21. Y Ü Z Y IL D A F E M İN İZ M
Bazı açılardan feminist teori, 1960’ların sonu ve 1970’lerin başında en üst yaratıcılık ve radikallik
noktasına ulaşmıştı. O zamandan beri kadın hareketi düşüşe geçmiştir ve “post-feminizm”i tar
tışmak moda hâline gelmiştir. Şüphesiz, feminizm birçok zorlukla yüzleşmiştir. İlk olarak kadın
hareketi gittikçe bölünmüş ve birbiriyle ilişkisiz fikirlerden oluşan bir hareket hâline gelmiştir; ger
çekten de bazıları kadın hareketinin hâlâ anlamlı olup olmadığını sorgulamaktadır. Kadının rolünü
geliştirme ortak inancı ile birleşilmiş olsa da bunun nasıl elde edilebileceği ve uygulamada ne anla
ma geldiği konusunda feministler hemfikir değildirler. Ayrılıklar uzun zamandır var -reformist ve
devrimci feministler arasında, radikal ve sosyalist feministler arasında ve ayrılıkçılık ve lezbiyenlik
gibi çok çatışmalı konularda bu görüldü. Ancak fuhuş, pornografi ve sansür, kürtaj, annelik, ırk ve
etniklik, refah devleti vs. gibi konular ile ortaya çıkan ayrımlar ile bunlar hızla çoğalmıştır. Bu ka
dar geniş konu ve ilgi alanının olması feminizmin güçsüzlüğünden çok gücünün bir göstergesidir.
Gerçekten de bu; feminizmin, siyasî bir hareketten diğer ideolojiler gibi birbirine rakip gelenekleri
içeren siyasî bir ideolojiye dönüştüğünü vurgulamaya yardımcı olur.
Bir başka sorun, özellikle 1980’lerde feminizmin düşman siyasî bir çevrede hareket etmesiy
di. İslâm ülkelerinde fundamentalizmin (bkz. s. 287) ilerlemesi, kadınların kamusal hayattan ve
siyasetten çıkarılmasına, yasal haklarının kaldırılmasına ve örtünmeye geri dönülmesine yönelik
baskıyla kendini dışa vurdu. Feminizme karşı bir başka muhafazakâr geriye dönüş sanayileşmiş
Batıda da görüldü. 1980’lerde hem Thatcher hem de Reagan yönetimi, örneğin, kadının ev hanımı
ve anne olarak geleneksel rolünü vurgulayarak ve “aile değerleri”nin restorasyonuna çağrı yaparak
açıkça anti-feminist duruş sergiliyordu. Yeni Sağ, sadece “doğal” olduğu için değil aynı zamanda
sosyal düzen ve istikrar garantörü olarak görüldüklerinden “aile lehine” ataerkil değer ve fikirleri
yeniden gündeme getirmeye çalışmıştır. Örneğin gençlik arasında suç ve yıkıcılığın ( vandalism)
artmasının nedeni, çalışan annelere yüklenmişti ve hem İngiltere hem de A B D ’de anneler, gele
neksel aileyi tehdit ettikleri ve refah yükünü arttırdıkları gerekçesiyle suçlanmışlardı. Bunlar, Susan
Faludi’nin Backlash ( Geriye Dönüş, 1991) kitabında “suçu feminizme at” sendromu olarak adlan
dırdığı konuya birtakım örneklerdir. Ancak aynı zamanda bu tür anti-feminizm, kadın hareketine
dolaylı iltifat sağlamıştır. Geleneksel sosyal ve dinî değerleri yeniden savunma çabası, kadınların
yerleşik tutumları sorgulamalarını ve geleneksel cinsiyet rollerini yeniden gözden geçirmelerini
desteklediğinden feminizmin başarısını yansıtmıştır.
21. Yüzyıl’da feminizm, birçok ilk hedefine ulaştığından veya ulaşmakta olduğundan da bazı
sorunlarla karşı karşıya kalıyor; bu konu post-feminizmin temel eleştirisi olmuştur. 20. Yüzyıl’ın
başlarında seçme hakkı nasıl kazanıldıysa “ikinci dalga” feminizmi de kürtaj, eşit ödeme yasası, ay
rımcılık karşıtı yasalar ve eğitim ile siyasî ve profesyonel hayata daha rahat giriş için birçok ülkede
kampanyalar yürütmüştür. Hatta bazıları feminizm zaferinin, eskilerin şovenist darkafalı olmayan
ve “ kadınsı” unsurlarıyla barışık ve de “simetrik aile” içinde ev ile aile sorumluluklarını paylaşmaya
hazır yepyeni bir erkek türünün ortaya çıkmasında görüldüğünü ileri sürer. Erkek hareketi adı ve
rilen oluşum, gerçekten de bazı konularda çok daha ileri gidildiğini, erkeklerin toplumsal cinsiyet
politikalarının kurbanı hâline geldiklerini ve ondan bir fayda sağlamadıklarını tartışmışlardır. Bu
bakış açısı, feminizmin gelişiminin fazla ileri gittiğini ileri sürer. Geleneksel “erkek” mesleklerinin
azalmasıyla yüzleşen, işyerinde ve evde kadın kaynaklı rekabet ile karşılaşan ve “ekmeği kazanan”
sıfatı elinden alman erkekler, özellikle de genç erkekler, kadınların olan bir gelecekle başedemeyen
başarısızlık kültürüne geri çekilecektir.
Bütün bunlarla yüzleşen kadın hareketi, radikalleşmeden kesinlikle uzaklaşan bir süreçten
geçmiştir. Hareketin militan ve devrimci kanadı, gittikçe marjinalleşmekte ve feminist literatür her
şeyin yeniden gözden geçirildiğine dâir açık kanıtlar sunmaktadır. Friedan’ın The Second Stage’i
( İkinci Aşama,
1983) ve Greer’in Sex and Destin/si ( Cinsiyet ve Kader, 1985) çocuk doğurma ve
anneliğin önemini övmüşler ve geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini destekledikleri için radikal
feministlerin eleştiri oklarını üzerlerine çekmişlerdir. Dahası yeni feminist düşünürler, 1960 ve
1970’lerdeki hemcinslerine göre daha ikonoklast (yerleşik inançlara karşı çıkan) ve siyasî açıdan
daha az radikallerdirler. Örneğin Camille Paglia (1990); kadınların “kurban” imajım eleştirmiş ve
kendi cinsiyet ve kişisel davranışları için daha fazla sorumluluk almaları gerektiğini savunmuştur.
Post-feminizmin temel yanılgısı, en bâriz cinsiyet ayrımcılığına dayalı baskının yenildiği ve
dolayısıyla toplumun artık ataerkil olmadığıdır. Şüphesiz gittikçe daha fazla kadın çalışıyor, Batılı
ülkelerde çoğunluk evli kadınlardan oluşur. Ancak erkeklerin başarısızlık endişelerine rağmen dü
şük maaşlı, düşük statülü ve genelde yarı zamanlı işlerde çalışanların çoğunluğu yine kadınlardır.
Kadınların da hâlâ güçlü kadınlık ve güzellikle özdeş kimliklerinden dolayı erkeklere göre daha az
kontrole sahiptirler ve aile içinde ikincil bir rol oynamaya ve toplumda yetersiz temsil edilmeye
devam ederler. Greer The Whole Woman’da (Bütünüyle Kadın, 1999) kadınların “ her şeyi olması”
fikrine meydan okumuştur; ona göre özgürleşme hedefi bırakılmış ve daha fazla erkek gibi olmak
için asimile olmaya doğru giden sözde bir eşitlik seçilmiştir. Bu, ataerkilliğin kendini her nesil ye
nilemesine imkân verip kadınları yapmacık özgürleşme şekilleri yaratarak ikincil konuma sokmak
tadır. Gayet basit ifade edecek olursak feminizm, ataerkillik var olduğu sürece hayatta kalacaktır.
Ancak 21. Yüzyıl’da feminizmin karşılaştığı temel zorluk, toplumsal cinsiyet ilişkisinin değişen d o
ğası ve post-feminizm mitini yıkmaya ilişkin bir anlayışı geliştirebilecek uygulanabilir ve tutarlı bir
“üçüncü dalga” oluşturmaktır.
|