XÜLASƏ:
Bu məqalənin məqsədi 1940-cı illərdən etibarən beynəlxalq təşkilatların insan
hüquqlarını əhatə edən əsas sənədlərində din/inanc azadlığı məsələsini tədqiq
etməklə din azadlığı mövzusunun beynəlxalq hüquqdakı tarixi seyrini təhlil etməkdir.
Digər tərəfdən məqalə İslam dünyasının beynəlxalq təşkilatlar səviyyəsində bu
prosesdə iştirakını tədqiq edir.
RESUME:
The purpose of this article is to investigate the coverage and limitations of
freedom of religion and belief within human rights documents under major
international organizations since the 1940s. In this way the article aims to assess the
issue of historical development of religious freedom in international law. The
research will also study the contribution of Islamic world at the level of international
organizations to the process.
РЕЗЮМЕ:
Цель этой статьи заключается в анализе исторического продвижения темы
свободы религий в международом праве путем исследования вопросов свободы
религий и убеждений в документах международных организаций
охватывающих права человека, начиная с 1940-х годов. В статье также
изучается вклад в этот процесс исламского мира на уровне международных
организаций.
ÖZET:
Bu makalenin amacı 1940’lı yıllardan başlayarak uluslararası kurumların insan
hukuklarını kapsayan başlıca dokümanlarında din və inanç özgürlüğünün kapsam və
sınırlarını araştırmaktır. Böylece makale din özgürlüğü konusunun uluslararası
hukuktaki tarihi seyrini tahlil etmektedir. Makalede ayrıca İslam dünyasının
uluslararası kuruluşlar düzeyinde zikri geçen sürece katılımı araştırılmaktadır.
İbn Haldun’un Asabiyet Kavramında “Kolektif Hafıza” Boyutu
199
İBN HALDUN’UN ASABİYET KAVRAMINDA
“KOLEKTİF HAFIZA” BOYUTU
Yrd.Doç.Dr.Behram Hasanov
Anahtar Kelimeler: Ibn Haldun, Mukaddime, Asabiyet, Kolektif Hafıza, Sosyal
Bütünleşme
Key Words: Ibn Khaldun, Muqaddimah, Asabiyya, Collective Memory, Social
Cohesion
Ключевые слова: Ибн Халдун,
мукаддим, асабия,
коллективная память,
социальная интеграция
Giriş
İbn Haldun’un düşünce mirası, özellikle de Mükaddime üzerine yapılan
araştırma ve değerlendirmelere baktığımızda iki temel yaklaşım dikkat çekmektedir.
Birinci yaklaşım, İbn Haldun’u İslam medeniyetinde benzerine rastlanmayan, öncesi
ve sonrası olmayan bir düşünür olarak değerlendirirken
1
, ikinci yaklaşım İbn
Haldun’un ve “Mukaddime”nin İslam düşünce geleneğinin bir halkası olduğunu ve
söz konusu gelenekten soyutlanarak anlaşılamayacağını savunmaktadır.
2
Benzer
şekilde, birinci yaklaşımı benimseyenlerin İbn Haldun’un “Mukaddime”de kullandığı
kavramların çoğunluğunu modern Batı medeniyetinin düşünce geleneğindeki
kavramların birer müadili olarak ele almalarına karşın, ikinci yaklaşımın temsilcileri
söz konusu kavramların Batı medeniyetinin kavramlarıyla karşılanamayacağını ve
Bu makale, 1-3 kasım 2013 tarihinde, Uluslararası İbn Haldun Sempozyumu’nda sunulan
“Kolektif Hafıza Bağlamında İbn Haldun’un Asabiyet Kavramını Yeniden Düşünmek”
isimli tebliğin gözden geçirilerek geliştirilmiş halidir.
Bülent Ecevit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi
1
Örn. Bkz. Cemil Meriç, “Kendi Semasında Tek Yıldız-I”, Fikirde ve Sanatta Hareket, sy. 100
(Nisan 1974), s. 32-36.; "Kendi Semasında Tek Yıldız-II", Fikirde ve Sanatta Hareket, sy. 101
(Mayıs 1974), s. 8-18.
2
Örn. Bkz. Tahisn Görgün, “Tarih ve Toplum Araştırmalarında Bir Yöntem Kaynağı Olarak
Klasik Metafizik:Fahreddin er-Razi Ekolü ve İbn Haldun”, İslam Araştırmaları Dergisi,
sayı 17, 2007, s. 49-78.
Behram Hasanov
200
tamamen özgün ve İslam medeniyetine özgü kavramlar olduğunu savunma
eğilimdedirler.
İbn Haldun’un ve “Mukaddime”nin İslam düşünce geleneğinden ve söz konusu
geleneğin felsefi temellerinden soyutlanarak anlaşılamayacağı doğrudur. Fakat İbn
Haldun’un söz konusu felsefi temelleri, bir varlık alanı olarak incelemek üzere,
topluma uyarlayan ilk, belki de tek Müslüman düşünür olduğu da bir gerçektir.
Benzer şekilde, “Mukaddime”de kullanılan kavramların İslam kültür ve
medeniyetinden beslenen özgün kavramlar olduğunu kabul etmekle birlikte, modern
Batı düşüncesindeki benzer kavramların “Mukaddime”deki kavramların
derinlemesine incelenmesi ve anlaşılabilmesi için bize oldukça faydalı birer basamak
sağlayabileceğine de inanıyoruz. Bazı araştırmacılar İbn Haldun’un kullandığı
kavramları karşılık bulmaya çalışmadan aynen kullanmaya özen gösterseler de
3
,
günümüzde sosyal bilimlerde kullanılan kavramlar üzerinden yapılan incelemelerin
söz konusu klasik kavramlara yeni boyutlar katacağı ve kendini gizleyen yönlerini
ortaya çıkaracağı kanaatini taşıyoruz.
“Mukaddime” araştırmacılarının bugüne kadar üzerinde en fazla durduğu
kavramlardan biri, kuşkusuz İbn Haldun’un toplum teorisinde merkezî bir konuma
sahip olan asabiyet kavramıdır. Fakat İbn Haldun’un asabiyet kavramına yüklediği
çokboyutlu anlam onun modern sosyal bilimlerin kullandığı kavramlarla birebir ifade
edilmesinde bazı zorluklar ortaya çıkarmaktadır. Modern araştırmacılar asabiyet’i
genellikle “sosyal dayanışma” veya “dayanışma duygusu” kavramlarıyla karşılamaya
ve açıklanmaya çalışılsalar da, söz konusu modern kavramların asabiyet’in sadece
bir boyutunu – toplum üyelerinin birbirileriyle olan yatay bağ ve bağlılıklarını ifade
ettiğini görüyoruz. Biz son dönemlerde sosyal bilimlerde sıkça kullanılmaya
başlayan «kolektif hafıza» kavramının asabiyet’in farklı boyutlarını anlayabilmemiz
için bize yeni imkanlar sunduğunu savunuyoruz. Bunu ortaya koyabilmek için önce
“Mukaddime”den hareketle asabiyet kavramının temel özelliklerini belirlemeye
çalışacak, arkasından «kolektif hafıza» kavramının bize asabiyet’in farklı boyutlarını
anlamak için sağladığı avantajı ortaya koymaya çalışacağız.
Asabiyet Kavramının Temel Boyutları
Birçok araştırmacı, İbn Haldun’un değerini ortaya koymaya çalışırken sık sık
onun sosyal bilimlerle ilgili çok sayıda düşünce ve kavramları yaklaşık yedi yüzyıl
3
Bkz. Ahmet Arslan, İbni Haldun, Vadi Yayınları:İstanbul, 2000.
İbn Haldun’un Asabiyet Kavramında “Kolektif Hafıza” Boyutu
201
önce ortaya attığı gerçeğine vurgu yaparlar.
4
Tarih ilerledikçe insan zekasının da
geliştiğine ilişkin evrimci görüşten beslenen bu yaklaşımdan farklı olarak, biz İbn
Haldun’un sosyal bilimler alanındaki önemini, diğer büyük düşünürlerde de sık sık
rastlandığı üzere, yerel özellikleri başarılı bir şekilde evrensel bir dille ifade
etmesinde ve söz konusu özelliklere ilişkin evrensel kavramlar üreterek onları
bilimsel çalışmaların objesi haline getirebilmesinde görmek gerektiğini düşünüyoruz.
İbn Haldun’un yerel özelliklerden hareketle evrensel bir kavram geliştirme
başarısının en bariz örneklerinden birisi kuşkusuz kendisinin kullandığı asabiyet
kavramıdır. Arap kabilelerinde kabile üyesi bireylerin dış tehlikelere karşı korunması
ve kabilelerarası rekabet açısından önem taşıyan asabiyet’in yeni özellik, etki ve
bağlantılarını keşfeden İbn Haldun, onun derinlemesine bir analizini yaparak,
geliştirdiği medeniyet teorisinin merkezine yerleştirmiştir. Dolayısıyla, İbn
Haldun’un asabiyet kavramının tüm temel özelliklerini anlamadan söz konusu
medeniyet teorisini de anlayamayız.
Mukaddime’de asabiyet kavramının net bir tanımını aramak sonu hayal
kırıklığıyla biten bir uğraştır. Çünkü İbn Haldun asabiyet’in ne olduğuyla ilgili net
ifadeler kullanmak yerine, onun ne yaptığını çözümlemeyi ve asabıyet’in oluşma,
çalışma ve zayıflama mekanizmaları üzerine yoğunlaşmayı tercih etmektedir. Buna
rağmen, sözkonusu kavramın temel bileşenlerinin ortaya konulması imkansız
değildir. Bunu yapabilmenin yolu da, Mukaddime’yi bir bütün olarak göz önünde
bulundurarak asabiyet kavramının bu bütün içerisindeki tüm bağlantılarını dikkatli
bir şekilde tespit etmektir. Söz konusu bileşenlerin önemli bir kısmı Mukaddime
üzerine yapılan araştırmalarda derinlemesine incelenmiştir. Bizim amacımız,
asabiyet kavramının temel bir boyutu olmasına rağmen, bugüne kadar üzerinde fazla
durulmayan bir boyutu incelemektir. Kuşkusuz söz konusu ihmâl edilmiş boyutu,
mümkün olduğu ölçüde, kavramın diğer temel boyutlarıyla bağlantıları içerisinde ele
almaya çalışacağız.
Mukaddime’den hareketle asabiyet kavramını üç temel boyuta indirgeyebiliriz.
Bunlardan birincisi, hayatta kalmaktan iktidar olmaya kadar uzanan kolektif bir
mücadele, ikincisi asabiyet’in yatay boyutu olan bireyin topluma sıkı bağlılığı,
toplumun da bireye sahip çıkmasıyla gerçekleşen toplumsal bütünleşme, üçüncüsü de
asabiyet’in dikey boyutu diyebileceğimiz, seleflerle ilgili gururverici ortak anıların
4
Örn. Bkz. Ünver Günay, “İslam Dünyasında Bir Din Sosyolojisi Öncüsü: İbn Haldun (1332-
1406)”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 6. sayı, 1986, s. 63-104.
Behram Hasanov
202
veya «kolektif hafıza»nın sağladığı motivasyon olarak ele alınabilir. Bizim bu güne
kadar ihmâl edildiğini düşündüğümüz boyut işte üçüncü boyuttur. Halbuki, İbn
Haldun söz konusu üç boyutu da bir biriyle karşılıklı etkileşim içersinde
incelediğinden onlardan birine gereken önem verilmediği taktirde, diğer boyutlar da
yeterince anlaşılamayacaktır. Biz de dikey boyut olarak ifade ettiyimiz «kolektif
hafıza»yı merkeze alarak ve yer yer de onun diğer boyutlarla ilişkisini ortaya koyarak
asabiyet kavramının analizini yapmaya çalışacağız. Fakat önce kısaca «kolektif
hafıza» veya toplumsal hafıza kavramının içeriğine kısaca değinmemiz gerekir.
«Kolektif hafıza» Kavramının Bazı Temel Özellikleri
«Kolektif hafıza» kavramını sosyolojiye ilk kazandıran kişi Fransız sosyolog
Maurice Halbwachs’dır. Halbwachs’a göre, hafızamız toplumsal çerçeveye
bağımlıdır. Bu bağlamda, her bireysel hafıza başkalarıyla iletişim sayesinde oluşur
ve bu “başkaları” herhangi bir insan topluluğu değil, geçmişlerinin ortak bir imajıyla
kendi birliğini ve özgünlüğünü idrak eden gruplardır.
5
Halbwachs’ın kendi ifadesi
şöyle: “Evet, normalde insanlar kendi hafızalarını toplum içerisinde edinirler. Aynı
zamanda, onların hafızalarını geri çağırdıkları, onun farkına vardıkları ve
mekansallaştırdıkları yer de toplumdır.... İşte bu anlamda kolektif bir hafıza ve
hafızanın kolektif çerçeveleri mevcuttur”
6
. Dolayısıyla, gruba bağlı olan bireyleri
ortak hareket etmeye iten şey, onların geçmişlerinin ortak imajına, diğer bir ifdeyle
«kolektif hafıza»ya dayanmaktadır. «Kolektif hafıza»yı sürdürebilmenin yolu
geçmişi sık sık hatırlamaktan geçer. Bunun en tipik örneklerinden biri, arap
kabilelerinde de yaygın olan nesep ilmi ve soyağacının çıkarılmasıdır. Ünlü
toplumsal hafıza teorisyenlerinden olan Jan Assmann hatırlamak eyleminin seçilmiş
olma ilkesine dayandığını savunmaktadır. “Çünkü seçilmiş olmak, hiçbir şekilde
unutulmaması ve unutturulmaması gereken en yüksek düzeyde sorumluluklar
kurumu anlamına geliyor”
7
. Dolayısıyla, «kolektif hafıza» bir şekilde seçilmiş olma
veya “eşraftan olma” düşüncesinden beslenmektedir. Bu düşünce gruba motivasyon
sağlamaktadır.
5
Jan Assmann, “Collective Memory and Cultural Identıty”, New German Critique, No. 65,
Cultural History/Cultural Studies. (Spring - Summer, 1995), s. 127.
6
Maurice Halbwachs, On Collective Memory, (edit. Lewis A. Coser), The University of
Chicago Press: London, 1992, s. 38.
7
Jan Assman, Kültürel Bellek, Eski Yüksek Kültürlerde Yazı, Hatırlama ve Politik Kimlik,
(çev. Ayşe Tekin), Ayrıntı Yayınları: İstanbul, 2001, s. 35
İbn Haldun’un Asabiyet Kavramında “Kolektif Hafıza” Boyutu
203
Asabiyet Kavramını «Kolektif Hafıza» Kavramı Üzerinden Okumak
İbn Haldun, asabiyet kavramını açıklarken onu sık sık grubun geçmişiyle ve
asaletiyle ilişkilendirmektedir. Ona göre, “asabiyet bir yerde, korkulur ve sayılır bir
şekilde mevcut olur, bağlı olduğu kök de temiz ve muhafaza edilmiş bulunursa,
nesebin temin ettiği fayda daha açık, semeresi daha kuvvetli olur. Eşraftan olan
ceddlerin (iftihar maksadıyla) sayılması, ona ek olan bir faydadır... asabiyet
sahiplerinde şan ve şeref [asalet] aslîdir.”
8
Dolayısıyla, seçkin ceddlerin devamı olma
düşüncesinin ve grubun veya toplumun ortak geçmiş imajının, kısacası «kolektif
hafıza»nın asabiyetin temel boyutlarından biri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. İbn
Haldun «kolektif hafıza»nın sadece gerçek anlamda nesep veya kan bağına
dayandığını söylemez. Nitekim grup üyelerinin sayısı arttıkça aradaki kan bağı
hakikat olmaktan çıkar ve vehmî bir inanca dönüşür. Asabiyet söz konusu olduğunda
aslolan kan bağının hakikaten mevcut olup olmaması değil, yakın irtibat ve karşılıklı
yardımlaşmayı doğuracak akrabalık bağı inancının var olmasıdır
9
Asabiyetin temel
boyutu olan «kolektif hafıza»ya sahip olmak akrabalık bağına sahip olmayanlar
arasında da mümkündür: “Asabiyet sahipleri, neseplerine dahil olmayan bir kavmi
kendileri için taraftar edinirse (ehl-i istina) veya bir takım kişileri köle edinmiş,
azatlılara sahip bulunmuş ve söylediğimiz gibi onlarla kaynaşmış olurlarsa,
bahiskonusu azatlılar ve taraftarlar efendilerinin nesepleriyle, o asabiyet içinde yer
alırlar. Asabeleri ve soydaşları imişcesine, onların toplumlarının bünyesinde ve
soykütüğünde yerleşmiş olurlar. Sözkonusu asabıyete dayanan nesepleri itibariyle,
asabiyetteki düzene iştirak eder ve ondan pay alırlar”
10
Dolayısıyla, bir grubun ortak
bir geçmiş imajına sahip olması, kan bağıyla olabileceği gibi, grubun geçmişine
farklı şekildeki (din, kültür vb.) bir aidiyet duygusuyla da mümkündür.
Peki, bu durumda nasıl oluyor da, aynı dini geleneğin devamı olan kabileler ortak
bir «kolektif hafıza»ya veya asabiyete sahip olmak yerine birbirinden farklı, hatta rakip
olabiliyorlar. İbn Haldun’a göre, aynı dinden gelmiş olmanın daha kuşatıcı bir
«kolektif hafıza» oluşturduğu tartışılmazdır. Çünkü, din “kalpleri bir noktada toplama
ve kaynaştırma”
11
özelliğine sahiptir ve bu özellik sayesindedir ki, kabile sınırlarının
8
İbn Haldun, Mukaddime, (trc. Süleyman Uludağ), Dergah Yayınları: İstanbul 1988, s. 440.
9
Akif Kayapınar, “İbn Haldun’da Asabiyet”, Geçmişten Geleceğe İbn Haldun: Vefatının 600.
Yılında Ibn Haldun’u Yeniden Okumak,İslam Araştırmaları Merkezi, Sempozyumlar Dizisi,
İstanbul, Haziran, 2006, s. 168.
10
Mukaddime, s. 443
11
Mukaddime, s. 485
Behram Hasanov
204
çok ötesindeki “sahası geniş ve hakimiyeti büyük olan hanedanlıklar din esaına
dayanır.”
12
Fakat, İbn Haldun’a göre, bir insan topluluğunun veya grubun kendi ortak
geçmişiyle ilgili ne kadar fazla özgün imajları olursa, bu, o grubu diğer gruplardan o
ölçüde ayırır. Hatta aynı kabile içinde bile farklı asabiyetler mevcut olabilmektedir:
“kabilelerin tüm boyları ve kolları umumi nesepleri itibariyle tek bir asabiyet teşkil
etseler bile, içlerinde hususi bir takım neseplerin mevcut olması sebebiyle aralarında
daha başka asabiyetler de bulunur. Sözkonusu hususi asabiyetlerin, sağladığı kaynaşma
ve dayanışma, umumi asabiyetten daha güçlüdür. Bir aşiretten veya bir aileden gelmek
veya bir babanın çocukları olarak kardeş olmak böyle özel bir asabiyeti meydana
getirir.”
13
Dolayısıyla, din de her ne kadar umumi bir «kolektif hafıza», dolayısıyla da
umumi bir asabiyet ortaya çıkarsa da, hususi asabiyetler, yani grubun özgün ortak
geçmiş imajı, o grubun kendisini diğer gruplardan ayırmasını ve kendi üyeleri arasında
hususi bir asabiyet oluşturmasını sağlamaktadır. Bunun yanısıra, bir grup kendi
geçmişiyle ilgili ne kadar fazla ortak imaja sahip olursa, genel anlamdaki asabiyeti de o
ölçüde artmış olur. Bundan dolayıdır ki, İbn Haldun bir grubun üyelerinin aynı dinden
gelmesinin, dolayısıyla «kolektif hafıza»nın dinle takviye edilmesinin o grubun
asabiyetle ilgili kuvvetine kuvvet kattığını söylemektedir.
14
İbn Haldun «kolektif hafıza» boyutunun “doz”unun asabiyetin şiddetini artırma
konusunda önemli olduğunu savunmaktadır. «Kolektif hafıza» sahiplerinin, yani
gruplarının ortak geçmiş imajına sahip olan üyelerin, seleflerinin hangi ölçüde seçkin
olduklarıyla ilgili inançlarına ve anılarına bağlı olarak asabiyetin diğer boyutları da
güçlenmekte veya zayıflamaktadır. İbn Haldun’u dinleyelim: “Bir ailenin asaleti
[soyluluğu] asabiyetin çeşitli düzeyleriyle doğru orantılıdır. Çünkü asalet [soyluluk]
asabiyetin sırrıdır.”
15
İbn Haldun başka bir yerde şan ve şerefin (asaletin) sadece
asabiyet sahibi olanlarda mevcut olduğunu söyleyerek hemen arkasından asabiyetin,
tam da «kolektif hafıza» kavramıyla örtüşen, ayırtedici özelliğini ortaya
koymaktadır. Söz konusu özellik, meziyetlere sahip ve eşraftan olan selefe ve cedlere
12
Mukaddime, s. 485.
13
Mukaddime, s. 435.
14
Mukaddime, s. 487.
15
Burada Rosenthal’ın tercümesini tercih ettik. Özellikle alıntıdaki ikinci cümle Süleyman
Uludağ’ın çevirisinde yanlışlıkla “Çünkü asabiyet şerefin sırrıdır” (s. 441) olarak
çevirilmiştir. Rosenthal’ın çevirisinin arapça aslına
(اھرس هنلأ ،ةيبصعلا توافتب فرشلا اذھ يف تويبلا
توافتو ) daha uygun olduğu açıkça görülmektedir.
Bkz. İbn Khaldun, The Muqaddimah, (arapçadan ingilizceye çevire Frans Rosenthal),
Routledge Kegan Paul: London, 1967, s. 102
İbn Haldun’un Asabiyet Kavramında “Kolektif Hafıza” Boyutu
205
istinad edilmesi ve selef ve cedlerinin söz konusu meziyet ve itibarlarının toplum
fertlerinin ruhlarında tesir bırakmasıdır.
16
«Kolektif hafıza»yı sürdürmek kolektif şekilde mümkün olabilmektedir. Fakat
şehirlerde kolektif yaşam alanlarının ortadan kalkması hatırlamanın kolektif yönüne
darbe vurumaktadır. Şehirlerde eskiden aynı grup içinde yer alan insanlar arasındaki
bağ zayıflamış, dolayısıyla asabiyet ve onun temel boyutlarından biri olan ortak
hafıza, yani geçmişi hatırlama da zayıflamış ve modern bir kavramla söylersek “zayıf
hafıza”ya sahip bir toplum ortaya çıkmıştır. Asabiyet sayesinde bir ailenin, bir şerefi
(soyluluk, asalet) bulunur. Şehirli olduktan sonra asabiyet ortadan kalkınca aile
fertleri bu şereften (soyluluk, asalet) de soyunup çıkarlar.
17
İbn Haldun’a göre, şehir
halkında, asabiyetin zayıflamasının önemli bir nedeni onlarda asalet ve şan (prestij)
anlayışının anlamındaki değişmedir. Şehirlerde hatırlanan geçmişte gurur duyulan
şeyler artık değişmiştir. Şehirliler artık asabiyetin önemli bir özelliği olan
kahramanlığı değil, afiyet ve selamette kalmaya mail olmayı seleflerinin meziyetleri
olarak görmektedirler. İbn Haldun buna “asabiyetin sırrı olan asalet” deyil, “mecazi
asalet” veya “zayıf hafıza” adını vermektedir.
18
Şehirlilerle ilgili bu durum, yaşam
şartlarının asabiyet üzerindeki etkisini de ortaya koymaktadir. Nitekim çölün zor
şartları kenetlenmeyi teşvik ederek asabiyeti güçlendirmeye yaradığı halde, şehirdeki
refah düzeyi ve güvenli ortam fertler arasındaki bağları gevşeterek «kolektif hafıza»
boyutunu, dolayısıyla da asabiyeti zayıflatmaktadır.
Ünlü sosyal bilimci Jan Assmann “iletişimsel bellek” ismini verdiği, taşıyıcıları
ile sınırlı olan «kolektif hafıza»nın 3-4 kuşağı kapsadığını savunmaktadır. Bunu
söylerken de, Tevrat’da Tanrı’nın babaların günahlarının hesabını üçüncü ve
dördüncü nesillere kadar onların çocuklarına sormasıyla ilgili ifadeye istinad eder.
19
İlginç bir şekilde, İbn Haldun da Tevrat’daki aynı ifadelere istinad ederek hasebin,
yani asaletin nihayetinin çoğunlukla dört cedd olduğunu ileri sürmektedir. Hasebin
zamanla oluşan ve zamanla yok olan bir şey olduğuna işaret eden İbn Haldun da
Assmann gibi ilk nesilden uzaklaştıkça canlı iletişimle varlığını sürdüren anıların
canlı şahitlerinin zamanla hayata veda etmesiyle birlikte anıların da canlılığını ve
heyecanverici özelliğini giderek kaybettiğini, sonunda da unutulduğunu ifade
16
Mukaddime, s. 439.
17
Mukaddime, s. 441
18
Aynı yer.
19
Assmann, Kültürel Bellek, s. 54.
Behram Hasanov
206
etmektedir. Asabiyetin sırrı olan şeref ve asalet boyutu ortadan kalkınca, doğal olarak
asabiyet de ortadan kalkmaktadır.
20
İbn Haldun asabiyetin nihaî gayesinin mülk, yani iktidar olduğunu öne sürmek-
tedir.
21
Bu bir anlamda toplumun kendi varlığını sürdürme ve hayatta kalma reflek-
sidir. Nitekim toplumsal hafıza üzerine çalışan sosyal bilimciler de devleti olmayan
toplumların kendi hafızalarını muhafaza edemeyeceklerini savunmaktadırlar.
22
Devletin varlığını asabiyetin varlığına bağlayan İbn Haldun devletlerin ömrünün de
hasebin, yani asaletin ve asabiyetin ömrü ile aynı olduğunu savunmaktadır. Nasıl ki,
asabiyetin sırrı olan asalet 3-4 kuşakta kaybediliyor ve asabiyet de bunun sonucnda
kayboluyor, aynı şekilde asabiyetin gayesi olan mülk veya iktidar da asabiyetin
kaybolmasıyla dördüncü kuşakta inkıraz buluyor.
23
Mülkü kaybettikten sonra veya
mülke ulaşamadan başka bir asabiyetin boyunduruğu altına girmek o toplumda
asabiyetin zayıf olduğunun bir göstergesidir. Fakat boyunduruk altında yaşamaya devam
ettikçe, o toplumda asabiyet daha da zayıflar ve sonuçta kaybolur. Asabiyet kaybolunca
onu mülk gayesine ulaştıran hak talep etme de ortadan kalkar.
24
Bu, bir tür
yabancılaşmadır. Kuşaklar boyunca devam eden boyunduruk toplumun «kolektif
hafıza»sında bir unutma meydana getirmekte ve onları kendilerine yabancılaştırmaktadır.
Bir toplum kendisiyle ilişkisinde dikey anlamda, yani kendi köklerine yönelik
bir sorun yaşadığı zaman bu, yatay ilşkileri, yani toplumun kendi arasındaki cemaat
ilişkilerini de direkt etkilemektedir. İbn Haldun bu tür yabancılaşmış toplumlara
Yahudileri örnek vermektedir. Nitekm Yahudiler bir topluluk olarak ortaya
çıkmalarına ve asabiyet oluşturmalarına, diğer topluluklara üstünlük sağlamalarına
dayanak sağlayan Tanrıyla kendi aralarındaki ahdi tutmamaya başladıkları, diğer bir
ifadeyle «kolektif hafıza»larından kopmaya başladıklarından, yani asabiyetin dikey
boyutundan koptuklarından yatay boyutta da, yani toplumun kendi arasındaki
bütünleşme ve güç kazanmada da sorunlar yaşamaya başlamış ve başkalarının
boyunduruğu altına girmişler ki, bu boyunduruk da, İbn Haldun’a göre onları
kendilerine daha fazla yabancılaştırmıştır
25
.
20
Bkz. Mukaddime, s. 445-447
21
Mukaddime, s. 450-452.
22
Assmann, Kültürel Bellek, s. 73.
23
Mukaddime, s. 505-507.
24
Mukaddime, s. 454-455.
25
Aynı Yer.
İbn Haldun’un Asabiyet Kavramında “Kolektif Hafıza” Boyutu
207
Asabiyetin yeniden oluşması için yabancılaşmış kuşaktan kurtulmak gerekir ki,
bu da İbn Haldun’a göre asgari olarak 40 senelik bir zaman gerektirir. Asgari olarak
40 sene, bir kuşağın ortalama ömrü olarak alınır ve bir topluluğun değişim yaşayabil-
mesi için oldukça önemlidir. İşte İsrailoğullarının da boyunduruk altında yaşamaya
alışmış ve kendilerine yabancılaşmış zelil kuşaklardan kurtularak tekrar asabiyet
sahibi, aziz bir topluluk haline gelebilmesi için 40 sene Tih çölünde beklemeleri
gerekmiş.
26
Burada da İbn Haldun’la toplumsal hafıza teorisyenlerinın yaklaşımları
arasında oldukça benzer özellikler olduğunu gözlemlemek mümkündür.
27
Dostları ilə paylaş: |