kendini düzenleyen serbest piyasa ve laissez-faire öğretisinin, bir daha reddedilmesi anlamına ge
liyordu. Laissez-faire’in terk edilme nedeni, endüstriyel kapitalist ekonomilerin artan karmaşıklığı
ve kendi araçlarıyla genel refahı teminat altına almada açıkça görülen yetersizliğiydi. 1929’da Wall
Street’in çöküşüyle tetiklenen 1930’ların “Büyük Buhran’ı, gelişmekte olan ülkelerin çoğunda ve
sanayileşmiş dünyanın tümünde yüksek oranda işsizliğe yol açtı. Bu, serbest piyasanın başarısız
lığının en dramatik göstergesiydi. İkinci Dünya Savaşından sonra neredeyse tüm Batılı devletler,
savaş öncesi işsizlik oranlarına dönüşü engelleme teşebbüsü çerçevesinde birtakım İktisadî müda
hale siyasaları benimsediler.
Bu müdahaleci siyasaların büyük
oranda rehberliğini yapan, İngiliz iktisatçı John Maynard
Keynes’in (1 8 8 3 -1 9 4 6 ) çalışmalarıydı. Keynes,
The General Theory o f Employment, Interest and
Money
( Genel İstihdam Teorisi,
Faiz ve Para, [1936] 19 6 3 ) adlı eserinde, klasik iktisadı düşünceye
meydan okumuş ve kendi kendini düzenleyen piyasa görüşünü reddetmiştir. Klasik iktisatçılar,
tüm diğer İktisadî sorunlarla beraber istihdam sorunu için de “piyasa çözüm ünün işleyeceğini öne
sürmüşlerdi. Bu iktisatçılara göre, ücretlerin düşmesine izin verilirse işsizlik de düşer; sorun sadece
sendika baskısından dolayı ücret miktarları esnek olmadığında söz konusu olabilir. Bu görüşe göre
işçiler, tam anlamıyla “yaptıkları işlerle kendi kendilerini ücretlendirirler.” Ancak Keynes, İktisadî
faaliyetin ve dolayısıyla da istihdam düzeyinin, ekonomideki toplam talep miktarınca belirlendiği
ni öne sürmüştür. Keynes, ücretler düştüğünde, ekonomi içindeki satın alma gücünün de toplam
taleple beraber düşeceğini belirtmiştir. Eğer insanların ceplerinde harcayacak paraları azsa, firma
lar daha az mal üretecek ve sonuçta da işsizlik yükselmeye devam edecektir. Sonuçta serbest piyasa,
buhrana doğru sürüklenecek ve tekrardan kendisini toparlayamayacaktır. Keynes’e göre 1930’lar-
da olan işte budur. Daha önceki ticaret döngülerinin aksine Büyük Buhran, İktisadî tesadüfler için
de “doğal” bir iyileşme ile son bulmamıştır.
Keynes, hükümetlerin toplam talep seviyesini etkileme yoluyla ülkelerindeki ekonomileri
“yönetebileceklerini” öne sürmüştür. Bu çerçevedeki hükümet harcamaları aslında,
ekonomiye
yapılan bir talep “şırıngası”dır. Hükümet bir okul inşa etmekle, inşaat işçileri için istihdam,
inşaat
malzemeleri için de talep yaratır. Bu yatırımın etkileri tüm ekonomide bir kıpırdanmaya neden
olacaktır. Örneğin inşaat işçisi, daha fazla mal alacak paraya kavuşacaktır. Bu, Keynes’in “çarpan
etkisi” dediği şeydir. Öte yandan vergilendirme ise ekonomiden çekilme anlamına
gelir ve vergi,
toplam talebi düşürmekle beraber İktisadî faaliyeti de boğar. Keynes, yüksek işsizlik dönemlerinde
hükümetlere, vergileri düşürme veya kamusal harcamaları artırma yoluyla ekonomideki emisyon
hacmini yükseltmelerini tavsiye eder. Bundan dolayı işsizlik, kapitalizmin görünmez eliyle değil,
devletin müdahalesiyle çözülebilir. Bu durumda ortaya çıkan bütçe açığı, tamı tamına devletin “aşı
rı harcama yapması” anlamına gelir. Sonuçta Keynezci talep yönetimi, genel refahı teminat altına
almak üzere, hükümetlere istihdamı ve büyüme seviyelerini yönlendirme becerisi kazandırmayı
taahhüt etmektedir.
Modern liberaller sosyal refahı
sağlama çerçevesinde, İktisadî yönetimi sivil toplum içinde
uyum ve refahı beslem e açısından yapıcı bir etken olarak görmüşlerdir. Keynes, kapitalizme kar-