renler hâlâ tüm canlılığıyla sürmektedir. Diğer yandan, millî duygular, paylaşılan hâtıralar ve ortak
geçmişten ziyade gelecek beklentileri ve gelecekte de birlikte hayata azim ve kararlılığına da daya
nabilir. “Vatandaşlığa kabul edilmiş” göçmenlerin durumu, “göçmen memleketi” olan A B D ’de bu
duyguları açıkça yansıtmaktadır. Mayflower seyahati ve Bağımsızlık Savaşının gerçekleşmesinden
yüzlerce yıl geçtikten sonra bu topraklara yerleşenler için bu olaylar pek bir şey ifade etmez. Bun
dan dolayı Amerikan milliyetçiliğinin ortak tarih ve gelenekle çok az bir ilintisi vardır. Ancak bir
millet adına dönüm noktası teşkil eden bu olaylar abartılarak anayasaya ve liberal kapitalizmin de
ğerlerine ortak bağlılığın sağlanması için kullanılmak üzere daha sonraları uydurulmuştur.
M illet olmanın tek başına bir ifadesi olarak kabul edilen kültürel birlik, irdelenmesi ve çözül
mesi
oldukça zor, girift bir konudur. Kesin bir formüle dayandırılamayan kültürel birlik, farklı ve
değişken kültürel faktörlerin bir bileşimini yansıtır. Nihaî olarak, bundan dolayı milletler, dış fak
törler yerine üyelerin aidiyet oranlarını test etmeye yönelik birtakım “sübjektif” unsurlarla tanım
lanır. Bu açıdan millet, insan gruplarının kendilerini doğal siyasî bir topluluk olarak algıladıkları ve
vatanseverlik şeklinde paylaşılan bir sadakât ve sevgiyle dışa vurulan psiko-siyasî bir varlıktır. Va
tan yapılacak toprağın yokluğu, küçük bir nüfusa sahip olma, ekonomik kaynaklardan yoksunluk
gibi objektif zorluklar, “millî haklar” olarak değerlendirdikleri şeyleri talep etmede ısrarlı oldukları
takdirde bir insan grubu için çok az bir önem taşır. Örneğin, Letonya sadece 2,6
milyon nüfusu
olmasına, bu nüfusun ancak yarısının etnik Leton olarak tanımlanmasına ve yakıt ve enerji kaynak
larından yoksun bulunmasına rağmen 1991’de bağımsız bir millet oldu. Benzer bir biçimde, O rta
Doğu nun Kürt halkları tarihin hiçbir döneminde siyasî bir birlik hâline gelemedikleri ve Türkiye,
Irak, İran ve Suriye’nin farklı bölgelerinde dağınık hâlde bulunuyor olmalarına rağmen, hâlâ milli
yetçi em eller taşıyabilmektedirler.
Milletlerin objektif ve sübjektif faktörlerin
bileşiminden oluştuğu gerçeği, milletin rakip kav
ramlarının doğmasına yol açmıştır. Tüm milliyetçiler milletlerin kültürel ve psiko-siyasî faktörlerin
bir karışımı olduğu hususunda hemfikir olmalarına rağmen, bu ikisi arasındaki dengenin nerede
kurulması gerektiği noktasında şiddetle çatışmaktadırlar. Bir yandan, milletin “dışlayıcı” kavramları
etnik birliğin ve paylaşılan tarihin önemine vurgu yapar. Millî kimliğin ’’verili”, değişmez ve gerçek
ten değiştirilemeyen bir olgu olarak algılanması durumunda, milletin ortak soy tarafından şekillen-
dirildiği kabul edilmekte ve böylelikle millet ve ırk arasındaki ayrım karmaşık hâle gelmektedir. Bu
durumda milletler dil, din, geleneksel hayat tarzı ya da vatan gibi parametrelere hissedilen güçlü ve
doğuştan gelen duygusal ve “ilksel/özcü bağ
(primordial bond
) ”la kurulmuş olur. Farklı
derecelerde,
muhafazakârlar ve faşistler de bu tarz bir millet algısını kabul etmektedirler. Öte yandan, milletin
“kapsayıcı” kavramları vatandaşlık bilincini ve vatanseverlik sadakâtini, millet olmanın çok ırklı, çok
etnikli, çok dinli ve çok-kültürlü boyutuna vurgu yaparak öne çıkarır. Bu durumda ise milletle dev
let, millîlikle vatandaşlık arasındaki ince ayrım bulanıklaşma eğilimi gösterir. Liberaller ve sosyalist
ler, milletin kapsayıcı boyutunu kabul etmeye eğilimlidirler.