F U N D A M E N T A L IZ M AİLESİ
Marty ( l9 8 8 ) ’nin belirttiği gibi fundamentalizm türleri, farazî bir “aile” oluşturabilir. Yine de aile
üyeleri biribirinden en azından üç önemli konuda farklılık gösterir. Birincisi, bunlar, farklı dinlerden
türerler. Bütün dinler fundamentalist veya fundamentalist benzeri hareketler üretmiş olsa da bazı
dinler fundamentalist gelişmelere daha meyilli olabiliyor veya fundamentalizmin ortaya çıkmasına
daha az engel koyabiliyor. Bu açıdan İslâm ve Protestan Hıristiyanlık, fundamentalist hareketleri
üretmeye eğilimlidir, çünkü her ikisi de tek bir kutsal metne dayanır ve yetkili temsilcilerin elin
de yoğunlaşmaktan ziyade inananların ruhanî bilgeliğe doğrudan ulaşabileceğini söyler (Parekh,
1994). İkincisi, fundamentalizm çok farklı topluluklarda ortaya çıkar. Fundamentalist hareketlerin
etkisi ve doğası, dolayısıyla ortaya çıktığı toplumun sosyal, ekonomik ve siyasî yapısı ile şartlandırıl-
mıştır. Üçüncüsü, fundamentalizm, bağlantılı olduğu siyasî kaynaklara göre farklılık gösterir. Bunlar
üç kategoriye ayrılır. Dinî fundamentalizm, kapsamlı siyasî yenilik elde etmek için bir araç olarak
kullanılabilir; bu da, özellikle dışlanmış veya baskı görmüş insanlara cazip geliyor; birleşik bir siyasî
kültür yaratarak sevilmeyen bir lider veya hükümeti dışlama yolu veya tehdit altındaki millî veya
etnik bir kimliği güçlendirme aracı olarak kullanılabilir. Temel fundamentalizm şekilleri şunlardır:
►
İslâmî fundamentalizm
►
Hıristiyan fundamentalizmi
►
Diğer fundamentalizm şekilleri
İslâm î F u n d am en talizm
İslâm, dünyada ikinci büyük din ve en hızlı büyüyendir. Günümüzde yaklaşık 1,3 milyar Müslüman
70den fazla ülkede yaşamaktadır. İslâmın gücü coğrafî açıdan Asya ve Afrikada yoğunlaşmıştır;
örneğin Afrika nüfusunun yarısından fazlasının yakın zamanda Müslüman olacağı tahmin ediliyor.
Ancak İslâm Avrupa ve başka yerlere de yayılmıştır. İslâm, kesinlikle sadece bir “din” değildir ve
asla sadece bir “din” olmamıştır. Daha çok, birey ve milletler için ahlâkî, siyasî ve ekonomik davra
nış kuralları ile bütün bir hayat biçimidir. “İslâmî hayat tarzı”, Muhammed peygamberin (yaklaşık
MS 570-632) öğretilerine dayanır; Kur’anda açıklandığı gibi bu, bütün Müslümanlar için Allah’ın
kelâmıdır ve samimî Müslümanlar tarafından gözlemlenen geleneksel âdetlerden oluşan Sünnet
veya “takip edilen yol”un, peygamberin kendi hayatından örnek alındığı söylenir. İslâm içinde iki
bölüm vardır, bunlar peygamberin MS 632 ölümünden 50 yıl sonra ortaya çıkmıştır. Sünnî bölüm,
Müslümanların çoğunluğunu oluşturur; Şiî kısım ise Müslümanların % 10’undan biraz fazladır ve
çoğunlukla İran ve Iraktadır.
İslâm tarihi boyunca din ve siyaset arasında, seküler anlayışı taşıyan ve İslâmî ilkeleri siyasî
hayata uygulamada esneklik taraftan olan İslâmî liderler ile peygamberin ilke ve hayat tarzına bire
bir uyulmasının gerektiğine inanan fundamentalistler arasında her zaman çatışma olmuştur. İslâm-
da fundamentalizm, Kur’an’ın gerçek anlamına inanmak demek değildir, çünkü bu, bütün Müs
lümanların kabul ettiği bir şeydir ve bu anlamda bütün Müslümanlar fundamentalisttir. Aksine
İslâmî inançlara, özellikle de sosyal hayat ve siyaset konusuna ve de kişisel ahlâkî konulara yoğun
ve militan bir bağlılık anlamına gelir. İslâmî fundamentalistler, dinin siyaset üzerine hükmetmesini
sağlamaya çalışırlar. Uygulamada bu, “İslâmî bir devlet” kurmak demektir, yani geçici bir otorite
yerine ruhanî bir lider tarafından yönetilen ve Kuranda ifade edilen ilkelere dayalı şeriatı, İlâhî İs
lâm hukukunu, uygulayan bir teokrasi anlamına gelir. Şeriat bir dizi yasal ve dürüst davranışı ortaya
koyar ve buna, hem erkek hem kadın için kişisel davranış kuralları ve de birçok suç için ceza siste-
Ayetullah Ruhullah Humeyni (1900-1989)
İranlı dinî ve siyasî lider. Şiî din adamlarının oğlu ve torunu olarak Humeyni, dinî bir eğitim
aldı ve 1964'te İran'dan sürgün edilene kadar Kum'daki baş ilâhiyat merkezinde en önde ge
len bilginlerden biriydi. 1979'da sürgünden geri dönüşü, Şahlığı yıkan halk devrimini kıvıl-
cımlandırdı, böylece Ayetullah ("Allah'ın ihsanı"anlamına gelir) ölümüne kadar dünyanın ilk
İslâm devletinin lideri hâline gelmişti.
Humeyni, 1940'lar gibi erken bir zamanda İslâm devleti fikrini öne çıkarmış olsa da kurum
sallaşmış bir ruhanî yönetim, yani "İslâm cumhuriyeti"nin temel fikri 1960'ların sonuna kadar ortaya çıkmamıştı.
Humeyni'nin dünya görüşü, fakirler ve Üçüncü Dünya'daki dışlananlar olarak algılanan mazlumlar ile şeytanın iki
zi olarak görülen zâlimler yani, bunlar ABD ve Sovyetler Birliği, kapitalizm ve komünizm, Batı ve Doğu arasındaki
katı ayrıma dayanıyordu. Böylece İslâm, dışardan gelen işgâl ve yozlaşmadan arındırarak İslâm dünyasını yeniden
yapılandırmayı amaçlayan ilâhî-siyasî bir proje hâlini almıştır.
___________________________________________________________________________________
mi dâhildir. Diğer dinlerle ortak olarak İslâm, doktrinler ve birçok siyasî davayı haklı çıkarabilen
inançlar içerir. Bu, özellikle İslâmî ekonomik fikirler için geçerlidir. Örneğin Kuran, özel mülkiyet
kurumunu onaylar, bazılarına göre bu kapitalizmin desteklenmesidir. Ancak tefecilik ve vurguncu-
ğu da yasaklamıştır, bu durum ise bazılarına göre sosyalizme yakınlığı gösterir.
20. Yüzyılda İslâmî fundamentalizmin yeniden canlanması, 1928’de Mısır’daki İhvan-ı
Müslimin’in (Müslüman Kardeşler’in) kurulmasıyla başlamıştır. Mısır, 1922’de kısmî bağımsızlık
elde etmiş ve 1936’da tam bağımsızlığına kavuşmuş olmasına rağmen İngiltere, ülkede güçlü bir
ekonom ik ve askerî bir varlık hâline gelmişti. İhvan, Haşan el-Benna (1906-1949) tarafından b o
zuk bir İslâmî inancı değiştirmek ve inananların siyasî ses, siyasî partisi olmak amacıyla kurulmuş
tu. İhvan, hem kapitalist hem de sosyalist gelişim şekillerine alternatif sunan İslâmî bir hükümet
kurmaya amaçlamıştır. Böyle bir hükümet, İslâmî ilkeleri ekonomik ve siyasî hayata ve aynı za
manda kişisel ahlâk konularına uygulayarak sosyal sistemi değiştirecektir. Böyle ruhanî bir arınma
süreci, Mısır’ın yabancı kontrolden özgürleşmesini içerecek ve İhvan, bütün İslâm topluluklarının
tamamen özgürleşmesini ve birliğini canlandıracaktı. İhvan, Ürdün, Sudan, Suriye’ye yayıldı ve
cami, okul, gençlik kulüpleri ve hatta ticarî işletmeler de dâhil olmak üzere kollar oluşturdu. Genç
insanları fiziksel ve askerî açılardan eğitti ve gelecek cihada hazırladı, böylece bu kutsal savaş ile
amaçlarına ulaşabileceklerdi.
Ancak fundamentalizm, Arap siyasetinin uçlarında kalmaya devam etti, Arap liderler ise ya
Batı yanlısıydı ya da Mısır'da Cemal Nasır’ın yükselmesiyle bir Arap sosyalizm türünü destekledi.
Nasır, 1956’da Süveyş Kanalını millileştirdi ve İngiltere, Fransa ve İsrail’in askerî müdahalesine
direnebildiğinden Arap dünyasının tartışılmaz lideri oldu. Nasır’ın sosyalizmi, Sovyetler Birliği ile
yakın diplomatik ilişkiler kurmasına ve İhvan’ı bastırmasına neden oldu. Ancak 1967’deki Arap-İs-
rail savaşında Mısır’ın yenilmesi, Arap sosyalizmi fikirlerini gözden düşürmeye başladı ve funda-
mentalist hareketin büyümesine imkân sağladı. Sömürge yönetiminin sona ermesine rağmen Orta
Doğu ve Kuzey Afrika ülkeleri, Batı veya Sovyetler Birliği’ne bağımlıklarının ve de İsrail devletini
ayakta kalması ile açıkça görülen siyasî iktidarsızlıklarının farkındaydılar. Bu şartlar altında yeni
den canlanan milliyetçilik, İslâmî fundamentalizm şeklini aldı. 1970’ lerden beri çoğu Müslüman
ülkede fundamentalist gruplar ortaya çıktı ve gençler ve siyasî eğilimliler arasında gün geçtikçe
artan bir destek buldu.
Bu sürecin odak noktası İran olmuştur, burada kitlesel bir devrim Ayetullah Humeyni’yi ik
tidara getirdi ve İran’ın “İslâm Cumhuriyeti” ilân etmesine neden oldu. Bir sonraki bölüm de Şiî
fundamentalizm! ile bağlantılı olarak daha etraflıca ele alınacak olan İran örneği, dünyanın birçok
yerindeki fundamentalist gruplara ilham kaynağı olmuştur. 1981 ’de İhvan-ı Müslimin Mısır başkanı
Sedat’a suikast yaptı; Pakistan ve Sudan gibi çeşitli İslâmî ülkelerdeki liderler ise fundamentalistlerin
baskısıyla şeriat kanunlarını uygulamaya başladı. Fundamentalizm, özellikle, 1980’lerin Lübnan’ın
da hâkimdi; Lübnan, Hıristiyan ve Müslümanlar arasındaki savaşla bölünmüş ve güneyi İsrail kuzeyi
ise Suriye tarafından işgâl edilmişti. Beyrut’un bazı kısımları İran destekli Hizbullah gibi fundamen
talist grupların denetimine geçti; bunlar Batılı rehineleri kaçırıp başarılı biçimde dünyaya duyurma
yı başardı. İslâmcılığın gelişimi birçok farklı şekil almıştır. Türkiye’de anayasal bir fundamentalizm
biçimi Adalet ve Kalkınma Partisinin (AK Parti) 2002’de seçim başarısı ile ün kazanmıştır, bu parti
bir yıl önce daha önce yasaklanmış İslâmî gruplardan kurulmuştu. Ne var ki, Afganistan’da devrim
sel fundamentalizmin gücü, 1997’de kurulan ve 2001’de Amerika yönetimindeki askerî girişim ile
yıkılan Tâlibân rejimi ile görülmüştür. Tâlibân örneği, kendi dünyalarından farklı olan İslâmî veya
diğer düşünceleri reddeden yeni bir radikal fundamentalizm! ortaya koymuştu. Bu, Deobandizmin
aşırı bir şekline dayanıyordu, söz konusu akım İngiliz Hindistanı’nda gelişen ancak en derin kökleri
Pakistan’da bulunan bir Sünnî-Hanefî İslâm koludur. Tâlibânlar, bütün “İslâmî olmayan” yozlaşma
ları kaldırmaya ve katı ve baskıcı bir şeriat yorumunu uygulamaya sokmaya çalışmıştır. Kadınlar ge
nel olarak eğitimden, ekonomik ve kamusal hayattan tamamen soyutlanmıştı. Sansür o kadar katıydı
ki bütün müzik türleri yasaklanmıştı. Tâlibân yönetimi, çok otoriterdi, siyasî güç, Molla Ö m er’in
liderliği altında küçük bir grup Tâlibân din adamları grubunun elinde toplanıyordu.
1990’lardan beri ortaya çıkan yeni cihad grupları -bunlardan en önemlisi Üsame Bin Ladin
tarafından yönetilen El-Kaide’d ir- radikal yeni fundamentalizme anlam kazandırmıştır. Bu gruplar
için İslâma bağlılık cihad biçimindedir, kutsal bir savaş olarak algılanır, özellikle ABD ve İsrail’e
( “ Yahudi-Hıristiyan haçlı seferleri savaşanlarına” ) karşı sürdürülür ve ana hedef ise Suudi Arabis
tan’ın yabancı etkisinden kurtarılmasıdır. Bu tür militan İslamizm, 11 Eylül 2001’de ve 2002’de
Bali’deki bombalama gibi intihar saldırılarını ve terörizmi yasal ve hatta arındırıcı, siyasî ve sosyal
çabanın ifadeleri olarak görür. İslâm eleştirmenlerine göre, bu tür gelişimler İslâmî değerler ve li-
beral-demokratik Batı değerleri arasındaki temel uyuşmazlığı gösterir. Bu bakış açısından İslâm
totaliterdir, çünkü şeriat kanunlarına dayanan “İslâm devleti’ ni kurma hedefi tamamen çoğulculuk
(bkz. s. 51) karşıtıdır ve kamusal/özel ayrımı fikri ile zıttır. Terör ve şiddet uygulaması, bu tota
liter potansiyelin bâriz bir göstergesidir.
Ancak böyle bir görüş, temel İslâmî ilkeleri yanlış yorumlamış olur, oysa bu ilkeler terörizme
destek sağlamaz, aksine barış, saygı ve adâlete dayalıdır. Muhammed peygambere göre, örneğin,
“daha büyük cihad” kâfirlere karşı siyasî çatışma değil, bir iç çatışmadır: Ahlâkî disiplin ve İslâma
bağlılık ile daha iyi bir insan olma çabasıdır. Bütün dinî geleneklerle ortak olarak İslâm, birçok
görüşü içinde barındırır ve bunlar herhangi bir dava veya eylemi haklı çıkarmak için kullanılabilir.
Dinî fundamentalizm! ayıran husus ise dinî öğretilere yeni yorumlar getirmesi ve bu yorumları
sorgulanamaz otoritesi için talep etmesidir.
Dostları ilə paylaş: |