lidir. Sürdürülebilirlik, insan isteklerine ve maddî hayatla ilgili rüyalarına sınır koyar; çünkü üreti
min, kırılgan küresel sisteme olabildiğince az zarar vermesini gerektirir. Örneğin, sürdürülebilir bir
enerji politikası fosil yakıtların kullanımında önemli bir kısıtlamaya ve Güneş enerjisi, rüzgar ener
jisi ve gel git enerjisi gibi alternatif, yenilenebilir enerji kaynaklarının araştırılmasına dayanmalıdır.
Bunlar doğaları gereği devam ettirilebilir ve böylece “doğal sermaye”den ziyade “girdi” olarak ele
alınabilirler. Bu yüzden Yeşiller, “fosil yakıt çağı’run yerini “Güneş çağı’ nın alması gerektiğini söy
lemişler ve hükümetlerin, yenilenebilir enerji kaynaklarının araştırılması ve geliştirilmesine öncü
lük etmelerini desteklemişlerdir.
Ne var ki sürdürülebilirlik, sadece doğal kaynakların daha akıllı kullanılmasını gerektir
mez aynı zamanda ekonomik etkinliklere alternatif bir yaklaşımı da gerektirir. İşte bu, tam da,
Schumacher’in (19 73 ) (bkz. s. 268) “Budist iktisat” fikrinde sunmaya çalıştığı şeydi. Schumac-
her’e göre Budist iktisat, “doğru hayata” ilkesine dayanır ve bireyleri fayda maksimize eden kişiler
olarak gören geleneksel ekonomi teorilerinin tam tersidir. Budistler, mal ve hizmet üretmeye ilâ
veten üretimin, yetenek ve beceri geliştirerek kişisel büyümeyi kolaylaştırdığına ve sosyal bağları
kuvvetlendirip insanları birlikte çalışmaya teşvik ederek bencilliğin üstesinden gelmeye yardımcı
olduğuna inanırlar.
Böyle bir görüş ekonomiyi, refah yaratma saplantısından uzaklaştırır; ekolo
jistlere göre bu saplantı ne doğaya ne de insan hayatının mânevi kalitesine önem vermiştir. Ne var
ki, Budizmin ana hedefi, yani mânevî kurtuluş, maddî zenginlik ile bağdaşmaz değildir. Schuma
cher’in belirttiği gibi “özgürleşmenin önünde duran zenginlik değil, zenginliğe bağlılıktır; zevkli
şeylerin tadını çıkarmak değil, onlara duyulan tutkudur.” Dolayısıyla çevre hareketi; gelecekte eko
nominin, insanlığı köleleştirmek yerine insanlığa hizmet edeceğini umut etmektedir.
Bunun pratikte ne anlama geldiği konusu oldukça yoğun tartışmalara neden olmuştur. Al
manya’da
Realos (realistler) adı verilen “açık/hafıf Yeşiller”
(light greens), “sürdürülebilir büyüme”
fikrini onaylıyorlar; yani daha yavaş da olsa zenginleşmeye olumlu bakıyorlar. Bu anlayış, maddî
zenginlik arzusunun çevresel maliyetlere karşı dengelenebileceğine inanıyor.
Bunu elde etmenin
bir yolu, vergi sisteminde değişiklik yapmaktır, kirliliği cezalandırmak veya sınırlı kaynakların kul
lanımını kısıtlamaktır. Bu konumdayken alınabilecek Schumacherci tutum, “insan yüzlü bir tek-
noloji’ nin değerini vurgular ve büyük şehirler ile kitle üretiminin insanlıktan uzaklaştıran dünyası
adını verdiği şeyin yerine küçük ölçekli veya “insan ölçekli” bir üretim sistemini savunur. Ancak
Almanya’da
Fundis (fundamentalistler) adı verilen “katı/koyu Yeşiller
( dark greens)”, bu tür gö
rüşlerin yeterince radikal olmadığını ileri sürerler. Onlara göre sürdürülebilen büyüme fikri, çevre
korkularım hafifletiyor ve insanların hiçbir şey yokmuş gibi devam etmelerini mümkün kılıyor.
Katı/koyu Yeşillerin ısrar ettiği gibi ekolojik krizinin temelinde materyalizm, tüketicilik ve eko
nomik büyümeye sabitlenme yatıyorsa çözüm “sıfır büyüme”de ve insanların ufak topluluklarda
yaşadıkları ve zanaat becerilerine dayandıkları “post endüstriyel çağ” yapılanmasındadır.
Bunun
anlamı da sanayi ve modern teknolojiyi temelde ve genelde reddetmek, kelimenin tam anlamıyla
"doğaya dönmek "tir.