v
e Polikistik Böbrek Hastalığı Sebebi
İle Gelişen
Renal
Yetmezlik: Vaka Takdimi
Ahmet Cumhur Dülger*,
Engin Gönültaş
*, Recep Dursun**,Hayriye Gönüllü***, Enver Aytemiz*
*
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları AD, Van,
Türkiye
** Van Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Acil Servis, Van, Türkiye
*** Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp AD, Van,
Türkiye
Giriş ve
Amaç:
Otozomal dominant polikistik böbrek hastalığı (ODPKBH) renal yetmezliğe ensık
ne
den olan monogenik hastalıktır. Dünya genelinde ve her ırkta görülür; sıklığı 1/400
-1000 dir. PKD 1
ve PKD 2
genlerindeki mutasyonlara bağlı gelişen otozomal dominat bir hastalıktır.
Tip 1 ve 2 olmak
üzere 2 tipi vardır.
Multisistemik bir hastalık olarak polikistik karaciğer hastalığı, çeşitl
i organ
sistemlerinde kistler (pankreas, araknoid membran, pineal gland, ve seminal veziküller), intrakranial
sakküler anevrizmalar, torasik aort anevrizmaları, mitral ve trikuspid kapak prolapsusu, aort kapak
yetmezli
ği ve kolon divertikülleri ile birlikte görülebilir. Erkek tip 2 ODPKB hastalarında renal yetmezlik
daha ağır seyirlidir. Hipertansiyon, böğür ağrısı, hematüri, kistik ve retroperitoneal hemoraji,
nefrolitiasis ve renal yetmezlik görülebilir.
Renal ageneziye eşlik eden tektaraflı ODPKB hastalığı çok
nadirdir. Bizler renal agenezisi ve unilateral ODPKB hastalığı olan renal yetmezlik ile başvuran bir
olguyu sunuyoruz.
Olgu Sunumu:
54 yaşında erkek hasta acil kliniğine baş ve flank (böğür) ağrısı
ile başvurdu.
Arteriyel
tansiyon 190/100 mm/Hg. idi. Fizik muayenesinde s
ağ kostovertebral açı hassasiyeti mevcuttu.
Geri
kalan sistem muayeneleri normaldi. Laboratuar analizinde serum kreatinin: 5,6 mg/dl (referans
aralığı:0.1
-1.0), üre: 200 mg/dl, potasyum 6 mg/dl ve
hemoglobin:9 g/dl idi. Venöz kan gazında ağır
metabolik asidoz mevcuttu. Hiperparatiroidi ve hipokalsemi saptandı. Batın (abdomen) BT de tek
taraflı polikistik böbrek ve diğer tarafta agenezik böbrek mevcuttu.
Hastaya acil hemodializ uygula
ndı.
Hiperkalemi ve metabolik asidozu dramatik olarak düzeldi.
Sonuç: Agenezik böbrek ile beraber
karşı tarafta ODPKB hastalığı çok nadirdir. Heriki yapısal hastalık
da renal yetmezliğe neden olabilir. Acil diyaliz bu durumda hayat kurtarıcı olabilir.
11
P10-
Idıopathıc Portal Hypertensıon Assocıated Wıth Membranoprolıferatıve
Glomeruloneprhrıtıs Type I: Fırst Case Report In The Lıterature
Ahmet Cumhur Dülger*, Recep Dursun**, Hayriye Gönüllü***, Sevdegül
Karadaş***
,Engin
Gönültaş
*
*
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları AD, Van,
Türkiye
** Van Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Acil Servis, Van, Türkiye
*** Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp AD, Van,
Türkiye
Introductıon
: Idiopathic portal hypertension (IPH) is characterised by portal hypertension due to
intrahepatic or prehepatic lesions, in the absence of cirrhosis of the liver. Membranoproliferative
glomerulonephritis (MPGN) is characterised by proteinuria, haematuria, hypertension,
hypocomplementaemia, impaired renal function) and findings on conventional histology. MPGN is
associated with activation of the complement cascade, involving the classical pathway (low C4 and
C3) in type I MPGN, the alternative pathway (low C3, normal C4) in type II, or the terminal pathway
(type III).
Till now, the association between MPGN and non-cirrhotic portal hypertension is never described. In
this report, we present a case of IPH with concomitant MPGN, representing a rare association
between two different diseases.
Case Report: A 28-year-old female with a longstanding medical history of IPH presented to the
emergency department with an thrombocytopenia, prolonged INR, elevated serum creatinine
concentration of 2.8 mg/dl (reference interval, RI: 0.5–1.4 mg/dl), hypoalbuminemia (2.4 g/dl, RI: 3.4–
5.3 mg/dl ), hypocalcemia (7.9 mg/dl, RI: 8.4– 10.5 mg/dl), hyperphosphatemia (5.6 mg/dl, RI: 2.7–4.5
mg/dl), extensive hematuria, anemia and severe hypertension (blood pressure 220/110 mm/Hg).
Abdominal ultrasound sonography revealed hepatosplenomegaly and enlarged portal vein diameter.
She was underwent a kidney biopsy. Examination of the renal biopsy samples was consistent with
MPGN type I. She was treated with IV prednisolon and tacrolimus and discharged 7 days later.
Conclusion: IPH may play a role of the development of MPGN. Both of these diseases may share
same ethiologic properties as well as complement cascade disorders.
12
P11-
A Case Presented Wıth Paınfull Skın Metastasıs Due To Papıllary Thyroıd Cancer
Ahmet Cumhur Dülger*, Davut Demirkıran*, Hayriye Gönüllü**,
Recep Dursun***,
Sevdegül Karadaş**
*
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi
,
İç Hastalıkları AD, Van, Türkiye
** Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi
,
Acil Tıp AD, Van, Türkiye
*** Van Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Acil Servis, Van, Türkiye
Introduction: Papillary throid cancer (PTC) is the most common type of throid cancer, accounting for
70-90% of well-differentiated thyroid malignancies. It is characterised by psammoma bodies, cleaved
nuclei with an ‘’orphan –Annie’’ appearance caused by large nucleoli, and the formation of papillary
structures. PTC tends to be multifocal and to be to invade locally within the thyroid glands. It may also
spread into adjacent structures in the neck. However, skin metastasis is very rare. Therefore, we
report a rare case presented with painfull subcutaneus mass within plantar side of the right foot.
Case Report: A 32-year-old women admitted to emergency unit due to painful skin node at plantar
side of the right foot. The blood pressure was 166/80 mm Hg, the pulse 74 beats per minute, and the
axillary temperature 36.1°C; the respirations were 18 breaths per minute. There was no sign of head
trauma. There was a mobile and tender mass at the plantar side of her right foot. The remainder of
the physical examination was normal except a thyroid nodule The complete blood count, electrolyte
levels and the results of renal- and liver-function tests were normal. A skin biopsy was performed.
Pathological examination revealed PTC. Subsequently, diagnosis of papillary carcinoma was made on
examination of a biopsy specimen of her thyroid nodule obtained by fine-needle aspiration. The final
diagnosis was metastatic PTC.
Conclusion: Stage IV disease (distant metastases) comprises only about 1% of patients with PTC.
Painful skin lesions should be evaluated correctly.
13
P12-
Famılıal Medıterranean Fever(Fmf)
-
Related Splenıc Infarctıon:
A Case Report
Ahmet Cumhur Dülger*, Hayriye Gönüllü**, Sevdegül Karadaş**,
Recep Dursun***, Özgür Kemik****
*
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları AD, Van, Türkiye
**
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Acil Tıp AD, Van, Türkiye
*** Van Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Acil Servis, Van, Türkiye
**** Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi AD, Van, Türkiye
Introductıon
: FMF is the most common hereditary periodic fever syndrome predominantly affecting
individuals originated from eastern Mediterranean basin. Prevalence in Turkish population is about
1/1073 and in those of non- Ashkenazi Jewish descent between 1/250 and 1/500. FMF is an
autosomal recessive disease. MEFV gene is located on chromosome 16p13.3 and, mutations on this
gene are resulted in FMF due to pyrin-related inflammatory reactions and apoptosis. Colchicine is the
cornerstone for the management of FMF. The most common symptoms produced by diseases
involving spleen are pain in the left upper quadrant (LUQ). Pain may result from infarction of the
spleen. Vascular occlusion, with infarction and pain, is rarely seen in younger patients with FMF. So,
we report a rare case with FMF complicated with splenic infarction.
Case Report: An 18-year-old girl was presented with fever and pain in the left upper quadrant. She
had a prior history of FMF and was taking colchicine daily. On examination, there was a diffuse
tenderness on palpation in LUQ. Laboratory analysis revealed accelareted sedimentation rate and
elevated levels of white blood cells, platelets, C- reactive protein and fibrinogen. CT of abdomen
revealed splenic infarction. Low molecular weight heparin (LMWH) was also started to manage the
infarction. Pain in theLUQ decreased and abdominal tenderness resolved within 36 hours after arrival.
The patient was discharged with instructions to take LMWH twice and colchicine thrice daily.
Conclusion: FMF may cause splenic infarction. LMWH should be used in such cases.
14
P13-
Tandır kullanımına bağlı karbonmonoksit zehirlenmesi
Hadi Bahadur
1
Recep Dursun
1
,
Sevdegül Karadaş
2
1:Van Bölge Eğitim Araştırma Hastanesi
2:Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı,Yrd Doç Dr.
Giriş ve Amaç:
CO, tüm dünyada ölümcül zehirlenme vakalarında en başta gelen nedenlerden
biridir.Yanlış tanılar nedeniyle tam bir istatistikî bilgi vermek zordur. Sonbahar ve kış aylarında kömür
ve odun sobalarının ısınma amaçlı kullanımının artması nedeniyle daha fazla
görülmektedir. Bu
çalışmadaki amacımız kış aylarında nonspesifik semptomlar ile gelen hastalarda CO’e maruz kalma
ihtimalini düşünmek, anamnezin iyi sorgulanmasını ön plana çıkarmaktır.
Olgu sunumu:
Kırk beş
yaşında bayan hasta acil servisimize halsizlik, başağrısı ve bilinç değişikliği
şikayetleriyle başvurdu. Herhangi bir ek hastalığı olmayan hasta TA:130
-
80mmhg,Nabız: 90/dk EKG:
Normal sinüs ritmi, nörolojik muayenesi olağan, PA
-
Akciğer: Normal, beyin BT: Normal Glukoz:121
diğer biyokimsasal parametreler ve hemogram normal sınırlarda, Oksijen sat:%95 saptandı.
Kangazında cohb düzeyi:%16 gelen hastaya %100 oksijen başlandı. Anamnez derinleştirildi.hastanın
tandır denilen doğuda kırsal kesimlerde ekmek pişirmek için kullanılan fırında ekmek pişirdiğini ve
normal şartlarda açık havada kurulan tandırın havaların soğuk olması nedeniyle çevresinin kapatıldığı
öğrenildi. Acil serviste izlenen ve oksijen tedavisi alan hastanın semptomlarının tamamen gerilemesi
sonrası şifa ile taburcu edildi.
Sonuç: CO, renksiz v
e kokusuz bir gazdır. Geçmişte ve günümüzde zehirlenmeye bağlı ölümlerin
önemli bir sebebidir. Karbon içerikli yakıtların tam olarak yanmamasına bağlı ortaya çıkar. Odun ve
kömür sobaları egzoz gazları önemli kaynaklardır. Ölümcül olmayan dozlardaki maruzi
yetlerden sonra
ortaya çıkan semptomlar nonspesifik olduğundan yanlış tanı ihtimali
her zaman mümkündür. Özellikle kaynağın belirsiz olduğu durumlarda bu risk daha da artmaktadır.
Risk gruplarını belirlemek, ayrıntılı anamnez almak yanlış tanıyı önemli derecede azaltır.
15
Şekil
1
:Tandır örnekleri
İletişim adresi; Hadi Bahadur , Acil Tıp Uzmanı
Van Bölge Eğitim Ve Araştırma Hastanesi
Email;hadibahadur@gmail.com
GSM;05055841587
16
P14-
İskemik İnme Etyolojisinde Kardiyak ve Karotis Patolojilerinin Yeri ve Önemi
Ferudun Koyuncu1, Başar Cander2, Sadık Girişgin2
, Ali Dur3, Sedat Kocak2, Mehmet Gul2
1Mevlana Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı, Konya, Turkiye
2Selcuk
Universitesi Meram Tıp Fakultesi, Acil Tıp Anabilim Dalı, Konya, Turkiye
3Bezmialem Vakıf Universitesi Tıp Fakultesi, Acil Tıp Kliniği, İstanbul, Turkiye
Amaç:
İnme, dünyada üçünçü sıradaki ölüm nedeni olup endüstrileşmiş toplumlarda,
hastane
başvurularında ve sağlık harcamalarında önemli bir yer tutmaktadır. İnmeli hastaların %30’ü bir yıl
içinde ölmekte, yaşayanların üçte biri de günlük işlerinde başkalarına muhtaç olarak yaşamlarını
sürdürebilmektedir. Bu calışma kardiyak ve karotis patolojilerin iskemi
k inmedeki yeri ve önemini
araştırmak amacıyla planlandı.
Gereç ve Yöntemler:
Bu calışmada Ocak 2007 ile Ocak 2008 tarihleri arasında
Selçuk Ünivesitesi
Meram Tıp Fakültesi Acil Tıp Kliniğine akut iskemik inme ile
başvuran
Ekokardiyografi ve Karotis
dopple
ri yapılmış 91 hasta değerlendirmeye
alındı.
Bulgular:
TOAST kriterlerine göre tüm iskemik inmeli hastalarımızın %29.7’si
büyük damar hastalığı,
%40.7’si kardiyoembolik inme, %18.7’si küçük damar
hastalığı, %4.4’u diğer bilinen etyolojiler ve
%10.5’i sebebi bilinmeyen etyolojiler
olarak gruplandırıldı. Ekokardiyografi ile %21.1 oranında yüksek
riskli
kardiyoembolik inme tespit edilirken %76.7 oranında da orta riskli kardiyoembolik
inme tespit
edilmiştir. Yapılan karotis vertebral arter dopplerinde; hastaların
%38.5’i %50’nin altında darlık,
%18.7’si %50-
70 arasında darlık, %7.7’sinde
%70’in üzerinde darlık ve %3.3’ünde total oklüzyon
görülmüştür.
Sonuç:
İskemik inmesi olan her hastaya hem tedavi protokolünü belirlemek
hem de takip etmek
acısından ekokardiyografi uygulanmalı ve temel test olarak
kabul edilmelidir. Karotis-vertebral arter
dopplerinin iskemik inmeli hastalarda yine temel test olarak kabul edilmelidir.
Yazışma Adresi / Correspondence to: Uzm. Dr. Ferudun Koyuncu, Mevlana Üniversitesi Tıp
Fakulte
si, Acil Tıp Kliniği, Konya, Turkiye
Tel: +90 332 3229410 e.mail: drferidun@hotmail.com
17
P15-
Aynı İlaçla Farklı Zamanlarda Özkıyım Girişimi Olan Bir Hastada Sodyum Valproat
Zehirlenmesi
Hızır Ufuk AKDEMİR, Mehmet ALTUNTAŞ,
Celal KATI, Latif DURAN, Yücel YAVUZ
Ondokuz
Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp AD, Samsun, Türkiye
Amaç: Valproat, insanlar
da farklı
nöbet tiplerinde antikonvülzan olarak
kullanıl
an ve oral uygulama
sonrası hızla absorbe olan bir ajandır
. Jeneralize veya parsiyel epilepsiler, bipolar bozukluklar ve
migren profilaksisinde
kullanılmaktadır. Bu makalede acil servisimize farklı zamanlarda aynı ilaçla
(sodyum valproat)
özkıyım girişimi nedeni ile başvuran
bir hasta sunulmuştur.
Olgu Sunumu: Yirmi
yaşında
kadın
hasta
acil servisimize yaklaşık iki saat önce sodyum valproat
tabletten 100 adet alma nedeni ile getirildi. Özgeçm
işinde epilepsi dışında ek özellik yoktu.
Fizik
muayenesinde; kan basıncı: 150/90 mmHg, nabız: 92/dakika, solunum sayısı: 20/dakika ve ateş:
36,9ºC idi. Bilin
ci açık koopere ve oryante idi.
H
astanın v
alproik asit düzeyi 150 µg/ml olarak ölçüldü.
Sevk edil
diği merkezde mide irrigasyonu yapılarak aktif kömür uygulanan hastaya destek tedavisi
verildi. Takip süresince ek problemi olmayan ve psikiyatri ile konsülte edilen hastaya essitolapram
başlanarak taburcu edildi.
Aynı hasta, hastane kayıtlarına göre yaklaşık yedi ay sonra tekrar acil
servisimize sodyum valproat tabletten 45 adet alma nedeni ile getirildi. Fizik muayenesinde vital
bulguları stabil olan hastanın baş dönmesi şikayeti mevcuttu
. Elektrokardiyografi (EKG)’sinde patolojik
özellik görülmedi. Valproik asit düzeyi 114
µg/ml olarak ölçülen hastaya destek tedavisi uygulandı.
Depresif uyum bozukluğu düşünülen hastaya fluoksetin tablet başlanarak taburcu edildi.
Sonuç:
Antiepileptik ilaçlar tedavi dozlarında bile zehirlenme
oluşturabilirler. Valproik asit
zehirlenmeleri bu grupta yer alır ve sık görülür.
Valproik asit zehirlenmesinde görülen EKG’de QT
uzaması
, metabolik asidoz, konvülsiyon, beyin ödemi, hiperamonyemik ensefalopati, pankreatit, akut
böbrek yetmezliği ve anüri
, a
kciğer ödemi, solunum durması ve koma korkulan bulgulardır.
Acil servis
hekimi valproik asit zehirlenmesinde destekleyici önlem ve tedavi
lerin yanı sıra
uygun hastalarda L-
karnitin ve h
emodiyaliz uygulamalarının da gerekli olabileceğini akılda tutmalıdı
r.
18
P16-
2011 Van depremi sonrası Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesine başvuran olguların
değerlendirilmesi
Recep Dursun
1
,
Cemile Ayşe Görmeli
2
, Gökay Görmeli
3
1
Van Bölge Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Acil Servis Kliniği, Van
2
Van Bölge Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Kliniği, Van
3
Van Bölge Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Ortopedi Ve Travmatoloji Kliniği, Van
Amaç:
23 Ekim 2011 tarihinde Türkiye’nin doğusundaki Van ilinde Richter ölçeğine göre 7.2
şiddetinde deprem meydana gelmiştir. Bu deprem kitlesel yaralanmalara yol açan büyük yıkıcı
felaketlere neden olmuştur. Burada sunulan tanımlayıcı analizin yalnızca mevcut çalışma için değil
aynı zamanda daha sonra yaşanabilecek afetler için de bir kaynak
olarak kullanılması amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem:
Deprem nedeniyle Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesine başvuran
hastaların ilk 7 günlük kayıtları retrospektif olarak incelenmiştir. Sonuçlar mevcut lit
eratür ile
karşılaştırılmıştır.
Bulgular: Depre
me bağlı 1582 hasta acil servise başvurmuştur. Başvuran hastaların 806’sı (%50.9)
erkek, 776’sı (%49.1) kadındır ve ortalama yaş 36.9’dur. 301 hasta yatarak tedavi görmüştür.
Hastaların 84’ü (%28) ortopedi servisine, 40’i (%13) genel cerrahi ve çocuk cerra
hisi servislerine, 26
hasta (%9) göğüs cerrahisi servisine yatırılmıştır. 34 hasta (%11) beyin cerrahisi servisine, 56 hasta
(%19) dahiliye servisine, 39 hasta (%13) yoğun bakıma, 22 hasta (%7) ise diğer servislere yatırılmıştır.
Ölü olarak gelen veya hast
anede yapılan müdahalelere rağmen ölenlerin sayısı ise 60’tır.
Sonuç:
Deprem felaketi sonrası mortalite ve morbidite oranını azaltmak için; erken ve etkili triaja
önem verilmeli, hastalar hastaneye nakledildikten sonra hastaların klinik özelliklerine göre
tedavi
uygulanmalı ve birçok kliniğin birbiriyle uyumlu ve işbirliği içerisinde çalışmaları gerekmektedir.
İletişim:
Uz.Dr.Recep DURSUN
Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi
drrecepdursun@hotmail.com
05062967974
19
P18-
AKÜ PATLAMASINA BAĞLI
GÖZ YARALANMALARI: OLGU SUNUMU
Murat Eroğlu
1
, Ümit Kaldırım
2
, Yusuf Emrah Eyi
2
1
Gülhane Askeri Tıp Akademisi Haydapaşa Eğitim Hastanesi, Acil Servis, İstanbul
2
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Acil Tıp Anabilim Dalı, Ankara
Giriş
ve Amaç: Aküler elektrik enerjisini kimyasal enerji
olarak depo eden, istenildiği
nde bunu elektrik
enerjisi olarak veren cihazlardır. Akünün içinde
sülfirik asitle saf su ka
rışımı olan
elektrolit konulur. Akü
patlamaları göz yaralanmalarının nadir nedenlerinden biridir. Yaralanmanın sınırı anterior segmentten
retinaya kadar uzanan
bir alandır. Yaralanmaların ciddiyeti yüzeyel asit yanıklarından penetre göz
yaralanmalarına ve retinal hemorojiye kadar değişmektedir. Bu makalede bu tür yaralanmaların
sıklığının ve ciddiyetinin uygun önlemler alınarak nasıl azaltılabileceğine dikkat çekmek amaçlamıştır.
Biz otomobil aküsü patlaması sonucu yaralanan 7 vakayı yayınladık.
Vaka Sunumu: Yirmi bir
yaşında şöfor erkek hasta, akü bakımı esnasında akü kutup başlarını
sıkılarken elindeki anahtarın şaseye neden olması sonucu akü patlaması nedeniyl
e sol gözde ani
görme kaybı
şikayeti ile acil servise getirildi. Basit fizik muayene ile sistemler tabii, yüzde yaygın
olarak 1. derece yanıklar ve ekimotik alanlar tespit edildi. Lokal muayenede sağ göz harici kısımları ve
pupil ışık refleksi tabii idi. Sol gözde pupil ışık refleksi alınamadı. Biyomikroskop ile muayenede sağ
göz tabii idi. Sol gözde medial skleradan saat 9 lokalizasyonundan başlayan 1
-
1.5 cm uzunluğunda
lineer kesi korneada parçalı perforasyonla devam etm
ekte ve saat 12 lokalizasyonunda korneadan
posterior skleraya (superior) doğru 1.5
-2 cm lineer olarak uzanmakta idi. Fundoskopik muayenede
sağ göz normal
idi, sol göz fundus
izlenemedi. Ön kamaranın silme hifema ile dolu olduğu ve lensin
parçalı olduğu izlendi. Görme keskinliğinin değerlendirilmesinde sağ göz tam, sol gözde ise ışık hissi
şüpheli olarak değerlendirildi. Operasyona alınan hastaya korneaskleral perforasyon primer tamiri ve
lens aspirasyonu yapıldı.
Diğer altı
hastada her iki gözde anterior
segmentte hafif düzeyde asit yanıkları mevcuttu. Kontüzyon
ya da perforasyon mevcut değildi. Hastaların görme keskinliği ve görme alanı muayeneleri normal
olarak değer
lendirildi. Bu 6
hastanın da
yüz bölgesinde
asite bağlı
yüzeyel
yanıklar ve küçük
laseras
yonlar mevcuttu. Bir hastanın sağ elinde yüzeyel asit yanığı
mevcuttu. Bu 6
hastanın hepsi
de
görme özelliklerinde bir kayıp yaşamadan iyileştiler.
Dostları ilə paylaş: |