Monte Cristo Kontu (epsilon)



Yüklə 0,64 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə41/44
tarix02.01.2022
ölçüsü0,64 Mb.
#37205
1   ...   36   37   38   39   40   41   42   43   44
3913-Monte Cristo Kontu-Alexandre Dumas-Elchin Gen-2002-133s

OTUZ YEDİNCİ BÖLÜM
Ertesi gün Kont Maximilian’ı almak için kız kardeşinin evine gitti.
“Hazırım,” dedi Maximilian. “Hoşça kal Julie, hoşça kal Emmanuel!”
“Gidelim o halde,” dedi Kont.
“Gitmeden önce Kontum, size geçen gün söyleyemediğim bir şey var…”
“Hanımefendi,”  dedi  Kont,  Julie’nin  ellerini  tutarak,  “bana  söyleyecekleriniz,  şu  an  gözlerinizde
okuduklarımdan  daha  anlamlı  olamaz.  Masallardaki  kurtarıcılar  gibi  size  kendimi  tanıtmadan  ayrılmak
isterdim,  ama  ne  yazık  ki  o  kadar  erdemli  değilim.  şimdi  gidiyorum  ve  beni  unutmamanızı  istiyorum,
büyük olasılıkla bir daha birbirimizi görmeyeceğiz.”
“Sizi bir daha görmemek mi!” diye bağırdı Emmanuel, gözlerinden yaşlar süzülen Julie’ye sarılarak.
“Kardeşime eski mutluluğunu kazandırın,” dedi Julie, Kont’un ellerini tutarak.
“Denizci Sinbad’a hâlâ inanıyor musunuz?” dedi Kont.
“Ah, elbette.”
“O halde huzur içinde kalın.”
Bahçe kapısında onları bekleyen bir araba vardı. Kont’un uşağı Ali, alnından terler süzülerek Kont’a
yaklaştı.
“Yaşlı beyi görmeye gittin mi?” diye sordu Kont.
Ali “evet” anlamında başını salladı.
“Sana söylediğim gibi ona mektubu verdin mi?”
Dilsiz uşak yine başını salladı.
“Beyefendi sana ne dedi, daha doğrusu ne yaptı?”
Uşak efendisinin karşısına geçerek yaşlı adamın yüzündeki ifadeyi yineledi.
“Demek kabul ediyor,” dedi Kont. “O halde gidebiliriz.”
Bir  saat  boyunca  sessizlik  içinde  yolculuk  ettiler,  Morrel  kendi  hayallerine,  Kont  da  düşüncelerine
gömüldü.
“Morrel,” dedi sonunda Kont, “benimle geldiğin için pişman mısın?”
“Hayır, ama Paris’i terk etmek biraz zor. Sanki Valentine’i terk ediyor gibiyim.”
“Maximilian,  yitirdiğimiz  dostlarımız  toprağın  altında  kalmazlar,  her  zaman  kalplerimizde,  bizimle
birliktedirler.  Benim  de  böyle  iki  dostum  var;  biri  beni  dünyaya  getiren  adam,  diğeri  de  zekâmı,
yeteneklerimi keşfetmemi sağlayan adam. Onların ruhları her zaman benimledir. Kuşkuya düştüğümde hep
onlara danışırım, iyi bir şey yapacak olursam bu onların sayesindedir. Sen de yüreğinin sesine kulak ver
Morrel.”
“şu  an  yüreğimin  sesi  çok  hüzünlü  bir  ses,”  dedi  Maximilian.  “Bana  acıdan  başka  hiçbir  şey  vaat
etmiyor.”
Yolculuk  çok  hızlı  geçiyordu.  Geçtikleri  köyler  birer  gölge  gibi  görünüyordu;  sonbahar  rüzgârıyla
sallanan  ağaçlar,  arabalarına  doğru  koşan  devlere  benziyordu.  Ertesi  sabah,  Kont’un  buharlı  teknesinin


beklediği liman kasabasına  vardılar. Vakit yitirmeden  tekneye bindiler, arkalarından  da eşyaları taşındı.
Az  sonra  Marsilya’ya  vardılar.  Limanda  bir  gemi  vardı.  Yolcular  güverteden  sarkmış,  kendilerini  yolcu
etmeye gelen yakınlarına el sallıyorlardı.
“İşte Firavun limana yaklaşırken babamla durup birbirimize sarıldığımız yer,” dedi Maximilian.
Kont gülümsedi. “Ben de şuradaydım,” dedi, sokağın köşesini göstererek. O sırada Kont’un işaret ettiği
yerde,  gemideki  yolculardan  birine  gözyaşları  içinde  elini  sallayan  bir  kadın  durmaktaydı.  Kadının
üzerinde bir pelerin vardı.
“Aman Tanrım!” dedi Morrel. “şu el sallayan denizci giysili adam Albert de Morcerf değil mi?”
“Evet,” dedi Kont. “Ben de gördüm.”
“Nasıl olur? O yöne bakmıyordunuz ki…”
Kont, yanıt vermek istemediği zamanlarda yaptığı gibi gülümsemekle yetindi. Bakışları tekrar pelerinli
kadına  yöneldi;  kadın  sokağın  köşesini  dönüp  yürümeye  başlamıştı.  Sonra  Maximilian’a  dönen  Kont:
“Kasabada yapacak işleriniz var mı?” diye sordu.
“Evet, babamın mezarını ziyaret etmek istiyorum.”
“Güzel, o halde sizinle orada buluşuruz, benim de ziyaret etmem gereken biri var.”
Kont, Maximilian gözden yitene kadar bekledikten sonra, az önce pelerinli kadının saptığı sokağa doğru
yürümeye başladı.
Eskiliğine  karşın,  bir  zamanlar  Dantes’nin  babasının  yaşamakta  olduğu  ev  sevimliliğinden  bir  şey
yitirmemişti. Kont, kapıyı çalma gereği duymadan evin küçük bahçesinin kapısını aralayarak içeri girdi.
Mercedes  elinde  bir  demet  çiçekle,  başını  önüne  eğmiş  ağlıyordu.  Kont  ona  yaklaştı.  Onun  ayak  sesini
işiten Mercedes arkasını döndü.
“Hanımefendi,  artık  sizi  mutlu  edemem,  ama  teselli  olmanıza  yardımcı  olabilirim.  Eski  bir  dostun  bu
teklifini kabul eder misiniz?”
“Çok mutsuz ve yalnız bir kadın olduğum doğru,” dedi Mercedes. “Sahip olduğum tek kişi oğlumdu, o
da beni terk etti.”
“Oğlunuz  doğrusunu  yaptı,”  dedi  Kont.  “Sizinle  kalmış  olsaydı  kimseye  yararı  dokunmayacaktı,  oysa
şimdi yurduna hizmet etmeye gitti. Hem kendisi için, hem de sizin için iyi bir gelecek hazırlamasına izin
vermelisiniz.”
“O kadar büyük acılar yaşadım ki, artık önümde pek de uzun bir geleceğin kalmadığını hissediyorum.
Beni bir zamanlar mutlu bir yaşam sürdüğüm bu yere geri getirmekle bana büyük bir iyilik ettiniz Kont.
İnsan ölümünü, mutluluğu bulduğu yerde beklemeli.”
“Sözleriniz beni bıçak gibi yaralıyor hanımefendi. Benden nefret etmek için her türlü hakka sahipsiniz,
başınıza gelen bütün talihsizliklerin sorumlusu benim. Oysa siz tutup bana teşekkür ediyorsunuz.”
“Senden  nefret  etmek  mi!  Edmond,  dostum!  Nefret  etmem  gereken  biri  varsa  o  da  kendimim!
İnançlıydım,  gençtim,  âşıktım  –bir  insanı  mutlu  edecek  her  şeye  sahiptim;  ama  lanet  olsun  bana  ki
Tanrı’nın iyiliğinden kuşkulandım!”
Monte Cristo sessizce Mercedes’in elini tuttu.
“Hayır dostum, hayır bana dokunma,” dedi Mercedes yavaşça elini çekerek. “Beni bağışladın, oysa en
büyük  suçlu  bendim.  Diğerleri  nefretle,  hasetle  ya  da  bencillikle  suç  işlemişlerdi,  benim  yaptıklarımsa
korkaklığa dayanıyordu.”
“Hayır Mercedes, hayır, kendine haksızlık ediyorsun…”
“Yeter Edmond,” dedi Mercedes. “Daha fazla konuşma. Artık ayrılmamız gerek.”
“Senin için yapabileceğim bir şey yok mu?”


“Tek isteğim, Edmond, oğlumun mutluluğu. Başka hiçbir şeye ihtiyacım yok. Burada iki mezar arasında
yaşamımı sürdüreceğim. Biri, bir zamanlar sevmiş olduğum adamın, Edmond Dantes’nin mezarı; diğeri de
onun haklı olarak öldürdüğü, ama yine de dualarıma ihtiyaç duyan bir adamınki…”
Kont, Mercedes’in derin acısı karşısında başını eğdi.
“Yine  görüşeceğiz,”  dedi  Mercedes.  Titreyen  parmaklarıyla  Kont’un  kendisine  uzattığı  elini  tuttuktan
sonra koşarak merdivenleri çıktı.
Kont,  ağır  adımlarla  evden  çıkıp  Morrel’le  buluşacağı  mezarlığa  doğru  yürüdü.  Büyük  olasılıkla
Mercedes’i bir daha görmeyecekti. Eve son bir kez daha baktıktan sonra yoluna devam etti.
On yıl önce, cebinde milyonlarca frankla Marsilya’ya döndüğünde, babasının mezarını bulmak için çok
uğraşmıştı.  Bay  Morrel,  Dantes’nin  açlıktan  ölen  babası  için  küçük  bir  haç  diktirmişti,  ancak  zamanla
yerinden  düşen  haç,  mezar  bekçileri  tarafından  atılmıştı.  Bay  Morrel  bu  konuda  daha  talihliydi.
Çocuklarının  kolları  arasında  yaşama  veda  etmiş,  kendisinden  iki  yıl  önce  ölmüş  olan  karısının  yanına
gömülmüştü.
Kont mezarlığa vardığında Maximilian’ı, boş gözlerle annesi ile babasının mezarlarına bakarken buldu.
“Maximilian, bakmanız gereken yer toprak değil, yukarısı,” dedi Kont göğü işaret ederek.
“Ölüler her yerdedir,” dedi Morrel, “Paris’i terk ettiğimiz sırada kendiniz söylemiştiniz bunu.”
“Yolculuk  sırasında  bana  Marsilya’da  birkaç  gün  kalmak  istediğinizi  söylemiştiniz,  Maximilian;  bu
isteğiniz hâlâ geçerli mi?”
“Artık hiçbir şey istediğim yok. Ama sanki burada zaman daha kolay geçecek gibi geliyor bana.”
“O halde sizden bir süreliğine ayrılmalıyım. Umarım bana verdiğiniz sözü tutarsınız.”
“Sözümü unutacağıma eminim Kontum, unutacağım.”
“Hayır,  unutmayacaksınız.  Çünkü  siz,  her  şeyden  önce  sözünün  eri  bir  adamsınız  Morrel.
Bekleyeceğinize yemin ettiniz, yemininizi tekrarlamanızı istiyorum.”
Genç adam başını önüne eğdi. Birkaç dakika sessiz kaldıktan sonra elini Kont’a uzatıp, “Tamam, yemin
ediyorum Kont,” dedi.
“O halde 5 Ekim günü Monte Cristo Adası’nda sizi karşılayacağım. 4 Ekim günü Eurus adında bir tekne
limanda sizi bekliyor olacak. Kaptana benim adımı vereceksiniz, o da sizi bana getirecek. Anlaştık mı?”
“Anlaştık. Marsilya’dan ayrılıyor musunuz?”
“Evet, İtalya’da işlerim var.”
“Ne zaman gidiyorsunuz?”
“Hemen şimdi. Limana kadar bana eşlik eder misiniz?
“Elbette,” dedi Morrel.
İki  adam  birlikte  limana  doğru  yürüdüler.  Kont’un  gemisi  çoktan  hazırlanmıştı  bile.  Bir  saat  sonra,
siyah bacasından çıkan dumanların yerinde, ufuktaki belli belirsiz karaltı kalmıştı.



Yüklə 0,64 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   36   37   38   39   40   41   42   43   44




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin