ğil, sistematik ve yaygın baskıya mâruz kalan bir cinsiyet olarak ikinci konuma atılıyorlar. İkincisi,
bireycilikte “kişiliğe” vurgu yapılması nedeniyle kadınların ortak toplumsal cinsiyet kimliği, “kız
kardeşlik ’Ieri temelinde kolektif düşünmeleri ve eylem yapmaları zorlaşıyor. Üçüncüsü, liberal
bireycilik ancak, toplumsal cinsiyet ayrımları üzerinde yükselerek ortaya çıkıyor gibi gözükmek
tedir. İnsanları birey olarak görünce liberalizm toplumsal cinsiyet ve diğer sosyal kimlikleri aşmış
gözüküyor ve insanları sadece kişisel yetenek ve başarılarla değerlendirmeyi mümkün kılıyor. Ne
var ki bu, toplumsal cinsiyeti görünmez kılarak cinsiyet ilişkilerini siyaset dışına itebilir ve en kötü
ihtimâlle erkek özelliklerini ve isteklerini kadınlara yutturabilir; çünkü bu cinsiyetsiz “birey”, gizli
erkek normları taşır. İnsanlara eşit davranmak, kadınlara erkek gibi davranmak demektir.
Son olarak liberal feminizmin temelinde yatan eşit haklar talebi, eğitim ve sosyal arka planı
daha geniş bir eğitim ve kariyer fırsatlarından faydalanma imkânı veren kadınların ilgisini daha çok
çekmiştir. Örneğin 19. Yüzyıl feministleri ve seçme hakkı hareketinin liderleri, eğitimli, seçme hak
kından faydalanma fırsatı olan, kariyer yapabilen ve kamusal hayata girebilen orta sınıf kadınlarıy
dı. Eşit haklar talebi, bütün kadınların daha iyi eğitim ve ekonomik fırsatlar gibi konulardan fayda
lanma hakkını ister. Gerçekte kadınlar, sadece yetenek ve yetkinlikleriyle değil sosyal ve ekonomik
faktörleriyle de değerlendirilir. Özgürleşme sadece kadın ve erkekler için eşit hak ve fırsatların elde
edilmesi anlamına geliyorsa diğer sosyal dezavantaj şekilleri -örneğin sosyal sınıf ve ırkla bağlantılı
olanlar- göz ardı edilir. Böylece liberal feminizm, gelişmiş toplumlardaki beyaz orta sınıf kadınların
çıkarlarını yansıtıyor olabilir ancak, işçi sınıfı kadınları, siyahi kadınların ve gelişmekte olan dünya
kadınlarının problemlerine hitap etmekte başarısızdır.
Dostları ilə paylaş: