.”
“Ne dediniz?”
“Bir milyon frank dedim,” diye yineledi Danglars ahmakça.
“Bir milyon franka neden ihtiyacım olsun ki? Ben o kadar parayı cüzdanımda taşıyorum zaten,” dedi
Kont ve cüzdanından beş yüz binlik iki banka faturası çıkardı.
Bu sefer Kont Danglars’ı fena yakalamıştı. şaşkına dönen bankacı ne diyeceğini bilemeden Kont’a
bakıyordu.
“Kuşkularınızın olacağını biliyordum Bay Danglars, o yüzden hazırlıklı geldim. Viyana ile Londra’daki
bankalardan benimle çalışmaya hazır olduklarını bildiren mektuplar aldım. Eğer tereddütleriniz varsa sizi
hemen dertten kurtarır ve bu bankalardan birine başvurabilirim.”
Danglars Kont’un uzattığı mektupları alıp okudu; imzaların gerçek olup olmadığını titizlikle Kontrol etti
ve kararını verdi.
“Burada her biri milyonlara bedel üç imza bulunuyor,” dedi. “Beni bağışlayın Kont, kuşkularım
dağılmış bile olsa şaşırmaktan kendimi alamıyorum.”
“Ancak sizinki gibi bir bankaya sahip bir adamın kolay kolay şaşırmaması gerekir,” dedi Kont
yapmacık bir nezaketle. “Artık birbirimizi anladığımıza göre Bay Danglars, ilk yıl için bir kredi miktarı
belirlesek nasıl olur? Örneğin, altı milyona ne dersiniz?”
“Nasıl isterseniz Kontum,” dedi Danglars.
“Başlangıç olarak yarın bana beş yüz bin frank gönderir misiniz? Öğlene kadar evde olacağım, ama
çıkarsam faturayı uşağıma bırakırım.”
“Paranız yarın sabah onda elinizde olacak Kontum.”
Kont ayağa kalktı.
“İzin verirseniz,” dedi Danglars, “sizi karımla tanıştırmak isterim. Sizin gibi müşteriler aileden
sayılır.”
Kont, Danglars’ın önerisini kabul ettiğini göstermek için eğildi. Bankacı bir zile basıp uşağı çağırdı.
“Bayan Danglars evde mi?”
“Evet efendim,” dedi uşak.
“Yalnız mı?”
“Hayır efendim, Bay Debray’la birlikte.”
“Bay Debray eski bir dostumuzdur,” dedi Danglars Kont’a dönerek. “Kendisi İçişleri Bakanı’nın özel
sekreteridir.”
“Lucien Debray’la tanışma şerefine daha önce ermiş bulunuyorum,” dedi Kont.
“Öyle mi? Nerede?”
“Bay Morcerf’in evinde.”
“Ah, elbette,” dedi Danglars.
Uşak tekrar geldi ve baronesin ziyareti kabul ettiğini bildirdi.
“Size yolu göstereyim,” dedi Danglars eğilerek.
“Sizi izliyorum,” dedi Kont.
Daha sonra Kont, arkadaşları Albert Morcerf, Maximilian Morrel ve Lucien Debray aracılığıyla,
Danglars’ın servetinin büyük kısmını hisseler konusundaki spekülasyonlar sayesinde kazandığını öğrendi.
Albert ve Maximilian, Debray gibi etkili bir adamın sözleriyle hisselerin bir anda nasıl yükseleceği ve
Danglars’ın bir günde ne kadar çok para kazanabileceği konusunda şakalaştılar. Kont, bu konu açıldığında
Lucien’in rahatsız olup odadan çıktığını fark etti.
Ancak Kont’un dostları genç arkadaşlarından ibaret değildi. Paris’e gelişini izleyen birkaç gün içinde
kibar çevrenin aranan simalarından biri olup çıkmıştı. Barones Danglars ile Bayan Villefort’u da
etkilemeyi başarmış, salonların en çok konuşulan adamı olmuştu.
Paris’e gelişinden bir hafta sonra Kont, Maximilian Morrel’in davetini kabul ederek kızkardeşi
Julie’nin evinde onları ziyaret etti. Kapıyı açan Cocles, Kont’a yolu gösterdi.
“Monte Cristo Kontu!” dedi Maximilian sevinçle, Kont’u görünce. “Gelin sizi kardeşim ile eşine
takdim edeyim.”
Julie ile Emmanuel salonda Kont’u bekliyorlardı. Kont içeri girer girmez evde esen huzur dolu havayı
sezdi. Bir an hiçbir şey söylemeden öylece kaldı. Herkes Kont’un bir şeyler söylemesini bekliyordu.
“Kusuruma bakmayın hanımefendi,” dedi Kont sonunda. “Eminim siz burada fark ettiğim huzura ve
mutluluğa alışkınsınızdır; ama ben sizin gibi insanlara pek sık rastlamıyorum. Mutluluğunuz yüzlerinizden
okunuyor.”
“Gerçekten çok mutluyuz sayın Kont,” dedi Julie. “Ancak, mutluluğu için bizim kadar ağır bedeller
ödeyen pek az insan vardır.”
Kont merakla Julie’nin devam etmesini bekliyordu.
“Bu bir aile öyküsü Kontum,” dedi Maximilian. “Zamanında çok büyük acılar çektik.”
“Tanrı size yardım elini uzattı mı peki?” diye sordu Kont.
“Evet, Kontum, kesinlikle,” diye karşılık verdi Julie. “Tanrı bize sadece ermişlerine layık gördüğü bir
şey yaptı: Bize meleklerinden birini gönderdi.”
Kont duygularının kendisini ele vereceğinden korkarak ayağa kalkıp yürümeye başladı.
“Yorumumuz sizi güldürmüş olmalı,” dedi Maximilian.
“Hiç de değil,” dedi Kont bir elini hızla çarpan kalbine bastırarak. “Sadece, içinde bir elmas ile bir
mektubun bulunduğu şu ipek çantanın neden burada durduğunu merak ettim,” dedi cam bir kutunun içinde
duran kırmızı ipek çantayı göstererek.
“O elmas ailemizin en değerli hazinesidir sayın Kont,” dedi Maximilian. “Bir taş olarak taşıdığı
değerden söz etmiyorum. O çanta bize kardeşimin sözünü ettiği melek tarafından bırakılmıştı. Bir gün
çantayı bırakan kimsenin buraya gelmesi ve duygulanarak kendini ele vermesi için onu ortada bıraktık.”
“Gerçekten mi?” dedi Kont titreyen bir sesle.
“Bu mektup,” diye devam etti Maximilian, “babamın kendisini öldürmek üzere olduğu bir günde o kişi
tarafından yazılmıştı. Elmasda, kendisini Thompson&French’in temsilcisi olarak tanıtan bir İngiliz
tarafından verilmişti.”
“İngiliz mi dediniz?” dedi Kont. Julie’yle her göz göze gelişlerinde kendini giderek daha da rahatsız
hissetmeye başlamıştı.
“Evet,” dedi Maximilian. “Ancak babam onun İngiliz olmadığı konusunda ısrarlıydı. Babam bu olaya
mucize gözüyle bakıyordu. Kendisinin çok sevdiği eski bir dostunun mezarından gelip elması bıraktığına
inanıyordu. Ölüm döşeğindeyken son sözleri de bu oldu: ‘O adam Edmond Dantes’ydi oğlum!’”
Bu sözleri işiten Kont’un zaten sararmakta olan yüzü bembeyaz kesildi. Birkaç saniye konuşamadan
öylece kaldı. Sonra saatine bakıp sanki acelesi varmış gibi yaparak evsahiplerinden izin istedi, şapkasını
alıp koşarcasına çıktı.
“Kont çok ilginç bir adam,” dedi Emmanuel.
“Buna kuşku yok,” diye karşılık verdi Maximilian. “Ama bizi sevdiği her halinden belli.”
“Bana soracak olursanız insanın yüreğine işleyen bir sesi var. Konuşurken bir iki kez bu sesi daha önce
işitmişim gibi geldi bana.”
|