tek bir yanıt verebilirim: Baban yüzünden kendi babası açlığa ve çaresizliğe itilmiş bir adamı, annen için yapmak istediği bu
son şeyden mahrum etmekle ona karşı büyük bir acımasızlık etmiş olursun.
Albert sessizce annesinin kararını bekliyordu.
“Kabul ediyorum,” dedi Mercedes. Mektubu kalbine bastırarak oğlunun koluna girdi ve birlikte
arabaya bindiler.
Bu arada Monte Cristo Kontu da Morrel ve Emmanuel’le birlikte şehre dönmüş,
düşünceli bir halde
evinde oturuyordu. Ansızın kapı açıldı.
“Bay Morcerf geldi,” dedi uşak.
“Kendisini salona al,” dedi Kont.
Monte Cristo Kontu salona girdiğinde generali sinirli bir halde odada yürürken buldu.
“Gerçekten de sizsiniz Bay Morcerf,” dedi Kont.
“Evet, benim,” dedi Morcerf.
“Bu saatte beni ziyaret etmenizi neye borçluyum acaba?”
“Bu sabah oğlumla bir görüşmenizin olduğunu, oğlumun sizi öldürmek için
son derece geçerli bir
nedeninin olduğunu biliyorum.”
“Evet vardı, ama gördüğünüz gibi beni öldürmedi, hatta benimle dövüşmedi bile.”
“Eminim ona bir açıklama yapmış ya da özür dilemişsinizdir.”
“Hiçbir açıklama yapmadım, özür dileyen de kendisiydi. Herhalde asıl suçlunun başkası olduğuna ikna
oldu.”
“Asıl suçlu kimmiş?”
“Babası!”
General sinirli bir biçimde gülümseyerek, “Bundan sonra sizi düşmanım olarak kabul ettiğimi bilmenizi
isterim. Sizi gördüğüm ilk günden beri içimde size karşı
bir nefret var, sanki sizi her zaman tanımış,
sizden her zaman nefret etmişim gibi hissediyorum. Yeni kuşağın gençleri dövüşmeyi bilmediklerine göre
bu iş bize kaldı bayım, ne dersiniz?” dedi.
“Ben her zaman hazırım,” diye karşılık verdi Kont.
“İkimizden biri düşene kadar dövüşeceğiz.”
“Birimiz düşene kadar!” dedi Kont yavaşça başını sallayarak.
“Tanığa da ihtiyacımız yok.”
“Bence de yok , nasıl olsa biribirimizi yakından tanıyoruz.”
“Hayır bayım, hayır,” dedi general. “Siz beni tanıyorsunuz, ama ben sizi tanımıyorum, altınlar içinde
yüzen sayın serüvenci… Paris’te Monte Cristo Kontu adını kullanıyorsunuz, İtalya’da Denizci Sinbad,
Malta’da kim bilir hangi adla tanınıyordunuz… Artık gerçek adınızı bilmek istiyorum, kılıcımı göğsünüze
sapladığımda zaferimi kutlamak için…”
Monte Cristo Kontu’nun yüzü sapsarı kesilmişti; gözleri alev alev parlıyordu.
Yandaki odaya giderek
üzerindekileri çıkarmaya başladı. Sonra da küçük bir denizci gömleği giyerek başına, altından uzun siyah
saçlarının döküldüğü denizci şapkasını taktı.
Giyindikten sonra salona dönen Kont, kollarını kavuşturup generalin karşısında durdu. Onu bu kılıkta
gören generalin dizlerinin bağı çözüldü, destek almak için duvara yaslandı. Sonra eli kapıyı buldu, yüzü
hâlâ Kont’a dönük bir halde kapıdan çıkarken kulak tırmalayıcı bir sesle bağırdı: “Edmond Dantes!”
Çılgın gibi kendini bahçeye atıp uşağının koluna sarıldı: “Eve götür beni! Çabuk!” diye kekeledi.