daha fazla ve yoğun ilerlemesi sonucu meydana gelmiştir.
Çevre endişesi, ekonomik büyümenin
hem insan soyunun hem de üstünde yaşadığı gezegenin devamlılığını tehdit ettiği korkusu nede
niyle daha şiddetli bir hâl almıştır. Bu tür endişeler, gün geçtikçe daha fazla literatürde yer almak
tadır. Böcek ilâçları ve diğer ziraî kimyasalların fazlaca kullanımı nedeniyle vahşî hayat ve insana
yapılan zararın bir eleştirisi olan Rachel Carson’un
The Silent Spring ( Sessiz Bahar, 1962) yazısı,
artan ekolojik krize dikkatleri çeken ilk kitap olarak görülür. Diğer önemli öncü çalışmalara Ehrlich
ve Harriman’ın
How to be a Survivor? (Nasıl Hayatta Kalınır?, 1971), Goldsmith’in
Blueprint fo r
Survival
( Hayatta Kalamanın Ayrıntılı Planı, 1972), gayrı resmî BM raporu
Only One Earth ( Tek
Bir Dünya,
1972) ve Roma Kulübünün
The Limits to Growth ( Büyümenin Sınırları, 1972) dâhildir.
Aynı zamanda nükleer enerji, kirlilik ve fosil yakıtlarının yok olan rezervleri tehditleri gibi çevreci
konuları vurgulayan yeni nesil eylemci baskı grupları
oluşmuştur; bunlara örnekler Greenpeace
ve Friends o f the Earth’dür. Worldwide Fund for Nature gibi daha yerleşik ve geniş gruplar ile bu
gelişme, halka iyi duyurulan ve gittikçe güçlenen çevreci bir hareketin ortaya çıkmasına
neden
olmuştur. 1980'lerden beri çevrecilik sorunları birçok sanayileşmiş ülkede var olan Yeşil partiler
tarafından siyasî gündemin başlarında tutulmaktadır.
Çevreci politikalar, kirlilik, koruma, asit yağmuru, sera etkisi ve küresel ısınma gibi konulara
dikkat çekmiştir, ancak çevreciler bunların sadece tek konulu bir lobi grubu olduğunu kabul et
mezler. İlk olarak çevreci hareket, çok daha geniş bir konu yelpazesine dikkatleri çeker. Örneğin Al
manya’daki Yeşiller; kadının rolü, savunma ve silâhsızlanma, refah devleti ve işsizlik ve de Alman
ya’nın Nazi geçmişinin yeniden ele alınmasının gerekliliği, ayrıca daha dar çevrecilik konuları için
kampanya yürütmüştür. Daha önemlisi ekolojistler dünyayı daha iyi anlamak ve açıklamak için bir
dizi yeni kavram ve değerler geliştirmişlerdir. Ekolojik düşünce, geleneksel siyasî inançlardan ayrı
durur. Çünkü onların göz ardı ettikleri bir araştırmadan yola çıkar: İnsanları bütün yaşayan orga
nizmalara ve daha geniş biçimde ifade edecek olursak “hayat ağı’ na (Capra, 1996) bağlayan karşı
lıklı ilişkiler bir incelemeyle başlar. Bu nedenden dolayı ekolojik düşünceyi, yerleşik sağ-sol siyasî
ayrım içine koymak veya yerleşik doktrin ve felsefeler açısından anlamak zordur, hatta imkânsızdır.
Alman Yeşillerinin sloganındaki gibi: “Ne sağ ne de sol, yalnızca ileri!.”
Dostları ilə paylaş: