nın bazı ülkeleri milliyetçiliklerini diğer eski kolonilerle bağ kurarak oluşturdukları “Üçüncü Dün
ya” üzerinden seslendirmeyi tercih etmişlerdir. Bu ülkelere göre, kapitalist Batılı ülkeler “Birinci
Dünya’ yı, komünist ülkeler “İkinci Dünya’ yı oluşturmaktadır. Bu çaba yüzünü ilk defa 1955 Ban
dung Konferansında göstermiş, bağımsızlıklarına yeni kavuşmuş Asya ve Afrika ülkeleri Soğuk
Savaş dönemi boyunca bu girişimi canlı tutmayı başarmışlardır. “Üçüncü Dünyacılık” emperyaliz
me karşı şiddetli bir karşı koyuşu ve sömürgecilik geçmişini paylaşan ülkeler arasında ekonom ik
ilerlemeyi sağlama ortak arzusunu yansıtmaktadır. Bununla birlikte, sömürgecilik hâtıralarının
unutulması, sömürgeci güçlerin bu faaliyetlerini geri çekmeleri ve sömürülen ülkeler arasındaki
kültürel ve siyasî farkların gün yüzüne çıkmaya başlaması gibi faktörlerin de etkin rol oynamasıyla
beraber mevcut bağlar zayıflamaya başlamıştır.
Sömürgecilik sonrası dönem oldukça farklı milliyetçilik şekillerini oluşturdu. Sözü edilen bu
milliyetçilik, Batılı fikir ve kültürü yeniden uygulamak ya da onlardan bağımsız kalmaktan ziyade
tüm bunların ret ve inkârıyla şekillendirilmiştir. Eğer Batı baskı ve istismarın kaynağı olarak görü
lürse sömürgecilik sonrası milliyetçilik, sadece Batılı-olmayan değil, tamamen Batı karşıtı bir ses
aramalıdır. Kısmen, ortaya çıkan bu durum Batının, özellikle Amerikanın gelişmekte olan ülke
ler üzerinde oluşturduğu kültürel ve ekonomik hegemonyasına karşı bir tepki olarak kendi gös
termekteydi. Gerçi Amerika açık bir siyasî kolonileşme yapmadı ama yatırımı kontrolüne alması,
yeni iş ve istihdam alanları yaratması, Batılı tüketim mallarını istihsal etmesi gibi ortaya koyduğu
etkiler, dünya çapında bir üstünlük ve sömürge kurma çabası olarak yansıdı. İşte bu yeni-sömür-
gecilik
(neo-colonialism) , açık bir siyasî form almadığından dolayı mücadele ve baş edilmesi zor
bir durum olarak şiddetli bir gücenme ve hınç yarattı. İran Devrimi boyunca Ayetullah Humeyni
(bkz. s. 292) Amerika’yı “Büyük Şeytan” olarak isimlendirdi. Amerika karşıtlığı 1979 Devri-
mi’nin akabinde İran politikasının en belirgin özelliği hâline gelmiş ve El-Kaide gibi terörist örgüt
ler tarafından daha sesli bir biçimde telâffuz edilmiştir. Genel olarak Batı’yı ve özelde Amerika’yı
ret, Batılı olmayan felsefe ve fikirlere dayanan yeni bir milliyetçiliğin yaygın bir biçimde kabulüyle
sonuçlandı. Dinin ve özellikle İslâmın gittikçe artan önemi gelişmekte olan dünya milliyetçiliğine
kendine özgü bir karakter ve yenilenmiş bir potansiyel kazandırdı. Bu konu, Onuncu Bölüm’de,
dinî fundamentalizm konusunda daha detaylı bir biçimde ele alınacaktır.
Dostları ilə paylaş: