“Doğru, bilmiyorsun. O halde sana anlatayım. Tutuklanmıştım, çünkü düğünümün yapılacağı gece
Danglars adında bir adam bu mektubu yazmış, Fernand adında bir başkası da onu postalamıştı.”
Çalışma masasının çekmecelerinden birini açan Kont çıkardığı mektubu Mercedes’e uzattı; Danglars’ın
savcılığa yazdığı mektuptu bu. Mercedes şaşkınlık içinde mektubu okudu:
Savcılığın bilgisine,
Bugün Marsilya’ya ulaşan Firavun adlı gemide çalışan Edmond Dantes adındaki denizci, Bonaparte’tan, Paris’teki
taraftarlarına yazdığı bir mektup almıştır. Mektup suçlunun üzerinde, babasının evinde ya da gemideki odasında bulunabilir.
“Aman Tanrım!” diye bağırdı
Mercedes.
“Bu mektubu almak için iki yüz bin frank verdim. Ama senin gözünde beni akladığına göre hiç pahalı
sayılmaz.”
“Bu mektup sonucunda ne oldu?”
“Bildiğin gibi, tutuklandım. Ama bilmediğin, d’İf
şato’sunun zindanlarında on dört yıl boyunca yatmak zorunda olduğum. Bu on dört yılın her
gününde ilk gün ettiğim intikam yemini daha da güçlendi. Üstelik senin Fernand’la evlenmiş
olduğundan ve babamın açlıktan öldüğünden
haberim yoktu.”
“Tanrım,” dedi Mercedes. “Bütün bunları
yapanın Fernand olduğuna emin misin?”
“Bu konuda yemin edebilirim. Ayrıca, Fransız askeriyken
İngilizlerin tarafına geçen,
İspanya’da doğmuş
olmasına karşın
İspanyollara karşı
savaşan, Ali’nin hizmetinde çalışırken ona ihanet edip onu öldüren bir adam için bu mektup nedir ki? Fransızlar kendilerine ihanet eden bu adamı
cezalandırmadılar,
İspanyollar onu vurmadılar, Ali de gömülü olduğu mezarında bu adamın cezalandırılmadan kalmasına izin verdi.
Ama ben,
oyuna getirilip bir tabuta hapsedilmek istenen ben, Tanrı’nın isteğiyle mezarımdan çıkıp bu adamı
cezalandırmaya geldim. Tanrı
beni bu görev
için gönderdi, ben de onu yerine getireceğim.”
“O halde intikamını
al Edmond, ama oğlumdan değil! Benden, Fernand’dan, gerçek suçlulardan al!”
“Benden ne istiyorsun, oğlunun yaşamını
mı? O halde onu sana bağışlayacağım. Artık ölülerin mezarlarına dönme vakti geldi!”
“Ne diyorsun Edmond?”
“Benden istediğiniz gibi, öleceğim hanımefendi.”
“Bunu isteyen kim? Oğlumu affettiğine göre düello yapılmayacak.”
“Yapılacak, ama ölen ben olacağım,” dedi Kont sakin bir sesle.
Mercedes az kalsın Kont’un boynuna atlayacaktı; ama sonra kendini tuttu.
“Edmond,” dedi, “biliyorum ki yukarda Tanrı
var, çünkü sen hâlâ yaşıyorsun. Bana yardım etmesi için Tanrı’ya
dua edeceğim, bu arada sen
de bana verdiğin sözü tutacaksın, öyle değil mi?”
“Evet,” dedi Kont. “Oğlun yaşayacak.”
“Elveda Edmond, Tanrı’dan başka ne isteyebilirim ki? Seni gördüm, eskisi gibi soylu bir yüreğin var. Elveda. Her
şey için teşekkürler.”
Kont bir
şey söylemedi. Mercedes kapıyı
açıp Kont’u derin düşünceleriyle başbaşa bırakarak çıktı.
Saat altıyı
vurduğunda Kont kendini biraz toparlamış, ölüme hazırlanmıştı. Morrel ile Emmanuel geldiklerinde onu her zamanki sakinliği
içinde buldular. Alana ulaştıklarında Franz ile Debray oradaydı. On dakika sonra da uşağıyla birlikte Albert göründü. Gözleri kıpkırmızıydı, bütün
gece uyumadığı
belli oluyordu.
“Bay Morrel,” dedi Chateau-Renaud, “Kont’a Bay Morcerf’in geldiğini haber verebilirsiniz.”
“Bir dakika beyler,”
dedi Albert, “Kont’la birkaç dakika konuşmam gerek.”
“Özel olarak mı?” diye sordu Morrel.
“Hayır, herkesin yanında.”
Franz ile Debray fısıldaşmaya başladılar. Bu olaya sevinen Morrel hemen Emmanuel’le küçük bir yürüyüş
yapmakta olan Kont’un yanına
gitti.
“Ne istiyormuş?” diye sordu Kont, Morrel’e.
“Sadece konuşmak istiyor.”
“Umarım yine aşağılayıcı
sözleriyle beni sinirlendirmek niyetinde değildir.
“Sanmıyorum,” dedi Morrel.
Kont, Maximilan ile Emmanuel’le birlikte Albert’e yaklaştı.
“Sizi dinliyorum bayım,” dedi.
“Bay Morcerf’in Makedonya’da yaptıklarını
ortaya çıkardığınız için size kızmıştım,” dedi Albert titreyen bir sesle. “Ne kadar suçlu olursa
olsun kendisini cezalandırmanın size düşmediğini düşünüyordum. Ancak bugün her
şeyi anlamış
bulunmaktayım. Sizi bağışlamama neden olan
şey Fernand Mondego’nun Ali Paşa’ya
gerçekten ihanet etmiş
olması
değil, balıkçı
Fernand’ın size çektirmiş
olduğu acılardır. Bu yüzden
herkesin önünde, babamdan intikam almakta haklı
olduğunuzu kabul ediyor, daha fazlasını
yapmadığınız için size teşekkür ediyorum.”
Tanıklar
şaşkınlık içinde birbirlerine bakıyorlardı. Kont gözlerini yavaşça göğe doğru kaldırıp Tanrı’ya
şükretti. Albert gibi gururlu bir adamı
böylesine alçakgönüllü bir davranışa itebilecek tek kişinin Mercedes olduğunu biliyordu.
“Bu sözlerimi özür olarak kabul ediyorsanız,” diye sürdürdü Albert, “bana elinizi verin. Hatalarını
kabul eden kimseler, hiç hata
etmeyen o ender insanlarla, ki bence siz onlardan birisiniz, aynı düzeyde
sayılırlar. Ben insanların gözünde iyi bir davranışta bulundum, ama siz Tanrı katında bir erdeme
sahipsiniz..”
Monte Cristo Kontu yaşarmış gözleriyle Albert’e yaklaşıp elini uzattı. Kont’un elini saygıyla sıkan
Albert: “Beyler! Bay Monte Cristo Kontu beni bağışladı! Umarım vicdanımın sesine kulak verdiğim için
bana korkak sıfatını yakıştırmazlar,” dedi.