biçim de değiştirilmesi gerektiğini kabul ettiler ama bunun nasıl olacağı, ve hatta “sosyal adâletvin
nasıl tanımlanacağı konusunda çok farklı bakış açılarına sahiptiler. Örneğin, karma bir ekonomide
kamusal ve özel sahiplik arasındaki denge ne olmalıydı? Hangi sanayiler millileştirilmeli, hangileri
özel sektöre bırakılmalıydı? Refah devleti, vergi yükünün İktisadî büyümenin önünde bir engel ol
masına sebep olmaksızın, ne kadar genişletilmeliydi? Sosyalist hükümetler, eğer enflasyona sebep
olma riski taşıyorsa, az ücret alan işçilerin ücret taleplerine olumlu yanıt vermeli miydi? Ayrıca,
sosyal demokratlar müdahaleyi, geleneksel
sosyalist ilkelerden daha çok, fırsat eşitliği ve pozitif
özgürlük gibi modern liberal fikirlere gönderme yaparak savunmaya başladı. Bu yüzden, sosyalizm
ve liberalizm arasındaki ayrım sürekli olarak daha muğlâk hâle geldi.
Keynezyen sosyal demokrasinin kalbinde, Keynezyen sosyal demokrasinin hem İktisadî ve
rimlilik hem de eşitlikçiliğe bağlılığı arasındaki bir çatışma yer almaktadır. Savaş sonrası dönemin
“uzun süreli gelişme’si süresince sosyal demokratlar, bu çatışmayla yüzleşmek zorunda kalmadı
lar; zirâ sürdürülen büyüme, düşük işsizlik ve
düşük enflasyon, bütün sosyal grupların hayat stan
dartlarını iyileştirdi ve refahı daha cömertçe sunmayı finanse etmeye yardım etti. Bununla birlikte,
Crosland’in tahmin etmiş olduğu gibi, 1970’ler ve 1980’lerdeki İktisadî krizler, sosyalist düşünceyi
daha belirgin bir şekilde tanımlanmış sol-kanat ve sağ-kanat pozisyonlar şeklinde ayrıştırarak, sos
yal demokrasi içinde hizipler yarattı. İktisadî kriz, eş zamanlı olarak yeniden ortaya çıkmış olan
işsizlik için refah desteği talebini artıran “refah devletinin mâlî krizi’ ni tetikledi; zirâ daha az sayıda
insan çalışıyor ve işletmeler daha az kârlıydı. Zor bir soru cevaplandırılmalıydi: Sosyal demokrat
lar, enflasyonu ve belki de vergileri azaltma anlamına gelebilecek piyasa ekonomisinin verimliliğini
tamir etmeye çabalamak mıydılar, veya refah harcamalarını devam ettirerek ya da genişleterek yok
sulları ve daha düşük ücret alanları savunmalı mıydılar?
Sosyal demokrasinin bu krizi, bir dizi faktörlerin bir araya gelmesiyle birlikte 1980’ler ve
19 9 0 ’larda derinleşti. İlk olarak, sosyal demokrasinin seçim zaferi kazanma ihtimâli, sanayisizleşme
ve -geleneksel sosyal demokrasinin sosyal tabanı- geleneksel çalışan sınıfın önemini yitirmesiyle
birlikte azaldı. 1945 sonrası dönemin ilk yıllarında demokrasi dalgası ilerici siyasetle birlikte akmıştı
ancak, 1980’lerden sonra her gün biraz daha fazla J. K. Galbraith’ın “memnun çoğunluk” dediği
şeyin menfaatleri etrafında yoğunlaştırıldı. Bu yüzden Keynezcilik (bkz. s. 76),
sürekli olarak
enflasyonun yüksek seviyelerde seyretmesine sebep olan İktisadî yönetime yönelik bir “vergilendir
ve harca” yaklaşımıyla birlikte ele alındı; refah devleti, özellikle istihdam edilenin ve genel olarak
zenginlik yaratmanın üzerinde bir yük olarak algılandı; ve millileştirilmiş sanayiler tüketicilerin
taleplerine duyarsız ve verimsiz olarak görüldüler.
Sosyal demokrat partiler, sosyal sıçramalar ile
seçim başarıları için büyük bir bedel ödedi. Örneğin, İngiltere İşçi Partisi, 1979-1992 arasında ardı
ardına dört tane genel seçimi kaybetti; Alman Sosyal Demokrat Partisi, 1982-1998 yılları arasında
iktidarda yoktu; ve Fransız Sosyalist Parti, özellikle 1993’te ve sosyalist aday Lionel Jospin’in baş
kanlık seçiminde başarısız olduğu 2002d e ezici yenilgilerle karşılaştı. İkincisi, sosyal demokrasinin
İktisadî açıdan başarılı olma kabiliyeti, İktisadî küreselleşmenin artmasıyla birlikte zayıflatılmıştır.
Ulusal ekonomilerin daha geniş küresel bir kapitalist
sistemle bütünleşmesi sadece, Keynezyen
politikaların, hükümetlerin ayrı ayrı ulusal ekonomileri yönetebilmelerini gerektirmesinden dolayı
Keynezciliği işe yaramaz hâle getirmedi, aynı zamanda, özellikle refah devletini reforma tâbi tutarak
vergi ve harcama seviyelerini aşağıya çekme ve işgücü esnekliğini teşvik etme yönünde baskı yaratan
uluslararası rekabeti artırdı. Üçüncüsü, sosyal demokrasinin entelektüel güvenilirliği, komünizmin
çöküşüyle birlikte kötü bir biçimde zarar gördü. Komünizmin çöküşü, kapitalist olmayan önemli
herhangi bir İktisadî modelsiz bir dünya yaratmakla kalmadı, Anthony Giddens’ın (bkz. s. 156)
sosyalizmin sibernetik modeli dediği ve toplumdaki beyin gibi eylemde bulunan devletin, İktisadî
ve sosyal reformun birincil ajanı olarak hizmet gördüğü şeye olan inancı da azalttı. Bu bağlamda
Keynezyen sosyal demokrasi sadece, 1989-1991 arası dönemin devrimlerinde birdenbire ıskartaya
atılan “tepeden aşağıya” devlet sosyalizminin daha mutedil bir versiyonu olarak görülebilir(di).
Dostları ilə paylaş: