biçimindeydi ve “anne hakkı” -mülkiyet ve sosyal konumun anne tarafından miras alınması- yaygın
bir biçimde görülüyordu. Ancak erkeğin özel mülkiyet sahibi olmasına dayanan kapitalizm, “anne
hakkını” ortadan kaldırmıştı ve Engels’in ifade ettiği şekilde “dünyada kadın cinsiyetinin tarihî ye
nilgisini” beraberinde getirmişti. Birçok sonradan gelen sosyalist feministler gibi Engels, kadın bas
kısının aile kurumu ile işlediğine inanıyordu. “Burjuva aile” ataerkil ve baskıcıdır, çünkü erkekler
mülkiyetlerinin sadece oğullarına geçmesini sağlamak ister. Erkekler, tek eşlilik (
monogamy) evlilik
lerine ısrar ederek tartışılmaz himayecilik elde ederler; bu kısıtlama sadece kadınlara uygulanır ve
onların başka cinsel eşlerinin olması engellenir, ancak Engels’in belirttiği gibi kocalan tarafından da
ihmâl edilirler. “Kadınlık kültü’ nün gelişimi ile bu baskının karşılığını alırlar; bu romantik aşkı gök
lere çıkarır ancak gerçekte ise erkek mülkiyetini ve ayrıcalıklarını korumak için tasarlanmış organize
bir ikiyüzlülüktür. Engels, sosyalist bir toplumda evliliğin feshedilebilir olması gerektiğine ve özel
mülkiyet ortadan kaldırılınca ataerkil yapıların, hatta belki tek eşliliğin de kaybolacağına inanıyordu.
Diğer sosyalist feministler, geleneksel, ataerkil ailenin yerini, Fourier ve Owen gibi ilk ütopyacı sos
yalistlerinin savunduğu gibi komün hayatı ve “serbest aşk” sisteminin alması gerektiğini önerdiler.
Çoğu sosyalist feministe göre kadınların ev işleri ve annelik gibi evcil alanla sınırlandırılması,
kapitalizmin ekonomik çıkarlarına hizmet eder. Bazıları ise kadınların “ bir işçi ordusu stoğu”nu
oluşturduğunu iddia etmiştir; üretimde artışa ihtiyaç varsa bu ordu işgücüne katılır, ancak işveren
veya devlete yük olmadan ekonomik kriz dönemlerinde evcil hayata geri döndürülebilir. Ayrıca
geçici işçiler olarak kadınlar, düşük maaşlı, düşük statülü işler kabul etmeye şartlandırılır, böylece
“erkeklerin işlerine” bir tehdit oluşturmadan maaş oranlarını aşağı çekme avantajı elde edilir. Aynı
zamanda kadının ev içi çalışması, ekonominin sağlığı ve verimliliği için hayatî önem taşır. Kadınlar
çocuk doğurup yetiştirerek bir sonraki nesil için işgücü üretirler ve gelecek üretimi garanti altına
alırlar. Ayrıca kadınlar, çocukların sosyalleştirilmesi, şartlandırılması ve hatta eğitilmesinden so
rumludurlar ve böylece disiplinli ve itaatkâr işçilere dönüşmesini sağlarlar.
Benzer şekilde ev hanımları olarak kadınlar, ev işi ve çocuk büyütme yükünden erkekleri kur
tarırlar ve erkeklerin enerjilerini ve zamanlarını maaşlı ve verimli istihdama yoğunlaştırmalarına
imkân sağlarlar. Bu anlamda fabrika veya ofislerde maaşlı iş gören erkekler ve maaşsız ev işi yapan
kadınlar arasındaki işle ilgili cinsiyet ayrımı ekonomik verimliliği destekler. Ayrıca ev hanımları,
eşlerinin iyi
giyimli ve beslenmiş olarak, zor günün işlerine başlamaya hazır bir şekilde işlerine za
manında ulaşmalarını da sağlarlar. Geleneksel aile, desteklemesi gereken bir eşi ve çocukları oldu
ğundan bir iş bulup ona devam etmesi için işçiyi teşvik eder. Aile yine işçiye, “maaş kölesi” olarak
hayâl kırıklıkları ve yabancılaşmasına karşı gerekli bir rahatlama sağlar. Gerçekten de geleneksel
aile hayatı, eş-babaya önemli karşılıklar sunar: Baba-eş “ekmeği kazanan” olma statüsünü kazanır
ve kadın, “sıradan” ev işi ile meşgulken kendisinin evde rahatlaması ve dinlenmesi garanti edilir.
Bazı feministler, düşük sosyal statüye ve kadınların finansal olarak kocalarına bağlı olmalarına
neden olan şeyin ev işlerinin maaşsız olma özelliğinden kaynaklandığını ve
bunun da sistematik
sosyal eşitsizliği yerleşik hâle getirdiğini ileri sürerler. Costa ve James (1972) ile İngiltere’de başla
tılan “ev işi için maaş” kampanyasının iddiası şuydu: Kadınların emekleri erkeklerinki gibi verimli
kabul edilir ve maaş verilerek değerli bulunursa kadınlar ekonomik bağımsızlık kazanırlar ve daha
fazla sosyal statü elde ederler. Bu argüman, fuhuşun yasal ve maaşlı iş olarak kabul edilmesini ileri
sürmek için kullanılmıştı. Ancak çoğu sosyalist feminist özgürleşmenin kadınlara, ev hanımı veya
seks objeleri olarak geleneksel sosyal rollerini yerine getirdikleri için ödem e yapılmasından ziyade
daha geniş sosyal ve ekonom ik fırsatlar sunulması gerektiğini iddia eder.
Sosyalist feministler “ kadın sorunü’nun sosyal ve ekonomik hayattan ayrılamayacağını kabul
etseler de bu bağlantının yapısı konusunda derin görüş ayrılıkları içindedirler. Toplumsal cinsiyet
ayrımları açıkçası, toplumsal cinsiyet ve sosyal sınıfın nispî önemi hakkında sosyalist feminist ana
lizle gerilim ortaya çıkaran ve Marksist feministler için de özellikle zor sorular gündeme getiren
sınıf ayrımlarını çaprazlama keser,
ortodoks Marksistler, cinsiyet politikasından önce sınıf politi
kasının gelmesi gerektiğine ısrar ederler. Engels örneğin kadını bir alt sıraya koyan “burjuva aile”-
nin, özel mülkiyet sonucunda ortaya çıktığını ve dolayısıyla kapitalizmin bir yan ürünü olduğuna
inanmıştır. Bunun anlamı sınıf istismarının, cinsel baskıdan çok daha derin ve önemli bir süreç
olduğudur. Kadınlar erkekler tarafından değil, özel mülkiyet kurumu, kapitalizm tarafından baskı
altına alınır. Ayrıca kadının özgürleştirilmesi kapitalizmin devrilip yerini sosyalizmin aldığı sosyal
bir devrimin yan ürünü olacağı anlamına da gelir. Dolayısıyla özgüleşme arayan kadınlar, “sınıf sa-
vaşı’ nm “cinsiyet savaşı”ndan daha önemli olduğunu görmelidirler. Böylece feministler, enerjileri
ni ayrılıkçı bir kadın hareketini desteklemeye harcamak yerine işçi hareketine yönlendirmelidirler.
Ancak modern sosyalist feministler, sınıf politikasını cinsiyet politikasının önüne koymayı ka
bul etmekte zorluk çekmektedirler. Bu, kısmen sosyalizmin kendisinin ataerkilliğe son vermediğini
gösteren Sosyetler Birliği gibi sosyalist toplumlardaki kadınların yaşadığı hayâl kırıklığı sürecinin bir
sonucuydu. Modern sosyalist feministler için cinsel baskı sınıf istismarı kadar önemlidir. Bu femi
nistlerin pek çoğu modern Marksizmi destekliyor;
buna göre toplumdaki ekonomik, sosyal, siyasî ve
kültürel güçlerin karşılıklı etkileşimi kabul edilir, ortodoks Marksizmde ise maddenin veya ekono
mik faktörlerin önceliğinde ısrar edilir. Dolayısıyla bunlar, kadının konumunu basit ekonomik kav
ramlarla incelemeyi reddederler ve onun yerine ataerkilliğin kültürel ve ideolojik kaynaklarına önem
verirler. Örneğin İngiliz sosyalist feminist Juliet Mitchell (1971), kadınların dört işlev yerine getir
diğini ileri sürmüştü: ( l ) Onlar işgücünün bir parçasıdır ve üretimde aktiftir, (2 ) çocuk doğururlar
ve böylece insan neslini üretirler, (3 ) çocukların sosyalleştirilmesinden sorumludurlar ve (4 )
cinsel
nesnelerdirler. Bu açıdan bakılınca özgüleşme, kadınların bu alanların hepsinde bağımsızlaşmasını
gerektirir, sadece kapitalist sistemin sosyalist sistemle yer değiştirmesiyle özgürleşme elde edilmez.
Dostları ilə paylaş: