Jean-Jacques Rousseau (1712-1778)
Cenevre doğumlu Fransız ahlâk ve
siyaset filozofu, belki de Fransız Devrimi üzerinde en etkin
entelektüel tesiri yapan bilim adamı. Rousseau kendi kendini eğitmiştir. 1742'de Paris'e git
miş ve özellikle Diderot (1713-1784) başta olmak üzere Fransız Aydınlanmasının önde gelen
üyelerine yakın olmuştur.
Rousseau'nun eserleri eğitim, sanat, bilim, edebiyat ve felsefe gibi geniş bir disiplinler yelpa
zesini içerir. Felsefesi, "doğal insan"ın iyiliğine ve "sosyal insan"ın yozlaşmasına duyulan derin
inancı açıkça yansıtır. Rousseau'nun siyasî öğretisi,
Emile, ou De l'education'da (Emile veya Eğitim
Üzerine, 1762)
özetlenir ve
Du contrat social'da (Toplumsal Sözleşme, 1762) geliştirilir. Bu eserlerde "genel irade" fikrine dayanan
radikal demokrasi şeklini savunur. Rousseau'yu hiçbir siyasî doktrinle özdeşleştirmek mümkün değildir. Onun
öğretisi liberaller, sosyalistler, anarşistler ve bir nebze de olsa, faşistler üzerinde etkin olmuştur.
eden turnusol kağıdı; milletin kendi kaderini tayin ilkesinde ifadesini bulan siyasî bağımsızlığı elde
etme ve koruma arzusudur. Bundan dolayı
milliyetçiliğin hedefi, bir ‘millî-devlet’ kurmaktır. İki
yoldan birini kullanarak bu hedefe ulaşmak mümkündür. Birincisi, birleşme yoluyla millî-devletin
kurulmasıdır. Örneğin Alman tarihi birleşme olgusuna defalarca şâhit olmuştur. O rta Çağ’da, Al
man devletleri, Charlemagne’ın (Şarlman) daha sonraları Alman milliyetçilerinin “Birinci Devlet
(.
Reich
) ” olarak atıfta bulunacakları, Kutsal Rom a İmparatorluğu altında birleşti. Almanya Bismar-
ck’ın “İkinci Devlet
(Reich
) ”i kurduğu 1871 tarihine kadar bir daha birleşmedi. H itler’in ‘Üçüncü
Devlet
(Reich)”i
birleşme sürecini, Avusturya’yı “Büyük Almanya”ya dâhil etmesiyle tamamlandı.
İkinci Dünya Savaşında H itler’in yenilgiye uğraması ve bunun sonucunda 1949’da Doğu Almanya
ve Batı Almanya’nın kurulması ve Avusturya’nın bağımsızlığıyla gene ayrışma yaşandı. İki Almanya
1990’da nihaî olarak yeniden birleşti.
İkincisi, millî-devletler bir milletin yabancı idareden kurtulmasına ve kendi kaderini tayin
imkânına kavuşmasına yol açan bağımsızlık mücadelesi sayesinde kurulabilir. Örneğin, Polonya
tarihinin büyük bir bölümü, çeşitli yabancı güçlerin kontrolünden ard arda gelen kurtulma ve ba
ğımsızlık çabalarına tanıklık etmiştir. Polonya, 1793’te Rusya, Avusturya ve Prusya arasında payla
şılarak ortadan kaldırılmış, ancak, 1919’da Versaille (Versay) Antlaşmasının kabulünün akabinde
tekrar bağımsızlığına kavuşmuştur. Bununla birlikte, 1939 Nazi-Sovyet Paktı gereğince Alman iş-
gâline uğrayan ülke, bu defa Almanya ve Sovyetler Birliği arasında paylaşılmıştır. 1945 te resmen
bağımsızlığını kazanmış olmasına
rağmen Polonya, savaş sonrası dönemde Sovyet etkisi altında
kalmıştır. 1989’da komünist olmayan bir yönetimin seçimle iş başına gelmesinin akabinde ülke
yabancı kontrolünden nihaî olarak kurtulmuştur.
Milliyetçilere göre, millî-devlet, en yüce ve en arzulanır siyasî örgütlenme şeklidir. Millî-dev
letin en büyük gücü, hem kültürel bütünlük ve hem de siyasî birliği aynı anda sağlama başarısı
dır. Ortak kültürel ve etnik kimliği paylaşan ve kendi kendini yönetme hakkını kazanan bir halk,
ulusallık ve vatandaşlığı eş zamanlı ve paralel olarak yaşamaktadır.
Bunun ötesinde, milliyetçilik
yönetimin otoritesini meşrulaştırır. Millî-devlette siyasî hâkimiyet bizzat halkta ya da millettedir.
Sonuç olarak, milliyetçilik halka dayalı öz yönetim ve ‘millî çıkar a uygun olarak halk adına ve halk
tarafından yönetim fikirlerini sembolize eder. Bu açıdan milliyetçiler dünyada yeni yeni bağımsız
devletlerin doğmasının doğal ve karşı konulamaz olduğuna, zirâ başka herhangi bir sosyal grubun
başka bir anlamlı siyasî topluluk oluşturamayacağına inanırlar. Kısaca, uygulanabilir ve varlığını
sürdürebilir yegâne siyasî birim, ancak millî-devlettir.
Tüm bu algılayışlara rağmen, milliyetçiliğin dâima kendini millî-devlet ve kendi kendini yö
netim fikriyle özdeşleştirdiğini söylemek yanıltıcıdır. Zirâ bazı milletler, örneğin, tam bağımsızlığı
ve devlet olmayı sona erdiren bazı siyasî özerklik önlemleriyle yetinebilmektedir. Sözünü ettiğimiz
bu duruma İngiltere’de
Galler milliyetçiliğinde, Fransa’da ise Breton ve Bask milliyetçiliklerinde
rastlanabilir. Böylece ortaya çıkmaktadır ki, milliyetçilik her zaman ayrılıkçılık (
separatism
), daha
büyük bir siyasî oluşumdan ayrışmak suretiyle bağımsız devlet kurmak yoluyla değil, zaman zaman
güç aktarımı (
devolution
) ya da federalizm olarak da tezahür edebilir. Ancak bu oluşumların milli
yetçi talepleri ne ölçüde tatmin edebileceği tartışmalı bir konudur. İspanyanın Bask bölgesini daha
geniş yetkilerle donatma fiili, ETA’nın terörist eylemlerinden dolayı başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Benzer bir biçimde, 1 9 9 9 ’da İngiltere’de İskoç Parlamentosunun kurulması, SN P ’nin Avrupa Bir
liği içerisinde bağımsız bir İskoçya kurma kampanyasını sona erdirmeyi başaramamıştır.
Dostları ilə paylaş: